ŞUARÂ SÛRESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

Sûrenin Adı 2

Kelimelerin İzahı 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 8

Bir Nükte. 9

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 10

Kelimelerin İzahı 10

Âyetlerin Tefsiri 10

Edebî Sanatlar. 14

Bir Uyarı 14

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 16

Kelimelerin İzahı 16

Âyetlerin Tefsiri 16

Edebî Sanatlar. 22

Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti 23

Kelimelerin İzahı 23

Âyetlerin Tefsiri 23

Edebî Sanatlar. 26

Bir Nükte: I 27

Bir Uyarı 27

Bir Nükte: II 27


ŞUARÂ SÛRESİ

 

Mekke'de inmiştir. 227 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Şuarâ Sûresi Mekke'de inmiştir. Tevhîd, Allah'ı birleme, peygamber­lik ve öldükten sonra dirilme gibi, dinin esaslarını ele alır. Bu sûre, iman esasları yönüne Önem veren ve Mekke'de inmiş olan diğer sûrelere benzer. Bu mübarek sûre, Yüce Allah'ın, mahlûkât için bir hidâyet ve insanî has­talıklara şifâ veren bir ilaç olarak indirdiği Kur'an-ı Kerim konusuyla başlar. Müşriklerin, Kur'an karşısındaki tutumlarını anlatır. Kuşkusuz müş­rikler, âyetlerinin açıklığına ve delillerinin parlaklığına rağmen, inat ve ki-biıiirenden dolayı onu yalanlamış ve başka bir mucize istemişlerdir. Bun­dan sonra sûre, Allah'ın (c.c), İnsanlığın hidâyeti için göndermiş olduğu değerli peygamberlerden bir grubu anlatır. Önce Musa'nın (a.s.) zorba ve azgın Firavun ile olan kıssasını anlatır. Yüce Allah hakkında, bu ikisi ara­sında geçen konuşma ve cedeli nakleder. Allah'ın (c.c.) Musa'yı (a.s.) des­teklemek için ortaya koyduğu batılın belini kıran delilleri izah eder. Bu kıssada yeni halkalar anlatır, iman ile taşkınlık arasındaki korkunç farktan alınacak öğüt ve ibretleri açıklayarak sona erer.

Sonra sûre ibrahim'in (a.s.) kıssasını ve onun, putlara tapan kavmi ile babası karşısındaki tutumunu ele alır. İbrahim (a.s.), delilinin ve İfâde gücünün üstünlüğü sayesinde, onların, işitmeyen ve fayda sağlamayan şeylere ibâdet etmelerinin bâtıl olduğunu onlara apaçık göstermiş. Fayda ve zarar, öldürme ve diriltme kudret elide olan, âlemlerin Rabbi Allah'ın birliğini gösteren kesin deliller getirmiştir.

Daha sonra bu sûre takva sahipleriyle azgınlardan, mutlular ve mut­suzlardan ve kıyamet gününde, bu iki gruptan her birinin varacağı yerden bahseder.

Peygamberlerin kıssalarını Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb aleyhi-mu's-selâm olmak üzere arka arkaya anlattıktan ve peygamberleri yalan­layanlara yapılan muamele hususunda Allah'ın kanununu açıkladıktan son­ra, Kur'an-ı Kerim'in şanını yüceltme ve kaynağını açıklamaya yönelir: "Muhakkak o, âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir. Onu Rûhu'1-emîn, uyarıcı­lardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir."[1]

Son olarak bu sûre müşriklerin iftiralarına cevap verir. Onların iddialanna göre Kur'an, Şeytan'm indirdiği şeylerdendir. Sûrenin başı ile sonu en güzel bir şekilde birbirlerine uygun düşsün diye bu şekilde sona erdirilmiştir. [2]

 

Sûrenin Adı

 

Yüce Allah bu sûrede şâirlere dâir haberlerden bahsettiği için buna "Şuarâ Sûresi" adı verildi. Sûrede bu tür haberler, müşriklerin, "Muhammed bir şâirdir, getirdiği de şiir kabîlinden bîr şeydir" şeklindeki iddialarını reddetmek için gelmiştir. Yüce Allah şu sözleriyle, onların yalan ve iftira­larını reddetmiştir: "Şâirlere gelince, onlara da sapıklar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?" Böylece hak ortaya çıkmış ve görülmüştür. [3]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Tâ. Sîn. Mîtn.

2. Bunlar, apaçık Kitab'ııı âyetleridir.

3. Onlar iman etmiyorlar diye nerdeyse kendine kıyacaksın!

4. Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ister istemez ona boyun eğip itaat ederler.

5. Kendilerine, O Rahman olan çok esirgeyici Al­lah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüzçevirme-sinler.

6. Üstelik "yalandır" derler; alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.

7. Yeryüzüne bir bakmazlar mı! Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.

8. Şüphesiz bunlarda bir nişane vardır; ama çoğu iman etmezler.

9. Şüphe yok ki Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

10. 11. Hani Rabbin Musa'ya, "O zalimler güru­huna, Firavun'un kavmine git. Hâlâ sakınmayacaklar mı onlar?" diye seslenmişti.

12. Musa şöyle dedi: "Rabbim! Doğrusu beni ya­lanlayacaklarından korkuyorum.

13. Benim göğsüm daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.

14. Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum."

15. Allah buyurdu: "Hayır ikiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, işitmekteyiz.

16. "Haydi Firavun'a gidip deyin ki: "Gerçekten biz, alemlerin Rabbi'nin elçisiyiz;

17. İsraüoğullarmı bizimle beraber gönder."

18. Firavun dedi ki: "Biz seni çocukken hima­yemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?

19. Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörün birisin!"

20. Musa dedi ki: "Ben, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım."

21. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamber­lerden kıldı.

22. O nimet diye başıma kaktığın ise, İsrailoğulla-rıni kendine kul köle etmendir."

23. Firavun şöyle dedi: "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?"

24. Musa cevap verdi: "Eğer işin gerçeğini düşü­nüp anlayan kişiler olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir."

25. Firavun etrafında bulunanlara "İşitiyor musu­nuz?" dedi.

26. Musa dedi ki:  "O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir."

27. Firavun "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir!" dedi.

28. Musa devamla şunu söyledi "Şayet aklınızı kullansanız O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."

29. Firavun  "Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki  seni zindana kapatılmışlardan kılarım!" dedi.

30. Musa: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi.

31. Firavun "Doğru söyleyenlerden isen, haydi ge­tir onu!" dedi.

32. Bunun üzerine Musa asasını atıverdi; bir de ne görsünler, âsâ apaçık bir ejderhâ!

33. Elini de çıkardı; o da bakanlara bembeyaz gö­rünen bir şey oluverdi.

34. Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: dedi ki "Bu doğrusu apaçık bir sihirbaz!

35. Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"

36. Dediler ki: "Onu ve kardeşini eğle ve şehirle­re toplayıcılar gönder;

37. Ne kadar bilgili sihirbaz varsa sana getirsin­ler."

38. Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi.

39. Halka, "Siz de toplanıyor musunuz?

40. "Eğer üstün gelirlerse, belki de sihirbazlara uyarız" denildi.

41. Sihirbazlar  geldiklerinde Firavun'a,  "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, de­ğil mi?" dediler.

42. Firavun cevap verdi:  "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız."

43. Musa onlara, "Ne atacaksanız atın!" dedi.

44. Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz"  dediler.

45. Sonra Musa asasını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!

46. Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

47, 48. "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.

49. Firavun, dedi ki: Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Demekki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş O! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerini­zi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, hepinizi asa­cağım.

50. "Zararı yok,  biz Rabbi m ize döneceğiz.

51. Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umarız "dediler.

 

Kelimelerin İzahı

 

Bâhi'; Öldürücü, katil demektir. Kelimesi aslında, hayvan keserken enseye ulaşmak demektir. Bu, omuriliğin deliklerine işleyen bir kesiştir ki, kesmenin son noktasıdır. Fa'le, bir defa yapmak. Yutar.

Yalan söylüyorlar. Yalan manasına gelen  alınmıştır. Zararı yok. ve aynı anlamdadır. Cevherî şöyle der:  Ona zarar verdi'demektir. Geniş zaman mastarı gelir. Şair şöyle der: Sen değiştikten sonra, ananın ceylan veya eşek olması sana zarar vermez.[4]

Munkalibûn, dönenler.

Min hilafin, çaprazlama. Firavun, azaları çaprazlama yani sağ el ile sol ayağı keser. [5]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Tâ, Sîn, Mîm. Bu harfler, Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğuna ve onun, bu hecâ harflerinin benzerlerinden meydana geldiğine işarettir.[6] [7]

 

2. Bunlar, apaçık ve düşünenler için mucizeliği aşikar olan Kur'an'm âyetleridir. [8]

 

3. "Ey Muhammed! O kâfirler iman etme­dikleri için nerdeyse kendini öldüreceksin." Bu âyette, Rasululah (s.a.v.), onların iman etmemelerine üzülmemesi için teselli edilmektedir. [9]

 

4. Dileseydik, gökten, onları zorla imana getirecek bir mucize indirirdik. Onların boyunları zorla imana eğilmiş olurdu. Fakat bunu yapmıyoruz. Çünkü biz imanın zorla değil, ihtiyarî olmasını istiyoruz. Sâvî şöyle der: "Yani, onların iman etme­melerine üzülme. Biz onların iman etmelerini dileseydik, elbette, kalple­rine hakim olacak bir mucize indirirdik de zorla imana gelirlerdi. Fakat, ezelî ilmimizle, onların bedbaht olacağını biliyoruz. Öyleyse sen kendim yorma."[10]

 

5. O kâfirlere, Allah katından indiri­len, Kur'an veya vahiyden ne zaman peşpeşe inerek yeni bir şey gelirse,[11]  onu hemen yalanlar ve alay ederler, ondaki öğüt ve ibretleri düşünmezler. [12]

 

6. Onlar aşırı bir şekilde yalan­ladı ye  yüzçevirdiler. Yalanladıkları   ve   yüzçevirdikleri   şeyin   cezası başlarına gelecektir. Bundan sonra Yüce Allah hükümranlığının yüceliğine ve yarattıklarında birliğini ve gücünün sonsuzluğunu gösteren gücünün büyüklüğüne dikkat çekerek şöyle buyurdu. [13]

 

7. Yeryüzünde bulunan ha­rikalara bakmadılar mı? Biz orada, faydası ve menfaati çok, her türden beğenilen, güzel nice şeyler yarattık. Bu soru, ibret almamalarından dolayı kâfirleri kınamaktadır. [14]

 

8. İşte bu' her türlü bitkiyi bitirmede, Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren apaçık bir delil vardır. Fakat Allah'ın ezelî ilminde, onların çoğunun iman etmeyeceği malumdur. Bu apaçık de­lillere rağmen, onların çoğu inkârlarına devam edeceklerdir. [15]

 

9. Şüphesiz Yüce Allah her şeyden üstündür, em­rine karşı gelenlerden intikam  almaya gücü yeter. Yarattıklarına karşı merhametlidir. Zira, gücü  yettiği  halde  onları hemen  cezalandırmaz, mühlet tanır. Ebu'l-Âliyye şöyle der: "Emrine karşı çıkıp başkasına kulluk edenleri cezalandırmaya Allah'ın gücü yeter. Tevbe edip   kendisine dönenlere  karşı  da  çok  merhametlidir."  Fahreddin  er-Râzî  şöyle  der: "Âyette, Allah'ın azîz (güçlü) sıfatının rahîm (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki, Allah, onları cezalandırmaktan âciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen azîz sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur."[16]

 

10. Ey Peygamber! Kavminden seni yalanlayan ve yüzçevirenlere hatırlat. Hani Rabbin. peygamberi Musa'ya Tur Dağı'nın sağ tarafından seslenerek ona. Firavun ve kavminin ileri gelenlerine gitmesini emretmişti. Ona, inkar ve isyan etmek ve bir de İsrailoğullarının zayıflarını köle edinmekle kendilerine zulmeden o zalimlere git   demişti. [17]

 

11. Onlar, Firavun'un kavmidir. Bu terkip, açıklayıcı bir atıftır. Sanki o zalim kavim ile Firavun'un kavmi aynı şeydir. Allah'ın azabından korkmuyorlar mı? Bu âyet onların, zulüm ve haksızlıkta haddi aşmalarına şaşılması gerektiğini ifade etmektedir. [18]

 

12. Musa dedi ki:  "Ey Rabbim!  Ben gerçekten, peygamberlik hususunda beni yalanlamalarından korkuyorum. [19]

 

13. Beni yalanlamalarından dolayı göğsüm daralır  ve  peygamberlik  görevini  tam  olarak  yerine  getirmede  rahat konuşamam, Risaletini tebliğ hususunda bana yardımcı olması için Harun'a da elçilik görevi ver,   Tefsirciler şöyle der: Musa yardımcı istemek için üç özür beyan etti. Her biri bir öncekine bağlı olan bu özürler şunlardır: Yalanlanma korkusu, göğsün daralması ve rahat konuşamama. Yalanlanma, kalbin daralmasının, kalbin daralması da özellikle dilinde tutukluk olanlarda konuşma zorluğunun sebebidir. Nitekim âyet-i kerimede, Musa, kendisinde tutukluk bulunduğunu şöyle ifade etmiştir: "Dilimden şu düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar"[20]  Bundan sonra Musa bir başka Özür ilave ederek şöyle dedi. [21]

 

14. Firavun ve kavminin benimle bir dava­ları da vardır. Ben, onlardan bir Kıbtî'yi öldürmüştüm. Bu yüzden, beni öldürmelerinden korkuyorum. [22]

 

15. Yüce Allah ona dedi ki: "Hayır, onlar asla seni Öldüremİye-cekler. Kurtubî şöyle der: Bu kelime, Musa'yı böyle bir zandan vaz­geçirmek ve Yüce Allah'a güvenmesini emretmek için söylenmiştir. Yani, Allah'a güven, onlardan korkma. Çünkü onlar seni öldüremezler.[23]  Sen ve Harun, apaçık mucize ve delillerle gidiniz. Şüphesiz ben yardım ve zaferimle sizin yanınızdayım. Sizin söyleyecekle­rinizi de, onun size vereceği cevabı da işitirim.   Burada, "sizinle be­raberim" terkibinde zamir çoğul "kipinde olmakla birlikte, onunla "iki kişi" kastedilmiştir. Onlar Allah katında şerefli oldukları için, şereflerini daha da artırmak maksadıyle, o iki kişiye sanki çoğul kişilere hitap eder gibi hi­tap etmiştir."[24]

