ŞUARA SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Sûredeki İlk Dokuz Ayet Üzerine Yorumlar. 2

Sûredeki Musa Ve Firavun Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 4

Sûredeki Hz. İbrahim, Babası Ve Kavmi Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 5

Nuh Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 6

Hud (A) Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 7

Salih Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 7

Lut Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 8

Şuayb Kıssası Üzerine Bir Yorum.. 8

Kıssalar Üzerine Genel Bir Yorum.. 9

"Beni İsrail Bilginlerinin Onu Bilmesi, Onlar İçin Bir Ayet Değil Midir?"  9

Kafirlerin, Allah'ın Azabını Acele İstemeleri Üzerine Bir Yorum.. 11

Acem Ve Acem Olanlar Kelimesi Üzerine Bir Yorum.. 11

Risaletin Evrenselliği Olgusu. 11

"Biz Hiçbir Memleketi Uyarıcılar Göndermeden Helak Etmemişizdir" (İşte Bu Bir) İhtardır. Biz Zulmedici Değiliz". 12

"O'nu Şeytanlar İndirmedi". 12

"Şüphesiz Onlar Vahyi İşitmekten Uzak Tutulmuşlardır". 12

"En Yakın Akrabalarını Uyar" Ayeti Üzerine Bir Yorum.. 13

İslam'da Dini Kardeşliğin Binası 13

Peygamber (S)'İn Yakınlarından Uzak Olduğunu İlân Etmesinde Üstün Anlamlar Vardır  14

"Mü'minlerden Sana Uyanlara Kanatlarını Ger" Cümlesi Üzerine Bir Yorum   14

"Şeytanların İse Kime İneceğini Size Haber Vereyim Mi". 14

"Şairlere Sapıklar Uyarlar" Ayeti Üzerine Bir Yorum.. 15

Şairlerin Kınanmasında Mü'minlerin İstisna Edilmesi Üzerine Bir Yorum   15

Son Dört Ayetin Düşündürdükleri 15


ŞUARA SÛRESİ

 

Kur'an 'dahi Sırası        : 26

Nüzul Sırası                  : 43

Ayet Sayısı                    : 227

İndiği Dönem                : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede kafirler sert bir şekilde azarlanıyor. Onların tutumları karşısında Hz. Peygamber teselli ediliyor. Peygamber ve toplumlarının kıssaları ile ilgili uzun dizilere yer veriliyor, ib­retler, öğütler, örnekler, uyarılar ve isbatlar bulunuyor. Hz, Peygamberin sireti, toplumu ve dönemi ile ilgili bazı pasajlar ve kafirlerin bazı sözleri ve akideleri anlatılıyor.

Bu sûre ayet sayısı bakımından Kur'an'ın ikinci büyük süresidir, Sûrenin bölümleri birbi­riyle bağlantılı ve ahenk içerisinde olup ayetlerin sonlan, düzen İçerisindedir. Sûrenin üslu­bu ise genel bir şekilde kafiyelidir. Bununla birlikte serbestliğe daha yakındır.

Sûrenin çoğu bölümlerine gerekli tekrarlar eklenmiştir. Bu da Mürselat sûresinde oldu­ğu gibi süreyi özel sibaklı yapıyor. Sürenin bölümlerinin geneli sûrenin tamamlanıncaya kadar peş peşe nazil olduğu görüşüne götürüyor.

97., 224-227. ayetlerin medeni olduğu rivayet edilmiştir. 227. ayet hariç diğer ayetlerin siyak, sibak ve konu itibariyle ahenk içerisinde olmaları sözkonusu rivayetler hakkında kuşku oluşturuyor. 227. ayete gelince, içeriği medeni oluşunu teyid ediyor. Ancak bu ayet 224-226. ayetlere, ileride açıklaması geleceği gibi uyumluluk ve düzen için eklenmiştir. [1]

 

Rahman ve Rahim  Allah'ın Adıyla

1- Ta, Sin, Mim.

2-  Bunlar apaçık'[2] Kitab'ın ayetleridir.

3- Onlar iman etmiyorlar diye âdeta kendine kıyacaksın'[3]'.

4-  Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

5-  Kendilerine o çok esirgeyici Allah'tan'[4] yeni bir öğüt gelmeye dursun, mutlaka yüz çevirirler.

6-  Üstelik (ona) "Yalandır." dediler; fakat alay edip dur­dukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.

7-  Yeryüzüne bir bakmadılarmı ki, orada her güzel çift-ten[5] nice bitkiler yetiştirmişiz?

8-  Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) birer nişane var­dır, ama çoğu iman etmezler.

9-  Şüphe yok ki Rabbin (evet) mutlak galip ve engin mer­hamet sahibi O'dur...!

 

Sûredeki İlk Dokuz Ayet Üzerine Yorumlar

 

Sûre gelen ayetler üzerinde dikkatleri toplamak için Ta, Sin ve Mim harfleriyle baş­lıyor. İkinci ayet Kur'an ayetlerine işaret edip onların yüceliğini ve önemini vurgulayan anlam içeriyor. "el-Mubin" (apaçık) vasfı Kur'an ayetlerinde bulunan herşeyin açık ve net olduğunu ortaya koymak içindir. Bu sıfat Kur'an ayetlerinde ve Kur'an'da tekrar­lanmıştır. Bu sıfat, anlamların ve delaletlerin apaçık olduğunu ortaya koyma maksadı taşıyacağı gibi Kur'an ayetlerinin içerdiği hak ve hidayeti ortaya koyma maksadı da ta­şıyabilir. Her iki ihtimal de kastedilmiş olabilir ve doğrudur. Kur'an ayetleri anlam ve delalet yönüyle apaçık olduğu gibi hak ve hidayeti ortaya koyma yönüyle de apaçıktır.

Üçüncü ayet kavminin inkarı kendisinde üzüntü ve keder yaratan Hz. Peygamberi teselli ediyor. Ayetin üslubu ise sevgi ve acımayı içeriyor. Rasuiullah (s)'ın, muhatapla­rının iman etmemeleri, davetine icabet etmemeleri, Allah'ın ayetlerini ve Kur'anı doğ-rulamamalarından dolayı kendisini gam ve üzüntüden helak etmemesi gerekir. Bu ayet, sûrenin kafirlerin inkar ve yalanlamalarını anlatan Vakıa sûresinden sonra indiğini doğ­rulayan bir karine olabilir.

Dördüncü ayette, bir taraftan mü'minlere güven verilirken, diğer taraftan kafirlere uyarı yapılıyor. Şöyle ki, eğer Allahu Teala onlar üzerine gökten bir ayet indirmek iste­seydi onlar buna boyun eğmek zorunda kalırlardı. Bazı müfessirler ayetteki [fona boyun eğmek zorunda kalırlar" cümlesini, Allah onların iman etmelerini zorlasaydı gökten kendilerine bir ayet indirirdi, şeklinde yorumlamışlardır"[6]. Bazıları da, şayet Allah dile* şeydi bunu onlara indirir ve onlarda buna boyun eğerlerdi, şeklinde yorumlamışlardır. Birinci görüşün doğruluk payı olmasıyla birlikte gelen ayetler ikinci görüşü tercih ettiri­yor. Şöyle ki, bu ayetler, kafirlerin inadını, alayını ve onların Allah'ın azabı ve cezasıy­la uyarılmalarına dair tasvirler içeriyor.

Beşinci ayette, kendilerine her yeni gelen Kur'an ayetlerine karşı çıkarak onu yalan­layan kafirlere eleştiriler yapılıyor.

Altıncı ayetin açılımında müfessirler bunun, Allah'ın ayelleriyle alay eden ve onları yalanlayan kafirleri uyarma ve onları cezayla korkutma kabilinden olduğunu söylemiş­lerdir. Bu ayetin lafızlarına bakıldığında ve diğer ayetler göz önünde bulundurulduğun­da sözkonusu ayetin Allah tarafından Hz. Peygamber'e yapılmış bir müjde ve güven içerdiği akla gelmektedir. Ayet, alay edilen Muhammedi davanın zafere ereceğini vur­guluyor. Bu te'vil üzere gözönünde bulundurulması gereken ayetler arasında Sâd sindeki şu ayet gelebilir: "De ki: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendi/i­ğimden bir teklif getirenlerden değilim. Bu {Kur an) ancak bütün âlemlere öğüttür. O-ııun verdiği haberleri bir müddet sonra herhalde anlayacaksınız" (Sâd, 86-8$).

Yedinci ayette, kınama ve eleştiri sorusu yer alıyor: Allah'ın yeryüzünde çeşit çeşit bitkiler yarattığını görmediler mi? Bunlar, Allah'ın rububiyetine ve azametine bir kanıt değil mi? Sadece O'na ibadet etmeyi ve O'na boyun eğmeyi gerektirmiyor mu?

Sekizinci ayette bu soru üzerine devanı edilip bunlardan Allah'ın kudretine birer ka­nıt bulunduğu; fakat çoğu kimsenin buna inanmadığı kaydediliyor.

Dokuzuncu ayele gelince, bu. Peygamber (s)'i tescili etmek için ona yönelik­tir. O'nun Rabbi mutlak galiptir. O'nu hiçbir şey aciz bırakamaz. Onun engin rahmeti herşeyi kuşatmıştır. Adeta ayet Allahu Tealanın kafirleri ezmeye ve onları kendisine bo­yun eğdirmeye kadir olduğunu ancak hikmeti ve rahmeti gereği bu konuda acele etme­yerek korkarlar umuduyla rahmetini genişlettiğini vurguluyor. Peygamber (s) Medi­ne'ye hicret ettikten ve Allah'ın kendisini destekleyip zafere erdikten sonra, onlardan büyük bir çoğunluğu korkuya kapılmışlardır. Son iki ayet, sûrenin bölümlerinin genelin­de yer alır ve her bölümde aynı gaye ve hedefle tekrarlanmıştır.

Zcmahşcn tefsirinde "Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar" ayetinin, beni Haşini ve beni ünıcyye hakkında nazil olduğunu ifade eden İbn Abbas'tan bir rivayet nakletmiştir. Öyle ki. bu ayet sonrakilerin aksine öncekileri için müjdeler içeriyor. Peygamber dönemi ile ilgili son siyasi hizipçiliğin et­kisi ve zorlama rivayette göze çarpmaktadır. Bu rivayetin İbn Abbas'a maledilmiş bir uydurma olduğundan hiç şüphe etmiyoruz. Çünkü bu ayetler Peygamber (s) kabilesin­den çok az sayıda kimsenin iman etmesinden önce nazil olmuştur. Yine ayetlerin üslu­bu. Peygambcr'i teselli eimc. kafirleri uyarma konusunda tekrarlanan ûslubiarla aynıdır. Ne acıdır ki heva sahipleri ve özellikle de şia alcvileri ve müfessirleri bu tür rivayetleri çoğaltmışlardır. Birçok ayetin yorumu vakıaya, ayetlerin anlamına, siyakına ve sibakına ters düşmesine rağmen onların hevalanyla bağdaşmaktadır. [7]

 

10-11- Hani Rabbin Musa'ya seslendi; "O zalimler güru­huna, Firavun'un kavmine git. Hala (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı?"

