Nemi Suresi, doksan üç
âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu Sure-i Celile,
Kur'an âyetlerinin, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve âhirde kesin olarak
iman eden müminlere bir hidayet rehberi ve müjde olduklarım beyan ederek
başlıyor. Âhirete iman etmeyenlere ise şiddetli azap dokunacağı, âhirette
Âhirette en çok zarara uğrayanların da bunlar olacakları açıklanıyor.
Sure-i Celile'de bundan
sonra, Hz.Musa'hın kıssası beyan ediliyor. Kıssaya göre Hz. Musa, ailesiyle
birlikte yolculuk ederken bir ateş görüyor ve aile fertlerine gidip, o ateşin
yanından bir haber almak veya ısınmaları için o ateşten bir kor getirmek
istediğini söylüyor. Hz. Musa ateşin yanına varınca bir nida işitiyor. 0
nidada, ateşin bulunduğu yerin de çevresinin de mübarek ıkılndiğı ve âlemlerin
rabbi olan Allah'ın, her türlü noksanlıklardan münezzeh olduğu söyleniyor. Ve:
"Ey muşa, gerçek şu ki, ben, aziz ve Hakim olan Allahım," buyuruluyor.
Sonra ona, asasını yere bırakması emrediliyor. Hz. Musa, asasını yere bırakınca
onun, yılan gibi kıvrılıp hareket ettiğini görüyor ve arkasına dönüp bakmadan
kaçıyor. Bunun üzerine: "Ey muşa korkma, Benim huzurumda Peygamberler
asla korkmaz." Duyuruluyor. Hz. Musa'ya elini, koynuna sokması emrediliyor
ve eli koynundan çıkınca, Firavun'a ve kavmine gösterilen dokuz mucizeden biri
olarak pınl pırıl parlıyor. Fakat onun bu mucizelerine inanmayanlar: "Bu
apaçık bir sihirdir," diyorlar. Sırf inatları yüzünden bu mucizeleri inkâr
edenlerin akıbetlerinin ise çok kötü olacağı haberv veriliyor.
Sure-i Celile'de
bundan sonra, Hz. Davud'a ve Hz. Süleyman'a ilim verildiği beyan ediliyor. Hz.
Süleyman'ın, Hz. Davud'a vâris olduğu açıklanıyor ve Hz. Süleyman'ın ,
Cinlerden, insanlardan, kuşlardan meydana gelen askerler topladığı ve onların
hepsini bir arada sevkettiği beyan ediliyor,
Hz, Süleyman'ın bu
ordusu, karınca vadisine geliyor ve bir dişi karınca bu ordunun geldiğini,
ezilmemek için ondan kaçmalarını diğer kan ne al ara haber veriyor. Hz.
Süleyman karıncanın bu sözünü duyuyor ve buna hafifçe gülüyor.
Allah'a şükrediyor ve
kendisini salih kullarına katmasını isteyerek dua ediyor.
Hz. Süleyman, kuşları
teftiş ediyor. Hüdhüd'ü göremeyince, onun nerede olduğunu soruyor ve hemen
gelip mazeretini bildirmezse onu cezai and ıracağnı veya keseceğini söylüyor.
Çok geçmeden Hüdhüd geliyor ve Seba ülkesinden haber getirdiğini söylüyor. Seba
halkına bir kadının hükümdarlık ettiğini, onun ve kavminin, güneşe taptıklarını
haber veriyor.
Hz. Süleyman,
Hüdhüd'ün doğru söyleyip söylemediğini anlamak için, ona, Seba halkını imana
davet eden bir mektup verip Seba ülkesine gönderiyor. Hüdhüd mektubu götürüp
onlara atıyor. Onlar da mektubu alıp okuyorlar ve Hz. Süleyman'dan geldiğini
anlıyorlar. Seba Melikesi adamlarım topluyor ve meseleyi görüşüyor. Adamları,
emrinde olduklarını söylüyorlar. Melike ise böyle güçlü hükümdarların, ülkeleri
harap ettiklerini söyleyerek ona karşı çıkmayı düşünmüyor ve kendisine
hediyeler göndererek cevap veriyor.
Hz. Süleyman,
Melike'den gelen hediyeleri önemsemiyor ve onlardan, iman etmelerini istiyor ve
aksi halde üzerlerine kuvvetli ordularla gideceğini söylüyor.
