Kurandaki Sırası : 27
Nüzul Sırası : 44
Ayet Sayısı : 93
İndiği Dönem : Mekke
Sûrede kafirlere serî
uyanlar yapılarak ahiret, hesap ve ceza konusundaki
bazı söz ve tutumları hikâye ediliyor. Bazı peygamberlerin sözleri ve kıssaları
anlatılıyor. Öğüt verme amacıyla Hz. Süleyman (a) ve Sebe kraliçesi arasında geçen kıssanın detayına iniliyor.
Al-lahu Teâla'nın gücü ve
rahmetinin zahir oluşuna, O'nun Rabbliği ve
müşriklerin beyinsizliği üzerine deliller getirilerek açıklamalar yapılıyor.
Mekke dönemindeki nebevi davetle ilgili pasajlar sunulup Peygamber (sil ve müslümanlart teselli edici, yatıştırıcı sözler yer alıyor.
Bu
sûre, başlangıç, sonuç ve açıklayıcı kıssalar arasındaki uyum, sürede tertibin
doğru oluşuna yönelik bîr karine sayılabilir. Sûrenin bölümlerinin birbiriyle
bağlantılı olması sûre tamamlanıncaya kadar ayetlerin peşpeşe
nazil olduğunu da düşündürüyor. [1]
Raahman ve Rahım Allah'ın Adıyla
1- Tâ-sin.
Bunlar Kur'an'ın (bu sûresinin) ve apaçık Ki-tab'ın ayetleridir.
2- Mü'minlere yol
gösterici ve müjdedir.
3- O (mü'min)ler ki namazı kılarlar, zekâtı verirler ve ahi-rete de kesin olarak inanırlar.
4- Ahirete
inanmayanların işlerini kendilerine süslemişiz, onlar körü körüne bocalarlar'[2].
5- Onlar, o kimselerdir ki; en kötü azab kendilerinindir. Ve onlar ahirette
en çok ziyana uğrayanlardır.
6- (Ey Muhammedi, sana bu Kur'an,
hikmet sahibi, {her şeyi) bilen (Allah) katından verilmektedir.
Daha önceki örneklerde
de açıkladığımız gibi sûre, gelen ayetlerin dikkatlice dinlenmesi için
"tâ" ve "sin" harfleriyle başlıyor ve bunu takiben Kur'an'ın yüceliğini içeren işaretler izliyor. Kur'an Allah'ın mü'minlere
hidayet ve müjde olması için indirdiği apaçık bir kitaptır. Bunu da
namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ahirette
diriliş gerçeğine kesin olarak inanan mü'minleri
övücü açıklamalar takip ediyor. Ahiretteki diriliş
gerçeğine inanmayanların durumunu i.se Allah'ın
onlara amellerini süslü gösterdiği, kesinlikle bu gerçeği idrak edemeyecekleri
ve bu yüzden ahirette hüsrana ve azaba uğrayacakları
seklinde niteliyor.
Ayetler, hitabı Hz. Muhammed'c yönelterek
kendisine gelen Kur'an'ın hakim olan Allah tarafından
gönderildiğini, onun herşeyi bildiğini ve
yaptıklarının bir hikmet üzere olduğunu vurguladıktan sonra .son buluyor.
"Amelleri onlara
süslendi"' cümlesinin yorumu konusunda müfessirlerin görüşleri farklıdır.
Çünkü Allah kafirlerin amellerini ve küfürlerini kendilerine süslü gösterdiği
ve bunun neticesi olarak da hakkı göremedikleri veya kavrayamadıkları
düşünülmüştür. Ayetin bir başka yorumunda: '"Küfürlerinden Ötürü onlara
ceza olarak başarıyı haram kılmışızdır. Böylece amelleri gözlerine süslü
görünmüştür.[3] denilmiştir. Ayetin bir
başka yorumunda, onlara bulundukları durumu iyi göstererek ahireti
yalanlamalarına ceza olarak sapıklıklarını artırmışızdır, denilmiştir[4].
Ayetin bir başka yorumunda ise; süsleme olayının Allah'a İsnad
edilmesinin mecazi olduğu belirtilerek ayet şu şekilde açıklanmıştır:
"Allah onlara uzun ömür ve bol rızık vermiştir.
Onlarda bunu arzularına uymaya vasıta kılmışlardır. Sanki bununla amelleri
kendilerine süslü gösterilmiştir ya da Allah
kendilerine yapmaları gereken amelleri süslü göstermiştir ama onlar bunu görmezlikten
gelmiştir[5].
Bütün bu görüşlerde, ayetin yanlış anlaşılmasını ortadan kaldıracak kabul
edilir şeyler vardır. Özellikle de Kur'an'da şeytanın
küfür ve sapıklığı süslü gösterdiğini belirten ayetlerle uygunluk arzediyor. Bu ayetlerden bir tanesi şudur: "Hiç
olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğşelerdi!
Fakat kalpleri iyice katılaşn ve şeytan da onlara
yaptıklarını süslü gösterdi" (Eri am, 43). Yine
bu sûre insana amellerini nisbet eden ve bunun
neticesi olarak da dünya ve ahirette mükafatın
olacağını belirten ayetlerle de uygunluk arzetmektedir.
Bu ayetlerden iki tanesi şöyledir: "Kim iyi bir iş yaparsa bu kendi
lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabhin
kullara zıılmedici değildir" (Fussilel. 46). "Erkek veya kadın, mü'min
olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel hir
hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli
ile veririz."
Son iki yoruma
baktığımızda ilk yorumun, Allah'ın kendilerine amellerini süslü gösterdiği
kimselerin, ahirete inanmayanların olduğunu
kaydettiğini ve cümlenin de "Zalimleri Allah saptırır" (İbrahim, 27).
"Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarım da doğru yola
yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıldan saptırır" (Bakara, 26)
anlamını ifade eniğini görürüz. Yine onların fâsiklar
diye nitelenmesi de bu yorumun tutarlılığını le'yid
eden bir delildir. İkinci yoruma gelince, Allahu Teala'nın kullarına amellerini güzelleştirmeyi va'dediyor. Kimileri bu güzelliği yakalıyor, kimileri de bu
gerçeği görmemezlikten geliyor. İşte o görmemezlikten gelenler Allah'ın ayetlerini bilebiic inkâr edenler ve ahireti
yalanlayanlardır. En'am süresindeki 108. ayet de üzerinde
durduğumuz ayetle aynı bağlamdadır: "Böylece biz her ümmete amellerini
süslü gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Arlık o ne yaptıklarını
kendilerine bildireçektir. Bu ayetin ibaresi genel
olup insanların iyisini de kötüsünü de kapsayarak ikinci yorumun tutarlılığını te'yid etmektedir.
Her halükârda bu
yorumlar Kur'an'm ruhu ve genel muhkem
direktifleriyle uygunluk arzctmekledir. Şöyle ki, Kur'an'da Allah'ın insana seçme ve kesbetme
yeteneği verdiği, peygamberlerin müjdeci, uyarıcı; hakkı, batıl, hidayeti,
delaleti, iyiliği ve kötülüğü Allah'ın izniyle açıklaması için gönderildiği,
herkesin seçtiği şeye göre karşılık alacağı ve aynı zaman da Allah'tı Teala'nın kafir ve asillerin kötü ve küfür amellerini
süslemekten münezzeh olduğu vurgulanmakladır.
"Zekat"
kelimesi ilk kez Mckkî ayetlerde geçmekledir.
Müzcmmil sûresinde zekat kelimesinin varid olduğu ayet Medenî bir ayettir. Burada ayetin üslubu
Mekke'deki ilk müslümanların bu ayetin nüzulünden
önce namaz kılmalarının yanı sıra zekat da verdiklerini gösteriyor. Bunun sözkonusıı ayetin nazil oluş vaktinden daha önceki erken dönemlerden
beri olma ihtimali de vardır. Bi'setin üçüncü ya da dördüncü senesi tahmin edilebilir. Zekat konusunda A'ia sûresinin tefsirini yaparken yeleri kadar durduğumuz
için burada bu yorumla yetinmek istiyoruz.
Üçüncü ayette mü'minler. namaz kılmakla, zekat vermekle ve ahirete inanmakla vasfediliyorlar.
Bu da İslam'ın iman ve amel olduğunu ve bunların birbirinden ayrılmaz bir parça
olduğunu vurgulayan Kur'anî direktifleri le'yid etmektedir.
