FURKAN SURESİ 2

 


FURKAN SURESİ

 

Furkan Suresi, yetmiş yedi âyettir. 68. 69. ve 70. âyetleri Medine'de di­ğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sure-i celile, Cenab-ı Hakkın yüceliğini, herşeyin mülkünün ona ait olduğunu, onun hiçbir zaman çocuk edinmediğini ve herşeyi onun takdir ettiğini beyan ederek başlıyor.'

Devamla, kâfirlerin, Allah'ı bırakıp, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri ilah edindikleri Kur'an'ı Hz. Muammed (s.a.v.)in uydurduğunu iddia ettikleri, Kur'an'a "Efsane" dedikleri beyan edilmekte ve Peygamber (s.a.v.)e Kur'an'ın, kendisine Allah tarafından indirildiğini söylemesi emredilmektedir.

Sure-i celilede bundan sonra, kâfirlerin, insanlardan birinin Peygamber olarak gönderilmesine şaştıkları ve ona bir hazine indirilmesi gerektiğini söyle­dikleri açıklanıyor.

Kâfirlerin kıyamet gününü yalanlamaları ve isyanları sebebiyle âhirette acıklı bir azaba uğratılacakları, muttakilere ise cennetin verileceği ve orada ebe-, di olarak kalacakları haber veriliyor.

Âhirette Allah'ın huzuruna çıkmayı ummayanlann, Melekleri gördükleri gün, Meleklerin onları müjdelemeyecekleri, onların amellerinin toz zerreleri ha­line geleceği, cennetliklerin ise güzel makamlara edirilecekleri beyan ediliyor.

Bundan sonra kıyamet ahvaline işaret olunarak o günde semanın, bulut­larla yanlarak Meleklerin bölük bölük inecekleri, o gün hakimiyetin yalnız Al­lah'a ait olacağı ve zalimlerin, pişmanlıktan ellerini ısırarak: "Keşke Peygam­berle beraber hak yolu tutsaydım." diyecekleri ve pişmanlıklarını beyan edecek­leri bildiriliyor.

Kâfirlerin, lüzumsuz ve mânâsız bahanelerine işaretle, Kur'an'ın, Hz. Mu-hammed (s.a.v.)e toptan indirilmesi gerektiğini söyledikleri haber veriliyor.

Hz.Musa'ya Tevrat'ın verildiği ve Hz. Harun'un da Hz. Musa'ya yardımcı yapıldığı, onlann, Firavun'a gidip dini tebliğ ettikleri açıklanıyor.

Hz. Nuh'un, Âd ve Semud kavimlerinin ve Lut kavminin durumlarına kı­sa kısa temas ediliyor ve onlann başlarına gelen felaketlere dikkat çekiliyor.

Allah'ın varîîk ve kudretine delalet eden alametlerden bahisle, gölgenin nasıl yayıldığı, gecenin dinlenme, gündüzün ise çalışma zamanı yapıldığı, rah­metin önünde rüzgârların müjdeci olarak gönderildiği ve bulutlardan, hayat ve­ren suyun indirildiği ve bütün bunlardan ibret alınması gerektiği açıklanıyor.

Hz. Muhammed (s.a.v.)in bir uyarıcı olarak gönderildiği, Peygamberlik vazifesini yaparken kimseden bir ücret istemediği ifade ediliyor.

Allah Teala'nın yüce kudretini gösteren birçok delillere işaret ediliyor. Kâfirlerin, hak ettikleri cezaya çarptırılacakları, müminlerin ise mükâfaatlandınlacaklan, müminlerin, boş ve çirkin bir sözle karşılaştıklarında vakarla geçip gittikleri ve rablerine dua ederek ondan, nimetler ve hayırlar talep ettikleri, ona tazarru ve niyazda bulundukları açıklanıyor ve sure-i celile bu âyetlerle son buluyor.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

 

1- Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammcd'c hakkı bâtıldan ayı­ran Kur'anı indiren Allah, yüceler yücesidir. [2]

 

2- O Allah ki göklerin ve yerin mülkü ancak onundur. O, hiçbir ço­cuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. O, herşeyi yaratıp belli bîr nizama koymuş, geçmişini, geleceğini takdir etmiştir.

Allah Teala bu âyetlerde, Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Muhammed (s.a.v.)e indirilme gayesini bildiriyor ve herşeyin kendisine ait okluğunu, hiçbir ortağı bulunmadığını ve herşeyi yaratıp bir düzene koyduğunu beyan ediyor. Tâ ki, Allah Teala'nın bu sıfatlarını bilenler, gönderdiği Kur'an'dan öğüt alsınlar. Her­şeyin hükümranı olan Allah'a boyun eğip kulluk etsinler, ona karşı günah işle­mesinler, Allah'a ortak koşmasınlar ve ona çocuk isnad etmesinler. [3]

 

3- Müminler, Allah'ı bırakıp hiçbir şey yaratamayan, üstelik yaratıl­mış olan, kendilerine hiçbir zarar ve hiçbir fayda veremeyen, öldürcmcyen, yaşatamayan ve tekrar diriltemeyen ilahlar edindiler.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, cahil müşriklerin, herseyi yaratan, her-şeye hayat veren, vâdesi geldiğinde bütün insanları Öldürüp âhirette tekrar diril­tecek olan Allah'ı bırakıp ta hiçbirşeye gücü yetmeyen putları ilah edinmelerini kınıyor ve onlann beyinsizliklerini ortaya koyuyor.

Evet, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. İbadet ancak ona yapılır. Onun ne çocuğu vardır, ne de babası. Ne dengi vardır, ne de yardımcısı. [4]

 

4- Kâfirler: "Bu Kur'an, Muhammcd'in uydurduğu iftiradan başka birşey değildir. Başka bir topluluk ta kendisine yardım etmiştir." dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa saptılar. [5]

 

5- "Kur'an, öncekilerin efsaneleridir, Muhammcd onu başkalarına yazdırmış ta, sabah akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor." dediler.

Bu âyetler, kâfirlerin beyinsiz olduklarını ortaya koyuyor ve iddia ettik­leri gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)in, Kur'an-ı Kerim1 i bir yerden almadığı onun, Allah katından olduğu ifade ediliyor. Kâfirler, bu'iddialannın tutarsız olduğunu ve söylediklerinin bir kısım hezeyandan başka bir şey olmadığını aslında çok iyi bilirler. Zira, hepsi de Resulullah'ın, okuyup yazma ile meşgul olmadığını, do­ğumu ânından kendisine Peygamberlik verilinceye kadar onlann arasında yaşa­dığını, dürüstlüğü, güvenilirliği, doğru sözlülüğü ve nezaheti ile meşhur olduğu için kendisine "Emin" denildiğini yine çok iyi biliyorlardı. Fakat kendisine Peygamberlik geline onu çekemediler, çeşitli iftiralarda bulundular. Resulullah'ı bu şekilde yıpratamayınca kaba kuvvete başvurdular. Fakat, Allah, Peygamberi­ne yardım etti, kâfirler ise hüsrana uğradılar.

Bu ayetlerin, Nadr b.Hâris hakkında nazil olduğu rivayet oluştur. Bu Kişi, £i fanlar besliyordu. Bir zaman    Hıyre ye gıtt.. ResuIullah bir dir." dediler.." âyetim indirdi. [6]

 

6- Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Onu, göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah indirdi. Şüphesiz ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Ey Muhammed, sen, kavminin müşriklerinden, Allah'ın âyetlerini yalan­layanlara de ki: "Sizin iddia ettiğiniz gibi Kur'an, öncekilerin efsaneleri değildir. O, göklerde ve yerde bulunan varlıkların sırnnı bilen Allah tarafından indiril­miştir ve haktır. Allah, devamlı olarak yaratıklarının kusurlarını affedendir ve onlara lütufta bulunandır. Sizlerin bu yalanlarınıza rağmen sizleri hemen ceza­landırmaması işte bu lütuftandır. [7]

 

7- Kâfirler şöyle dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki, yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Kendisine bir Melek indirilip te, onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya. [8]

 

8- Yahut, kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da ora­dan yese ya, "Zalimler müminlere: "Siz ancak büyülenmiş bir adama uyu­yorsunuz." dediler.

