Rasulullah(S)'A Dil Uzatan Çağdaş Müfteriler
"İktetebeha" (Yazdırttı) Ve "Tümla Aleyhi" (Kendisine
Okunuyor) İfadelerinin Anlamı
İnkarcılar Peygamberin Tabiatını İnsanın Tabiatından Farklı Görmek
İsterler
"Bak, Nasıl Da Benzetme Yapıp Sapıyorlar"
"Biz Sizi Birbiriniz İçin Sınama (Vesilesi) Yaptık. Sabrediyor
Musunuz?"
"Biz Her Elçiye Suçlulardan Bir Düşman Var Ettik"
Kâfirlerin, Kur'an'ın Bir Anda İndirilmesini İstemeleri Hakkında Yorum
Duanız Olmadıktan Sonra İfadesi Üstüne Bir Yorum
Furkan Süresindeki Tevbe İncelemesiyle İlgili Bir Düzeltme
.
Kur'andaki Sırası,
:25
Nüzul Sırası : 38
Ayet Sayısı : 77
İndiği Dönem : Mekke
Sürede, kafirlerin, Hz. Peygamber'e karşı olan sözlü ve fiili tutumlarını
anlatan bir çok tablo yer alır. Onlara azarlayıcı ve korkutucu bir saldın söz
konusudur. Allah'ın kudretine, büyüklüğüne ve Rabliğine ilişkin kanıtlar
getirerek susturucu cevaplar verir. Geçmiş milletlerin başlarına gelen
olaylardan öğütler sunulur. Salih mü'minler, onların
davranışları ve iyi akibetleri Övülür.
Konuları bakımından bu
sûre ile geçen süre arasında nüzul sırasının sıhhatine ilişkin ipucu
bulunduğunu mümkün kılan bir uygunluk ve bütünlük bulmak kolay değildir. Sûrenin
nazmı düzyazıdan çok vezinli ve uyaklıiığa yakındır.
Bölümleri birbiriyle bağlantılıdır. Bu bizi, sûrenin bir anda veya bölümlerinin
peşpeşe indiğini söylemeye götürür.
68-70.
âyetlerin Medine'de indiği rivayet edilmiştir. Fakat bu iki ayetin konu ile
yakın ilişkisinden ve Mekke devri üslubunu taşımasından dolayı rivayet
şüphelidir. [1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla
1. Alemlere
uyarıcı olması için kuluna'[2] furkanı[3]
indiren pek kutludur[4]'.
2. Göklerin
ve yerin mülkü onundur. O, bir çocuk edin-memişrir,
mülkün de ortağı yoktur; her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen [5]
vermiştir.
3. Ondan
ayrı olarak hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan ve kendilerine dahi ne
zarar, ne de yarar veremeyen, Öldüremeyen, yaşatamayan (ölüleri diriltip)
kaldıramayan [6] bir takım İlahlar
edindiler.
Sûre Allah'a övgüyle
başlar. Bu başlangıç sigadaki farklılıklara rağmen bu
şekilde başlayan .sûrelerdendir.
Birinci âyetteki
övgüyü izleyen ikinci âyette Allah'ın bütün insanları uyarmak İçin kulunu elçi
olarak göndermesine vurgu yapılır. Onlara gerçek ve hidâyet yolunu açıklar ve
oraya çağırır. Allah'ın gökleri ve yerin tek sahibi olduğu ve bu konuda hiç bir
ortağı olmadığı, çocuk edinmediği ve herşeyi önce bir
Ölçüye göre yarattığı anlatılıyor.
Üçüncü âyette ise. hiç
bir şey yaratamayan, kendileri yaratılmış, -bırakın başkalarına- kendilerine
dahi bir zarar ve yarar sağlamaya güç yetiremeyen, öldüremeyen ve di-riltemeyen şeyleri ilah edinen inkarcı kâfirlere yönelik
bir kınama sözkonusudur. Yine burada, her şeyi
yaratan, ortağı olmayan Allah'tan başka ilahlar edinen müşrik ve inkarcıların
tutarsızlıkları sergileniyor.
Ayetlerin bundan sonra
kafir ve müşriklerin inkarcı, alaycı ve saldırgan tutumlarını anlatacak âyetler
İçin bir giriş niteliği taşıdığı görülüyor. Onların kınama ve saçmalıklarını
İçeren âyetlerin etkili bir anlatımı var.
Birinci âyette Hz. Muhammed'in çağrısının tüm zaman ve mekanlardaki bütün
insanları kapsadığı ortaya çıkıyor. Bu da Araf .sûresinin 157-158. ayetlerinin
ifade ettiği ve bizim de açıkladığımız bir durumdur. Şöyle ki; buradan peygamberin
risaletinin evrenselliği, davetinin ilk
dönemlerinden beri kesin olduğu çıkartılmaktadır. Sözkonusu
ayetlerde bunun tersini iddia edenlere karşı kesin bir karşılık içeriyor. Aynı
durum mezkur âyetlerin öncesinde de açıklamıştır. [7]
4. Küfredenler "Bu yalandan'[8] başka
bir şey değildir (Mu-hammed} onu uydurdu'[9] Başka
bir topluluk da kendisine yardım etti." dediler de kesin bir haksızlığa ve
iftiraya vardılar.
5. Dediler: "Evvelkilerin masalları'[10]
onları yazdırmış[11], sabah akşam onlar
kendisine okunuyor"[12]
6. De ki: "Onu göklerdeki ve yerdeki
gizleri bilen İndirdi. O çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Ayetlerde Arap
kâfirlerinin sözleri aktarılıyor. Onlar, Peygamberin Kur'an'i
uydurarak Allah'a nisbet ettiğini ve ona iftira
etliğini, bu noktada ona yardımcı insanların olduğunu, Kur'an'ın
öncekilerin kitaplarına, efsanelerine ve kıssalarına dayandığını, Pey-gamber'in bunları birilerine yazdırmış olduğunu, sabah
akşam kendisine okunduğunu, O'-nun da bunları
insanlara açıkladığını öne sürüyorlardı.
Daha sonra onlara
güçlü bir karşılık veriliyor. Onların sözleri zulüm ve çarpıklık olarak
niteleniyor ve Kur'an'la peygamber güçlendiriliyor. Kur'an'ın göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen, çok
bağışlayıcı ve esirgeyici Allah tarafından indirildiği vurgulanıyor.
Ayetlerin bir kısmı
geçen bölümle bağlantılıdır. Önceki âyetlerde aptallıkları, hiç bir .şey
yaratmayan kendisine yarar ve zararı olmayan ilah edinmeleri işlenmektedir. Kur'an'la ve Nebiyle ilgili bu söylentileri aktarırlar.
Böylece delil sağlamlaşir ve güçlü susturucu söz
söylenir.
Bu bağlamda "O
çok bağışlayan çok esirgeyendir" cümlesi ile, Allah'ın kullarına
bağışlayıcı olması ve onlara acıması kastedilir. Bunun için kulunu, onları
uyarmak ve hidâyete ulaştırmak için elçi olarak göndermiştir. Böylece kâfirlere
söyledikleri sözlere takındıkları tavırları yüzünden belli bir süre verilir.
Onlara azab etmekte acele edilmez Bunun da nedeni.
"Belki ayetleri düşünürler, bu tavırlarından vazgeçer ve tevbe ederler" diyedir
Kur'an'da pek çok âyet çeşitli inanç sahihlerini Allah'a tevbe etmeye ve hakka dönmeye çağırıyor. Bunubenzerini müfessirlerden biri dışında hepsi söylemişlerdir.[13] [14]
Müfessirler âyetlerde
söz konusu edilen görüşleri Kurcyş müşriklerinden Nadr b. Hars b. Abdüddar ve
arkadaşlarına isnat ederler. Onlar Muhammed (s)'in Mekke'deki Yahudilerden ve
bir kısım Hristiyan kişilerden öğrenim gördüğünü
iddia ederler. Bunlar köle veya ustalık yapan kişilerdir. Örneğin Bizanslı Cibra ve Yesar, Habeşli büyücü Ubeyd b. Hadi*. Bu kişiler yanlarında bulunan kutsal
metinleri -güya- yazdırıyordu.
Âyetler kâfirlerin bu
savlarına güçlü bir cevab vermiştir. Rabbani vahy, âyetlerle onların sözlerini kayıt altına almış ve
insanlara açıktan bunları okumuştur. Kâfirler de bunu işitmekledir. Bu ve O
ikisi birlikle Peygamber'e yardım etti denilen kâfirlerle bunu savunanlar,
okunanları duyuyorlar.
Nahl sûresinin 103. âyetinde bir kez daha bir kişinin
peygambere yardımcı olduğunu ve ona öğrettiği İddia ettiklerini belirtir.
"Biz onların 'Ona bir insan öğretiyor!' dediklerini biliyoruz. Haktan
saparak kendisine yöneldikleri adamın dili acemi (yabancı, açık değil) bu ise
apaçık Arapça bir dildir.'' Müfessirler bu kişinin bu âyetin siyakında da olduğu
gibi Cibr ve Yesar ismini
zikretmişlerdir.[15] Bu âyet de birinci âyet
gibi güçlü ve susturucu bir cevab içeriyor. Şöyle ki,
ayetler kâfirlerin sözünü aktarmakta ve onu duyacakları şekilde açıktan
yalanlamakla. Nebi'ye öğretiyor dedikleri kişi de bunu işitmekledir. Bunun
yanında kişinin kimliği anlatılır. Onun dilinin yabancı olduğu, Pey-gamber'in ondan ders alma ihtimalinin olmadığı, çünkü onun
Kuran'dan okuduğunun apaçık Arapça olduğu belirtilir.
Kâfirler peygamberi,
Mekke halkından olmayan aydınlar, entcllektüeller ve
önceki kitaplara muttali olanlarla toplantılar yaptığını gömıeselerdi.
bu iddiayı ortaya atmazlardı ve '"böyle bir şey vuku bulmuş
olabilir" şeklinde de bir görüş vardır. Mekki Kur'an'da bir çok âyet ilim ve kitab
verilenleri (ehl-i kitab)
Övmüştür. Onları tanık tutmuş ve Nebiye inenden dolayı sevindiklerini
belirtmiştir. Onların şehadetleri gerçektir. Hz. Mu-hammed'in risaletini tasdik etmişlerdir. Buna örnek olarak Kasas sûresinde "Bundan önce kendilerine kitab verdiklerimiz (Kur'an)'a
inanırlar. Onlara okunduğu zaman: Ona inandık. O Rabbimizden gelen gerçektir...
Zaten biz ondan önce de rnüslümanlar ıdik. derler"[16] İsra sûresinde de: "De ki: 'Siz ister ona inanın,
ister inanmayın. O, daha
önce kendilerine ilim
verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar.
Rabbimizin şanı yücedir. Gerçekten Rahbimizin sözü
mutlaka yerine getirilir!" derler. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar
ve Kur'an onların derin .saygısını arttırır'[17]
Ankebut sûresinin 47. âyetinde de bu hususa "Biz kitabı
samı böylece indirdik. Ken-di/crİ/ıc kitap verdiklerimiz ona inanır. Şunlardan da ona
inananlar vardır. Ayetlerimizi kafirler (nankörler }den başkası İnkar
etmezler" şeklinde değinilir.
En'am sûresinde "Allah size kitabı açıklanmış olarak
indirmiş iken ben ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitab verdiklerimiz, O'nun gerçeklen Rabbin tarafından
indirilmiş olduğunu bilirler. Onun için hiç kuşkulananlardan olma" [18]
Rad sûresinde "kendilerine kitab
verdiğimiz kimseler sana indirilenden dolayı sevinirler." âyetlcride konuyla alakalıdır.[19]
Bu âyetlerde
bahsedilenlerden birinin Peygamberlikten önce de Hz.
Muhammed ile ilişkide olması mümkündür. Üstelik onun bizzat önceki kitapları
okuyanlara uğrayıp okunanı dinlediği rivayet edilmiştir.[20]
Ne var ki bütün bunlar
kafirlerin iddialarının doğruluğunu değil, aksine tezlerinin zayıflığını ortaya
koymaktadır. Onların büyük çoğunluğu, ehli kitabın bir bölümünün Kur'anfi ve Hz. Muhammed'in risaletini onaylamalarını delil olarak gösterdiler ve -bir
kısmının- Peygambere itaat etmelerinden dolayı kâfirler, bunları peygamberin
öğretmeni ojarak nitelediler. Bizzat âyetlerin
anlattıklarına hepsi inandılar, doğruladılar, boyun eğdiler ve sevindiler. Bu
da onların kendilerini inanan ve tasaikçi kılan şeyin
Nübüvvetin belirtilerinin doğruluğu olduğunu gösterir.
Yine Kur'an ve önceki kitaplar arasında ilkelerde ve haberlerde
görülen benzerlikler, kâfirlerin iddialarını destekliyor denilmiştir. Kur'an'dan, pek çok âyette aktarıldığı gibi eskilerin
masalları diye söz etmişlerdir. Bu, Kur'an'ın,
onların yalanlamalarım ortadan kaldıracak bir durum değildir. Hatta Kur'an'ın peygamberin eski ve yeni ahit metinlerinin
içeriğinden haberdar olduğunu kabul etmesi dahi durumu değiştirmez.
Kur'an'ın bölümlerinin amacı tarihi bütünüyle anlatmak,
olayları derlemek veya şe-riatlerî
ve ilkeleri tekrarlamak değildir. Onlar Allah'a ve salih
amelde bulunmaya canlı ve coşkulu bir çağrıdır. Özde önceki peygamberlerin
çağrılarıyla birdir. Onlar gibi Allah'tan ve onun vahyinden kaynaklanır. Nisa
süresindeki şu âyetler buna dikkat çekmiştir:
"Biz Nuh'a ve
ondan sonra gelen peygamberlere vahyclliğimiz gibi.
sana da vahyet-lik. Nitekim
İbrahim'e. İsmail'e. İshak'a. Yakub'a,
sıbllara {Yakuboğuliarına)
İsa'ya,
Eyyub'a. Yunus'a. Harun'a. Süleyman'a da vahyetmiş
ve Davud'a da Zebur'u vermiş-lik
Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyetmiş-lik) Ve Allah Musa ile
de konuşmuştu. (Bunları) müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki
elçiler geldikten sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah
üstündür. Hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, sana indirdiğini kendi bilgisiyle
indirmiş olducuna tanıklık eder. Melekler de buna
tanıklık ederler. Allah'ın tanıklığı da (bîr şeyin gerçekliği için) kâfidir.[21]
Bu konuda Şura
sûresinin 13. âyetinde ise şöyle dinmektedir: "O size, dinden Nuh'a
tavsiye etliğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e,
Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi şeriat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki:
Dini doğru tutun ve onda ayrılığa (tefrikaya) düşmeyin. Fakat müşriklere, bu
davet ettiğin emir ağır geldi; Allah ona dilediklerini seçecek ve yüz tutanları
ona hidâyet erdirecektir."
Vahyin hikmetinin
gereği olarak; öncekilerin kıssa ve haberlerindeki örneklemeleri, hatırlaticı, öğüt verici, uyarıcı ve müjdeleyici araçlarla
anlatımı güçlendirilmiştir. Bunlar Kur'an dinlcyicisinec biliniyordu veya peygamber asrında ve
çevresinde olmakta olan olaylardı. [22]
Son dönemlerde fanatik
yazarların; kâfirlerin peygambere Kur'arfm iftira
olarak nisbet etmeleri karşısında Kur'ari'in
onlara susturucu, göğsün derinliklerine etki eden eevabıyla
yetinmemden şaşılacak bir şeydir.
Bununla ilgili olarak
şu âyetlere bakalım: Ahkâf sûresinde: "Yoksa
'Onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsafh,
Allah'tan gelecek cezaya karşı sizin bana hiç bir yararınız olmaz. O, sizin
yaptığınız taşkınlığı daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda O'nun şahit olması
yeler. O. bağışlayan, esirgeyendir.[23]
Şura sûresinde
"Yoksa Allah'a yalan uydurdu mu diyorlar? (Öyle bir durumda) Allah dile.se senin kalbine mühür basar; batılı mahveder, hakkı
sözleriyle yerleştirir. Şüphesiz O göğüslerin özünü bilir.[24]
Nisa sûresinde:
"'Allah, sana indirdiğini kendi İlmiyle indirmiş olduğuna tanıklık eder.
Meleklerde tanıklık eder. Tanık olarak Allah yeter.[25]
bn am sûresinde: "Allah'a
karşı yalan uydurandan ya da kendisine bir şey vahyedil-memışkcn "Bana da valıyolundu" diyenden ve ben de Allah'ın indirdiği
gibi indireceğim diyenden daha zalim kim olabilir..[26]
Bu fanatik yazarlar,
cahil Arab kafirlerin Muhammedi rişafel
konusunda söylediklerini yinelemektedirler. DÜalisi
karmaşaların clkisindcdirler. Bu risaietin
özüne dokunamadılar. Ve saflığı orladan kaldıramadilar.
Kutsal metinlerde yer
alan ilkeler ve olayların bir çoğunda Kur'an'la
benzerlik gördüler. Bundan dolayı Kur'an'ın onlardan
bir alınlı olduğunu ileri sürdüler. Onlardan önce bu tutarsız savı kâfir Arablar ileri sürmüş, Kur'an'da
onlara daha önceleri açıkladığımız gibi güçlü cevaplar vermiştir.
Kur'an'ın bir çok âyetinde söz konusu uygunluğu bildirmesini
görmezlikten geldiler. Kur'an bunların kutsal
metinlerden bir iktibas olduğu düşüncesiyle değil önceki peygamberlere
indirildiği gibi Hz. Muhammed'e indirilen bir vahiy
olduğu kabulüyle hareket eder. Bakara sûresinde bu gerçeğe işaret edilir.
"Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın
ve onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın; benim âyetlerimi birkaç paraya
salmayın ve benden sakının.[27]
Nisa, 163-166 ve Şura
13. âyet bu bağlamda değerlendirilebilir. Biraz Önce bu âyetleri aktarrnıgtık. Ayrıca zahiri olarak Kur'an'la,
eski tarihi olaylarla ilgili bu gün bilinenler arasındaki farklılığa da
dayandılar. Bundan dolayı, O'nun hayalle karışık ve tahrif olarak halk arasında
yaygın anlatılardan derlendiğini söylemişlerdir. Ancak onlar bunun yüce ve
ruhani risaletin özüne zarar vermeyen {ikinci
derecede öneme sahip) ayrıntı işlerden ve hiçbir halde Kur'an
vahyini bozmadığı durumları bilmezlikten geldiler. Halbuki Kur'an,
kıssalarda olayların ve hadiselerin tarihini amaçlamaz. Kur'an'ın
amacı, öğüt vermek, ibret, hatırlatma, örnekleme yapmaktır. Bu amaç. kıssaların
ve olayların din ley en I erce bilinir olduğunda gerçekleşir. Burada bunun tersine bir kanıt yoktur.
Bu hususu Kur'an'da pek çok âyet destekler. Ankebut
.sûresi 38. âyet buna bir örnektir. "Ad'a da. Semud'a
da (azabımızı göndermiştik) ki size bunlar meskenlerinden (harabeler) belli
olmaktadır. Şeytan onlara amellerini güzel göstermişti de kendilerini yoldan
çevirmişti. Halbuki gözleri açık adamlar idiler."
Furkan sûresinde "Bela yağmuruna tutulan kente
vardılar. Onun durumunu görmüyorlar mıydı? Hayır onlar tekrar dirilip kalkmayı
ummuyorlar.[28]
Rum sûresinde
"Yeryüzünde gezmediler mi ki. kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş?
Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Toprağı alt-üst etmişler ve onu,
bunların imar ettiklerinden daha çok imar dinişlerdi. Onlara da elçileri
delillerle gelmişti. Demek ki, Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar,
kendi kendilerine zulmediyorlardı[29] ve Fecr sûresinde "Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad'e. Yüksek sütunlu İrem'e? Ki ülkeler arasında onun eşi
yaratılmamıştı. Vadi'de kayaları oyan Semud'a, Ve
kazıklar sahibi Firavun'a?[30]denilmektedir.
Olaylar bakımından Kur'an'la kutsal kitaplar arasındaki farklılığa dayanarak Kur'an'in tahrif olduğunu savundular. Bununla birlikte hiç
kimse Kur'an'da, kutsal metinlerde ve Hz. Muhammed zamanında mevcut olup da kaybolan sahifelerde yer alan şeylerin olma ihtimalini hiç kimse yok
sayamaz. Biz şuna inanıyoruz ki kutsal metinlerdeki bir çok ibarenin
gösterdiği gibi Nebi'dcn önce pek çok kutsal metin
kaybolmuştu. Bu gün yaygın olmadığı halde bu metinlere atıflarda bulunuluyor[31].
Biz cevap kabilinden
diyoruz ki: Peygambcr'in bunu uydurmuş olması makul
değildir. Çünkü buna teknik olarak ihtiyaç duymuyordu. Kur ani bağlam, ona
ihtiyaç duymadan da dosdoğru olmaya devam eder.
^•Peygamber bir çok
yolculuk yaptı. Buralarda yaptığı konuşmaları korudu. Kutsal kitaplarının
içeriğinden duyduklarını zihnine topladı. Ve bunlardan Kur'an'i
derledi." deniliyorsa; biz de deriz ki; bu tutarsız bir sözdür. Çünkü Kur'an yukarıda belirttiğimiz cibi
olayları, tabloları ve algılamaları aktarmayı amaçlamam ıştır. Onun amacı
Allah'a ve salih amelde bulunmaya çağırmaktır. Kur'an. özde önceki elçilerin davetiyle aynıdır. Onları
tamamlar. Hepsi Rabbani vahiyden neşet etmiştir.
Onlar, söylediklerinde
tutarsız olmalarının da ötesinde. Muhammed'e ait Kur'ani
risaletin özüne dokunmayıp, ikinci dereceden
ayrıntılar üzerinde duran tartışmaları gündeme getirmekledirler. Kur'an müteşabihler konusunda
tanışanları uyarmıştır Kıssalar, tablolar ve anlatımlar da bu kapsamdadır.
Sağlam (muhkem) Kur'anî ilkelerden doğan ışığı göremediler.
Onlar Al-i İmran sûresinin 7. âyetinde belirtildiği
gibi fitne çıkarmak, kötü niyetle büyüklenmek isliyorlar. "Kitabı sana O
indirdi. Onun bazı âyetleri muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdir.
Diğerleri de müteşabih. Kalblerinde
eğrilik olanlar fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için müteşabihlerin peşine düşerler..."
Garib bir şekilde Hz. Muhammed'i
inkâr eden Arapların büyük çoğunluğu, peygamberlerin nübüvvetine, önemine ve
Allah'ın onlara vahiy gönderdiklerine inandıklarını iddia etmelerine karşılık
Arap bir Peygamberi inkâr etmekle çelişkiye düşüyorlar. Onun daveti kendinden
önceki Peygamberlerin çağrısı gibidir. Allah'ın birliğine, eksikliklerden uzak
tutmaya sonra hayra, iyiliği emretmeye, kötülükten sakındırmaya çağırır.
Adaleti, hakkı, iyiliği, yardımlaşmayı ve doğruluğu tavsiye eder. Kötülüklerden
ve çirkin şeylerden uzaklaşmayı emreder.
Allah'ın vahyinde
bütün bu haber verilenler Önceki Peygamberlere gönderilen vahiylere benzer. Kur'an O elçileri ve kitaplarını onaylar. Onları tanımayı
ve iman etmeyi emreder. Kur'an'daki muhkem lerimiyie. Kur'an'ın
kastedildiğini Sad sûresinin tefsirini yaparken
belirtmiştik.
Müslüman
olmayanlardan, bilinci yerinde olan ve heva, heves,
taassup ve inattan uzak herhangi bir kişi. Kur'an'ın
Önünden ve arkasından batılın girmediğini, hikmet sa-bibinden
nazil olduğunu, yüce İlkeler İçerdiğini inkâr edemez.
Onlar yine Kur'an'm Peygamber"! gören ve hem Mekke, hem de Medine
döneminde Kıır'an'ı dinleyen Ehli Krtab'ı
şâhid gösterdiğini bilmezlikten geldiler. Niyetleri
iyi, vicdanları temiz olanlar; kinden, taassuptan, kibirden kendilerini
soyutlayanlar, İnatçılık etmeyenler, samimi bir şekilde ona iman edenler ve rnüteşâbihal hakkında tanışmayanlar da buna şahitlik
ettiler. Burada özellikle o dönemlerde imkânsızlıklardan dolayı bir baskı ve
zorlama ihtimali yoktur. Bilakis onlar Hz.
Muhammed'in peygamberliğin doğruluğunun kanıtlarına, haktan isitliklertnc. sonra kendi kitaplarındaki Özelliklerle Hz. Muhaımııcd'in özellikleri
arasında gördükleri A'raf sûresinsinin
7. âyetinde bu durum şöyle belirtilmiştir. "Onlar ki yanlarındaki Tevrat
ve İncil'de yazılı buldukları O elçiye, o ümmî peygambere uyarlar. O ki iyiliği
emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara
güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar; üzerlerindeki ağırlıkları, sırllarındaki zincirleri kaldırıp atar." Bunun
kanalarını İsra (107-109). Kasas
(51-52), Ahkaf (10), Ankebut
(47), En'am (114), Ra'd
(36) âyetlerine değinirken de göstermiştik.
Mekke'deki Kilab Ehii'nin iman ve tasdik
hareketlerinin benzerlerini Medine'de de görmekleyiz. Al-i îınran
sûresinde belirtildiği gibi "Kitab Ehli'nden
öyleleri var ki. Allah'a inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilene
inanırlar. Allah'a karşı saygılıdırlar. Allah'ın ayetlerini bir kaç paraya
salmazlar. Onların ödülü de Rableri kalındadır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk
görendir. [32]
Nisa sûresinde: "Fakal içlerinde ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene
inanırlar. O namazı kılanlar, zekatı verenler Allah'a ve ahirel
gününe inananlar var ya. işte onlara büyük bir ödül
vereceğiz.[33]
Maidc süresindeki âyetlere ise "... inananlara sevgice
en yakınları da 'Biz Hristiyan-larız'
diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve ralıibler
vardır ve onlar büyüklük (istikbar) taslamazlar. Ra'sul'e indirileni dinledikleri zaman, tanıdıkları
gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki:
"Rabbimiz inandık, bizi şahitlerle beraber yaz.[34]
Şu da bir gerçektir
ki. Hz. Peygamber zamanında Ehli Kitap'lan
bir grub, onun nübüvvetini ve ona indirilen Kıır'an'ı. inatlarını bastıramayan, bencilliklerinden ve
çeke-mcmezliklcrinden ıızaklaşamayan
alim ve ruhbanlarının etkisiyle inkâr eltiler. Gerçeği ve doğru yolu görmekten,
elçiye ve kitaba tabi olmaktan geri durdular. Onların bu durumunu aynı anda
bir çok âyel belirtmiştir. Örneğin Bakara .sûresinde;
"Ne zaman ki onlara Allah kalından, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir kiiap geldi, daha Önce inkâr edenlere [35]
karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr
ettiler:
artık Allah'ın laneti,
inkarcıların üzerine olsun. Allah'ın kullarından dilediğine lütfuyla
(vahiy) indirmesini çekemeyecek. Allah'ın İndirdiğini inkâr etmek için
kendilerini ne alçak seye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenler için alçaltıcı
bir azab vardır"[36]
Bu sûrenin 101.
âyetinde ise: "Allah tarafından kendilerine yanlarında bulunanı doğrulayıcı
bir elçi gelince, kitap verilenlerden bir grup. Allah'ın Kitabını sanki
bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar." ve 109. âyette ise"Kilap sahiplerinden çoğu, mercek kendilerine
besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan
sonra küfre döndürmek isterler..." buyrulmakladır.
Buna benzer âyetler
Al-İ İmran sûresinde de vardır: '"Kitap ehlinden
bir grup istedi ki sizi saptırsınlar. Onlar sadece kendilerini saptırıyorlar.
Fakat farkında değiller. Ey kitap ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin
Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz. Ey kitap ehli, niçin hakkı bâtıla
karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz. Kilap ehlinden bir grup dedi ki: "İnsanlara indirilmiş
olana, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin; belki dönerler.'[37] Tevbe sûresinde bununla ilgili olarak "Hahamlarını ve rahiblerini Allah'tan ayrı rabler edindiler. Meryem oğlu
Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek ilah olan Allah'a kulluk etmeleri
emredilmişti. Ondan başka İlah yoktur. O. onların or-lak
koştuklarından uzaktır. Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.
Halbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister. O.
elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki ortak koşanlar hoşlanmasa da onu
bütün dinlerin üstüne çıkarsın. Ey inananlar, hahamlardan ve rahiplerden bir
çoğu, insanların mallarım ve haksızlıkla yerler ve (insanları) Allah yolundan
çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kır var ya. İşte onlara acı bir azabı müjdele![38]
Bu meselede önemli bir
noktaya dikkat çekmek istiyoruz. O da "ellerinde doğrulayıcı ifadesinde Kur'aıvın ne kastettiğidir. Buradaki amaç; kaynağın
tekliğinde, esaslarda ve İlkelerdeki uygunluktadır. Kaynağın tekliğidir.
Metinlerini biraz Önce aktardığımız Nisa 163 ve Şura 13. âyetlerinin değindiği
içerik de bununla ilgilidir.
Bu noktada Kuran'da
yer alan hususlarla kutsal kitaplardakî hususlar arasında bir çelişiklik varsa
eğer bu, kutsal metinlerin bozulmayan ve değişikliğe uğradığı anlamına gelir.
Bunlar Ehli Kitap ulemasının kötü niyetli yorumcularından, aralarında vuku
bulan ihtilaf, niza ve sapıklıktan kaynaklanabilir. Veya bir çok Kur'an âyetinde vurgulandığı gibi kitablardan
yanlarında olanları gizlemelerinden de olabilir. Bakara süresindeki ayeiler buna işaret eder. "Şimdi siz. bunların size
inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grub
vardı ki Allah'ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. İnananlara rastladıkları zaman
'inandık" derler; birbirleriyleiz kaldıkları
zaman: 'Allah'ın size açtığını onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbimiz katında
.sizin aleyhinizde delil olarak mı kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz
derler. Bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını
bilir. Onların içinde bir de ümmiler var ki kitabı bilmezler, bütün bildikleri
birtakım kuruntulardır; onlar sadece zan içinde bulunurlar. Vay haline o
kimselerin ki, kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için "Bu Allah
kalındandır" derler? Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların!''
{Bakara: 75-79) Yine aynı sûrede ''Yahudiler: "Hnsliyanlar,
bir temel üzerinde değiller'" dediler. Hnstiyanlar
da: Yahudiler bir temel üzerinde değiller," dediler. Oysa hepsi de kitabı
okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık
Allah, ayrılığa düştükleri şey hakkında kıyamet günü oralarında hüküm verecektir.
(Bakara; 113) 'İşte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan
kimiyle konuştu. Kimini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'yada açık deliller verdik ve onu Ruh'ul
Kud'üs (Cebrail) ile destekledik, Allah dileseydi,
onların arkasından gelen milletler, kendilerine açık delliler
geldikten sonra birbirlerini Öldürmezlerdi. Fakat ihtilafa düştüler, onlardan
kimi inandı, kimi de inkar etti. Allah dileseydi, birbirlerini Öldürmezlerdi.
Ama Allah dilediğini yapar. (2/253) "İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah
peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcıar olarak
gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında
hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan kitabı indirdi Oysa kendilerine
açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü onda (kiiab) anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Alllah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ihtilaf
ettikleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir. (2/213)
Buna benzer âycllcr Al-i İmran sûresinde de
vardır: "'Allah katında din, İslam'dır. Kilab
verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki
aşırılıktan ötürü, ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse
bilsin ki Allah hesabı çabuk görendir. Seninle tartışmaya girişirlerse de kıV'Ben de kendimi Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar
da." Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilcre de ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer
İslam oldularsa doğru yolu bulurlar. Yok eğer dönerlerse, sana düşen, yalnız duyunnaktır. Allah kullarını görmektedir.[39]
"Onlardan bir
grup var ki kitapta olmayan bir .şeyi, Siz kitaptan sanasınız diye dillerini
kitaba eğip bükerler. "O, Allah kalındandır." derler. Oysa O, Allah
katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan
söylerler.[40] Maide
sûresinde de benzer âyetler vardır. "Sözlerini bozdukları için onlan lanetledik ve kalplerini katılaşlırdık.
Kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar, uyarıldıkları şeyden pay almayı
unuttular. İçlerinden pek azı hariç, sürekli onlardan hainlik görürsün. Yine de
onları affet, aldırma. Çünkü Allah güzel davrananları sever. "Biz Hristiyanız diyenlerin de sözünü almıştık, ama
uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar
aralarına-düşmanlık ve kin sal-dik. Yakında Allah, onlara ne yaptıklarını haber
verecektir. Ey kitap ehli, elçimiz size çeldi. Kitaptan gizlediğiniz şeylerin
çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten
size Allah'tan bir nur ve açık bir kitap geldi. Onunla Allah, rızasının peşinde
gidenleri esenlik yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan
aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola iletir.[41]
Şura sûresinde de
"Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çeke-memezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye
kadar, Rabbinden bir söz seçmemiş olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi.
Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar ondan kuşku veren bir şüphe
içindedirler. Bundan dolayı sen davet et ve emrolunduğun
cibi doeru ol; onların
keyiflerine uyma ve de ki: Bu Allah'ın indirdiği her kitaba inandım ve
aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah bizim de
rabbimiz, sizin de rabbi-nizdir. Bizim işlerimiz
bize, sizin işleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma yoktur.
Allah aramızı bulur, dönüş de O'nadır.[42]
Zuhruf sûresinde "İsa açık delillerle gelince dedi ki:
"Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını
açıklamak için (geldim) Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Allah, işte benim
de Rabbim. sizin de Rabbiniz O'dur. O'na kulluk edin. doğru yol
budur."Aralarından çıkan partiler, birbiriyle ihtilafa düştüler. Acı bir
günün azabından vay o zulmedenlerin haline[43]
Bütün bunlardan
Allah'ın Hz. Muhammed'i ümmî ve bütün insanlara elçi
olarak göndermesinin, O"nun hikmeti ve rahmetinin bir gereği olduğu ortaya
çıkmaktadır. Kuran da, O'na insanlığın dinini tamamlamak için indirilmiştir ki
böylece İslam bütün insanlığın dini olsun. Bir çok âyette bu husus yer
almıştır. Tevbe sûresinin 32. 33. âyetlerinde aynı husus ifade edilmiştir. "Allah'ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki, kâfirler hoşlanmasa da Allah
mutlaka nurunu tamamlamak ister. O, elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderdi
ki ortak koşanlar hoşlanmasa da onu bütün dinlerden üstün kılsın."
Böylece Kuran önceki
kitapların tahrife, değişime ve kötü yoruma uğrayan ilkelerini düzeltsin.
Bunları korusun ve bu ilkeler için başvuru kaynağı olsun. Yukarıda bir çok
âyette bunları açıklamıştık. "Sana da kendinden önceki kitapları
doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik. Artık
onların aralarında Allah'ın in-dirdigiyle hükmet ve
sana gelen gerçekten ayrılıp keyiflerine uyma![44]
Bu Kur'an,
İsrailoğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri
şeylerin bir çoğunu anlatıyor. Ve elbette O, mü'minlere
bir yol gösterici ve rahmettir.[45]
Bütün bu anlalılanlann konusu. Enbiya sûresinin 107. âyetinde
ifadesini bulur. "Bizseni ancak alenilere rahmet
olarak gönderdik." [46]
Kur'an'da beş âyette söz konusu edilen "iktetebeha" ifadelerinin içerdiği kavram, anlamı
açıkça anlaşıldığı gibi. peygamberin okumadığı ve yazmadığına delalet etmektedir.
Bu kanıt çok açık bir biçimde Ankebul sûresinin 48.