 

16. Azgın Firavun'a gidin. Ona deyin ki: Biz seni doğru yola çağırmak için Alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş iki elçiyiz. [25]

 

17. Esir tuttuğun ve köle muamelesi ettiğin İsrail oğullarını serbest bırak ta bizimle birlikte Filistin'e gelsinler. [26]

 

18. "Biz seni içimizde bir çocuk olarak büyütmedik mi?" Bu sözde hazif vardır. Mana bu hazf i göstermektedir. Takdiri şöyle­dir: Onlar Firavun'a gittiler. Allah'ın emrini tebliğ ettiler. O zaman Firavun Musa'ya şöyle dedi: "Biz seni evlerimizde küçük bir çocuk olarak yetiştir­medik mi" O, bu sözüyle, Musa'ya yaptığı iyiliği başına kakmak ve onu kü­çük düşürmek istedi. O, sanki şöyle diyordu: "Sen, bir çocuk olarak yetiş­tirdiğimiz ve kendisine iyilikte bulunduğumuz kimse değil misin? Bu iddia ettiğin şey de ne zaman oldu? Sen, aramızda yıllarca kalmadın mı? O zaman biz sana iyilik ediyor, seni gözetip kolluyorduk." Mukâtil: "Otuz yıl kaldı" der. [27]

 

19. "Seni yetiştirmemize karşılık sen, nimetimize nankörlük ederek ve bizden birini öldürerek bize karşılık vermedin mi?" Musa'nın (a.s.) yaptığı işin, "büyük bir iş" kelimesiyle ifade edilmesi, olayın korkunçluğunu ve durumun önemini ifade eder. Bundan maksat, Musa'nın (a.s:) kıbtîyi öldürmesidir. Sen, nimetlerimizi inkar ve iyiliklerimize karşı nankörlük edenlerdensin. İbn Abbas şöyle der: "Bu "nimetimi inkar edenlerdensin" demektir. Çünkü Firavun, Allah'ı inkarın ne olduğunu bilmiyordu."[28]

 

20. Musa dedi ki: "O işi ben, hata ile yaptım. Maksadım onu öldürmek değildi. Onu terbiye etmek istemiştim." Burada Musa (a.s.) ifadesiyle, doğru yoldan sapmayı kastetmemiştir. Çünkü o,küçüklüğünden itibaren masumdur. İbn Abbas şöyle der: "ben cahillerdendim" demektir. [29]

 

21. Bana, hak etmediğim cezayı vermenizden ve beni öldürmenizden korktuğum için, Medyen'e kaçtım. Yüce Allah bana peygamberlik ve hikmet verdi, beni sana peygamber olarak seçip gönderdi. İnanırsan kurtulur, inkar edersen yok olursun. [30]

 

22. Bana yaptığın iyiliği nasıl başıma kakarsın. Halbuki sen, kavmimi köle yaptın.[31]  Senin nimet diye saydığın bir işkenceden başka bir şey değildir. İbn Kesir şöyle der: "Bana yaptığın iyilik ve beni yetiştirmen,  İsrailoğullanna yaptığın kötülüğü karşılar mı?"[32]  Taberî de şöyle der:  "İsrailoğullarım köle edinmeni mi başıma kakıyorsun?"[33]

 

23. Firavun kibir ve gururla: "Âlemlerin Rabbi olduğunu iddia ettiğin de kim oluyor? Benden başka ilah mı var?" dedi. Çünkü o, yaratanı inkar ediyor ve kavmine şöyle diyordu: "Sizin, benden başka ilahınız olduğunu bilmiyorum"[34]

 

24. Musa dedi ki: "O, göklerin ve yerin yaratıcısı, hayat vermek ve öldürmek suretiyle oralarda tasarruf sahibi olan Allah'tır. Denizleri, çölleri, dağlan, ağaçları, bitkileri, meyveleri ve benze­ri bu güzel varlıkların hepsini yaratan O'dur. Eğer sizin inanan kalpleriniz ve gören gözleriniz varsa bu böyledir, bu apaçık bir şeydir." [35]

 

25. Firavun, kavminin, ileri gelenlerinden çevresinde bulunanlara, alaylı ve eğlenceli bir şekilde dedi ki: "Verdiği cevabı duymuyor ve durumuna şaşmıyor musunuz? Ben ona Allah'ın zatını soruyorum, o bana O'nun sıfatlarını söylüyor." Musa (a.s.), daha fazla açıklama yaparak ve daha fazla delil getirerek buna şöyle cevap verdi: [36]

 

26. Dedi ki: O, sizin de, sizden önceki atalannızın da yaratıcısıdır. Sizin varlığınız, güçlü ve hikmet sahibi Allah'ın varlığına bir delildir. Musa (a.s.) burada, genel tanıtımı bırakıp özel tanıtıma geçti. Çünkü kişinin kendisinde bulunan delil, dişardaki delilden daha yakın ve düşünüldüğünde daha açıktır: "Kendi içinizde de deliller vardır, görmüyor musunuz?"[37]  Bunu duyunca Firavun kızdı ve Musa'ya (a.s.) "deli" dedi. [38]

 

27. "Size gönderilen elçiniz mutlaka bir delidir" dedi. Firavun alay ederek, ona "elçi" dedi ve "bana gönderilen elçi" demekten kaçınarak, muhataplarına, "size gönderilen elçi" dedi. Ya­ni, bu peygamber, hiç kuşkusuz, akılsız delinin biridir. Ben ona bir şey so­ruyorum, o bana başka bir şeyin cevabını veriyor. Musa (a.s.), Firavun'un alay  etmesine  aldırış  etmedi.  İkinci  tanıtımdan daha  açık  bir şekilde üçüncü bir tanıtım yapmak suretiyle delilini pekiştirdi: [39]

 

28. "O, öyle bir Yüce Allah'tır ki, güneşi doğudan doğdurur, batıdan batırır." Bu, her gün görülen bir manzaradır. Akıllı da cahil de bunu gürür. Bunun içindir ki Yüce Allah, "eğer düşünürseniz" buyurdu. Yani, eğer aklınız varsa,    buna Alemlerin Rabbinden başka hiç kimsenin gücünün yetmiyeceğini anlarsınız. İşte bu, bâtılın belini kıran en etkili delillerdendir. Nitekim   İbrahim (a.s.) de Nem­rut'la yaptığı münazarada şöyle demişti: "İbrahim dedi ki: Allah güneşi doğudan doğdurur, sen de onu batıdan doğdur. Bunun üzerine, inkar eden o adam, şaşırıp kaldı"[40]  Firavun mağlup olup bu delil karşısında yıkılınca kaba kuvvet ve şiddetle tehdit yolunu tutarak üstünlük sağlamak istedi: [41]

 

29. "Eğer benden başkasını ilâh edinirsen, kesinlikle seni zindan- karanlıklarına atarım." Tefsirciler şöyle der: "Firavun'un zindanı, çok kötü idi. Kişiyi, yer altında bir yere tek başına hapsederdi. O kişi, Ölünceye kadar orada hiç kimseyi ne görebilir, ne de îşitebilirdi. Bundan dolayı, "seni mutlaka hapsedeceğim" demedi de, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım" dedi. Çünkü onun zindana atması, öldürmekten daha kötüydü. İbn Cüzeyy şöyle der: "Firavun, Allah'ı tanımadığını açıklayıp da, "Alemlerin Rabbi kim­dir?" deyince, Musa (a.s.): "Göklerin ve yerin Rabbidir" diyerek cevap ver­di. Bunun üzerine Firavun, onun bu cevabına şaşarak: "Duymuyor musu­nuz?" dedi. Musa da (a.s.), daha çok delil getirmek üzere: "Sizin de Rabbi-niz, önceki babalarınızın da Rabbidir" dedi. Çünkü insanın ve babalarının varlığı, akıllı kimseler katında delillerin en açığı ve hüccetlerin en büyüğü­dür. Çünkü insanların nefisleri, kendilerine en yakın olan şeylerdir. Dolayısıyle, bununla kendilerini yaratana ait bir varlığa delil getirirler. Bu de­lil üstün gelince, Firavun ondan yan çizdi, demogoji yaparak Musa'yı (a.s.) delilikle itham etti ve küçümseyip alay ederek bu görüşünü şöylece belirt­ti: "Size gönderilen bu elçiniz, mutlaka delidir". Musa (a.s.), buna ilave ol­arak bİT delil daha getirdi ve şöyle dedi: "O, doğunun ve batının Rabbidir". Çünkü güneşin doğup batması hiç kimsenin inkar edemeyeceği ve Allah'tan başkasına nisbet edemeyeceği açık bir delildir. Firavun bu delil karşısında çaresiz kalınca kaba kuvvete baş vurdu ve onu zindana atmakla tehdit etti. Musa (a.s.) ise, ona karşı mucizeyi delil getirdi ve onun imân etmesini umduğu için mucizeyi ona tatlı dille anlatarak şöyle dedi:[42]

 

30. Apaçık bir delil ve doğru olduğumu sana anlata­cak kesin bir hüccet getirsem de beni hapseder misin? [43]

 

31. Firavun: "Eğer iddianda doğru isen, söylediğin mucizeyi getir" dedi. [44]

 

32. Musa, âsâ attı. Bir de ne görsünler, o, son derece parlak, ayaklan, kocaman bir ağzı ve korkunç bir şekli olan büyük bir yılan. [45]

 

33. Elini cebinden çıkardı, bir de baktılar ki o, güneş gibi parlıyor. Nerdeyse gözlerin ışığım alacak ve ufku kapayacak şekilde parıltısı   var. [46]

 

34. Firavun, yanında bulunan, kavminin ileri gelenlerine dedi ki: Bu, şüphesiz büyük bir büyücüdür. Büyü sanatında beceriklidir. Firavun, gördüklerinden tesir altında kalırlar endişesiyle, Musa'nın (a.s.) gösterdiği mucizeye "sihir" demek suretiyle, onu kavminin gözünden saklamak istedi. [47]

 

35. O, bu büyük sihriyle sizin ülkenizi ele geçirmek istiyor. Ona ne yapmamı ister ve ne tavsiye edersi­niz? Firavun bu apaçık mucizeleri görünce, kavminin Musa'nın (a.s.) peşinden gitmesinden korktu ve daha önce zorbalık yapıp kendi fikir ve görüşünden başka  bir  şey  kabul etmezken,   şimdi   onlarla   istişareye başvurdu.[48]

 

36. Dediler ki: O ikisine yapacağını ertele. Her yerde bulunan büyücüleri toplayacak kimseleri, ülkenin dört bir yanına gönder. [49]

 

37. Onlar usta ve sihrin her çeşidini bilen bütün büyücüleri sana getirsinler. İbn Kesir şöyle der:   Bu şekilde insanların bir yerde toplanmaları,  Allah'ın mucize ve   delillerinin   onlar   tarafından gündüzün açıkça görülmesi   Musa'ya Allah'ın bir yardımıdır.[50]

 

38. Büyücüler, tayin edilen zamanda yani bayram günü kuşluk vaktinde toplandılar. Bu, hakkı üstün kılmak ve halkın huzurunda bâtılı yok etmek için Musa'nın (a.s.) tayin ettiği bir vakitti. Nite­kim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Musa, buluşma zamanınız bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vakti olsun dedi."[51]

 

39,40. insanlara denildi ki: "Çabuk toplanın da, Musa'ya galip geldikleri takdirde büyücüle­rin dinlerine uyalım."[52]

 

41. Büyücüler ge­lince, Firavun'a dediler ki: "Büyümüzle Musa'ya galip gelirsek bize bol mal ve mükâfat verecek misin?" [53]

 

42. Firavun onlara dedi ki: "Evet, size iste­diğinizi vereceğim. Sizi yakınlarımdan ve özel sohbet arkadaşlarımdan kılacağım. [54]

 

43. Musa onlara, "Atacağınızı, atın" dedi. Bu sözde, îcâz vardır. Sözün gelişi bunu göstermekte olup takdiri şöyledir: O zaman Musa'ya dediler ki  "Sen mi atacaksın, yoksa biz mi atalım?" Nitekim bu ifade A'râf sûresinde zikredilmiştir.[55]  Musa (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: "Atacağınızı atın". Yani, istediğinizi önce siz atın. Sizden korkmuyorum."Musa (a.s.), Allah'n kendisine yardım edeceğine güvendiği ve hakkı galip getireceğine inandığı için bunu söyledi. [56]

 

44. Büyücüler, ellerinde bulunan ip ve asaları attılar ve atarken, "Firavun'un yüceliğine ve salta­natına yemin ederiz ki, biz mutlaka Musa'yı yeneceğiz" dediler. [57]

 

45. Arkasından da Musa, asasını attı. O hemen, büyük bir yılana dönüştü. Bir de baktılar ki, onların sihir diye uydurup insanlara koşan yılanlar diye gösterdikleri ip ve sopaları yutuyor. Yüce Allah onların attıkları şeylerin tamamen uydurma olduğunu ifade et­mek için, onlara "uydurdukları şeyler" dedi. [58]

 

46. Büyücüler apaçık delili ve engin mucizeyi gördükten sonra Alemlerin Rabbi olan Allah'a secdeye kapandılar.[59]

 

47,48. Secde ederken dediler ki: "Musa ve Harun'un, bizi çağırdığı azîz ve yüce olan Allah'a inandık" Taberî şöyle der: "Büyücüler, Musa'nın kendilerine getirdiği şeyin bir sihir ol­mayıp gerçek olduğunu ve bunu gökleri ve yeri yaratan Allah'tan başka hiç kimsenin yapamıyacağmı anlayınca, Yüce Allah'a boyun eğerek, yüzüstü ona secdeye kapandılar. Secde ederken şöyle dediler: "Biz, Firavun ve adamlarının değil, Musa'nın, bizi kendisine ibadete çağırdığı  Âlemlerin Rabbi olan Allah'a iman ettik."[60]

 

49. Firavun büyücülere dedi ki: Benden izin almadan Musa'ya iman mı ettiniz? Şüphesiz o, öğrendiğiniz ve davasını galip getirmek üzere anlaştığınız başkanınızdır. "Firavun böyle diyerek kavminin zihnini karıştırmak istedi ki, onlar, sihir­bazların bilerek ve hakkı görerek iman ettiklerine inanmasınlar. İbn Kesir şöyle der: "Bu,  bâtıl olduğunu herkesin bildiği bir inatçılıktır. Çünkü büyücüler o günden önce Musa ile bir araya gelmemişlerdi. Öyleyse, nasıl olur da büyü sanatını onlara öğretmiş olan büyükleri olabilirdi? Akıllı bir kimse bunu söylemez."[61] Sonra onları şöyle tehdit etti: Sizi cezalandırırken, ona iman etmenin vebalinin ne olduğunu göreceksiniz. Her birinizin sağ elini ve sol ayağını ke­seceğim. Ve her birinizi mutlaka bir ağaca asacak ve Ölünceye kadar Öyle bırakacağım. [62]

 

50. Sihirbazlar şöyle dedi: "Tehdit ettiğin şeyin başımıza gelmesin de bizim için bir zarar yok. Biz ona aldırmayız. Çünkü biz, Rabbimizin bağışlamasını umarak O'na döneceğiz. [63]

 

51. Şüphesiz biz, iman etmeden önceki günahlarımızı Allah'ın bağışlayacağım ve bu günahlar sebebiyle bizi ceza­landırmayacağını umuyoruz. Musa'ya inananların ilki olduğumuz ve kavmimizden önce iman ettiğimiz için, Rabbimizin bizi affedeceğini ümit ediyoruz." [64]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağı­da özetliyoruz:

1. "Boyunları ona eğilir" cümlesinde güzel bir kinaye vardır. Yüce Allah, bu sözüyle, daha önce izzetli ve şerefli iken on­lara gelen zillet ve horluğu kinaye etti.