(kinci ayet, Kür'an ayetlerinin mü'minler için
hidayet ve müjde olduğunu belirterek hak ve hidayete gönül veren, kibir ve
gururdan yüz çeviren bir zümreyi ifade eden üçüncü ayete işaret etmekte, sonra
Kur'an'la müjdelemeyi, doğru yola koşmaya, yalnızca
Allah'a ibadet etmeye, fakirlere mallarının zekalıyla yardım etmeye gayret
eden önceki müslümanlar gibi olmaya teşvik
çimektedir.
Dördüncü ayel kafirlerin ahirete inanmadığını
aktarmaktadır. Beiki bunda asd
amaç, kafirlerin davet yolunda, küfürlerini en iyi bir şekilde belirtmeleri ve
zorluk çıkartmalarının ahireti inkar etmelerinden
kaynaklandığına işaret etmektir. Kur'an'da bunun birçok
kez geçmesi bu görüşü clcslcklcmekledir.
Üzerinde açıklama yaptığımız bu ayet, kafirlerin kötü amellerinin ve
küfürlerinin asıl sebebinin ahirete inanmamalarından
kaynaklandığını vurgulamaktadır.
Bu gerçeği belirten
birçok ayetler vardır: Örneğin; "İlahınız tek bir ilahtır. Ahirete i-maıı etmeyenlerin kalhleri bu gerçeği inkar edicidir. Onlar Allah'ın
birliğine İman etmeyi kibirlerine yediremeyenlerdir." (Nah!, 22)
"Fakat ahirefe inanmayanlar, hu doğru yo/dan sapmaktadırlar."
(Mii'minun, 74)Belki de bu gerçek, imanın ahirete imanla tamamlanacağını ve bu imanın insanın dünya
ve ahiret yaşamında temel leşkil
ettiğini hatırlatmak içindir. Çünkü insanoğlu ahirete
inanınca amellerinin sonunu düşünür, kötülüğe sebeb
olan şeylerden böylece yüz çevirir.
Birinci
ayette Kur'an ve kilap
kelimesi birlikte geçmektedir. Bu iki kelime
birleşme-dîği zaman Kur'an'da
eşanlamlı olarak gelmekledir. Bununla birlikle her ikisinin de delaleti
farklıdır. Çünkü Kur'an kelimesi okunan şey. kiiap kelimesi ise yazılan şey demektir. Her iki anlam da Kur'an'da geçmektedir. Belki de
kitap ve Kur'an kelimelerinin burada bir araya geliş
hikmeti. Peygamber (s) döneminde mü'minlcrin
okudukları ve yazdıkları Kur'an sûrelerine,
bölümlerine ve ayetlerine değinmektedir. Bu görüş doğru olunca burada Mekke
döneminde tedvin olan Kur'anî bölümlere karine
(işaret) olup mülevatir rivayetlerle açıklamasını
sunduğumuz Kur'anî delaletlerle uyum içindedir. [6]
7- Musa,
ailesine: "Ben bir ateş gördüm, (gidip) size ondan bir haber getireyim,
yahut size bir ateş koru'[7]
getireyim de ısıllasınız"[8]
demişti.
8- Oraya gelince (kendisine) seslenildi:
"Ateşin içinde bulunan da, çevresinde olan da mübarek kılındı. Alemlerin Rabb'i Allah, eksikliklerden münezzehtir."
9- "Ey
Musa, gerçek şu ki ben, üstün ve hikmet sahibi olan Allah'ım!"
10- "Asanı
at!" (Musa attı) Onun (O kocaman şeyin), küçük bir yılan gibi[9]
titreştiğini görünce (korkudan arkasına dön(üp kaç)dı, geri don(üp bak)maclı (bile). "Ey Musa korkma, çünkü ben (evet),
benim huzurumda peygamberler korkmaz(lar).
11- "Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün
yerine iyilik yapan olursa ona karşı da ben bağışlayıcı, esirgeyiciyim."
12- "Elini koynuna sok, kusursuz olarak
bembeyaz (parıl parıl) çıksın. (Bu da) Fİravun'a ve onun kavmine (göstereceğin) dokuz mucize'[10]
içindedir. Çünkü onlar yoldan çıkan bir kavimdir."
13- Onlara açıkça görünen[11]
ayetlerimize gelince: "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.
14- Vicdanları, onları(n doğruluğuna) kanaat
getirdiği hal-de'[12] sırf
haksızlık ve böbürlenme, yüzünden onlan inkâr
ettiler. Bak işte o bozguncuların sonu nasıl oldu.
Sûredeki Firavun ve
Musa (a) kissasıyla ilgili ayetler, Kur'an'in hikmetini gerektiren ve yeni münasebetler içeren
kıssa dizilerinden bir halka olup Kuranı metod gereği
kafirleri uyarmak, müslümanları ve Peygamber (s)'i
yatıştırmak amacıyla inkarcıları tehdit eden. mü'minleri
teşvik eden ayetlerin peşisıra gelmektedir. Her iki
durum da siyakla bağlantılıdır. Bu halka Musa (a)'nın,
kavimine ve Fİravun'a
peygamber olarak gönderilişini içermektedir. İbaresi nettir. Araf ve Taha sûrelerinde özetle anlatılan kıssa ile bu kıssa
arasında bir uyum olmakla birlikle burada, özet olarak verilmiştir.
Burada örnek verme,
yatıştırma ve İbret alma amacı olduğu açıkça göze çarpmaktadır. İsler bu
cümlenin başına gelen ve hatırlatma harfi olan "iz" den kaynaklansın,
ister sonunda bozguncuların başına gelen akibete
dikkat çekilmeden kaynaklansın farketmez.
Burada yeni olan bir
anlatım, Firavun ve kavminin Allah'ın ayetlerinin gönülden o-nun katından geldiğini doğrulamalarıyla birlikte
kibirlenmeleri ve haksızlık etmeleri sebebiyle inkar ettiklerinin vurguhınmasıdır. Burada bilindiği üzere Firavun ve
kavmiyle, Allah elçisini inkar eden, yeryüzünde büyüklük taslayarak Allah'ın
ayetlerini yalanlayan Arap kafirleri arasında karşılaştırma yapılmaktadır. Fatır sûresinin 42. ve 43. ayetlerinde bu olay şöyle atıl
atılmaktadır:
"Var güçleriyle
Allah'a yemin ettiler: Andolsun, eğer kendilerine bir
uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda
olacaklar" diye. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bunun, onlara Hak'tan
uzaklaşmaktan başka bir katkısı olmadı. Yeryüzünde büyüklük taslama(larını) ve kötü tuzak kurma(larını
artırdı). Kötü tuzak ancak sahibine dolanır. Onlar Öncekilerin kanunundan
başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanunda bir değişme bulamazsın; Allah'ın
kanununda bir sapma bulamazsın." Fatır sûresinde
bu bağlamda başka ayetlerde bulunmaktadır. Yine burada büyüklük taslayarak ve
taşkınlık ederek Allah'ın ayetlerini yalanlayan Firavun ve kavminin sonu kafirlere
hatırlatılmakta ve uyarılmaktadırlar.
Bu kıssadaki ayetlerde
Allah'ın kendisini âlemlerin Rabbi olarak vasfetmesinin
anlamı; burada Allah'ın kendisini Musa (a)'ya
seslenerek ''âlemlerin rabbi" olarak vasfet-mesi. Musa (a)'yı da Araf sûresi
105. ayette Fİravun'a seslenerek bu vasıfla
nitelemesi önemli bir anlam ifade etmekledir.
İsrail oğul I arı
kendi kitaplarını tahrif ederek; Allah'ı İsrail'in rabbi, İsrail'in ilahı,
kendilerini de Allah'ın seçkin halkı olarak nitelediler. Yine burada Allah'ın
diğer halkları kendilerine hizmetçi olarak kıldığını, onların kanlarını,
mallarını, ülkelerini, işlerini kendilerine mubah gördüğünü kaydettiler. Oysa
Allah onların vasfettiği şeylerden beri ve yücedir.
Yahudiler Orşilim tapınağı yapılırken Pers kralı Korş'un kendilerine izin verdiğinde kendi ırklarından
olmayan, buna karşın yahudi dinini benimseyen bir
cemaatin katılımlarını kabul etmediler.[13]
Şüphesiz
yahudiler Peygamber (s) zamanında değişik
münasebetlerde, tahrif olmuş Tevrat'ta anlatılan herşeyi
uyguluyorlardı. Anladığımız kadarıyla Allah'ın Musa (a)'ya
seslenirken kendini ''âlemlerin Rabbi" olarak nitelemesi, Musa (a)'nm da Fİravun'a seslenirken onun
Rabbi'nin âlemlerin Rabbi olarak nitelenmesi yahudilcrin
Allah'ı kendilerine has kılmalarını yalanlamaktadır. Allah ve Musa (a) onların
davalarından beridir. [14]
15- Andolsun biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik de onlar: "Bizi
inanan kullarından bir çoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun"
dediler.