12- (Musa): "Rabbiml dedi, ben onların beni yalanlayacak­larından korkuyorum.

13-  Benim ise göğsüm daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.

14-  Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.

15- Allan buyurdu: Hayır, hayır. (Seni öldüremezler!) İki­niz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle berabe­riz. (Olanları) işitiyoruz.

16-  Havdi Firavun'a gidip deyin ki: "Gerçekten biz, âlem-(eriri Rabbinin elçisiyiz.

17- İsraİloğulları'nı bizimle beraber gönder".

18- (Kendisine Allah'ın emri duyurulunca Firavun) dedi ki:

Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Haya­tînin birçok yıllarını aramızda geçirmedİn mî?

19-  Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!

20-  Musa, Ben, dedi, o işi, o anda sonunun ne olacağını göremeyerek yaptım.

21-  "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.

22- O, nimet diye başıma kaktığın ise (aslında) İsrailoğulla-rı'nı kendine kul köle etmendir."[8]'

23-  Firavun şöyle dedi: Alemlerin Rabbİ dediğin kimdir ki?

24- Musa cevap verdi! Eğer işin gerçeğini düşünüp anla­yan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunduğunuz herşeyin Rabbidir...

25-  (Firavun) etrafında bulunanlara "işitmiyor musunuz?" dedi.

26- Musa dedi ki: O sizinde Rabbiniz, daha Önceki ataları­nızın da Rabbİ'dir.

27-  Firavun, "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir!" dedi.

28- Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki) O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bu­lunanların Rabbİ'dir.

29-  Firavun, "Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim!" dedi.

30- Musa sordu: Sana apaçık şey getirmiş olsam da mı?

31-  Firavun, "Doğru söylemekte isen hadi getir onu!" dedi.

32-  Bunun üzerine Musa asasını atı verdi: Bir de ne gör­sünler, aşâ apâşikâr koca bir yılan oluvermiş!

33-  Elini de (koynundan) çıkardı; o da temaşa edenlere bembeyaz (görünen, nur saçan birşey) oluvermiş!

34-  (Firavun) çevresinde bulunan ileri gelenlere "Bu dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!

35-  Sizi siniriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz".

36-  Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayı­cı"[9] gönder.

37-  Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.

38-  Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktin­de bir araya getirildi.

39-  Halka "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk ol­un!) denildi.

40-  "Üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız" dedi­ler.

41-  Sihirbazlar geldiklerinde Fİravun'a, "Şayet biz üstün gelirsek muhakkak bize bir ücret vardır" dediler.

42-  (Firavun) cevap verdi. Evet o taktirde hiç şüphe etme­yin gözde kimselerden olacaksınız.

43-  Musa  oanlara, "Ne atacaksamz atın!" dedi.

44- Bunun üzerine İplerini ve değneklerini altılar ve "Fira-vun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz" dediler.

45-  Ardından Musa asasını attı: Bir de ne görsünler, onla­rın uydurduklarını yutuyor![10]'

46- Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

47-48- Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbİne i-man ettik, dediler.

49-  Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin verme­den ona iman ettiniz ha! Doğrusu size sihir Öğreten büyü-ğünüzmüş, O! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bi­leceksiniz. Andolsun, ellerinizi ve ayaklarını çaprazlama kestireceğim. Hepinizi astıracağım-...

50-  "Zararı yok,[11] dediler, (nasıl olsa) biz Rabbimize dö­neceğiz.

51 - Biz (Firavun'un avanesi içinde) ilk iman edenler olduğu­muz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız!..

52- Musa'ya "Kullarımı geceleyin yola çıkar;'[12]' çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettİk.

53-  Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

54-  Bunlar (Musa'ya iman eden İsrailoğullan) gerçekten az bir taifedir[13].

55-  Fakat onlar bizi kızdırıyorlar.

56-  Biz ise uyanık ihtiyatlı bir cemâatiz!'[14]' dedi.

57-  Böylece onkın bahçelerden, pınarlardan,

58-  Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.

59-  Böylece onlara İsrailoğulları'nı mirasçı yaptık.

60- Nihayet güneş doğarken (Firavun ve ordusu) arkalarına düştüler.[15]

61-  İki taraf birbirini gördü. Musa'nın adamları: Biz mu­hakkak yakalanıyoruz[16]' dediler.

62-  Musa: Aslai Rabbim benimle beraberdir. O bana yol gösterecektir, dedi.

63-  Bunun üzerine Musa'ya asan ile denize vur! diye vari­yettik (vurunca deniz) yarıldı. Her parçası kocaman bir dağ [17]' gibi oluverdi.

64- Ötekileri de buraya yaklaştırdık [18]

65- Musa'yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.

66- Sonra ötekilerini boğduk.

67-  Elbette bunda bir ibret vardır. Böyle iken çoğu İmana gelmedi.

68-  Hiç şüphesiz senin Rabbin güçlüdür, merhametlidir,

 

Sûredeki Musa Ve Firavun Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

İlk ayetler, peygamber ve kavimlerinin kıssalar dizisinin halkaları olup, nazil oluş ikmeti bu sûrede de tekrarlanmasını gerekli görmüştür. Ayetleri, alaycı yalanlayıcıları eleştiri ve uyarılar lakip etmiştir. Kur'anî metod üzere devam edilerek, önceki kavimle­rin peygamberlerine karşı çıkışları gibi, o anki kafirlerin tavırlarının da aynı olduğu ha-tıriatılarak Hz. Peygamber ve m üsl umanlar teselli edilmiştir. O ve bu durum siyakla bağlantılıdır.

Bu halka, Allahu Tcala'nm Hz. Musa'yı Firavun'a göndermesini, asa ve beyaz el mucizesini. Hz. Musa'yla sihirbazlar arasında geçen münazarayı ve onlara üstün gelme­sini. Hz. Musa önderliğinde İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıkarak kurtulması ve Fira-vun'un boğulmasını içermektedir. Ayetlerin ibareleri apaçıktır. Ayetlerde belirtilenlerin büyük bir kısmı nazil oluş hikmetinin gerektirdiği üslubla bazı ziyade ve eksikliklerle Taha ve A'raf sûrelerinde anlatılmıştır.

Ayetlerde yeni olan Hz. Musa'nın yaptığı bir suçtan ötürü ölümle korkutulması ve Firavun'un bunu O'na hatırlatın asıdır. Kasa.s sûresinde de bu açıklanıyor. Şöyle ki, Ka-sas sûresinin bazı ayetleri ibrani bir adamın Hz. Musa'yı düşmanı olan bir adamın üze­rine çağırdığını ve Musa'nın da o adamı öldürerek korkusundan şehri terkettiğini anla­tıyor. Bu, Sufuru'l Huruç.'un ikinci ıshahında nakledilmiştir.

Bu halkada anlatılanlar daha önceki benzerleri gibi bu ayetlerin de uyarma, örnek verme ve teselli etme için indiğine delildir. Zira birinci ayetteki zamir Muhammedi da­veti inkar eden kafirlere dönmektedir.

Ayetler, Firavun'un Hz. Musa'ya hapisle tehdit etmesi ve onu delilikle nitelemesi hikayesini içermektedir. Burada Firavun'un konumu ve sözleriyle Peygamber (s)'e kar­şı Arap kafirlerinin konumu ve sözleri arasında bir benzerlik vardır. Aynı şekilde ayet­ler teselli ve güven vermeyi içeriyor. Allah, Firavun'un gücüne, zorbalığına ve tehditle­rine karşı Hz. Musa'ya yardım ederek Firavun'u kavmiyle beraber boğmuştur. Bunları yapan Allah aynısını Arap müşriklerine de yapmaya kadirdir. [19]

 

69- Sen (o Mekke kafirlerine) İbrahim'in haberini de oku.

70- Hant babasına ve kavmine, sız neye tapıyorsunuz? demiş­ti.

71- Onlar: Birtakım putlara taparız. Bütün gün onlara iba-elete devam ederiz[20]" dediler

72- İbrahim: Dua ettiğiniz vakit onlar sizi işitirler mi?

73- Yahut size faydaları veya zararları olur mu, dedi.

74-  Hayır! Ancak biz, babalarımızı böyle yaparken bul­duk! dediler.

75-76- İbrahim şöyle dedi: "Şimdi gördünüz mü? o sizin ve önceki atalarınızın taptıklarını?

77-  Onlar benim düşmanım, yanlız âlemlerin Rabbi müs­tesna.

78- O (Allah) ki beni yaratmıştır. Bana doğru yolu o gösterir.

79- O (Allah ki} beni yedirir, içirir.

80-  Hastalandığım vakit, bana o Şifa verir.

81- O (Allah) ki beni öldürecek, sonra diriltecektir.

82- Ve o (Allah)ki Kıyamet gününde günahımı bağışlaya­cağını umuyorum.

83- Ey Rabbim, Bana bir hüküm ver[21]. Ve beni salih kulla­rına kat.

84-  Sonra gelecek Ümmetler içinde, bana iyilikle anılma nasip eyle.

85-  Beni Naim cennetlerinin mirasçılarından kıl.

86-  Babamı da bağışla! Çünkü o yanlış yolda gidenlerden idi.

87-  Kulların diri İti lecekleri gün, beni rezil etme!

88- O gün ki, ne ma! fayda verir, ne oğullar!..

89- Ancak Allah'a teiniz bir kalple varan başka!..

90- Cennet tâkvâ sahiplerine yaklaştırılmıştır.

91- Cehennem ise azgınlara açık seçik gösterilmiştir.

92-93- Ve onlara, "Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerede? Si­ze yardım ediyorlar mı yahut kendilerini kurtarıyorlar mı?"'[22]' denilecektir.

94-  Artık onlar da, o azgınlar da yüz üstü hep birden ce­henneme atılırlar'[23]'.

95- Ve İblis'in bütün askerleri de.

96-  Orada (Cehennemde} birbiri ile çekişirlerken'[24] şöyle elerler.

97- Vallahi biz apaçık bir sapıklık İçindeymişiz.

98-  Çünkü, sizi (Ey putlar) Alemlerin Rabbiyle bir tutuyor­du[25]».

99- Bizi ancak suçlular saptırdı.

100- Artık bizim için ne şefatçİierimiz

101 - Ne de yakın bir dost[26] vardır.