2. "Alay edip durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir" cümlesi tehdit ve korkutma ifade eder.

3. "Arza bakmadılar mı?" cümlesi kınama ifade eder. Bu soru, ibret gözüyle bakmadıklarından dolayı onları kınamak için sorulmuştur.

4. "Göğsüm daralır" ile, "konuşamam". arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

5. "Elçi" ile "gönderdi" arasında cinâs-ı iştikak vardır.

6. "yaptın" ile işini arasında cinâs-ı nakıs vardır. Çünkü harfleri aynı   harekeleri  farklıdır. Dolayısıyla cinâs-ı nakıs olmuştur.

7. "Seni içmizde bir çocuk olarak büyütmedik mi? dedi" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Bu hazfi sözün akışı göstermek­te olup takdiri şöyledir: Firavun'a gittiler ve ona bunları söylediler. O da Musa'ya (a.s.), "seni biz büyütmedik mi?" dedi. Aynı şekilde "Harun'a da peygamberlik ver" cümlesinde îcâz vardır. Zemahşerî şöyle der:   Bunun aslı şudur: Harun'a da Cebrail'i gönder, onu da peygam­ber yap, onunla beni kuvvetlendir ve destekle. Burada Yüce Allah çok güzel bir kısaltma yapmıştır.[65]

8. "işitmiyor musunuz? sorusu muhatabı hayrete sevketme kipidir.

9. "Size gönderilmiş olan bu elçiniz mut­laka delidir!" cümlesi, te'kîd edatı olan ve ile te'kid edilmişdir. Çünkü muhatap tereddütlüdür. Aynı şekilde, münazaranın başında sihirbaz­ların söylemiş oldukları Elbette biz galip geleceğiz biz!" cümlesi de ve edatlarıyla pekiştirilmiştir. Bu, beyân ilmi sanatlanndandır.

10. "doğu" kelimesi ile "batı" kelimesi arasında tibâk sa­natı vardır. Sonra âyet sonlarındaki uygunlukta çok güzel bir seci' sanatı meydana getirmektedir. [66]

 

Bir Nükte

 

Eğer denilirse, Musa (a.s.) nasıl münazaranın başında Firavun ve kavmine "Eğer gerçeğe inanan kimseler iseniz" dedi. Daha sonra da "Eğer aklınız ererse" dedi? cevap: Musa (a.s.) önce onların iman edeceklerini umduğu için onlara yumuşak ve iyi davrandı. On­ların inat ve demegojilerini görünce sözüyle onları kınadı. Bunu Firavunun " Size gönderilmiş olan elçiniz mutlaka delidir" sözüne karşılık söyledi. Musa bu sözüyle hikmet yolunu tutmuş oldu. [67]

 

52. Musa'ya "Kullarımı geceleyin yola çıkar; çün­kü takip edileceksiniz " diye vahyettik.

53. Firavun da şehirlere asker toplayıcılar gön­derdi:

54. "Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır.

55. Kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir.

56. Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaa­tız " diyordu.

57,58. Ama biz onları, bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve güzel evlerden çıkardık.

59. Böylece, bunlara İsrailoğullarım mirasçı yap­tık.

60. Derken, Firavun ve adamları gün doğumunda onların ardına düştüler.

61. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları "İşte, yakalandık!" dediler.

62. Musa,  "Asla!.  Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir " dedi.

63. Bunun üzerine Musa'ya "Âsân ile denize vur!" diye vahyettik. O derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu.

64. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

65. Musa  ve  beraberinde  bulunanların  hepsini kurtardık.

66. Sonra ötekilerini suda boğduk.

67. Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.

68. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galiip ve engin merhamet sahibidir.

69. Onlara İbrahim'in haberini de anlat.

70. Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsu­nuz?" demişti.

71. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz "diye cevap vermişlerdi.

72. İbrahim dedi ki: "Peki,   yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?

73. Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?"

74. Şöyle cevap   verdiler: "Hayır, ama biz babala­rımızı böyle yapar bulduk."

75. 76. İbrahim dedi ki: "İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı düşündünüz mü?"

77. "İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak alemlerin Rabbi benim dostumdur;"

78. " Beni yaratan da, bana doğru yolu gösteren de O'dur."

79. "Beni yediren, içiren O'dur."

80. "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur."

81. "Benim canımı alacak, sonra diriltecek de O'­dur."

82. "Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını um­duğum O'dur."

83. "Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler züm­resine kat."

84. "Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anıl­mayı nasip eyle!"

85. "Beni, Naim cennetinin varislerinden kıl.

86. Babamı da bağışla çünkü o sapıtanlardandir.

87. İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup et­me;

88. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.

89. Ancak Allah'a temiz bir kalble gelenler o gün­de fayda bulur."

90. O gün cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır.

91. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.

92,93. Onlara Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?" denilir.

94, 95. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan tepetaklak oraya atılırlar.

96. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:

97. "Vallahi, biz gerçekten  apaçık bir sapıklık içindeymişiz.

98. Çünkü biz sizi Alemlerin Rabbi ile eşit tutu­yorduk.

99. Bizi, ancak bu günahkarlar saptırdı.

100. 101. Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostunuz.

102. Ah keşke bizim için bir dönüş daha olsa da, mü'minlerden olsak!"

103. Bunda elbet büyük bir ders vardır; ama çok­ları iman etmezler.

104. Şüphesiz Rabbin, işte o, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, bu sûrede yedi kıssa anlattı. I. Musa ile.Hz. Harun'un kıssası. 2. İbrahim'in kıssası. 3. Nuh'un kıssası 4. Hûd'un kıssası, 5. Salih'in kıssası, 6. Lût'un kıssası, 7. Şuayb'ın kıssası (aleyhimu's-selâm). Bu kıssaların tümü, müş­riklerden çektiklerine karşı Rasulullah (s.a.v.)'i teselli etmek için anlatılmıştır. Bu mübarek âyetler Musa (a.s)'in kıssasını anlatmaya devam etmektedir. [68]

 

Kelimelerin İzahı

 

Geceleyin götür. Geceleyin yürümek manasına gelen mas­tarından alınmıştır. Gündüzleyin yürüyen kimse için fiili kullanılmaz. Bu fiil, husûsî olarak, geceleyin yürümek için kullanılır.

Şirzime, az ve zayıf topluluk demektir. Çoğulu dir. Cev­heri şöyle der: "Şirzime, insanlardan bir grup, bir bütünden bir parça de­mektir. Bez parçalarına denir."[69]

Yaklaştırdık. Cennet, takva sahipleri için yak­laştırıldı"[70]   âyetinde de bu manada kullanılmıştır. Şair şöyle der:

Geçen hergün veya geçen hergece canlar ecellerine yaklaşmaktadır.[71]

Tepe taklak atıldılar. Bir kimse bir şeyin altını üstüne çevirdiğinde denilir. İbn Atiyye şöyle der: "Bu fiil, nin muzaafı olup, nın muzaafı" "öttü" gibidir. Bu, cumhurun görüşü­dür. Zemahşerî de şöyle der: kelimesinin tekrarlı şeklidir. Laf­zın tekrarı, mananın tekrarının delili kılınmıştır. Sanki kişi cehenneme atıl­dığında tekrar tekrar altı üstüne dönerek yuvarlanır. Nihayet cehennemin dibinde karar kılar."[72]

Hamım, tasa ve kıvanç ortağı olan samimi dost. "Kerre," tekrar dönmek demektir. [73]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

52. Musa'ya vahyedip İsrailoğullanm gece­leyin deniz tarafına götürmesini emrettik. Kurtubî şöyle der: "İsrailoğulları Musa'ya iman ettikleri için Allah onlara "kullarım" dedi. Ve Musa (a.s)'a onları geceleyin çıkarmasını emretti."[74] Firavun ve kavmi sizi Mısır'a geri döndürüp öldürmek için arkanızdan geleceklerdir. [75]

 

53. Firavun, onların gittiklerini haber alınca onları takip etmek için şehirlere adamlar gönderip kendisi için bir ordunun to­planmasını emretti ve onlara: [76]

 

54. Şüphesiz bunlar az bir gruptur. Taberî şöyle der: İsrailoğulları altıyüzyetmiş bin kişiydi.[77] Fakat Firavun ordusunun çokluğuna nisbetle onları az saydı. [78]

 

55. Onlar bizi kızdıracak ve canımızı sıkacak işler yapıyorlar. [79]

 

56. "Şüphesiz biz uyanık ve dikkatli bir topluluğuz. Uyanıklık, tedbirli olmak ve işleri sağlam yapmak bizim adetimizdir." Ze-mahşerî şöyle der: "Bunlar, Firavunun, güç ve kuvvetinin kırılacağı sanıl­masın diye kavmine karşı ileri sürdüğü mazeretlerdir." [80]

 

57. Firavun ve kavmini kendilerine ait bağ­lardan ve akan ırmaklardan çıkardık. [81]

 

58. Onları biriktirmiş oldukları altın ve gümüşlerden, güzel evler ve değerli tahtlarından uzaklaştırdık. [82]

 

59. İşte bu anlattığımız şekilde onları çıkar­dık ve boğduktan sonra da yurtlarına ve mallarına Israüoğullannı vâris kıldık. [83]

 

60. Güneş doğarken onlara yetiştiler. [84]

 

61. Her iki grup yani Musa'nın grubu ile Firavun'un grubu birbirlerini görünce Musa'nın kavmi dedi ki: Firavun ve ordusu bize yetişiyor, bizi öldürecekler.[85]  Onlar, önlerinde de­nizi, arkalarında Firavun ve ordusunu görüp kötü düşünceye kapıldıklarında böyle söylediler. [86]

 

62. Musa, "hayır" dedi. "Onlar asla size yetişemeyecekler. Böyle sözler söylemekten sakının,  Şüphesiz Rabbim, koru­ması ve zaferiyle benimle beraberdir ve bana kurtuluş yolunu gösterecektir. Râzî şöyle der: Musa, kavminin maneviyatını iki şeyle kuvvetlendirdi. Biri, Rabbinin kendisiyle beraber olduğunu söylemesi; Bu, zafer ve yardım garantisini gösterir. İkincisi ise "Rabbim bana kurtuluş yolunu gösterecek­tir" sözüdür. Yüce Allah ona kurtuluş yolunu, düşmanlarının da helak olaca­ğım gösterdiğinde en büyük zafere ulaşmış oldu.[87]

 

63. Musa'ya vahyedip âsâsım denize vurmasını emrettik, jjlüü Oda vurdu ve deniz yarıldı. Denizin her bölümü sabit ve yüksek bir dağ haline geldi. İbn Abbas şöyle der: "İsrailoğullarından her kabîleye bir yol olmak üzere denizde on iki yol açıldı."[88]

 

64. Firavun ve ordusunu da oraya yaklaştırdık. Nihayet Israiloğulları denize girince peşlerinden onlar da girdiler.[89]

 

65. Musa ile beraberindeki bütün mü'minleri kurtardık. [90]

 

66. Sonra da Firavun ve kavmini boğduk. Tefsirciler şöyle der: Deniz yarılınca Allah, Musa ve kavmi için yolları kupkuru hale getirdi. On iki yol açılmıış, yollar arasında sular büyük dağ gibi durmuştu. Musa'nın kavmi denizden çıkıp, Firavun'un kavmi de tamamen girince Yüce Allah denize onların üzerine kapanmasını emretti. Böylece onlar de­nizde boğuldular. Musa'nın kavminden bazıları "Firavun boğulmadı" dedi­ler. Bunun üzerine Firavun'un cesedi deniz kıyısına atıldı da İsrâiloğullan onu gördüler. [91]

 

67. Firavun ve kavminin boğdurulmasında Allah'ın, dost­larını kurtaracağına ve düşmanlarını helak edeceğine dair büyük bir ibret vardır. Bu büyük mucizenin görülmesine rağmen insan­ların çoğu iman etmez. Burada Rasulullah (s.a.v.) için bir teselli, ona isyan edenler için de bir tehdit vardır. [92]

 

68. Şüphesiz Rabbin, düşmanlarından intikam alan, dostlarına da merhamet edendir. [93]

 

69. Bu âyet, İbrahim'in (a.s.) kıssasının başlangıcı­dır. Buyuruluyor ki: "Ey Peygamber! Onlara İbrahim'in o önemli haberini ve o büyük olayı anlat."[94]

 

70.  Hatırla ki o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz!?" demişti. İbrahim onların putlara taptıklarını bildiği halde faydasız şeylere tapmalarından dolayı beyinsizliklerini anlatmak ve aleyh­lerine delil getirmek için bu soruyu sordu. [95]

 

71. Dediler ki: "Putlara tapıyoruz ve bunla­ra tapmaya devam edeceğiz bırakmayacağız." Bunu sevinç ve iftiharla söylediler. Zira "putlara tapıyoruz" demeleri onlar için yeterli bir cevaptı. Fakat onlar, yaptığına övünen kimse gibi daha fazlasını anlattılar. [96]