Allah'a ortak koşan müşrikler: "Peygamber olduğunu iddia eden bu Mu-hammed nasü t>ir Peygamber? O da bizim gibi yeyip içiyor, bizim gibi gezip dolaşıyor. Şayet o iddiasında doğru ise kendisine gökten bir Melek indirilse de Melek te onunla birlikte insanları uyarsa ve onun söylediklerini doğrulasa ya­hut da ona bir hazine indirilse de Peygamberliğini tebliğ ederken geçim sıkıntısı çekmese veya onun bîr bahçesi olsa da yeyip içeceğini oradan karşılasa."

Ey Muhammed'e tâbi olan topluluk, sizler büyülenmiş bir adama tâbi ol­maktan başka bir şey yapmıyorsunuz." dediler.

Bu iki âyetin, müşriklerin Kabe'de toplanarak Resulullah'a birtakım şeyler teklif ettikleri ve ondan bazı şeyler istedikleri bir sırada nazil olduğu riva­yet edilmektedir. [9]

 

9- Ey Muhammcd, bak sana nasıl misaller getirdiler de saptılar. Ar­tık onlar hiçbir yolu bulamazlar.

Ey Muhammed, bak bu müşriklerin sana: "Sihirbaz, büyülenmiş, deli, ya­lancı, şair vb. bâtıl sözler söyleyerek nasıl benzetmelerde bulundular da böylece hak yoldan saptılar. Artık hakka erişmek için senin davetin dışında hiçbir yol bulamazlar. [10]

 

10- Allah, yüceler yücesidir. O dilerse sana, onların istediklerinden daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan cennetleri verir ve senin için köşkler yapar.

Ey Muhammed, Allah yücedir. Müşriklerin vasıflandırdıklarından beri­dir. Eğer o dileseydi sana müşriklerin, sende bulunmasını gerekli gördükleri şeylerden daha hayırlısını verirdi. Altından ırmaklar akan cennetler bahşederdi ve sana bir köşk yapardı.

Hayseme (r.a.) diyor ki: "Resulullah'a şöyle denilmişti: "Dilersen sana senden önce hiçbir Peygamber'e verilmeyen senden sonra da hiçbir kimseye ve­rilmeyecek olan, yeryüzünün hazinelerini ve anahtarlarını verelim. Bunlar se­nin, Allah katındaki mükâfaatlanndan hiçbir şey eksiltmeyecektir."

Resulullah: "Bunların hepsini, âhirette bana verilmek üzere biriktirin." dedi. Bunun üzeine Allah Teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. [11]

 

11- Daha doğrusu onlar, kıyamet gününü yalanladılar. Biz, kıyamet gününü yalanlayanlara, alev alev yanan bir ateş hazırladık.

Allah'a ortak koşan bu insanlar getirdiğin hakka karşı çıkan bu müşrikler, senin yeyip içmenden ve çarşıda gezip dolaşmandan dolayı, seni inkâr etmedi­ler. Onlar, öldükten sonra dirilmeyi yalanladıklarından, insanların, yaptıkların­dan hesaba çekileceklerine inanmadıklarından seni yalanladılar. Allah, kıyame­tin kopacağını ve insanların tekrar dirilip hesaba çekileceklerini yalanlayanlara alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. [12]

 

12- Bu ateş onları uzak bir yerden görünce onlar onun öfkesini ve uğultusunu duyarlar.

Bu inkarcılar için hazırlanan ateş, onları uzak bir mesafeden gördüğü za­man öfkelenip kaynar, uğultular çıkarır. Bu cehennemlikler, ateşin kaynamasını ve uğultusunu duyarlar. [13]

 

13- Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları za­man orada (helak olmayı isterler) "Ey helak neredesin?" derler. [14]

 

14- Onlara: "Bugün bir defa helak olmayı istemeyin, birçok defa he­lak olmayı isteyin." denilir.

Kıyameti yalanlayanlar, elleri boyunlarına bağlanmış bir şekilde cehen­nemin dar bir yerine atıldıkları zaman: "Eyvah ne yapmışız. Ey helak nerede­sin?" diye sızlanıp dururlar. Onlara: "Bugün artık bir defa helak omayı isteme­yin, birçok defa helak olmayı isteyin." denilir. Onlar ne ölüp kurtulurlar ne de normal bir hayat sürdürebilirler. [15]

 

15- Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Bu mu daha hayırlı, yoksa müttakilcre vaadolunan ebedi cennet mi?" ki cennet onlar için bir mükâfat^ ve dönüş yeridir.

Ey Muhammed sen, kıyamet gününü yalanlayan o kâfirlere de ki: "Rab-binizin size anlattığı cehennem ve onun içine girecek olan cehennemlikler mi daha hayırlıdır yoksa Allah'ın, takva sahiplerine vaadettiği ve onlara mükâfat olarak verdiği ebedi cennet ve oraya girecek olan cennetlikler mı? [16]

 

16- Ebedi kalacakları cennette, onlar için, istedikleri herşey vardır. Bu, rabbinden İstenilen bir vaaddir.

Allah'tan korkanlar içki, ebedi olarak kalacakları emnette canlarının istediği ve gözlerinin her gördüğü, her diledikleri şey vardır. Bu nimetler, müminlerin dün­yada iken rablerinden istedikleri ve rablerinin kendilerine vaadettiği nimetlerdir. [17]

 

17- Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün: "Bu kutlarımı siz mi saptırdınız yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar?" der.

Allah, kıyamet gününde, kendisini bırakıp ta, Melekler, cinler ve insanlar gibi yaratıklara tapan ve kıyamet gününü inkâr eden bu kâfirlerle, taptıkları var­lıkları bir araya getirip onlara: "Şu kullarımı siz mi hak yoldan saptırdınız? Yoksa onlar kendileri mi saptılar?" diye soracaktır. O, kendilerine tapınılanlar ise şöyle diyeceklerdir: [18]

 

18- Onlar: "Hâşâ, seni, layık olmadığın sıfatlardan tenzih ederiz. Se­ni bırakıp başka dostlar edinmek bize yakışmaz. Fakat sen onları ve atala­rını nimetler içinde yaşattın da, sonunda seni anmayı unuttular ve yok olmaya layık bir kavim oldular." derler.

Müşriklerin taptıkları Melekler, İsa, Üzeyir gibi varlıklar Aİah'ı, onların sıfatlandırmalarından tenzih ederek derler ki: "Ey rabbimiz, biz seni, ortağının bulunmasından tenzih ederiz. Bizim, seni bırakıp ta başkalarını dostlar edinme­miz bize asla yakışmaz. Bizim dostumuz ancak sensin. Rabbimiz, sen bunları ve atalarım dünyada iken mal ve sıhhat gibi çeşitli nimetlerle yaşattın. Onlar seni anmayı, Peygamberine indirdiklerini ve ahirette tekrar dirilmeyi unuttular. Böy­lece helak olmayı hak eden bir topluluk oldular. [19]

 

19- Bunun üzerine Allah'tan başka dostlar edinenlere: "Tapındığınız şeyler, sizi, söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Artık ne azabı geri çevire­bilirsiniz ne de yardım görebilirsiniz. Sizde» kim zulmetmişse ona büyük bir azap tattıracağız." denilir.