âyetinde de yer alır. "Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de
onu yazmıyordun, öyle olsaydı o zaman ip-lalcilcr
kuşkulanırlardı'".[47]
7. "Bu elçiye ne oluyor ki yemek yiyor,
çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilme-li değil miydi?[48]'dediler.
8. "Yahut üstüne bir hazine atılmalı, yahut
kendisinin, ürününden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil mi?" ve zalimler;
"Siz, başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz",
dediler.
9. Bak, senin için nasıl benzetmeler yaptılar da
saptılar. Artık bîr daha yolu[49]
bulamazlar.
10. Yücedir, O ki dilerse sana bundan daha
hayırlısını, alt taraflarından ırmaklar akan bahçeleri verir. Ve senin için
saraylar yapar.
Âyetlerde kâfirlerin
söyledikleri sözlerle; Pcygamber'in risalet davası karşısında yaşadıkları şaşkınlığı belirten
anlatım söz konusu edilir. Onlara göre Hz. Muhammed
gerçeklen Allah'ın bir elçisi idiyse neden diğer insanların yaptığı gibi yemek
yiyor, sokaklarda geziyordu? Onun davasını güçlendirecek bir şey istiyorlar.
Onu destekleyecek bir melek indirmesini söyleyerek meydan okuyorlar. Ona.
kendisinden infak edeceği bir hazine verilmesini veya onun için meyvelerinden
yiyecekleri bir bahçe yaratılmasını isterler. Aynı şekilde O müşrikler Pcygamber'i doğrulayan mü'minlerc
de: "'Siz büyünün elkisi altında kalmış bir
adamın söylediği ve çağırdığı şeye uyuyorsunuz" derler.
Son iki âyet ise
Peygamber'e güven verici bir hitapta bulunulur, muhataplara susturucu bir
cevap içerir. Onlar buna benzer sözler ve meydan okumalarla hak ve hidâyet
yolundan uzaklaştılar ve ona ulaşmaya da güç yetiremezler. Eğer Allah istese en
güzel ve en büyük köşk ve bahçeleri ona verir. O. bütün kâinatın yaratıcısıdır.
Durumun tabiatı gereği, onu bundan kimse aciz bırakamaz.
Ayetlerin önceki
bölümle bağlantısı açıktır ve bir bütünlük söz konusudur. Bu âyetler hepsi
birden bir bütün olarak inebileceği gibi, ilk âyetlerin inmesinden kısa bir
süre sonra nazil olmuştur da denebilir.
Birinci ihtimalin
doğru olması durumunda; kâfirler geçen bölümdeki âyetlerin anlattığı şeyi
söyledikten sonra büyüklenmelcrini sürdürdüler ve
sonra peygamberin onların sözlerini anlatan âyetleri okuduğu zaman ona meydan
okumaya giriştiler. Onu yalanladılar. Yalancılık ve zulüm yapmakla
nitelediler. Yüce Allah peygamberi desteklemek üzere ona Kur'an'ı
indirdi.
ikinci ihtimalin doğru
olması durumunda ise: Bu sözler ve meydan okumalar âyetlerin nüzulundan önce olmuş, âyetler de onları hikâye etmiş ve
gerekli cevabı vermiştir. [50]
ayette Arapların,
Peygamber'in doğasını güç ve olağan üstü özellikler bakımından insan
doğasından farklı olduğuna inandıklarına işaret edilmektedir. Ayrıca ayet, on-lann Peygamber'c karşı
yalanlayıcı ve şüpheci bir tutum Lakınmalannın
sebebine işaret etmektedir. Bu sebep de Peygamber'in diğer insanlardan hiçbir
farkı olmayan beşeri do-ğasıdır. Bu durum, onların
Peygamber'in Allah'la İlişkisi olduğu iddiasını destekleyecek deliller
istemelerine neden oluyordu, Mütldesir sûresinin
tefsirinde de açıkladığımız gibi onların bu tulumu bir çok kez yinelenmiştir.
Müşriklerin meydan okumalarına olumlu karşılık vermeksizin, onlara bizini şu
anda ilgili bulunduğumuz ayetlerin içerdiği şeylere denk bir cevap vcrilmişiir. Çünkü Allah'a da'vct
ve güzel ahlâk, ona davet e-den kimse için olağanüstü destekleyicilere ihtiyaç
bırakmaz. Ancak bunların yanında, Ncbi'nin herşeyde beşeri özelliğe sahip oluşu, hiç bir kimse için
zarar ya da yarar vermeye güç yelirememesi.
Allah'tan başka kimsenin onu koruyamaması, gaybi
bilememesi, kendinden bir zararı uzaklaştırma ve Allah'ın dilemesi dışında bir
iyiliği alabilmeye güç yetirememesi tekrar edilmektedir.
Nitekim bu husus A'raf IH8; Cin 21-22 âyetlerinde geçmiştir. Bu sûreleri
daha önce işlemiştik. Kehf sûresinin 110. âyetinde
"De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım. İlahınızın bir tek ilah
olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu
ediyorsa salih amel işlesin ve Rabbine yaptığı
ibadette hiç kimseyi ortak etmesin " buyurulmaktadir. [51]
9. âyette kâfirlerin
çeşitli sözler, benzetmeler ve meydan okumalarda bulunmalarından dolayı
düştükleri sapkınlık belirtiliyor. Onların bu tutumları inatçılıklarından ve bü-yüklenmelcrinden
kaynaklanıyor, yoksa iyi niyetlerinden ve hakka duydukları eğilimden dolayı
değil. Bundan ötürü de işittikleri ve gördüklerinde hakkı ve hidâyeti bulmaya
güç yetiremiyorlar. "Dallu" (saptılar)
kelimesinin kullanılması, söylediklerimize ckola-rak kâfirlerin inkârını, büyüklcnmclerinin,
sorgulamalarının ve meydan okumalarının onları zanda bulunmaya iten idrak
zayıflığından kaynaklandığını ifade etmektedir. Bu zan da. elçilerin insan
olmaması gerekliği veya onların insan özelliklerini aşan özelliklere sahip
olmaları gerektiği şeklindeki bir anlayıştır. Bu anlam açıklıkla diğer
âyetlerde vurgulanmıştır. İsra sûresinin 90-94.
âyetlerinde "Dediler ki: "'Yerden bize bir göze fış-kırtmadıkça sana inanmayız!" Yahut senin hurmalardan
ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, aralarından ırmaklar
fışkırtmalısın!" Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar
düşürmelisin. Yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin." veya altından
bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bununla
beraber, sen bizim üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin sadece
göğe çıkmana ela inanmayız!" De ki "Rabbimin şanı yücedir. Ben sadece
elçi olan bir insan değil iniyim?" Zaten kendilerine hidâyet geldiği zaman
insanları doğru yola gelmekten alıkoyan şey. hep: "Allah, bir insanı elçi
mi gönderdi? "demeleridir".
Onların sapkınlığa düşmelerinin
bir nedeni de insanları Allah'ın dinine ve hak yola davet etmek için insan üstü
bir kişi olmak gerektiği sanisrydı. Halbuki
Peygamberin di-54ser insanlardan farklı olması gereken özellikleri, kendisini
beşeri doğasından çıkaracak Özellikler olmayıp, bilakis ahlakında, benliğinde,
ruhunda ve aklında bulunan özelliklerdir.
Âyetin ifade ettiği
şeylerin bütününde: büyüklenmenin, kural dişiliğin, olaylar üzerinde
düşünmemenin sürekli kötüienmesine ilişkin apaçık
telkinler vardır. Gerçeğin ve mantısın gerektirdiği şeyden yüz çevirmek, kanıtı
ortaya çıktığında onları kabul etmemek, bu sapma yolunda nafile ve faydasız
şeylerde kurnazlık yapmak yine ayetlerin kö-tülecliği durumlardır. [52]
11. Onlar
kıyamet saatini de yalanladılar. Biz (kıyamet) sa-ati(ni) yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır[53].
12. Bu ateş onları uzak bir yerden görünce onlar
bunun öfkesini'[54] ve homurtusunu1[55]işitirler.
13. Bağlı olarak[56] onun
dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü[57]
çağırırlar.
14. "Bu gün bir ölüm çağırmayın, bir çok
ölüm çağırın .
İlk âyette kâfirlerin
durumunun gerçekliği, büyüklenmeleri ve inatçılıklarının sonuçlan anlatılır.
Yine ahiret gününü yalanlamaları onları;
uyarıldıkları ve va'd edildikleri peylere karşı
kayıtsızlığa itmiştir. Allah'ın onlara hazırlamış olduğu, onların da yalanladığı
ve inkâr ettiği cehennemle uyarılmışlardır.
Öteki âyetlere
gelince: Ateşi tanımlamak için bu âyetler bir arasöz olarak gelmiştir.
Yalanlayıcılar ve inkarcıların orada karşılaşacakları durumlar işlenmiştir. O
ateşin parlaklığı ve alevi çok şiddetli olacaktır. Kalpleri titreten bir sesi
olacaktır. Onlar oraya boyunları bağlanmış olarak atılacaklar. Orada aşırı
kalabalık ve tedirgin bir şekilde toplanırlar. Azabın şiddetinden dolayı ölümü
ve yok olmayı isteyeceklerdir. Ama buna nail olamayacaklar. Aksine onlara
alaycı bir şekilde, "siz daha çok isleyeceksiniz" denir.
Yalanlayıcılara
yapılacak azabın nitelemesi ürküntü vericidir. Son âyetin keskin ve acımasız
bir anlatımı var. Bunun da amacı dinleyenlerde korku etkisi uyandırmaktır.
Özellikle de yalanlayıcılarda. Açıkça anlaşıldığı gibi âyetlerin amaçladığı da
budur. Ayetlerin önceki bölümle bağlantısı bütüncül bir şekilde sürmektir. [58]
15. De kî: "Bu mu iyi, yoksa korunanlara va'dedilen ebedî'[59]'
cennet mi?" O da onların mükâfat ve ulaşacakları sondur.
16. Orada istediklerini bulurlar ve sürekli
kalırlar. Bu Rab-binin, istenen, arzu edilen bir va'didir.
Bu âyetler bir ara söz
olarak Nebi'yi insanlara soru sorarak anlatma yöntemini kullanması şeklinde
değerlendirilebilir. İnsanlara; yalanlayıcılann
bulunacağı korkulu varış yerinin mi, yoksa salih
amelleri dolayısıyla muttaki mü'minlere söz verilen
ebedî cennetin mi hayırlı olacağı sorusunu yöneltmektedir. Ki o, cennette
sonsuz nimetten istediklerini alabileceklerdir.
Soru, ebedi cennetin
en iyi şey olduğu, iman ve takvanın ise kendilerine sahip olan insanlara
cenneti hak etmeyi sağladıkları şeklindeki olumlu cevabı içerir. Ayrıca soru.
aptallık yapıp da. cenneti yalanlayarak, inkar ederek ve suç işleyerek cehennemi
tercih edenler için azarlayıcı bir anlamı ihtiva etmektedir.
Bu âyetlerle önceki
âyetlerin ilişkisi açıktır.
Orada amaçlanan burada
da amaçlanmıştır. Sapkınlıklarından uzaklaşmaları için yalanlayıcılar
korkutulmuştur. Muttaki mü'minler özgüven kazanmaya
özendirilmiş, seçtikleri, girdikleri hak ve hidâyet yolunda kararlı olmaları
istenmiştir. [60]
"Bu, Rabbinin
yerine getirilmesi gereken bir va'didir"
ifadesi, ahiretteki karşılığın, ceza ve mükâfatın;
insanların amellerine, davranışlarına ve seçimlerine bağlı olduğunu belirten,
kesin Kur'ani ifadelerdendir. Allah iman edene ve ittİka (sakınan) edene sonsuz cenneti, yalanlayana ve
günah işleyene alevli ateşi va'd etmiştir.
Bu ifade, kelami ekollerin hakkında tartıştığı ifadelerden biridir.
Mutezile, kâfirlerin, azab edilmesinin ve
müzminlerin cennete girmesinin Allah'ın kendisi için bir vaad
olarak kesinleştirdi"! görüşündedir.
Eşariler ise bu görüşü çirkin sayarlar ve Allah'ın kendisi
için vaciblik sözkonusu
edilmeyeceğini belirtirler. Bize göre Mutezile bağlayıcılığı (zorunluluğu)
oluşunda ve yaratılışında mutlak tasarrufta bir eksiklik olması gerektiği
anlamında kullanmamıştır.
Her durumda âyetlerin
içeriğinden ve ruhundan İlk etapta anlaşılan; muttaki mü minlerin
varacağı yerin güzel olacağının ve bunun imanlarının ve takvalarının bir
karşılığı olduğunun etkili bir biçimde vurgulanmasıdır. Bu konuda yapılan
tartışmaları geçip,sevindirme ve yatıştırma amacının
üzerinde durulması gerekir.
17.
(Rabbin), onları ve Allah'tan başka kulluk ettiklerini bir araya toplayacağı
gün (kulluk edilenlere) der ki: "Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa
kendileri mi yolu sapıttılar?"
18.(Allah'tan
başka edindikleri tanrılar) Derler ki: "Senin şanın yücedir, senden başka
veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimetlendirdin. Anmayı unuttular ve helaki hak eden'[61] bir
topluluk oldular.
19."İşte
(ilah dedikleriniz de) sizi yalanladılar. Artık (ne azabı geri) çevirmeye'[62] gücünüz
yeter, ne de bir yardım[63]
bulabilirsiniz! İçinizden zulmeden'[64]
kimseye büyük bir azab tattırırız.
Son âyetlerde
yalancıları ve müşrikleri susturucu. alçaUıcı ve
korkutucu bir tarzda farklı bir üslub vardır. Allah
Kıyamet günü onları Allah'tan ba,şka
edindikleri ma'bud-larla
bir araya toplayacaktır. Ma'budlara kullan neden
saptırdığını soracak; onlara kendilerine kulluk etmeyi süslü gösterip
göstermediklerini, onlara tapanların hak yoldan kendilerinin mi saptıklarını ve
kendi tercihleriyle mi yoldan çıktıklarını soracaktır. Ve onlar temize çıkmayı
İsleyen bir tavırla cevap vereceklerdir. Buna cesaret edemeyeceklerini, ondan
başkasını veliler ecünemeyeceklerini, başkasına
kulluk yapmaya zorlaya-mayacaklarını. faka! onların
dünya nimetlerine altlanarak kendilerinden önce atalarıyla birlikte Allah'ı
anmayı unutup sapkınlık yolunu hidâyet yoluna tercih ettiklerini belirtirler.
İşte o /aman Rabbani hitap, kâfirlere azarlayıcı bir üslup kullanarak onların
Allah dışında ma'butflaı edindiklerini; onların da
tapınanlardan uzaklaştıklarını ve onları yalanladıklarını belirtir. Böylece
onlar, kendilerinden azabı uzaklaştırma konusunda aczi-yet ve ümitsizlik içinde
bulunduklarını görecekler ve karşı karşıya bulundukları kritikdurumdan
kurtulma arayışı içinde olacaklardır.
Son ayet. kendi
nefsine zulmeden ve hak yoldan sapan kişilerin sonlarının çok kötü olacağı ve
acı azabı tadacakları şeklinde bütün insanlara uyarıyla bitmekledir.
Yine olduğu gibi
âyetlerin önceki bölümle bütünlüğü sürüyor. Âyetlerde kastedilen ma'budlann kimliği açıklanmıyor. Müfessirler bunların
melekler, mesİh (as) veya azizler olduğunu
belirtmişlerdir[65] Bunların putlar olduğu
görüşünde olanlara göre onlar Allah'ın yanına getirilir ve onlarla konuşulur.
Biz ma'budlarla kastedilenlerin melekler olduğu görüşünü
benimsiyoruz. Sebc süresindeki müteşabih
âyctler,17. âyetlekilerin
melekler olduğu görüşümüzü destekliyor. "O gün, onların hepsini
toplayacağız, sonra meleklere şöyle diyeceğiz: '"Şunlar size mi tapıyorlardı?"
Onlar derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz onlar değil, sensin. Hayır onlar
cinlere tapıyorlardı. Çoğunluğu onlara inanıyorlardı.[66]
Arap müşrikleri
meleklere tapıyorlar ve onları Allah katında şefaatçi ediniyorlardı. Müddcssir ve Necm sûrelerinde açıklandığı
gibi birçok âyet bunu anlatmıştır. İşte bu da bizim görüşümüzü
güçlendirmektedir.
Ayetlerin içerdiği
diyalogla ahirette olacak ya
da olmuş bir tasvir çizilmek istenir. Burada aşağılayıcı, azarlayıcı ve uyarıcı
bir anlam vardır. Yine âyetler ma'budlann,
müşriklerin istedikleri şeyleri gerçekleştirmekten uzak olduklarını belirtmeyi
amaçlamıştır. Aksine onların kendilerinin Allah'ın kulu olduklarını. O'na
boyun eğdiklerini ve O'ndan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korktuklarını
vurgular. Yine burada müşriklerin sapkınlıklarından ve aptallıklarından
duydukları pişmanlıkları; kendilerinde ortaya çıkan korkunun etkisiyle
oluştuğu açıklanmıştır.
Ayetlerde insanların
dalalete düşmeleri, sorumluluklarını yapmaktan vazgeçmeleri ve Allah'ın
âyetlerini düşünmekten yüz çevirmelerinin nedeni olarak; onların ahireti inkâr etmeleri gösterilmiştir. Bu inkâr onları
dünya hayatının eğlenceleri ve arzuları içinde boğar. Vicdanlarını öldürür,
gözlerini kör eder; Allah'ı anmayı, kendisine ve insanlara karşı sorumluluklarını
unutmasına yol açar. İşle burada bu durumun doğasından kaçınmaya ilişkin bir
uyan sözkonusudur. [67]
Ma'budlann cevabında yeralan "sen
onları ve alalarını nimellendirdin ve anmayı (zikri)
unuttular." ifadesi, insanların sapkınlığa düşmelerinin sorumluluğunu,
hayatın eğlencelerini kolaylaştırıp onlar içinde tamamen dalmalarına neden
okluğu için Allah'a ait olduğu izlenimini verir. Sonraki ayetlerde böyle bir
yargı ortadan kaldırılır. Ma'budlann kendilerine
tapınanlardan nasıl kurtulmaya çalıştıkları ve Allah'a karşı nasıl boyun
eğdiklerinin tasviri yapılır. 59
Ayetlerde, insanların
tamamen dünyaya dalmalarına işaret var. Bu dalma sebebiyle Rablerini ve
görevlerini unutmuşlar. Bu ifade, müşriklerin inançlarının eleştirilmesi ve
dalmakla gösterdikleri aşırılıklarının yargılanması yoluyla dile getirilmiştir.