 

72. İbrahim kınamak ve ayıplamak üzere: "Dua ederek onlara sığındığınızda duanızı işitiyorlar mı?" diye sordu.[97]

 

73. Veya sizin için herhangi bir menfaat sağlıyorlar mı? Ya da herhangi bir zararı sizden savıyorlar mı?" dedi. [98]

 

74. Dediler ki: "Hayır, ama babalarımızın onlara taptıklarını gördük, dolayısıyla biz de onlar gibi yapıyoruz." Ebussuûd şöyle der: "Putperestler, putların bir kez dahi olsa fayda ve zarar veremeye­ceklerini itiraf ettiler ve gerçeği söylemeye mecbur kaldılar ki o da putperestlerin taklitten başka bir dayanaklarını  olmayışıdır."[99]  Bu ise delilsiz kaldıklarının belirtilerindendir. [100]

 

75,76. İbrahim (a.s) dedi ki: "Sizin ve Önceki babalarınızın Allah'ı bırakarak kendilerine taptığınız bu putların ne olduğunu şimdi gördünüz mü? [101]

 

77. Bu putlar benim düşmanmıdır, bunlara tap­mam. Bilakis Alemlerin Rabbi olan Allah'a ibâdet ederim. O, dünyada da âhircüe de benim dostumdur." İbrahim (a.s.) onlara tariz yapmak için putla­ra düşmanlığı kendisine isnad etti. Nasihâtta bu üslup açıkça anlatmaktan daha etkilidir. [102]

 

78. "Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren, bu putlar değil Allah'dır. [103]

 

79. O Yüce Allah, beni yediren ve içirendir. O, yaratıcı ve nzık vericidir. Yağmur dolu bulutlar göndererek yağmur yağdı­rır ve bu yağmurla, kullarına nzık olsun diye çeşit çeşit meyveler çıkarır. [104]

 

80. Hastalandığımda, bana ondan başka hiç kimse şifa veremez." İbrahim (a.s),   hastalığı kendine isnat ederek, Ben hastalandığımda şifayı da Allah'a nisbet ederek, "O bana şifâ ve­rir" dedi. Böyle demesi ancak edebe uygun hareket etmek içindi. Yoksa, has­talık da şifâ da Allah'tandır. Böyle demekle, edepli bir şekilde konuşmuş­tur. [105]

 

81. "Hayat veren ve öldüren O'dur. Buna, O'ndan başka hiç kimsenin gücü yetmez. Beni dilediği zaman öldürür, öldürdükten sonra da dilediği zaman tekrar diriltir. [106]

 

82. O'nun geniş rahmetine güvenerek, kulların, yaptıklarının karşılığını göreceği o hesap ve ceza gününde, günahımı bağışlayacağını umuyorum." Bu âyet, ümmete, günahlarından tevbe ve hatalarını ikrar etmelerini öğretmektedir. [107]

 

83. Rabbim! Bana ilim ve anlayış ver. Beni iyi kullarının zümresine kat. [108]

 

84. Benden sonra gelecek olanlar arasında güzel bir şekilde övülmeyi ve anılmayı bana nasip et ki öyle anılayım ve bana uyulsun.[109]  İbn Abbas şöyle der: "Bu, bütün milletlerin onun yolunda toplanmalarıdır. Her millet ona sarılır ve onu yüceltir." [110]

 

85. "Beni, âhirette ebedîlik cennetlerinin mirasma hak kazanan mutlu kişilerden eyle. [111]

 

86. Babamı bağışla ve ona iman nasip et. Çünkü o, doğru yolu şaşıranlardandır." Sâvî şöyle der:  "Yüce Allah, babasının bağışlanması dışında, onun bütün dualarını kabul etmiştir."[112]  Kurtubî de şöyle der:  "İbrahim, babası inanacağına dair söz verdiği için, Allah'tan onun bağışlanmasını istedi. Babasının imana gelmeyeceğini anlayınca ondan uzaklaştı."[113]

 

87. "Yaratıkiarm; yaptıklarının hesabını vermek için  dirîltilecekleri  gün  beni  hor ve  zelil kılma."  Bu,  İbrahim   (a.s)'in Allah'ın yüceliği ve büyüklüğü karşısında gösterdiği bir tevazudur. Yoksa Yüce Allah onu, "İbrahim, bir önder idi"[114]  diyerek övmüştür. [115]

 

88. O zor günde, hiç kimseye ne mal ne de evlat bir fayda verir. [116]

 

89. Ancak âhiretle, tertemiz, şirk, nifak, haset ve kinden arınmış bir kalple Rableri huzuruna gelenler hariç. Burada, İbrahim (a.s.)'in yaptığı dualar sona ermektedir. Bundan sonra Yüce Allah şöyle bu­yurur: [117]

 

90. O gün cennet, içine girmeleri için takva sahiple­rine yaklaştırılır. Taberi der ki: "Bu takva sahipleri, dünyada iken Allah'a itaat ederek onun azabından sakınanlardır."[118]

 

91. Cehennem de sapık suçlulara o şekilde gösterilir ki, onu önlerinde apaçık, gözleriyle görürler. Mü'minler cenneti görürler ve bunun neticesinde yüzleri aydın ve sevinçli olurlar. Azgınlar da cehennemi gördükleri için keder ve üzüntüye kapılırlar. [119]

 

92, 93. O sapıklara kınama ve azarlama yoluyla şöyle denir: Allah'ı bırakıp da ilâh diye taptığınız putlar nerde? Sizi Allah'ın azabından kurtarabiliyor veya bu azabı kendilerinden savabiliyorlar mı? Bütün bu sözler hep azarlama ifade eder. [120]

 

94. Artık onlar ve azgınlar yani putlar, müşrikler, tapanlar ve tapılanlar, başları üzerine cehenneme atılırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Siz ve Allah'ı bırakıp da taptığınız şeyler cehennem odunudur"[121]  Mücâhid: "Onlar cehenneme atılır" der. Kurtubî de şöyle der: Yüzüstü kapaklanarak birbirlerinin üstüne atılırlar"[122]

 

95. İblis'in, insan ve cinlerden oluşan orduları da, toptan tepe taklak cehenneme atılır. [123]

 

96. Cehennemde, birbirleriyle çekişerek, tapanlar taptıklarına şöyle derler: [124]

 

97. Vallahi biz, gerçekten, apaçık ve haktan uzak bir sapıklık içindeydik. [125]

 

98. Çünkü o zaman, Âlemlerin Rabbiyle birlikte size ibadet ediyor ve ibadete layık olma hususunda sizi onunla bir tutuyor­duk. [126]

 

99. Bizi doğru yoldan saptıran, bize küfrü ve isyanı güzel gösteren o reislerden ve İleri gelenlerden başkası değildi. [127]

 

100. Artık, bu günün dehşetinden bizi kurtaracak bir şefaatçimiz yok. [128]

 

101. Bizi Allah'ın azabından kurtaracak gerçek ve can­dan seven bir dostumuz da yok. [129]

 

102. Ah, tekrar dünyaya dönebilsek de Allah'a inansak, iyi ameller işlesek ve Rabbimize itaat etsek. [130]

 

103. İbrahim (a.s.) ve kavmi hakkında anlatılan bu kıssada akıl sahiplerinin alacağı bir ders vardır. Oysa, senin İslama çağırdığın o müşriklerin çoğu iman etmediler. [131]

 

104. Şüphesiz senin Rabbin, düşmanlarından in­tikam alıcı, dostlarına merhamet edicidir. [132]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu  mübarek  âyetler birçok  edebî  sanatı  kapsamaktadır.  Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Derhal yarıldı" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Takdi­ri: Denize vurdu, o da derhal yarıldı, şeklindedir.

2. "Koca bir dağ gibi" terkibinde mürsel mücmel teşbih vardır. "Yere iyice oturmak ve öyle kalmak hususunda dağ gibi oldu" de­mektir. Teşbih edatı söylenmiş teşbih yönü söylenmemiştir.

3. "Veya size fayda verirler mi?" ile, "yahut size bir zararları olur mu? arasında tıbak vardır. Aynı şekilde " ^^ beni öldürür" ile beni diriltir" arasında da tıbak vardır.

4. "Hastalandığımda o bana şifa verir"   cümlesinde edebe uyulmuştur. Zira İbrahim (a.s.), Allah'a karşı edepli davranarak, "Allah beni hasta yaptığı zaman dememiş, hastalığı kendine isnat etmiştir. Zira her ne kadar, hastalık ve şifa Allah'tan da olsa, edepli dav­ranmış olmak için, Allah'a kötülük nisbet edilmez.

5. "Bana iyi bir anılma nasip et" cümlesinde lâtif bir istiare vardır. Yüce Allah "lisan" kelimesini, iyi anılma ve övülme için müsteâr olarak kullanmıştır. Bu, en lâtif istiarelerdendir.

6. Mutlu kişiler hakkında söylenen, "cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır" cümlesine karşılık, cehennem, azgınlara gösterilir" denilmek suretiyle güzel bir mukabele yapılmıştır.

7. ve gibi lafızlarda, âyet sonlarındaki fasılalara uyulmuştur. Bu, beyânın güzelliğini artıran güzel seci'dendir. [133]

 

Bir Uyarı

 

Rivayete göre İbrahim (a.s), babasının yüzü toz toprak içinde olduğu halde kıyamet günü ona rastlayacak ve şöyle diyecek: "Ben sana, bana karşı çıkma, demedim mi? "Babası: "Bugün sana isyan etmeyeceğim" di­yecek. O zaman İbrahim (a.s): "Ey Rabbim! Sen, insanların diriltileceği gün beni rezil etmeyeceğine söz vermiştin. Allah'ın rahmetinden uzak­laştırılmış şu babamın durumundan daha rezil ne vardır?" der. Yüce Allah, "Ben, cennetimi kafirlere haram kıldım" diyerek: "Ey İbrahim! Ayağının altına bak" buyurur. İbrahim(a.s) bakar, bir de ne görsün, leş gibi pis erkek sırtlan. Daha sonra bu sırtlan, ayaklarından tutulup cehenneme atılır.[134]

 

105. Nuh kavmi de peygamberleri yalanladılar.

106. Kardeşleri Nuh onlara "Sakınmaz mısınız?

107. Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

108. Artık  Allah'a  karşı  gelmekten  sakının  ve bana itaat edin.

109. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak Âlemlerin Rabbi Allah'tır.

110. Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin" dediğinde.

111. Kavmi şöyle cevap verdi: "Sana âdi kimseler tabi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç?!"

112. Nuh dedi ki: "Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.

113. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşü­nürseniz (anlarsınız).

114. Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.

115. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

116. Dediler ki: "Ey Nuh! vazgeçmezsen, iyi bilki, taşlanmışlardan olacaksın!"

117. Nuh dedi ki: "Rabbim! Kavmim beni yalanla­dı.

118. Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki mü'minleri kurtar."

119. Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde kurtardık.

120. Sonra da, geri kalanları suda boğduk.

121. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

122. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve en­gin merhamet sahibidir.

123. Âd kavmi de peygamberleri yalanladılar.

124. Kardeşlen Hûd: "Sakınmaz mısınız?

125. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

126. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve ba­na itaat edin.

127. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan, ancak Âlemlerin Rab­bi Allah'tır.

128. Siz her yüksek yere, bir alâmet dikerek eğle­niyor musunuz?

129. Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?

130. Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalı­yorsunuz?

131. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

132. 133, 134. Bildiğiniz şeyleri size veren, size da­varlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden Allah'a karşı gelmekten sakının.

135. Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir gü­nün azabından endîşe ediyorum." dediğinde,

136. Onlar şöyle dediler: "Sen öğüt versen de, ver­mesen de bizce birdir...

137. Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.

138. Biz azaba uğratılacak da değiliz."

139. Böylece onu yalanladılar; biz de kendilerini helak ettik. Doğrusu bunda, büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.

140. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve en­gin merhamet sahibidir.

141. Semûd da peygamberleri yalanladı.

142. Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti:"  Sa­kınmaz mısınız?

143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

144.  Artık  Allah'a  karşı  gelmekten  sakının   ve bana itaat edin.

145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak Âlemlerin Rabbi'ne aittir.

146. 147, 148. Siz burada, bahçelerin, pınarların içinde;   ekinlerin,   salkımları   sarkmış   hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız?

149. Dağlardan, şımararak evler yontuyorsunuz.

150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

151. 152. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın."

153. Dediler ki: "Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!

154. Sen de, ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize ge­tir."

155. Salih "İşte mucize bu dişi devedir, onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da si­zin" dedi.

156. "Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi bü­yük bir günün azabı yakalayiverir."

157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama piş­man da oldular.

158. Bunun üzerine onları azap yakaladı, doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmez­ler.

159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve en­gin merhamet sahibidir.

160. Lut kavmi de, peygamberleri yalanladı.

161. Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: sakın­maz mısınız?"

162. "Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."

163. "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve ba­na itaat edin."

164. "Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benin mükafatım ancak alemlerin Rabbi Allah'a ait­tir."

165. 166. "Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerini­zi bırakıp da, insanlar içinde erkeklere mi yaklaşıyor­sunuz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz!"

167. Onlar şöyle dediler: "Ey Lut! vazgeçmezsen, iyi bilki, sürgün edilmişlerden olacaksın!"

168. Lut, "Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden nefret edicilerdenim."

169. "Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapa geldik­lerinden kurtar."

170. Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kur­tardık.

171. Ancak azapta kalanlar arasında bulunan bir kocakırıyı kurtarmadık.

172. Sonra, diğerlerini helak ettik.

173. Üzerlerine de yağmur yağdırdık. Uyarılanla­rın yağmuru ne de kötü.

174. Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.

175. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve en­gin merhamet sahibidir.

176. Eyke halkı da peygamberleri yalanladılar.

177. Şuayb onlara şöyle demişti: Sakınmaz misinız?"

178. "Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."

179. "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

180. "Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak Alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

181. "Ölçüp tartmayı doğru yapın, eksik yapanlar­dan olmayın.

182. Doğru terazi ile tartın.

183. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yer­yüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.

184. Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun."

185. Onlar şöyle dediler! "Sen, olsa olsa iyice bü­yülenmişlerden birisin.

186. Sen de, ancak bizim gibi bir insansın. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.

187. Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gök­ten parçalarınızı düşür."

