Sûredeki İlk Dokuz Ayet Üzerine Yorumlar
Sûredeki Musa Ve Firavun Kıssası Üzerine Bir Yorum
Sûredeki Hz. İbrahim, Babası Ve Kavmi Kıssası Üzerine Bir Yorum
Hud (A) Kıssası Üzerine Bir Yorum
Salih Kıssası Üzerine Bir Yorum
Şuayb Kıssası Üzerine Bir Yorum
Kıssalar Üzerine Genel Bir Yorum
"Beni İsrail Bilginlerinin Onu Bilmesi, Onlar İçin Bir Ayet Değil
Midir?"
Kafirlerin, Allah'ın Azabını Acele İstemeleri Üzerine Bir Yorum
Acem Ve Acem Olanlar Kelimesi Üzerine Bir Yorum
"Şüphesiz Onlar Vahyi İşitmekten Uzak Tutulmuşlardır"
"En Yakın Akrabalarını Uyar" Ayeti Üzerine Bir Yorum
İslam'da Dini Kardeşliğin Binası
Peygamber (S)'İn Yakınlarından Uzak Olduğunu İlân Etmesinde Üstün
Anlamlar Vardır
"Mü'minlerden Sana Uyanlara Kanatlarını Ger" Cümlesi Üzerine
Bir Yorum
"Şeytanların İse Kime İneceğini Size Haber Vereyim Mi"
"Şairlere Sapıklar Uyarlar" Ayeti Üzerine Bir Yorum
Şairlerin Kınanmasında Mü'minlerin İstisna Edilmesi Üzerine Bir Yorum
Son Dört Ayetin Düşündürdükleri
Kur'an 'dahi Sırası
: 26
Nüzul Sırası : 43
Ayet Sayısı : 227
İndiği Dönem :
Mekke
Sûrede kafirler sert
bir şekilde azarlanıyor. Onların tutumları karşısında Hz.
Peygamber teselli ediliyor. Peygamber ve toplumlarının kıssaları ile ilgili
uzun dizilere yer veriliyor, ibretler, öğütler, örnekler, uyarılar ve isbatlar bulunuyor. Hz,
Peygamberin sireti, toplumu ve dönemi ile ilgili bazı
pasajlar ve kafirlerin bazı sözleri ve akideleri anlatılıyor.
Bu sûre ayet sayısı
bakımından Kur'an'ın ikinci büyük süresidir, Sûrenin
bölümleri birbiriyle bağlantılı ve ahenk içerisinde olup ayetlerin sonlan,
düzen İçerisindedir. Sûrenin üslubu ise genel bir şekilde kafiyelidir. Bununla
birlikte serbestliğe daha yakındır.
Sûrenin çoğu
bölümlerine gerekli tekrarlar eklenmiştir. Bu da Mürselat
sûresinde olduğu gibi süreyi özel sibaklı yapıyor. Sürenin bölümlerinin geneli
sûrenin tamamlanıncaya kadar peş peşe nazil olduğu görüşüne götürüyor.
97.,
224-227. ayetlerin medeni olduğu rivayet edilmiştir. 227. ayet hariç diğer
ayetlerin siyak, sibak ve konu itibariyle ahenk içerisinde olmaları sözkonusu rivayetler hakkında kuşku oluşturuyor. 227. ayete
gelince, içeriği medeni oluşunu teyid ediyor. Ancak
bu ayet 224-226. ayetlere, ileride açıklaması geleceği gibi uyumluluk ve düzen
için eklenmiştir. [1]
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
1- Ta, Sin,
Mim.
2- Bunlar apaçık'[2] Kitab'ın ayetleridir.
3- Onlar
iman etmiyorlar diye âdeta kendine kıyacaksın'[3]'.
4- Biz dilesek onlara gökten bir mucize
indiririz de ona boyun eğmek zorunda kalırlar.
5- Kendilerine o çok esirgeyici Allah'tan'[4] yeni
bir öğüt gelmeye dursun, mutlaka yüz çevirirler.
6- Üstelik (ona) "Yalandır." dediler;
fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.
7- Yeryüzüne bir bakmadılarmı
ki, orada her güzel çift-ten[5] nice
bitkiler yetiştirmişiz?
8- Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) birer
nişane vardır, ama çoğu iman etmezler.
9- Şüphe yok ki Rabbin (evet) mutlak galip ve
engin merhamet sahibi O'dur...!
Sûre gelen ayetler
üzerinde dikkatleri toplamak için Ta, Sin ve Mim harfleriyle başlıyor. İkinci
ayet Kur'an ayetlerine işaret edip onların yüceliğini
ve önemini vurgulayan anlam içeriyor. "el-Mubin"
(apaçık) vasfı Kur'an ayetlerinde bulunan herşeyin açık ve net olduğunu ortaya koymak içindir. Bu
sıfat Kur'an ayetlerinde ve Kur'an'da
tekrarlanmıştır. Bu sıfat, anlamların ve delaletlerin apaçık olduğunu ortaya
koyma maksadı taşıyacağı gibi Kur'an ayetlerinin
içerdiği hak ve hidayeti ortaya koyma maksadı da taşıyabilir. Her iki ihtimal
de kastedilmiş olabilir ve doğrudur. Kur'an ayetleri
anlam ve delalet yönüyle apaçık olduğu gibi hak ve hidayeti ortaya koyma
yönüyle de apaçıktır.
Üçüncü ayet kavminin
inkarı kendisinde üzüntü ve keder yaratan Hz.
Peygamberi teselli ediyor. Ayetin üslubu ise sevgi ve acımayı içeriyor. Rasuiullah (s)'ın, muhataplarının
iman etmemeleri, davetine icabet etmemeleri, Allah'ın ayetlerini ve Kur'anı doğ-rulamamalarından
dolayı kendisini gam ve üzüntüden helak etmemesi gerekir. Bu ayet, sûrenin
kafirlerin inkar ve yalanlamalarını anlatan Vakıa sûresinden sonra indiğini doğrulayan
bir karine olabilir.
Dördüncü ayette, bir
taraftan mü'minlere güven verilirken, diğer taraftan
kafirlere uyarı yapılıyor. Şöyle ki, eğer Allahu Teala onlar üzerine gökten bir ayet indirmek isteseydi
onlar buna boyun eğmek zorunda kalırlardı. Bazı müfessirler ayetteki [fona
boyun eğmek zorunda kalırlar" cümlesini, Allah onların iman etmelerini
zorlasaydı gökten kendilerine bir ayet indirirdi, şeklinde
yorumlamışlardır"[6].
Bazıları da, şayet Allah dile* şeydi bunu onlara indirir ve onlarda buna boyun
eğerlerdi, şeklinde yorumlamışlardır. Birinci görüşün doğruluk payı olmasıyla
birlikte gelen ayetler ikinci görüşü tercih ettiriyor. Şöyle ki, bu ayetler,
kafirlerin inadını, alayını ve onların Allah'ın azabı ve cezasıyla
uyarılmalarına dair tasvirler içeriyor.
Beşinci ayette,
kendilerine her yeni gelen Kur'an ayetlerine karşı
çıkarak onu yalanlayan kafirlere eleştiriler yapılıyor.
Altıncı ayetin açılımında
müfessirler bunun, Allah'ın ayelleriyle alay eden ve
onları yalanlayan kafirleri uyarma ve onları cezayla korkutma kabilinden
olduğunu söylemişlerdir. Bu ayetin lafızlarına bakıldığında ve diğer ayetler
göz önünde bulundurulduğunda sözkonusu ayetin Allah
tarafından Hz. Peygamber'e yapılmış bir müjde ve
güven içerdiği akla gelmektedir. Ayet, alay edilen Muhammedi davanın zafere
ereceğini vurguluyor. Bu te'vil üzere gözönünde bulundurulması gereken ayetler arasında Sâd sindeki şu ayet gelebilir: "De ki: Buna karşı
sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendi/iğimden bir teklif getirenlerden
değilim. Bu {Kur an) ancak bütün âlemlere öğüttür. O-ııun
verdiği haberleri bir müddet sonra herhalde anlayacaksınız" (Sâd, 86-8$).
Yedinci ayette, kınama
ve eleştiri sorusu yer alıyor: Allah'ın yeryüzünde çeşit çeşit
bitkiler yarattığını görmediler mi? Bunlar, Allah'ın rububiyetine
ve azametine bir kanıt değil mi? Sadece O'na ibadet etmeyi ve O'na boyun eğmeyi
gerektirmiyor mu?
Sekizinci ayette bu
soru üzerine devanı edilip bunlardan Allah'ın kudretine birer kanıt bulunduğu;
fakat çoğu kimsenin buna inanmadığı kaydediliyor.
Dokuzuncu ayele gelince, bu. Peygamber (s)'i tescili etmek için ona
yöneliktir. O'nun Rabbi mutlak galiptir. O'nu hiçbir şey aciz bırakamaz. Onun
engin rahmeti herşeyi kuşatmıştır. Adeta ayet Allahu Tealanın kafirleri ezmeye
ve onları kendisine boyun eğdirmeye kadir olduğunu ancak hikmeti ve rahmeti
gereği bu konuda acele etmeyerek korkarlar umuduyla rahmetini genişlettiğini
vurguluyor. Peygamber (s) Medine'ye hicret ettikten ve Allah'ın kendisini
destekleyip zafere erdikten sonra, onlardan büyük bir çoğunluğu korkuya
kapılmışlardır. Son iki ayet, sûrenin bölümlerinin genelinde yer alır ve her
bölümde aynı gaye ve hedefle tekrarlanmıştır.
Zcmahşcn
tefsirinde "Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun
eğmek zorunda kalırlar" ayetinin, beni Haşini ve beni ünıcyye
hakkında nazil olduğunu ifade eden İbn Abbas'tan bir rivayet nakletmiştir. Öyle ki. bu ayet
sonrakilerin aksine öncekileri için müjdeler içeriyor. Peygamber dönemi ile
ilgili son siyasi hizipçiliğin etkisi ve zorlama rivayette göze çarpmaktadır.
Bu rivayetin İbn Abbas'a maledilmiş bir uydurma olduğundan hiç şüphe etmiyoruz.
Çünkü bu ayetler Peygamber (s) kabilesinden çok az sayıda kimsenin iman
etmesinden önce nazil olmuştur. Yine ayetlerin üslubu. Peygambcr'i
teselli eimc. kafirleri uyarma konusunda tekrarlanan ûslubiarla aynıdır. Ne acıdır ki heva
sahipleri ve özellikle de şia alcvileri ve
müfessirleri bu tür rivayetleri çoğaltmışlardır. Birçok ayetin yorumu vakıaya,
ayetlerin anlamına, siyakına ve sibakına ters düşmesine rağmen onların hevalanyla bağdaşmaktadır.