Bu noktada, insanların
dünyevi eğlencelerden yararlanabilmesinde, Allah'ın kâinatta ve yarattıklarında
yerleştirdiği kanunlara karşı bir uyumun olduğu yönünde göstergeler vardır.
İnsanların bütün hislerini ve yeteneklerini kullanmaları, seçmelerinde ve terk
etmelerinde Özgür olmaları ve bu seçmelerine uygun olarak karşılıklarını
almaları bu kanunun bir parçasıdır.
Son âyet zulmeden
kimseye bir tehdit içerdiği için bu bağlamda değerlendirilebilir. Ceza ve
mükâfatın anlamı ancak zulmetmeye güç yetirebilen kim.se
İçin gerçekleşebilir. Aşırı gitme, kötü seçimde bulunmak, hak ve hidâyet
yolundan yüz çevirmek zulümdür. Bunun içindir kİ, Allah zulmedeni yakıcı bir
azapla tehdit etmiştir.
Bu âyet aynı zamanda
ibareden zihne doğması mümkün olabilecek yanlış algılamayı ortadan kaldırıyor. [68]
20. Senden
önce gönderdiğimiz bütün elçiler de yemek yerler, çarşılarda gezerlerdi. Biz
sizi birbiriniz için bir sınama yaptık'[69]
(bakalım) sabrediyor musunuz?[70]
Rabbin (yaptıklarınızı) görmektedir.
Ayet önceki bölümle
bütünlük arzeder. Kafirlerin, geçen âyetlerde
anlatılan sorusuna başka bir cevap içermiştir. Nebi'nin beşeri özellikte
insanlara benzemesinin yeni bir şey olmadığı. Allah'ın ondan önce de onun gibi
insandan başkasını elçi olarak göndermediği, onların da diğer insanlar gibi
yemek yedikleri, sokaklarda gezdikleri belirtiliyor. Sonra Allah'ın sabırları
ölçmek üzere insanların birbiriyle sınanmaları yasasına değiniliyor. Ve onun her
şeyi en ince ayrıntılarıyla gören olduğu belirtiliyor. [71]
"Biz sizi
birbiriniz için bir sınama yaptık, sabrediyor musunuz?" ifadesiyle ilgili
derişik yorum ve görüşler mevcuttur. Bunlardan birincisi: Kendilerine elçi
gönderilenlerle elçilerin sınanması, onların düşmanlıklarıyla, çeşitli
eziyetlere maruz kalmaiarıyla imtihan edilmeleri,
buna karşılık onlardan güzel bir şekilde sabretmeleri istenmektedir. Sahihi
Müslim'de yer alan bir hadis bu görüşü destekler: "Allah seni sınayacağım
ve seninle sınanmaktayım".
Bir diğer görüş
Allah'ın zenginleri fakirler için veya liderleri zayıflar için bir sınama aracı
yapmasıdır. Böylece insanlar fakirliklerinde ve zenginliklerinde sahib oldukları şeylere karşı sabır gösterip
göstermediklerine bakılır. Veya insanların bir kısmını güçlü ve diğerlerini
zayıf yaparak sabırları Ölçülür.
Başka bir görüş de bu
cümlenin Kureyş ileri gelenlerinden Ebu Cehil ve arkadaşları hakkında nazil olduğudur. Onlar
Peygambere yoksulların ve kölelerin iman ettiklerini görünce alay ederek:
"Biz Muhammed'e nasıl inanır ve şunlarla birlikte otururuz." derler,[72]
Her halükarda cümle
Allah'ın bir hikmetini vurguluyor. O da insanların birbirleri için imtihan
aracı kılınırken, bu sınamaya karşı kimin dayanıklı olduğunun görülmesi ve
kimin başardığının anlaşılması içindir. Allah'ın, İnsanları zorluklara karşı
gösterecekleri sabırla denemesi ve iyilik-kötülük, hidâyet-dalalet,
güzellik-çirkinlik arasında ayırdetme yeteneklerini
kullanabilmelerini sağlaması pratiklerinde ve seçmelerinde kendilerine karşı
bir delil olması içindir. [73]
21. Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar[74]
"Bize melekler indirilmeliydi, yahut Rabbİmizi
görmeliydik, değil mi?" dediler. Andolsun ki
onlar kendi içlerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir azgınlıkla haddi aştılar[75]
22. Melekleri gördükleri gün, işte o gün
suçlulara müjde yoktur ve onlar: "Yasak, yasak!"[76]
derler.
23. Yaptıkları her İşin önüne geçmişiz de onu
saçılmış toz zerreleri haline getirmişizdir.
24. O gün cennet halkının kalacağı yer daha iyi,
dinlenip sefa sürecekleri [77] yer
daha güzeldir.
25. Göğün bulutları parçalayıp ve meleklerin
bölük bölük indirildiği [78] gün
26. İşte o gün gerçek mülk Rahmanındır ve o gün,
kafirler için çetin bir gündür.
27. O gün zalim, ellerini ısırıp: "N'olaydı, keşke ben elçi İle beraber bir yol edineyclim!" eler.
28. "Vah bana, ne olurdu, ben falanı dost tutmasavdım!"
29. "O beni, bana gelen zikirden
saptırdı!" Zaten şeytan, insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır.
Ayetlerde kâfirlerin
diğer görüş ve tutumlarıyla bunlara karşı verilen Rabbani tehdidin anlatımı
yer alıyor. Ayrıca kıyamet günü karşılaşacakları şeylerin tasviri söz konusudur.
Açıklıkta görüldüğü gibi âyetlerin geçen bölümle olan bağlamı sürüyor.
İlk âyetlerin üslubu,
yeniden dirilmeyi inkâr eden kâfirlerin, meleklerin İnmesini veya Allah'ın
görülmesinin kendileri için mümkün kılınmasını istemelerinin; meydan okuma ve
aciz bırakma -inkâr ve alaycılıkla birlikte- kapsamında değerlendirilebileceği
anlaşılır. Sonraki âyetler bunun için bu talebi reddediyor. Ancak melekleri
-bulutlar yarılıp gökten indikleri zaman- gördüklerinde suçluların kötü
durumda olduğu bir anda olacaktır. O sırada mü'minler
de cennet halkı olarak iyi bir durumda bulunacaklardır.
Suçlular için bir
müjde olmayacak istekleri yerine getirilmeyecektir. Melekler onlara size
yasak! diye seslenecekler. Allah da dünyada yaptıkları bütün amelleri boşa çıkarır
olarak görecekler. Kendileri için hiç bir yarar sağlayamayacaklardır.
O zaman gerçek mülkün
yalnız Allah'a ait olduğu anlaşılır. Bu gerçeği gören zalim parmaklarını
ısırarak Peygamber'in yoluna uymadığına veya Allah'tan gelen çağrıya gitmesine
engel olan. kendisini yoldan saptıran kişiyi arkadaş edindiğine bin pişman
olur. Ayetler şeytanın. İnsanı alçaltiığı. onu
saptırdıktan sonra ondan uzaklaştığını bildiren Rabbani uyarıyla sona eriyor.
Ayetler güçlü bir
tasvir ve tehdit özelliğine sahiptir. Bunun nedeni yalanlayıcılarda tedirginlik
yaratmak, dinleyicilerde korku doğurmak, ayrıca onları pişmanlığa ve düşünmeye
yöneltmektir. Çünkü onların bol bir zamanı var.
Aynı zamanda eyetler müslümanlara müjde
veriyor ve özgüven aşılıyor. Bütün bunlar âyetlerin amaçladığı şeylerdendir,
Mülessirler 27. âyetle ilgili olarak şöyle bir aklarımda bulunmuşlardır.-'15
Âyet müs-lüman olan Ukbe b. Ebi Muayt
hakkında nazil olmuştur. Ümeyye b. Halef onu bundan
dolayı uyarıp tehdit ettiğinde irlidat elli. Hz. Peygamber'e yapılan eziyetler gittikçe art-35 - 8kz. Taberi Tefsiri.
iı. Hatta O Peygamber namaz kılarken onun üzerine hayvan
pisliği attı. Âyette zikredilen "fulan"la Ümcyye kastedilmiştir. Bu olay doğru olabilir. Ne var ki
âyetlerin bütünlüğü ve birbiriyle olan bağlantılılığı; genci bir tablo
sunularak yeniden dirilmeyi inkâr e-den kâfirlerin tehdit edilmesi ve onların
azarlanması yöntemini izlediği anlaşılıyor. Ayetlerin indiği zamanda sözkonusu hadisenin de olması mümkündür. Ve bundan dolayı
da raviler bu olayı nüzul sebebi olarak
aktarmışlardır.
29. âyetteki şeytan
iblis olabileceği gibi insanlardan dalalette olan azgınlar da olabilir. En"am sûresinde belirtildiği gibi: "Böylece biz
her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Aldatmak için
birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin diie-seydi onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.[79]
Son âyette kastedilen
İblis de olabilir. İnsanı doğru yoldan saptıran kötü arkadaş da olabilir.
Bununla birlikte bize göre bu cümleden kastedilen düşünmenin gerekliliği ile,
sapmayanlardan başkasına faydası ve yardımı olmayan vesvesecilerin
vesveselerini dinlememek gerektiği uyarışıdır. Bu. süregelen açık bir uyandır. [80]
30. Elci efe: "Ya
Rabbî, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş'[81]
bıraktılar" demiştir.
31. Biz böylece her elçiye, suçlulardan bir
düşman var ettik. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
İlk âyette Nebi'nin
kavminin Kur'an'dan yüz çevirdiği ve çağrısına
uymadığını gördüğü zaman yaptığı ithamın bir anlatımı yer alır. Bundan dolayı
elçi elem ve üzünlü duymuştur.
İkinci âyette ise
güven ve leselli bağlamında elçinin yalnız olmadığı;
kendisinden önce gelen her nebinin buna benzer tulumlarla karşılaştığına
ilişkin Rabbani bir belirleme söz konusu edilir. Eğer o en iyi yol gösterici ve
yardımcı olan Allah'a güvenirse durumunun güzel olacağı belirtilir.
Bu iki âyet geçen
bolümden ayrı değerlendirilemez. Önceki âyetlerde anlatılan tutumlar
peygamberi olumsuz olarak etkilemiş ve buna bağlı olarak onu tatmin ve teselli
eden âyetler nazil olmuştur. Açıkça görüldüğü gibi bu Kur'ani
vahyin tablolarından bir çerçevedir. Sonraki âyetle Kur'an'ıri
zikredilmesi kâfirlere meydan okuması içindir.
[82]
Bu ifade ilk etapta
suçluların peygambere düşman kılanın. Allah'ın kendisi olduğu izlenimini verir.
Bu ta'bir benzer vesilelerle Kur'aırda
tekrarlanmıştır. Mesela A'raf sûresi 28. âyet de bu
şekildedir. Biz o ayetler üzerinde de yorumda bulunmuş, vehimleri gideren
gerçek anlamı ortaya çıkarmıştık.
Özet olarak tabir
peygamberi tescili için kullanılmıştır. Ancak tabirin harfi anlamının
kastedildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü o zaman çelişkiye düşülmüş olur.
Allah bundan münezzehtir. Ayet kâfirlerin, suçlu ve peygamber düşmanları olarak
nitelenmesi, bizim daha önce belirttiğimiz (irade Özgürlüğünü) destekler
mahiyettedir.
Aynı şekilde önceki ve
sonraki ayetlerin suç ve küfür nitelemesini sahiplerine (yani kafir ve
suçlulara) isnad etmesi ve inkarcıların yoldan
çıktıklarının belirtilmesi, az önceki görüşümüzün doğru olduğunun delilidir. [83]
32. İnkâr edenler: "Kur'an,
ona bir defada indirilmeli değil miydi?'[84]dediler.
Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça indirdik) ve ağır ağıı[85]'
okuduk.
33. Onların sana getirdiği her misale karşı
mutlaka biz sana, gerçeği ve en güzel açıklamayı'[86]getiririz.
34. O yüzü koyun cehenneme sürülecek olanlar var ya işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.
Ayetler, kâfirlerin
meydan okumak için söyledikleri "Kuran peygambere bir anda inmeli değil
mi?'" sözlerin anlatımını içermektedir. Onlara içinde .sağlamlaştırma,
açıklama ve uyan bulunan güçlü bir karşılık verilmiştir.
Gerçekten Allah Kur'an'ı, peygamberin kalbini ve davetini sağlamlaştırmak
ve insanların algılama düzeylerini ona uygun hale getirmek için yavaş yavaş ve bölüm bölüm indirmiştir.
Kâfirler misaller ve kanıt getiremeyince burada bir saldın, şüphe ve zorluk
sanısına kapıldılar. Ancak Allah bu konuda hakk. en
güzel yorumu ve susturucu kanıtı indirdi. Bundan sonra küfürlerinde ve büyiiklenrnelefincle devamlılık gösterenler bulundukları
yönleri üzere cehennemde toplanacaklar ve o zaman en sapık yolu ve en kotu
varış yerini Öğrenecekler.
Bu söylediklerimize
paralel olarak Kur'an'in bolüm bölüm indiğine ilişkin
İsra Sûresinin 106. âyetinde açık vurgu vardır.
i4Onu, insanlara ağır ağır okuman için okuma
parçalarına ayırdık ve onu azar azar
indirdik."
Sûrenin başından beri
bölümler halinde sûren, kâfirlerin tutumları, sözleri, onlara karşı verilen
cevaplar ve onlara yapılan uyarılan içeren anlatım bağlamında âyetler sürüyor. [87]
Müfcssirlcr âyetlerin bağlamıyla ilgili olarak; kâfirlerin
"nasıl Tevrat, İncil ve Zebur gibi semavi kitaplar bir antla indirikİiyse Hz. Muhammed'e de
bir anda indirilmeli değil miydi?" diye meydan okuduklarını
belirtmişlerdir. Müfessirler, Kur'an'ın Peygarnber'e
nevdernev indirilmesini, onun okuma ve yazma bilmeyen ürmnî birisi olmasına bağladılar EĞer
böyleyse ona Öğretilmesi ve ezberletümesi; Kur'an'ın doğal olarak parça parça
indirilmesi gerektiğini, önceki peygamberler okuma-yazma bildikleri içindir ki,
onlara bir defada ve yazılı olarak nazil olduğunu belirtmektedirler.
Kâfirlerin meydan
okumalarının sebebiyle müfessirlerin aktardığı bu görüş doğru olabilir.
Kafirler bunu Ehli Ki tap'tan işitmiş olabilirler. Ne
var ki biz onların sadece sebep olarak Peygamberin ümmiliğini göstermelerini
doğru bulmuyoruz. Araf suresinin 145. ayetinde yazılı olarak indiği zikredilen
levhalar istisna oimak üzere. Allahu
Te-ala'nm Musa'ya Tevrat'ı
yazılı bir şekilde ve tek bir defada indirdiği konusunda Kur'an'da
herhangi açık bir ayet yoktur.
Hz. Musa'ya, onun dönemine ve hayatına nisbet edilen kutsal metinler Allah'ın Musa'ya iki levha
getirmesini emrettiğini belirtir. Kutsal metinlerin büyük bölümünün. içerdiği
öğretiler ve şeriatler açısından Musa'ya ve İsrail
oğullarının yaşadıkları sürece uygun olarak peyderpey indiğini gösterir.
Mesela Mezamir kitabı
olarak bilinen Zebur, kesintili bir yapı arzeder;
kitapta Da-vud (as)'un lisanıyla dua, takdis ve
teşbihler yer alır. Bu da aklımıza Zebur'un. Davud'a
bir kerede vahyediİnlediğini getirir. Elimizde İsa'ya
nispet edilen bir İncil yoktur. Kimse İsa'nın buna benzer birşeyi
bildiğini görmemiştir.
Yaygın olan İnci İler,
İsa'nın hayatının bir aktarımıdır. Ve İsa'nın içerisinde vahyin izleri bulunan
sözleri ve öğretilerini içerir. Ancak şu kadar var ki, İncil farklı oturumlar
ve olayları anlatmaktadır. Bunların tek bir defada inmiş olması mümkün değildir.
Bu söyledikleriz doğal olarak Kur'an için de
geçerlidir. Ancak çeşitli misaller, olaylar ve meclisler onun bir defada
indiğini söylemeye imkân vermez.
"Kur'an" terimi. Yüce Allah'ın muhkem ve müleşabih Kur'anî bölümlerden,
peygambere vahyetliği şeylerin tümünün özel ismi
olmakla birlikte bu âyet ve benzerleri, Müzemmil
sûresinin açıklanmasında değindiğimiz görüşü destekliyor. Bu görüş de; Kur'an teriminin aslı davetin ilkeleri ve onun temel
dayanaklarını içeren muhkem sûre ve bölümler olduğudur. Arapların da bu şekilde
algılamaları bunu güçlendiriyor. Destek ve dayanak olma bağlamında yer alan.
kıssalar, benzetmeler, kanıtlar, tartışmalar, cevaplar, hücumlar, kâfirlerin
sözleri ve meydan okumaları ve ahiret sahnelerinin müteşabih olarak isimlendirilmesi doğru olur. Müteşabihler temelde terimin kapsamı ve Arapların anladığı
çerçeveye girmez. Ancak yine de Kur'an terimi, mushafın içerdiği bütünü kapsamıştır. Bunun nedeni müteşabihlerin de asılların olduğu gibi Allah vahyi
olmasıdır. Al-1 Inıran süresindeki 7. âyetin de
işaret ettiği husus bunu gösterir. "Kitabı sana O indirdi.
un k'zı
âyetleri muhkemdir, bunlar Kitab'ın anasıdır.
Diğerleri de müteşabihtir.." [88]
35. Andolsun biz
Musa'ya kitabı verdik ve kardeşi Harun'u ona yardımcı'[89]
yapmıştık.