188. Şuayb, "Rabbim; yaptıklarınızı iyi bilendir" dedi.

189. Hülâsa, onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. gerçekten o, kor­kunç bir günün azabı idi!

190. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

191. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve en­gin merhamet sahibidir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde, Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e Musa ve İbrahim'in kıssalarını anlattıktan sonra, ardından burada Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb (aleyhimu's-selâm)'ın kıssasına anlattı. Bundan mak­sat, kavminden gördüğü kötülüklere karşı Rasulullah (s.a.v.)'e teselli ver­mek ve yalanlayanları cezalandırma hususunda Allah'ın kanununu açıkla­maktır. [135]

 

Kelimelerin İzahı

 

Meşhûn, dolu manasınadır. Bir kimse gemiyi insan, hayvan ve yiyecekle doldurduğu zaman, denir.

Ri', yüksek yer demektir. "Yol" manasına gelir.

Mesâni', burada bundan maksat, yüksek kalelerdir. Bu, İbn Abbas'm görüşüdür. Şair şöyle der:

Yurtlarını, onların bulunmadığı çöller haline getirdik. Kaleleri ve burçları yerle bir ettik.[136]

Yakaladınız. Zorla yakalayıp mağlup etmektir. Bir kimse bir şeyi şiddetle ve zorla tutup kavradığı zaman   denir. Geniş zamanı gelir.

Cibillet, mahlûkât demektir. Herevî şöyle der: "Cibillet ve ci-bili, çok sayıda insan topluluğu demektir. Yüce Allah'ın "Şeytan, sizden pek çok insanı kandırdı"[137]  ayetindeki kelimesi de bu kökten olup, "çok insan" demektir. "İnsan şu şekilde yaratıldı manasına, denir."

Kisef, bir parça şey manasına gelen "kisfe" kelimesinin çoğuludur. [138]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

105. Kavmi, peygamberleri Nuh'u yalanladı. Bir peygamberi yalanlayan, bütün peygamberleri yalanlamış olduğundan, yüce Allah burada "peygamberleri" dedi. [139]

 

106. Hani, dinde değil de nesepte kardeşleri olan Nuh, onlara, "Putlara tapma hususunda Allah'ın azabından korkmuyor musunuz?" demişti. Zemahşerî şöyle der: "Bu, Arapların üslûbudur. Onlar, bir kabileden, mesela Temîmoğullarından birini kastederek: Ey Temîmoğullarının kardeşi!" derler. Kahramanlık manası ifade eden şu beyit de bu üslupla söylenmiştir: "Kardeşleri onları sa­vaşa çağırdığında ona sebep sormazlar."[140]

 

107. Kuşkusuz ben size, nasihat ediyorum. Ben, emin bir nasihatçıyım. Ne hainlik ederim, ne de yalan söylerim.[141]

 

108. Artık Allah'ın azabından korkun ve emrime uyun. [142]

 

109. Yaptığım nasihata karşılık sizden bir şey is­temiyorum. Sevabımı ve mükafatımı yalnız Yüce Allah'tan istiyorum. [143]

 

110. O halde Allah'tan korkun ve emrime uyun. Onları çağırdığı şeyin önemine dikkat çekmek ve bu hususu vurgulamak için bu sözü tekrarladı. [144]

 

111. Dediler ki: Ey Nuh! Söylediklerini tas­dik mi edeceğiz. Halbuki sana uyanlar, sefiller, fakirler ve zayıflardır Beyzâvî şöyle der: "Bu, onların akıl ve görüşlerin zayıflığından ileri gel­mektedir. Zira onlar işi sadece dünya malına dayandırdılar ve fakirlerin Nuh'a uymalarını, kendilerinin uymalarına ve çağrısına iman etmelerine engel saydılar.[145]

 

112. Nuh dedi ki: Ben, onların kalplerinde giz­lediklerini araştıracak değilim. Bana ihlas ile mi, yoksa menfaat umarak mı uyduklarına dair amellerini araştırmak bana düşmez. Kurtubî der ki: Onlar sanki şöyle demişlerdir: O zayıf kimseler sana, sadece izzet ve mal elde etme gayesi ile tabi oldular. Nuh da onlara cevaben şöyle dedi: "Kuş­kusuz ben onların işlerinin iç yüzünü bilemem. Ben sadece görünüşlerine bakarım."[146]

 

113. "Onların hesaplarını görmek ve yaptıklarının karşılığını vermek sadece Allah'a aittir. Şüphesiz Allah on­ların sırlarından ve kalplerinde olandan haberdardır. Eğer bilirseniz bu böyledir." [147]

 

114. "Ben, bu zayıf mü'minleri yanımdan uzaklaştıra­cak değilim. Onları meclisimden de kovamam." Ebu Hayyân şöyle der: "Bu âyet gösteriyor ki onlar, Nuh'tan, fakirleri yanından uzaklaştırmasın istedi­ler. Nitekim Kureyş'in ileri gelenleri de Rasulullah (s.a.v.)'tan, zayıflardan kendisine inananları kovmasını istediler."[148]

 

115. "Ben sadece sizi Allah'ın azabına karşı uyarıcıyım. Onun güç ve kudretinden sizi korkutuyorum. İster eşraftan olsun ister halk­tan, ister yüksek tabakadan olsun, ister zayıf tabakadan, kim bana uyarsa kurtulur." [149]

 

116. Dediler ki, Ey Nuh! Eğer peygamberlik iddiasını bırakmaz ve içinde bulunduğumuz durumu kötüle­meye son vermezsen, mutlaka taşlanarak öldürülenlerden olacaksın. Nuh'u, taşla öldürmekle korkuttular. O zaman Nuh (a.s.) onların kurtuluşlarından ümidini kesti ve onlara beddua etti. [150]

 

117. "Ey Rabbim, dedi, kavmim beni yalanladı ve bana inanmadı. [151]

 

118. Benimle onların arasında, nasıl dilersen öyle hükmet. Aramızda adil hükmünle hüküm ver. Beni ve yanımdaki mü'minleri, onların hile ve tuzaklarından kurtar." [152]

 

119. Biz de Nuh'u ve onunla birlikte bulu­nan, erkekler, kadınlar ve hayvanlarla dolu gemideki mü'minleri kurtardık. [153]

 

120. Onları kurtardıktan sonra, kavminden geriye ka­lanları boğduk. [154]

 

121. Şüphesiz bunda, düşünüp tefekkür edenler için büyük bir ibret vardır. Buna rağmen insanların çoğu iman etmez. [155]

 

122. Ey Peygamber Kuşkusuz Rabbin galiptir hiçbir şey onu mağlup edemez. Kullarına karşı çok merhametlidir; onları hemen cezalandırmaz. Bundan sonra Yüce Allah Hûd (a.s.)'m kıssasını an­latmaya başladı: [156]

 

123. Âd kavmi de peygamberlerini yalanladı. Bir pey­gamberi yalanlayan, bütün peygamberleri yalanlamış olur.[157]

 

124. Hani Hûd, kavmine şöyle demişti: Allah'tan başkasına taptığınız için onun azap ve intikamından kormuyor musunuz?! [158]

 

125. Ben, din hususunda sizin için bir nasihatçıyım. Güvenilir bir peygamberim. [159]

 

126. Allah'ın azabından korkun ve emrine uyun. [160]

 

127. Ben daveti tebliğe karşılık sizden, dünyalık bir şey istemiyorum. Ben ücretimi sadece Allah'­tan istiyorum. Peygamberlerin davetinin bir olduğuna dikkat çekmek için, bu âyetler tekrar edildi. [161]

 

128. Bu bir istifhâm-ı inkârîdir. Yani sırf oyun ve eğlence için, alâmet olarak yol kenarında her yüksek yere büyük bir bina mı dikiyorsunuz? İbn Kesir şöyle der: yüksek yer demektir. Hûd kavmi meşhur yollar üzerinde sırf oyun, eğlence ve kuvvet gösterisi için, sağlam ve heybetli görünen binalar yaparlardı. Bundan dolayı, peygamberleri Hûd (a.s.) onları kınadı. Çünkü bunları yapmak zaman öldürmek, bedenleri yor­mak ve ne dünyada ne de ahirette bir faydası olmayan şeyle meşgul olmak demektir.[162]

 

129. Hiç ölmeyecekmişsiniz, dünyada ebedî kalacakmışsınız gibi, sağlam köşkler mi yapıyorsunuz? [163]

 

130. Bir kimseye zulmettiğinizde, diktatörler gibi şefkatsizce ve acımasızca yakalarsınız. Hûd (a.s.), onların yaptıkları­nın zorba diktatörlerin âdeti olan bir zulmü doğurduğu için onları kınadı. Fahreddin Râzî şöyle der: "Hûd (a.s.) onları üç özellikle tanıttı. Birincisi yüksek binalar yapmak. Bu israf ve üstünlük tutkusunu gösterir. İkincisi sağlam köşk ve kaleler yapmak. Bu ise, ebedî yaşama arzusunu gösterir. Üçüncüsü, zorbalıktır. Bu da, sadece kendilerinin üstün olmalarım istedik­lerini gösterir. Bütün bunlar, dünya sevgisinin onları sardığına bir işarettir Öyle ki, bu sevgi içinde boğulup kaldılar, neticede kulluk sınırının dışına çıktılar ve ilahlık iddia etmeye başladılar. Dünya sevgisi ise, her günahın başıdır."[164]

 

131. "Allah'tan korkun ve bu işleri bırakın, emrime uyun." Bundan sonra Hûd (a.s.) Allah'ın nimetlerini hatırlatmaya başlaya­rak şöyle dedi: [165]

 

132. "Size bildiğiniz çeşitli nimetleri ve ha­yırlı şeyleri veren Allah'tan korkun. [166]

 

133, 134. Size davarlar, oğullar, bağlar ve nehirler gibi asıl nimetleri verdi. Size bol bol lütufta bulundu. Öyleyse ken­disine ibadet ve şükredilmesi, inkar edilmemesi gereken O'dur. [167]

 

135. Ben, bu nimetlere şükretmediğiniz, Allah'a  ortak  koştuğunuz  ve onu  inkar  ettiğiniz  takdirde,   gerçekten, şiddetinden dolayı çocukların ihtiyarlayacağı korkunç bir günün azabının başınıza gelmesinden korkuyorum." Hûd (a.s.) onları korkutarak ve teşvik ederek Allah'a çağırdı. Onları çağırırken de son derece açık bir şekilde öğüt verdi ve korkuttu. Onlar ise şu şekilde cevap verdiler: [168]

 

136. "Bize öğüt vermenle vermemen bize göre birdir. Söylediklerine aldırış etmiyoruz. Yapmakta olduğumuz şeyleri bırakmayacağız." Ebu Hayyân şöyle der: "Kavmi, Hûd'-un sözlerini, alaylı bir üslupla vaaz yerine koydular ve onun kendilerini kor­kuttuğu şeylere aldırış etmediklerini ifâde ettiler. Çünkü1 onlar Hûd (a.s.)'ım getirdiklerinin  doğruluğuna  inanmamışlar  ve   onun,  iddiasında  yalancı olduğunu ileri sürmüşlerdir."[169]

 

137. Bu bize getirdiğin, öncekilerin yalan ve hura­felerinden başka bir şey değildir. [170]

 

138. Biz ceza görecek değiliz. iNe öldükten sonra di­rilme, ne ceza, ne hesap, ne de azap vardır. [171]

 

139. Peygamberleri Hûd'u yalanladılar. Bu yüzden on­ları sert ve uğultulu bir fırtına ile yok ettik. İbn Kesir şöyle der: "Onlar şiddetli esen çok soğuk bir rüzgar ile yok edildiler. Bu uğultulu ve şiddetli bir rüzgardır. Onların yok olmalarına sebep olan şey, kendi cinslerinden olmuştur. Çünkü onlar çok kibirli ve zorba kimselerdi. Dolayısıyle Allah, kendilerinden daha şiddetli ve daha sert şeyi onlara musallat kıldı. Rüzgar her şeyi yerinden uçurdu. Hattâ onlardan bir adama gelir, onu yerinden alıp havada yükseltir, sonra tepe taklak yere vururdu. Böylece başını ve beynini parçalardı."[172] Onların yok edilmesinde bir öğüt ve bir ibret vardır. Bu'engin mucizeleri görmelerine rağmen insan­ların çoğu iman etmedi. [173]

 

140. Ey Peygamber!  Kuşkusuz  Rabbin, düşmanlarından intikam almada güçlü, mü'min kullarına karşı da çok mer­hametlidir. Bundan sonra Yüce Allah, Salih (a.s.)'in kıssasını anlatmaya başlayarak şöyle buyurdu: [174]

 

141. Semûd kabilesi de peygamberleri Salih'i yalan­ladı. Kuşkusuz bir peygamberi yalanyan bütün peygamberleri yalanlamış olur. [175]

 

142. Hani kardeşleri Salih onlara, Allah'­tan başkasına ibadet ettiğiniz için onun azap ve intikamından korkmuyor musunuz? [176]

 

143,144,145. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana uyun. Bunun için sizden hiç bir karşılık istemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah'tır. Bu âyetler, peygamberlerin çağrısının tek olduğuna dikkat çekmek için tekrarlanmıştır. Her peygamber, kendisinin gönderilmesindeki gayeyi, görevini ve bunun, insanlığın yararına olduğunu kavmine hatırlatır. [177]

 

146. "Rabbiniz sizi sanki siz hiç ölmeyecekmişsi-niz gibi bu dünyada nimetler içersinde ebedî ve emin mi bırakacak? ibn Abbas şöyle der: "Onlar o kadar uzun Ömürlü idiler ki, binaların ömrü onla­rın ömrü kadar olmazdı." Kurtubı şöyle der: "Yüce Allah'ın, "Size orada uzun ömür verdi"[178] mealindeki sözü bunu göstermektedir. Salih (a.s.) onları bu davranışlarından dolayı kınayarak şöyle dedi:uSiz dünyada ölümsüz ola­rak kalacağınızı mı sanıyorsunuz?"[179]

 