Allah teala, kendisine ortak koşulanların, ortak koşanları yalanlamaları üzerine müşriklere, kıyamette ne söyleyeceğini beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Tapındığınız şeyer sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Burada sizin hiçbir çareniz de yoktur. Artık ne kendinizden cehennem azabını uzakhıstırabileceksi-niz ne de kendinize bir yardımcı bulabileceksiniz. Ey insanlar, sizlerden kim Allah'a ortak koşarak kendisine zulmedecek olursa biz ona büyük bir azap tattı­racağız." [20]

 

20- Ey Muhammcd, biz senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki, yemek yememiş, çarşılarda gezmemiş olsunlar. Ey insanlar, biz sizi bir-birinizle imtihan ediyoruz. Sabrediyor musunuz? Rabbiniz her şeyi çok iyi görür.

Allah Teala, bu âyet-i kerimede, Hz. Muhammed (s.a.v.)in Peygamber­liğine karşı çıkan ve onun yeyip içmesi, çarşıda pazarda gezmesi sebebiyle Pey­gamber olamayacağını iddia edeıi müşriklere cevap veriyor ve Resulullah'tan önce gönderilen bütün Peygamberlerin de yeyip içen, çarşılarda gezen insanlar olduklarını bildiriyor. Bu itibarla Allah'a ortak koşanların, Hz. Muhammed (s.a.v.)in Peygamberliğini kabul etmemek için hiçbir sebep bulunmadığını be­yan ediyor.

Âyet-i kerimenin son bölümünde: "Ey insanlar, biz sizi birbirinizle imti­han ediyoruz." Duyurulmaktadır. Bundan maksat, insanlardan bazılarını Pey­gamber, bazılarını idareci, bazılarını fakir, bazılarını zengin, bazılarını akıllı ba­zılarını geri zekalı yaparak onları birbirlerinden farklı kılması ve kimlerin, Allah'ın emirlerine boyun eğip, kimlerin de isyan ettiğini ortaya koymasıdır. Eğer Allah insanları imtihan etmeyi dilemeseydi, hepsini eşit yaratırdı. [21]

 

21- Bir gün huzurumuza çıkacaklarını ummayanlar; "Bize Melekler indirilse veya rabbimizi görsek ya." derler. Yemin olsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir.

Huzurumuza çıkmayı ümid etmeyen ve azabamızdan çekinmeyen müş­rikler: "Allah bize Melekleri indirip te Muhammed1 in doğru olduğunu söyletse ya veya rabbimizi açıkça görsek te o bize bunu haber verse ya." derler. Doğru­su, bu sözü söyleyenler kendilerini çok büyük görmüşler ve böbürlenmede aşın gitmişlerdir.

Kureyş müşrikleri Resulullah'tan buna benzer birçok isteklerde ulunmuş­lar ve kendilerini susturacak cevaplar almışlardır. [22]

 

22- Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara müjde yoktur. Melekler: "Size bugün müjde yasaktır yasak." derler.

Kıyamet koparken veya ölüm gelip çatarken bu müşrikler Melekleri gör­dükleri zaman, artık o gün suçlular için hiç iyi bir durum yoktur ve Melekler o suçlulara: "Bugün sizin iyi bir şeyle müjdelenmeniz size kesin olarak haram kı­lınmıştır." diyeceklerdir. O halde bu müşrikler, niçin Melekleri görmek istiyor­lar? [23]

 

23- Biz, onların işlediği her ameli ele alıp saçılmış toz zerreleri yaparız. Biz, suçluların işledikleri amellere bakarız ve onları saçılmış toz zerreleri  haline getirir iptal ederiz. Zira onlar bu amelleri Allah için değil şeytan için yap­mışlardır. [24]

 

24- O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.

Kıyamet gününde cennetliklerin varıp karar kılacakları yer, müşriklerin kalacakları cehennemden çok hayırlı ve dinlenme yeri olarak çok güzeldir. [25]

 

25- Ey Muhammed, semanın bulutlarla varılacağı ve Meleklerin bö­lük bölük indirileceği günü hatırla.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, kıyamet gününün dehşetinden ve o günde meydana gelecek olan hadiselerden haber veriyor. O gün gökler yarılıp parça parça olacak, aralarından, gözleri kamaştıracak olan nurlar, bulutlar şek­linde görülecek, o gün gökteki Melekler oradan inip mahşerde bütün insanları çepeçevre kuşatacaklar sonra Allah teala kullan arasında hükmünü verecektir. Bir kısım insanlar cennete girecek diğerleri de cehenneme varacaklardır. Gökte­ki Meleklerle yeryüzünde yaşayanların birbirleriyle karşılaşacakları o günün na­sıl bir gün olacağı hakkında Abdullah b.Abbas'tan uzun bir rivayet zikredilmek­tedir. Bu rivayeti şu şekilde özetlemek mümkündür:

"Allah, kıyamet gününde cinleri, insanları, hayvanları ve bütün yaratıkla­rı bir meydanda toplayacak, dünya göğü yarılacak, orada bulunanlar aşağı ine­cekler. Bunların sayısı, yeryüzünde yaşayan bütün varlıklardan çok olacaktır. Onlar, yeryüzünde yaşayan varlıkların etrafını kuşatacaklar. Sonra ikinci gök yarılacak orada bulunanlar da inip, daha önce inen ve insanları kuşatan Melek­leri kuşatacaklardır. Onların sayısı da kendilerinden (ince İnen meleklerden daha çok olacaktır. Böylece bütün gökler yarılacak orada bulunan Melekler inecek ve kendilerinden önce inen Melekleri ve Meleklerin kuşattıklarını kuşatacaklardır. Böylece yedi çember meydana gelecektir..." Daha sonra Allah Teala kulları ara­sında hükmünü verecektir. [26]

 

26- O gün, gerçek hakimiyet, rahman olan Allah'ındır. O, kâfirler için zor bir gündür.

Göklerin bulutlarla yanlılığı o gün gerçek mülk ancak rahman olan Allah'a aittir. Dünyada iken hükümranlık ve mülkiyet iddia eden herkesm sozu boşa çıkacaktır. Evet, göğün bulutlan yanldığı o gün, kâfirler ıç.n pek çetin bı gündür. Zira o gün, hak bâtıldan ayırdedilecek. herkese layık olduğu ceza veya mükâfaat verilecektir.   [27]                              

 

27- O gün zalim, pişmanlığından ellerini ısırıp şöyle der: "Nolaydı keşke Peygamberle beraber hak yolu tutsaydım." [28]

 

28- Vah başıma gelenlere, keşke filanı dost edinmeseydim. [29]

 

29- Yemin olsun ki bana zikir gelmişken, o saptırdı beni zikirden. Za­ten, şeytan insanı yapayalnız ortada bırakır.

Kıyamet günü rabbine ortak koşarak veya Allah'ın gönderdiği dini kabul etmeyerek kendisine zulmeden her zalim, Allah'a karşı işlediği suçtan ve kendi­sini helake sürüklemesinden pişmanlık duyarak ellerini ısıracak ve kentli kendi­ne şöyle diyecektir: "Keşke ben, dünyada iken Peygamberle birlikte Allanın azabından kurtaracak bir yolu izleseydim. Keşke falan saptırıcıyı dost edinme­seydim. Zira o beni, bana tebliğ edildikten sonra Kur'an'dan saptırdı. Zaten şey­tan, insanı haktan alıkoyan Onu bâtıl yolda kullanır. Sonunda da sahipsiz bıra­kır.

Abdullah b.Abbas, Şa'bî ve Mücuhid'den nakledilen bir görüşe göre bu âyetler, müşriklerden Ukbe b.Ebi Muayt ve Ümeyye b.Haîef hakkında nazil ol­muştur. Bunlardan Ukbe veya Ümeyye Müslüman olmuş diğeri onun müslüman olmasına karşı çıkarak tekrar kâfir olmasına sebep olmuştur. İşte bu âyetler, bunları ve benzerlerini tasvir etmektedir. [30]

 

30- Peygamber: "Ey rabbim, doğrusu kavmim bu Kur'anı bırakıp terketti." dedi.