36. Onlara "Ayetlerimizi yalanlayan topluma
gidin!" dedik. Sonunda yalanlayanları yıkıp yok'[90]
ettik.
37. Nuh'un kavmini de peygamberleri
yalanladıkları zaman suda boğduk. Onları insanlara ibret kıldık. Zalimlere acı
bir azap hazırladık.
38. Ad'ı, Semud'u, Res halkını ve bu arada daha bir çok nesilleri helak ettik.
39. Onların herbirine
misaller verdik. Herbirini de kırdık geçirdik'[91]
40. Onlar üzerlerine felaket yağmuru yağan kasabaya[92]
uğramışlardı. Onları görmüyorlar mı? Hayır onlar yeniden dirilmeyi'[93]
istemiyorlar.
Âyetler. Allah'ın
çeşitli toplumlara elçiler göndermesi ve bu yalancı toplumların tutumlarına
veciz göndermelerde bulunuyor. Allah'ın onları yok elmesi
bu yalanlamaları yüzündendir. İfadeleri başka bir şeye gereksinim duymayacak
açıklıktadır. Burada zikredilen isimler değişik vesilelerle geçmişti. Onları
bilmekteyiz. Onları tekrar etmeye gerek yok.
Bu bölümün üslubu,
nazım şeklinde ve Kur'an'ın peyderpey indirilişine
uygun olarak gerçekleşmiş ve Arap kâfirlerin tutumlarının anlatımının hemen peşinden
geçmiş milletlerin haberlerini hatırlatma, uyarma, öğüt verme amacını
gütmüştür. Bu konuda gelen ayetler bağlamla ilişkili olup, ondan kopuk
değildir. "Velakad etev"
(gelmişlerdi) ifadesindeki zamir. Kur'anı dinleyen
kâfirlere aittir. Geçen âyetlerle bu bağlantı güçlendirilmiştir. Burada
kastedilen Lut kavminin oturduğu yerlerdir.
Saffat süresindeki 133-138. âyetlerde Arapların Lut kavminin yıkıntıya uğramış ülkelerine uğradıkları
anlatılmıştır. ''Lut da gönderilen elçilerdendi. Onu
ve ailesini kurtardık. Yalnız (azapta) kalacaklar arasında bulunan ihtiyar bir
kadın hariç. Sonra ötekileri kırdık. Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz, .sabahleyin ve geceleyin. Düşünmüyor
musunuz?"
Âyetler kâfirlerin
inkarcı ve inatçı tutumlarını sürdürdüklerine değinerek sona eriyor. Çünkü
onlar ııhrevi dirilişi kabul etmiyorlar. Ve onlar
kendilerine kötülük ve azabın dokunmayacağından eminler. Bu değini bu sûrede
ve diğerlerinde sıklıkla tekrarlanmıştır. Bu tekrarlar bize yeniden dirilmeye
yapılan sürekli vurguyu ve Allah'ın buna gücü yeteceğinin kanıtlarının
hikmetini anlatıyor. [94]
41. Seni gördükleri zaman mutlaka seni eğlence
konusu yapıyorlar; "Allah bunu mu elçi göndermiş?"
42. 'Sahi be, az kaldı bizi taptıklarımızdan
uzaklaştıracaktı, eğer sebat etmeseydik' diyorlar. Fakat İleride bilecekler.
Azabı görecekleri gün kimmiş o yolu daha sapık olan?
43. Gördün mü nevasını İlah edineni?'[95] Onun
üzerine sen mi bekçi olacaksın?
44. Yoksa sen onların çoğunun İşittiklerini,
düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır onlar hayvanlar gibidir, hatta onların yolu
daha sapkındır.
Bu âyetlerde
kâfirlerin tutumlarının ve .sözlerinin başka bir anlatımı yer alıyor. Onlar
peygamberi eğlence ve alay konusu haline getiriyorlar ve birbirlerine alayvari bir şekilde .şöyle soruyorlar: "Allah'ın
elçi olarak gönderdiği bu mu?" sonra da inançlarına ve mabudlanna
olan bağlılıklarından dolayı övünüyorlar. Geleneklerine tutunuyorlar ve
"sabretmesek ve tutunmasak peygamber gösterdiği çaba ve çalışmalar sonucu
bizi neredeyse inançlarımızdan şaptıracaktı"
diyorlar. Âyetler onlara uyarıcı, alaycı ve aşağılayıcı karşılıklar
vermektedir. Onlar tavırları ve sözlerinden dolayı azapla karşılaşacaklar ve o
zaman kimin hak yoldan saptığını öğreneceklerdir.
Sonra hitap
sorgulayıcı biçimde kendini, nevasını ilah edinen kimseye karşı sorumluluk
hisseden ve kâfirlerin çoğunun işittiğini ve akiettiğini
sanan peygambere yöneliyor. Onların, davranışları bakımından hayvanlar gibi
belki yoldan çıkma açısından onlardan daha aşağı bir konumda olduğu belirtiliyor.
Çünkü hayvanlar içgüdüleri aracılığıyla kendileri için zararlı olan şeyleri
bilir ve ondan sakınır. Kendilerine yararlı olanları da tanıyarak onlara
yönelirler.
Bir kısım müfessirler
âyetlerde belirtilen sözlerin ve davranışların failinin Ebu
Cehil olduğunu rivayet etmişlerdir[96].
Bunları yapan ve söyleyenin Ebu Cehil olma ihtimali
olmakla beraber âyetler bunları yapan ve söyleyenlerin başkalarının da
olabileceğini ilham etmektedir. Anlatım salt kâfirlerin azgınlıklarını kınama,
azarlama ve onları uyarmak biçiminde yer almıştır. Özellikle bölümlerin peşpeşe gelmesi ve benzer olması özel
bağımsız bir durumu
anlatmaması bunu doğrulamaktadır. Zcmahşerî bu
rivayet konusunda nerdeyse tek kalmıştır. Taberi'de
ve diğer klasik müfessirlerde böyle bir rivayete rast 1 ayam adı k.
41 âyetin üslubu ve
içeriği kâfirlerin peygamberi hor gördüklerini ve onun ahlak ve değerini eksik
bulduklarını göstermez. Ancak onların elçinin davetine karşı küçümseyici
tutumlarının bir tasviri sözkonusudur. Buna ek
olarak, sözkonusu durum kâfirlerin peygamberin
davetinin başarıya ulaşmasından korku duyduklarını göstermektedir. Yine bu
durum, Peygamberin bitkinliğe düşmeden ve ılımlı bir polilika
izlemeden gösterdiği yoğun çabayı kanıtlamaktadır.
43 ve 44. âyette
peygamberin, yoğun bir gayret göstermesine karşın kâfirlerin inatçı tutum
takınmaları sebebiyle teselli edilmesi söz konusu, sanki ona hcvasıni ilah edinene karşı bir sorumluluğu olmadığı
anlatılmaya çalışılıyor. Ve ondan kâfirleri değiştirmek için imkânsız bir çaba
içine girmemesi isteniyor. Zira onlar işitmezler, akletmezler,
hayvanlardan daha sapıktır. Bunun için onlara üzülmek gerekmez. Bunu çokça
tekrar ettik. Kaf sûresinde buna değinmiştik.
"Hevasını ilah edindi" ibaresinde azarlama ve sert
vurguların yanında tutumlarının düşünmeleri ve aklctmelerinin
sonucu olmadığını göstermek var. Onların tutumları batıl inançlarına kör bir
bağlılık ve Hak olmayan hevaya tutunmalarının bir
sonucudur. Bu azarlama ve sertlik, hayvanlar ve daha aşağısı olarak
nitelendikleri son âyette de mevcuttur.
43 ve 44. âyetler
İnsanlardan çoğunun, her zaman ve mekanda alışık olduğu bir niteliğe dikkat
çekiyor. Bu da düşüncelerine ve geleneklerine kör bir şekilde bağlılıktır.
Çoğunluk nevalarına ve egoizmlerine bağlanırlar. Kendi anlayışlarına ters bir
sözü dinlemeye katlanamazlar. İnançlarına yönelik eleştiri ve etkili deliller
üzerinde düşünmezler. Ayetlerde bu durumun tarih boyunca sürdüğü belirtilir ve
kötülenir. Müslümanların bu şekilde tanımlanmamasına dikkat çekilir. [97]
45. Rabbİnİ görmedin
mi, gölgeyi'[98]' nasıl uzattı? Dileseydi,
onu durgun'[99]' yapardı. Sonra nasıl
güneşi ona delil kıldık[100]
46. Sonra gölgeyi yavaş yavaş'[101]
çekip aldık.
47. O, geceyi sizin için elbise'[102]
uykuyu dinlenme[103]',
gündüzü de kalkıp çalışma'[104]'
zamanı yaptı.
48. Ve O, Rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci
olarak gönderdi ve gökten tertemiz bir su'[105]
indirdik.
49. Ki onunla ölü bir bölgeyi diriltelim ve onunia, yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan bir
çoğunu sulayalım.
Yüce Allah'ın rububiyetinin işlendiği bu âyetler, kafirlerin sözleri,
Allah'a davette büyüklenmeleri, O'nun elçisine düşmanlık yapmaları,
saldırganlıkta bulunmaları, yeniden dirilişi ve sorguyu inkâr etmelerinin peşisıra gelmiştir. Kuran nazmının üslubu doğrultusunda bu
âyetlerde sağlamlık, eşsizlik ve yararlan bakımından doğa yasalarıyla Allah'ın
varlığı, büyüklüğü ve kudretini ispatlama yoluna gidilmiştir. Geçen bölümle
bağlantı sürümektedir.
Ayetler Allah'ın
güneş, gölge, gece ve gündüzün hareketiyle İlgili koyduğu kanunlara dikkat
çekmiştir. Bunda insanlar için çeşitli yararlar ve iyilikler vardır. Sonra rah-metiyle rüzgarı müjdeci
olarak göndermiş ve temiz su indirmiştir. Ki o suyla ölü toprağı diriltir.
Allah'ın yarattığı insanlar ve hayvanlar ondan içer.
Müfessirlerin
"zili'" ve "sükun" kelimelerinin yorumundaki ihtilaflarına
rağmen bizim tercih ettiğimiz görüş, Kur'an'ın Arap
dinleyicilerinin, Allah'ın kudretine ztanık tutma ve
delil getirme (akıl yürütme) yoluyla, mevcut olduğu kesin olan bir olay ya da görüntüye dikkat çekme anlamını ihtiva eden soru
kalıbının ima ettiği şeyde yatan maksadı anlamış olduklarıydı.
uece, gündüz, güneş, gölge, rüzgar, yağmur, insanların
gündüz dağılması, geceleyin işten el çekmeleri, bütün bunlarda sağlamlılık,
süreklilik ve çeşitli yararlar vardır. Bütünbu İşler
insanların gözlemleri altında ölüyor. Burada insanların bakışları, Allah'ın büyüklüğüne,
O'nun rahmeti ve gücüne kanıtlar bulmaya yöneltilmiştir. Diğer âyetlerde de
aynı amaç doğrultusunda evrenden görüntüler aktarılmıştır.
Bu tür âyetlerin amacı
kozmolojik ilkeleri belirlemek olmadığı gibi bunlardan bilimsel prensipler
çıkarmak veya onlara uygulamak da değildir. [106]
50. Andolsun biz, bunu onların aralarında çevirip çevirip anlattık kî öğüt alsınlar. Ama insanların çoğu
nankörlükte direnmektedirler.
Müfcssirlerin çoğuna[107]
göre "sarrafnâlıu" daki
zamir yağmura aittir. Bu durumda âyet önceki bölümle doğrudan ilişkilidir. O
zaman anlamı, dinleyenlerin bakışını yağmurların değişikliğe uğratılması,
yerli ve yersiz, bir yere çok, bir yere az yağmasındaki Allah'ın hikmetine
yöneltmek olur. Bu da insanların düşünmeleri ve onun nimetlerine karşı
şükretmeleri içindir. Bununla birlikte insanların çoğu bunu yapmaz, aksine nankörlük
yaparlar ve inkâr ederler.
Bir kısım müfessire
göre ise[108] buradaki zamir Kur'an'a aittir. O zaman âyet geçen bölümlerin bütünüyle
bağlantılıdır. Anlamı da şöyle olur: "Gerçeklen Allah Kur'anî
âyetleri indirir. Onda Allah'ın hükmünün yorumu ve açıklaması vardır. Kur'an'daki söz, değişik biçimlerde ifade edilmiştir.
Böylece dinleyenler öğüt alırlar ve düşünürler. Ne var ki insanların çoğu
Allah'ın rububiyeti. kulluk (ibadet), boyun eğme ve şükrelmc-yi sadece ona özgü kılma konusunda çok kanıl
görmelerine rağmen O'nun âyetlerini ve nimetlerini tanımadılar. Onların
kınanması ve yerilmesi âyetin amaçlanndandır.
Zamirin aidiyeti
konusundaki bu farklı görüşler bizi âyeli son
noktasına kadar üzerinde durmaya itti. Biz ikinci görüşü tercih ediyoruz.
Bundan sonraki âyetlerde de bu görüşü destekleyecek ipuçları vardır. [109]
51.
"Dileseydik her kente bir uyarıcı gönderirdik.
52.
Kafirlere boyun eğme ve bu Kur'an ile onlara karşı büyük
cihad yap[110].
Birinci âyetin
yorumuyla ilgili müfessirlerin görüşlerinin çoğu[111]
peygamberin teselli edilmesi, öneminin vurgulanması ve değerinin yüceltilmesi
etrafında yoğunlaşır. Allah isteseydi her kasaba ve kente elçi gönderirdi ve omuzundaki yük hafiflerdi. Risaleti
bütün dünyaya ulaştırmak için yüklendiği büyük gayretin ağırlığı ona yeter.
Bunun Hz. Muhammed'e özgü kılınması, onun konumunu
büyüklüğünün ve Allah katındaki değerinin yüceliğini gösterir.
Müfessirler[112]
ikinci (52.) âyetin yorumunda da birinci âyette ifade edilen Peygam -ber'in teşvik edilmesine
devanı ediliyor, görüşündeler. Allah ona evrensel büyük risaleti
yüklemiştir ki Kur'an'la sürekli büyük cihad yapsın ve kâfirlere boyun eğmesin veya onlarla
uzlaşmasın. Açıkça görüldüğü gibi bu yorum, geçen âyetler arasında bir ilgi olduğunu
gösteriyor. Yine açıktır ki birinci âyet kâfirlerin. Allah'ın diğer kentlere
elçi göndermemesinin sebebiyle ilgili sorularına ya
da meydan okumalarına bir cevaptır. Cevap buna Allah'ın gücünün yeteceği, ancak
o, eğer bunu yapmıyorsa bunun nedeninin Nebi'nin Allah tarafından seçilmesi ve
elçi olarak gönderilmesidir. O bütün kap-samlılığıyla önemli bir görev
üstlenmiştir.
İkinci âyet ise
kâfirlerin elçiye karşı gösterdikleri uzlaşma ve yumuşak davranma laktiklerinin
açığa çıkarılması konusundadır. Onların bu tür tavırları Kalem sûresinde de
açıkladığımız gibi Kur'an'ın değişik yerlerinde
tekrarlanmıştır. Burada âyet. benzer âyetlerde olduğu gibi Peygamber'in
sağlamlaştırılması, davette gayretini arttırması, Kur an'ı tebliğ etmesi ve
onunla kâfirlere karşı kanıl oluşturması ve kendine karşı çıktıkları konularda
onları dinlememesi gerektiği hususlarını içerir.
Bu yorum önceki bolümle
ilişkiyi ortadan kaldırmaz. Âyetlerin içeriğinin bu şekliyle doğru olması
durumunda kâfirlerin tutumları, sözleri ve meydan okumalarıyla ilgiü geçen bölümlerde olduğu gibi tablolar vardır.
Kâfirlerin sorularının ve karşı çıkmaları-yeni bir olay olmasını gerektirmez.
Âyetler buna göre genel anlamda değerlendirilir İki âyetle ilgili vanılan yorumla™
İki âyetle ilgili
yapılan yorumlara dikkat çekmek istiyoruz. Miifessirlerin
bu yorum un saygınlığı az değildir. [113]
53. İkİ denizi birbiri
üstüne safari[114] odur. Bu tatlıi[115] ve
yürek ferahlatıcı[116] şu,
tuzlu ve acı'[117] Ve ikisinin arasına birbirine
geçmelerine[118]'
engel olan bir perde'[119]
koydu.
54. Ve O, sudan bir insan yarattı da onu neseb ve sıhriyyet akrabalıkları
halinde oluşturan odur, Rabbin çok güçlüdür.
55. Allah, bırakıp da kendilerine yarar
sağlamayacak, za-rar da
veremeyecek şeylere kulluk ediyorlar. Kafir, Rabbi-ne karşı başkalarına arka
çıkar[120].
İlk iki âyette
Allah'ın âyetleri, gücü ve evrendeki yasaları hatırlatılır. Ve insanların bu
yasalardan faydalandıkları şeyler vurgulanır. Bu üç âyet kendinden Önceki
âyetlerin bir arasözü olarak değerlendirilebilir. Bu âyetle -müfessirlerin
dediği gibi- peygamberi teselli etmek, güçlendirmek ve övmek için ya da diğer kâfirlerin sözlerini ve tutumlarını anmak için
yer almıştır. Her durumda bu âyetlerle geçen bölüm arasında bir ilişki söz-İconusudur.
İlk iki âyet iki
denizin, yani nehir ve denizin karışma anında tatlı suya tuzlu suyun
karışmasına ve tuzlu suyun tatlı suya baskın çıkmamasına işaret eder. Bununla
birlikte tuzlu su tatlıya isyan etmez. Sanki aralarında bir perde ve engel var.
Yine Allah'ın insanı sıvı meniden yaratmasına ve onlardan birbirlerine soy
bağı ile bağlanmasına vurgu yapılır. Bunda Allah'ın gücünü gösteren ve kulluğa
ve boyun eğilmeye yalnız onun layık olduğuna kanıt vardır. Üçüncü âyet ise
kafirleri kınamaya ve onların aptallığını göstermeye yönelmektedir. Onlar
Allah'ın büyüklüğünü, hikmetini ve nimetlerini düşünmez. Kendilerine zarar ve
yarar veremeyecek şeylere kulluk ederler. Bu konuda gerçek Rablerine karşı
başkasıyla yardımlaşır ve Ona karşı dururlar. [121]
56. Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik.