16- Süleyman Davud'a
mirasçı oldu (Davud'un peygamberliği, ilmi ve mülkü
Süleyman'a kaldı). Dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların dili[15]
öğretildi. Ve bize her şeyden (bolca bir pay) verildi. İşte bu, açık bir lutuftur.
17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan ordular, toplandı, hepsi bir arada düzenli olarak sevkediliyordu.[16]
18- Karınca vadisine geldikleri zaman bir
karınca: "Ey karıncalar, dedi, yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları
farkında olmayarak sizi ezmesinler.[17]
19- (Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki:
"Rab-bim, bana ve anama babama lütfettiğin
nimete şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham
eyle[18] ve
rahmetinle beni iyi kullarının arasına sok."
20- (Süleyman) kuşları teftiş etti (içlerinde Hüdhüd'ü bulamadı) dedi ki: Neden Hüdhüd'ü
göremiyorum, yoksa kayıplardan mı oldu?"
21- Ona çetin bir azab
edeceğim, ya da onu keseceğim. Yahut da bana
(mazeretini belirten) açık bir delil getirecek.[19]
22- Çok geçmeden (Hüdhüd) geldi[20] Ben,
dedi, senin görmediğin bir şey gördüm ve Sebe'den sana
gerçek bir haber getirdim[21].
23- Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum,
kendisine (kralların muhtaç olduğu) her şey verilmiş[22] ve
büyük bir tahtı var."
24- Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini
gördüm şeytan onlara işlerini süslemiş de onları doğru yoldan çevirmiş, bu
yüzden yola gelemiyorlar.
25- Göklerde ve yerde gizlenen:[23]
açığa çıkaran ve gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilen Allah'a secde
etmeleri gerekmez miydi?"
26- Allah ki
O'ndan başka Tanrı yoktur, büyük arşın sahi-bidir."
27- (Süleyman): "Bakalım, dedi, doğru mu söyledin,
yoksa yalancılardan mısın?"
28- Bu mektubumu götür, onlara at, sonra onlardan biraz
çekil de bak, neye başvuruyorlar (ne yapacaklar)."
29- (Hüdhüd) mektubu götürüp
attıktan sonra Sebe melikesi (Belkıs) müşavirlerine dedi
ki: Ey ileri gelenler, bana çok önemli bir mektup bırakıldı.
30- O, Süleyman'dan (geliyor) ve Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla (başlamakta)dtr.
31- "Bana karşı büyüklük taslamayın vebana
teslim olarak gelin (diye yazıyor)."
32- "Ey ileri gelenler, dedi, bu işimde bana
bir fikir verin (bilirsiniz ki) ben siz olmadıkça hiç bir şeyi fkendi başıma) kesip atmam."
33- Dediler ki: "Biz kuvetliyiz,
yaman savaşçılarız, ama emir senindir. Bak (düşün), neyi emredersen (onu yapalım)."
34-.Dedi ki:
Hükümdarlar bir ülkeye girdiler mi, orayı bozarlar, halkının şereflilerini
zelil (ve perişan) ederler. (Evet) böyle yaparlar.
35- Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de
bakayım, elçiler ne ile dönecekler."
36- (Elçi, hediyelerle) Süleyman'a gelince
(Süleyman) dedi ki: "Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz[24]' Allah'ın
bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle siz sevinirsiniz (ben
değil).
37- (Ey elçi) onlara dön (söyle): Onlara,
kendilerinin asla karşı koyamayacakları
ordularla gelirim ve onları hor ve hakir bir durumda oradan (sürer) çıkarırım.
38- (Elçi geldikten sonra Süleyman, müşavirlerini
topladı): Ey ileri gelenler, dedi onlar bana teslim olarak gelmelerinden önce
hanginiz onun tahtını bana getirebilir?"
39- Cinlerden bir ifrit (kötü bir cin}[25]
"Sen makamından kalkmadan önce'[26] ben
onu sana getiririm, dedi, bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir (bir kİmsey]im.
40- Yanında kitaptan bîr ilim bulunan kimse de
(veziri Asaf İbn Barhiya): "Sen gözünü (açıp) yummadan[27]' ben
onu sana getirebilirim"dedi. (Süleyman) tahtı
yanına yerleşmiş görünce dedi: "Bu, Rabbimizin lütfundandır.
(Lutfu-na) şükür mü
edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak istiyor.[28]
Şükreden, kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de (bilsin ki) Rabbİm müstağnidir tonun şükrüne muhtaç değildir), çok
kerem sahibidir.
41- (Ve) dedi ki: Onun tahtını tanımaz hale
getirin[29] bakalım
tanıyabilecek mi?[30]
yoksa tanıyamayacak mı?"
42- Melike gelince (ona): Senin tahtın da böyle
mi?" dendi. "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi veriimişti ve biz müslüman
olmuştuk."
43- Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler,
alıkoymuştu[31] çünkü kendisi inkar eden
bir kavimden idi.
44- Ona: "Köşke[32] gir!
dendi Köşkü(n zeminini) görünce su[33]'
sandı ve bacaklarını sıvadı. O sırçadan[34]yapılmış,
cilalı şeffaf[35] (bir zemin) dir" dedi. (Melike): Rabbim, ben nefsime zulmetmişim.
(Artık) Süleyman'la beraber, âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum, dedi.
Bu
Süleyman ve Davut (a) kıssası, dizinin ikinci halkası olup, Allah'ın Davut ve Süleyman'a
verdiği ilme, her ikisinin de yalnızca Allah'a hamdetmesine,
Süleyman (a)'m yaşadığı ve özellikle de Sebe Melikcsi'yle aralarında geçen olaylara işaret etmektedir.
Kıssanın ibaresi açıktır. [36]
Cinlerin Süleyman'ın
emrine verilmesi dışında burada anlatılanların geneli yeni bir mevzudur.
Görüldüğü kadarıyla bu olayın anlatım sebebi, genel çerçevede Kur'an kıssalarının ası! amacıyla uyum içinde olan birçok
ibret, hatırlatma, öğüt ve örnek sunmadır.
Kitab-ı Mukaddes'in onuncu bölümünün ilk krallar Sifr'inde, Sebe Melikesi'nin
(Kraliçe'nin) Süleyman (a)'ı ziyareti, her ikisine de hikmetin verilmesi,
melikenin Süleyman (a)'a hediyeler vermesi haberi bulunmakla birlikte bunun
dışındaki haberler mevcut olan Kitab-ı Mukaddes'te
yer almaktadır. Burada önyargılılara mucize ve harikulade haller isteme
fırsatı doğmaktadır. Oysa mucizenin olması kesinlikle Allah'ın kudreti
kapsamına girmektedir.
Bizce burada mucize
için herhangi bir bilimsel zorunluluk yoktur. Kur'anî
akış, herhangi bir şeye gerek duymadan halâ ayakta kalmakta ve kalmaya devam
etmektedir. Biz inanıyoruz ki, bu. Peygamber (s) zamanında yahudilerin
ellerinde bulunan Kitab-ı Mukaddes'te de bulunmakta
idi ama daha sonra çıkarıldı. Kıssanın amacı ancak dinleyenler onu anlayınca
güçlü bir şekilde gerçekleşü. Yahudiler arapların içine tamamen sızmış değillerdi. Kitab-i Mukaddes'in ikinci günün haberleri bölümünde şöyle
bir cümle bulunmaktadır: "Süleyman (a)'ın ilk
ve son haberlerinin geri kalanı, Nasân peygamber Şeylani'nin yaşayan elçiliği, bakanın düşmanlığı bölümünde
kayıtlıdır.'" Bu bölümler (sahifeler) günümüzde
mevcut olan bölümler değildir. Kuşkusuz Kur'an yahudilerin sömürgelerinin bulunduğu çevrelerde
okunuyordu. Ne Kur'an ne de rivayetlerde, yahudilerin bu sûrede, Sad yahut
Sebe sûrelerinde geçen Süleyman (a)'ın haberlerini yalanladıkları, tartıştıkları yahut itiraz
ettikleri kaydı geçmektedir. Müfessirler bu ve diğer
son iki sûrelerdeki ayetler hususunda, açıklama veya yorumlama kabilinden,
Peygamber(s) zamanında bilinen kıssanın içeriğine işaret eden sahabe ve tabiine
yahut siyer ve ahbar ravilerine
dayandıran birçok rivayetlerde bulunmuşlardır[37].