Elçilere bu cevabı
veren Hz. Süleyman, Melike'nin tahtını, kendisine kimin getireceğim soruyor.
Cinlerden bir ifrit onu, Hz. Süleyman'ın, makamından kalkmadan getireceğini
söylüyor. Fakat bir başkası, tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getireceğini
söylüyor ve dediğini de yapıyor. Sonra tahtın üzerinde bazı değişiklikler
yapılıyor ve Melike kalkıp Hz. Süleyman'a geldiğinde ona gösteriliyor. Melike
de tıpkı kendi tahtına benzediğini söylüyor ve bu mucizeden önce kendisine ilim
verildiğini ve o ilme teslim olduğunu söylüyor. Melike'ye, Hz. Süleyman'ın
sırça köşkü gezdiriliyor. Melike, gördüklerinden sonra, âlemlerin rabbi olan
Allah'a teslim olarak Müslüman olduğunu ilan ediyor.
Sure-i Celile'de
bundan sonra, Salih (a.s.)m, Semud kavmine Peygamber olarak giönderildiği beyan
ediliyor. Salih (a.s.) kavmine, niçin iyilikten evvel kötülüğün gelmesini
istediklerini soruyor. Kavmi ise onun yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını
söylüyor. Salih (a.s.)da, uğursuzluklarının asıl sebebinin kendileri
olduklarını ve imtihana çekilen bir kavim olduklarını bildiriyor.
Salih (a.s.)m kavminin
yaşadığı şehirde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, insanları ıslah edip
düzeltmeye çalışmayan dokuz kişi, aralarında sözleşip Salih (a.s.)ı ve ailesini
bir gece baskınıyla öldürmeye karar veriyorlar. Fakat Allah Teala onlann
tuzaklarını başlarına geçiriyor, onları helak edip yok ediyor, tman edenleri
ise kurtarıyor.
Bundan sonra, Lut
(a.s.)m, kavmine Peygamber olarak gönderildiği beyan ediliyor. Lut (a.s.)
kavmine, hâlâ, o çirkin işj yapmaya devam mı edeceklerini soruyor. Kadınları
bırakıp ta erkek erkeğe cinsî münasebette bulunmalarım kınıyor ve onlann, cahil
bir kavim olduklarını söylüyor. Fakat kavmi, onun bu ikazlarına aldırmadığı
gibi onu yurtlarından da çıkarmak istiyorlar. Bunun üzerine onlara öyle bir
azap yağmuru geliyor ki, Lut (a.s.)ın kansı dahil bu cahil kavim yok olup
gidiyor.
Bu kıssaların
beyanından sonra gelen âyet-i kerimelerde, Allah Teala, Re-sulullah (s.a.v.)
efendimize, inkarcılara sormasını emrediyor ki, o kendilerine tapınılan şeyler
mi hayırlıdır, yoksa gökleri, yeri yaratan, yağmuru yağdıran ve onunla çeşitli
bitkiler bitiren, denizleri, ırmakları var eden, dağlan diken ve her şeyi yerli
yerince yaratan Allah mı daha hayırlıdır? Elbette ki Allah Teala her-şeyden
hayırlı, herşeyden yücedir.
ı Sure-i Celilede
bundan sonra birçok gerçeğe işaret edilip beyan edildikten sonra, yerden
"Dâbbe" denilen bir varlığın çikanlacağı ve bunun, insanlara, kesin
olarak İnanmalannı söyleyeceği beyan ediliyor.
Sur'a üfiirüldüğü
zaman, göklerde ve yerde bulunanlann dehşetle korkuya kapılacaklan, Allah'ın
dilediği kimselerin ise bu korkuyu hissetmeyecekleri, bütün varlıklann, bel
bükerek Allah'ın huzuruna,gelecekleri beyan ediliyor.
Kim bir iyilik yaparsa
ona o iyilikten daha hayırlısının verileceği, kimler de kötülük yaparlarsa
yüzüstü ateşe atılacaklan beyan ediliyor. Ve rabbimizin, mahrukatından
hiçbirinin yaptıklarından gafil olmadığı beyan edilerek Sure-i Celile sona
eriyor.[1]
Rahman ve Rahim olun
Allah'ın adıyla.
1- Tâ.Sîn.