Allah Teala bu âyet-i kerimede. Hz. Muhammed (s.a.v.)in, kavminden şikâyetçi olduğunu beyan etmektedir. Çünkü müşrikler, Kur'an okunurken onu dinlemiyor bilakis Kur'an'ın dinlenilmemesi için gürültü yapıyorlardı. Bu husuta başka bir âyette de şöyle Duyuruluyor: "Kâfirler birbirlerine şöyle dediler: "Bu Kur'an'! dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Belki bu yolla galip gelirsiniz.[31]

 

31- Biz, her Peygamberin karşısına, böylece mücrimlerden bir düş­man çıkarmişızdır. Yol gösterici ve yardımcı olarak sana rabbin yeter.

Allah Teala bu âyet-i kerimede Resululahı teselli etmekte, kendisine müşrikler tarafından karşı çıkılmasının ilk görülen bir hadise olmadığını, kendi­sinden önce gönderilen Peygamberlerin de aynı hadiseyle karşılaştıklarını beyan ediyor.

Âyet-i kerimenin sonunda, doğru yolu gösteren e yardım eden olarak Allah'ın, Resulullah'a yeteceği beyan ediliyor. Böylece Resulullah'ın, düşmanla­rından çekinmemesi telkin ediliyor. [32]

 

32- Kâfirler: "Kur'an Muhammcd'e topluca bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Oysa biz onu, kalbine yerleştirip pekiştirmek için böyle peyderpey indirdik ve onu aheste aheste okuduk.

Allah'ı inkâr edenler: "Tevrat'ın Musa'ya bir defada indirilmesi gibi Mu-hammed'e de Kur'an topluca bir defada indirilseydi ya." derler. Halbuki biz onu sana âyet âyet indirdik ki onunla senin kalbini pekiştirelim. Biz onu sana aheste aheste okuduk ki sen onu iyice belleyesin ve ezberlemiş olasın.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, kâfirlerin herşeye karşı çıktıklarını, kendileriyle alakalı olmayan meselelerde bile inatçılık ettiklerini beyan etmek­tedir. [33]

 

33- Müşriklerin sana getirdiği hiçbir misal yoktur ki, biz onun haki­katini ve en güzel açıklamasını sana vermiş olmayalım.

Ey Muhammed, bu müşriklerin sana getirdikleri her misale karşı biz sa­na, onların misallerini iptal edecek olan hakkı ve onun en güzel izahını gönderi­riz.

 Allah Teala, müşriklerin ,Resulullah'a sordukları çeşitli sorulara karşı âyetler indirmiş ve onların sorularının hak veya bâtıl olduğunu ortaya koymuş ve açıklığa kavuşturmuştur.

Bu âyet-i kerime, -Resulullah'ın, yüce mevlanm nezdinde itibarının bü­yük olduğunu göstermektedir. Zira Allah Teala, en şerefli kitap olan Kur'an-ı Kerim'in âyetlerinden bir kısmını, Resulullah'a sorulan sorulara cevap olarak in­dirmiştir. [34]

 

34- Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar, işte yerleri en kütü ve yolları en sapık olanlar onlardır.

Allah Teala bu âyet-İ kerimede, kıyamet gününde kâfirlerin perişan bir halde ve en kötü bir vaziyette haşrolacaklarmı bildiriyor. Onlar cehenneme ayaklarıyla yürüyerek değil yüzüstü gideceklerdir.

Enes b. Mâl ik di yor ki: [35]

 

35- Yemin olsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı verdik. Kardeşi Harun'u da kendisine vezir yaptık. [36]

 

36-  Onlara: "Âyetlerimizi yalanlayan Firavun kavmine gidin." de­dik. Sonunda o kavmi tamamen helak ettik.

Ey Muhammed, sana Kur'ani verdiğimiz gibi Musa'ya da Tevrat'ı verdik. Aynca kardeşi Harun'u da ona yardımcı kıldık ve onların ikisini, yeryüzünde şı-manp âyetlerimizi yalanlayan bir kavim olan Firavun ve taraftarlarına Peygam­ber olarak gönderdik. Onlar, Musa'yı ve kardeşini yalanladılar biz de onlan he­lak ettik.

Alah Teala bu ve bundan sonra gelen âyetlerde, geçmişte Peygamberle­rine iman etmeyen kavimlerinin akıbetlerinin felaket olduğunu bildiriyor ve Muhammed ümmetine bunlardan ibret almasını öğütlüyor. [37]

 

37- Nuh kavmini de, Peygamberleri yalanlad.klar, zaman suda boğ­muş ve onları insanlara ibret yapmıştık. Biz, zalimlere can yakıcı b.r azap hazırladık.

Nuh kavmi de kendilerine gönderilen Nuh'u ve ondan önceki Peygamber­leri yalanlayınca biz onlan suda boğduk ve onları boğma olayını insanlar için bir ibret yaptık. Aynca biz, zalimlere âhirette can yakıcı bir azap hazırladık. [38]

 

38- Âd'ı, Scmud'u, Ashab-ı Rcss'i ve bunlar arasında geçen birçok nesilleri de helak ettik.

Ayet-i kerimede zikredilen Ad, Semud ve benzeri kavimlerin kıssaları, A'raf, Hud ve diğer surelerde geniş bir şekilde zikredilmiştir.

Âyette geçen "Ashab-ı Ress"den hangi kavmin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Bazı müfessirlere göre bunlar, Semud kavminin bir koludur. Bazılarına göre ise bunlar, Yemame bölgesinde bir kasaba olan "Ress" halkıdır. Bazılarına göre de bunlar, Peygamberlerini kuyuya gömen bir topluluktur. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve bunların, "Büruc" suresinde zikre­dilen "Ashabül Uhdud" olduklarının ihtimal dahilinde olduğunu söylemiştir. [39]

 

39- Herbirinc misaller getirdik (ama dinlemediler) biz de hepsini ta­mamen helak ettik.

Size anlatmış veya anlatmamış olalım, helak ettiğimiz kavimlerin hepsine misaller zikrettik, deliller gösterdik. Çeşitli öğütler ve ibretler gönderdik. Fakat onlar, gafletlerinden uyanmadılar. Biz de sonunda onların, kökünü kuruttuk. [40]

 

40- (Ey Muhammcd, şüphesiz ki senin kavmin) felaket yağmuruna tutulan, Lut kavminin memleketine mutlaka uğramıştır. O memleketin ha­lini görmediler mi? Doğrusu onlar, tekrar dirilip hesaba çekileceklerini ummuyorlardı.

Ey Muhammed, Kur'anı terkedip onu alayan alan bu müşrikler, taş yağ­muruna uğratılan Lut kavminin ülkesi olan Sodom'a uğramışlardır. Onlar oranın nasıl olduğunu hiç görmemişler midir? Oradan öğüt alıp inkarcılıklarından vaz geçmiyorlar. Daha doğrusu bunlar, öldükten sonra dirilmeye ve Allah'ın huzu­runda hesap vereceklerine inanmıyorlar ki onlar gibi davransınlar. [41]

 

41- Onlar seni gördükleri zaman, alaya almaktan başka birşey yap­mazlar. "Allah'ın, Peygamber olarak gönderdiği bu mu?" derler. [42]

 

42- "Eğer ilahlarımıza inanmada ısrar edip sabretmeseydik, neredey­se bizi onlardan saptıracaktı." derler. Onlar azabı gördükleri zaman, yolu sapık olan kimmiş bileceklerdir.

Ey Muhammed, sana anlatılan bu müşrikler, seni gördükleri zaman se­ninle alay etmekten başka birşey yapmazlar. "Allah, yaratıkları arasında bunu mu bize Peygamber olarak göndermiş? Şayet biz, ilahlarımıza inanmakta kararlı ve sabırlı olmasaydık neredeyse bizi bunlardan uzaklaştıracaktı." derler. Bunlar, putlara taptıklarından dolayı hak ettikleri azabı bizzat gözleriyle görünce kimin yolunun sapık olduğunu çok iyi bilmiş olacaklardır. Fakat ondan sonra anlamış olmaları da kendilerine bir fayda vermeyecektir. [43]

 

43-  Ey Muhammed, gürdün mü arzu ve hevesini ilah edineni? Ona sen mi vekil olacaksın? [44]

 

44- Yoksa sen onların çoklarının işittiklerini veya düşündüklerini mi sanırsın? Onlar ancak hayvan gibidirler. Hattâ tuttukları yol bakımından hayvandan da aşağıdırlar.