[7]
10-11- Hani
Rabbin Musa'ya seslendi; "O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git.
Hala (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı?"
12- (Musa):
"Rabbiml dedi, ben onların beni yalanlayacaklarından
korkuyorum.
13- Benim ise göğsüm daralır, dilim dönmez; onun
için Harun'a da elçilik ver.
14- Hem onların bana isnad
ettikleri bir suç var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.
15- Allan
buyurdu: Hayır, hayır. (Seni öldüremezler!) İkiniz mucizelerimizle gidin.
Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Olanları) işitiyoruz.
16- Havdi Firavun'a
gidip deyin ki: "Gerçekten biz, âlem-(eriri Rabbinin elçisiyiz.
17- İsraİloğulları'nı bizimle beraber gönder".
18-
(Kendisine Allah'ın emri duyurulunca Firavun) dedi ki:
Biz seni çocukken
himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatînin birçok yıllarını aramızda geçirmedİn mî?
19- Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen
nankörün birisin!
20- Musa, Ben, dedi, o işi, o anda sonunun ne
olacağını göremeyerek yaptım.
21- "Sizden korkunca da hemen aranızdan
kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.
22- O, nimet
diye başıma kaktığın ise (aslında) İsrailoğulla-rı'nı kendine kul köle etmendir."[8]'
23- Firavun şöyle dedi: Alemlerin Rabbİ dediğin kimdir ki?
24- Musa
cevap verdi! Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf
edersiniz ki) O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunduğunuz herşeyin Rabbidir...
25- (Firavun) etrafında bulunanlara
"işitmiyor musunuz?" dedi.
26- Musa
dedi ki: O sizinde Rabbiniz, daha Önceki atalarınızın da Rabbİ'dir.
27- Firavun, "Size gönderilen bu elçiniz
mutlaka delidir!" dedi.
28- Musa
devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki) O, doğunun,
batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbİ'dir.
29- Firavun, "Benden başkasını tanrı
edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan
ederim!" dedi.
30- Musa
sordu: Sana apaçık şey getirmiş olsam da mı?
31- Firavun, "Doğru söylemekte isen hadi
getir onu!" dedi.
32- Bunun üzerine Musa asasını atı verdi: Bir de ne görsünler,
aşâ apâşikâr koca bir yılan oluvermiş!
33- Elini de (koynundan) çıkardı; o da temaşa edenlere
bembeyaz (görünen, nur saçan birşey) oluvermiş!
34- (Firavun) çevresinde bulunan ileri gelenlere
"Bu dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!
35- Sizi siniriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor.
Şimdi ne buyurursunuz".
36- Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve
şehirlere toplayıcı"[9]
gönder.
37- Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana
getirsinler.
38- Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin
edilen vaktinde bir araya getirildi.
39- Halka "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi
çabuk olun!) denildi.
40- "Üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara
uyarız" dediler.
41- Sihirbazlar geldiklerinde Fİravun'a,
"Şayet biz üstün gelirsek muhakkak bize bir ücret vardır" dediler.
42- (Firavun) cevap verdi. Evet o taktirde hiç
şüphe etmeyin gözde kimselerden olacaksınız.
43- Musa oanlara, "Ne atacaksamz
atın!" dedi.
44- Bunun
üzerine İplerini ve değneklerini altılar ve "Fira-vun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip
geleceğiz" dediler.
45- Ardından Musa asasını attı: Bir de ne
görsünler, onların uydurduklarını yutuyor![10]'
46- Sihirbazlar
derhal secdeye kapandılar.
47-48-
Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbİne i-man ettik, dediler.
49- Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size
izin vermeden ona iman ettiniz ha! Doğrusu size sihir Öğreten büyü-ğünüzmüş, O! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz.
Andolsun, ellerinizi ve ayaklarını çaprazlama
kestireceğim. Hepinizi astıracağım-...
50- "Zararı yok,[11]
dediler, (nasıl olsa) biz Rabbimize döneceğiz.
51 - Biz
(Firavun'un avanesi içinde) ilk iman edenler olduğumuz
için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız!..
52- Musa'ya
"Kullarımı geceleyin yola çıkar;'[12]'
çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettİk.
53- Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar
gönderdi.
54- Bunlar (Musa'ya iman eden İsrailoğullan)
gerçekten az bir taifedir[13].
55- Fakat onlar bizi kızdırıyorlar.
56- Biz ise uyanık ihtiyatlı bir cemâatiz!'[14]'
dedi.
57- Böylece onkın
bahçelerden, pınarlardan,
58- Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.
59- Böylece onlara İsrailoğulları'nı
mirasçı yaptık.
60- Nihayet
güneş doğarken (Firavun ve ordusu) arkalarına düştüler.[15]
61- İki taraf birbirini gördü. Musa'nın adamları:
Biz muhakkak yakalanıyoruz[16]'
dediler.
62- Musa: Aslai Rabbim
benimle beraberdir. O bana yol gösterecektir, dedi.
63- Bunun üzerine Musa'ya asan ile denize vur!
diye variyettik (vurunca deniz) yarıldı. Her parçası kocaman bir dağ [17]'
gibi oluverdi.
64-
Ötekileri de buraya yaklaştırdık [18]
65- Musa'yı
ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
66- Sonra
ötekilerini boğduk.
67- Elbette bunda bir ibret vardır. Böyle iken
çoğu İmana gelmedi.
68- Hiç şüphesiz senin Rabbin güçlüdür,
merhametlidir,
İlk ayetler, peygamber
ve kavimlerinin kıssalar dizisinin halkaları olup, nazil oluş ikmeti bu sûrede de tekrarlanmasını gerekli görmüştür.
Ayetleri, alaycı yalanlayıcıları eleştiri ve uyarılar lakip
etmiştir. Kur'anî metod
üzere devam edilerek, önceki kavimlerin peygamberlerine karşı çıkışları gibi,
o anki kafirlerin tavırlarının da aynı olduğu ha-tıriatılarak
Hz. Peygamber ve m üsl
umanlar teselli edilmiştir. O ve bu durum siyakla bağlantılıdır.
Bu halka, Allahu Tcala'nm Hz. Musa'yı Firavun'a göndermesini, asa ve beyaz el
mucizesini. Hz. Musa'yla sihirbazlar arasında geçen
münazarayı ve onlara üstün gelmesini. Hz. Musa
önderliğinde İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıkarak
kurtulması ve Fira-vun'un
boğulmasını içermektedir. Ayetlerin ibareleri apaçıktır. Ayetlerde
belirtilenlerin büyük bir kısmı nazil oluş hikmetinin gerektirdiği üslubla bazı ziyade ve eksikliklerle Taha
ve A'raf sûrelerinde anlatılmıştır.
Ayetlerde yeni olan Hz. Musa'nın yaptığı bir suçtan ötürü ölümle korkutulması
ve Firavun'un bunu O'na hatırlatın asıdır. Kasa.s sûresinde de bu açıklanıyor.
Şöyle ki, Ka-sas sûresinin
bazı ayetleri ibrani bir adamın Hz.
Musa'yı düşmanı olan bir adamın üzerine çağırdığını ve Musa'nın da o adamı
öldürerek korkusundan şehri terkettiğini anlatıyor.
Bu, Sufuru'l Huruç.'un ikinci ıshahında
nakledilmiştir.
Bu halkada
anlatılanlar daha önceki benzerleri gibi bu ayetlerin de uyarma, örnek verme ve
teselli etme için indiğine delildir. Zira birinci ayetteki zamir Muhammedi daveti
inkar eden kafirlere dönmektedir.
Ayetler,
Firavun'un Hz. Musa'ya hapisle tehdit etmesi ve onu
delilikle nitelemesi hikayesini içermektedir. Burada Firavun'un konumu ve
sözleriyle Peygamber (s)'e karşı Arap kafirlerinin konumu ve sözleri arasında
bir benzerlik vardır. Aynı şekilde ayetler teselli ve güven vermeyi içeriyor.
Allah, Firavun'un gücüne, zorbalığına ve tehditlerine karşı Hz. Musa'ya yardım ederek Firavun'u kavmiyle beraber
boğmuştur. Bunları yapan Allah aynısını Arap müşriklerine de yapmaya kadirdir. [19]
69- Sen (o
Mekke kafirlerine) İbrahim'in haberini de oku.
70- Hant
babasına ve kavmine, sız neye tapıyorsunuz? demişti.
71- Onlar:
Birtakım putlara taparız. Bütün gün onlara iba-elete
devam ederiz[20]" dediler
72- İbrahim:
Dua ettiğiniz vakit onlar sizi işitirler mi?
73- Yahut
size faydaları veya zararları olur mu, dedi.
74- Hayır! Ancak biz, babalarımızı böyle yaparken
bulduk! dediler.
75-76-
İbrahim şöyle dedi: "Şimdi gördünüz mü? o sizin ve önceki atalarınızın
taptıklarını?
77- Onlar benim düşmanım, yanlız
âlemlerin Rabbi müstesna.
78- O
(Allah) ki beni yaratmıştır. Bana doğru yolu o gösterir.
79- O (Allah
ki} beni yedirir, içirir.
80- Hastalandığım vakit, bana o Şifa verir.
81- O
(Allah) ki beni öldürecek, sonra diriltecektir.
82- Ve o
(Allah)ki Kıyamet gününde günahımı bağışlayacağını umuyorum.
83- Ey
Rabbim, Bana bir hüküm ver[21]. Ve
beni salih kullarına kat.
84- Sonra gelecek Ümmetler içinde, bana iyilikle anılma
nasip eyle.
85- Beni Naim cennetlerinin
mirasçılarından kıl.
86- Babamı da bağışla! Çünkü o yanlış yolda
gidenlerden idi.
87- Kulların diri İti lecekleri
gün, beni rezil etme!
88- O gün
ki, ne ma! fayda verir, ne oğullar!..
89- Ancak
Allah'a teiniz bir kalple varan başka!..
90- Cennet
tâkvâ sahiplerine yaklaştırılmıştır.
91- Cehennem
ise azgınlara açık seçik gösterilmiştir.
92-93- Ve
onlara, "Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı
yahut kendilerini kurtarıyorlar mı?"'[22]'
denilecektir.
94- Artık onlar da, o azgınlar da yüz üstü hep
birden cehenneme atılırlar'[23]'.
95- Ve
İblis'in bütün askerleri de.
96- Orada (Cehennemde} birbiri ile çekişirlerken'[24]
şöyle elerler.
97- Vallahi
biz apaçık bir sapıklık İçindeymişiz.
98- Çünkü, sizi (Ey putlar) Alemlerin Rabbiyle
bir tutuyordu[25]».
99- Bizi
ancak suçlular saptırdı.