102-  Bari bizim için geriye bir dönüş olsa da mü'minler-den olsak!

103-  Şüphesiz bu haberlerde bir ibret var. Öyleyken çoğu imana gelmediler.

104-  Ve şüphesizki Rabbin güçlüdür, merhametli ancak O'dur.

 

Sûredeki Hz. İbrahim, Babası Ve Kavmi Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu ayetler Hz. İbrahim'le babası ve kavmi arasında geçenleri ve onların ahiretteki sonuçlarının hikayesini içeren dizilerden ikinci halkadır. İbareleri apaçıktır. Bu sûrede anlatılanlar, daha önce tefsiri geçen Meryem sûresinde nazil oluş hikmeti gereği anlam ve üslupta fazlalık ve eksikliklerle birlikte aktarılmıştı. Adı geçen sûrede bu kıssayla il­gili tekrara gerek kalmayacak kadar yorum yapmıştık.Kıssada yeni olan şey sadece Hz. İbrahim'le babası arasındaki konuşma değildir. Buna, tapılan putların durumunun açıklanması yanında Hz. İbrahim'in kavmi de eklen­miştir.Halka ''Onlara oku" cümlesiyle başlıyor. Buradaki zamir kafirlere döndKiir. Yi­ne görüldüğü gibi sonuçta da ayetlerin zamiri kafirlere dönmektedir. Bu dj^sayı aktarmadaki maksadın hatırlatma ve misal verme olduğuna delildir.

Arap kafirleri, Necin sûresinin tefsirini yaparken açıkladığımız gibi kendilerine put­lar edinerek onlara tapıyorlar ve üzerlerinde ayinler yapıyorlardı. A'la sûresinin tefsiri akışı içerisinde açıkladığımız gibi araplardan bir grup kendilerinin Hz. İbrahim'in ço­cukları olduğuna inanıyorlardı. Ayetlerin Meryem sûresinin hedeflediği gibi burada da onlara tevhİd akidesini, atalarının yaptığı gibi Allah'a samimiyetle yönelmelerini, tama­men ona dayanmalarını hatırlattığı görülüyor. Hz. İbrahim her işinde Allah'a dayanmış­tı, yaşamını ve ölümünü Allah'a armağan etmişti, babasını ve kavmini taptıkları putlar karşısında sert bir şekilde azarlamayarak onların fayda ve zarar sağlamadığını, kendile­rinin düşmanı olduğunu vurgulamıştır. [27]

 

105-  Nuh'un kavmi peygamberleri yalanladı.

106-  O vakit kardeşleri Nuh onlara, "Siz (Allah'tan) kor-maz mısınız?

107- Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir Peygamberim.

108- Artık Allah'dan korkun ve bana itaat edin.

109-  Buna karşı, ben sizden bir bedel de istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.

110- Şu halde Allah'dan korkun ve bana itaat edin! demiş­ti.

111-  Onlar, "Arkana hep en düşük kimseler'[28]' takılmışken, biz sana İman eder miyiz?" dediler.

112-  (Nuh) Dedi ki; "Benim onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.

113-  Eğer sizin şuurunuz olsa, onların hesabının ancak Rabbime ait olduğunu anlarsınız.

114-  Hem ben, iman edenleri kovacak değilim.

115- "Ben ancak açık bir uyarıcıyım!" dedi.

116- Onlar, "Ey Nûh! Andolsun! (Eğer dediğinden) vaz geçmezsen, muhakkak taşlananlardan olacaksın!" dediler.

117- Nuh, "Ey Rabbim! gerçekten kavmim beni yalanladı.

118-  Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver de, beni ve beraberimdeki mü'ıninlerî kurtar!"'[29] dedi.

119-  Bunun üzerine biz, onu ve beraberindekileri o dolu geminin'[30]' içinde kurtadık.

120- Sonra da geri kalanları boğduk.

121- Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Öyle iken yine çoğu imana gelmediler.

122- Ve şüphesiz Rabbin, O, yegane güçlüdür. Esirgeyici­dir.

 

Nuh Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu bölüm Nuh (a) ve kavminin risalet kıssasını içeren kıssalar dizisinin üçüncü hal­kasıdır. Kıssa burada, nazil oluş hikmeti gereği Kamer ve Araf sûrelerinde nakledilen­lerden biraz daha genidir. Burada yeni olan, Nuh(a)'un, kavmine yaptığı tebliğden dola­yı ücret istemediğini ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah için yaptığını ve kendisinin onlar için güvenilir bir elçi olduğunu eklemesidir. Nuh kavmi Hz. Nuh'a inananlardan bir grubu düşüklükle niteleyerek bu davadan vazgeçmedikleri taktirde onları taslaya­caklarını belirtmişlerdi. Nuh (a)'un kıssasıyla ilgili bu nakledilenler Tekvin kitabının 6-7 ve 8. bölümlerinde varid olmamıştır. Fakat bu. o kıssanın Peygamber dönemindeki yahudiİer yoluyla ağızdan ağıza dolaştığına ve onların ellerindeki diğer sahife ve metin­lerde varid olduğuna engel teşkil etmez. Çünkü önemli olan bunun gerçekleşmesidir.

Yine önemli olan Nuh (a)'un kavmine söyledikleriyle Hz. Peygamberin'de emroiun-masıdır. Nitekim bu birçok sürede belirtilmiştir.

"De ki: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir teklif geti­renlerden değilim. Bu (Kur'an) ancak âlemler için bir öğüttür" (Sa'd, 86-87). Hakeza Nuh (a)'un kavminin inananlar için söyledikleriyle Arap kafirlerinin Hz. Peygamberin risaleline inananlar için söyledikleriyle benzerlik vardır. Nitekim bunu çeşitli ayetler ifade etmiştir. "Allah'ın hoşnutluğunu dileyerek sabah akşam Rablerine duâ edip çalı­şanları kovma; onların hesabından sana birşey yok; senin hesabından da onlara 'birşey yok ki, onları kovup haksızlıkta bulunanlardan olasın. Böylece onlardan kimini kimiyle deneyip fitneye soktuk, tâ ki; "aramızdan bunlara mı Allah nimet ve lutufta bulunmuş-tur" elesinler. Allah şükredenleri daha iyi bilir" (En'am. 52-53). Görüldüğü gibi bununla Peygamber ve müminlere güven veriliyor, sebal göstermeleri isteniliyor. [31]

 

123- Ad (kavmi de) peygamberleri yalanladı.

124- Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: Siz Al­lah'tan korkmaz mısınız?

125- Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir peygambe­rim.

126- Artık Allah'tan korkun da, bana itaat edin.

127- Bana karşı ben sizden bir ücret de istemiyorum. Benim

ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.

128- Siz, her tepeye[32] bir alâmet[33] bina eder: eğlenir rfiisi-n iz ?[34].

129- Ve (dünyada) ebedi kalacakmışsınız gibi, muhkem binalar[35] mî ediniyorsunuz?

130- Hem (ceza için) yakaladığınız vakit, zorbalar gibi yakalıyorsunuz.

131- Artık Allah'tan korkun da, bana itaat edin.

132- Size bildiğiniz şeylerle imdat eden

133- Size davarlarla oğullar,

134- Bağlarla, pınarlar var eden Allah'tan korkun!

135- Doğrusu ben üstünüze gelecek büyük bir günün aza­bından korkuyorum.

136-  Onlar şöyle dediler: Sen öğüt vermesen bizce eşit­tir/aynıdır.

137-  Bu (bize getirdiğin), eskilerin âdetinden başka birşey değildi[36].

138- Biz azap olunacaklar da değiliz!

139- Böylece onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Şüphesiz ki, bunda bir ibret vardır. Öyle iken çoğu zaman imana gelmediler.

140- Ve şüphesiz ki, Rabbin, yegâne güçlüdür, merhamet­lidir.

 

Hud (A) Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu ayetler Hud (a)'un kavmi Ad'a risaletiyle ilgili kıssayı içeren dizilerden dördün­cü halkadır. Bu kıssa önceki sûrelerde de zikredilmişti. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı yöntemsel farklılıklarla tekrar anlatılmıştır. Burada yeni olan şey; Hud (a)'un kavmine Allah'ın servet ve refah nedeniyle kendilerine kolaylık tanıdığını, bu­nun sayesinde sedler ve kaleler yaptıklarını hatırlatmasıdır. Hud (a)'un kavmine, ben sizden ücret istemiyorum ve kavmini de ona, senin söylediklerin ve uyardıkların şeyler daha önceden de yapılmıştı. Biz buna kesinlikle İnanmayacağız, sözleriyle onlar Al­lah'ın azabını hak etmişlerdi. Burada dikkat edilmesi gereken Hud (a)'a kavmi arasın­daki olan sözlerle Hz. Peygamber ve Arap kâfirleri arasında olan sözlerde bir benzerli­ğin olmasıdır. İşte bununla Hz. Peygamber teselli ediliyor ve Arap kâfirleri de uyarılı­yor. [37]

 

141- Semud (kavmi de) peygamberleri yalanladı.

142-  Hatırla ki, kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: Siz Allah'tan korkmazsınız.

143-  Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim.

144- Artık Allah'tan korkun da, bana itaat edin.

145-  Buna karşı, ben sizden bir ücret de istemiyorum. Be­nim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.

146-  Siz, buradaki nimetler içerisinde emin olarak bırakılır mısınız?

147- O bahçelerin ve pınarların içinde.

148-  O ekinlerin ve turtanda meyvesi hoş hurma ağaçları­nın içinde'[38]!

149-  Bir de dağlardan keyifli olarak[39]' evler yontuyorsu­nuz.

150- Artık Allah'tan korkun da, bana İtaat edin!

151- O müsriflerin (kâfirlerin) emrine itaat etmeyin.

152- Onlar ki, yeryüzünü fesada verirler de düzeltmezler.

153-  Kavmi "Sen ancak büyülenmişlerdensin'[40]'.

154-  Sen bizim gibi insandan başka bir şey değilsin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bir mucize getir!" dedi­ler.

155- Salih dedi ki: "İşte bir dişi deve, ona bir gün su hakkı, size de belli bir gün su hakki var.

156-  Ona bir fenalıkla dokunmayın, bu yüzden sizi büyük bir günün azabı yakalar.

157- Derken, o deveyi kestiler, ama pişman oldular.

158- Çünkü o azap kendilerini yakalayıverdi. Şüphesizbunda bir ibret vardır. Öyleyken çoğu imana gelmedi.

159- Ve şüphesiz ki, Rabbin, işte O, yegane güçlü, yegane esirgeyicidir!