Önceden de
söylediğimiz gibi kıssanın asıl amacı; öğüt, hatırlatma ve örnek sunmadır. Bİz, müfessirlerin yaptığı gibi herhangi bir sağlam sened olmadan bu bağlamda sözü uzatmanın, yorum ve
tahminde bulunmanın gereğine inanmıyorum ve herhangi bir ilave ve yoruma gerek
duymadan Kur'an'ın hikmeti gereği anlatılanlarla
yetiniyoruz.Halkanın içerdiği ibret ve öğüt mevzuları, Allah'ın Davut ve Süleyman
(a)'a verdiği mülke, her ikisinin de onun lutfunu
kavrayıp ona şükretmelerine işaret etmektedir. Burada asıl hedef; Firavun'la
bu iki peygamber arasında karşılaştırma yapılmış olma ve Firavun'un Allah'ın
ayetlerini yalanlamasına, büyüklük taslamasına değinme olasılığıdır,
Kuşkusuz büyük
saltanatları olan nice krallar, Allah'a inanmakta, onun lutfunu
itiraf etmekte, devamlı ona şükretmekte, rahmetiyle salih
kulları arasına katmasına karşın onu övmektedir. Bunda Peygamber (s) ile müslümanlara teselli, kafirlere hatırlatma vardır.
Ayetlerin aktardığı Sebe Kraliçesi ile adamları arasında geçen konuşmada,
kralın siyaseti ile ilgili açık hikmetler bulunmaktadır. Kraliçe, memleketinde
görüş sahipleriyle müşavere etmeden kesin emirli, zalim ve zorba olmadığını
açıklıyor. Kraliçe'nin sözünde geçen "muluk=kraüar" kelimesinden belli ki yabancı krallar kasdediimektedir. Çünkü ona göre; bu tür krallar herhangi
bir ülkeyle savaşıp orayı ele geçirince orada fesat çıkarırlar, oranın
onurlularını zelil kılarlar. Herhangi bir vesileyle ülkenin o tür kralların
tehlikelerinden korunması gerekir. İşte burada ölümsüz ve güçlü bir sosyolojik
hikmet bulunmaktadır.Konuşma stili her ne kadar hikaye tarzında olsa da burada
kraliçenin diliyle anlatılan uyarıya, pişmanlığa çağrıya, gerçek bir projeye
işaret edilmektedir.
Sebe
Kraliçesi, Süleyman {a)'dan öğüt ve hikmet işittiğinden dolayı Allah'a teslim
oldu. Bu teslim oluşta, Allah'ın çağrısına kulak vermeyen kafirlere ve kafirken
bu çağrıya cevap veren, kendisini Allah'a teslim eden büyük krallara direktif
bulunmaktadır. [38]
45- Andolsun biz, Semûd (kavmin)e de kardeşleri Salih'i: "Allah'a kulluk
edin!" (desin) diye gönderdik. Bir de baktık ki birbirleriyle çekişen iki
bölük olmuşİar.
46- Dedi: "Ey kavmim, iyilikten önce neden
kötülük için acele ediyorsunuz?'[39] Allah'tan
mağfiret dilemelisiniz'[40]
belki esirgenirsiniz.
47- "Senin ve Seninle beraber bulunanların yüzünden
uğursuzluğa uğradık"[41]
dediler. Dedi ki: Uğursuzluğunuz (un sebebi)'[42]
Allah'ın yanında (bulunan takdiri) dİr. Doğrusu siz
sınanan[43] bir
kavimsiniz".
48- Şehirde dokuz kişi'[44] var
ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, ıslah etmezlerdi.
49- Allah'a and içerek'[45]
birbirlerine: "Biz, gece ona ve ailesine baskın yapfrp
onları öldür)elim'[46]
sonra velisine[47]: "Ailesinin öldürülüşünde
bulunmadığımızı, (bu sözümüzde) doğru olduğumuzu söyleyelim" dediler.
50- (Bu
şekilde) bir tuzak kurdular, biz de onlar hiç farkında olmadan onlara bir
tuzak kurduk.
51- Bak işte tuzaklarının sonucu nasıl oldu,
(nasıl) biz on-iarı ve kavimlerini toptan yıktık
(mahvettik).
52- İşte şunlar, zulümleri yüzünden çökmüş,
(ıssız kalmış) evleridir. Şüphesiz bunda bilen kavim için bir ibret vardır.
53- İnananları ve (günahtan) korunanları
kurtardık.
54- Lût'u da
(gönderdik), kavmine dedi ki: "Siz göre göre o
aşırı kötülüğü yapıyorsunuz ha?"
55- "Siz kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz."
56- Kavminin cevabı sadece şöyle demek oldu:
"Lût ailesini şehrinizden çıkarın, çünkü onlar
temiz kalmak isteyen kimselerdir."
57- Biz de onu ve ailesini kurtardık, yalnız
karısının (azab-ta) kalanlardan olmasını takdir
ettik.
58- Üzerlerine bir (taş) yağmur(u) indirdik.
Uyarılanların yağmuru gerçekten ne kötü oldu!
Bu ayetler kıssalar
dizisinin geride kalan son iki halkasını ihtiva etmektedir. Burada kavimleriyle
birlikte Salih ve Lût (a) anlatılmaktadır. Bu
kıssanın içeriği, Şuara, Araf. Kamer ve diğer
sûrelerde anlatılan kıssayla örtüşmektedir. Ayetlerin ibareleri açıktır.
Salih
(a) kıssasını aktaran ayetlerde yeni birşey göze
çarpmaktadır. O da fesatçı bir grubun Salih(a)'i öldürme girişimidir. Burada
bilindiği üzere, kafirlerin ezalarına ve entrikalarına maruz kalan mü'minlerle Peygamber (s)'in teselli olmaları ve Allah'ın
yardımıyla yatışmaları amaçlanmakta, kafirler, Semûd
kavminin sonuna benzer bir sonla uyarılmaktadırlar. [48]
59- De ki: "Hamdolsun
Allah'a, selam onun seçtiği kullarına, Allah mı hayırlı yoksa ortak koştukları
şeyler mi?"
60- Gökleri
ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su İndirdi de onunla sizin bir ağacını
dahi bitıremiyeceğİniz gönül açan bahçeler kim
bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (haktan) saparı[49] bir
kavimdir.
61- Yahut şu dünyayı durulacak yer yapan,
aralarından ırmaklar çıkaran orada sağlam dağlar yaratan ve iki deniz arasına
bir perde koyan kimdir? Allah İle beraber başka bir tanrı mı var? Hayır onların
çoğu bilmiyorlar.
62- Yahut dua ettiği zaman darda kalmışsa kim
yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine)
yeryüzünün hakimleri yapıyor? Ne de az düşünüyorsunuz?
63- Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde
size yol gösteren kim, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen kim?
Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Haşa, Allah onların koştukları
ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
64- Yahut
yaratmağa kim başlıyor, sonra onu (kim) iade ediyor? Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?
De ki: Eğer doğru iseniz delilinizi getirin."
Bu bölüm, defalarca
vurguladığımız Kur'anî metod
üzere cereyan eden kıssalar dizisini takip etmiştir. Bu yüzden genci akışla
bağlantılıdır. Ayetlerin ibareleri herhangi bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar
açıktır.
Burada Peygambere;
hamdın Allah'a, selamın onun seçtiği kullarına ait olduğunu söylemesi emredilmckte, kafirlere soru yöneltilerek; onlar küfür,
şirk ve inkarları sebebiyle kınanmakta, bununla birlikte Allah'ın varlığına,
kudretinin ve tekliğinin şümulüne, tasarrufunun genişliğine, yer, gök, yağmur,
bitkiler, ağaçlar, gece, gündüz, dağlar, denizler, ırmaklar, rüzgarlar ve
yıldızlardaki nimetinin bolluğuna, insanlara rızkı verenin, onlardan zararı
giderenin ve yeryüzüne onları halife kılanın Allah olduğuna dair açık deliler
sunulmaktadır. Ayette ifade edilen soru stili, Allah'la birlikte başka ilahın
olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Son paragraf, bir yönden kafirlere
meydan okuyup sözlerini ağızlarına tıkarken öte yandan ortak koştukları
ilahlarının doğruluğuna delil getiremediklerini ifade etmektedir.