100- Artık
bizim için ne şefatçİierimiz
101 - Ne de
yakın bir dost[26] vardır.
102- Bari bizim için geriye bir dönüş olsa da mü'minler-den olsak!
103- Şüphesiz bu haberlerde bir ibret var.
Öyleyken çoğu imana gelmediler.
104- Ve şüphesizki
Rabbin güçlüdür, merhametli ancak O'dur.
Bu ayetler Hz. İbrahim'le babası ve kavmi arasında geçenleri ve
onların ahiretteki sonuçlarının hikayesini içeren
dizilerden ikinci halkadır. İbareleri apaçıktır. Bu sûrede anlatılanlar, daha
önce tefsiri geçen Meryem sûresinde nazil oluş hikmeti gereği anlam ve üslupta
fazlalık ve eksikliklerle birlikte aktarılmıştı. Adı geçen sûrede bu kıssayla
ilgili tekrara gerek kalmayacak kadar yorum yapmıştık.Kıssada yeni olan şey
sadece Hz. İbrahim'le babası arasındaki konuşma
değildir. Buna, tapılan putların durumunun açıklanması yanında Hz. İbrahim'in kavmi de eklenmiştir.Halka ''Onlara
oku" cümlesiyle başlıyor. Buradaki zamir kafirlere döndKiir.
Yine görüldüğü gibi sonuçta da ayetlerin zamiri kafirlere dönmektedir. Bu dj^sayı aktarmadaki maksadın hatırlatma ve misal verme
olduğuna delildir.
Arap
kafirleri, Necin sûresinin tefsirini yaparken açıkladığımız gibi kendilerine
putlar edinerek onlara tapıyorlar ve üzerlerinde ayinler yapıyorlardı. A'la sûresinin tefsiri akışı içerisinde açıkladığımız gibi araplardan bir grup kendilerinin Hz.
İbrahim'in çocukları olduğuna inanıyorlardı. Ayetlerin Meryem sûresinin
hedeflediği gibi burada da onlara tevhİd akidesini,
atalarının yaptığı gibi Allah'a samimiyetle yönelmelerini, tamamen ona
dayanmalarını hatırlattığı görülüyor. Hz. İbrahim her
işinde Allah'a dayanmıştı, yaşamını ve ölümünü Allah'a armağan etmişti,
babasını ve kavmini taptıkları putlar karşısında sert bir şekilde azarlamayarak
onların fayda ve zarar sağlamadığını, kendilerinin düşmanı olduğunu
vurgulamıştır. [27]
105- Nuh'un kavmi peygamberleri yalanladı.
106- O vakit kardeşleri Nuh onlara, "Siz
(Allah'tan) kor-maz mısınız?
107-
Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir Peygamberim.
108- Artık Allah'dan korkun ve bana itaat edin.
109- Buna karşı, ben sizden bir bedel de
istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.
110- Şu
halde Allah'dan korkun ve bana itaat edin! demişti.
111- Onlar, "Arkana hep en düşük kimseler'[28]'
takılmışken, biz sana İman eder miyiz?" dediler.
112- (Nuh) Dedi ki; "Benim onların yaptıkları
hakkında bilgim yoktur.
113- Eğer sizin şuurunuz olsa, onların hesabının
ancak Rabbime ait olduğunu anlarsınız.
114- Hem ben, iman edenleri kovacak değilim.
115-
"Ben ancak açık bir uyarıcıyım!" dedi.
116- Onlar,
"Ey Nûh! Andolsun! (Eğer dediğinden) vaz geçmezsen, muhakkak
taşlananlardan olacaksın!" dediler.
117- Nuh,
"Ey Rabbim! gerçekten kavmim beni yalanladı.
118- Artık benimle onların arasındaki hükmü sen
ver de, beni ve beraberimdeki mü'ıninlerî
kurtar!"'[29] dedi.
119- Bunun üzerine biz, onu ve beraberindekileri o
dolu geminin'[30]' içinde kurtadık.
120- Sonra
da geri kalanları boğduk.
121-
Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Öyle iken yine çoğu imana gelmediler.
122- Ve
şüphesiz Rabbin, O, yegane güçlüdür. Esirgeyicidir.
Bu bölüm Nuh (a) ve
kavminin risalet kıssasını içeren kıssalar dizisinin
üçüncü halkasıdır. Kıssa burada, nazil oluş hikmeti gereği Kamer ve Araf
sûrelerinde nakledilenlerden biraz daha genidir. Burada yeni olan, Nuh(a)'un,
kavmine yaptığı tebliğden dolayı ücret istemediğini ve sadece âlemlerin Rabbi
olan Allah için yaptığını ve kendisinin onlar için güvenilir bir elçi olduğunu
eklemesidir. Nuh kavmi Hz. Nuh'a inananlardan bir
grubu düşüklükle niteleyerek bu davadan vazgeçmedikleri taktirde onları taslayacaklarını
belirtmişlerdi. Nuh (a)'un kıssasıyla ilgili bu nakledilenler Tekvin kitabının
6-7 ve 8. bölümlerinde varid olmamıştır. Fakat bu. o
kıssanın Peygamber dönemindeki yahudiİer yoluyla
ağızdan ağıza dolaştığına ve onların ellerindeki
diğer sahife ve metinlerde varid
olduğuna engel teşkil etmez. Çünkü önemli olan bunun gerçekleşmesidir.
Yine önemli olan Nuh
(a)'un kavmine söyledikleriyle Hz. Peygamberin'de emroiun-masıdır. Nitekim bu birçok sürede belirtilmiştir.
"De
ki: Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir teklif
getirenlerden değilim. Bu (Kur'an) ancak âlemler
için bir öğüttür" (Sa'd, 86-87). Hakeza Nuh
(a)'un kavminin inananlar için söyledikleriyle Arap kafirlerinin Hz. Peygamberin risaleline inananlar için söyledikleriyle
benzerlik vardır. Nitekim bunu çeşitli ayetler ifade etmiştir. "Allah'ın
hoşnutluğunu dileyerek sabah akşam Rablerine duâ edip çalışanları kovma;
onların hesabından sana birşey yok; senin hesabından
da onlara 'birşey yok ki, onları kovup haksızlıkta
bulunanlardan olasın. Böylece onlardan kimini kimiyle deneyip fitneye soktuk,
tâ ki; "aramızdan bunlara mı Allah nimet ve lutufta
bulunmuş-tur" elesinler. Allah şükredenleri daha iyi bilir" (En'am. 52-53). Görüldüğü gibi bununla Peygamber ve
müminlere güven veriliyor, sebal göstermeleri
isteniliyor. [31]
123- Ad
(kavmi de) peygamberleri yalanladı.
124- Hani
kardeşleri Hûd
onlara şöyle demişti: Siz Allah'tan korkmaz mısınız?
125- Gerçekten
ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim.
126- Artık
Allah'tan korkun da, bana itaat edin.
127- Bana
karşı ben sizden bir ücret de istemiyorum. Benim
ücretim ancak
âlemlerin Rabbine aittir.
128- Siz,
her tepeye[32] bir alâmet[33] bina
eder: eğlenir rfiisi-n iz ?[34].
129- Ve
(dünyada) ebedi kalacakmışsınız gibi, muhkem binalar[35] mî
ediniyorsunuz?
130- Hem
(ceza için) yakaladığınız vakit, zorbalar gibi yakalıyorsunuz.
131- Artık
Allah'tan korkun da, bana itaat edin.
132- Size
bildiğiniz şeylerle imdat eden
133- Size
davarlarla oğullar,
134-
Bağlarla, pınarlar var eden Allah'tan korkun!
135- Doğrusu
ben üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.
136- Onlar şöyle dediler: Sen öğüt vermesen bizce
eşittir/aynıdır.
137- Bu (bize getirdiğin), eskilerin âdetinden
başka birşey değildi[36].
138- Biz
azap olunacaklar da değiliz!
139- Böylece
onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Şüphesiz ki, bunda bir ibret
vardır. Öyle iken çoğu zaman imana gelmediler.
140- Ve
şüphesiz ki, Rabbin, yegâne güçlüdür, merhametlidir.
Bu
ayetler Hud (a)'un kavmi Ad'a risaletiyle
ilgili kıssayı içeren dizilerden dördüncü halkadır. Bu kıssa önceki sûrelerde
de zikredilmişti. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı yöntemsel
farklılıklarla tekrar anlatılmıştır. Burada yeni olan şey; Hud
(a)'un kavmine Allah'ın servet ve refah nedeniyle kendilerine kolaylık
tanıdığını, bunun sayesinde sedler ve kaleler
yaptıklarını hatırlatmasıdır. Hud (a)'un kavmine, ben
sizden ücret istemiyorum ve kavmini de ona, senin söylediklerin ve uyardıkların
şeyler daha önceden de yapılmıştı. Biz buna kesinlikle İnanmayacağız,
sözleriyle onlar Allah'ın azabını hak etmişlerdi. Burada dikkat edilmesi
gereken Hud (a)'a kavmi arasındaki olan sözlerle Hz. Peygamber ve Arap kâfirleri arasında olan sözlerde bir
benzerliğin olmasıdır. İşte bununla Hz. Peygamber
teselli ediliyor ve Arap kâfirleri de uyarılıyor. [37]
141- Semud (kavmi de) peygamberleri yalanladı.
142- Hatırla ki, kardeşleri Salih onlara şöyle
demişti: Siz Allah'tan korkmazsınız.
143- Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim.
144- Artık
Allah'tan korkun da, bana itaat edin.
145- Buna karşı, ben sizden bir ücret de
istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.
146- Siz, buradaki nimetler içerisinde emin olarak
bırakılır mısınız?
147- O
bahçelerin ve pınarların içinde.
148- O ekinlerin ve turtanda meyvesi hoş hurma
ağaçlarının içinde'[38]!
149- Bir de dağlardan keyifli olarak[39]'
evler yontuyorsunuz.
150- Artık
Allah'tan korkun da, bana İtaat edin!
151- O
müsriflerin (kâfirlerin) emrine itaat etmeyin.
152- Onlar
ki, yeryüzünü fesada verirler de düzeltmezler.
153- Kavmi "Sen ancak büyülenmişlerdensin'[40]'.
154- Sen bizim gibi insandan başka bir şey
değilsin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bir mucize getir!" dediler.
155- Salih
dedi ki: "İşte bir dişi deve, ona bir gün su hakkı, size de belli bir gün
su hakki var.
156- Ona bir fenalıkla dokunmayın, bu yüzden sizi büyük bir
günün azabı yakalar.
157- Derken,
o deveyi kestiler, ama pişman oldular.
158- Çünkü o
azap kendilerini yakalayıverdi. Şüphesizbunda bir
ibret vardır. Öyleyken çoğu imana gelmedi.