 

Salih Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu, Salih (a)'in kavmi Semûd a risaletinin kıssasını içeren dizilerden beşinci halka­dır. Kıssa önceki sûrelerde de zikredilmiştir. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı üslupsa! farklılıklarla gelmiştir. Burada yeni olan, Salih (a)'in. kavmine, kendilerinden bir ücret istemediğini, kavminin de ona, sen de bizim gibi bir beşersin, sen sinirlenmiş­sin, gibi sözleridir. Asıl önemli nokta ise Salih (a) ve kavmiyle Hz. Muhammed (s) ve kavmi arasında benzerliklerin olmasıdır. Kıssayla Hz. Peygamber teseİli edilirken kâfir­ler de uyarılıyor. [41]

 

160-  Lut kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

161-  Kardeşleri Lut olanlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

162- Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

163-  Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edîn.

164-  Buna karşı sîzden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 165-166- Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, İnsanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğru­su siz sınırı aşmış'[42]' (sapık) bir kavimsiniz!

167- Onlar şöyle dediler: "Ey Lut! Bu davadan vazgeçmez­sen, iyi ki sürgün edilmişlerden olacaksın."

168- Lut: "Doğrusu ben sizin bu işinizden uzağım" dedi.'[43]'

169- "Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldikleri işin vebalinden kurtar."

170- Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.

171- Ancak bir koca karı müstesna. O geride kalanlardan oldu.

172- Sonra diğerlerini helak ettik.

173- Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılıp yola gelmeyenlerin yağmuru ne de kötü.

174- Elbet bunda büyük bir ibret vardır. Fakat çokları iman etmezler.

175- Şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin mer-hametsahibidir.

 

Lut Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu, dizilerden altıncı halkadır. Hz. Lut ve kavminin kıssasını içermektedir. Bu kıssahlarla gelmiştir. Yeni olan şey ise, Lm(a)'un, kavmine kendilerinden herhangi bir ü ret istemediğini belirtmesidir. Aynı şekilde kıssada ibret ve benzerlikler vardır. [44]

 

176-  Eyke halkı da[45] peygamberi yalancılıkla suçladı.

177-  Şuayb onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?

I78- Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

179- Attık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

180-  Buna karşı sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim üc­retimi verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.

181-  Ölçüyü[46]' tastamam yapın. İnsanların hakkını eksik ve­renlerden[47]' olmayın.

182-  Doğru[48]» terazi ile tartın.

183-  İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, yeryüzünde boz­gunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.

184- Sizi ve önceki nesilleri yaratan Allah'tan korkun."

185- Onlar şöyle dedüer: "Sen olsa olsa iyice büyülenmiş bi­risin,                                                                                                        

186- Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni an­cak yalancılardan biri sayıyoruz.

187- Şayet doğru sözlülerdensen üstümüze gökten parça parça[49] azap indir.

188- Şuayb: "Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir" dedi.

189-  Velhasıl onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gü­nünün azabı'[50]' yakalayıverdi. Gerçekten o muazzam bir gü­nün azabı idi!

190-  Doğrusu bunda büyük bir ders vardır. Ama çokları İman etmezler.

191-  Şüphesiz Rabbİn. işte, o mutlak galip ve engin merha­met sahibidir.

 

Şuayb Kıssası Üzerine Bir Yorum

 

Bu dizilerden yedinci halkadır. Kıssa Hz. Şuayb'in Eyke halkına getirdiği risaleti içermekledir. Kavmiyle birlikte Şuayb (a)'m kıssası önceki sûrelerde geçmişti. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı farklılıklarla gelmiştir. A'raf sûresinde Medyen adı Şuayb (a)"ın kavminin va.sfı olarak nakledilirken burada ise Eykelilerin adı şeklinde gelmiştir. Bazı müfessirîer[51] Eyke ashabının Medyen'in dışında olan başka bir toplum olduğunu söylemişlerdir. Buna da Hud, Salih. Lut ve Nuh (a)'un nitelendiği gibi Şuayb (a) kardeşleri olarak nitelememelerini delii getirmişlerdir. Sonra Şuayb (a) A'raf sûre­sinde Medyen halkının kardeşi şeklinde nitelenmiştir.

Bununla birlikte biz bu konuda sözü uzatmak istemiyoruz. Çünkü kıssa ile ilgili ta­rih belirtilmemiştir. Şuayb (a)'ın. Eyke halkına söylediğine bakıldığında bunun A'raf sûresinde belirtilen Medyen halkına söyledikleriyle yaklaşık aynı olduğu görülür. Med­yen halkı ve ashabEyke Kur'an'da tek bir dizi ve tek bir siyak halinde gelmemiştir ki onların aynı halk olduğu anlaşılsın. Aynı şekilde bu müfcssirlerdcn bir grubun da görü­şüdür. Ama Şuayb (a)'ın burada kardeşleri diye nitelenmemesinin hikmetini biz bilmi­yoruz. Buna biz "Kur'anü'l Mecid" adlı eserimizde işaret etlik.

Şuayb (a)'ın kıssasında yeni olan. kavmine, kendilerinden bir ücret taleb etmediğini ve onların da Şuayb (a)1 m kendileri gibi beşer olduğunu hatırlalmasıdır. Onlar Şuayb (a)'ın sinirlenmiş bir yalancı olduğunu söyleyerek gökten kendilerine bir karanlığın in­dirilmesini istiyorlardı. Şuayb (a)'in ve kavminin sözleriyle Peygamber(a) ve kavminin sözleri arasında benzerlik vardır. Bununla da Peygamber tescili edilirken kafirler uyarı­lıyor. [52]

 

Kıssalar Üzerine Genel Bir Yorum

 

Birinci olarak, peygamberlerin sözlerinin genel bir şekilde tekrarlanması onların ka­vimleri için güvenilir elçiler olmasındandır. Çünkü onlar kavimlerinden hiçbir ecir iste­miyorlar, onların ecri sadece Allah'a aittir. Bu da Hz. Peygamber'e Furkan. Sa'd, Ka­lem ve Scbc sûrelerinde defalarca emredilen şeyle benzerlik arzediyor: "De ki: Ben siz­den bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O. lıerşeye şahit­tir" (Sehe, 47). Bu Arap kâfirleri için Hz. Peygamber'in samimiyetine ve daha önceki peygamberlerin durumunda okluğu gibi bütün dünyevi isteklerden uzak olduğuna dair büyük bir kanıttır. Peygamberler Allah tarafından kendisine davet yapmaları, korkutma ve müjdelemeleri için seçilmiş kimselerdir. Kalpleri imanla dolu olup, bütün dünye­vî istek terlerden uzaktırlar. Sorumlulukların en büyüğünü üstlenerek zorluklara göğüs gererler. Bütün mutlulukları ve umutlan davetlerinde başarılı olmaları, dünyada ve ahi-rette toplumların saadet ve kurtuluşuna aracı olmalarıdır.

İkinci olarak, tekrarda Arap kâfirlerine önceki ümmetlerin gücünü, kuvvetini ve malca daha zengin oluşlarını hatırlatış sözkonusu olup mal, çocuk ve güç yönüyle daha zayıf olan Arap kâfirlerini uyarmayı pekiştiriyor. Bu konuda birçok ayet olup, bunlar­dan iki tanesini nakledelim: "Ve biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz, dediler" (Sebe, 35). "Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur, O malının kendisini ebedi kılacağını zanneder" (Hümeze. 1-3). Mal ve evlat bakımından daha güçlü, daha kuvvetli oldukları halde Allah'ı aciz bırakamamışlar ve Allah onları helak etmiştir. Do­layısıyla bunlar Allah'ı asla acîz bırakamazlar.

Üçüncü olarak, tekrarlanan ve nakledilen Kur'anî kıssalar her defasında detaylar, ib­retler ve yeni öğütler içermektedir. [53]

 

192- Muhakkak ki o Kur'an, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

193-195- (Rasulüm!) Onu Ruhu'l-emin'[54]' uyarıcılardan ola­sın, diye apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.

196- O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında[55] da vardır.

197-  Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir ayet[56] degıl mıdır?

 

"Beni İsrail Bilginlerinin Onu Bilmesi, Onlar İçin Bir Ayet Değil Midir?"

 

Ayetler, kıssalar dizisinin devamı mesabesinde olup, bu yönüyle de siyakla bağlantı­lıdır. Ayetler. Hz. Muhammed'in okuduğu, kıssaları ve diğer davet ilkelerini, uyan ve müjdeyi içeren Kur'an'tn Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla insanları uyarması için Hz. Peygamber'in kalbine indirildiğine dair vurguyu içermekledir. Kur'an, apaçık ve anlaşılır bir şekilde Arap dili üzere inmiştir. Ta ki Kur'an'la ilk muhatap olan Araplar için onu anlayamadıklarına ve anlamakta zorluk çektiklerine dair lehlerinde bir delil ol­masın. Kur'an'm içerdiği ilkeler, hedefler ve dinamikler, önceki inen kitaplarla muta­bıktır. Ayetler olumlu vurguyu içeren kınama sorusuyla son buluyor: Beni İsrail bilgin­lerinin onu bilmesi ve onun doğruluğuna şehadet etmeleri kâfirler için bir delil değil

mi?..

Kur'an'da Mekki ayetlere ek olarak Medeni ayetlerde de Ehli Kitap ve Ehli İlmin Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini ve Peygamber'in risaletini gerçek bilip doğrula­yanlardan söz eden birçok ayet vardır. Hz. Peygamberle ilgili vasıfları kendi ellerinde bulunan İncil ve Tevrat'ta buluyorlardı. Bu vasıfları atalarının bildiği gibi kendileri de biliyordu. Bu konuyla ilgili açıklamaları önceki bahislerde ve özellikle de A'raf sûresi 157 ve 197. ayetlerin tefsiri münasebetiyle yapmıştık.

Temel kabul elliğimiz mushaf 197. ayetin Medenî olduğunu zikretmiştir. Yine Ze-mahşeri de aynı şekilde sûrenin tefsirinin başında Medenî olduğunu belirtmiştir. Müfes-sirler bununla Abdullah b. Selam gibi Medine'de müslüman olan Beni İsrail'in alimleri­nin kastedildiğini söylemişlerdir[57]. Ayetin siyakla sibakla, öncesi ve sonrasıyla ve konu itibariyle tam bir ahenk içerisinde olduğu görülüyor. Ayet, kâfirlerin inadı karşısında susturucu bir tartışma içermektedir ki, bunun alanı da Medine değil, Mekke'ydi. Ayetin siyakı içerisinde Mekkî oluşu üzerine hiçbir ihtilaf yoktur. Bu da rivayet üzerinde kuşku yaratıyor. Beni İsrail'in bazı bilginlerinin Hz. Peygamber'le Mekke'de bir araya geldik­lerini, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in risaletine insanların gözü Önünde şehadet ettikle­rini aktaran görüşleri tercih ediyoruz. Bu ayette onu, anlatmak, açıklamak ve ispatlamak için zikretmiştir. Ahkâf süresindeki bir ayette açık şekilde buna benzer birşey zikredili­yor: "De ki hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişse-niz, İsrailoğııllanndan bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz yine de bü­yüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zalimler toplulu­ğunu doğru yola iletmez" (Ahkaf, 10).