Görüldüğü kadarıyla
birinci ayette işaret edilenler yani Allah'ın seçtiği kulları önceki
peygamberler ve onlara inananlardır. Yine birinci ayette Peygamber (s)'in
hamdın Allah'a ait olduğunu söylemekle emrotunması, hem
kendisinin hem de kendisine inananların Allah'ın seçtiği kullardan olması
sebebiyledir. Burada bir yönüyle Peygamber (s) ve mü'minler
yatıştırılmakta ve müjdeienmekte, diziyi takiben
gelen bölüm desteklenmektedir. 3u sûrenin ayetleri başından sonuna değin siyak
ve uyumda birbirleriyle bağlantılıdır.
Uyarı
içerikli olan ayetlerin üslubu, kafirlerden Kur'an'a
kulak verenlerin Allah'ı; rablerin Rabbi, kâinatın yaratıcısı ve düzenleyicisi,
insanların rızık vericisi ve büyük sı-ğmıcısı olarak tanıdıklarına işaret etmektedir. Kafirlerin
bu tür itiraflarını geçmiş münasebetlerde açıkladığımız çeşitli ayetler de
aktarmaktadır. Onlar zaten bu yönleriyle eleştirilmekte ve uyarılmaktadır. Bu
bölüm, kendi alanında Kur'an'ı en açık bölümlerinden-dir. Bölümün belli aralıklarında kafirlere sorular
yönelten, başka ilahları Allah'a ortak tutmalarını akılsızlık olarak
değerlendiren, Allah'ın kâinattaki ayetlerini düşünmeyenleri kınayan, karşı
çıkan ve bütün yönleriyle şirk üzerine savaş açarak Allah'a çağıran Peygamber
(s) için güçlü bir portre ortaya konulmaktadır. [50]
65- De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan
başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de
bilmezler."
66- Doğrusu onların ahiret
hakkındaki bilgileri ardarda gelip bir araya
toplandı[51]. Fakat onlar (hâlâ) ondan
kuşku içindedirler. Hayır, onlar ondan yana kördürler'[52].
67- İnkar edenler dediler ki: Biz de babalarımız
da toprak olduktan sonra mı çıkarılacağız?"
68- Bu tehdit, bize de, önceden atalarımıza da
yapıldı. Bu, evvelkilerin masallarından başka bİrşey
değildir."
69- De kî: "Yeryüzünde yürüyün, suçluların
sonucun nasıl olduğunu görün."
70- (Ey
Muhammed), onlara üzülme, onların kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkılma.
71- Doğru iseniz bu tehdid
(ettiğiniz azab) ne zaman (gelecek)? diyorlar.
72- De ki: "Belki de acele ettiğiniz (azab)ın bir kısmı ardıniza takılmıştır[53].
73- Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf
sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.
74- Ve Rabb'in elbette
onların göğüslerinin gizlediğini de[54]
açığa vurduklarını da bilir.
75- Gökte ve yerde gizli hiç birşey
yoktur ki apaçık bir kitap (Levhi Mahfuz)da[55]
olmasın.
Ayetler, genel akışla
devam etmekte olup bilindiği üzere önceki ayetlerle bağlantılıdır. Önceki
bölümler gibi "De" emriyle başlaması buna delildir. Aynı zamanda
burada sûrenin içeriğini oluşturan alıireti inkar
edenlerin inkarının ve hayıflanmalarının zikredilmesi sûrenin bölümleri
arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Birinci ayette
Peygamber (s)'in şu gerçeği bildirmesi cmredilmektedir."
Yerde ve göklerde Allah'tan başka hiç kimse gaybı
bilmez ve yine ondan başka hiç kimse ne zaman yeniden dirilip toplanacağını
bilmez."
İkinci ayette,
insanların ahiret durumunu ve hikmetini
kavrayamamaları, işte bu yüzden onu inkar etmeleri, hatta tamamen kör
kesilmeleri vurgulanmaktadır.
Üçüncü ve dördüncü
ayet. kafirlerin şöyle dediklerini aklarmaktadır:
"Biz ve babalarımız toprak olduktan sonra biz mi yeniden dirilecekmişiz?
Bu mümkün değil. Ahiret vadi yeni birşey
değil. Bizden önce atalarımızda bununla uyarılmışlardı."
Beşinci ayet. hikmetli
bir üslupla kafirlere şöyle cevap vermektedir. "Söyle onlara ey Muhammed:
Yeryüzünü gezip dolaşsınlar; yalancıların sonunu, onlara Allah'ın azabının
nasıl olduğunu orada kuşkusuz görürler."
Altıncı ayet,
Peygamber (s)'in üzülmemesini, onların kurduğu tuzaklara, davetine karşı
çıkışlarına, kendini yal ani ay ıslara göğsünün daralmamasını söyleyerek onu
adeta teselli etmektedir.
Yedinci ayet, yine
kafirlerin inkarlarını, kendilerine vadedilen azabın
ne zaman geleceğini sormalarını aktarmaktadır. Sekizinci ayet, onlara cevap
vermekte, Peygamberdin, onları, alelacele istedikleri Allah'ın azabının yakın
olma ihtimaliyle uyarmasını bildirmektedir.
Bundan sonra gelen
ayetler doğrudan söze başlayarak şu direktifleri ortaya koymaktadır; şanı yüce
Allah yaratıklarına karşın fazilet sahibidir. Fakat onlardan çoğu Allah'ın
fazlına karşılık olarak O'na şükretmezler. Allah insanların gizlediği ve açığa
vurduğu düşünce ve eylemleri bilir. Göklerde ve yerde hiçbir şey, velev ki çok
küçük ve gizli bile olsa, Allah'ın kuşatıcı ilminden bigane değildir.
Görüldüğü kadarıyla'son üç ayette kafirleri uyarı ve onların
sözlerini ağızlarına tıkama vardır. Özellikte de bu son üç ayetten ilki, şayet
Allah kafirlere acele olarak istedikleri azabı vermese bu onun bir fazlı olup
ona şükredilmcsi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü bu
onlar için bir fırsattır.
Ayetler, açık ve net
olduğu gibi aynı zamanda kafirlerden sadır olan inat, tartışma ve alay
görüntülerini içermektedir. Kafirlerin tartışma konusu yaptığı meselelerin
başında gelen yeniden dirilme meselesidir. Bu bağlamda ortaya çıkan tartışmalar
bir kısım kafirlerle Peygamber (s) arasında geçmektedir.
Bu yüzden durum gereği, yatıştırma, teselli etme, destekleme, karşılık verme ve
kınama için ayetler inmektedir.
Kafirlerin
ortaya attığı buna benzer sorular, birçok ayetlerde tekrarlanmaktadır. Bu
bağlamda Peygamber (s) ile kafirler arasında geçen tartışma durumların
tekrarlanması, Peygamber (s)'in karekteri ve farklı
gruplarla girdiği ilişkiye ışık tutmaktadır. [56]
76- Bu Kur'an, İsraİloğulları'na, kendilerinin ayrılığa düştükleri
şeylerin birçoğunu anlatıyor.
77- Ve
elbette o, mü'minlere bir yol gösterici ve rahmettir.
78- Şüphesiz
Rabbin onlar (yani İsrailoğulları) arasında hükmünü
verecektir. O, üstündür hakkıyla bilendir.
Ayetlerin ifade
ettiğine göre, Kur'an, İsrailoğulları'nm
ihtilafa düştüğü birçok gerçekleri İçermektedir. Kur'an
mü'minler için yol gösterici ve rahmettir. Şüphesiz
Allah İsrailoğulları arasındaki kesin hükmünü
verecektir. Çünkü o işlerin gerçek yüzünü hakkıyla bilen, hiçbir şeyin acze
düşüremediği izzet sahibi olandır.