159- Ve
şüphesiz ki, Rabbin, işte O, yegane güçlü, yegane esirgeyicidir!
Bu,
Salih (a)'in kavmi Semûd a risaletinin
kıssasını içeren dizilerden beşinci halkadır. Kıssa önceki sûrelerde de
zikredilmiştir. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı üslupsa!
farklılıklarla gelmiştir. Burada yeni olan, Salih (a)'in. kavmine,
kendilerinden bir ücret istemediğini, kavminin de ona, sen de bizim gibi bir
beşersin, sen sinirlenmişsin, gibi sözleridir. Asıl önemli nokta ise Salih (a)
ve kavmiyle Hz. Muhammed (s) ve kavmi arasında
benzerliklerin olmasıdır. Kıssayla Hz. Peygamber teseİli edilirken kâfirler de uyarılıyor. [41]
160- Lut kavmi de
peygamberleri yalancılıkla suçladı.
161- Kardeşleri Lut
olanlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
162- Bilin
ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
163- Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana
itaat edîn.
164- Buna karşı sîzden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 165-166- Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da,
İnsanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış'[42]'
(sapık) bir kavimsiniz!
167- Onlar
şöyle dediler: "Ey Lut! Bu davadan vazgeçmezsen,
iyi bü ki sürgün edilmişlerden olacaksın."
168- Lut: "Doğrusu ben sizin bu işinizden uzağım"
dedi.'[43]'
169-
"Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldikleri
işin vebalinden kurtar."
170- Bunun
üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
171- Ancak
bir koca karı müstesna. O geride kalanlardan oldu.
172- Sonra
diğerlerini helak ettik.
173-
Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılıp yola gelmeyenlerin yağmuru
ne de kötü.
174- Elbet
bunda büyük bir ibret vardır. Fakat çokları iman etmezler.
175- Şüphesiz
Rabbin, işte O mutlak galip ve engin mer-hametsahibidir.
Bu,
dizilerden altıncı halkadır. Hz. Lut
ve kavminin kıssasını içermektedir. Bu kıssahlarla
gelmiştir. Yeni olan şey ise, Lm(a)'un, kavmine
kendilerinden herhangi bir ü ret istemediğini belirtmesidir. Aynı şekilde
kıssada ibret ve benzerlikler vardır. [44]
176- Eyke halkı da[45]
peygamberi yalancılıkla suçladı.
177- Şuayb onlara şöyle
demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
I78- Bilin
ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
179- Attık
Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
180- Buna karşı sizden hiç bir ücret istemiyorum.
Benim ücretimi verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.
181- Ölçüyü[46]'
tastamam yapın. İnsanların hakkını eksik verenlerden[47]'
olmayın.
182- Doğru[48]»
terazi ile tartın.
183- İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, yeryüzünde bozgunculuk
yaparak karışıklık çıkarmayın.
184- Sizi ve
önceki nesilleri yaratan Allah'tan korkun."
185- Onlar
şöyle dedüer: "Sen olsa olsa
iyice büyülenmiş birisin,
186- Sen de
ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri
sayıyoruz.
187- Şayet
doğru sözlülerdensen üstümüze gökten parça parça[49] azap
indir.
188- Şuayb: "Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir"
dedi.
189- Velhasıl onu yalancı saydılar da kendilerini
o gölge gününün azabı'[50]'
yakalayıverdi. Gerçekten o muazzam bir günün azabı idi!
190- Doğrusu bunda büyük bir ders vardır. Ama
çokları İman etmezler.
191- Şüphesiz Rabbİn.
işte, o mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Bu dizilerden yedinci
halkadır. Kıssa Hz. Şuayb'in
Eyke halkına getirdiği risaleti
içermekledir. Kavmiyle birlikte Şuayb (a)'m kıssası
önceki sûrelerde geçmişti. Burada ise nazil oluş hikmeti gereği bazı
farklılıklarla gelmiştir. A'raf sûresinde Medyen adı Şuayb (a)"ın kavminin va.sfı olarak nakledilirken burada ise Eykelilerin
adı şeklinde gelmiştir. Bazı müfessirîer[51] Eyke ashabının Medyen'in dışında
olan başka bir toplum olduğunu söylemişlerdir. Buna da Hud,
Salih. Lut ve Nuh (a)'un nitelendiği gibi Şuayb (a) kardeşleri olarak nitelememelerini delii getirmişlerdir. Sonra Şuayb
(a) A'raf sûresinde Medyen
halkının kardeşi şeklinde nitelenmiştir.
Bununla birlikte biz
bu konuda sözü uzatmak istemiyoruz. Çünkü kıssa ile ilgili tarih
belirtilmemiştir. Şuayb (a)'ın.
Eyke halkına söylediğine bakıldığında bunun A'raf sûresinde belirtilen Medyen
halkına söyledikleriyle yaklaşık aynı olduğu görülür. Medyen
halkı ve ashab-ı Eyke Kur'an'da tek bir dizi ve tek bir siyak halinde gelmemiştir
ki onların aynı halk olduğu anlaşılsın. Aynı şekilde bu müfcssirlerdcn
bir grubun da görüşüdür. Ama Şuayb (a)'ın burada kardeşleri diye nitelenmemesinin hikmetini biz
bilmiyoruz. Buna biz "Kur'anü'l Mecid" adlı eserimizde işaret etlik.
Şuayb
(a)'ın kıssasında yeni olan. kavmine, kendilerinden
bir ücret taleb etmediğini ve onların da Şuayb (a)1 m kendileri gibi beşer olduğunu hatırlalmasıdır. Onlar Şuayb (a)'ın sinirlenmiş bir yalancı olduğunu söyleyerek gökten
kendilerine bir karanlığın indirilmesini istiyorlardı. Şuayb
(a)'in ve kavminin sözleriyle Peygamber(a) ve kavminin sözleri arasında
benzerlik vardır. Bununla da Peygamber tescili edilirken kafirler uyarılıyor. [52]
Birinci olarak,
peygamberlerin sözlerinin genel bir şekilde tekrarlanması onların kavimleri
için güvenilir elçiler olmasındandır. Çünkü onlar kavimlerinden hiçbir ecir
istemiyorlar, onların ecri sadece Allah'a aittir. Bu da Hz.
Peygamber'e Furkan. Sa'd,
Kalem ve Scbc sûrelerinde defalarca emredilen şeyle
benzerlik arzediyor: "De ki: Ben sizden bir
ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O. lıerşeye şahittir" (Sehe,
47). Bu Arap kâfirleri için Hz. Peygamber'in
samimiyetine ve daha önceki peygamberlerin durumunda okluğu gibi bütün dünyevi
isteklerden uzak olduğuna dair büyük bir kanıttır. Peygamberler Allah
tarafından kendisine davet yapmaları, korkutma ve müjdelemeleri için seçilmiş
kimselerdir. Kalpleri imanla dolu olup, bütün dünyevî istek terlerden
uzaktırlar. Sorumlulukların en büyüğünü üstlenerek zorluklara göğüs gererler.
Bütün mutlulukları ve umutlan davetlerinde başarılı olmaları, dünyada ve ahi-rette
toplumların saadet ve kurtuluşuna aracı olmalarıdır.
İkinci olarak,
tekrarda Arap kâfirlerine önceki ümmetlerin gücünü, kuvvetini ve malca daha
zengin oluşlarını hatırlatış sözkonusu olup mal,
çocuk ve güç yönüyle daha zayıf olan Arap kâfirlerini uyarmayı pekiştiriyor. Bu
konuda birçok ayet olup, bunlardan iki tanesini nakledelim: "Ve biz malca
ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz, dediler" (Sebe, 35). "Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi
adet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur, O
malının kendisini ebedi kılacağını zanneder" (Hümeze.
1-3). Mal ve evlat bakımından daha güçlü, daha kuvvetli oldukları halde Allah'ı
aciz bırakamamışlar ve Allah onları helak etmiştir. Dolayısıyla bunlar Allah'ı
asla acîz bırakamazlar.
Üçüncü
olarak, tekrarlanan ve nakledilen Kur'anî kıssalar
her defasında detaylar, ibretler ve yeni öğütler içermektedir. [53]
192-
Muhakkak ki o Kur'an, âlemlerin Rabbinin
indirmesidir.
193-195- (Rasulüm!) Onu Ruhu'l-emin'[54]'
uyarıcılardan olasın, diye apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.
196- O,
şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında[55] da
vardır.
197- Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar
için bir ayet[56] degıl
mıdır?
Ayetler, kıssalar
dizisinin devamı mesabesinde olup, bu yönüyle de siyakla bağlantılıdır.
Ayetler. Hz. Muhammed'in okuduğu, kıssaları ve diğer
davet ilkelerini, uyan ve müjdeyi içeren Kur'an'tn
Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla insanları uyarması için Hz. Peygamber'in kalbine indirildiğine dair vurguyu
içermekledir. Kur'an, apaçık ve anlaşılır bir şekilde
Arap dili üzere inmiştir. Ta ki Kur'an'la ilk muhatap
olan Araplar için onu anlayamadıklarına ve anlamakta zorluk çektiklerine dair
lehlerinde bir delil olmasın. Kur'an'm içerdiği
ilkeler, hedefler ve dinamikler, önceki inen kitaplarla mutabıktır. Ayetler
olumlu vurguyu içeren kınama sorusuyla son buluyor: Beni İsrail bilginlerinin
onu bilmesi ve onun doğruluğuna şehadet etmeleri
kâfirler için bir delil değil
mi?..
Kur'an'da Mekki ayetlere ek olarak
Medeni ayetlerde de Ehli Kitap ve Ehli İlmin Kur'an'ın
Allah tarafından indirildiğini ve Peygamber'in risaletini
gerçek bilip doğrulayanlardan söz eden birçok ayet vardır. Hz.
Peygamberle ilgili vasıfları kendi ellerinde bulunan İncil ve Tevrat'ta
buluyorlardı. Bu vasıfları atalarının bildiği gibi kendileri de biliyordu. Bu
konuyla ilgili açıklamaları önceki bahislerde ve özellikle de A'raf sûresi 157 ve 197. ayetlerin tefsiri münasebetiyle
yapmıştık.
Temel kabul elliğimiz mushaf 197. ayetin Medenî olduğunu zikretmiştir. Yine Ze-mahşeri de aynı şekilde sûrenin tefsirinin başında
Medenî olduğunu belirtmiştir. Müfes-sirler bununla Abdullah b. Selam gibi Medine'de müslüman olan Beni İsrail'in alimlerinin kastedildiğini
söylemişlerdir[57]. Ayetin siyakla sibakla,
öncesi ve sonrasıyla ve konu itibariyle tam bir ahenk içerisinde olduğu
görülüyor. Ayet, kâfirlerin inadı karşısında susturucu bir tartışma
içermektedir ki, bunun alanı da Medine değil, Mekke'ydi. Ayetin siyakı
içerisinde Mekkî oluşu üzerine hiçbir ihtilaf yoktur.