"Önu Ruhu'] Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirilmiştir' ayetleri de Kur'an'in Araplar tarafından bilinen ve anlaşılan bir dil üzere indiğini kanıtlayan bir başka kesin delildir. Yine ayetler, Hz. Peygamber'in kalbine inen Kur'an vahyinin bazı alimlerin dediği gibi anlam itibariyle değil de, ledvin edilmiş lafızlar itibariyle nazil olduğuna delildir.

"Ruhu'l Emin" tabiriyle müfessirlerin görüş birliğine vardıkları üzere Cebrail (a)'in kastedildiği belirtilmiştir. Bunu da Bakara suresinde yer alan bir ayette, Kur'an'ın Hz. Peygamberin kalbine nazil oluşu konusunda Cebrail (s)'in adının açık bîr şekilde belir­tilmesi, teyid etmektedir. LİDe ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için de müjdeci olarak O indirmiştir." (Bakara, 97)

"Ala kalbike" (senin kalbine) tabiri, Kur'an'ın vahyedilişinin özel ruhani bir olay oldu­ğunu, daha önce "Kur'anü'l Mecid"[58] adlı kitabımızda da açıkladığımız gibi bunu Hz. Peygamber'den başka kimsenin idrak edemeyeceğini vurguluyor. Kıyame sûresinin tef­siri sırasında bunu açıkladığımız için yeniden açıklanmasına gerek yoktur, özellikle i-man edilmesi gereken meseleler üzerine ek yapma ya da tahminde bulunma doğru değil­dir. Burada söylenmesi gereken birşey varsa o da bu tabirin Nahl sûresinde tekrarlanma­sı üe ilgili: "De ki: Onu, Mukaddes Rûh (Cebrail) iman edenlere sebat vermek, müsiü-manları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rahbin katından hak o/arak indirdi." (Nahl. 102). Bu ayeîte Peygamberinin yakınında olmasına rağmen O'na gelen vahyi hissetmeyenler için Kur'an vahyinin geliş yolunu anlayabilmeleri konusunda bi­raz açıklama yapılıyor. Kur'an, Hz. Peygambcr'in kalbine maddi olarak hissedilmeye­cek bir şekilde ruhani bir vasıtayla atılıyordu. Fakat bu etkisiyle hiddesiliyordu. Özellik­le de Hz. Peygamber tarafından. Cebrail, Allah'ın bir meleği olup. burada "Ruhu'l Emin", Bakara ve Nah! sûresinde "Ruhu'l Kudüs" ve yineBakara sûresinde ise adı açık bir şekilde zikredilmiştir. [59]

 

198-199- Bİz onu Arapça bilmeyenlerden birine'[60]' indir-seydik de bunu onlara okusaydt, yine ona iman etmezlerdi.

 200-201- Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk[61]. O-nun için acıklı azabı görünceye kadar, ona iman etmezler.

202-  İşte bu azap onlara kendileri farkında olmadan ansı­zın geliverecektir.

203-  O zaman: (iman etmemiz için) bize mühiet verilir mi acaba?" diyeceklerdir[62]'.

204-  (Durmadan mucize talebiyle onlar) Bizim azabımızı-mı çarçabuk istiyorlardı.

205-206- Ne dersin, eğer biz onları yıllarca yaşatıp nimet­lerden faydalandırsak, sonra tehdit edilmekte oldukları azap başlarına gelse.

207- Faydalandırdıkları nimetler onlara hiç yarar sağla­mayacaktır.

208-209- Biz hiçbir memleketi öğüt vermek üzere[63] (gön­derdiğimiz) uyarıcı (peygamberler) olmadan yok etmemi-şİzdir. Biz zalim değiliz.

 

Görüldüğü gibi ayetler, siyakla bağlantılı olup aynı minval üzere devam ediyor. İlk üç ayet Kur'an'la ilgilidir. Bu ayetler, eğer Allah'ın Kur'an'ı Arapça bilmeyenlerden birisine indirseydi ve o da bunu onlara okusaydı yine onların iman etmeyeceklerini kay­dediyor. Bu nedenle onun apaçık Arap dili ü/.ere inmesi, onların delillerini tamamen or­tadan kaldırıyor. Bu anlam. En'am sûresinin birçok ayetinde açık bir şekilde gelmiştir: "Kitap, yalnız bizden Önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyeniniz diye. Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbiniz-den açık bir delil, hidayel ve rahmet geldi. Kim. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir. Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötü­rü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız" (En'am, 156-157).

Sonraki altı ayete gelince, kâfirlere azap ve uyarıyı içeriyorlar. Onlarda kabahat ve kötü niyet ve inal öyle bir düzeye geldi ki, Kur'an'a iman etmiyorlar, iman etmeyi akıl­larından bile geçilmiyorlar. Allah'ın azabının gerçek olduğunu görünceye kadar iman etmeyeceklerini .söylüyor ve va'dedilen bu azabın gelmesi için meydan okuyarak acele ediyorlar. Ayetler, onların üslubuna karşılık olarak güçlü bir üslubla azabın kendilerine ansızın geleceğini, o zaman da buna pişmanlık duyacaklarını ve geçirdiklerini telafi et­mek için kendilerine mühlet verilmesini isteyeceklerini vurguluyor. Onların konumları dünya hayatında ellerinde bulunanlara kanmalarındandır. Oysa bunlar, ellerinde birkaç sene kalacaktır. Sonra uyarıldıkları şeyler kendilerine hak olup sahip oldukları dünyalık­lar kendilerine fayda sağlamayacaktır.

Son iki ayet, öncesini takip mesabesinde gelmiştir. Allahu Tcala hiçbir kavmi ve şehri hatırlatmaları ve hidayete gelmeleri için uyarıcı elçiler göndermeden helak etme-m İştir. İşte Allah'ın adaleti budur, Ailah asla zalim değildir. Bu anlamda birçok ayet ay­nı konuyu tekrarlamış oiup İsra süresindeki şu ayet de bu bağlamdadır: "Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar başkasının günahını üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz" (İsra, 15).

Yine bu konuda Kasas süresindeki şu ayet de aynı anlamı içerir: "Rabbin, kendileri­ne ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleket/eri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas, 59).

Ayetlerde korkutma, azarlama ve susturma konusunda güçlü cümleler vardır. Ayet­lerin ruhunda kafirlerin iman etmeyişleri ve yalancı konumlan karşısında Hz. Peygam­beri teselli etmeyi hedeflediği anlaşılıyor. "Ona günahkarların kalbine böyle soktuk" cümlesinde yanlış anlaşılmaya mahal yoktur. Bu cümle "Allah zalimleri sapıtır." kabi-lindedir. İbrahim süresi 27. ayci ve Bakara sûresi 26. ayet ''Onunla ancak fâsıklan sap­tırır" ve bu anlamda tekrar edilen ve dikkat çekilen ayetler de aynı kabildedir. Ayetteki günahkarlar kelimesi buna güçlü, hatta ke.sin bir karinedir. Allah onu günahkârların kal­bine sokmuştur. Çünkü onlar ahlâkı ve sınırlan bozan günahkârlardır. [64]

 

Kafirlerin, Allah'ın Azabını Acele İstemeleri Üzerine Bir Yorum

 

Ayetlerde görüldüğü kadarıyla, kafirler, Peygamber (s)?es şayet doğru sözlü olsaydın Allah'ın azabı üzerimize hemen inerdi, diyorlardı. Nitekim, peygamberlerini yalanlayan önceki toplumların durumu öyle olmuştu. Onların kıssaları Kur'an'ın diliyle Hz. Pey-gamber'c anlatılmıştır. Allah'ın azabı üzerlerine inmeyince onun va'dine meydan oku­maya ve alay etmeye başlamışlardı. Bu durum kafirler tarafından, çeşitli ayetlerin anlat­tığı gibi tekrarlanmıştı. İşte bu konudaki ayetler: "Hani (o kafirler) bir zaman da: Ey Al­lah'ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi" (Enfal, 32). "Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmahsın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin'" (İsra. 92). "Onlar senden azabın çabuk gelmesini isliyorlar. Allah vadin­den asla dönmez. Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınız­dan bin yıl gibidir7' (Hac, 47).

Ayetler, kafirlerin içinde bulundukları konum, karşı çıkış, kibirleniş ve meydan oku­yuş tablolarını içeriyor.

Kafirlerin bu tutumları Hz. Peygamberde üzüntü ve keder yaratıyordu. İşte bunun üzerine Kuran, O'nu teselli etmek için, Allah'ın azabının onlara ertelenmesinin hikme­tini açıklıyor. Bunun örnekleri daha önceden geçmiş oİup aşağıdaki ayetler de bunlar arasındadır: ''De ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara, bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! o zalimler birbirlerine, aldatmadan başka birşey vadetmiyorlar" (Fatır, 45). "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler" (Nahl, 61). [65]

 

Acem Ve Acem Olanlar Kelimesi Üzerine Bir Yorum

 

Hiç kuşku yok ki acem kelimesi İslam'dan önce Arapların dışında olanlar için kulla­nılıyordu. Kur'an'da da buna delalet etmesi için inmiştir. Bu da dünyanın yerleşiminin Arapların anlayış ve zihinlerinde Arap ve acem diye iki gruba ayrılması anlamına geli­yordu. Arap kelimesi. Arap yarımadasının içinde ve dışında Arapça konuşan herkesi kapsıyordu. Bu kapsamda Araplar tarafından bilinmekteydi. Az önce naklettiğimiz En'am daki ayetler ve bizim konumuzla ilgili olan ayetlerden ilk üç ayet Kur'an'ın Arapça oluşunu vurguluyor. Sözkonusu bu vurgu Arap yarımadasının içinde ve dışında Kur'an dilini anlamayan ya da Kur'an diliyle farklılık gösteren bir dil konuşan arabin olmadığına işaret ediyor. Bizim kanaatimize göre bu durum İslam öncesine uzanan bir süreçtir. Bu da yarımadanın içine ve dışına yayılan Arapların çeşitli yerlerine göre tak­diri farklılık gösterebilir. [66]

 

Risaletin Evrenselliği Olgusu

 