Ey Muhammed, şehvani arzularına taparak onu kendisine ilah.edinen kimseyi görmez misin? Bu haliyle onu sen mi himaye edeceksin? Onun vekili sen mi olacaksın? Yoksa sen, bunlann çoğunun, kendilerine okunan âyetleri işittiklerini ve Allah'ı gösteren delilleri düşündüklerini mi sanırsın? Hayır, bun­lar, düşünmeyen, idrak etmeyen, hayvanlar gibidirler. Hatta tuttukları yol bakı­mından hayvanlardan da sapıktırlar. Zira hayvanlar otlaklarını bilirler, sahipleri­ne boyun eğerler. Bu kâfirler ise rablerine itaat etmezler, kendilerine verdiği ni­metlere şükretmezler. Bilakis nankörlük ederler. [45]

 

45- Rabbinin, gölgeyi nasıl uzatıp yaydığını görmez misin? Eğer İste­seydi onu durdurup sabİtlcştirirdi. Sonra biz güneşi gölgeye bir delil kıldık.

Rabbinin, şafak vaktinden sonra başlayan ve güneşin doğmasına kadar gölgeyi nasıl her yere yaydığını sonra da güneşi doğdurarak gölgenin varlığını gösterdiğini görmez misin?

Güeş gölgenin varlığını gösteren bir delildir. Zira güneş doğmadan gölge­nin varlığını hissetmek mümkün değildir.

 Allah Teala bu ve bundan sonra gelen âyetlerde varlığını, kuvvet ve kudretini gösteren çeşitli delileri zikretmektedir. Bu deliller, gece, gündüz, güneş, rüzgarlar, dağlar, taşlar, denizler, akan sular vb. şeylerdir. Bunlann başında da güneş ve gölge zikredilmiştir. [46]

 

46- sonra da gölgeyi yavaş yavaş kendimize çektik. Bu âyeti-i kerimeyi şu şekilde izah edenler de vardır. "Sonra biz gölge­yi hızlı veya gizli bir şekilde kendimize çektik"[47]

 

47- Size geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yeni bir hayat yapan O'dur.

Ey insanlar, geceyi size âdeta bir elbise haline getirip onunla sizi örten, uykuyu istirahat etme sebebi kılan, gündüzü, yeniden hayatı devam ettirme ara­cı kılan Allah'tır.

Huzeyfe (r.a.) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) yatağına çekilince: "Ey Allahım. senin adına  mm, senin adına dirileceğim." diyordu. Uykudan kaltağında ise sonra bizi tekar dirilten Allah'a hamdolsun. Diriltmek ancak ona aittir. [48] diyordu. [49]

 

48-  Rahmetinin ününde rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen de O'dur. Biz, gökten tertemiz bir su indirdik. [50]

 

49- Onunla ölü bir yere hayat verelim ve yarattığımız nice hayvanları ve insanları sulayalim diye.

AIlah Teala bu âyetlerde, yüce kudretini gösteren rüzgâr ve yağmur de­lillerini zikretmektedir. Yağmura çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda o yağmur­dan evvel rüzgârlar estirerek onun geleceğini müjdeleyen Allah'tır. Gökten ter­temiz yağmurlar yağdırarak onunla, âdeta ölmüş hale gelen yeryüzünü dirilten ve birçok hayvan ve insanlara su temin eden O'dur. O halde sadece ona kulluk edilmeli, kullukta samimi olunmalıdır. [51]

 

50- Yemin olsun ki, düşünüp ibret almaları için biz bu delilleri çeşitli şekillerde açıkladık. Buna rağmen birçok insanlar iman etmemekte ısrar ettiler.

Müfessirler bu âyet-i kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Taberi şu şekilde izah etmektedir: "Biz, gökten indirdiğimiz tertemiz suyu kullarımız arasında taksim ettik ki nimetlerimizi düşünüp ibret alsınlar ve onlara karşı şük­retsinler. Ne var ki insanların çoğu nankörlük ettiler, bu nimetlere karşı şükürde bulunmadılar.

Diğer bir kısım müfessirler ise şöyle izah etmişlerdir "Biz yağmuru böl­geler arasında dolaştırdık. Bazan bir bölgeye bazan da başka bir böleye yağdır­dık ki düşünüp ibret alsınlar, kudretimizin büyüklüğünü ölçsünler ve yağmurun yağmadığı yerlerde, insanlar yaptıkları günahlardan vazgeçsinler. Fakat insanla­rın çoğu inkârlarında ısrar ettiler. Şu veya bu yıldızın etkisiyle yağmur yağdığı­nı iddia ettiler.

Zeyd b.Halid el-Cühenî diyor ki:

"Geceleyin yağan bir yağmurdan sonra Resulullah Hudeybiye'de sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince insanlara döndü ve şöyle dedi: "Biliyor musu­nuz rabbiniz ne buyurdu?" İnsanlar: '"Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Resuluİlah dedi ki: "Allah şöyle buyurdu: "Bugün kullarımdan bazıları bana iman ederek bazıları da kâfir olarak sabahladılar. Allah'ın lütfü ve rahmetiyle bize yağmur yağdı." diyen kimse bana iman etmiş, yıldızı inkâr etmiştir. (Yıl­dızların yağmur yağdırdığını reddetmiştir.) "Şu yıldızın etkisiyle yağmur yağ­dı." diyenler ise beni inkâr etmiş ve yıldıza iman etmiştir. [52]

 

51- Ey Muhammed, eğer dileseydik her memlekete bir uyarıcı gönde­rirdik. [53]

 

52- O halde kâfirlere uyma. Kur'an'la onlara karşı büyük bir cihada giriş.

Ey Muhammed, eğer biz dileseydik her kasabaya bir uyarıcı, emrimize uymayanlara bir korkutucu gönderirdik de senin yükünü hafifletmiş olurduk. Fakat biz, bütün yeryüzündeki insanları ve cinleri uyarma yükünü sana yükle­dik. Sabretmen halinde karşılığı da fazla olacaktır. O aide sen. kâfirleri, çağır­dıkları şeylerde dinleme. Sen, Kur'an'la onlara karşı büyük bir cihadla cihad et,

 İbn-i Zeyd, burada zikredilen "Büyük cihad"dan maksadın, kâfirlere karşı savaşıp onları yıldırmak olduğunu söylemiştir. [54]

 

53- Birinin suyu tatlı ve içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi birbirine salıveren, aralarına da, karışmalarına engel bir perde ve mani ko­yan O'dur.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, biri tatlı diğeri tuzlu olmak üzere iki çeşit su yarattığını beyan ediyor. Bunlardan biri, nehir, pınar ve kuyu sulan gibi, insanların içmelerine müsait olun tatlı sulardır. Diğeri ise denizlerdeki tuzlu ve acı sulardır.

Âyette zikredilen "İki deniz"den maksat, ırmaklar ve denizlerdir. Bunla­rın ikisine de deniz denmesinin sebebi, denizin suyunun çok ve büyük olması­dır. Böylece "deniz" ifadesi diğer suları da içine almıştır. [55]

 

54- Sudan beşer yaratırp ona soy ve hısımlık veren de O'dur. Rabbin, herşeye kadirdir.

Bir damla su olan meniden inşam yaratan ve doğduktan sonra ona soy ve­ren, büyüdükten sonra da hısımlık veren Allah'tır. Ey Muhammed, senin rabin herşeye_kadirdir.