"Bu Kur'an, İsraİloğulları'na
kendilerinin ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu anlatıyor" ayeti
siyaktan kopuk gibi gözüküyor. Biz, müfessirlerin bu hususta birşey zikrettiklerini görmedik. Müfessirlerin dediği
şeyler: Ayetlerin İsa (a) ile dini işler etrafındaki tartışmaya işaret
etmektedir. Bildiğimiz kadarıyla Araplar'dan bir
kısım kafirler Mekke'de yahudinin birine ahiret işini sorması, onun da üstü kapalı yahut şüpheye götüren
cevap vermesidir. Çünkü ona göre; Kitab-ı Mukaddes'te
(Tevrat), Kur'an'da olduğu gibi ahiret,
onun hesabı, cezası, sevabı ile ilgili metinler yoktur. Bunun üzerine o
kafirler bu olayı, ahiret hususunda tartışma ve inkar
konusu yaparlar ve ilan ederler. Onlar bu olayı Peygamber (s)'in delil
olacağını sanırlar çünkü Peygamber (s), kendilerine Kur'an
diliyle Kur'an'dan önceki kitapları doğruladığnı söylemektedir. Bu yüzden Kur'an'in
hikmeti gereği bu ayetler o kafirlere cevap vermekte ve İsrailoğulları'nm
birçok gerçekleri gizlediklerine ve ihtilaf ettiklerine işaret etmektedir. İsrailoğulları ihtilafa düştüğü meselelerden biri de ahiret meselesidir. Kur'an ise İsrailoğullan'nm tartıştığı ve ihtilafa düştüğü her mesele
ve her işte sahih gerçekleri içermektedir. Bu görüş sahih olunca, bu ayetlerle
geçmiş ayetler arasında bir bağ ve uygunluk göze çarpmaktadır. Biz de bunun
doğru olduğunu ümit ediyoruz. Çünkü ayetlerin burada bu sebep olmadan zikredilmesi,
siyakın uyumunda ve Kur'anî metod
yönünde problem ortaya koymaktadır.
Her halükârda ayet, Kur'an'ın, İsrailoğullarf nın ihtilafa düştüğü bütün işlerde sahih çözümler ve
hakikatler içerdiğini belirten çok ilginç bir anlam yüklüdür. Medenî ayetler de
yahudi ve hristiyanları
birlikte zikrederek bu anlamı desteklemektedir.
1- "Ey
kitap ehli, elçimiz size geldi, kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğun size
açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten size
Allah'tan bir nur ve açık bir kitap geldi. Onunla Allah, rızasının peşinde
gidenleri esenlik yollarına iletiyor ve onları kendi izniyle karanlıklardan
aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola iletiyor." (Maide
15-16)
2- "Ey kitap ehli, elçilerin arasının
kesildiği, bir boşluk meydana geldiği bir sırada size elçimiz geldi, gerçekleri
açıklıyor ki, (yarın Kıyamette): "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı
gelmedi" demeyesiniz işte müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah, herşeyi yapabilendir." (Maide:
19)
3-
"Sana da kendinden Önceki kitapları doğrulayıcı ve onları kollayıp
koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik. Onların aralarında Allah'ın
indirdiğiyle hükmet ve sana
gelen
gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma! Sizden herbiriniz
için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah isteseydi, hepinizi bir tek ümmet
yapardı, fakat size verdiklerinde sizi sınamak istedi. Öyleyse hayır işlerine
koşun, hepinizin dönüşü Allah'a dır. O size ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber
verecektir." (Maide: 48)77. ayet,
"rahmet" kelimesinin "'müjde11 kelimesi yerine kulanılma farkıyla sûrenin üçüncü ayetinde tekrar
edilmiştir. Ayetin burada yeniden tekrarlanması peygamberin ri-saletine inananla, Kur'an'in
sunduğu herşeye inanan ve doğru yolu bulan arasında
karşılaştırma yapmak ve kutsal kitapların, metinlerinin bir çoğunda ihtilafa
düşen İsrailoğul-larıyla
Peygamber (ş)'in risaletini ve Kur'an'ı
İnkar eden ahirdi yalanlayan kafirleri mukayese etmek içindir. [57]
79- Allah'a
tevekkül et, çünkü sen apaçık gerçek üzerindesin.
80- Sen
ölülere duyuramazsın, arkalarını dönmüş kaçarla-ken
sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
81- Ve sen körleri, düşdüklerî
sapıklıklarından çıkarıp yola getircek değilsin. Sen,
ancak ayetlerimize inananlara duyurabilirsin ve onlar derhal müslüman olurlar'[58].
Ayetlerde Peygamber
(s) yat ıştın İm akla, Allah'a dayanması emredilmektc
kendisinin apaçık gerçek üzerinde olduğu, sağır ve Ölülere işittiremiyeceği,
körlere ve döneklere doğru yolu gösteremeyeceği, bunları ancak hak ve hidayeti
arzulayanlara işittirip göster-ceği vurgulanmaktadır.
Çünkü bunlar Allah'ın ayetlerine inanmakta, nefislerini Allah'a teslim etmekte.
Allah'tan gelen herşeyi doğrulamaktadırlar. Görüldüğü
kadarıyla ayetler, kıssalar dizisi son bulduktan sonra gelen, kafirlerin inat
ve inkarlarını aktaran bölümleri takip etmektedir. Bu yönden siyakla bağlantılı
olup aralarında bir ilişki bulunmaktadır.
Buna benzer tescili ve
yatıştırma, çeşitli örneklerde geçen birçok benzer münasebetlerde de
tekrarlanmaktadır.
Ayetlerde geçen ölü,
sağır ve kör kelimeleri, hak ve hidayete sağır ve kör kesilen, böbürlenen
kafirleri vasfetmektedir. Burada çok güçlü bir
benzetme vardır.
Bu
böyle olmakla birlikte her ne kadar ayetler, peygamberi yaşam koşullan ve kafirlerin
genel durumları bağlamında inse de kuşkusuz burada Peygamber (s)'i yatıştırmak
için apaçık bir hak üzere olduğu vurgulanmakta, davasında kötü niyetten hasıl
olan kibre, tartışmaya ve inadlaşmaya önem
vermemesi, böylesi bir zümreyi kaale almaması emredİlmektedtr. Çünkü bazen heva
ve heves hak ve hakikate galebe çalabilir. Yine burada hakka gönül veren ve
teslim olanlar övülmekte, inat ve kibirle onlara karşı gelenler ise
yerilmektedir. [59]
82- O söz,
başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâb-be
(canlı) çıkarırız o onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını
söyler.
83- O gün her ümmet içinde, ayetlerimizi
yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar hep biraraya
getirilip tutuklanarak (ilahi huzura) sevk edilirler.
84- Geldikleri zaman (Allah) der:
"Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne
yaptığınız?"
85-
Zulmetmeleri yüzünden o söz (azab) başlarına gelmiştir,
artık konuşamazlar.
86- Görmediler mi, biz geceyi, İçinde istirahat
etmeleri için yarattık, gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz bunda İnanan bir
kavim için ayetler vardır.
Birinci ayetle. Allah,
insanlara vadettiği Kıyametin kopma anı yaklaştığı
zaman yerden onlara bir canlı çıkarıp o canlının onlarla konuşacağına,
Allah'ın vadettiği şeye inanmayış sebebiyle onları
apıştırıp koyacağına dair bir açıklama bulunmaktadır.
İkinci, üçüncü ve
dördüncü ayetle, Kıyamet kopunca kafirlerin ve yalancıların başına gelecekler
aktarılmaktadır. O gün Allah, her ümmetten kendi ayetlerini yalanlayanların
bir araya toplanmasını emrederek onları huzuru ilahiye sevkeder,
onlara ilimsiz olarak kendi ayetlerini yalanlamalarının sebebini azarlayarak
ve kınayarak sorar. Dünyada yaptıklarına karşılık orada afallayıp kalırlar.
Çünkü taşkınlıkları ve haksızlıkları sebebiyle kendilerine delil arzolunmuştur. Artık kendilerini savunacak birşey bulamazlar.
Beşinci ayette ise
kafirlerin dikkatini Allah, kâinattaki kuralı ve kudretine çekmektedir: Allah
geceyi insanların içinde dinlenmeleri, gündüzü de yaşamlarını sürdürmeleri ve
ihtiyaçlarını giderme amacıyla aydınlanmaları için düzenlemiştir. Ayet, bunda
iyi niyetli olanlara, çağrıya kulak verenlere, Allah'a ve herşeyde
gücünü gösteren ayetlerine inananlara yeterli bir delil olduğunu belirterek son
bulmaktadır. Ayetler siyaktan kopuk değildir. Çünkü burada ahireti
inkar edenlerin konumları yeniden aktarılmaktadır.
Özetle diyoruz ki;
beşinci ayet, senin gece ile gündüzün tek olan Allah'ın kudretine delil olarak
indiğini söylemen için inmemiştir. Bu Kur'anî metodun
üsluplarından bir üsluptur. Bunun benzerleri Kur'anda
çok geçmektedir.