57. De ki: "Onun karşılığında sizden bir
ücret İstemiyorum. Ancak Rabbine varan yoİa girmek
isteyene yol gösteriyorum."
58. O, hiç ölmeyecek diriye dayanıp güven, onu
överek teşbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.
59. O ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında
bulunanları altı günde yarattı, sonra arşa kuruldu. Rahman'dır. Bunu bir bilene
sor.
Ayetlerde peygamber,
karşılaştığı saldırı, meydan okumalara karşılık teselli ediliyor ve özgüven
veriliyor. Geçen bölümler bununla ilgili bir çok tablolarla doludur. Bunun
içindir ki yüce Allah onu ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermiştir.
Peygamber, onların inallarından, küfürlerinden ve imanlarından sorumlu
değildir. Onun ancak Allah'a davetten başka bir görevi yoktur. İnsanlara ılımlı
ve rahat olmalı fakat Kur'an'la cihad
etmelidir Peygambcr'in insanlara demesi gereken:
"Ben sizden bir şey istemiyorum. Bir ücret ve ödül de beklemiyorum. Benim
bütün isteğim hak ve hidâyete istekli olan doğru kimsenin hidâyete ulaşması.
Allah'ın yolunun ve hoşnutluğunun kolaylaşmasıdır. Bundan sonra Ö'na düşen diri ve ölmeyen Allah'a güvenmek ve O'na
tevekkül etmektir. Peygamber'in bir başka görevi de, onu övgüyle teşbih
etmektir. O gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakiler! yarattı. Bu büyük
evreni egemenliği altına almış hakimdir. Kulların günahlarını ve tasarruflarını
kuşatan ve bilendir. Onlara güç yetirir.
Âyetlerin geçen bölümle
oian ilişkisi sürüyor. Onların içeriği ve peygamberi
teselli amacı güden hususlar çokça tekrar edilmiştir. Çünkü davetin aşamaları
ve seyri; -Kaf sûresinin başında açıkladığımız gibi-
bunu gerektiriyor."Bunu bir bilene sor" ifadesi -ki âyellcr onunla bilmiştir- söyleyen ve konuşandan sadır olan
şeyin doğruluğunu desteklemek için kullanılan Arap üslubunun deyimlerindendir.
Burada buna benzer bir güçlendirme sözkonusudur.
Allah'ın arşa istivası
ve gökleri ve yeri altı günde yaratması konusunda Kaf
ve Araf sûrelerinde yeterli açıklamalar yapılmıştır. Burada âyet diğer
sûrelerde olduğu gibi Allah'ın gücünü ve büyüklüğünü; evreninin ve ilminin
genişliğini; mülkünün kapsayıcılı-ğmı övme konusuyla
ilgilidir. Ayetin içeriği ve bağlamı bunu çağrıştırır. Burada ve diğer
yerlerdeki içerileri temel amaç budur.
Peygamberin bir Ücret
talep etmesini yasaklayan âyetlerin gelişinin belki de, kafirlere itaat
etmemeyi ve onlarla Kur'an'la cihad
etmeyi emreden âyetlerden sonra olması bu iki âyetten bizim anladığımız şeyin doğruluğunu
güçlendirmektedir. Allah en iyi bilendir.
Müfessİrler "Ancak Rabbine varan yola girmek isteyene"
ifadesiyle ilgili şöyle demişlerdir. "Peygamberin infak etme ve zekat
vermeye çağırması, Allah'a yakınlığın bir yoludur."[122]
Bunun başka yollan da vardır. Buna has bir şey değildir. Bizim yaptığımız yorum
âyetlerin ruhuna, nüzul ortamına ve geçen bölümlerle ilişkisine daha uygundur. [123]
60. Onlara:
"Rahman'a secde edin" dendiği'zaman
"Rahman nedir? Senin bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?" derler ve
(bu söz) onların kaçışını arttırır.
Anlaşılan bu âyet ara
cümle olarak gelmiştir. Allah kendini geçen sûrelerde doğrudan Rahman olarak
nitelemiştir. Bu âyet Rahman'a secde edin, denildiğinde Rahman'ı inkâr eden ve
ona karşı büyüklenenlerin soru biçimiyle soru soran kâfirleri kınamak için
araya eelmiştir. Onlar alaycı bir üslupla "nasıl
secde ederiz ve buna niçin bize emrediyorsun, derler." Ve nefretleri
arlar ve davetten de uzaklaşırlar.
Müfessİrler bu âyetin bağlamıyla ilgili olarak şunları aktarmışlardır:
"Yalancı Pey-camber Müseyleme
Peygamber döneminin sonlarına doğru Yemame'de ortaya
çıktı. Rahman ismiyle nitelendiriliyordu. Rahman bahçesi ismiyle bir bahçe
yaptı veya bu isimle anılan bir putu bahçesine dikti. Kâfirlerin sorusu buna
bağlı olarak sorulmuştur. Onlara yönelik emir karışmış, peygamberin kendilerine
ona secde etmeyi emrettikleri sanısına kapılmışlardır." 'Evrahman -Allah ismi dışında- en çok yer alan, Allah'ın en
güzel isimlerinden birisidir. Bu sıfat Allah'ın yaratmasına bitişik olması,
kapsamlılığı ve onlara rahmeti genel olarak onların tutum ve davranışlarına
bakmamayı gerektirir.
Peygamberlikten önce
en yaygın isimlerdendir. Araplara göre bir anlam veya dini bir nitelemeydi. Bu
ismin çokça zikredilmesi bu şekilde bir yoruma yol açmıştır. Allah'ın bu yüce
sıfata tek başına layık olduğunun belirtilmesi de onun özelliklerindendir. [124]
61. Gökte burçları var eden, onların içinde bir
güneş ve nurlu bir ay barındıran Allah yüceler yücesidir.
62. Ve O, öğüt almak[125]
veya şükretmek isteyenler İçin gece ile gündüzü birbirini izler'[126]
yaptı.
Bu iki âyette Allah
yeniden kainattaki işaretlerine kanunlarına dikkat çekerek büyüklüğüne dikkat
çekiyor. Bu sûrenin bölümlerinin uyum arzetmekledir.
Bu şekilde âyetler geçen bölümle ilgili olmakladır.
Âyetler Yüce Allah'ı
övmeyi. Allah'ın gökte burçların yörüngelerinde donen yıldızlar yaratması,
güneşi kandil, ayı aydınlatıcı kılması açısından gökteki yasalara ve görüntülere
dikkat çekmeyi içeriyor. Bunun sonucu olarak, gece ve gündüz peşpeşe gelmekte, biri diğerini takip etmekledir.
Burada Allah'ın
yaratması, gücü ve kullarına olan nimetleriyle ilgili, etkili delilleri
mevcuttur. Düşünmek, öğüt almak ve şükretmek isteyenler onlara bakarak ikna
olabilir. Son paragraf bu güçlü delille ikna olmayan, Allah'ın Rabliğini ve
gücünü kabul etmeyen ve nimetlerine şükretmeyen I e re yapılan kınamayı
içeriyor. Bu tür kesin Kur'anî ifadeler Allah'ın
kişi iradesini sınamasını ve insanın seçme gücünü vurgulamayı amaçlıyor.
Farklı sığalarda
olmasına rağmen bu iki âyetin içeriğine benzer şu âyetler de vardır:
"Yemin olsun ki biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları
şeytanlara atış taneleri yaptık. Onlar için çılgın ateş azabı hazırladık[127] Hicr sûresinin âyeti de şudur: "Andol-sun
gökte burçlar oluşturduk ve onu seyredenler için süsledik."[128]
Kur'an'da, insanların dikkatini göğe, yıldızlara, güneşe, aya;
Allah'ın onları ve içindeki şeyleri emri allına almasına, büyüklüğü ve gücünün
delilleri yapmasına çeken bundan başka âyetler de çoktur. Bunlarda insanların
düşünmelerinden, Allah'ın varlığının delillerinin en büyüklerini görmelerinden
ve insanların korku ve hayretle karşı karşıya kalmaları ve hissetmelerinden
daha fazla şeyler vardır, Kur'an âyetleri bunu
hedeflemiştir. Çünkü bunu hissetmek, her zaman ve mekandaki bütün insanlar
için sözkonusudur. Bundan dolayı herhangi bir
genişletme ve artırmaya gitmeden bu hedefte kalmak gerekir. [129]
63. O çok merhametli Allah'ın kulları onlardır
ki, yeryüzünde tevazu'[130]'
İle yürürler ve kendini bilmez kimseler*[131]'
kendilerine laf attığında "selam" derler.
64. Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek,
kıyam durarak geçirirler.
65. Onlar ki, şöyle derler: Rabbimiz cehennem
azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici bir şey değildir'[132]
66.
"Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır."
67. Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de
cimrilik ederler, İkisi arasında orta bir yol'[133]
tutarlar.
68. Yine
onlar ki, Allah'la beraber başka bir tanrıya yakar-mazlar,
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları
yapan günahı [134](mn
cezasını} bulur.
69. Kıyamet günü azabı kat kat
olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.
70. Ancak tevbe[135]' ve
iman edip iyi davranışta bulunanlar başka, Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
71. Kim tevbe edip, iyi
davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul
edilmiş olarak Allah'a döner.
72. Onlar ki, yalan şahitlik etmezler[136]',
boş bir şeye rastladıklarında vakar'[137] ile
gelip geçerler.
73. Kendilerine Rablerinİn
âyetleri hatırlatıldığında onlara karşı kör ve sağır kesilmezler"[138]
74. "Rabbimiz!
bize eşlerimizden ve soylarımızdan kendileriyle iftihar edebileceğimiz'[139]
kimseler bağışla. Bizi mut-takİlere önder'[140]'
yap" derler.
75. İşte
onlar, sabretmelerine karşılık cennette özel konaklarda[141]'
ağırlanırlar. Orada selam ve iyilik dileğiyle karşılanırlar.
76. Orada temelli olarak kalırlar. Yerleri ve
barınakları ne güzeldir!
İlk akla gelen daha
önceki âyetlerin son bölümünde geçen, düşünmeyi ya da
şükret-meyi isteyen kimseyi nitelemek için âyetlerin arasöz olarak
kullanıldığıdır. Yine daha önceki âyetlerin anlattığı üzere, kâfirlerin
Rahman'a secdeden yüz çevirmeleri söz konusu ediliyor. Bu geçen bölümle
ilgilidir ve onun devamıdır.
Kâfirler Rahman'a
isyan etseler, davetine duyarsız olsalar, nimetlerine şükretmese-Icr ve âyetlerini düşünmescler
de, Onun yeryüzünde alçak gönüllü, vakarla yürüyen kulları var. Kafirler ise
böbürlenerek ve büyüklenerek yürürler. Mü'minler,
alçak, cahil kişiler kendilerine takıldıklarında onlara en güzel şekilde
karşılık verir ve sefam derler. Rablerine sürekli secde ve kıyamda bulunur ve
cehennemin şiddetli, korkutucu azabından korunmak için ona yakarıdan İnfak
ettiklerinde mutedil hareket ederler. Ne İsraf ne de cimrilik yaparlar. Duada
ve kullukta Allah'a hiç kimseyi ortak koşmazlar. Kısas yoluyla öldürülmeyi haketmiş olanlar hariç Allah'ın yasakladığı canı yoketmezler. Zinadan uzak dururlar. Çünkü bunu yapan
cezayı ve hakareti hakeder: Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada ve ebedi kalır.
Yalan, iftira ve
taşkınlıktan hem görme, hem fiil, hem de söz boyutunda olmaktan uzaklaşırlar.
İçinde hayır olmayan veya rahatsızlık ve günah bulunan boş bir söz duy-duklarında bundan kendilerini ayrı tutarlar.
Allah'ın âyetleri ve
nimetleri onlara hatırlatıldığında bunu kör ve sağırlar gibi karşılamazlar.
Aksine uyanık, dikkatli ve öğüt alan şükredici tutumunu takınırlar.
Allah'tan, kendilerine
mutluluk veren ve gözlerinde aydınlık parıltıları oluşturan eşler, Ona itaat
eden ve hoşnutluğunu kazanma çabası içinde olan nesiller isterler. Yine onları,
muttakilerc model ve güzel örneklikler oluşturması
için Allah'a dua ederler.
İşte Allah onları,
hak, hidâyet ve hayır yolunda oldukları, sabrettikleri ve o yolda direnç
gösterdikleri için cennetle yüksek konaklarla ödüllendirir. Orada Allah'tan
cömertlik, hoşnutluk ve esenlik bulurlar. Sürekli nimetler ve makam onlar
içindir.
Allah'la beraber başka
ilaha dua eden, Allah'ın haram kıldığı cana kıyan ve zina edenlerin Allah'ın
azabı ve öfkesini hak edecekleri belirtildikten sonra tevbenin
yer aldığı iki âyet, açıklayıcı cümle olarak gelmiştir. Böylece Allah'a tevbe edenler, O'na inananlar ve salih
amel işleyenler istisna edilmiştir. Allah bu tevbe
edenlerin kötülüklerini iyiliklerle değiştirmiştir. Çünkü O bağışlayandır ve
esirgeyendir.
Tevbe eden ve salih amelde
bulunan kişi, işlediği günahı itiraf etmiş ve pişmanlık duymuş olur. Böylece
Allah'a tam anlamıyla dönmüş olur.
Âyetler Allah'ın salih kullarının mutfak niteliklerini içermesine ek olarak,
ilk müslü-manların sahip
olduğu erdemler, güzel huylar, kalp temizliği ve rahatlığı, Allah'a tam
anlamıyla dönmeleri konusundaki formları da içermektedir. Daha sonra kafirlerin
yaptığı azgınlıkları ve işkenceleri, müslümanlara
yönelttikleri iğneleyici sözlerine ve alayla-yıcı
tavırlarına değiniliyor.
Müslümanların ise
vakarı sükunet ve alçak gönüllü olmaları nedeniyle, kafirlere benzemeklen,onlarla tartışmaya ve karşılıklı suçlamalara
girmekten kaçınmaları gerektiği ifade edilir. Alçaklara en güzel bir şekilde
savunmada bulunurlar. Kendilerini boş sözü ve batılı dinlemekten ve onlara
dalmaktan uzak tutarlar.
İşte bütün bunlar Kur'anî kılavuzluğun ve nübüvvetin etkilerinden
kaynaklanır. Allah'ın hoşnutluğu onların üzerine olsun.
Peygamberin hayatının
ve Mekke dönemindeki durumların formlarına ek olarak âyetlerdeki ifadelerin
serbest bırakılması âyetlerin kapsayıcı ve öğreticiliğini sürekli kılmasını
sağlıyor. Aynı şekilde âyetler tevazu, barış sevgisi gibi ahlaki erdemleri
övüyor. Sövgülerden, ağız kavgalarından uzak durmayı salık verir. Kendini cahil
ve kötü kimselerin standardından uzak tutmasını öğütlüyor.
İtidale tutunma,
insanların canlarına düşmanlık etmeme ve bundan onları sakındırma, yalan ve
boş şeylere sözle ve eylemle dalmaktan kaçınma, yararsız şeylere girmeme de
onların özelliklerindendir. Onlar aile bireylerini de -eş ve çocuklar- iyilik
ve erdemlere yönlendirir.
Bu ahlaki erdemler onu
evde ve toplumda özel olsun, genel olsun en güzel ahlaki yönelişlere sahip
kılar. Bundan dolayı bu ifadeler zinciri muhkem Kur'an'ın
en parlak olanları ndandır.
Dayandığımız mushaf 68-70. âyetlerin Medeni olduğunu belirtmekle
birlikte konu bütünlümü açısından tam bir uyumluluk sözkonusudur.
71. âyet sözel olarak önceki âyetle bağlantılıdır. Onu tamamlar. Bunun için
rivayetin doğruluğunu şüphe ile karşılıyoruz.
Taberi âyetlerin açıklama bağlamında 70-71. âyetlerin Mekki olduğunu söylemiş ve bu iki âyetin kafirlerin 68 ve
69. âyetler nazil
olunca yaptıkları yoruma cevap olarak celdiğiylc
ilgili aktarımda bulunmuştur. Kafirler şöyle demişlerdi: "Muhammed'in beraberindekiler
dinimizde iken bütün bu yasakları yapmışlardı." Bu da âyetlerin Medeni
olduğuna ilişkin şüphemizi güçlendirmektedir.
70. âyetteki
"Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir." cümlesinin
yorumunda müfessirler şöyle demişlerdir: "Allah'a tevbe
eden, inanıp salih amel işleyenlerin yaptıkları kötü
davranışlar, yapmaya başladıkları iyi davranışlara dönüşür."
Allah onların şirk
içinde iken yaptıkları çirkin işleri; İslam'da iken yaptıkları iyi işlere
dönüştürür. Bununla ilgili olarak şöyle bir görüş de vardır: Bunun anlamı Allah
işledikleri günahları imandan ve tevbeden önce,
siler. Kendilerini ispat ederler ve böylece o kötülükleri iyiliklere
dönüştürür.
Buradan şu çıkarımı yapan
da var: ''Yaptığı günahlardan tevbe eden, her günahın
ardından pişmanlık duyar ve kendini ondan uzaklaştırır. Ve tekrar etmemeye
kesin karar verir. Şüphesiz ki bunlar iyiliklerdir. Çünkü levbe
günahın izini siler. Bütün bunların ardından gelen ise pişmanlık ve kararlılık
ise iyiliktir"[142].
Bütün bu görüşler kabul edilebilir niteliktedir. [143]
70. ve 71. âyetlerde
ve öncesinde şirk koşan, zina eden ve cana kıyan her kişi için uyarı ve korku
söz konusu edilmesi ve o iki âyetin başlangıcında da tevbe
ile birlikte imanın zikredilmesi; buradaki tevbenin, müslüman olmayanları İslam'a girmeye yüreklendirme ve
İslam'dan önce işledikleri günahlar konusunda kendilerine mutmainlik sağlama
amacı güttüğünü gösterir.Dıger bir deyişle bu, davetin
biçimlerinden ve onun dayanaklarından birisidir.