Kişi, küçükken çevresine soyu ile bağlı okluğu halde büyüdükten sonra evlenerek "Hısımlık" gibi yeni bağlar oluşturur. Böylece çevreyle bağlan güçle­nir. İşte bunlar, yüce mevtanın lütuflanndandır. [56]

 

55- Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine fayda-da zarar da veremeyen şeylere taparlar. Kâfir, rabbînc karşı olanların yardımcisıdır.

Allah'a ortak koşanlar, Allah'ı bırakıp taptıktan takdirde kendilerine hiç­bir zarar veya fayda veremeyen putlara taparlar. Kâfir olan insan, rabbine karşı isyan eden Şeytan'a ve ona tabi olanlara yardımcı olur. [57]

 

56- Ey Muhammed, biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gön­derdik. [58]

 

57- Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Ben, davetime karşılık siz­den herhangi bir ücret istemiyorum. Ben ancak sizin, rabbine doğru bir yol tutan kimseler olmanızı arzuluyorum."

Ey Muhammed, biz seni, sana iman edip sana indirilenleri tasdik edeni büyük mükâfatlarla müjdeleyen, seni ve sana indirilenleri yalanlayanı ise çetin bir azapla uyarıcı olarak gönderdik.

Bu âyet-i kerime iki şekilde izah edilmiştir. Bir izah şekli, mealde veril­diği gibidir. Diğeri ise şöyledir:

"Ey Muhammed, sen, kendilerine Peygamber olarak gönderildiğin insan­lara de ki: "Rabbimin katından gelen hükümleri size tebliğ ettiğim için sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak kim rabbine yakın olmak için bir yol tu­tacak olursa bu kimse malından, Allah yolunda harcayabilir ve budan kazanaca­ğı sevap ta kendisine ait olur." [59]

 

58- Sen, ölümsüz diri olan Allah'a güven. Onu hamd ile teşbih et. Kullarının günahlarından onun haberdar olması kâfidir.

Ey Muhammed, hiç ölmeyecek olan ve devamlı diri olan Allah'a tevekkül et. İşlerini ona havale et ve ona boyun eğ. Onun yolunda göreceğin çilelere karşı sabret. Onu överek layık olmadığı sıfatlardan uzaklaştır. Verdiği nimetlere kar-Şi ona kulluk et. Kullarının günahlarını onun bilmesi kâfidir. O, onların hepsini zaptettinnektedir, kıyamette onların cezasını verecektir. [60]

 

59- Gökleri yeri ve aralarındakileri altı günde yaratan ve de arşa hükmeden, Rahman olan Allah'tır. Bunu, bilene sor.

Âyet-i kerimede geçen, Allah Teala'nın, dünyayı altı günde yaratması, Arş kelimesi ve Allah Teala'nın arş'a hükmetmesi meselesi, A'raf suresinin elli dördüncü âyetinde izah edilmiştir.

Bu âyet-i kerime, dilbilgisi kaidelerine bakılarak farklı şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu âyetin mânâsı şöyledir: "Ölümsüz olan ve ebedi olarak diri kalan Allah'a tevekkül et. O Allah ki gökleri, yeri ve araların-dakileri altı günde yarattı. Sonra arş'a hükmetti. O, rahmandır. Sen, rahmanı, bi­lenden sor. O da Allah'tır. Veya onun gönderdiği Kur'an'dır. Yahut, Allah'ın, kendisine ilim verdiği Cebrail'dir. Ya da kendisine Peygamberlik verdiği Mu-hammed'dir."

Bazı müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşı hükmü altına alan, rahman olan Allah'tır. Sen, bu me­seleleri bundan haberdar olan ve "Rahman" ismini taşıyan Allah'a sor. Zira, göklerin ve yerin altı günde nasıl yaratıldığını ve Allah'ın arşı nasıl hükmü altı­na aldığım ancak kendisi bilir."

İbn-i Cüreyc bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Ey Muhammed, ben sa­na birşeyi haber verdiğim zaman bil ki, o benim bildirdiğim gibidir. Çünkü her-şeyden haberdar olan benim." [61]

 

60- Kâfirlere: "Rahman olan Allah'a secde edin." denildiği zaman: "Rahman da neymiş? "Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?" derler.

Bu secde emri ancak onların nefret edip uzaklaşmalarını artırdı.

Kendilerine bir fayda veya zarar veremeyecek olan putlara tapanlara "Taptıklarınızı bırakıp ta Rahman olan Allah'a secde edin." denildiği zaman, on­lar: "Rahman da neymiş? Biz onun kim olduğunu bilmiyoruz. Biz sadece senin söylemenle mi ona secde edeceğiz?" derler. Ve "Rahman olan Allah'a secde edin." sözü onların nefretini artırır.

 Müşrikler, Allah Tealu'nın "Rahman" ismini kabul etmiyor ve böyle bir isim tanımadıklarını söylüyorlardı.

Hudeybiye müşahhasında antlaşmanın baş tarafına "Bismillahirrahma-nirrahim." yazılınca müşrikler bunu kabul etmediler ve onu sildirip yerine "Ey Allahnn senin adınla." ifadesini yazdırdılar. İşte âyet-i kerime, müşriklerin bu tür itirazlarını beyan etmektedir. [62]

 

61- Gökte burçlar yaratan ve oraya ışık kaynağı bir güneş ve aydın­latıcı bir ay koyan Allah, yüceler yücesidir.

Ayet-i kerimede zikredilen "Burçlar"dan maksat, Atıyye b.Said, Yahya b.Rafi, ibrahim en-Nehaî ve Ebu Salih'e göre "Gökte var olan ve korunan köşk­lerdir. Bu görüş, Abdullah b.Abbas'tan da nakledilmektedir. Taberi de bu görü­şü tercih etmektedir.

Mücahki, Said b.Cübeyr, Katade ve Ebu Salih'ten nakledilen diğer bir gö­rüşe göre ise "Göklerdeki burçlar"dan maksat, büyük gezegenlerdir. İbn-i kesir bu görüşü tercih etmiştir. [63]

 

62- Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için, geceyle gün­düzü birbir ardına getiren O'dur.

Bu âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mücahid ve İbn-i Zeyd, âyeti, mealde zikredildiği şekilde izah etmişlerdir. Bunlar demişlerdir ki: "Gece veya gündüz, devamlı olsaydılar, kullar, oruç, namaz gibi ibadetlerini na­sıl başlayıp bitireceklerini ve dünya işlerini nasıl düzenleyeceklerini bilemezler­di."

Ebu Nüceyh ve İbn-i Cüreye'in rivayetlerine göre ise bu âyetin mânâsı şöyledir: "Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için geceyi gündüzün zıddı yapan Allah'tır. Zira gece karanlık gündüz ise aydınlıktır. Bu da Allah'ın büyük kudret sahibi olduğunu gösterir."

Ömer b.-Hattab, İbn-i Abbas ve Hasan-i Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyenler için, geceyi gündüzün yerine gündüzü de gecenin yerine getiren Al­lah'tır, Kul, bunların birinde yapması gereken ibadeti yapamayıp geri bırakırsa diğerinde yapmalıdır. Meselâ: Gündüzün namazını kaçırmışsa onu gece kaza et­melidir.Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah Teala gündüzleyin günah işleyenin tevbe etmesi için gecele­yin ona kabul elini uzatır. Güneş batıdan doğuncaya kadar bu böyledir." [64]

 

63- Rahman olan Allah'ın kutları, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yü­rürler. Cahiller kendilerine laf atıp sataştıkları zaman aldırmadan "Sela­metle" deyip geçerler.

Rahman olan Allah'ın kullan yeryüzünde vakarla, sükunetle ve tevazu ile ve Allah'a itaatla yürürler. Cahiller kendilerine, sevmedikleri sözler söyleyince onlara doğru sözle cevap verirler. Onların seviyesine düşmezler. Vakarlarını ko­rurlar.

Ayet-i kerimede zikredilen "Tevazu"dan maksat, vakarlı olmaktır. Yok­sa gösteriş için, yapmacık bir tevazu içinde bulunmak demek değildir. Bu husu­sa dikkat etmek lazımdır.

Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer bir gün, yavaş yavaş yürüyen bir genç görmüş ve ona: "Neyin var hasta mısın?" diye sormuş. Genç te: "Hayır ey Mü­minlerin emin." diye cevap venniş. Bunun üzerine Hz. Ömer ona elindeki kam­çıyla vurmuş ve canlı bir şekilde yürümesini emretmiştir." [65]

 

64- Onlar, gecelerini rablcrine "Secde ve kıyamla" geçirirler,

Allah teala bu âyet-i kerimede, gerçekten Allah'a kulluk eden müminle­rin sıfatlarından biri olan "Geceleyin namaz kılma" ibadetini zikrediyor.

Geceleyin namaz kılmanın fazileti hakkında bir Hadis-i Şerifte şöyle bu-yuruluyor:

"Ey insanlar selamı yayın. Yemek yedirin. İnsanlar uyurken namaz kılın ve selametle cennete girin. [66]

 

65-  Onlar şöyle derler: "Ey Rabbimİz, cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı çok şiddetli ve devamlıdır. [67]

 

66- Gerçekten orası ne kötü bir karargâh, ne kötü bir mekândır.

Allah Teala bu âyetlerde mümin kulların, rablerinden, cehennem azabı­nı kendilerinden uzaklaştırmasını dilediklerini ve cehennem azabının devamlı ve ızdıraph olduğunu dile getirdiklerini beyan ediyor. [68]

 

67- Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yoi tutarlar.

Bazı müfessirlere göre âyette zikredilen "İsraftan maksat, malı, Allah'a isyan yolunda harcamak, "Cimrilik"ten maksat ise, Allah'ın farz kıldığı bir hak­kı kısıtlamak, malı o yolda harcamamaktır. İkisinin ortası ise, Aliaha isyan yo­lunda harcamamak ve Allah'ın farz kıldığı haklan yerine getirmektir.

Abdullah b.Abbas, İbn-i Cüreyc ve îbn-i zeyd, âyeti bu şekilde izah et­mişlerdir. Bunlara göre Allah'a isyan yolunda harcanan tek bir dirhem bile İsraf­tır. Allah yolunda harcanan herhangi bir miktar ise israf değildir, yerinde har­canmış bir maldır.

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise buradaki "İsraftan maksat, nafaka­da, haddi aşıp fazla harcamaya kaçmaktır. "Cimrilik"ten maksat ise nafakayı kı­sıtlamaktır. İkisinin arası İse orta yolu tutmaktır. Bunlara göre, nafakayı temin etmek durumunda olan kişi, kendileri için harcamada bulunduğu kimselere had­dinden fazla harcamada bulunarak israfa kaçmamalı, onların nafakalarını kısıt­layarak ta cimriliğe düşmemelidir. Taberi bu görüşü tercih etmektedir.

Bazı alimlere göre de âyette zikredilen "İsraftan maksat, başkasına ait olan malı haksız yere yemektir. [69]

 

68- Onlar, Allah'ın yanında bir başkasını ilah edinip ona kulluk et­mezler. Ölümü hak edenler dışında,1 Allah'ın kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, işlediği günahın cezasını görür.

Rahman olan Allah'ın kullan, Allah'tan başka herhangi bir şeyi ona ortak koşmazlar. Sadece Allah'a kulluk eder ve ona itaatta bulunurlar. Dinden dönme, evli iken zina etme ve haksız yere adam öldürme gibi, kişinin kanını helal kılan haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymaz­lar. Zina etmezler. Kim de Allah'a ortak koşarak veya Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana haksız yere kıyarak veya zina yaparak bu yasaklananlardan herhangi birini yapacak olursa, Allah'ın kendisine vereceği cezayı mutlaka göre­cektir.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Abdullah b.Mes'ud (r.a.) diyor ki:

"Ben Resulullah'tan: "Allah katında hangi günah daha büyüktür?" diye sordum veya ona böyle bir soru soruldu. Resulullah şöyle buyurdu: "Seni yarat­tığı halde Allah'a başkasını denk tutmandır." Dedim ki: "Ondan sonra hangisi­dir?" Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korktuğun için çocuğunu öldürmen-dir." buyurdu. "Sonra hangisidir?" dedim. Resulullah: "Komşunun hanımıyla zi­na etmendir." dedi.

Abdullah b.Mes'ud diyor ki: "Allah Teala bu âyet-i kerimeyi, Resulul-lah'm sözünü tasdik etmek için indirdi. [70]

 

69- Kıyamet günü azabı kat kat olur. O korkunç azabın içinde hor ve hakir bir halde ebediyyen kalır.

Yani, Allah'a ortak koşan, haksız yere bir Mümini öldüren ve zina yapa­nın, kıyamette cezası ağırlattırılır ve o kimse cehennemin azabında hor ve hakir olarak kalır ve oradan ebediyyen çıkamaz. [71]

 

70- Ancak tcvbc eden, imanında samimi kalıp, salih amel İşleyen bu­nun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Abdullah b.Abbas diyor ki:

"Bundan Önceki iki ayet inince, Mekkeliler: "Biz, Allah'a başkalarım denk tuttuk, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıydık ve hayasızlıklar yap­tık." dediler. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi ve "Tevbe edip imanın­da sabit kalan ve salih amel işleyenlerin cezaya çaptırmayacaklarını beyan etti. [72]

Abdullah b.Abbas dahil bir kısım âlimler hu ve bundan önceki âyetlerin Mekke'de nâziî olduklarını ve bu âyetlerin, iman etmeden önce bu günahları iş­leyip sonra tevbe edenleri bahse konu ettiğini, iman ettikten sonra, kasıtlı olarak bir mümini öldürenin tevbesinin ise kabul edilmeyeceğini söylemişler ve delil olarak bu âyetlerden daha sonra inen ve Medine'de nazil olduğunda ittifak edi­len Nisa Suresi'nin şu âyetini zikretmişlerdir: "Kim bir Mümini kasten öklürürse, onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [73]

Diğer bir kısım âlimler ise bu âyetle adı geçen Nisa Suresi'ndeki âyetlerin çelişmediklerini, bu itibarla bunların birbirlerini meshetmediklerini söylemişler­dir. Zira Nisa Suresi'ndeki âyet, bir Mümini kasıtlı olarak öldürdükten sonra tevbe etmeyeni beyan etmiş bu âyet ise tevbe eden kimseyi bahse konu etmiş­tir. Ayrıca başka âyetlerde de şöyle buy utulmaktadır. "Şüphesiz ki Allah, kendi­sine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışmdakini dilediği kimse için affeder. Kim allah'a ortak koşarsa şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur. [74]"Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında diledi­ğini bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düş-müştür. [75]Günah işlediği halde tevbe edip imanlı olarak ölen kişi için tevbe kapısının açık olduğunu beyan eden birçok sahih hadis bulunmaktadır.

Âyet-i kerimenin son bölümünde "..İşte Allah, onların kötülüklerini iyi­liklere çevirir.." Duyurulmaktadır. Bu ifade iki şekilde izah edilmiştir:

Birincisi şöyledir: Allah, şirk ve inkarcılıktan vazgeçip iman edenlerin, müşrikken işledikleri çirkin amellerini, mümin olduktan sonra işledikleri güzel amellere çevirir. Böylece onlar müşrik iken mümin olurlar, zina işlerken iffetli olurlar." Taberi de bu izah şeklini tercih etmiştir.

İkinci izah şekli ise şöyledir: Kulun daha önce işlediği kötü ameller, tev­be etmesi sayesinde kıyamet gününde iyi amellere dönüşecektir. Zira kul, her günah işlediğini hatırlayınca pişmanlık duyacak ve Allah'tan affını isteyecektir. Böylece kıyamet gününe vardığında aleyhine yazılmış olan günahların, iyilikle­re çevirildiğini Öğrenecektir." [76]

 

71- Kim tevbe edip salih amel işlerse, şüphesiz o, Allah'a hakkıyla yö­nelmiş olur.