147, 148. Bahçelerin ve akan ırmakların arasında, içinde çeşitli ekin, yumuşak ve taze hurmaların bulundıığu geniş tarlalarda, evel bütün bu nimetler içersinde hesapsız ve cezasız bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Tefsirciler şöyle der: Semûd toprak­larının bağ ve bahçeleri, suyu ve hurmalıkları çoktu. Salih (a.s.), Allah'ın bu güzel nimetlerini yani bağ ve bahçelerde meyveler yetiştirdiğini, akar ır­maklar fışkırttığını ve tarlalardan ekin ve meyveler çıkarttığını onlara ha­tırlattı. Ayette geçen kelimesi İkrime'ye göre, "yumuşak, hoş" demek­tir. İbn Abbas'a göre bu kelime, "olgunlaşmış, yetişmiş" manasınadır.[180]

 

149. İçinde oturmaya ihtiyacınız olmadığı halde, şımarık bir şekilde dağlar içinde evler yapıyorsunuz. Fahreddin er-Râzî şöyle der: "Bu âyetin zahirî gösteriyor ki, Hûd kavmi hayalî zevklere düşkün ve onların esiri idi. Bunlar üstünlük, sonsuzluk ve gurur gibi hayalî zevklerdir. Salih kavmi ise maddi zevklere düşkün idi. Bunlarda, yeme, içme ve güzel evler elde etme gayreti idi."[181]  Sâvî de şöyle der: "Onların ömürleri çok uzundu. Onlar ölmeden önce binalar ve tavanlar eskirdi. Zira herbiri 300-1000 yıl kadar ömür sürerdi."[182]

 

150. Allah'ın azabından korkun ve size verdiğim öğütlerde bana itaat edin. [183]

 

151. İleri gelen günahkarların emrine uymayın. [184]

 

152. Onların âdetleri, yeryüzünü İslah değil, bozmaktır. Tabcrî şöyle der: "Onlar, Yüce Allah'ın şu âyette tanıttığı 9 kişidir: "Şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyiliğe yanaşmıyorlardı."[185]

 

153. Salih (a.s.)'in kavmi dedi ki: "Sen büyülen­mişlerdensin. Sana büyü yapılmış aklını başından almış." Tefsirciler şöyle der: Ayette geçen kelimesi, kelimesinin mübalağası olup, "çok büyülenmiş" manasınadır. [186]

 

154. "Ey Salih, sen, sadece bizim gibi bir adamsın. Allah'ın elçisi olduğunu nasıl iddia edersin. Öyley­se bize, doğruluğunu gösterecek bir mucize getir." [187]

 

155. Salih (a.s.) dedi  ki: "Size göstereceğim  mucize, Allah'ın kudretiyle sert kayadan çıkacak olan şu devedir." Tefsirciler şöyle der: Rivayete göre onlar, Salih (a.s.)'e, belirli bir kayadan çıkacak olan gebe bir devenin, önlerinde doğurmasını teklif ettiler. Salih (a.s.) de oturup düşünmeye başladı. O sırada Cebrail (a.s.) gelerek şöyle dedi: "İki rekat na­maz kıl ve o deveyi  Rabbinden   iste." Salih (a.s.) de öyle yaptı. Bunım üzerine deve çıktı, önlerinde yavrusunu doğurdu ve çöktü. Salih (a.s.): "Ey kavmim! İşte istediğiniz deve budur"[188] dedi. Suyunuzu bir gün o içecek, bir gün siz içeceksiniz. Katâde şöyle der: "De­venin içme günü geldiğinde onların bütün suyunu içerdi. Bu da bir başka mucizedir." [189]

 

156. "Ona vurmak veya öldürmek suretiyle herhangi bir zarar vermeyin. Yoksa Allah'tan size, anlalatılamaya­cak kadar korkunç bir azap gelir." İbn Kesir şöyle der: "Salih (a.s.) onları, deveye bir kötülük yaptıkları takdirde, Allah'ın azabına uğrayacaklarını bil­direrek sakındırdı. Dolayısıyle deve, bir süre aralarında yaşadı. Suya gelip içiyor, yaprakları ve otları yiyordu. Onlar da devenin sütünden yararlanıyor­lardı. Ondan, kana kana içecekleri kadar süt alıyorlardı. Zaman uzayıp en bedbahtları da yetişince, deveyi kesip öldürme hususunda fikir birliğine vardılar."[190]

 

157. Deveyi ok atarak öldürdüler. En bedbahtları olan Kudar b. Salif, onların emir ve rızalarıyle, ok atarak deveyi öldürdü. Fakat azap korkusuyla, öldürdüklerine pişman oldular. Fahreddin er-Râzî şöyle der: "Onların pişmanlıkları, tevbe edenlerin duyduğu pişmanlık gibi değil, hemen azaba çarptırılacaklarından korkanların pişmanlığı gibiydi."[191]

 

158. 159. Bunun üzerine, va'dolunan azap onları yakaladı. Bu azap öyle bir gürültü idi ki, şiddetinden bedenleri sönüverdi, kalpleri yarıldı, üzerinde bulundukları yer şiddetle sarsıldı. Gökten üzerlerine taşlar döküldü de hepsi öldüler. İşte bunda, düşünen ve akıl erdirenler için ibret ve öğüt vardır. Ama çokları iman etmedi. Kuşkusuz Rabbin, işte o, mutlak galip ve engin merhamet sa­hibidir. Bu âyetlerin tefsiri daha önce geçti.

Bundan sonra Yüce Allah, Lût (a.s.)'un kıssasını anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu: [192]

 

160. Lût kavmi de, peygamberleri Lût'u yalanladı. [193]

 

161. Hani kardeşleri Lût onlara, "Allah'tan başkasına ibadet ettiğiniz için, onun  azabından ve intikam alacağından korkmuyor musunuz?" demişti. [194]

 

162, 163, 164. "Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim, artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemi­yorum. Benim mükafatım âlemlerin Rabbinc aittir." Bunlar, daha Önce Salih, Hûd ve Nûh (a.s.)'un söylemiş olduğu kelime ve lafızların aynısı olup peygamberlerin davetlerinin tek, gayelerinin aynı ve kaynaklarının semavî vahy olduğunu vurgulayan âyetlerdir. Sonra Lut (a.s.) onlara şöyle dedi: [195]

 

165. "Bu, kınama ve azarlama ifade eden istifhâm-ı inkârîdir. Yani siz oğlancılık mı yapıyorsunuz? Oysa bu çirkin fiili mahlukat arasında sizden başka yapan yoktur. [196]

 

166. Rabbinizin size mubah kıldığı, kadınlardan yararlanmıyorsunuz. Mücâhid şöyle der:  "Kadınlarla normal yoldan cinsel 'ilişkiyi bırakıp erkeklere gidiyorsunuz."[197]  Doğrusu siz, günah işleyerek ve fesat çıkararak haddi aşan bir kavimsiniz. Lut, erkeklerle İlişki kurmalarından dolayı onları kınadı, sonra, kınamada bundan daha etkili bir ifade kullandı. Sanki şöyle diyordu: Haddi aşmanız ve bu çirkin fiili işlemeniz sebebiyle, insanlıktan çıkıp hayvanlık seviye­sine indiniz. Hayvanın erkeği bile, erkeği ile cinsel ilişki kurmaktan nefret eder siz ise, hayvanların dahi sakındığı bir işi yapıyorsunuz." [198]

 

167. Dediler ki: "Ey Lut! yaptığımız işi kötülemeyi bırakmazsan, seni aramızdan mutlaka çıkaraca­ğız ve öncekilere yaptığımız gibi seni de yurdumuzdan sürgün edeceğiz. Böylece kavmi, Lut'u kovmak ve sürgün etmekle tehdit etti. [199]

 

168. Lut, "Şüphesiz ben, sizin bu çirkin işinize son derece kızanlardanım ve ben sizden uzağım" dedi ve şöyle dua etti: [200]

 

169. "Ey Rabbim! Yaptıkları bu çirkin işten do­layı hak ettikleri azaptan beni ve ailemi koru." [201]

 

170,171. Yüce Allah şöyle buyurdu: Biz de, onu, eşi hariç, bütün ailesiyle birlikte kurtardık. Karısı helak olup azap içinde kalanlardan oldu. İbn Kesir şöyle der: "Âyette geçen den maksat, Lut (a.s.)'un karışıdır. Kötü bir ihtiyardı. Yüce Allah, "Karın dışında aile efradını geceleyin yola çıkarıp yürü" diye emrettiğinde, o, kavminden geriye kalanlarla birlikte kalıp yok oldu."[202]

 

172. Sonra onları yere batırıp üzerlerine taş yağdırarak en korkunç bir şekilde yok ettik. [203]

 

173. Gökten üzerlerine şiddetli yağan bol yağmur gibi taş yağdırdık, Peygamberleri kendilerini uyardığı halde onu yalanlayan uyarılmış kavmin başına yağan bu yağmur ne kötü bir yağmur­dur. [204]

 

174, 175. Kuşkusuz bunda, basiret sahipleri için bir ibret ve öğüt vardır. Fakat çokları iman etmez. Kuşkusuz Rabbin mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. Bu âyetlerin tefsiri daha önce geçti. Bundan sonra Yüce Allah, Şuayb (a.s.)'m kıssasını anlatmaya başlayarak şöyle buyurdu: [205]

 

176. Medyen halkı da, peygamberleri Şuayb'ı yalanladı. Taberî şöyle der: "Eyke, sık ağaçlık demektir. Eyke halkından maksat, Medyenliler'dir.[206]

 

177, 178, 179, 180. Şuayb onlara şöyle demişti: Sakınmaz mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat eden. Bunun için sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Bu âyetlerin lefsiri daha önce geçti. [207]

 

181. Ölçü ve tartıda insanların haklarını tam olarak verin, ölçü ve tartıda eksik yapanlardan olmayın. [208]

 

182. Adil ve doğru terâzî ile tartın. [209]

 

183. İster eksiltme, ister aldatma, ister gasbet-me veya benzeri, hangi yolla olursa olsun, insanların haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde yol kesme, baskın, yağma ve talan gibi çeşitli şekillerde fesat çıkarmayın. [210]

 

184. Sizi ve sizden önceki mahlukatı yara­tan Allah'tan korkun. Mücâhid şöyle der: "Cibille, mahlukat manasınadır. Burada maksat, geçmiş ümmetlerdir."[211]

 

185. Dediler ki: "Sen sadece şiddetle büyülen­mişlerden birisin. Sana öyle bir büyü yapılmış ki, aklın başından gitmiş. [212]

 

186. Sen ancak bizim gibi bir insansın. Peygamber değilsin, Ey Şuayb! Biz senin sadece bir yalancı olduğunu sanıyoruz. Sen, Allah'ın elçisi olduğunu söyleyerek bize yalan konuşuyor­sun. [213]

 

187. Öyleyse gökten üzerimize parçalar ha­linde azabı indir."   Bu, aşırı bir yalanlama ifadesidir. Söylediklerinde doğru isen bunu yap." Fahreddİn er-Râzî şöyle der: "Onlar, bu olayın meydana gelmesini çok uzak gördükleri için bunu istediler. Olay meydana gelmediği  takdirde  Şuayb  (a.s.)'ın  yalancı  olduğunun  ortaya çıkacağını sandılar."[214]  O zaman, Şuayb (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: [215]

 

188. "Allah, yaptıklarınızı en iyi bilir. Eğer siz hak etmişseniz, o, bu cezayı verecektir. Size asla zulmetmez. Eğer başka bir cezayı hak etmişseniz, hüküm ve irade yine Allah'ındır, dilediğini yapar. [216]

 

189. Şuayb'ı yalanladılar da, gölge gününün azabı, o korkunç azab onları yakalayıverdi. Âyetle geçenden maksat, onları gölgelendiren buluttur. Tefsırcilcr şöyle der: "Yüce Allah, onlara ne­feslerini kesen şiddetli bir sıcak gönderdi. Bunun üzerine evlerinden çıkıp koşarak çöle gittiler. Allah, üzerlerine, güneşe karşı onlara gölge yapacak bir bulut gönderdi. Gölgede bir serinlik hissettiler ve birbirlireni oraya çağırdılar. Hepsi bulutun altında toplanınca, Allah üzerlerine bir ateş gönderdi de hepsi yandı. Bu, azabın en büyüğü idî. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Bu azap, korkunç ve çok şiddetli büyük bir günün azabıydı." [217]

 

190,191. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır. Ama çokları iman etmez. Kuşkusuz Rabbin mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. Bu âyetlerin tefsiri daha önce geçti. Rasulullah (s.a.v.)'a vahyedilen yedi kıssanın sonuncusu burada sona eriyor. Bu kıssalar onu, kavminin İslama girmesini aşın derecede arzu et­mekten vazgeçirmek, onlardan ümit kestirmek ve müslüman olmadıkların­dan dolayı duyduğu üzüntüyü gidermek için inmiştir. Nitekim Yüce Allah, bu sûrenin başında şöyle buyurmuştur: "Onlar iman etmiyorlar dîye adetâ kendine kıyacaksın." Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmekte, hüzün ve kederini hafifletmektedir. Her kıssanın sonunda, "Doğrusu bunda alınacak ders vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. Kuşkusuz Rabbin, işte o, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir" mealindeki âyetler, akıl ve kalp sahiplerinin ibret almaları için daha etkili ve daha uyarıcı olsun diye tekrar edildi. [218]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Nuh'un kavmi de peygamberleri yalanladı". Burada "zikr-i küll, irade-i cüz" türünden mecaz vardır. Yüce Allah, "peygamberler" kaydı ile Nuh'u  kastetmiştir. Çoğul kipi ile söylenmesi, onun şanını yüceltmek ve bir peygamberi yalanlıyanm bütün peygamberleri yalanlamış olduğuna dikkat çekmek içindir.

2. "Sana zayıf ve fakirler tabî olurken biz sana inanır mıyız?" cümlesi, istifhâm-ı İnkârîdir.

3. "Benimle onların arasında adil hükmünle hüküm ver" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Yüce Allah açanı, "hüküm veren" için "açmak"ı da "hüküm vermek" için müsteâr olarak kullandı. Çünkü o, kapalı şeyi açar. Burada istiâre-i tebeiyye vardır.

4. "bozarlar" ile "düzeltmezler" arasında tibâk vardır.

5. "dedi" ile "kızanlar" arasında cinâs-ı nakıs vardır. Birincisi "söylemek" manasına gelen, kökünden; ikincisi "kızdı" manasına gelen maddesindendir.

6. "Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden ol­mayın" cümlelerinde itnâb vardır. Çünkü ölçüyü tam yapın demek, aynı za­manda eksiltmeyi yasaklamak demektir. Bu itnâbın faydası ise, daha çok sakındırmaktır.