Bunlar, Kur'an'ın ve apaçık kitabın âyetleridir.
Mukatta'a harfleri
hakkında, Bakara Suresinin başında gerekli izahlar verilmiştir. Buradaki
Tâ.Sîn. hakkında da Abdullah b.Abbas şöyle demiştir: "Bu, Allah Teala'nın
yaptığı bir yemindir ve Allah Teala kendi ismine yemin etmiştir."
Taberi, Abdullah
b.Abbas'm sözünü izah ederken şöyle demiştir: "Tâ." harfi, Allah
Teala'nın "Latif isminin, Sîn" harfi ise "Semi" isminin
kısaltılmışıdır. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Herşeyi işiten ve
büyük lütuf sahibi olan Allah'a yemin olsun ki, Ey Muhammed, sana indirmiş
olduğum bu âyetler, Kur'an'ın âyetleridir. Ve apaçık kitabın âyetleridir.
Bunlar, Allah katından sana gönderilmiştir. Ne sen ne de senin dışında herhangi
bir yaratık bunları kendiliğinden uydurmuştur. Zira hiçbir kimsenin, bunları
meydana getirmeye gücifyet-mez. [2]
2-3- Bunlar,
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve âhirete kesin olarak iman eden
müminlere bir hidayet rehberi ve müjdedir.
Bu Kur'an'ın âyetleri,
kendilerine farz kılımın namazları hakkıyla kılan ve zekâtlarını veren,
öldükten sonra dirileceklerine kesin olarak inanan müminler için, doğru yolu
gösteren bir rehber ve kurtuluşu haber veren bir müjdedir.
Evet, Kur'an-ı Kerim,
müminler için bir rehber, maddi ve manevi hastalıklar için bir şifadır. [3]
4- Ahircte iman etmeyenlerin, amellerini
süsleyip kendilerine güzel gösterdik. Artık oniar bocalar dururlar. [4]
5- işte
azabın şiddetlisi bunlar içindir. Âhircttc de en çok azaba uğrayanlar
bunlardır.
Öldükten sonra
dirilmeye ve yaptıklarından hesaba çekileceklerine inanmayanların ise, dünyada
işledikleri çirkin amelleri kendilerine güzel gösterir ve o amelleri onlara
sevdiririz. Böylece onlar, sapık amellerinin içinde bocalayıp dururlar. İşte,
dünyada müminlerin eliyle öldürülmek gibi, azapların kötüsü bunlarındır.
Ahirette de en çok zarara uğrayanlar bunlardır. Zira bunlar, cehenneme
girecekler ve yaptıkları ameller boşa gidecektir. [5]
6- Ey
Muhammcd, şüphesiz ki sen, bu Kur'anı, hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyi
hakkıyla bilen Allah'tan almaktasın.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki sen, Kur'anı, yaratıklarını bir hikmete göre sevk ve idare eden ve onların
haberlerini çok iyi bilen Allah'tan alıyorsun. Kur'an sana Allah tarafından
ezberletiliyor ve öğretiliyor. [6]
7- Hani bir
zaman Musa ailesine: "Ben bir ateş gördüm. Size ondan bir haber
getireceğim yahut parlak bir kor getireceğim, belki onunla ısınırsınız."
demişti. [7]
8- Ateşin
yanına gelince şöyle nida edildi: "Ateşin bulunduğu yerdeki de,
çevresindeki de mübarek kılınmıştır. Âlemlerin rabbi olan Allah, her türlü
noksanlıktan münezzehtir.
Âyet-i kerimede:
"Ateşin bulunduğu yerdeki de çevresindeki de mübarek kılınmıştır."
ifadesi zikredilmektedir. Ateşin bulunduğu yerdeki'nden maksat, bazı
müfessirlere göre Allah'ın nurudur. Diğer bazılarına göre ise bizzat ateşin
kendisidir. "Ateşin çevresinde olaniar'dan makksadın ise Hz. Musa ve melekler
olduğu rivayet edilmektedir. [8]
9- Ey Musa,
gerçek şu ki, ben, Aziz ve Hakim olan Allahım.
Ey Musa, gerçek şu ki,
ben, düşmanlarından intikam alan, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibi olan
Allahım. [9]
10- Âsânı
bırak. "Musa asasının bir yılan gibi kıvrılıp hareket ettiğini görünce,
arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa, korkma, benim huzurumda
Peygamberler asla korkmaz.