195. ayet Kur'an'm apaçık Arap dili üzere nazil olduğunu vurguluyor. Tabii bu Mu­hammedi risâlelin Araplara özgü olduğunu söyleyenlere imkan açma anlamında değil­dir. Peygamber'in Arap oluşu, Kur'an'ın hitap etliği toplumun Arap oluşu bunu gerek­tirmiştir. Nübüvvet döneminin ilk yıllarından itibaren Mekke ve Medine'de nazil olan birçok ayet Muhammedi risaletin ve Kur'anî tebliğin evrensel olduğunu vurgulamakta­dır. Bu münasebetle birçok ayet naklettik. A'raf süresindeki şu ayette bunlar arasında­dır: "De ki: Ey İnsanlar! Gerçekteni ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahihi olan Al­lah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, o diriltir ve öldürür, öyleyse Allah'a ve üm-nıi peygamber olan Rasıılu ne iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulaşınız" (A'raf, 158). Furkan süresindeki şu ayet de, bu ayetler arasındadır: "Alemlere uyarıcı olsun di­ye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah yüce/ey yücesidir" (Furkan, 1). [67]

 

"Biz Hiçbir Memleketi Uyarıcılar Göndermeden Helak Etmemişizdir" (İşte Bu Bir) İhtardır. Biz Zulmedici Değiliz"

 

Bu iki ayet ve benzerleri kelam bilginleri tarafından tartışma ve çekişme konusudur. Mutezile bu iki ayet ve benzerlerine dayanarak Allahu Tcala'nın kulları için en güzei planın dışında başka birşey yapmayacağını ya da böyle yapması onun üzerine bir zorun­luluk olduğunu söylemiştir. Eş'ari ise bunu inkar ederek kullara karşı Allah-u Teala'nın üzerinde yapması gereken bir görev ya da hakin olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşle­rini de şu ayetlere dayamışlardır: "Allah yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sor­guya çekileceklerdir" (Enbiya. 23). "Allah dilediğini yapar" (ibrahim, 27).

Görülüyor ki. Allahu Teala Kur'anî hitabında beşerin alışa geldiği anlayışlarıyla uyuştuğu yöntemleri kullanıyor. Bu ayetler ve benzerleri akidevi ilkeleri belirleme ama­cıyla gelmemiştir. Aksine çeşitli sebeplerden dolayı daveti destekleme ve güçlendirme gayesiyle gelmiştir. Bunun için çeşitli sığalarla gelmiştir. Uygun olan hatta zorunlu olan bu çerçevede kalması olup hamledilmemesi mümkün olmayan yerlere hamledilmesidir. Çünkü bu açık bir şekilde Kur'aırda çelişkiye götürür. Allahu Teala ve Kur'an ise bun­dan münezzehtir. Allah Nisa sûresinde bunu şöyle vurguluyor: "Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi'.' Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı" (Nisa 82)', Bunlara rağmen çelişen her iki mezhebin sözleri de Allahu Tcala'yı noksanlıklardan ve çelişkilerden tenzih etmeyi hedeflemiştir. Bu konuda söylenecek son söz şudur:

Allahu Teala, yaptıkları, emrettikleri, yasakladıkları ve kullarının amelleri neticesin­de takdir ettikleri şeyleri bu konudaki adil ve hakim sıfatının gereği üzere yapmaktadır. Hikmetin devam etmesi kulların da hidayeti ve delaleti, iyiliği ve kötülüğü .seçme gücü­nü gerekli kılmıştır. Aynı şekilde O'nun hikmeti insanlara iyiliği, kötülüğü, hidayeti, dalaleti açıklaması, uyanda bulunmaları için peygamber göndermeyi gerekli kılmıştır. Adalet sıfatının ecreğine uygun olarak neticelerin uygulanması zorunlu olmuştur. [68]

 

210- O'nu (Kur'anî) şeytanlar indirmedi.

211- Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez.

212- Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır[69]».

 

"O'nu Şeytanlar İndirmedi"

"Şüphesiz Onlar Vahyi İşitmekten Uzak Tutulmuşlardır"

 

Ayetler Kur'an konusuna devam ediyor. Bu durum önceki siyakın da devamıdır. Görülüyor ki kafirler Kur'an hakkında söylediklerini söylüyorlar; Kur'an'ı Hz. Muham­med'e şeytanların indirdiğini iddia ediyorlar. Onların inançlarına göre cin şeytanlarının sihirle, kehanetle bağlamdan vardı. Şairlere onlar ilham ediyordu ya da şairler onlardan oluyordu, şeytanlar semadan haber çalarak kâhinlere veriyorlardı. Nitekim biz onların bu inançlarını Cin sûresinin tefsiri akışı içerisinde açıklamıştık. 192-195. ayetler ise Kur'an'ın Rabbani bir vahiy olduğunu ve Kur'an'in şeytanlarla hiç bir bağlantısının bu­lunmadığını vurguluyor.

Ayetler ve özellikle "bu onlara düşmez" tabiri görüldüğü kadarıyla üstün anlamlar içermektedir. Bu ifade şeytanların pis ve kötü varlıklar olduklarını, Allah'a, ahlâkı de­ğerlere, ve salih amellere çağıran fahişeliği, kötülüğü, günahı, azgınlığı, Allah'ın dışın­dakilere yönelmeyi, duada ve ibadette ona ortak koşmayı yasaklayan şeytan ve vesvese­lerine karşı uyanık olmayı emreden Kuran'ı onların vahyetmesinin olanaksız olduğunu belirtiyor. Belki de 192-195. ayetler, Kur'anî Cebrail (a)'in indirdiğini kaydediyor kı­yas, cevap verme ve ikna etme yoluyla bu anlam içcrilmektedir. Sanki bu ayetler şu an­lamı vurgulamak için gelmiştir: Hakka ve hayra çağıran, şer ve bâtıldan sakındıran bu Kur'.an'ı iyilik ve rahmet esaslarına mün.tesib olan Cebrail (a)'dcn başkası indjremez. Bu anlam açık ve nüçiü bir şekilde yakında gelecek olan sûrelerin ayetlerinde pekiştirii-mektedir. [70]

 

213- O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma sonra, azap edilenlerden olursun.[71]

214- (Önce) en yakın akrabanı uyar.

215- Sana uyan mü'minlere merhamet et, kanadını İndir.

216- Şayet sana karşı gelirlerse de ki, ben sizin yaptıkları­nızdan muhakkak ki uzağım.

217- Sen o mutlak galip, engin merhamet sahibine güve­nip dayan.

218- O ki gece (namaza) kalktığın zaman seni görüyor.

219- Secde edenler arasında dolaşmanı (görüyor).

220- Çünkü herşeyi işiten her şeyi bilen O'dur.

 

Ayetler, Hz. Pcygamber'in davası ve davranışı konusunda Rabbani emirler içeriyor. Deygarriber (s)'in davasına sımsıkı sarılması, Allah'a karşı samimi olması ve azaba uğra­şıların yanında yeralmaması için dua da Allah'a birilerini eş koşmaması, yakın akra­balarını uyararak işe başlaması, kendisine tabi olan mü'minlere iyi davranması, emretti-l'i ya da yasakladığı şeylerde yumuşak, şefkatli ve hoşgörülü olması, kendisini her yerde görüp gözetleyen çok aziz ve bağışlayıcı Allah'a dayanması gerekir.

Ayetlerde birincisinin "fe" harfiyle başlaması bu ayetlerle önceki ayetler arasında lağlantı olduğunu gösteriyor. Görüldüğü kadarıyla bu ayetler o ayetlerin peşi sıra gel-niştir. Sanki önceki ayetlerden sonra bununla Peygamber (s)'c iltifat edilerek kafirlerin conumlanna ve yalanlamalarına aldırmaması gerektiği söyleniyor. Peygamber(s)'in üze-ine düşen, başta en yakınları olmak üzere onları davet etmesi, uyanda bulunması, bir olan yüce Allah'a bağlılığını sürdürmesi, ona dayanması, kendisine iman eden ve tâbi olanlara şefkatli ve hoşgörülü olmasıdır.

Bazı müfessirler "Asavka" fülindckİ zamiri Hz. Peygamberin yakınlarına döndürür­ken bazıları da mü'minlere döndürmektedir. Birinci görüşün daha kabul edilir ve şartla­ra daha uygun olduğu görülüyor. Çünkü yakınlarının isyan etme olasılığı daha güçlü bir ihtimaldir.

Bazı müfessirler "Secde edenler arasında dolaşmanı da" cümlesi konusunda garip rivayet ve görüşler belirtmişlerdir. Şöyle ki; Peygamber (s), annesinden doğuncaya ka­dar Adem ile Havva'dan olan secde eden mü'min kadınların rahimlerinde, mü'min er­keklerin sulblcrinde dolaştığına, bazı dedelerinin sulbünde Peygamber (s)'in yaptığı teş­bih ve hacc telbiyesinin duyulduğuna, yahut Peygamber (s)'in doğuncaya dek peygam­berlerin sulbünde taşınmaya devam ettiğine işaret vardır.

Buna karşın cümle genel olarak açıktır. Yani burada Allah'ın O'nu yalnız iken gör­düğü, insanlarla birlikte namaz kılarken, bütün hal ve hareketlerinde gözettiği kasdedil-mektedir. [72]

 

"En Yakın Akrabalarını Uyar" Ayeti Üzerine Bir Yorum

 

Müfessirler bu ayetle ilgili çeşitli hadis ve rivayetler aktarmışlardır. Bunlardan biri. bu ayet nazil olduktan sonra Hz. Peygamber, yakınlarını bir yemeğe çağırmış. Onlar da yemeği yer yemez hemen dağılmışlardır. Çünkü Ebu Talih onlara Muhammed (s)'in kendilerini sinirleyeceğini söylemiştir. Daha sonra Hz. Peygamber ikinci kez bir yeme­ğe çağırarak onlara şöyle demiştir: Ey Abdulmullalib oğullan! Ben size dünya ve ahire -tin iyiliğini getirdim. Sizi ona çağırmam için Allah beni görevlendirdi. İçinizde bana kim yardımcı olur" dedi. Bunun üzerine topluluk bizi bunun için mi çağırdın diyerek ayaklandı. Hz. Ali ise ben yardımcı olacağım diyerek üç defa bunu tekrarladı. Hz. Pey­gamber bunun üzerine elini Hz. Ali'nin boynuna koyarak; "Bu benim kardeşim, koru­yucum ve içinizde vekilim onu dinleyin ve itaat edin" buyurdu. Bunları dinleyen toplu­luk gülerek Ebu Talibe: Sana Ali'yi dinlemeni ve itaat etmeni emretti, dediler. Bunlar­dan ikincisi geçen rivayetin aynısı olup sadece Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye söyledikle­ri yer almıyor. Hatta orada Hz. Ali'ye otur dediği söyleniyor. Bunlardan üçüncüsü, bu ayet nazil olunca Peygamber (s) Safa tepesine çıkarak şöyle çağırdı: Ey Fehdoğulları. Ey Adiyoğullan! Bunu duyanlar toplanıp geldiler, gelmeyenler de ne olduğunu öğren­meleri için elçiler gönderdiler. Peygamber (s) söze başlayarak: Şu vadinin arkasında sizi değiştirmek isleyen bir kimsenin olduğunu söylesem beni doğrular mısınız? dedi. Onlar da: Daha önce senin yalan söylediğine hiç raslamadık. dediler. Bunun üzerine Peygam­ber (s): Ben sizi önünüzde bekleyen korkunç azaba karşı uyarıyorum, dedi. Ebu Lehcp söze atılarak: Yazıklar olsun sana! Bunun için mi bizi topladm, dedi. Bunlardan dördüncüsü ise, Hz. Peygamber (s), Abdulmuttalib amcası Abduimutialib'e. halası Safiyye'yc ve kızı Fatima'ya, Allah'tan gelen birşeyi ben sizden kaldıramam, demcsidir.Bu rivayetlerin durumu ne olursa olsun hiç kuşku yoktur ki Hz. Peygamber Allahu Teala'nın emirlerini vesilelerden bir vesileyle uygulamıştır. O konumlarından birini da­vet ve uyan yoluyla en yakın akrabalarına ayırmıştır.