Tefsir kitapları,
birinci ayette zikredilen bu canlı ile ilgi; onun hareketleri, vasıfları çıkış
şartları ve bıraktığı etki bağlamında birçok açıklamalar içermekledir[60].
Müfessirle-rin zikrettiğine göre: bu canlının ismi
"Cesase" olup ilk önce Mekke'de ortaya
çıkacaktır, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma kesikliğe uğradığında o
canlı insanlara yüzlerine karşı küfür ve iman üzre
olduklarını söyleyecektir. Bir kısım müfessirler, bu hususta çeşitli mertebede
Nebevi hadislere, farklı isimlerdeki sahabe ve tabiin sözlerine dayanan
rivayetlerde bulunmuşlardır.
Bununla birlikte biz,
canlı hakkında Kur'an'ın aktardığı kadarıyla
yetiniyor ve Rab-bimiz katından gelen herşeye inandığımızı söylüyoruz. Ayetlerin içeriğinden
anlaşıldığına göre bu canlı, Kıyamet saatini inkar edenlerin gönlünde korku
uyandırmak, o an geldiği zaman onların karşılaşacakları dehşet ve alçaklıktan
haber vermek için anlatılmaktadır. Birçok konu ve münasebetlerde Kur'an'ın buna benzer anlatım üslûbu vardır. Burada
canlının zikredilmesi bu amaca girebilir yahut bunun vesilelerinden bir vesile
olabilir. Kıyametin kopmaya yakın bir anında bu canlının ortaya çıkmasının
Peygamber (s) çevresinde konuşuluyor olması ve yahudilerin
bunu aktarması, üzerinde durduğumuz amacı destekler vaziyettedir.
Birinci ayetteki
"O söz başlarına geldiği zaman'" cümlesindeki zamirin bu ayetten
önceki ayetlerde Ölü, sağır, kür olarak vasfediien
Arap kafirlerine döndüğüne değinmek sanırım yerinde olur. "O canlı onlara
söyler" cümlesindeki zamirin de yine Arap kafirlere dönmesi, uyarı
korkutma ve sakındırmanın birinci derecede onlara yönelik olması, bunun böyle
olmasını zorunlu kılar. Arap kafirlerinden birçoğu hatta geneli müslüman oldular, küfürleri üzerinde diretenler ise helak
oldular. Onların helâkları üzerine Kıyamete dek
asırlar geçecektir.
Peygamber (s) ve
ashabına dayanan hadis ve rivayetler canlının onlara söylemesi için Allah'ın
inkarcı kafirleri yaşatacağını zikretmemiştir.
Allah'ın insanlara imani durumlarını söylemesi için yerden çıkarttığı bu
canlının zikredilme hikmeti kuşkusuz değindiğimiz amaç ve gaye içindir.
Ayetlerde canlının
zikredilmesinde ilk hatıra gelen, azarlama ve korkutmadır. Allah'ın ayetlerine
inanmayan, Allah'ın Kur'an'da vurguladığı yeniden
dirilmeyi tasdik etmeyen, ölü, kör, sağır gibi olan inkarcılara Allah yer
hayvanlarından bir canlı çıkaracak, sözün başlarına geleceğini, kendilerine vadedilen şeyin gerçekleşeceğini o canlı onlara
söyleyecektir. Bu yüzden onlar inkarları üzerine şaşırıp kalacaklar. Çünkü
onlar, hayvanlardan, dörtayakh davarlardan hatta
onlardan da aşağıdırlar. Kur'an bu inkarcıları
birçok ayette böyle vasfetmektedir. Araf sûresinin
179. ayeti bunun için bir örnektir;
"Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri; var,
fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar
hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar ve işte onlar gafillerdir!". [61]
87- Sür'a[62]
üflendiği gün göklerde ve yerde bulunan kimseler, hep korku içinde kalır.
Yalnız Aüah'ın diledikleri (korkmazlar). Hepsi boyun
bükerek'[63]' O'na gelirler.
88- Dağları görürsün de onları (yerlerinde)
donmuş sanırsın, oysa onlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu), her
şeyi gayet iyi yapan Allah'ın yapısıdır. Doğrusu o. yaptıklarınızı haber
almaktadır.
89- Kim iyilik getirirse ona, ondan daha
hayırlısı vardır. Ve ondan o gün korkudan emin kalırlar.
90- Ve kim
kötülük getirirse onların da yüzleri cehenneme yıkılır[64]
"Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz ?"{denîl
ir.}
Ayetlerde ahiretle ilgili pasajlar, insanların oradaki durumlarına
ilişkin manzaralar bulunmaktadır. Ayetler açıkça görüldüğü üzere genci akışla
uyum içindedir ve ibareleri açıktır.
Buradaki Sur'un
üfürülmesi. bilindiği gibi sosyal koşullarda insanların anlayışlarına örnek
verilmesi için Müddesir sûresinde anlatılan nakurla (megafonla) seslenmesi gibidir. Burada Sur'un. Müddesir sûresinde nakurun
zikredilmesindeki anlatım kipinin çeşniliği buna işaret etmektedir. Çünkü her
iki kelime birbirlerinin eşanlamlısı değildir.
Buradaki ayetlerde
dağların, her ne kadar bakanlar tarafından yerlerinde donmuş sa-nılsa da, bulut parçalarının
yürümesi gibi yürüdükleri belirtilmektedir. Yine geçmiş ayetlerde dağların,
paramparça olacağı, toz duman haline geleceği, sarsıldıkça sarsılacağı, hallaç
pamuğu gibi olacağı belirtilmişti. Bunda Sur'un Kıyamet günündeki korku ve
dehşeti vasfetme hususuna dair önceki yorumumuzu
desteklemektedir.
Birinci
ayette zikredilen korkudan istisna edilen kimseler İkinci ayetin ibaresinin işaret
ettiği üzere mü'minlerdir. Bunun da asıl amacı mü'minlerin gönüllerinde huzuru yaymak, onları yatıştırmak,
iman ve salih amele teşvik etmektir. Kafirler için
anlatılan manzara ise mü'minlerinkinin aksine
korkunçtur; yüzüstü ateşe atılacaklar. Onlara yaptıkları kötülüklerden ötürü
başka bir ceza ile ile cezai andı rılmay
ip yaptıklarıyla cezalandırılacaklarına dair ürpertici soru sorulacaktır.
Bilindiği üzere buradaki asıl amaç onların ve onlara benzeyenlerin gönüllerine
korku salmaktır. Son iki ayet, insanların amellerini kendi tercihleriyle
kazandıklarına, hak ve adil olarak ona güre karşılık aldıklarına dair Kur'anî direktifleri desteklemektedir. Kur'an'ın
bu bağlamdaki asıl hedefi ise salih amele teşvik kötü
amelden sakındırmadın. [65]
91- (De kİ): "Ben sâdece bu şehrin[66]"
Rabb'İne kulluk etmekle emrolundum.
O, burayı saygıdeğer kıldı ve her şey O'nundur. Ve bana müslümanlardan
olmam emredildi."
92- Ve
(bana) Kur'an okumam (emredildi). Şimdi kim yola
gelirse kendi yararına yola gelmiş olur ve kim saparsa, de kİ: "Ben ancak
uyarıcılardanım."
93- Ve (yine) de (ki): Allah'a hamdolsun, o size ayetlerini gösterecek, siz de onları
tanıyacaksınız. Rabb'in yaptıklarınızdan gafil
değildir.
Ayetler, sûrenin
noktalanması için gelmiştir. Üzerlerinde birçok sûreleri damgalayan kapanış
damgası bulunmaktadır. Ayetlerin üslubu, bu ayetlerin, sûrenin inişi esnasında
kafirlerle Peygamber (s) arasında olan tartışma konumlarını noktalamak için geldiğine
işaret etmektedir. Her iki durum genel akıştan kopuk değildir. Birbirlerinin
peşi sıra gelmektedir.
Birinci ayetin
başlangıcı, sözün Peygamber (s) sözü olduğu zannını ortaya koymaktadır. Fakat peşpeşe gelen her iki ayette "De" emrinin oluşu
bu zannı ortadan kaldırmakla ve Peygamber (s)'e emredildiğini ifade
etmektedir.