Musa'ya "Asam
yere at." diye nida edildi. Musa, asasını yere attı. Asa hızlı bir şekilde
hareket eden bir yılan şekline döndü. Musa, asasının böyle olduğunu görünce,
ardına bakmadan kaçmaya başladı. Bunun üzerine ona şöyle seslenildi: "Ey
Musa, korkma, geri dön, âsânı tut. Zira benim huzurumda, Peygamber olarak
seçip gönderdiğim kimseler korkmazlar. [10]
11- Ancak
zulmeden, sonra yaptığı kötülüğü bırakıp iyilik yapan olursa ona karşı da ben,
bağışlayıcı ve esirgeyiciyim.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimenin, bir önceki âyet-i kerime ile bağlantısını düşünerek çeşitli
şekillerde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri şöyledir:
"Benim huzurumda
Peygamberler asla korkmazlar. Ancak onlardan, kendilerine izin verilmeyen bir
ameli işleyerek kendilerine haksızlık edenler müstesna. Bunlar korkarlar. Ey
Musa, senin, yılan şekline giren asandan korkman da, daha önce sebepsiz yere
bir adamı Öldürmüş olmalıdandır. Kendilerine haksızlık edenler, yaptıkları
kötülükleri bırakıp iyilikler yaparlarsa şüphesiz ki ben, onlara karşı çok
affeden ve çok merhamet edenim."
Hasan-ı Basrî ve tbn-i
Cüreyc, âyeti bu şekilde izah etmişler, Taberi de bu görüşü tercih eüniştir.
Bazı müfessirlere göre
de bu âyetin izahı şöyledir: "Benim huzurumda Peygamberler asla
korkmazlar. Fakat Peygamberlerin dışında olan ve salih amelleriyle birlikte
kötü ameller de işleyenler korkarlar. Ancak bunlar da kötülükleri bırakıp
iyilikler yaparlarsa ben onları çok affeden ve çok merhamet edenim."
Diğer bir izah tarzına
göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Benim huzurumda Peygamberler korkmazlar.
Birde zulmettikten sonra kötülükleri bırakıp ta iyilikte bulunanlar
korkmazlar. Zira ben, çok affeden ve çok merhamet edenim." [11]
12- Elini
koynuna sok da, Firavun ve kavmine gösterilen dokuz mucizeden biri olarak,
kusursuz pırıl pırıl parlayan bembeyaz bir el çıksın.
Çünkü onlar, fâsik bir
kavimdir."
Âyet-i kerimede, Hz.
Musa'ya dokuz mucize verildiği zikredilmektedir. Tercih edilen görüşe göre bu
dokuz mucize: Âsâ, parlayan el, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa, Kan, Kıtlık
yılları ve ürün eksikliğidir. Bunların geniş izahı, İsra Suresinin yüz birinci
âyetinde zikredilmiştir. [12]
13- Onlara mucizelerimiz açık seçik gelince:
"Bu apaçık bîr sihirdir." dediler. [13]
14-
Vicdanları doğruluğunda kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve
büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler. Bozguncuların akıbeti
nasıl oldu bir bak.
Firavun ve kavmine,
Musa'nın doğru söylediğini gösteren dokuz mucize gibi açık deliller gelince,
onlar, bu mucizeler karşısında boyun eğip iman etmediler. Bilakis: "Bu
apaçık bir sihirdir." dediler. Kalbleri, bu mucizelerin kesin olarak Allah
katından olduğuna dair kanaat getirdiği halde, kibirlerini devam ettirmek için
bu mucizeleri inkâr ettiler. Ey Muhammed, âyetlerimizi inkâr ederek yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran bu insanların akıbetlerinin ne olduğuna bir bak. Onlar,
içinde yaşadıkları bağ ve bahçelerinin mevki ve makamlarından çıkarılıp
boğuldular. [14]
15-
Gerçekten biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının
birçoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun." dediler.
Âyet-i kerimede, Hz.
Davud'a ve Süleyman'a verildiği beyan edilen ilimden maksat, kuşlarla ve diğer
hayvanlarla konuşma ilmidir.