Bu da rivayet üzerinde kuşku yaratıyor. Beni İsrail'in bazı bilginlerinin Hz. Peygamber'le Mekke'de bir araya geldiklerini, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in risaletine insanların gözü Önünde şehadet
ettiklerini aktaran görüşleri tercih ediyoruz. Bu ayette onu, anlatmak,
açıklamak ve ispatlamak için zikretmiştir. Ahkâf
süresindeki bir ayette açık şekilde buna benzer birşey
zikrediliyor: "De ki hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz
onu inkâr etmişse-niz, İsrailoğııllanndan
bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz yine de büyüklük
taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez" (Ahkaf, 10).
"Önu Ruhu'] Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık
Arap diliyle, senin kalbine indirilmiştir' ayetleri de Kur'an'in
Araplar tarafından bilinen ve anlaşılan bir dil üzere indiğini kanıtlayan bir
başka kesin delildir. Yine ayetler, Hz. Peygamber'in kalbine
inen Kur'an vahyinin bazı alimlerin dediği gibi anlam
itibariyle değil de, ledvin edilmiş lafızlar
itibariyle nazil olduğuna delildir.
"Ruhu'l Emin" tabiriyle müfessirlerin görüş birliğine
vardıkları üzere Cebrail (a)'in kastedildiği belirtilmiştir. Bunu da Bakara suresinde
yer alan bir ayette, Kur'an'ın Hz.
Peygamberin kalbine nazil oluşu konusunda Cebrail (s)'in adının açık bîr
şekilde belirtilmesi, teyid etmektedir. LİDe ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki
Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet
rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler
için de müjdeci olarak O indirmiştir." (Bakara, 97)
"Ala
kalbike" (senin kalbine) tabiri, Kur'an'ın vahyedilişinin özel
ruhani bir olay olduğunu, daha önce "Kur'anü'l Mecid"[58] adlı
kitabımızda da açıkladığımız gibi bunu Hz.
Peygamber'den başka kimsenin idrak edemeyeceğini vurguluyor. Kıyame sûresinin tefsiri sırasında bunu açıkladığımız için
yeniden açıklanmasına gerek yoktur, özellikle i-man
edilmesi gereken meseleler üzerine ek yapma ya da tahminde
bulunma doğru değildir. Burada söylenmesi gereken birşey
varsa o da bu tabirin Nahl sûresinde tekrarlanması üe ilgili: "De ki: Onu, Mukaddes Rûh (Cebrail) iman
edenlere sebat vermek, müsiü-manları
doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rahbin
katından hak o/arak indirdi." (Nahl. 102). Bu ayeîte Peygamberinin yakınında olmasına rağmen O'na gelen
vahyi hissetmeyenler için Kur'an vahyinin geliş
yolunu anlayabilmeleri konusunda biraz açıklama yapılıyor. Kur'an,
Hz. Peygambcr'in kalbine
maddi olarak hissedilmeyecek bir şekilde ruhani bir vasıtayla atılıyordu.
Fakat bu etkisiyle hiddesiliyordu. Özellikle de Hz. Peygamber tarafından. Cebrail, Allah'ın bir meleği
olup. burada "Ruhu'l Emin", Bakara ve Nah!
sûresinde "Ruhu'l Kudüs" ve yineBakara sûresinde ise adı açık bir şekilde
zikredilmiştir. [59]
198-199- Bİz onu Arapça bilmeyenlerden birine'[60]'
indir-seydik de bunu onlara okusaydt,
yine ona iman etmezlerdi.
200-201- Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk[61]. O-nun için acıklı azabı görünceye kadar, ona iman etmezler.
202- İşte bu azap onlara kendileri farkında
olmadan ansızın geliverecektir.
203- O zaman: (iman etmemiz için) bize mühiet verilir mi acaba?" diyeceklerdir[62]'.
204- (Durmadan mucize talebiyle onlar) Bizim
azabımızı-mı çarçabuk istiyorlardı.
205-206- Ne
dersin, eğer biz onları yıllarca yaşatıp nimetlerden faydalandırsak, sonra
tehdit edilmekte oldukları azap başlarına gelse.
207-
Faydalandırdıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır.
208-209- Biz
hiçbir memleketi öğüt vermek üzere[63] (gönderdiğimiz)
uyarıcı (peygamberler) olmadan yok etmemi-şİzdir. Biz
zalim değiliz.
Görüldüğü gibi
ayetler, siyakla bağlantılı olup aynı minval üzere devam ediyor. İlk üç ayet Kur'an'la ilgilidir. Bu ayetler, eğer Allah'ın Kur'an'ı Arapça bilmeyenlerden birisine indirseydi ve o da
bunu onlara okusaydı yine onların iman etmeyeceklerini kaydediyor. Bu nedenle
onun apaçık Arap dili ü/.ere inmesi, onların delillerini tamamen ortadan
kaldırıyor. Bu anlam. En'am sûresinin birçok ayetinde
açık bir şekilde gelmiştir: "Kitap, yalnız bizden Önceki iki topluluğa
indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyeniniz
diye. Yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda
olurduk" demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte
size de Rabbiniz-den açık bir delil, hidayel ve
rahmet geldi. Kim. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha
zalimdir. Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en
kötüsüyle cezalandıracağız" (En'am, 156-157).
Sonraki altı ayete
gelince, kâfirlere azap ve uyarıyı içeriyorlar. Onlarda kabahat ve kötü niyet
ve inal öyle bir düzeye geldi ki, Kur'an'a iman
etmiyorlar, iman etmeyi akıllarından bile geçilmiyorlar.
Allah'ın azabının gerçek olduğunu görünceye kadar iman etmeyeceklerini
.söylüyor ve va'dedilen bu azabın gelmesi için meydan
okuyarak acele ediyorlar. Ayetler, onların üslubuna karşılık olarak güçlü bir üslubla azabın kendilerine ansızın geleceğini, o zaman da
buna pişmanlık duyacaklarını ve geçirdiklerini telafi etmek için kendilerine
mühlet verilmesini isteyeceklerini vurguluyor. Onların konumları dünya
hayatında ellerinde bulunanlara kanmalarındandır. Oysa bunlar, ellerinde birkaç
sene kalacaktır. Sonra uyarıldıkları şeyler kendilerine hak olup sahip oldukları
dünyalıklar kendilerine fayda sağlamayacaktır.
Son iki ayet, öncesini
takip mesabesinde gelmiştir. Allahu Tcala hiçbir kavmi ve şehri hatırlatmaları ve hidayete
gelmeleri için uyarıcı elçiler göndermeden helak etme-m İştir. İşte Allah'ın
adaleti budur, Ailah asla zalim değildir. Bu anlamda
birçok ayet aynı konuyu tekrarlamış oiup İsra süresindeki şu ayet de bu bağlamdadır: "Kim
hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de
doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar başkasının
günahını üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek
değiliz" (İsra, 15).
Yine bu konuda Kasas süresindeki şu ayet de aynı anlamı içerir:
"Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerin ana
merkezine göndermedikçe, o memleket/eri helak edici değildir. Zaten biz ancak
halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas,
59).
Ayetlerde
korkutma, azarlama ve susturma konusunda güçlü cümleler vardır. Ayetlerin
ruhunda kafirlerin iman etmeyişleri ve yalancı konumlan karşısında Hz. Peygamberi teselli etmeyi hedeflediği anlaşılıyor.
"Ona günahkarların kalbine böyle soktuk" cümlesinde yanlış
anlaşılmaya mahal yoktur. Bu cümle "Allah zalimleri sapıtır." kabi-lindedir. İbrahim süresi 27.
ayci ve Bakara sûresi 26. ayet ''Onunla ancak fâsıklan saptırır" ve bu anlamda tekrar edilen ve
dikkat çekilen ayetler de aynı kabildedir. Ayetteki günahkarlar kelimesi buna
güçlü, hatta ke.sin bir karinedir. Allah onu
günahkârların kalbine sokmuştur. Çünkü onlar ahlâkı ve sınırlan bozan
günahkârlardır. [64]
Ayetlerde görüldüğü
kadarıyla, kafirler, Peygamber (s)?es şayet doğru sözlü olsaydın Allah'ın azabı
üzerimize hemen inerdi, diyorlardı. Nitekim, peygamberlerini yalanlayan önceki
toplumların durumu öyle olmuştu. Onların kıssaları Kur'an'ın
diliyle Hz. Pey-gamber'c
anlatılmıştır. Allah'ın azabı üzerlerine inmeyince onun va'dine
meydan okumaya ve alay etmeye başlamışlardı. Bu durum kafirler tarafından,
çeşitli ayetlerin anlattığı gibi tekrarlanmıştı. İşte bu konudaki ayetler:
"Hani (o kafirler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin
katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem
verici bir azap getir! demişlerdi" (Enfal, 32).
"Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmahsın
veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin'" (İsra. 92). "Onlar senden azabın çabuk gelmesini
isliyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl
gibidir7' (Hac, 47).
Ayetler, kafirlerin
içinde bulundukları konum, karşı çıkış, kibirleniş ve meydan okuyuş
tablolarını içeriyor.
Kafirlerin
bu tutumları Hz. Peygamberde üzüntü ve keder
yaratıyordu. İşte bunun üzerine Kuran, O'nu teselli etmek için, Allah'ın
azabının onlara ertelenmesinin hikmetini açıklıyor. Bunun örnekleri daha
önceden geçmiş oİup aşağıdaki ayetler de bunlar
arasındadır: ''De ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü?
Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi
bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara, bir kitap mı verdik de onlar, o
kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! o zalimler birbirlerine, aldatmadan
başka birşey vadetmiyorlar"
(Fatır, 45). "Eğer Allah, insanları zulümleri
yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat
onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman ne bir
saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler" (Nahl, 61). [65]
Hiç
kuşku yok ki acem kelimesi İslam'dan önce Arapların dışında olanlar için kullanılıyordu.