Allah Teala bundan önceki âyette, Allah'a ortak koşan, Allah'ın haram kıldığı cana kıyan ve zina yapan kişilerin, tevbe etmeleri halinde atfedilebile­ceklerini beyan ettikten sonra bu âyet-i kerimede genel bir hüküm koyuyor ve her tevbe edip salih amel işleyenin, Allah'a tevbe etmiş ve ona yönelmiş olâcağım beyan ediyor. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan bağışlanmasnı dilerse, Allah'ı, mağfiret ve merhamet edici olarak bulur. [77]"Ey Muhammed, kullan­ma şöyle dediğimi söyle: "Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir. [78]

 

72- Ve yine rahman olan Allah'ın kulları, yalan yere şehadet etmez­ler. Boş söz veya çirkin bir davranışla karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip giderler.

Allah Teala bu âyet-i kerimede de salih amel işleyen kullarının sıfatla­rını zikretmektedir. Bu âyette geçen "Yalan yere şehadet etmezler." ifadesi, Dehhak ve İbn-i Zeyd tarafından "Allah'a ortak koşmazlar." şeklinde, Mücahid tarafından "Şarkı dinlemezler.", İbn-i Cüreyc tarafından "Yalan söylemezler." şeklinde izah edilmiştir. Taberi, kelimenin aslının "Bâtıl bir şeye şehadet etmez­ler." mânâsında olduğunu bu itibarla bu ifadenin bu izah şekillerinden hepsini kapsadığım söylemiştir.

Âyet-i kerimenin son bölümünde, rahman olan Allah'ın kullarının: "Boş söz veya çirkin bir davranışla karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip gide­cekleri." zikredilmektedir. Burada geçen boş söz ve çirkin davranıştan maksat, bazı müfessirlere göre, edepsizce söylenen sözlerdir. Bazılarına göre de, müş­riklerin tavır ve hareketleridir. Diğer bazılarına göre ise bunlar, bütün günahlar­dır. Taberi, âyet-i kerimenin, bütün bu görüşleri kapsadığını zikretmektedir. [79]

 

73- Onlar, kendilerine rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman o âyetler karşısında sağır ve kör gibi davranmazlar.

Rahman olan Allah'ın, salih kullarına, herhangi bir kimse tarafından Al­lah'ın varlığını güç ve kudretini gösteren delilleri hatırlatıldığı zaman onlar, görmeyen körler ve İşitmeyen sağırlar kesilmezler. Bilakis onların kalbleri uyanık­tır. Allah hakında zikredilenleri anlarlar, öğüt ve nasihatlarım dinlerler ve onla­rın doğrultusunda hareket ederler.

Müminlerin vasıflanın beyan eden başka bir âyette de şöyle buyurul-maktadır: "Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablerine güvenirler. [80]

 

74- Onlar: "Ey rabbimiz, bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan, göz­lerimizin aydınlığı olacak (Bizi memnun edecek) kimseler ihsan eyle. Bizi, takva sahiplerine Önder kıl." derler.

Gözleri aydın edecek ve rahman olan Allah'ın kullarını memnun edecek çocuk ve eşlerden maksat, Alah'm emirlerini tutan ve yasaklarından kaçınan ço­cuk ve eşlerdir. Zira bir mümin ancak öyle bir çocuk ve eşinden memnun olabi­lir. Ve yine mümin, öyle bir eşinin ve çocuğunun cehennemde yanmasını iste­mez.

Âyet-i kerimenin son bölümünde: "Sen bizi, takva sahiplerine önder kıl." buyurulmakadır. Rahman olan Allah'ın kullan, kendilerinden sonra gelecek olan evlatlarının da hak yolda kendilerine uymalarını ve hidayetten ayrılmamalarını istemişlerdir. Zira kişinin geride kalan çocuğunun kendisine dua etmesi, ölü­münden sonra işleyen üç amelden biridir. Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

"İnsanoğlu öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç amel müstesna. Devam eden sadaka, kendisinden faydalanılan ilim ve geride kalan ve kendisine dua eden salih evlat. [81]

 

75- İşte onlar, sabretmelerinin karşılığı olarak cennetin yüksek koşk-Icriyle mükâfatlandırılacaklardır. Onlar orada selam ve saygıyla karşılana­caklardır. [82]

 

76-  Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. O ne güzel bir karargâh, ne güzel bir mekândır.

Allah Teala bu âyetlerde, yukarıdan beri sıfatlarını beyan ettiği salih kullannm mükâfaatİanm zikretmektedir. O mükâfaatlar da cennetin yüce ma­kamlarına konmak, orada Melekler tarafından selamlanmak ve saygı gösteril­mek ve en güzel bir karargâh olan cennette ebedi olarak kalmaktır. Bu da mükâfatların en güzelidir. [83]

 

77- Ey Muhammcd, de ki: "İmanınız olmadıktan sonra rabiniz size niye değer versin? Siz ise, Peygamberlerin getirdiklerini yalanladınız. Bu sebeple azap yakanızı bırakmayacaktır.

Abdullah b.Mes'ud, Übey b.Kâ'b, Muhammed b.Kâ'b, Mücahid, Deh-hak Katade ve Süddî'ye göre "Azap yakanızı bırakmayacak." ifatlesindekı azap­tan maksat, müşriklerin, Bedir savaşında aldıklan mağlubiyet ve ölümlerdir.

Bazı âlimlere göre ise kâfirlerin yakasını bırakmayacak olan azap, öldü­rülmeleri veya ölmeleridir.

Hasan-ı Basrî'ye göre ise, müşriklerin yakasını bırakmayacak olan azap, âhirette görecekleri azaptır. [84]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/167-168.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/167-168.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/169.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/170.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/170.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/170-171.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/171.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/172.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/172.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/172.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/173

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/173.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/174.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/174.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/174.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/174-175.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/175.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/175.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/175-176.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/176.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/177.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/177-178.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/178.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/178.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/178.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/179.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/179.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/180.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/180.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/180.

[31] Fussilet suresi, âvel: 26

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/180-181.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/181.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/181.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/182.

[35] Buhari, K. Tevsiri et-Kur’an, Sure: 25, bab: 1/Müslim, K. el-Münafıkın, bab: 54, Hadis No 2866

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6182-183.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/183.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/183.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/183-184.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/184.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/184.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/185.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/185.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/185.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/186.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/186.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/186-187.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/187.

[48] Buharı, K. ed- Dâvût, bab: 7.16/Mltaliın. K.ez- Zikr, bab: 59, Hadis No 2711

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/187.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/188.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/188.

[52] Müslim K.Uİ-tınaın h. 125. Hadis No 71

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/188-189.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/189.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/189.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/189-190.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/190.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/190.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/191.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/191.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/191.

[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/192.

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/192-193.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/193.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/193-194

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/194.

[66] Tirmizi, K. el-Kıyame, bah: 42 I indis No 2485/tbn-i Mfice, K-el-İkame

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/195.

[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/195.

[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/195.

[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/196.

[70] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 25, bab:2/Tirmizî, K. Tefsir el- Kur'an sure: 25, bab: 1, Ha­dis No 3182,3183

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/196-197.

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/198.

[72] Bulıari, K. Tefsirel-Kur'an, sure, 25, bab: 3

[73] Nİsa Suresi âyet: 93

[74] Nisa Suresi âyet: 48

[75] Nisa Suresi âyet: 116

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/198-199.

[77] Nisa Suresi, âyet: 110

[78] Zümer Suresi, âyet: 39

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/199-200.

[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/200.

[80] Enfal Suresi, âyet: 2

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/200-201.

[81] Maslim,K.el-Va.sıyye,hab:13II;KİisNol631/I;bııD;1viKl,K. eİ-Vnsaya htıh: 14, Hadis No2880

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/201-202.

[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/202.

[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/202.

[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/203.