Dâvud ve Süleyman
(a.s.), Allah'ın, kendilerine veimiş olduğu nimetlere karşı şükreden iki kul
idiler. Allah Teala, onlara birçok nimetler ve meziyetler vermiş, kendilerini,
emirlerini tebliğ eden Peygamberler seçmiş böylece onları dünya ve âhirette
mutlu kılmıştır. [15]
16- Süleyman
Davud'a vâris oldu. "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi, bize
herşeyden bol bol verildi. Şüphesiz ki bu, apaçık bir lütuftur." dedi.
Süleyman, Davud'a,
iktidar ve Peygamberlikte mirasçı oldu ve kavmine: "Ey insanlar, bize
kuşların dilinden anlama ilmi verildi. Bize her hayrıh şeyden de verildi.
Şüphesiz ki bunlar, Allah tarafından bize verilmiş apaçık lütuflardır."
dedi. [16]
17-
Sülcymanm cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen askerleri toplandı.
Hepsi bir arada sevkediliyordu. [17]
18- Nihayet
karınca vadisine geldiklerinde bir dişi karınca: "Ey karıncalar,
yuvalarınıza girin, aman Süleyman ve askerleri farkında olmayarak sizi
ezmesinler." dedi. [18]
19-
Süleyman, karıncanın sözüne hafifçe güldü ve şöyle dedi: "Rab-bim, bana ve
anne babama lütfuttiğin nimete şükretmemi, razı olacağın salih amel işlememi
bana ilham et. Rahmetinle beni salih kullarının arasına kat."
Allah Teala, bu âyeti
kerimelerde, Hz. Süleyman'a verilen iktidarın büyüklüğünü ve güçlülüğünü beyan
ediyor. Onun ordusunun sadece insanlardan değil, cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan meydana geldiğini beyan ediyor.
Hz. Süleyman'ın,
karıncanın şikâyetini dahi anlayıp onun çiğnenmesini önlediğini açıklıyor.
Böylece Hz. Süleyman'a verilen nimetlerin ne kadar büyük olduğu ortaya çıkıyor.
Hz. Süleyman ve
ordusunun gelmekte olduğunu diğer karıncalara haber veren dişi karıncanın,
kanatlı bir karınca loduğu rivayet edilmektedir.
Süleyman (a.s.)
karıncanın konuştuklarını duyunca gülümsedi ve Allah'a yalvararak: "Ey
rabbim, bana ve anne babama lütfettiğin nimetlere karşı şükret-meyi ve senin
razı olacağın salih amelleri işlemeyi bana nasip et ve beni rahmetinle salih
kullarının içine kat." dedi. Hz. Süleyman, salih kulların içine katılmanın,
yapılan amellerle değil, ancak Allah'ın rahmetiyle olacağını söylemiş böylece
kulun, yaptığı ameller sebebiyle şımarmaması gerektiğini ortaya koymuştur. [19]
20- Süleyman
kuşlar, teftiş etti ye şöyle dedi: "Neden Hüdüdü göre-miyorum, yoksa
kayıplara mı karıştı?" [20]
21- Onu mutlaka şiddetli bir azaba uğratacağım
veya keseceğim yahut da bana, mazereti için apaçık bir delil getirmelidir.
Hz Süleyman'ın,
"Hüdhüd" denen kuşu araştı mı as inin sebebi, bu kuşun, Hz.
Süleyman'a yeraltı sularını haber vermesidir. Rivayete göre Hz. Suleyman,
yolculuğu esnasında çöllerde bulunduğu sırada bu kuşu çağırır suyun nerede ve
ne kadar derinde bulunduğunu ona sorar o da suyun yerini haber verirdi. Hz.
Süleyman da cinlerin yardımıyla o suyu çıkarırdı.
Bazı âlimlere göre
İse, Hz. Süleyman'ın, Hüdhüd'ü aramasının sebebi, kuşlara nöbet tuttunnasıdır.
Hüdhüd nöbetine gelmediği için aranmıştır.
Âyet-i kerimede Hz.
Süleyman'ın, Hüdhüd'ü mutlaka şiddetli bir azaba uğratacağı zikredilmektedir.
Buradaki azaptan maksadın, kuşun kanatlarının yolunması olduğu rivayet
edilmektedir. [21]
22- Çok
beklemeden Hüdhüd geldi ve Süleyman'a şöyle dedi: "Malumunuz olmayan bir
hususu öğrendim. Size Seba'dan kesin bir haber getirdim.