Kur'an'da da buna delalet etmesi için inmiştir. Bu da
dünyanın yerleşiminin Arapların anlayış ve zihinlerinde Arap ve acem diye iki
gruba ayrılması anlamına geliyordu. Arap kelimesi. Arap yarımadasının içinde
ve dışında Arapça konuşan herkesi kapsıyordu. Bu kapsamda Araplar tarafından
bilinmekteydi. Az önce naklettiğimiz En'am daki ayetler ve bizim konumuzla ilgili olan ayetlerden ilk
üç ayet Kur'an'ın Arapça oluşunu vurguluyor. Sözkonusu bu vurgu Arap yarımadasının içinde ve dışında Kur'an dilini anlamayan ya da Kur'an diliyle farklılık gösteren bir dil konuşan arabin olmadığına işaret ediyor. Bizim kanaatimize göre bu
durum İslam öncesine uzanan bir süreçtir. Bu da yarımadanın içine ve dışına
yayılan Arapların çeşitli yerlerine göre takdiri farklılık gösterebilir. [66]
195.
ayet Kur'an'm apaçık Arap dili üzere nazil olduğunu
vurguluyor. Tabii bu Muhammedi risâlelin Araplara özgü olduğunu söyleyenlere
imkan açma anlamında değildir. Peygamber'in Arap oluşu, Kur'an'ın
hitap etliği toplumun Arap oluşu bunu gerektirmiştir. Nübüvvet döneminin ilk
yıllarından itibaren Mekke ve Medine'de nazil olan birçok ayet Muhammedi risaletin ve Kur'anî tebliğin
evrensel olduğunu vurgulamaktadır. Bu münasebetle birçok ayet naklettik. A'raf süresindeki şu ayette bunlar arasındadır: "De
ki: Ey İnsanlar! Gerçekteni ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahihi olan
Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, o diriltir ve öldürür, öyleyse
Allah'a ve üm-nıi peygamber
olan Rasıılu ne iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu
bulaşınız" (A'raf, 158). Furkan
süresindeki şu ayet de, bu ayetler arasındadır: "Alemlere uyarıcı olsun diye
kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah yüce/ey
yücesidir" (Furkan, 1). [67]
Bu iki ayet ve
benzerleri kelam bilginleri tarafından tartışma ve çekişme konusudur. Mutezile
bu iki ayet ve benzerlerine dayanarak Allahu Tcala'nın kulları için en güzei
planın dışında başka birşey yapmayacağını ya da böyle yapması onun üzerine bir zorunluluk olduğunu
söylemiştir. Eş'ari ise bunu inkar ederek kullara
karşı Allah-u Teala'nın üzerinde yapması gereken bir
görev ya da hakin olmadığını söylemişlerdir. Bu
görüşlerini de şu ayetlere dayamışlardır: "Allah yaptığından sorumlu
tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir" (Enbiya. 23). "Allah
dilediğini yapar" (ibrahim, 27).
Görülüyor ki. Allahu Teala Kur'anî
hitabında beşerin alışa geldiği anlayışlarıyla uyuştuğu yöntemleri kullanıyor.
Bu ayetler ve benzerleri akidevi ilkeleri belirleme
amacıyla gelmemiştir. Aksine çeşitli sebeplerden dolayı daveti destekleme ve
güçlendirme gayesiyle gelmiştir. Bunun için çeşitli sığalarla gelmiştir. Uygun
olan hatta zorunlu olan bu çerçevede kalması olup hamledilmemesi mümkün olmayan
yerlere hamledilmesidir. Çünkü bu açık bir şekilde Kur'aırda
çelişkiye götürür. Allahu Teala
ve Kur'an ise bundan münezzehtir. Allah Nisa
sûresinde bunu şöyle vurguluyor: "Hâla Kur'an
üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi'.' Eğer o, Allah'tan başkası tarafından
gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı" (Nisa 82)', Bunlara
rağmen çelişen her iki mezhebin sözleri de Allahu Tcala'yı noksanlıklardan ve çelişkilerden tenzih etmeyi
hedeflemiştir. Bu konuda söylenecek son söz şudur:
Allahu Teala, yaptıkları, emrettikleri, yasakladıkları ve
kullarının amelleri neticesinde takdir ettikleri şeyleri bu konudaki adil ve
hakim sıfatının gereği üzere yapmaktadır. Hikmetin devam etmesi kulların da
hidayeti ve delaleti, iyiliği ve kötülüğü .seçme gücünü gerekli kılmıştır.
Aynı şekilde O'nun hikmeti insanlara iyiliği, kötülüğü, hidayeti, dalaleti
açıklaması, uyanda bulunmaları için peygamber göndermeyi gerekli kılmıştır.
Adalet sıfatının ecreğine uygun olarak neticelerin
uygulanması zorunlu olmuştur. [68]
210- O'nu (Kur'anî) şeytanlar indirmedi.
211- Bu
onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez.
212-
Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır[69]».
Ayetler Kur'an konusuna devam ediyor. Bu durum önceki siyakın da
devamıdır. Görülüyor ki kafirler Kur'an hakkında
söylediklerini söylüyorlar; Kur'an'ı Hz. Muhammed'e şeytanların indirdiğini iddia ediyorlar.
Onların inançlarına göre cin şeytanlarının sihirle, kehanetle bağlamdan vardı.
Şairlere onlar ilham ediyordu ya da şairler onlardan
oluyordu, şeytanlar semadan haber çalarak kâhinlere veriyorlardı. Nitekim biz
onların bu inançlarını Cin sûresinin tefsiri akışı içerisinde açıklamıştık.
192-195. ayetler ise Kur'an'ın Rabbani bir vahiy
olduğunu ve Kur'an'in şeytanlarla hiç bir
bağlantısının bulunmadığını vurguluyor.
Ayetler
ve özellikle "bu onlara düşmez" tabiri görüldüğü kadarıyla üstün
anlamlar içermektedir. Bu ifade şeytanların pis ve kötü varlıklar olduklarını,
Allah'a, ahlâkı değerlere, ve salih amellere çağıran
fahişeliği, kötülüğü, günahı, azgınlığı, Allah'ın dışındakilere yönelmeyi,
duada ve ibadette ona ortak koşmayı yasaklayan şeytan ve vesveselerine karşı
uyanık olmayı emreden Kuran'ı onların vahyetmesinin
olanaksız olduğunu belirtiyor. Belki de 192-195. ayetler, Kur'anî
Cebrail (a)'in indirdiğini kaydediyor kıyas, cevap verme ve ikna etme yoluyla
bu anlam içcrilmektedir. Sanki bu ayetler şu anlamı
vurgulamak için gelmiştir: Hakka ve hayra çağıran, şer ve bâtıldan sakındıran
bu Kur'.an'ı iyilik ve rahmet esaslarına mün.tesib olan Cebrail (a)'dcn
başkası indjremez. Bu anlam açık ve nüçiü bir şekilde yakında gelecek olan sûrelerin
ayetlerinde pekiştirii-mektedir. [70]
213- O halde
sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma sonra, azap
edilenlerden olursun.[71]
214- (Önce) en
yakın akrabanı uyar.
215- Sana
uyan mü'minlere merhamet et, kanadını İndir.
216- Şayet
sana karşı gelirlerse de ki, ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.
217- Sen o
mutlak galip, engin merhamet sahibine güvenip dayan.
218- O ki
gece (namaza) kalktığın zaman seni görüyor.
219- Secde
edenler arasında dolaşmanı (görüyor).
220- Çünkü herşeyi işiten her şeyi bilen O'dur.
Ayetler, Hz. Pcygamber'in davası ve
davranışı konusunda Rabbani emirler içeriyor. Deygarriber
(s)'in davasına sımsıkı sarılması, Allah'a karşı samimi olması ve azaba uğraşıların
yanında yeralmaması için dua da Allah'a birilerini eş
koşmaması, yakın akrabalarını uyararak işe başlaması, kendisine tabi olan mü'minlere iyi davranması, emretti-l'i
ya da yasakladığı şeylerde yumuşak, şefkatli ve
hoşgörülü olması, kendisini her yerde görüp gözetleyen çok aziz ve bağışlayıcı
Allah'a dayanması gerekir.
Ayetlerde birincisinin
"fe" harfiyle başlaması bu ayetlerle önceki
ayetler arasında lağlantı olduğunu gösteriyor.
Görüldüğü kadarıyla bu ayetler o ayetlerin peşi sıra gel-niştir. Sanki önceki
ayetlerden sonra bununla Peygamber (s)'c iltifat edilerek kafirlerin conumlanna ve yalanlamalarına aldırmaması gerektiği
söyleniyor. Peygamber(s)'in üze-ine düşen, başta en yakınları olmak üzere
onları davet etmesi, uyanda bulunması, bir olan yüce Allah'a bağlılığını
sürdürmesi, ona dayanması, kendisine iman eden ve tâbi olanlara şefkatli ve
hoşgörülü olmasıdır.
Bazı müfessirler
"Asavka" fülindckİ
zamiri Hz. Peygamberin yakınlarına döndürürken
bazıları da mü'minlere döndürmektedir. Birinci
görüşün daha kabul edilir ve şartlara daha uygun olduğu görülüyor. Çünkü
yakınlarının isyan etme olasılığı daha güçlü bir ihtimaldir.
Bazı müfessirler
"Secde edenler arasında dolaşmanı da" cümlesi konusunda garip rivayet
ve görüşler belirtmişlerdir. Şöyle ki; Peygamber (s), annesinden doğuncaya kadar
Adem ile Havva'dan olan secde eden mü'min kadınların
rahimlerinde, mü'min erkeklerin sulblcrinde
dolaştığına, bazı dedelerinin sulbünde Peygamber (s)'in yaptığı teşbih ve hacc telbiyesinin duyulduğuna,
yahut Peygamber (s)'in doğuncaya dek peygamberlerin sulbünde taşınmaya devam
ettiğine işaret vardır.
Buna
karşın cümle genel olarak açıktır. Yani burada Allah'ın O'nu yalnız iken gördüğü,
insanlarla birlikte namaz kılarken, bütün hal ve hareketlerinde gözettiği kasdedil-mektedir. [72]
Müfessirler bu ayetle
ilgili çeşitli hadis ve rivayetler aktarmışlardır. Bunlardan biri. bu ayet
nazil olduktan sonra Hz. Peygamber, yakınlarını bir
yemeğe çağırmış. Onlar da yemeği yer yemez hemen dağılmışlardır. Çünkü Ebu Talih onlara Muhammed (s)'in kendilerini
sinirleyeceğini söylemiştir. Daha sonra Hz. Peygamber
ikinci kez bir yemeğe çağırarak onlara şöyle demiştir: Ey Abdulmullalib
oğullan! Ben size dünya ve ahire -tin iyiliğini getirdim. Sizi ona çağırmam
için Allah beni görevlendirdi. İçinizde bana kim yardımcı olur" dedi.
Bunun üzerine topluluk bizi bunun için mi çağırdın diyerek ayaklandı. Hz. Ali ise ben yardımcı olacağım diyerek üç defa bunu
tekrarladı. Hz. Peygamber bunun üzerine elini Hz. Ali'nin boynuna koyarak; "Bu benim kardeşim, koruyucum
ve içinizde vekilim onu dinleyin ve itaat edin" buyurdu. Bunları dinleyen
topluluk gülerek Ebu Talibe: Sana Ali'yi dinlemeni
ve itaat etmeni emretti, dediler. Bunlardan ikincisi geçen rivayetin aynısı
olup sadece Hz. Peygamber'in Hz.