7. "Sen ancak iyice büyülenmişlerden birisin" cümlesinde mübalağa sanatı vardır. Zira kelimesi, kelimesinin mübalağa ifade eden kipidir.

8. gibi kelimelerde, âyet sonlarına riayet için fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. [219]

 

192. Muhakkak kî o Kur'an âlemlerin Rabbinîn indirmesidir.

193, 194, 195. Onu Cebrail uyncılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.

196. O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.

197. Benî İsrail âlimlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?

198. 199. Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu   onlara okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.

200, 201. Onu günahkarların kalplerine böyle sok­tuk. Onun için elem verici azabı görünceye kadar ona iman etmezler.

202. İşte bu azap onlara, kendileri farkında olma­dan, ansızın geliverecektir.

203. O zaman "Bize mühlet verilir mi acaba?" diyeceklerdir.

204. Onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyor­lardı?

205. 206. Ne dersin! Eğer biz onları yıllarca zevk içinde yaşatıp faydalandırsak, sonra tehdit edildikleri azab başlarına gelse...

207. Tatmış oldukları zevkler onlara hiç yarar sağlamayacaktır.

208, 209. Biz, ibret olsun diye hiçbir memleketi, u-yarıcıları olmadan, yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.

210. Kur'an'ı şeytanlar indirmedi.

211. Onlar buna layık da değillerdir. Zatea güçle­ri de yetmez.

212. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutul­muşlardır.

213. O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azab edilenlerden olursun!

214. Önce en yakın hısımlarını uyar.

215. Sana uyan mü'minlere merhamet kanadını in­dir.

216. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: "Ben sizin yaptıklarınızdan kesinlikle uzağım."

217. Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahi­bine güvenip dayan.

218. O ki, kalktığın zaman seni görüyor.

219. Secde edenler arasında dolaşmanı da görü­yor.

220. Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.

221. Şeytanların ise kime ineceğini size haber ve­reyim mi?

222. Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.

223. Bunlar, kulak verirler ve onların çoğu ya­lancıdırlar.

224. Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyarlar.

225. 226. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaş­tıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söyledikleri­ni görmedin mi?

227. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendi­lerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, nereye döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde peygamberlerle ilgili kıssaları Rasûlü-ne (s.a.v.) anlattıktan sonra, ardından, onun peygamber olduğunu gösteren delili anlattı. O delil de, bu mucize Kur'an'm, peygamberlerin sonuncusu­nun kalbine indirilmesidir. [220]

 

Kelimelerin İzahı

 

Zübür, kelimesinin çoğulu olup "kitaplar" demektir. Bu, kelimesinin çoğulu gelmesine benzer.

A'cemîn, "Arapçayı iyi konuşamayan" manasına gelen kelimesinin çoğuludur. Arap da olsa, Arapçayı iyi konuşamayan kimseye  denir. Fasih de konuşsa, Arap olmayana Bağteten, ansızın.

Munzarûn, mühlet verilenler, geriye bırakılanlar. "Ona müh­let ver" manasına denir.

Effâk, çok yalancı.

Munkaleb, dönüş yeri. [221]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

192. Mucize Kur'an. âlemlerin   Rabbi Allah'ın İndirmesidir. [222]

 

193. Onu, göğün emini Cebrail (a.s) indirdi. [223]

 

194. Ey Peygamber! Cebrail onu senin kalbine, ezberleyesin ve âyetlcriyle inkarcıları uyarasın diye indirdi. [224]

 

195. Kureyş lisanı olan, açık bir Arapça ile in'dirdi ki, bir mazeretleri kalıp da, "Anlamayacağımız sözün ne faydası var?" demesinler. İbn Kesir şöyle der: "Onu apaçık, tam ve mükemmel Arapça ile in­dirdik ki, açık ve seçik olsun, mazereti ortadan kaldırsın, delil getirsin ve doğru yolu göstersin"[225]

 

196. Kur'an'ın adı ve haberi kuşkusuz önceki peygam­berlerin kitaplarında vardı. [226]

 

197. Mekke kâfirleri için, Kur'an'm doğruluğuna dair, alâmet olarak Benî İsrail âlimlerinin onu bilmesi yet­mez mi? Bu soru kınama ifade eder. Bu âlimler, kitaplarında Kur'an'm adının geçtiğini gören Abdullah b. Selâm ve benzeri kimselerdir. [227]

 

198. Mucize ve parlak nazmı ile bu Kur'an'ı, Arapçayı iyi konuşamayanlardan birine indirseydik, [228]

 

199. O da Mekke kâfirlerine onu fasih ve güzel bir şekilde okusaydi ve bu mucizevî okuyuş, o mucize Kur'an'a eklenseydi, yine de inat ve kibirlerinin çokluğundan dolayı ona inanmazlardı."[229]

 

200. İşte bu şekilde, Kur'an'ı suçluların kal­bine soktuk. Onu işitip anladılar. Fesahat ve belagatını kavradılar. Mucizelîğinin gerçek olduğunu anladılar. Yine de inanmayıp inkar ettiler. [230]

 

201. Mucizeliğinin açıklığına rağmen, yine de Kur'an'a inan­mazlar. Nihayet Allah'ın elem verici azabını görünce imanın fayda vermeyeceği bir zamanda inanırlar. [231]

 

202. Allah'ın azabı onlara ansızın gelir, Onlar bunun geldiğinin farkına varamazlar. [232]

 

203. Onlara azap ansızın geldiğinde, iman etme fırsatım kaçırdıklarına "üzülerek ve bunun için mühlet isteyerek, "Bize bi­raz mühlet verilmez mi ki, inanıp tasdik etsek" derler. [233]

 

204. Bu bir kınama ve inkar soru sudur. Yani o müşrikler, nasıl oluyor da, azabı çabucak istiyor ve "bize elem verici azabı getir" diyorlar? Oysa ki, kendilerine azap indiğinde, onlar mühlet ve zaman is­terler. [234]

 

205. Ey Peygamber! Bana söyler misin? Onları çok sağlıklı ve bol nimet içinde uzun yıllar yaşatsak, [235]

 

206. Sonra da va'dedilen azap onlara gelse, [236]

 

207. O takdirde uzun ve rahat içinde bir hayat sürmüş olmaları onlara ne fayda sağlardı? O nimetlerin, üzüntünün hafifle­tilmesinde veya azabın defedilmesinde onlara bir faydası olur muydu? [237]

 

208. Biz şehirlerden hangisinin halkını veya toplum­lardan hangisini yok ettiysek, mutlaka müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler göndermek suretiyle delilleri onlara isbat ettikten sonra yok etmişizdir. [238]

 

209. Onların yok edilişi başkaları için bir öğüt ve ibret olsun da, bunlar gibi isyan etmesinler. Onları cezalandırırken, biz zulmedici  olmayız.  Çünkü  biz  onlara delili  getirdik,  onları  cezalandırmakta haklıyız. Yüce Allah, Kur'an'm mucizeliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in pey­gamberliğinin doğruluğuna dikkat çektikten sonra, Kur'an'm, kâhinlere ge­len diğer sözler gibi, cin ve şeytanlar tarafından Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kalbine atıldığını iddia eden kafirlerin sözlerini reddederek şöyle buyurdu: [239]

 

210. Bu Kur'an'ı şeytanlar indirmedi. Aksine onu Rûhu'1-emîn indirdi. [240]

 

211. Şeytanlar bu Kur'an'ı indirmeye layık değildir; onlar bunu asla yapamazlar da. [241]

 

212. Çünkü Muhammed (s.a.v.)'in gönderilmesin­den itibaren, onların kulak hırsızlığı yapması yasaklanmıştır. Onlarla din­leyecekleri şey arasına meleklerden ve alevden bir perde çekilmiştir. Hal böyle olunca, Kur'an'ı nasıl indirebilirler? tbn Kesir şöyle der: "Yüce Allah, onların bunu yapmasının üç yönden imkansız olduğunu anlattı. Birincisi: Onlar buna layık değillerdir. Çünkü onların karakterleri fesat çıkarmak ve kullan saptırmaktır. Kur'an'da ise bir nur, hidayet ve büyük bir delil vardır. ikincisi, onların buna layık olduğu farzedilse, bu takdirde de güçlen yet­mez. Bu, Allah'ın kitabını korumasından ve şeriatını desteklemesinden do­layıdır. Üçüncüsü, onlar buna layık olsalar ve bunu omuziayıp yerine ge­tirmeye güçleri yetse de ona ulaşamazlar. Çünkü onlara Kur'an'ı dinlemek yasak edilmiştir. Zira gök, sert bekçilerle, alev ve meşalelerle doldurul­muştur. İşin karışık olmaması için, şeytanlardan hiçbiri, onun bir harfini bile dinlemeye yol bulamaz."[242]

 

213. Ey Peygamber! Allah ile birlikte, başka her­hangi bir ilâha ibadet etme. Bu hitap Rasûlullah (s.a.v.)'a olmakla birlikte maksat başkalarıdır. Sonra, Allah seni cehennem ateşiyle cezalandırır. İbn Abbas şöyle der: "Yüce Allah; "Sen benim en değerli ya-rattığımsın. Buna rağmen, benden başkasını ilâh edinirsen seni dahi cezalandırırım" demek suretiyle, Rasulûllah (s.a.v.)'m dışmdakileri sakındırmaktadır."[243] Bundan sonra Yüce Allah, Rasûlüne risâleti tebliğ etmesini emrederek şöyle buyurdu. [244]

 

214. İman etmedikleri takdirde, en yakından başla­mak üzere akrabalarını Allah'ın azabından korkut. Rivayete göre, bu âyet indiğinde Rasulûllah (s.a.v.) kalktı ve şöyle seslendi: "Ey Kureyş topluluğu! canlarınızı Allah'tan satın alın. Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden defe-demem. Ey Abdimenafoğulları! Allah'tan gelecek bir şeyi sizden defede-mem. Ey Abdulmuttalib oğlu Abbas! Allah'tan gelecek bir şeye karşı seni koruyamam. Ey Rasulullah'm halası Safiyye! Allah'tan gelecek bir şeye karşı seni de koruyamam. Ey Muhammed'in kızı! Dilediğini benden iste. Allah'tan gelecek hiçbir şeye karşı seni koruyamam."[245]  Tefsirciler şöyle der: Rasulûllah (s.a.v.)'a, önce akrabalarını korkutması emredildi ki, hiç kimse onun, akrabalarına iyi davrandığını ve taraf tuttuğunu sanmasın. Ra­sulûllah (s.a.v.) kendisine ve akrabalarına karşı sert davranınca, sözü daha faydalı ve etkili olmuştur. [246]

 

215. Sana uyan mü'minlere karşı yumuşak davran ve alçak gönüllü ol. [247]

 

216. Sana itaat etmez ve emrine karşı gelirlerse, onlardan ve yaptıklarından uzak dur. Ebu Hayyân şöyle der: "Uyarma neticesinde itaat veya isyan olduğu için, taksim de bunlara göre yapıldı. Mana sanki şöyledir: Kim inanarak sana uyarsa, ona karşı alçak gönüllü ol. Kim de sana karşı çıkarsa ondan ve yaptıklarından uzak dur."[248]

 

217. Bütün işlerini, aziz olan Allah'a bırak. O, gücüyle senin düşmanlarım kahreder ve rahmeti ile sana yardım eder. [249]

 

218. O, öyle bir Allah'tır ki, sen tek başına bulunduğunda, yatağından veya oturduğun yerden   kalktığında seni görür, ibn Abbas şöyle der: "Namaza kalktığın zaman seni görür." [250]

 

219. Namaz kılanlarla birlikte, senin Rukûda, sec­dede ve ayaktaki hal ve hareketlerini görür.[251]  Yani, Allah seni tek başına olsan da görür, cemaat içinde olsan da görür. [252]

 

220. Kuşkusuz Yüce Allah, senin söyleyeceklerini işiten, gizlediğini de bilendir. [253]

 

221. Ey Peygamber! Mekke kafirlerine de ki, Şeytanların kime indiğini  size bildireyim mi?" Bu âyet,  kâfirlerin, "Kur'an'ı, ona şeytanlar getiriyor" sözlerini reddetmektedir. [254]

 

222. Şeytanlar, Adnan soyunun efendisinin üzerine değil her yalancı, günahkar üzerine iner. [255]

 

223. Şeytanlar, hırsızlama dinledikleri şeyleri kâhin dostlarının kalplerine atarlar. Şeytanların çoğu, dostlarına ulaştırdık­ları şeyler hususunda yalancıdırlar. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Bu, hak bir sözdür. Cin, onu kapar ve, tavuğun gıdaklaması gibi, dostunun kulağına atar. Dostları ise, ona yüzden fazla yalan karıştırırlar.[256]  Zemahşerî şöyle der: âyetinde kastedilen şeytanlardır. Onlar, ateşle engellen­meden Önce, Mele-i a'lâyı dinlerler, ordakilerin, gayplarla ilgili bilip de konuştuklarından bazı şeyleri çalarlardı. Sonra onu, kâhin dostlarına ve ya­lancı peygamberlere fısıldarlardı. Onlara fısıldadıkları şeylerde, "çoğu da yalancıydı". Çünkü onlar, işitmedikleri şeyleri de dostlarına duyuruyorlardı."[257]

Bundan sonra Yüce Allah, Hz. Muhammed'in şair olduğunu iddia edenlere şöyle cevap verdi. [258]

 

224. Şâirlere gelince, onlara basiret ve doğruluk sahipleri değil, sapıklar uyar. [259]

 

225. Ey aklı başında dinleyici! Görmüyor musun? Onlar, yerme ve Övmede her yoîa girerler. Bİr şeyi daha önce yer­dikleri halde, daha sonra överler. Bir şahsı daha önce küçük düşürmüşken, daha sonra yüceltirler. Taberî şöyle der: "Bu, şairlerin haksız yere, çeşitli şekillerde fitne çıkarmaları hususunda, Allah'ın, haklarında getirdiği bir misaldir. Onlar, bâtıl bir şeyle bir kavmi överken, diğerini yererler."[260]

 

226. Onlar yalan söylerler ve yapmadıkları şeyleri,  "yaptık" diye kendilerine isnat ederler. Ebu Hayyan şöyle der: "Yüce Allah şâirleri, peygamberliğe aykırı olan hallerle anlattı. Çünkü, an­latıldığı  gibi, onlara sapıklar uyar.  Onların takip ettikleri  yol, bir şeyi övmek veya yermek gibi söz sanatlarını kullanmak ve yapmadıkları şeyi kendilerine nisbet etmektir. Bu ise, peygamberliğe aykırıdır. Çünkü peygamberlik tek bir yoldur. O yola sadece, Allah'ın hidayet nasip ettiği kim­seler girer."[261]  Bundan sonra Yüce Allah, bir istisna yaparak şöyle buyurdu: [262]

 

227. Ancak sıdk İle iman edip samimiyetle amel   edenler, şiir,   kendilerini,   Allah'ı   zikretmekten alıkoymayan ve şür söylemeyi âdet ve gaye haline getirmeyenler, hakkı   savunmak  ve  İslama yardım  etmek  maksadıyle müşrikleri yerenler bu hükmün dışındadır. Allah'ın davetine karşı  çıkan zalimler ve onlarla birlikte sapık  şâirler, yakında, nereye döneceklerini anlayacaklardır.  Çünkü  onların dönüş ve varışları azaba ve ateşe olacaktır. Orası en kötü ve en çirkin yerdir. Bu âyet, bütün zalimler hakkında genel bir tehditir ki, bunun şiddetinden kalp­ler ve ciğerler parçalanır. [263]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu  mübarek  âyetler  birçok  edebî  sanatı  kapsamaktadır.   Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Muhakkak ki o, âlemlerin Rabbinin indirmesi­dir" cümlesi, ve  ile pekiştirilmiştir. Çünkü söz, Kur'an'ın doğruluğu hakkında şüphe edenlere söylenmiştir. Dolayısıyle sözü, çeşitli pekiştirme edatlarıyle pekiştirmek uygun düşmüştür.