Süleyman Hüdhüd'ün
nerede olduğunu sorduktan kısa bir süre sonra Hüdhüd çıkıp geldi. O, Hüdhüd'e
nerede olduğunu sordu. Hüdhüd ise ona: "Ey Süleyman ben senin bilmediğin
şeyleri öğrendim. Ben sana "Seba" ülkesinden kesin bir haber
getirdim." dedi.
"Seba" Yemen
civarındaki bir yerin adıdır. Aslında bu "Himyer" kabilesine verilen
bir isimdir. Bu ad daha .sonra onların hakim oldukları topraklara verilmiştir. [22]
23- Ben,
Seba halkına hükümdarlık eden bir kadın buldum. Hcrşey onun emrine verilmiş,
kendisinin büyük bir tahtı da var.
Hüdhüd, sözlerine
devamla şöyle dedi: "Ben, Seba halkına hükmeden bir kadın buldum. Ona,
dünyadaki her türlü imkân verilmiş. Onun, çok azametli bir tahtı da var."
Hz. Süleyman,
Hüdhüd'ün bu sözlerini onun kaybolmasına bir mazeret olarak kabul etmiştir.
Zira o, yeryüzünde kendisinden başka bir hükümdar bulunduğunu bilmiyor ayrıca
Allah yolunda eihad etmeyi de çok seviyordu. Hüdhüd'ün, Seba ülkesinde, Allah1!
bırakıp güneşe tapan bir kavmin bulunduğunu, bu kavmin hükümdarının da bir
kadın olduğunu haber vermesi, Hz.SuleymaıVın cihad etmesine ve orayı kendi
ülkesine bağlamasına bir zemin hazırlamıştı. Bu sebeple bu olay, Hz.Süleyman
için büyük bir olaydı ve bunun haber verilmesi de Hüdhüd'ün affedilmesi için
yeterli bir sebepti. [23]
24-
Kendisini ve kavmini de Allah'ı bırakıp güneşe secde eder buldum. Şeytan,
yaptıkları amelleri süsleyip kendilerine güzel göstermiş ve onları doğru
yoldan alıkoymuş. Bu yüzden hidayete crcmiyorlar.
Hüdhüd sözlerine
devamla şöyle dedi: "Ben, Seba Kraliçesi'ni de halkını da, Allah'ı
bırakmış güneşe tapıyorlar buldum. Güneşe tapmalarını Şeytan onlara süslü
göstermiş, kalblerine sevdinniş. Böylece onları hak yoldan uzaklaştır-mış ta
onlar, doğru yolu bulamaz olmuşlar."
Burada adı geçen
Kraliçe'nin isminin "Belkıs" babasının isminin de "Şerahil"
veya "Ziserh" olduğu rivayet edilmektedir. Belkis'ın, Yemen'in
"San'a" şehrine üç mil uzaklıkta bulunan "Me'rib" şehrinde
yaşadığı, üçyüz on kişilik bir Şûr'a heyetinin bulunduğu, altın ve mücevheratla
işlenmiş büyük bir tahtı bulunduğu rivayet edilmektedir. [24]
25- Göklerde
ve yerde gizli olan şeyleri açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınız
şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan onlara böyle yaptı. [25]
26- O Allah
ki, ondan başka ilah yoktur. Yüce "Arş'ın" rabbidir.
Âyet-i kerimede, Allah
Teaİa'mn, göklerin ve yerin gizliliklerini ortaya çıkardığı beyan edilmektedir.
Burada ifade edilen "Göklerin gizliliği"nden maksat, göklerden inen
yağmurlar ve orada bulunan varlıkların sırlan, yerlerden biten bitkiler ve
orada yaşayan varlıkların gizlilikleridir.
Göklerle yer daha önce
bitişikken Allah Teala onları birbirinden ayırmış, gökleri yağmur yağdırır,
yerleri de bitkiler bitirir hale getirmiş böylece onlann gizliliklerini açığa
çıkarmıştır.