Ali'ye söyledikleri yer almıyor. Hatta orada Hz.
Ali'ye otur dediği söyleniyor. Bunlardan üçüncüsü, bu ayet nazil olunca
Peygamber (s) Safa tepesine çıkarak şöyle çağırdı: Ey Fehdoğulları.
Ey Adiyoğullan! Bunu duyanlar toplanıp geldiler,
gelmeyenler de ne olduğunu öğrenmeleri için elçiler gönderdiler. Peygamber (s)
söze başlayarak: Şu vadinin arkasında sizi değiştirmek isleyen bir kimsenin
olduğunu söylesem beni doğrular mısınız? dedi. Onlar da: Daha önce senin yalan
söylediğine hiç raslamadık. dediler. Bunun üzerine
Peygamber (s): Ben sizi önünüzde bekleyen korkunç azaba karşı uyarıyorum,
dedi. Ebu Lehcp söze
atılarak: Yazıklar olsun sana! Bunun için mi bizi topladm,
dedi. Bunlardan dördüncüsü ise, Hz. Peygamber (s), Abdulmuttalib amcası Abduimutialib'e.
halası Safiyye'yc ve kızı Fatima'ya,
Allah'tan gelen birşeyi ben sizden kaldıramam, demcsidir.Bu rivayetlerin durumu ne olursa olsun hiç kuşku
yoktur ki Hz. Peygamber Allahu
Teala'nın emirlerini vesilelerden bir vesileyle
uygulamıştır. O konumlarından birini davet ve uyan yoluyla en yakın
akrabalarına ayırmıştır.
Bu da onların Mekke
döneminde Peygamber (s)'in nübüvvetini inkar ettiklerine işaret ediyor. Hatla
rivayetler onların bu inkarlarının sadece Mekke dönemine has olmadığını bunu
Medine döneminde de uzun süre devam ettirdiklerini gösteriyor. Ailevi yakınlıktan
dolayı Peygamber (s)'i savunmalarına rağmen amcası ve hamisi Ebu Talip iman etmeden ölmüştür. Amcası Abbas,
amcası oğlu Akil ve diğer amca oğullarının tamamı Bedir Savaşı'na müşriklerin
saflarında katılmışlardır.
Belki
de davet karşısında Peygamber (s)'İn yakın akrabalarının konumu davet seyri
üzerinde olumsuz etki yapılıyordu. Şöyle ki, diğer Araplar Peygamber (s)'c,
eğer doğru biri olsaydın sana yakın akrabaların inanırlardı, şeklinde sözler
söylüyorlardı. Bu da Peygamber (s)'de üzüntü ve keder yaratıyordu. Bunun için Allahu Teala onları kendi safına
çekmesi için davette özel bir konum ayırmasını
emretmiştir. [73]
Allah'ın emirlerinde Hz. Peygamber (s)'c akrabaları kendilerine özel davet
yapıldıktan sonra isyan ediyor. Peygamber (s)'i dinlemiyorlarsa onların
amellerinden, küfürlerinden uzak olduğunu ilan etmesine yönelik telmih
olabilir. Hz. Peygamber'in mü'min-Icrdcn kendine uyanlara kanatlarını germesi direktifleri
süre gelen Kur'anî bir plandır. Peygamber (s)
döneminde ve toplumunda güçlü olan çiiesel dayanışma
yerine yakınlık ve akrabalık bağlarını bir tarafa bırakarak inananlar arasında
dayanışmanın zorunlu olduğu vurgulanıyor. Böylece İslam'da ilkesel ve dini
kardeşliğin oluşumu konusunda bu ayetlerin gerektirdiği net konumun, dar
kabilesel ve ailevi asabiyetin oluşumuna karşı zorunlu konumlar, diye nitelenmesi
doğru olur. Bu anlamı tc'yid eden başka medeni
ayetler de gelmiştir. İşte bu ayetleri şöyle sıralamamız mümkün;
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babalan, oğulları, kadeşlcri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Rastılü'nc düşman olanlarla dostluk etliğini göremezsin,
işle onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları
desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak orada ebedi
kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlarda Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
îşte onlar, Allah'ın tarafından olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler
de sadece Allah'ın tarafından olanlardır. (Mücadele, 22).
"Ey iman edenler!
Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, Benim de
düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göslerek
gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği
inkar etmişlerdir. Rab-biniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber (s)7i de
sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben sizin tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu
da en İyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, onları dost edinirse doğru yoldan
sapmış olur. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size
ellerini ve dillerini, kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkar edivermenizi istemekledirler.
Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah
aranızı ayırır. Aliah
yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine, 1-3)
"Ey iman edenler!
Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli
edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım
akrabanız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız
meskenler sizi Allah'tan Rasulü'ndcn ve Allah yolunda
cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini geli-rinceğe kadar bekleyin.
Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez" (Tevbc, 23-24).
"Mü'minler ancak kardeştirler. Öylese
kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgerlesiniz" (Hucurat, 10). [74]
Bİzim
üzerinde durduğumuz ayetlerin gerektirdiği konuma bakıldığında, o şartlarda
Peygamberin zayıf, müslümanlann azınlıkla ve çoğunun
yoksul ve kimsesizlerden olduğu ve kabilenin yardımına son derece ihtiyaç
olduğu görülür. Buna rağmen Allahu Teala Peygamber (s)'e, kendisine vahyedileni
açıklamasını, yakın akrabalarından olan kafirleri uyararak onlardan uzak
olduğunu ilan etmesini, beraberinde olan zayıf ve az sayıdaki iman edenlerle
dayanışmasını emrediyor. Hz. Peygamber risaletine ve Allah'ın kendisine yardım edeceğine kesin bir
şekilde inandığı için bu yol üzere devam etmesinde bunun büyük bir etkisi
olmuştur. İşte bütün bunlarda güzel örnekler vardır. [75]
Ayetle, Hz. Peygambcr'e, mü'minlere kanatlarını germesi emrediliyor. Bu üstün bir Kur'anî Öğretidir. Önceki mü'minler
Peygamber (s)'in risaletine iman ederek ona tâbi
oldular, etrafında toplandılar, desteklediler ve bu uğurda ezalara, zararlara,
ambargolara, ailelerinin saldırılarına ve yakınlarının himayelerinden uzak
kalmaya göğüs gerdiler. İşte bu da onları hak, iylik,
adalet ve güzel anlak temellerine dayalı dayanışma birliğine götürdü. Sözkonusu bu dayanışma dar ailesel birliğin yerini aldı.
Yine bu onları Allah'ı gözetmeye. Peygamberi (s)'ne iyilik etmeye ona iyi
davranmaya, onu sevmeye, yakın akrabalarından ve ailelerinden onu daha üstün
görmeye itti. Dolayısıyla güçleri, göğüs germeleri, dayanışmaları ve
fedakarlıkları daha da arttı.
Bu
öğretinin direktifleri hiç kuşkusuz devam etmektedir. Bunun miislumanlar
ve Özellikle de liderler ıslaha çağmalar, ıslah ve salahın yeraldığı
ilkesel plana katılanlar için genel bir plân olması gerekir. [76]
22I-
Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?
222- Onlar,
günaha, iftiraya düşkün[77] olan
herkesin üstüne inerler.
Ayetler
siyakla bağlantılı olup onun devamı niteliğindedir. Ayetler başka bir üslupla
şeytanların Kur'an'ı indirmesini yalanlıyor.
Ayetlerde kınama sorusu yer alarak, kendilerine şeytanların indiği kimselerin
şeytanların vesveselerine kulak veren günahkâr iftiracıların, çoğu yalan olan
sözlerini ve haberlerini onlara dayayan şahıslar oldukları vurgulanıyor. Yine
görüldüğü gibi ayetler Hz. Peygamber (s)'in iyiliğe,
hakka doğruluğa, fazilete çağırdığını, kötülükten, bâtıldan, yalandan, zulümden
ve rezaletten alıkoyduğunu vurgulayarak onun kendilerine şeytanların indiği
bir kimse olmasını şeytanın vahyet-tiği şeyleri konuşmasını ve şeytanların vesveselerinden
etkilenmesinin olanaksız olduğunu açıklıyor. [78]
224-
Şairler(e gelince) onlara da sapıklar[79] uyariar.
225-226-
Onların her vadide başıboş dolaştıklarını[80]' ve
gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
227- Ancak
iman edip iyi işler yapanlar Allah'ı çok çok ananlar
ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar[81]
başkadır. Haksızlık edenler hangi dönüşe hangi akıbete döndürüleceklerini
yakından bileceklerdir.
Ayetler
siyakla kopuk değildir. Aksine siyak üzerine ma'tuftur.
Görüldüğü gibi kafirlere ikinci kez cevap vermeyi içeriyor. Kafirler, Hz. Peygamber'e Kur'an'ı
şeytanların getirdiğini, Peygamber (s) in şair. Kur'an
ıh da şiir olduğunu söylüyorlardı. Bu özellikle Yasin sûresinde ve daha birçok
ayetlerde anlatılmaktadır. Önceki ayetler birinci yalancı iddiaya cevap
vermişti. Bu ayetlerde kafirlerin ikinci yalancı iddiasına cevabı içeriyor.
Şairlere sadece sapıklar uyarlar. Onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. Her
vadide başıboş dolaşırlar. Oysa Peygamber (s) bir olan Allah'a, hakka, hayra
çağırıp iyliği emrediyor, kölütükten
alıkoyuyor. Yani yaptıkları şeyleri söylüyor, Ona tabi olanlar, çağırdığı,
şeylerle süslenip yasakladığı şeylerden kaçınarak imanı, ahlâkı ve fiilleriyle
güçlü bir erdemliler cemaatını oluşturuyorlar. [82]
Son ayet inanmış salih şairlerin birinci ayette içerilen
şairlerin vasıflarından istisna edildiklerini içeriyor. Mü'min
şairler tabiatlarından çıkmış o sınıftan değillerdir. Onlar bir olan Allah'a
iman ederek salih ameller yapmışlar, hak, iylik ve doğruluk yolu üzere yürümüşler ve kendilerine
yapılan zulümlere karşı galip gelmişlerdir. Ayet, zalimlere tehdit ve
karşılaşacakları kötü akıbeti uyan ile son buluyor.
Görüldüğü gibi müslüman şairlerin galip gelmesinden maksat kafir şairlerin
düzenledikleri hiciv kasidelerine karşı onlara cevap niteliğinde kasideler
düzenlemeleridir.