Allah'ın salih kullan, cömert ve erdemli ahlak sahibidirler. İman,
kişiyi kirlerden ve kötülüklerden temizler; onu Allah'ın kullarının yoluna
yöneltir ve onların ahlaklarıyla ahiaklanmalarını
sağlar. İnsanların daha Önce işledikleri günahlar, İslam'a girmelerine bir
engel oluşturmaz.gerçek anlamıyla Allah'a yönelen ve tevbe
eden, bundan sonra salih amel işlemeye çaışan kimse, Rabbini bağışlayıcı ve esirgeyici olarak
bulur. îmanından dolayı, kötülükleri iyiliklere dönüştüren salih
ameli işlemeye güç yetirir.
Bu âyetlerde levbeye yönelik bir ilgi çekme ve O'nu telkin etme gücü
vardır. Davetin metodlanndan birisini ve müslüman olmayanları İslam'a yöneltme çabasıyla ilgili
söylediklerimizi başka âyetler desteklemektedir. Maide
sûresinde: "Allah'a ve Rasulüne karşı savaş
açanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası, Öldürülmeleri veya asılmaları,
yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya
da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki cezalandır. Onlar ahirette de büyük bir azaba uğrayacaklardır. Ancak,
cezanın uygulanmasından önce, tevbe edenler müstesna.
Bilin ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."[144]Tcvbe sûresinde konuyla ilgili 3. ve 5. âyeder
de şöyledir: "En büyük hac günü. Allah ve Rasulünden
insanlara duyurudur: Allah ve Rasulü müşriklerden
uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, haynnızadir.
Eğer yüz çevirirseniz Allah'ı asla aciz bırakamayacağınızı bilin. Kafirleri
can yakıcı bir azabla müjdele''; "Haram aylar
çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; yakalayıp hapsedin; her gözetleme
yerinden onları izleyin. Eğer levbe eder, namazı
kılar ve zekatı verirlerse onları rahat bırakın. Çünkü Allah çok
bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir."
"Onlar, bir mü'mine karşı ne antlaşma, ne de yükümlülük gözetirler.
İşte haddi aşanlar onlardır. Eğer tevbe eder. namazı
kılar ve zekatı verirlerse din kardeşiniz olurlar. Anlayan kimseler için
âyetleri iyice açıklıyoruz .[145]
Bütün bunlar;
insanların doğru olması, hidâyete ulaşmaları; sapıklıktan, günahlara eğilim
duymaktan ve soysuzlasın aktan kurtarılmaları. Böylece kafir müslüman olduğunda kendisine yeni bir alan açılır ve yeni
bir sözleşmeyle sorumlu tutulur."İs)am. kendinden
öncesini geçersiz kılar" meşhur sözü de bunu ifade eder.
Tevbe ile ilgili son âyet. kafirlerin her ne kadar farklı
tutum takınsalar ve günah işİe-seler
de bundan sonra müslümanlann kardeşi olduğunu
belirtmesi de aynı görüşü destekler. Bununla birlikte biz burada tevbenin gayri müslimlcre yönelik
olduğunu belirt-sek de Kur'an'ın değişik nedenlerle müslümanın da günahlardan, çeşitli küçük ve büyük
günahlardan tevbe etmesi gerektiği vurgusuna dikkat
çekeriz. Böylece tevbe. bu müslü-manları düzeltmek (ıslah) İçin bir kapı olur. Ondan istek
ve umut ortaya çıkar ve günahkârlar ve sapkınlar kendilerini ve ahlaklarını
düzeltirler ve Allah'ın salih kulları sınıfına
girerler.
Bakara süresindeki
27S-279. âyetler de. bu çerçevede değerlendirilebilir. "Ey iman edenler:
Allah'tan sakının ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın. Böyle
yapmadığınız takdirde Allah'a ve rasulüne savaş açmış
olacağınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz
sizindir. Böylece ne zulmetmiş, ne de zulme uğramış olursunuz." Nisa
sûresinin 16-18. âyetleri de konu açısından önemlidir: ''İçinizden zina
edenlerin her ikisine de eziyel edin. Eğer tevbe edip düzelirlerse eziyetten vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri kabul eder, çok merhametlidir. Cahillikle bir
kötülük işleyip de ardından hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmek, Allah'a düşer. Sürekli günah işleyip
de ölüm vakti geldiğinde: "Ben artık tevbe
ettim" diyenlerin ve kâfir olarak ölenlerin tevbeleri
geçersizdir. İşte onlara can yakıcı bir azap hazırladık" Bu konuda Al-i İmran süresindeki 86-89. âyetlere bakalım: "İman
ettikten, Rasulün hak olduğuna şehadet
ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra küfreden kimseleri
Allah nasıl doğru yola iletsin! Allah zalimleri doğru yola iletmez. İşte
onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve insanların tümünün lanetine
uğramalarıdır. Orada temelli kalacaklardır. Ne azapları hafifletilir, ne de
kendilerine fırsat verilir. Ancak bundan sonra tevbe
edip ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhametlidir." Nisa süresindeki 110. âyette: "Kötülük yapan veya
nefsine zulmeden, sonra da Allah'tan bağışlanma dileyen kimse Allah'ı, çok
bağışlayıcı ve merhamet edici bulur." Yine Nisa süresindeki
145-146.âyetlerde "Münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Onlara hiç
bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe eden, ıslah
olan, Allah'a bağlanan ve Allah'ın otoritesine boyun eğenler müstesna. İşte
onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlcre büyük bir mükâfat verecektir." Ve yine Maide sûresinde 33-34. âyetlerde ise: "Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesat
çıkaranların cezası, öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve
ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya da bulundukları
yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki cezalandır. Onlar ahirette de büyük bîr azaba uğrayacaklardır. Ancak cezanın
uygulanmasından önce tevbe edenler müstesna. Bilin ki
Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." ifadelleriyle
tevbe konusuna açıklık getirilir.
Sonuyla ilgili diğer
önemli bazı âyetler de şunlardır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının
yaptıklarına karşılık Allah'tan ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini
kesin. Allah, azizdir, hakimdir. Doğrusu Allah, zulmettikten sonra tevbe edip, düzelen kimsenin tevbesini
kabul eder. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."[146]
"Andolsun ki, müslüman
olduktan sonra küfrederek küfür sözünü söyledikleri halde söylemediklerine dair
Allah'a yemin ettiler ve başaramayacakları bir işe yeltendiler. Öc almalarının sebebi, Allah ve Rasulünün
bol nimetle kendilerini zengin etmesidir. Eğer tevbe
ederlerse onlar İçin hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada
da, ahirette de can yakıcı bir azaba uğratır.
Yeryüzünde hiç bir veli ve yardımcıları olmaz."[147]
"Âyetlerimize iman edenler yanına geldiklerinde: "Selam size"
de. "Rabbiniz, rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. Sizden kim cahillikle
bir kötülük işler de ardından tevbe edip kendini
düzeltirse, gerçekten o çok bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir."[148]
"Kendilerine zulmeden çok günahkâr kullarıma de ki: "Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin. Doğrusu Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O,
çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." Azaba uğramadan Önce Rabbinize
yönelin ve O'na teslim olun. Yoksa yardım göremezsiniz. Ummadığınız bir sırada,
ansızın azaba uğramadan önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze uyun."[149]
Ayetlere bir anlık
bakış; hatada olanları ve günah işleyenleri yanlışlarından ve günahlarından
geri dönmeye teşvik ettiğini, onları dirlik, düzenlik, hak ve iyilik yolunda
yürümeye gayret ettirmeye çalıştığını; cahillerin kalplerinde ümitsizlik yer edip
kötülük ve günah yolunda sürekliliklerini devam ettirmelerine engel olduğunu
gösterir. Bütün bunlar insanlığın ahlaki ve toplumsal düzenliliği açısından
yararına bir durumdur. Bütün bunlar apaçıktır.
Buradaki Mekki ve Medeni âyetler vahyin değişik dönemlerinde
inmiştir. Bunun için âyetlerden; müslüman olmayanları
tevbe etmeye ve Allah'a yönelmeye teşvik ettiği ve
onlardan her ne kadar müslümanlar için risk laşisa da yapacakları tevbe ile
işledikleri günahların bağışlandığı ortaya çıkıyor. Ve Allah onları, tevbenin başlangıcında ve düşünme aşamasında müsiümanlara kardeş kılıyor. İşte bütün bunlar İslami davetin önemli muhkem (sağlam) ilkelerindendir.
Diğer yandan âyetlerde
(evbe ve kabulü için "bu, günah işleme ve haddi
aşmayı cesaretlendirir" demeye bir sebep bırakmayan, gerçeklen önemli
şartlar sözkonusudur. Doğru tevbe,
olan bitene pişmanlıkta ifadesini bulur. Tevbekar
günahtan yüz çevirme ve kendini düzeltme konusunda kesin kararlılık sahibidir.
Allah'a yönelir. Onun emrettiği ve yasakladığı şeye uyar. Hayatında ve
sağlığında genişlik ve bolluk vardır.
Ayetlerde bir çok kez
tekrarlanan "ıslah" kavramı, derinlikli ve kapsamlı bir anlam
örgüsüne sahiptir. Buna bağlı olarak ahlakı ve davranışı düzeltmek, hakka ve
erdeme sarılmak, tevbe etmesine sebep olan maddi ve
manevi zararları özellikle insanların bireysel ve toplumsal haklarını onarmak
şeklinde ele alınabilir. Bağışlanma dileyenlerin istiğfarı ve tevbe edenlerin levbesi bu
şartlara bağlı ilkeler temelinde olmazsa geçersiz Olüf.
Herhangi bir değeri ve yaran olmaz.
Hristiyan geleneklerinde tevbe için
benzeri bir durum sözkonusudur. Bir kısım mezhepler,
bunu itiraf ve peşinden bağışlanma (gufran) diye adlandırmıştır. Bununla, İslami tevbe, arasındaki farka
gelince; bir açıdan Allah'ın kilabı Kuran açıklikhkla bunu nitelemiş, bir diğer açıdan ise İslami tevbe, Allah ile kulu
arasında kilise benzeri bir aracıya dayanmamışiır.
Bir kısım müfessirler
sûredeki tevbeyle ilgili âyetlerin Nisa süresindeki
93. âyetle nesh edildiği görüşündedirler.[150]
işaret ettiğimiz âyet
şudur: "Bir mü'mini kasıtlı olarak öldürenin
cezası, içinde temelli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,
lanetlemiş ve büyük bir azap hatırlamıştır." (4/93) Bu görüşü değişik
açılardan reddetmek mümkündür. Bir kere siyaklarından anlaşılabileceği gibi
Nisa süresindeki âyet bir mü'mini kasten öldüren mü'min hakkında nazil olmuştur. Halbuki Furkan
suresinin ayetleri ayetin siyakından da anlaşılacağı gibi, müslüman
olmayanlar hakkında inmiş bir ayettir. Nisa süresindeki âyette olduğu gibi Furkan'daki âyetlerde de sonsuzluk, ebedîlik (huld) vurgulanmıştır. Nisa süresindeki âyeti, tevbe âyeti izlemese de* burada Furkan
süresindeki âyeti uygulamayı önleyici herhangi bir engel yoktur. [151]
77. "De
ki: Duanız olmadıktan sonra Rabbim sizi ne yap-sın?[152]
Fakat yalanladınız, bu yüzden azap yakanızı bırakmayacaktı[153]'".
Bu âyetle sûre sona
erer. Âyetin ruhundan ve içeriğinden, kâfirleri uyarma ve azarlama yöntemiyle
başa dönüş yapıldığı anlaşılır. Rahman'ın kullarının niteliğini ve onla-nn övgüsünü içeren geçen âyetlerin doğrudan bir devamı
değildir. Rahman'ın kullarından bahseden ayetler bittikten sonra, daha önceki
ayetlerin konusu olan kâfirlere yöne-me sadedinde
gelmiştir. Peygambere, onlar için şöyle demesini emreder: "Şüphesiz Al-a
duanız olmasa sizi saymaz ve önem vermez. Buna rağmen size gelen şeyi
yalanladı-n|z- Ve azabı da hak ettiniz. Size bu gerekli oldu. Kimse ona karşı
çıkamaz." [154]
Müfessirlerİn çoğu 'Mevla duakum"cümlesinin
ifade ettiği şeyi şöyle yorumladılar: Allah sizin kendisine yaptığınız dua, irnan ve kulluğunuza olan arzu duymasaydi
size özen göstermez ve durumunuzu önemsemezdi. Bu geçerli, kabul edilebilir bir
yorumdur [155] . Bazı müfessirler de
"duaükutrt"'dâfci
muhalab zamirinin Rahmanın kullarına ait olduğunu ve
âyetteki diğer zamirlerin de kâfirlere gittiğini belirtmişlerdir. Bu garip (yalnız
kalmış) bir yorumdur.[156]
"Duanız
olmadıktan sonra" cümlesinden bizim anladığımız ise müşriklerin yüce yaratıcı
ve kainatın rabbi olan Allah, tanıdıklarına işaret yoluyla onların bir çok
âyetin anlattığı gibi zarar dokunduğu vakit yalnız Allah'a dua ettiklerini
belirtmesidir. Örneğin Zuhruf sûresinde "Onlara:
"Gökleri ve yeri kim yarattı" diye sorsan: "Aziz ve her şeyi
bilen Allah' derler." (43/9) Yine Zuhruf
sûresinde "Onlara "sizi kim yarattı" diye sorsan:
"Allah" diyeceklerdir. Öyleyken nasıl döndürülüyorlar!" (43/87)
Ayrıca Nahl süresindeki 53. ve 54.âyetler
"Sahip olduğunuz her nimet Allah katındandır. Başınıza bir sıkıntı
gelince de sadece ona yalvarırsınız. Sıkıntınızı giderince içinizden bir grup,
Rable-rine ortak koşar." Ankebut
süresindeki 65. âyet: "Gemiye bindiklerinde yalnızca Allah'ın otoritesine
boyun eğerek O'na yalvarırlar. Allah onları sağ-salim karaya çıkardığında ise
O'na ortaklar koşarlar".
Veya Allah'lan kendilerine, inanmak için Arapça kitapla bir
uyarıcı göndermesini istemeleri ve sonra nevalarına uymalarına işaret edilir. Fatir sûresi 42. âyette bu anlatılır. "Eğer
kendilerine bir uyarıcı gelirse, Rasullerine, önceki
ümmetlerin Rasullerine bağlandıklarından daha çok
bağlanacaklarına dair Allah'a bütün güçleriyle yemin ettiler. Uyarıcının gelişi
onları haktan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Ayrıca En'am sûresi 155-157. âyetlere de bakmak gerekir: "Bu
indirdiğimiz mübarek kitaptır. Ona uyun ve sakının ki merhamet olunasıniz. "Bizden önce iki topluluğa kitap
indirildi. Biz onların okuduklarından gafildik", veya "eğer bize de
kitap indirilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk." demeyesiniz,
diye size de Rabbinİzden apaçık delil, hidâyet ve
rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha
zalim kim olabilir! Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü,
kötü bir azaba uğratacağız." (6/155-157)
İşte böylece Allah onları
dikkate aidi. Kendilerine bir elçi gönderdi. Hidâyet üzerinde olmaları için
kendi dilleriyle elçiye bir kitab indirdi. Allah
onlara hatırlattı: Artık siz kendinize geleni yalanladınız. Allah'a isyan
ettiniz. Onun davetinden geri durdunuz. Bu istekleri yaptıktan sonra elçiye
düşmanlık ettiniz. Size böylece azab gerekli oldu.
Sanki elçiye,
bunların, kendilerinin karşılaşacakları bir mizansen olduğunu söylemesini
emrediyor. Ve onları sakındırma ve uyarma yoluyla kurtarmayı amaçlıyor.
Kafirlerin sözlerinin
ve tutumlarının anlatıldığı geçen bölümler bir açıdan susturucu valanlayıcı ve uyarıcı bir biçim almıştır. Bir diğer açıdan
Allah'ın rububiyetine kanıtlar .sunmuş ve kulluk
edilmeye yalnız O'nun layık olduğu belirtilmiştir. Onun davetine uyanlar Övülmüş.
Bunun davranışlarındaki izleri vurgulanmıştır.
Peysamberle kâfirler arasında geçen tartışma içerikli bölümlerden
sonra gelen âyet (77) tüm bunlar için güçlü bir biliş mesabesinde olmuştur. [157]
Burada bu araştırma
münasebetiyle dikkat çekmenin iyi olacağı önemli bir nokta var.
Tevbc konusunun yer aldığı Mekki
ve Medeni âyetler ve tevbe konusunun belir'' mediği âyetler ehli kitaptan kafirleri, Arap müşrikleri, putperetsleri, müslümanlardai.
münafık olanları fiskla, zulümle, suçlulukla,
azgınlıkla ve sapkınlıkla nitelemiştir. Veya onların sapkınlıklarını
saptamıştır. Allah onları doğru yola ulaştırmaz. Ve onlar ondan başka kılavuz
ve yardımcı bulamayacaklardır."
Onlar, ebedi ve
alçaltıcı uhrevi azapla korkutulur ve Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onların üzerine olacaktır.
Onun ifade eltiği şey, içeriğinden ve özünden anlaşıldığı kadarıyla
terbiye etme metodu değildir. Ancak küfürlerinde, nifaklarında, günahlarında,
azgınlıklarında ve sapkınlıklarında ısrarlı olanlara nisbet
edilmiştir. Ve bunlar yalnızca bu şekilde ölürler. Ayetin iniş aşamalarında bir
taraftan onların durumlarını niteleme, diğer taraftan ise onları uyarma,
korkutma, etkileyici şeylere yöneltme ve Yüce Allah'a tevbeye
çağırma söz konusudur.
Bu konuda Peygamberin siretinde gerçekleşmiş olaylardan delil vardır. O da
âyetlerde çoğu nitelendikleri şeylerle nitelenmiş ve uyarıldıkları şeylerle
uyarılmışlardır ve onlar hakkında belirtilen ve saplanan şeyler belirtilmiş ve
saptanmıştır. Aksine onların çoğu -Hicaz yahudilerinin
büyük bölümü istisnadır. Oysa Hicaz arapları küçük
bir azınlık dışında arap yarımadasında kalmamıştır-
hicretten Önce ve sonra Peygamber hayatta iken iman etmişlerdi. Ve onların
İslam'ı iyi oldu. Allah'ın rızasına kavuştular. Kur'an'-da
pek çok âyette bunlar övüldü.