Bu da onların Mekke döneminde Peygamber (s)'in nübüvvetini inkar ettiklerine işa­ret ediyor. Hatla rivayetler onların bu inkarlarının sadece Mekke dönemine has olmadı­ğını bunu Medine döneminde de uzun süre devam ettirdiklerini gösteriyor. Ailevi yakın­lıktan dolayı Peygamber (s)'i savunmalarına rağmen amcası ve hamisi Ebu Talip iman etmeden ölmüştür. Amcası Abbas, amcası oğlu Akil ve diğer amca oğullarının tamamı Bedir Savaşı'na müşriklerin saflarında katılmışlardır.

Belki de davet karşısında Peygamber (s)'İn yakın akrabalarının konumu davet seyri üzerinde olumsuz etki yapılıyordu. Şöyle ki, diğer Araplar Peygamber (s)'c, eğer doğru biri olsaydın sana yakın akrabaların inanırlardı, şeklinde sözler söylüyorlardı. Bu da Peygamber (s)'de üzüntü ve keder yaratıyordu. Bunun için Allahu Teala onları kendi sa­fına çekmesi için davette özel bir konum ayırmasını emretmiştir. [73]

 

İslam'da Dini Kardeşliğin Binası

 

Allah'ın emirlerinde Hz. Peygamber (s)'c akrabaları kendilerine özel davet yapıldık­tan sonra isyan ediyor. Peygamber (s)'i dinlemiyorlarsa onların amellerinden, küfürle­rinden uzak olduğunu ilan etmesine yönelik telmih olabilir. Hz. Peygamber'in mü'min-Icrdcn kendine uyanlara kanatlarını germesi direktifleri süre gelen Kur'anî bir plandır. Peygamber (s) döneminde ve toplumunda güçlü olan çiiesel dayanışma yerine yakınlık ve akrabalık bağlarını bir tarafa bırakarak inananlar arasında dayanışmanın zorunlu ol­duğu vurgulanıyor. Böylece İslam'da ilkesel ve dini kardeşliğin oluşumu konusunda bu ayetlerin gerektirdiği net konumun, dar kabilesel ve ailevi asabiyetin oluşumuna karşı zorunlu konumlar, diye nitelenmesi doğru olur. Bu anlamı tc'yid eden başka medeni ayetler de gelmiştir. İşte bu ayetleri şöyle sıralamamız mümkün;

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babalan, oğulları, kadeşlcri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Rastılü'nc düşman olanlarla dostluk etliğini göremezsin, işle onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. On­ları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak orada ebedi kalacaklardır. Allah onlar­dan razı olmuş, onlarda Allah'tan hoşnut olmuşlardır. îşte onlar, Allah'ın tarafından olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafından olanlardır. (Mü­cadele, 22).

"Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmış­sanız, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göslerek gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir. Rab-biniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber (s)7i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyor­lar. Ben sizin tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu da en İyi bilenim. Sizden kim bunu ya­parsa, onları dost edinirse doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, si­ze düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini, kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkar edivermenizi istemekledirler. Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda ver­mezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Aliah yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine, 1-3)

"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığı­nız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler sizi Allah'tan Rasulü'ndcn ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini geli-rinceğe kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez" (Tevbc, 23-24).

"Mü'minler ancak kardeştirler. Öylese kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgerlesiniz" (Hucurat, 10). [74]

 

 

Peygamber (S)'İn Yakınlarından Uzak Olduğunu İlân Etmesinde Üstün Anlamlar Vardır

 

Bİzim üzerinde durduğumuz ayetlerin gerektirdiği konuma bakıldığında, o şartlarda Peygamberin zayıf, müslümanlann azınlıkla ve çoğunun yoksul ve kimsesizlerden ol­duğu ve kabilenin yardımına son derece ihtiyaç olduğu görülür. Buna rağmen Allahu Teala Peygamber (s)'e, kendisine vahyedileni açıklamasını, yakın akrabalarından olan kafirleri uyararak onlardan uzak olduğunu ilan etmesini, beraberinde olan zayıf ve az sayıdaki iman edenlerle dayanışmasını emrediyor. Hz. Peygamber risaletine ve Allah'ın kendisine yardım edeceğine kesin bir şekilde inandığı için bu yol üzere devam etmesin­de bunun büyük bir etkisi olmuştur. İşte bütün bunlarda güzel örnekler vardır. [75]

 

"Mü'minlerden Sana Uyanlara Kanatlarını Ger" Cümlesi Üzerine Bir Yorum

 

Ayetle, Hz. Peygambcr'e, mü'minlere kanatlarını germesi emrediliyor. Bu üstün bir Kur'anî Öğretidir. Önceki mü'minler Peygamber (s)'in risaletine iman ederek ona tâbi oldular, etrafında toplandılar, desteklediler ve bu uğurda ezalara, zararlara, ambargola­ra, ailelerinin saldırılarına ve yakınlarının himayelerinden uzak kalmaya göğüs gerdiler. İşte bu da onları hak, iylik, adalet ve güzel anlak temellerine dayalı dayanışma birliğine götürdü. Sözkonusu bu dayanışma dar ailesel birliğin yerini aldı. Yine bu onları Allah'ı gözetmeye. Peygamberi (s)'ne iyilik etmeye ona iyi davranmaya, onu sevmeye, yakın akrabalarından ve ailelerinden onu daha üstün görmeye itti. Dolayısıyla güçleri, göğüs germeleri, dayanışmaları ve fedakarlıkları daha da arttı.

Bu öğretinin direktifleri hiç kuşkusuz devam etmektedir. Bunun miislumanlar ve Özellikle de liderler ıslaha çağmalar, ıslah ve salahın yeraldığı ilkesel plana katılanlar için genel bir plân olması gerekir. [76]

 

22I- Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?

222- Onlar, günaha, iftiraya düşkün[77] olan herkesin üstüne inerler.

 

"Şeytanların İse Kime İneceğini Size Haber Vereyim Mi"

 

Ayetler siyakla bağlantılı olup onun devamı niteliğindedir. Ayetler başka bir üslupla şeytanların Kur'an'ı indirmesini yalanlıyor. Ayetlerde kınama sorusu yer alarak, kendi­lerine şeytanların indiği kimselerin şeytanların vesveselerine kulak veren günahkâr ifti­racıların, çoğu yalan olan sözlerini ve haberlerini onlara dayayan şahıslar oldukları vur­gulanıyor. Yine görüldüğü gibi ayetler Hz. Peygamber (s)'in iyiliğe, hakka doğruluğa, fazilete çağırdığını, kötülükten, bâtıldan, yalandan, zulümden ve rezaletten alıkoyduğu­nu vurgulayarak onun kendilerine şeytanların indiği bir kimse olmasını şeytanın vahyet-tiği şeyleri konuşmasını ve şeytanların vesveselerinden etkilenmesinin olanaksız oldu­ğunu açıklıyor. [78]

 

224- Şairler(e gelince) onlara da sapıklar[79] uyariar.

225-226- Onların her vadide başıboş dolaştıklarını[80]' ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?

227- Ancak iman edip iyi işler yapanlar Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savu­nanlar[81] başkadır. Haksızlık edenler hangi dönüşe hangi akıbete döndürüleceklerini yakından bileceklerdir.

 

"Şairlere Sapıklar Uyarlar" Ayeti Üzerine Bir Yorum

 

Ayetler siyakla kopuk değildir. Aksine siyak üzerine ma'tuftur. Görüldüğü gibi ka­firlere ikinci kez cevap vermeyi içeriyor. Kafirler, Hz. Peygamber'e Kur'an'ı şeytanların getirdiğini, Peygamber (s) in şair. Kur'an ıh da şiir olduğunu söylüyorlardı. Bu özellikle Yasin sûresinde ve daha birçok ayetlerde anlatılmaktadır. Önceki ayetler birinci yalancı iddiaya cevap vermişti. Bu ayetlerde kafirlerin ikinci yalancı iddiasına cevabı içeriyor. Şairlere sadece sapıklar uyarlar. Onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. Her vadide başı­boş dolaşırlar. Oysa Peygamber (s) bir olan Allah'a, hakka, hayra çağırıp iyliği emredi­yor, kölütükten alıkoyuyor. Yani yaptıkları şeyleri söylüyor, Ona tabi olanlar, çağırdığı, şeylerle süslenip yasakladığı şeylerden kaçınarak imanı, ahlâkı ve fiilleriyle güçlü bir erdemliler cemaatını oluşturuyorlar. [82]

 

 

Şairlerin Kınanmasında Mü'minlerin İstisna Edilmesi Üzerine Bir Yorum

 

Son ayet inanmış salih şairlerin birinci ayette içerilen şairlerin vasıflarından istisna edildiklerini içeriyor. Mü'min şairler tabiatlarından çıkmış o sınıftan değillerdir. Onlar bir olan Allah'a iman ederek salih ameller yapmışlar, hak, iylik ve doğruluk yolu üzere yürümüşler ve kendilerine yapılan zulümlere karşı galip gelmişlerdir. Ayet, zalimlere tehdit ve karşılaşacakları kötü akıbeti uyan ile son buluyor.

Görüldüğü gibi müslüman şairlerin galip gelmesinden maksat kafir şairlerin düzen­ledikleri hiciv kasidelerine karşı onlara cevap niteliğinde kasideler düzenlemeleridir.