Ayetlerde. Peygamber
(s)re, herşeyin ve Mekke'nin Rabbi olan Allah'a kulluk
etmesi, ona teslim olması, insanlara, Kur'an
okuması, kendisinin onları uyarıcı, müjdele-yici,
onlar için hak ve hayır yolunu açıklayıcı, onları küfür, batıl ve kötülüklerden
sa-kındırıcı olduğunu
söylemesi emrolunmaktadır. Kim doğru yolu bulursa
kuşkusuz o, kendisi için hayrı seçmiş, kim de sapıtırsa o, kendisi için şerri
seçmiştir. Yine ayetlerde Peygamber (s)'e, hamd ve
övgünün Allah'a ait olduğunu söylemesi ve kafirlerin, işittikleri halde
inanmamalarının ardından, Allah'ın, ayetlerini ve azabını yakinen
onlara göstereceğini, Allah'ın onların yaptıklarından gafil olmadığını
belirtmesi emredilmektedir.
Birinci ve ikinci
ayet, birçok ayetlerde geçen Peygamber(s)'in görevinin müjdeleme, davet, irşad, Öğüt verme; hayır, hak, batıl ve şer yolunu beyan etme
olduğunu belirtmekte ve insanların Allah'ın kendilerine verdiği seçim ve
ayıklama kabiliyetini ve onların yükümlü tutuldukları "seçim"
karakterini vurgulamaktadır.
İkinci ayet, belki
kavminin inat ve yalanlama tutumlarına üzülen ve göğsü daralan Peygamber (s)'i
teselli etmektedir. Bu durum geçmiş birçok sûrede de tekrar edilmektedir.
Son
ayetin içerdiği uyarının, dünyada olma ihtimali olduğu gibi ahirette
olma yahut hem dünyada hem de ahirette olma ihtimali
de vardır. Ayet, her halükârda, ister Pey-gamber'in
ve müslümanların gönlüne güven telkin etsin, ister
kafirleri Allah'ın gerçekleşmesini vadettiği azabla uyarsın farketmez. Ayetin
anlamı çok keskindir. [67]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/253.
[2] Ya'mehune Hiç görmezler,
anlamazlar, bocalar dururlar.
[3] Bkz. Tabersi.
Mecu'ul-Beyan
[4] Bkz. İbri
Kesir
[5] Zemahseri. Kessaf
[6] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/254-257.
[7] Şihabin kahcsin
Ateşten alınmış bir kor, yakıt.
[8] Tastaiün Isınırsınız
[9] Cârimin Hareketli ve iri ejderha isimlerinden yahut
cinslerinden biridir.
[10] Fİ tis'ı âyâtin
Musa(a) eliyle Aliah'(in izhar ettiği mucizeler. Bu
dokuz mucize: el, asa, çekirge, kurbağa, kan, haşarat, tufan, meyvelerin
eksilmesi ve kıtlıktır. Araf sûresinde bunlar zikrolunmaktadır.
[11] Mühsıraten Apaçık.
[12] Isteykanetha enfıısuhüm Bunların doğruluğunun Al-lah'tan
olduğunu, nefislerinin kararıyla biİdiler.
[13] Bkz.Kitah-ı
Mnkadrlfi.s Cıkıs Bölümü,
34; Sayı Bölümü 14-31; Teşriiye Bölümü, 7-20; Azra
Bölümü 4.
[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/258-259.
[15] Mantık't Tayri
Kuşların sesleri, anlamlan, meram ve maksatları...
[16] Yüze'une Sevkediyorlar.
bir yerden diğer bir yere ulaşabilmeleri için alık onuluyorlar.
[17] La yahtimenneküm Ezmesin,
ayaklarına altına alıp çiğnemesin.
[18] Evzi'nî Bana ilham et, bana
ver...
Evzi'nî Bana ilham et, bana ver...
[19] Bisıtltanİn milhîyn Apaçak bir delil,
gerekçe.
[20] Fe mekese
gayra haid'ın Kısa bir süre kaldıktan sonra.
[21] Ahattû Bir haber
öğrendim,.getirdim.
[22] Şi'bein Bugün Yemen diye
isimlendirilen Arap yarımadasının güneyinde bir bölgenin adıdır. Tercih edilen
bir görüşe göre o bölgede uzun süre yaşayan ve orada bir krallık kuran bir
kabilenin adıdır. Bu krallığın oluşumu;
Süleyman(a)'dan önce
olup ondan sonra da birkaç aşıra kadar uzanmıştır.
[23] el-hah'e Gizlenen
anlamındadır, yahut gökyüzünün yağmuru ve
yerin bitkilerinden kinayedir.
[24] EtümiddûtK'ni - bi mâlin Bana mal ile el uzatmak mı istiyorsunuz?
[25] Ifrituh Kötü, şerli, muzır
yahut kurnaz veya inatçı azgın anlamındadır.
[26] Kable en iekume
min makamike Sen meclisinden,
oturduğun yerden kalkmadan önce.
[27] Kable en yertedde
ileyke tarfuke Sen gözünü
açıp kapamadan yahut sen göz kırpmadan...
[28] Li yeblüveni
Beni denemek, sınamak (istiyor)
[29] Nekkirû Icha
arşeha Onun tahtının işaretlerini değiştirin.
Nekkirû Icha arşeha
Onun tahtının işaretlerini değiştirin.
[30] Nanztiru e tehtedî Üzerinde yapılan değişikliğe rağmen bakalım
tanıyacak mı?
[31] Ve saddehâ mâ ta'budu mindûnillah
Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler engellemiş, geri dönmesini sağlamıştı.
[32] Es-sarha Saray yahut
toplantı salonlarından biri.
[33] Lucceten Su görünümünde.
[34] Mümerredtin Cilalı, şeffaf,
incelikli.
[35] Kavânrâ Camlardan yapilmış.
[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/256.
[37] Bkz. Taberi,
İbn-i Kesir, Beğavİ, Tabersi ve Hazin tefsirleri.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/266-267.
[39] Testa'ciîûne bis-seyyieti kablel
haseneti. Allah'ın lütfunu
ve rahmetini değil de azabını alelacele istiyorsunuz.
[40] Levla Burada "helîa" yani "değil mi?"; anlamındadır.
[41] Eîtayyernâ KÖtirtüğe% uğradık, bize kötülük dokundu.
[42] tâirukum Sizin
uğursuzluğunuz ve kötülüğünüz...
[43] Tüftenûn Allah'a itaat ve
isyanla deneniyorsunuz.
[44] Tisatü vahtin
Rıht, cemaat anlamındadır. Görüldüğü kadarıyla
cümlede, dokuz kişiden oluşan bir grup kasdedilmektedir.
[45] Tekasemü billahi Allah'a
yemin ediyorsunuz/And içiyorsunuz.
[46] Lenübey yitennehu
Gece baskın düzenleyelim.
[47] Lİveliyyihi Akrabası olan
yakınına.
[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/269.
[49] Ya'dilûne Allah'la ortak koştukları
ilahlarını eşit tutan, yahut Allah'a eş ve alternatif sunan...
[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/271.
[51] Beti'ddârreke ilmühüm fı'l-Ahireti
"Tedareke, peşpeşe,
art arda anlamındadır. Cümlenin çeşitli yorumlan içinde gerçeğe en yakın anlamı
ise; "Ahiret hakkındaki bilgi peşpeşe bir araya gelip toplandı, yahut onların bilgilen ahiret hikmetini kavramadan aciz kaldı."
[52] Amûne Kafirlerin idraksiz ve
kör olmalarını vasfetmektedir. Bu kelime,
"el-Amâ" kelimesinden, daha şiddetli körlüğü ifade etmektedir.
[53] Redife,Yaklaştı, yakınlaştı...
[54] Tukinnu Gizlediğini.
[55] Kitabin mübin Cümle Allah'ın
olmuşu ve olacağı kuşatan ilminden kinayedir.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/273-274.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/275-276.
[58] Müslimunc Burada Allah'a
itaat eden ve bağlananlar anlamındadır.
[59] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/276-277.
[60] Bkz.Taberi,İbn Kesir,Hazin,Beğavi Tefsiri.
[61] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/278-279.
[62] Es-Sûr Büyük ses çıkaran ve boynuza benzeyen bir
alettir. Boru ve nefesli alet anlamına da gelmekledir.
[63] Dahi/ine Zelil, hakir aşağılık ve küçük olarak.
[64] Kübhet vücııhühüm
Yüzleri üstüne bırakılır, yüzleri sürtülür.
[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/280.
[66] el-BeldetVllezi harremehâ Bu Mekke'den kinaye olarak kullanılmıştır. Oranın
saygıdeğer olması insanların orada kanlarının haram olması, savaşın, kan
dökmenin ve zulmün yasaklanmasıdır.
[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/281-282.