Temel
kabul ettiğimiz mushaf dört ayetin Medeni olduğunu
zikretmiştir. Bunu Zc-mahşeri de sûrenin tefsirinin
başlangıcında zikretmiştir. Hakikatte İse Medeni ayetlerin karakteri sadece son
ayetle görülmektedir. Müslümanlar aslında zulümden sonra galip konumda
hicretten sonra intikama savunmada bulunmuşlardır. Mekke'de müslümanlar-la
kafir sairler arasında hiciv yapma imkanı olmamıştır. Çünkü bir yönde müsiümanlar zayıf azınlık durumunda idiler. Diğer bir yönde
ise karşılıklı idiler. Karşılıklı hiciv yapma her iki grup arasında silahlı
mücadele olup bu da hicretten sonra başlamıştır. Bunun için bizim kanaatimize
göre rivayet sadece son ayet için geçerlidir. Diğer üç ayete gelince, bunlar
görüldüğü gibi Peygamber (s)'e şairlik nişbet
edenlere ve O'na Kur'an'i şeytanların indirdiğini
söyleyenlere karşı bir cevap niteliğindedir. Bu ayetler önceki ayetlerle
bağlantılı olup Mckki oluşlarında ihtilaf yoktur.
Hicret'ten sonra müslüman şairler kafir şairlere
cevap verme yeteneğine sahip olunca nazil oluş hikmeti gereği şairlerin vasfedildiği o vasıflan istisna edilmişlerdir. Ayet nazil
olunca ayın münasebet ve uyumdan dolayı üç ayete eklenmiştir. Burada o ayetin
durumu Müzemmil süresindeki son ayetin durumu
gibidir. Taberi bu ayetlerin tefsiri siyakı
içerisinde sözkonusu ayetin Hasan b. Sabit, Abdullah
b. Revaha ve Ka'b b. Malik
hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Şöyle ki, bunlar şairlerin Peygamber (s)'i
vasfettikleri şeyleri geri çevirmişler ve bunun üzerine
ayet nazil olmuştur. [83]
Bu dört ayet bir
yönden Peygamber (s) döneminde ve çevresinde şairlerin ve şiirin güçlü tesirine
işaret ederken öte yandan o dönemdeki şairlerin karekterlerinin
ve gidişatlarının bilindiğine işaret etmekledir. Aynı ayetler buna ek olarak
nebevi siretin biçimlerini ortaya koymaktadır. Kafir
şairler, Peygamber (s) ve inananlarla alay ediyor müslüman
şairlerde zulme savaş açarak aynısıyla onlara karşılık veriyorlardı.
Ayetlerin
nebevi siret koşullarıyla bağı ve özelliği olmasına
karşın sürekli bir empoze, eylemleri ve sözlerinde doğru, karakteri temiz,
niyeti saf olandan başkasının uyamayacağı hakka, hayra ve kurtuluşa davet
içermekledir. Buna ancak bu sayılan vasıfları üzerinde bulunduran kimse kulak
verebilir. Şer, eza, günah ve iftiraya gelince bunlara ancak şerliler,
günahkarlar, yalancılar, iftiracılar ve zalimlerden başkası uymaz ve çağrıda
bulunmaz. Müslümana gereken; hakkı bâtıldan ayırması, her vadide at koşturanlara, yapmadıklarını söyleyenlere
uymaması, ne suretle olursa olsun genci ve özel zarara yol açlığı, ahlâk, hayır
ve doğruluk caddesinden şaştığı için onların peşlerine takılmamasi-dır. [84]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/213
[2] el-Mübîn Apaçık.
[3] Bahı'un-Nefseke
Kendini helak edeceksin, kendine yıkacaksın.
[4] Muhdesin Yeni.
[5] Zevç Sınıf, çeşit, çift.
[6] Bkz.İlgili ayet için İbn Kesir Tefsiri
[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/215-216.
[8] Tilkc Ni'metiin
Temunnuha Aîeyye en Abbedete Beni İsrail Bazı müfessir-ler
bu ayeti Hz. Musa'nın sözü olarak tc'vil
etmişlerdir. Kavmimi, İsrailoğul-ları'nı
kul köle etmenle birlikte bu nimetleri mi başıma kalkıyorsun? Yine bazı
müfessirler, bu sözün Hz. Musa'ya ail
olduğunu söyleyerek şöyle tevil etmislerdir: Kuşkusuz
senin İsrailogullan'n. kul köle edinmen bana bir
nimettir. Çünkü Allah'a sığınmama ve peygamberler arasında yeralmama
sebep olmuştur. Biz birinci tc'vili seçiyoruz.
[9] Haşirine Sihirbaz toplayıcıları, sevkedicileri.
[10] Ye'fikune Yutuyor.
[11] La Dayre Zararı yok. Yani
söylediklerinin bize karşı bir zarar ve tehlike olacağı kanaalinde
değiliz. Çünkü biz Rabbimize yönelmişiz.
[12] Esrîbi Ihadî
Kullarımı geceleyin yola çıkar. Gece
yürüme anlamına gelir.
[13] Şirzime Az bir topluluk
[14] Hazinine Onların kötülüklerine karşı uyanık ve
dikkatliyiz. Bu, toplulukla birlikte güçlü anlamına gelen "Hadirun" şeklinde de okunmuştur;
[15] Müşrikine Güneşin doğduğu vakit. Doğu yönüne doğru
anlamına da gelebilir. Çünkü kıssadan anlaşıldığına göre İsrailoğulları
doğu yolu üzerinde yürümüşlerdir.
[16] Müdrekune Bize ulaşacaklar,
bizi yakalayacaklar.
[17] et-Tcivd Dağ.
[18] Ezlefna
"Kurtardık" kelimesinden kinaye olup "yaklaştırdık"
anlamına gelir.
[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/222-223.
[20] Âkifıne Onlara sürekli
ibadet ediyoruz.
[21] Hükmen Anlayış ve hikmet.
[22] Yentesirune Kendilerini
savunuyor ya da kendilerini kurtara-biliyorlar mı?
[23] Kubkibû Yüzüstü atılmaları,
fırlatılmaları anlamına gelir.
[24] Yahtesimune Çekişirler,
mücadele ederler.
[25] İz Nüsevvikum Sizi eşit denk
tutuyorduk.
[26] Şadiku'n Hamim Birbirine çok
bağlı dost, arkadaş.
[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/226-227.
[28] el-Erzelûne Dünyadaki yoksul
ve kimsesizler grubundan kinayedir.
[29] Iftah Hüküm ver ya da yargıla anlamında.
[30] el-Fulku'I Meşhun Dolu gemi.
[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/228-229.
[32] Ri'in Yüksek bir yer ya da yol.
[33] Â'ye Bu kelime bina
anlamındadır. Kale, siper ve kule anlamlarına da gelebilir.
[34] Ta'hesune Boşu boşuna
eğleniyorsunuz.
[35] Mesâm Bir görüşte saraylar,
bir başka görüşte ise su deposu anlamına geldiği belirtilmiştir. Biz ikinci
görüşü seçiyoruz. Çünkü Ad ve Hud kavminin ülkesi
olan Yemen küçük ve büyük su sedleriyie ünlüdür. Günümüzde
bu kelime Şam diyarı ve civarında su kuyusu, su havzası anlamında kullanılır.
[36] İn Hazâ Ula Huîuku'l Evvelin
İçinde bulunduğumuz durum Öncekilerin dini ve geleneklerinin dışında başka birşey değildir. Bazıları da bunu, senin bu dediklerini
daha önce de insanlar söylemişlerdir ya da
öncekilerin masaüan, diye yorumlamışlardır.
[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/231.
[38] Taluhâ Hedîm
Meyvesinin sindirimi kolaydır. Belki de bu güzellikten, olgunluktan ve
yumuşaklıktan kinayedir.
[39] Farihine Keyiflice, ustaca
taşkınlık yaparak.
[40] Musahharîne Büyülenmişlerden.
[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/233.
[42] Âdime Aşırı gidenler.
[43] Mine'I kedine Göç edenler, tefkedenler. "Kala"dan
türemiş olup; terketme, göç etme anlamına
gelmektedir.
[44] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/234-235.
[45] Ashabı Eyke Medyen yakınlarında ağaçlan çok ve meyveleri boi olan bir yerde yaşayanlar.
[46] Kıstas Ölçü.
[47] Muhsirine Eksütenler, zarar verenler.
[48] e'l-Mustekîm
Dosdoğru.
[49] Kisefen Parça parça.
[50][50] Azabu Yevmi'zZulleti
Müfessirîer, onlar üzerinde aşırı sıcak olduğunu,
bunun üzerine bir bulul görerek ona koşup altında gölgelendiklerini ve onlar
böyle toplu haldeyken ateş onları yakalayarak yok ettiğini söylemişlerdir.
Ayetin tefsiri için bkz. İbn
Kesir, İbn Abbas. Keşşaf.
Hazin Tefsirleri.
[51] Bkz. Beğavi
Tefsiri
[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/237.
[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/237-238.
[54] er-Ruhu'l Emin Müfessirlerin
ittifak ettiği gibi Cebrail (a)'dir.
[55] Zuhuri'I Evveline Allah
tarafından önceki peygamberlere indirilmiş kitaplar.
[56] A'ye Burada delil ve alamet
anlamındadır.
[57] Bkz. İbn
Kesir, Taberi, Zemahşeri,
Hazin
[58] Bkz. 10-32. sahifeler
[59] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/239-240.
[60] el-A'cemin "Acem"
in çoğulu olup, Arapların dışında olan demektir. Asıl itibariyle acem sözü,
açıklama gücüne sahip olmayan demek-tir. Daha sonra ırk ve dil yönüyle araplardan olmayan herkes için kullanılmaya başlanmışın-.
[61] Seleknahu Girdirdik
anlamında. Zamir ise müfessirlerin bc-lirtliği üzere inkarcı kâfirlere dönmektedir.
[62] Munzarun Geciktirirler mi ya da mühlet verirler mi?
[63] Zikril Hatırlatma anlamında.
[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/241-242.
[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/242-243.
[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/243.
[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/244.
[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/244-245.
[69] Ma'zulûne Onların işitmeleri
olanaksız, anlamındadır.
[70] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/245.
[71] el Aşire İçerisinde birçok
aileyi barındıran toplumsal bir gruptur.
[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/246-247.
[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/247-248.
[74] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/248-249.
[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/249.
[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/249-250.
[77] Effâk Çok yalan söyleyen ve
iftira eden.
[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/250.
[79] el Ğavune
Sapıklar,tahrikçiler.
[80] Yehimune Başıboş dolaşma,
yürüme.
[81] İntesârû Düşmana misliyle
karşılık veren ve kendi nefislerini savunanlar.
[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/251.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/251-252.
[84] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/252.