Temel kabul ettiğimiz mushaf dört ayetin Medeni olduğunu zikretmiştir. Bunu Zc-mahşeri de sûrenin tefsirinin başlangıcında zikretmiştir. Hakikatte İse Medeni ayetlerin karakteri sadece son ayetle görülmektedir. Müslümanlar aslında zulümden sonra galip konumda hicretten sonra intikama savunmada bulunmuşlardır. Mekke'de müslümanlar-la kafir sairler arasında hiciv yapma imkanı olmamıştır. Çünkü bir yönde müsiümanlar zayıf azınlık durumunda idiler. Diğer bir yönde ise karşılıklı idiler. Karşılıklı hiciv yap­ma her iki grup arasında silahlı mücadele olup bu da hicretten sonra başlamıştır. Bunun için bizim kanaatimize göre rivayet sadece son ayet için geçerlidir. Diğer üç ayete gelin­ce, bunlar görüldüğü gibi Peygamber (s)'e şairlik nişbet edenlere ve O'na Kur'an'i şey­tanların indirdiğini söyleyenlere karşı bir cevap niteliğindedir. Bu ayetler önceki ayet­lerle bağlantılı olup Mckki oluşlarında ihtilaf yoktur. Hicret'ten sonra müslüman şairler kafir şairlere cevap verme yeteneğine sahip olunca nazil oluş hikmeti gereği şairlerin vasfedildiği o vasıflan istisna edilmişlerdir. Ayet nazil olunca ayın münasebet ve uyum­dan dolayı üç ayete eklenmiştir. Burada o ayetin durumu Müzemmil süresindeki son ayetin durumu gibidir. Taberi bu ayetlerin tefsiri siyakı içerisinde sözkonusu ayetin Ha­san b. Sabit, Abdullah b. Revaha ve Ka'b b. Malik hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Şöyle ki, bunlar şairlerin Peygamber (s)'i vasfettikleri şeyleri geri çevirmişler ve bunun üzerine ayet nazil olmuştur. [83]

 

Son Dört Ayetin Düşündürdükleri

 

Bu dört ayet bir yönden Peygamber (s) döneminde ve çevresinde şairlerin ve şiirin güçlü tesirine işaret ederken öte yandan o dönemdeki şairlerin karekterlerinin ve gidişat­larının bilindiğine işaret etmekledir. Aynı ayetler buna ek olarak nebevi siretin biçimle­rini ortaya koymaktadır. Kafir şairler, Peygamber (s) ve inananlarla alay ediyor müslü­man şairlerde zulme savaş açarak aynısıyla onlara karşılık veriyorlardı.

Ayetlerin nebevi siret koşullarıyla bağı ve özelliği olmasına karşın sürekli bir empo­ze, eylemleri ve sözlerinde doğru, karakteri temiz, niyeti saf olandan başkasının uyama­yacağı hakka, hayra ve kurtuluşa davet içermekledir. Buna ancak bu sayılan vasıfları üzerinde bulunduran kimse kulak verebilir. Şer, eza, günah ve iftiraya gelince bunlara ancak şerliler, günahkarlar, yalancılar, iftiracılar ve zalimlerden başkası uymaz ve çağrı­da bulunmaz. Müslümana gereken; hakkı bâtıldan ayırması, her vadide at koşturanlara, yapmadıklarını söyleyenlere uymaması, ne suretle olursa olsun genci ve özel zarara yol açlığı, ahlâk, hayır ve doğruluk caddesinden şaştığı için onların peşlerine takılmamasi-dır. [84]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/213

[2] el-Mübîn Apaçık.

[3] Bahı'un-Nefseke Kendini helak edeceksin, kendine yıkacaksın.

[4] Muhdesin Yeni.

[5] Zevç Sınıf, çeşit, çift.

[6] Bkz.İlgili ayet için İbn Kesir Tefsiri

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/215-216.

[8] Tilkc Ni'metiin Temunnuha Aîeyye en Abbedete Beni İsrail Bazı müfessir-ler bu ayeti Hz. Musa'nın sözü olarak tc'vil etmişlerdir. Kavmimi, İsrailoğul-ları'nı kul köle etmenle birlikte bu nimetleri mi başıma kalkıyorsun? Yine ba­zı müfessirler, bu sözün Hz. Musa'ya ail olduğunu söyleyerek şöyle tevil etmislerdir: Kuşkusuz senin İsrailogullan'n. kul köle edinmen bana bir nimet­tir. Çünkü Allah'a sığınmama ve peygamberler arasında yeralmama sebep ol­muştur. Biz birinci tc'vili seçiyoruz.

[9] Haşirine Sihirbaz toplayıcıları, sevkedicileri.

[10] Ye'fikune Yutuyor.

[11] La Dayre Zararı yok. Yani söylediklerinin bize karşı bir zarar ve tehlike olacağı kanaalinde değiliz. Çünkü biz Rabbimize yönelmişiz.

[12] Esrîbi Ihadî Kullarımı geceleyin yola çıkar.  Gece yürü­me anlamına gelir.

[13] Şirzime Az bir topluluk

[14] Hazinine Onların kötülüklerine karşı uyanık ve dikkatliyiz. Bu, toplulukla birlikte güçlü anlamına gelen "Hadirun" şeklinde de okunmuştur;

[15] Müşrikine Güneşin doğduğu vakit. Doğu yönüne doğru anla­mına da gelebilir. Çünkü kıssadan anlaşıldığına göre İsrailoğulları doğu yolu üzerinde yürümüşlerdir.

[16] Müdrekune Bize ulaşacaklar, bizi yakalayacaklar.

[17] et-Tcivd Dağ.

[18] Ezlefna "Kurtardık" kelimesinden kinaye olup "yaklaştırdık" anlamına gelir.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/222-223.

[20] Âkifıne Onlara sürekli ibadet ediyoruz.

[21] Hükmen Anlayış ve hikmet.

[22] Yentesirune Kendilerini savunuyor ya da kendilerini kurtara-biliyorlar mı?

[23] Kubkibû Yüzüstü atılmaları, fırlatılmaları anlamına gelir.

[24] Yahtesimune Çekişirler, mücadele ederler.

[25] İz Nüsevvikum Sizi eşit denk tutuyorduk.

[26] Şadiku'n Hamim Birbirine çok bağlı dost, arkadaş.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/226-227.

[28] el-Erzelûne Dünyadaki yoksul ve kimsesizler grubundan ki­nayedir.

[29] Iftah Hüküm ver ya da yargıla anlamında.

[30] el-Fulku'I Meşhun Dolu gemi.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/228-229.

[32] Ri'in Yüksek bir yer ya da yol.

[33] Â'ye Bu kelime bina anlamındadır. Kale, siper ve kule anlamlarına da gelebilir.

[34] Ta'hesune Boşu boşuna eğleniyorsunuz.

[35] Mesâm Bir görüşte saraylar, bir başka görüşte ise su deposu anlamına geldiği belirtilmiştir. Biz ikinci görüşü seçiyoruz. Çünkü Ad ve Hud kavminin ülkesi olan Yemen küçük ve büyük su sedleriyie ünlüdür. Gü­nümüzde bu kelime Şam diyarı ve civarında su kuyusu, su havzası anlamında kullanılır.

[36] İn Hazâ Ula Huîuku'l Evvelin İçinde bulundu­ğumuz durum Öncekilerin dini ve geleneklerinin dışında başka birşey değil­dir. Bazıları da bunu, senin bu dediklerini daha önce de insanlar söylemişler­dir ya da öncekilerin masaüan, diye yorumlamışlardır.

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/231.

[38] Taluhâ Hedîm Meyvesinin sindirimi kolaydır. Belki de bu güzellikten, olgunluktan ve yumuşaklıktan kinayedir.

[39] Farihine Keyiflice, ustaca taşkınlık yaparak.

[40] Musahharîne Büyülenmişlerden.

[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/233.

[42] Âdime Aşırı gidenler.

[43] Mine'I kedine Göç edenler, tefkedenler. "Kala"dan türemiş olup; terketme, göç etme anlamına gelmektedir.

[44] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/234-235.

[45] Ashabı Eyke Medyen yakınlarında ağaçlan çok ve meyveleri boi olan bir yerde yaşayanlar.

[46] Kıstas Ölçü.

[47] Muhsirine Eksütenler, zarar verenler.

[48] e'l-Mustekîm Dosdoğru.

[49] Kisefen Parça parça.

[50][50] Azabu Yevmi'zZulleti Müfessirîer, onlar üzerinde aşırı sıcak olduğunu, bunun üzerine bir bulul görerek ona koşup altında gölgelendiklerini ve onlar böyle toplu haldeyken ateş onları yakalayarak yok ettiğini söylemişlerdir. Ayetin tefsiri için bkz. İbn Kesir, İbn Abbas. Keşşaf. Hazin Tefsirleri.

[51] Bkz. Beğavi Tefsiri

[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/237.

[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/237-238.

[54] er-Ruhu'l Emin Müfessirlerin ittifak ettiği gibi Cebrail (a)'dir.

[55] Zuhuri'I Evveline Allah tarafından önceki peygamberlere indirilmiş kitaplar.

[56] A'ye Burada delil ve alamet anlamındadır.

[57] Bkz. İbn Kesir, Taberi, Zemahşeri, Hazin

[58] Bkz. 10-32. sahifeler

[59] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/239-240.

[60] el-A'cemin "Acem" in çoğulu olup, Arapların dışında olan demektir. Asıl itibariyle acem sözü, açıklama gücüne sahip olmayan demek-tir. Daha sonra ırk ve dil yönüyle araplardan olmayan herkes için kullanılma­ya başlanmışın-.

[61] Seleknahu Girdirdik anlamında. Zamir ise müfessirlerin bc-lirtliği üzere inkarcı kâfirlere dönmektedir.

[62] Munzarun Geciktirirler mi ya da mühlet verirler mi?

[63] Zikril Hatırlatma anlamında.

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/241-242.

[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/242-243.

[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/243.

[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/244.

[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/244-245.

[69] Ma'zulûne Onların işitmeleri olanaksız, anlamındadır.

[70] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/245.

[71] el Aşire İçerisinde birçok aileyi barındıran toplumsal bir grup­tur.

[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/246-247.

[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/247-248.

[74] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/248-249.

[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/249.

[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/249-250.

[77] Effâk Çok yalan söyleyen ve iftira eden.

[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/250.

[79] el Ğavune Sapıklar,tahrikçiler.

[80] Yehimune Başıboş dolaşma, yürüme.

[81] İntesârû Düşmana misliyle karşılık veren ve kendi nefislerini savunanlar.

[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/251.

[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/251-252.

[84] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/252.