Peygamberin vefatından
yaklaşık bir sene önce nazil olan tevbe süresindeki
âyette bunlardandır. "Muhacirlerin ve Ensarın
Öncüleriyle, onlara ihsan ile uyanlar var ya, işte
Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan... Allah onlara içlerinde
temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte
en büyük kazanç budur."[158] [159]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/39.
[2] Ahdihi Hz.
Muhammed'in yerine kullanılıp ıştır.
[3] cl-Purkan
Sözlük anlamı "ayırt eden" demektir. Fc-re-ka fiilinin maadan olup ayırmak,
kesmek anlamındadır. Kur'arfda bir çok anlamlara
gelmiştir. Hakkı ve batılı ayırt eden. hakkı açıklayan. Allah'ın yardımı ve
desteği anlamlarına gelir. Ayrıca Kur'an'ın yerine
veya ona İşaret olarak kullanılmıştır. Mutlak anlamda Allah'ın kitaplarında
kinaye olarak ve Musa'nın sahifeleri yerine
söylenmiştir. Bu âyette ise Kur'an anlamındadır. Kur'an'dan kinaye olarak kullanıldığında bazen bütünün (mecmuu)
zıddı dağılmış ayrık (müferrik) anlamına geldiğine
ilişkin de bir görüş vardır. Bu da Kur'an'ın bir anda
bütün olarak değil, parça parça indiğini gösterir.
[4] Tebareke İyiliğin artması ve
bereketinin büyük olması demek-
tir.
[5] Kadderahu takdiran: Onu bir ölçüyle, sağlam ve ince bir şekilde
yaratmıştır.
[6] Nüşûran: Burada öldükten
sonra dirilme anlamındadır.
[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/41.
[8] fjk: Yalan demektir.
[9] İfterahu: Onu tasarladı ve
türetti.
[10] Esatir: Bununla ilgili olarak Kalem süresindeki
açılamaya bakiniz.
[11] ktetebehâ Zemahşcri'nin Keşşafında geçtiği
gibi birisinden yazmasını istemek anlamındadır.
[12] Tt'imlâ: Tilavet ediliyor ve
okunuyor anlamındadır.
[13] Bkz. Ibn
Kesir. Tabersi. Zemahşeri
Tefsirleri.
[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/39.
[15] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Tabersi, Zemahşeri. Hazin Tefsirleri
[16] Bkz Kaç^ae Koaı
[17] Bkz. İsra
Suresi. 107-109
[18] Bkz. Enam Suresi, 114
[19] Bkz. Rad
Suresi. 36
[20] Bkz. Hazin Tefsiri
[21] Nisa Suresi, 163. 16
[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/43-45.
[23] Ahkaf suresi. 8
[24] Şura suresi, 24
[25] Nisa suresi, 166
Nisa suresi, 166
[26] Enam suresi 93
[27] Bakara suresi, 41
[28] Furkan suresi, 40
[29] Rum suresi, 9
[30] Fecr suresi,
[31] Bkz. M. İzzet Derveze: Tarihu Beni israil min
esfarihim
s. 6-11 (Kendi kitaplarında İsrailoğullannın tarihi)
[32] Afi İmran suresi. 199
[33] Nisa suresi, 162
[34] Maide suresi, 82-84
[35] Yahudiler, Peygamber (s) gelmezden önce kitaplarında
yakında bir Arap peygamberin gönderileceğinin yazıldığını, kendilerinin söylüyorlardı.
Onların bunu söylemekteki amaçlan, Araplara üstünlük sağlamak ve onlara karşı
övünmekti. Bkz. Taberi, İbn Kesir. Beğavi, Nezar, Tabersi ilgili ayetler.
[36] Bakara suresi. 89-90
[37] Ali İmran, 69-72
[38] Tevbe suresi, 31-34
[39] Ali İmran suresi, 19-20
[40] Ali İmran suresi, 78
[41] Maide suresi, 13-16
[42] Şura suresi, 14-15
[43] Zuhrufsuresi 63-65
[44] Maide suresi, 48
[45] Nem! suresi, 76-77
[46] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/45-52.
[47] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/52.
[48] Levlâ: Burada "değil mj'> niçin... değil?" anlamında, meydan okumak için
kullanılmıştır.
[49] Fela yestatiûnc
sebilan: Benzetmelerle, tacizde bulunarak,
söyledikleri sözlerle peygamberin durumunu iptal etmek için her hangi bir yol
veya kanıt bulamazlar. Çeşitli laflar atarlar veya haktan saparlar. Bu
benzetmelere benzer benzetmeleri açıklamaya güç yctiremezler.
[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/53.
[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/53-54.
[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/54-55.
[53] A'tednâi; Hazırladık.
[54] Tvğayyuzan: Kargaşa, aşın
kaynama.
[55] Zefiran: Alevi arttığı zaman
cehennemden çıkan sesten kinayedir.
[56] Mukarrenin: Birbirlerine
bağlı olarak ve bir takım
sınırlamalarla
kayıtlanmış olarak, demektir.
[57] Sııburan: Helak olmak,
"Deav hünalike sübüra" ifadesinin anlamı, yok olmayı arzulamak ve
istemektir.
Sııburan: Helak olmak, "Deav hünalike sübüra" ifadesinin
anlamı, yok olmayı arzulamak ve istemektir.
[58] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/56-57.
[59] el-Huld: Son cennetlerden
Özel bir cennetin özel ismi olduğuna
ilişkin görüşler olduğu
gibi uhrevî cennetin sonsuzluk anlamında bir sıfatı olduğu da söylenmiştir.
[60] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/57.
[61] Bura: Sapıklıklarından Ötürü helak oldular,
[62] Satfen: Azabı savmak
anlamındadır.
[63] Nasraıı: Allah'a karşı
kurtulmak için yardım demektir.
[64] Ve men yazlım Suç işleyen ve başkaldiran
kimse anlamında-dır.
Bkz. Taberi, İbn
Kesir, Keşşaf, Tabersi, Hazin Tefsirleri.
[66] - Sebe, 40-41
[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/58-59.
[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/59-60.
[69] Fitne) Denemek, sınamak demektir.
[70] Etasbirun): Allah'ın
sınaması ve denemesiyle sizden sabreden kimseyi göreceğiz veya Allah'ın
denemesine ve sınamasına karşı sabrediyor musunuz, demektir.
[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/60.
[72] Bkz. İbn
Kesir, Hazin Tabersi, Taberi,
Zemahşeri Tefsirleri.
[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/61.
[74] Lâ yercûne Hkaenâ: Yeniden dirilmeye inanmıyorlar ve ondan
korkmuyorlar.
[75] Alev: karşı çıktılar.
[76] Hicran mahcura) Kelimesinin aslı set. engelleme ve yasak
koyma demektir. Cümle. Arap terinılerindcndir. Bu
şekilde anlam yasak, haram, demek olur. Araplardan biri haram aylardan birinde
düşmanıyla karşılaş! ığı zaman bu sözü hicran ınalıcuran söylerler ve bununla düşmanına kan dökmenin
haram olduğunu belirtmeyi amaçlarlardı. İşte bu tabirin yer aldığı âyetin
anlamı: Kafirler melekleri gördükleri gün onlardan bir müjde işitmez-
ler. Ve onlara müjde ve ecnnet
size yasaktır.
Bir başka anlam ela şu
olabilir: Müşrikler meleklerden müjde ve esenlik işite-meyince onlara sığınmak
amacıyla ve azaba atılmalarına engel olunmasını isteme arzusuyla bu cümleyi
söylerler.
[77] Makîla: Konak veya makam
anlamındadır.
[78] Teşakkakus-semaübi'l-ğamami ve nezzele'l-melâiketü tenzih;
Bulutlar açılır ve yarılır ve sonra melekler iner.
[79] Enam suresi, 112 64
[80] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/63-64.
[81] Mchcuran: Terkedilmiş veya
ihmal edilmiş demektir. Burada onların Kur'an'dan yüz
çevirdikleri ve onu doğruİamadıkları anlatılır.
[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/64-65.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/65.
[84] İLevlâ: Burada meydan okumayı
belirtmek için (değil mi) anlamında kullanılmıştır.
İLevlâ: Burada meydan okumayı belirtmek için (değil mi)
anlamında kullanılmıştır.
[85] Rettelnâhü tertîla: Bir okumadan sonra başka okuma, veya bölüm bölüm yaptık. Ayrıntılı olarak açıkladık veya apaçık yaptık
şeklinde bir kullanım olduğuna ilişkin görüşler vardır. Birinci yorum daha
tercih edilir ve âyetin içeriğine daha uygundur.
[86] Ahsenü tefsîva:
Ortaya konan sorulara, saldırılara ve meydan okumalara en güzel bir biçimde
cevap verilmiş ve açıklama getirilmiştir.
[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/66.
[88] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/66-67.
[89] Veziran: Yardımcı ve
destekçi kılınmış demektir.
[90] Demmernâ: Parçaladık,
yıktık.
Demmernâ: Parçaladık, yıktık.
[91] Tehhernâ: Helak ettik.
[92] el-KaryetVl-letiümtiretmatare's-sev':Allah'ın Lut
kavminin yerleşim yerlerine taşlar ve kasırga göndermesi ve di-
ger âyetlerde
anlatıldığı gibi onları alçaltması da bir benzetmedir. Oralarda
bunların misalleri
geçti.
[93] Niişûra Burada da ölümden
sonra dirilme anlamında kullanılmıştır.
[94] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/69.
[95] İttehâze ilâhehü
hövâfiit: Hevasmı kendisine
ilah yapmak
[96] Örn. Zemahşen'nin Keşşaftndaki ayetlerin tefsirine bakınız.
[97] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/70-71.
[98] ei-Zül: Müfessirlerin çoğu
buradan gölgeyi fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadarki sûre olarak
yorumlarlar. Yani gündüz vakitlerinden bir zaman dilimidir. Bu görüşte olan
sahabe ve tabiin alimleri İbn Abbas,
İbn Ömer, Mesruk, Mücahid ve Said b. Cübeyr'dir. Gündüz olan bu vakitte güneş olmadığı için
gölge olarak yorumlanmıştır. Biz Zemahşeri'nin bunun
bilinen gölge olduğu görüşünü benimsiyoruz. Yani gündüz vakti ve çarpıcı güneş
olduğu bîr zamanda gölge olan bir yer anlamındadır.
[99] Sakinen) Birçok müfessir bu
kelimeyi ortadan kalkmayan süreklilik anlamında yorumlamışlardır. Bu gölgenin
birinci yorumuna göre-dir."sakinen"
kelimesinde gölgeyi yorumladıkları gibi yorumladılar. Zemahşeri
de kendi yorumuna uygun olarak kelimeyi anlamlandnmiştır.
[100] Sümme cealna's-semse
aleyhi delila : Kell-ik
melerini birinci yoruma
göre yorumlayanlara göre bu cümlenin anlamı güneş doğduğu zaman gölge ortadan
kalkar. O ancak zıddıyla algılanabilen bir şeydir. Böylece güneş O'na bir
delil olur.
Zemahşeri
ise insanların, gölgenin bir yerden kısahp ve
uzayarak yok olması veya güneşin seyrine göre bir yerde var olmasından bir
takım bilgilenimlerde bulunduklarını söylemiştir.
Bunun içindir ki güneş ona bir kanıt olur.
[101] Kabeznâhu ileynâ kabzan yesîra: Öncekilerin
yorumuna göre kabezna kelimesindeki zamir güneşe
aittir. Böyle olunca cüm-
lenin anlamı: "Şüphesiz biz güneşi çekeriz ve gölge
geri gelir. İkinci kez ortaya çıkar."yesiren"
kelimesinin bunlara göre anlamı: Çekip kaldırmanın bir defada olmadığı aşamalı
bir şekilde olduğudur. Zemahşeri ise zamiri gölgeye
ait kılmış ve cümleyi şöyle yorumlamıştır: "Allah eğer gölgeyi bir defada
ortadan kaldırsaydı insanlar için avantajlı olan durumlar kesintiye uğrayacaktı.
Ancak Allah onu yavaş yavaş kaldırır.
[102] Ceale'l-leyle Hbasen) içinde varlıkların görülmediği karanlık, cisimleri
örten göstermeyen bir elbiseye benzetilmiştir. Yani O geceyi, insanları
gizleyen bir örtü yapmıştır.
[103] Şubata: Rahatlık ve işten kesilmek demektir.
[104] Nüşura: İnsanların ve
çabalarının yayılma alanı olduğu için dağılma, yayılma anlamında
kullanılmıştır.
[105] Tahııra: Fakihlerin
terminolojisine göre temiz su, özde temiz kendi dışmdakini
temizleyen demektir.
[106] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/73-74.
[107] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Nisaburi, Tabersi, Hazin
Tefsirleri.
[108] Bkz. Zemahşeri
Tefsin.
[109] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/74.
[110] Câhiâhum bihi
Onlarla tartışmada ve uyarmada bütün
gayretini göster.
"bihİ" zamiri İbn
Abbas'tan aktarılan rivayete göre Kur'an'a
aittir, "sarrafnâhu beynehum"
cümlesindeki zamirin çekimini yapan müfessirler de "hihi"
zamirin Kur'an'a gittiğini söylemişlerdir. Biz de
"sarrafnâhu"d'dkî zamirin Kur'an'a ait olduğu görüşünü benimsiyoruz.
[111] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi. Tabersi, Hazin, Zemahşeri. Keşşaf
Tefsirleri.
[112] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Tabersi, Hazin, Zemahşeri, Keşşaf
Tefsirleri.
[113] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/75-76.
[114] Mcrâce Karışmak.
[115] Azbfuı: Tuzluluğun ve acılığın
zıddı.
[116] Furatün) Soğuk.
[117] Mi/hıın ucâc:
Tuzluluk oranı acılık derecesinde olan.
[118] Bcrzehan: Onlardan birisini
ikincisine karşı azgınlık yapmaya engel olma.
[119] Hicran mahcura: Engel, perde.
[120] Zâhiran: Destekçi ve
yardımcı. Kelimenin yer aldığı cümlenin anlamı: Kâfir küfrüyle Rabbinc karşı durmuş sanki başkasına, onun aleyhine karşı
desteklemiştir.
[121] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/77.
[122] Bkz. Taberi,
(bn Kesir, Hazin, Tabersi, Begavı, Zemahşeri Tefsirleri.
[123] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/77-78.
[124] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/79.
[125] Hüfeten: Düşünen, ibret
alan.
[126] Yezzı-kkeıe
: Peşpeşe veya bir şeyin ardından başka bir şey anlamındadır.
[127] Mülk suresi, 5
[128] Hicr suresi, 16
[129] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/79-80.
[130] Hemen Alçak gönüllülük, sükunet ve vakarla...
[131] el-Câhitün Alçak ve
şerliler. Kafirler de kasdedilmiş olabilir.
[132] Ğarama Ulaşan, acı veren ve
ayrılmayan, kelime azabın şiddeti ve devamlılığını ifade ediyor.
[133] Vekâne zâlike
kayama Vasat olan, müsrif ve cimri olmayan
[134] Tâbi1 Kelimenin asli anlamı "döndü"
demektir. Daha sonra hata ve günahtan uzak durmayı ifade eder olmuştur.
[135] Esâma Sonuç ve ceza
olarak...
[136] Layeşhı'dünez'zur "Zur" un anlamı yalan ve iftiradır. Müfcssirlcr
cümleyi, alışılmış yalana şahit olma ve boş şirk ve günahkârlık meclislerinde
bulunma anlamlarında açıklamışlardır.
[137] Ve iza merru
hi'l-îağvi merru kirama "Lağv "
kendisinde fayda ve zarar olmayan boş söz
anlamındadır. Müfessir-ler cümleyi; "Onlar,
boş bir söz ve dedikodu duyduklarında veya bir masiyet
veya kötü bir iş gördüklerinde, kendilerini ondan uzak tutup ayrılırlar ve ona
iştirak etmezler." şeklinde açıklamışlar.
[138] Hinu Sendelemek, tökezlemek,
yüzüstü kapanmak.
[139] Kuırate a'yunin
Mutluluktan dolayı serin ve sevinç gözyaşı döken göz için kullanılır. Bu göz
yaşı ancak sevinç ve mutluluk durumunda gelir. Cümle bu durumu göstermek için
kullanılır. "Allah gözünü ak etsin" cümlesi bunun türevlerindendir.
[140] Imâman Kendisine uyulan
demektir.
[141] ef-Ğuıfe
Yücelik veya yüksek konak.
[142] Bkz- Taberi'
İbn Kesir, Tabersi, Kasimi Tefsirleri.
[143] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/83-85.
[144] Maide suresi, 33-34.
[145] Tevbe suresi, 10-11
[146] Maide suresi, 38-39
[147] Tevbe suresi, 74
[148] En'am suresi, 54
[149] Zümer suresi, 53-55.
[150] Bkz. Taberi,
İbn Kesir Tefsirleri.
[151] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/85-89.
[152] Mâ ya'beü
biküm rahbî Hazırlamak ve
özen göstermek anlamındadır. Bir kısım müfessirler cümleyi "Rabbim yalanlamanızdan
sonra sizin için yaptığı ve hazırladığı şey" anlamında yorumlamış, bir
kısmı da "Rabbim yalanlamanızdan sonra sizi önemsemez ve düşünmez"
şeklinde anlamlandırmış tır.
[153] Lizamen kaçınılmaz bir
zorunluluk demektir. Müfessirterin çoğu "azab yakanızı bırakmayacaktır' cümlesini azab sizin için gerçekleşecek ve bu kaçınılmaz bir
zorunluluk olarak değerlendirmişlerdir.
[154] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/89.
[155] Bkz. Taberî,
İbn Kesir, Hazin ve Tabersi
[156] Bkz. İbn
Kesir ve Zemahşeri Tefsirleri.
[157] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/90-91.
[158] Tevbe suresi, 100
[159] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/.