2. "Bizim azabımızı mı çabucak istiyorlar?" sorusu, kınama ve azarlama ifade eder.

3. "O'nu bilir" ile "alimler" arasında cinâs-ı iştikak vardır.

4. "Biz herhangi bir beldeyi yok etmedik" cümlesinde mecâz-i mürsel vardır. Zîrâ, beldeden maksat, oranın halkıdır.

5. "Allah ile birlikte başka bir ilaha tapma cümlesinde teşvik ve heveslendirme vardır. Çünkü bu hitap Peygamberin ihlâs ve takvasını artırmasına teşvik yoluyla yapılan bir hitaptır.

6. "Mü'minler için kanadını indir" cümlesinde istiâre-İ tasrîhiyye vardır. Çünkü alçak gönüllülük ve yumuşak huyluluk, in­mek isteyen kuşun kanadını indirmesine benzetilmiştir. Istiâre-i mekniyye yoluyla, müşebbeh'e "indirme" ismi verildi.

7. "Çok yalan söyleyen çok günahkar" kipleri çokluk ifade eden kiplerdir. Zira kalıpları mübalağa kiplerindendir.

8. "derler" ile "yaparlar" ve "galip geldiler" ile t zulme uğradılar" arasında tıbak vardır.

9. "Her vâdîde şaşkın şaşkın dolaşırlar" cümlesinde güzel  bir istiare-i temsiliyye vardır.  Yüce Allah  onların doğru yoldan ayrılmalarım, övme ve yermede aşırı gitmelerini, çölde, nereye gittiğini bilmeyen şaşkın kimseye benzetti. Bu, istiarelerin en güzellerindendir.

10. arasında cinâs-ı iştikak vardır.

11. gibi, âyet sonlarında, kelamın güzelliğini artıran "murâat-ı fasıla" sanatı vardır. [264]

 

Bir Nükte: I

 

Anlatıldığına göre, Ömer b, Abdülaziz sabahleyin kalkınca sakalını tutar, sonra şu âyetleri okurdu. Ne dersin?! Eğer biz onları yıllarca zevk içinde yaşatıp faydalandırsak, sonra, kendilerine va'dedilen azap gelse (acaba du­rumları nasıl olur?). Edindikleri faydalar ve aldıkları zevklerin onlara bir faydası olmaz". Ömer b.Abdülaziz bu âyetleri okuyunca ağlar ve aşağıdaki beyitleri okurdu:

Ey Mağrur! Gündüzün gaflet içinde geçiyor. Gecen ise uykuda. Halbuki ölüm her an seninle. Yok olacak şeylerle sevinir, kuruntularla avunursun.

Senin bu halin, uykuda rüya gören kimsenin lezzetli şeylerle sevinmesine benzer. İlerde neticesinden hoşlanmayacağın şeyleri elde etmek için koşuyorsun. Dünyada hayvanlar da böyle yaşar.[265]

 

Bir Uyarı

 

Şiir, söz türlerinden bir tür olup güzeli güzel, çirkini çirkindir. Yüce Allah şiirde demegoji yapıldığı ve övme ve yermede aşırı gidildiği, itidal sınırı asıldığı için şiiri kınamıştır. Şâirler bu husuta o kadar ileri git­mişlerdir ki, en korkak insanı Antere'ye, en cimri insanı da Hatem'e tercih etmişler; Suçsuzu suçlu, takva sahibini de fâsık olarak göstermişlerdir. Ba­zen bir şahsı zirveye çıkarmışlar, sonra kızdıklarında yerin dibine batırmışlardır. Bu, Yüce Allah'ın istisna ettikleri hariç, şâirlerin çoğunda görülen bir durumdur. Şâir bazen, tatlı dili ve güçlü ifadesiyle bir şeyi över, bazen de onu yerer. Şâirlerden birinin bal hakkında söylediği şu beyitler, hocalarımdan duyduğum en güzel sözlerdendir: Sen balı överken, "bu arının tükrüğüdür" dersin. Ayıplarsan, "bu, arının kusmuğudur" dersin. O tükrük ve kusmuğu anlatırken haddi aşmaksızm övgü ve yermede bulundun. İfadenin büyücülüğü, karanlığı aydınlık gösterir. [266]

 

Bir Nükte: II

 

Anlatıldığına göre Ferazdak, Halife Süleyman b. Abdilmelik'in ya­nında bazı beyitler okudu. Beyitlerin içinde, bakire kızlarla ilgili şunlar vardı:

Kızlar, geceyi ölü gibi düşmüş bir halde geçirdiler. Ben de, geceyi, mühürlü kilitleri açarak geçirdim.

Süleyman ona, "Sana had uygulamak gerekir" dedi. Bunun üzerine Ferazdak "Ey Mü'minlerin Emîri, Allah şu âyetle o haddi benden kaldırdı:

Onlann her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?" Bunu duyan Halife,Ferazdak'ı affetti.[267]

Allah'ın yardımıyle Şuarâ sûresi'nin tefsiri bitti. [268]



[1] Şuarâ sûresi,26/192-195

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/301-302.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/302.

[4] Bu beyit Haddaş b. Züheyr'e aittir. İnsanın, kendisine nisbet edildiği şerefli veya âdî kim­se hakkında darb-ı mesel olarak söylenir.

[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/307-308.

[6] Bkz. Mukatîa harfleri hakkında, Bakara sûresinin başında yazdıklarımıza.

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[10] Sâvî Haşiyesi, III, 167

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[11] Ayetteki "yeni" nin manası, yeni İnen demektir. Yoksa Allah'ın kelamı kadîmdir, mahlûk olarak nitelenemiyeceği gibi, hudüs (sonradan meydana gelmek) ile de niielenemez.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/308.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309.

[16] Tefsîr-Î kebîr, XXIV, 120

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309.

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309.

[20] Tâhâ sûresi, 20/27, 28

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/309-310.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310.

[23] Kurtubî, XIII, 92

[24] Bu açıktama Sîbeveyh'indir. Bkz. el-Bahru'1-muhît, VII/8.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310.

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310.

[28] Hasan-ı Basrî şöyle der: "Firavun'un bununla, "sen, benim ilahlığımı inkar edenlerdensin" demek istemiştir." Taberî, İbn Abbas'ın görüşünü tercih eder ki o,   daha açıktır.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/310-311.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[31] Bu, Mukâtil'in görüşüdür.

[32] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 645

[33] Taberî, XIX, 43

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[34] Kasas sûresi, 28/38

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311.

[37] Zâriyât sûresi, 51/21.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/311-312.

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/312.

[40] Bakara sûresi, 2/258

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/312.

[42] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 646

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/312-313.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[50] Muhtasar-ı İbn Kesirr, II, 647

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/313.

[51] Tahâ sûresi, 20/59

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[55] Bkz. A'râf sûresi, 7/115

[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314.

[60] Taberî, XIX, 46

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/314-315.

[61] Muhtasar-i İbn Kesir, II, 647

[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/315.

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/315.

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/315.

[65] Keşşaf, III, 238

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/315-316.

[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/316.

[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/320.

[69] Kurtubî, 13/101

[70] Şuarâ, 26/90

[71] Râzî, Tefsîr-i kebîr 24/140

[72] Keşşaf 3/253

[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/321.

[74] Kurlubî, 13/100

[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/321.

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/321.

[77] Taberi 19/46

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/321.

[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/321-322.

[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[85] Keşşaf 3/248

[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[87] Tefsir-i kebir 24/138                               

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[88] Muhtasar-ı İbn Kesir 2/649

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322.

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/322-323.

[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[94] Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce Allah bu sûrenin başında, kavminin inkarı sebebiyle RasuiuISari (s.a.v.)'in üzüntüsünü anlattı. Sonra Musa (a.s)'ın kıssasından bahsetti ki Rasûlul-lah (s.a.v.) böyle sıkıntıların Musa'nın (a.s) başına da gelmiş olduğunu bilsin. Ardından da yi­ne Rasulullah (s.a.v.), İbrahim (a.s)'ın üzüntüsünün kendi üzüntüsünden daha şiddetli olduğu­nu bilsin diye İbrahim'in (a.s.) kıssasını anlattı. Çünkü İbrahim (a.s)'in en büyük sıkıntısı ba­basını ve kavmini ateşte görmesi ve bunları kurtarmak için dua etmek ve uyarmaktan başka bir şey yapamaması idi. ( Tefsîr-i kebîr 24/142)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323.

[99] Ebussuûd Tefsiri 4/109

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/323-324.

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[109] Bazi  âlimler şöyle der: "Âyet, güzel bir şöhret elde etmenin müstehap olduğunu göstermektedir. Çünkü güzel bir şöhret elde ederek bu şekilde anılmak, ikinci bir hayattır. Şöyle derler: "Bir toplum Öldü, ancak onlar insanlar arasında yaşıyorlar"

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324.

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/324-325.

[112] Sâvî Haşiyesi, 111,175

[113] Kurtubî, XIIL 114

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[114] Nahl sûresi, 16/120

[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[118] Taberî, XTX, 55

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[121] Enbiya sûresi, 21/98

[122] Taberî, XIX, 55

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/325.

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326.

[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/326-327.

[134] Buhârî, Enbiyâ 8. Rivayete göre, sözü edilen sırtlan, İbrahim'in o hale çevrilmiş olan babasi Azer'dir. (Mütercimler).

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/327.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/334.

[136] Kurtubî, XIII, 123

[137] Yâsîn sûresi, 36/62

[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335.

[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335.

[140] Keşşaf, III, 254

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335.

[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335.

[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335.

[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/335-336.

[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[145] Beyzâvî, II, 76

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[146] Kurtubî, XIII, 120

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[148] el-Bahr, VII, 32

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336.

[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/336-337.

[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[162] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 653

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337.

[164] Tefsir-i Kebir, XXIV, 157 (özet olarak).

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/337-338.

[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[169] el-Bahr, VII, 33

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338.

[172] Muhtasar-ı İbn Kesir, ü, 654 (özetle)

[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/338-339.

[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339.

[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339.

[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339.

[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339.

[178] Hûd sûresi, IT/6İ

[179] Kurtubî, XIII, 127

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339.

[180] Kurtubi. kelimesinin manası hakkında 12 görüş anlatır. Bkz. Kurtubî, XIII, 128

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/339-340.

[181] Tcfsîr-i Kebîr, XXTV, 159

[182] Sâvî Haşîyesi, İIT, 179

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[185] Nemi sûresi, 27/48; Taberî, XIX, 63

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340.

[188] Bakınız, Şeyhzâde Haşîyesi, TII, 477

[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/340-341.

[190] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 11,656

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341.

[191] Tefsîr-i Kebîr, XXIV,60

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341.

[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341.

[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341.

[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341.

[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/341-342.

[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[197] Zâdu'l-mesîr, VI, 140

[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[199] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[201] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[202] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 657

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[203] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342.

[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/342-343.

[206] Taberî, XIX, 65

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[207] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[208] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[211] Taberî, XIX, 66

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[214] Tefsir-i kebir, XXIV,   164

[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343.

[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/343-344.

[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/344.

[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/344.

[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/344-345.

[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/348.

[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/348.

[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[223] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[225] Mııiıtasar-ı İbn Kesir, İT, 659

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[226] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[229] İbn Ciizeyy, "âyetin manası şöyledir," der: "Bu Kur'an, konuşamayan birine indiril şeydi, sonra o kimse bunu onlara okusaydı, aşırı inatlarından dolayı yine de inanmazlardı." Bu âyet, delilinin açıklığına rağmen, müşriklerin Rasulullah'ı (s.a.v.) inkar etmelerine karşılık, onu teselli etmektedir. Bkz. et-Teshîl, III, 90

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[232] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[233] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349.

[234] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/349-350.

[235] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[238] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[239] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[241] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[242] Muhtasar-i İbn Kesir, II, 660

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/350.

[243] İbnu'l-Cevzi, Zadü'l-Mesir, VI, 147

[244] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[245] Buhari, Vesâyâ II; Tefsîr-i Sûre 26, 2; Müslim, İman, 351

[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[248] el-Bahr, 7/46

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[249] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[250] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351.

[251] Bu görüş, Taberî'nin tercihidir. Bir görüşe göre, bundan maksat, Hz. Muhammed (s.a.v.)'-in, peygamberlerin sulplerindeki halleridir.

[252] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/351-352.

[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[256] Buhârî, Tevhîd, 57

[257] KeşşâflII, 269

[258] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[259] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[260] Taberî, XTX, 78

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352.

[261] el-Bahr, VII, 49

[262] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/352-353.

[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/353.

[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/353-354.

[265] Keşşaf, İÜ, 271

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/354.

[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/354-355.

[267] Keşşaf, III, 271

[268] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/355.