Bu âyet-i kerimelerde,
Hiidhüd kuşunun, Allah'ı bırakıp ta güneşe îapan isanlan kınadığı ve ibadete
layık olanın ancak Allah Teala olduğunu zikrettiği beyan edilmektedir. Bu da
Hüdhiid kuşunun kıymetini ifade eder.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde, Hüdhüd'ün öldürül-. meşini yasaklamıştır,
Abdullah b.Abbas diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) dört hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır. Bunlar, Karınca, An, Hüdhüd
Kuşu (Çavuş Kuşu) veGöçeğen kuşudur.[26]
27- Süleyman
Hüdhüd'e şöyle dedi: "Bakacağız, doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan
mısın? [27]
28- Bu
mektubu götür onlara at. Sonra da onlardan uzaklaş ve neye başvuruyorlar
bak."
Süleyman Hüdhüd'e:
"Bizden uzaklaşmam mazur göstemıeye çalıştığın şeye bakacağız. Bakalım
sen, verdiğin haberde doğru musun? Yoksa yalancılardan mısın? Şimdi Çu
mektubumu götür ve onlara at. Sonra da durup ne yaptıklarına bak ve dönüp
tekrar bana gel." dedi.
Hüdhüd, Süleyman
(a.s.)uı emri gereğince mektubu götürüp Belkıs'ın oturduğu sarayın
penceresinden içeriye attı. Sonra saygıyla geri döndü. Seba Melikesi kuşun bu
davranışına şaştı. Mektubu alıp açtı ve yazılı olanlan gordu ve şöyle dedi: [28]
29- Seba
Melikesi şöyle dedi: "Ey ileri gelenler, bana çok önemli bir mektup
bırakıldı. [29]
30-31-
Mektup Süleyman'dan geliyor ve orada: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla başlıyorum. Bana karşı büyüklük taslamayın, bana, Müslümanlar olarak
gelin." diye yazıyor. [30]
32- Seba
Melikesi: "Ey ileri gelenler, bu işim hakkında bana fikirlerinizi
bildirin. Şimdiye kadar hiçbir mevzuda, sizinle müşavere edip görüşlerinizi
almadan kesin karar vermedim." dedi.
Seba melikesi Belkıs,
Hz. Süleyman tarafından kendisine gönderilen mektubun çok önemli oduğunu
zikretmiştir. Bunun sebebi ise, mektubun bir hükümdar tarafında gönderilmesi
veya farklı bir mühürle mühürlenmiş olması yahut bir kuş tarafından getirilmiş
olması ya da çok veciz bir mektup olmasıdır.
Hz. Süleyman, Seba
Kraliçesi'ne ve halkına, kendisine karşı üstünlük tas-lamamalannı, güneşe
tapmayı bırakıp Allah'a ibadet etmelerini ve kendisine teslim olmalarını bildirmişti.
Bu da, Hz. Süleyman'ın, büyük bir iktidar sahibi ve Allah'ın emirlerim tebliğ
eden bir Peygamber olduğunu gösteriyordu. Bu sebeple Seba Melikesi bütün
müşavirlerini toplayarak işin ciddî olduğunu onlara bildirdi ve bu hususta
görüşlerini beyan etmelerini istedi. [31]
33- İleri
gelenler: "Bizler, güçlü kuvvetli kimseler ve cesur savaşçılarız. Fakat,
emir senindir. Artık bak, ne emredeceksin." dediler.
Seba Melikesinin
etrafında bulunun ileri gelenler, Hz. Süleyman ile savaşmaya hazır olduklarını,
zira savaş için gereken güç ve cesarete sahib olduklarını bildirdikten sonra
kesin kararın Melike'ye ait olduğunu, o ne emir verirse ona uymaya hazır
olduklarını bildirmişlerdir. [32]
34- Melike şöyle dedi: "Hükümdarlar bir
ülkeye girdiler mi, orayı bozup perişan ederler, halkının şereflilerini zelil
kılarlar. Hep böyle yaparlar. [33]
35- Ben
onlara bir hediye göndereyim de, elçiler ne ile dönecekler bakayım."
Seba Melikesi Belkis,
kendileriyle istişare ettiği adamlarına şöyle dedi: "Hükümdarlar bir
ülkeye zorla girince orayı harabeye çevirirler. Oranın şerefli insanlarım
köieleştirerek zelil kılarlar. Hükümdarlar hep böyle yaparlar. Ben, Süleyman'a
ve taraftarlarına bir hediye göndereceğim ve elçilerin nasıl bir intiba
ile döneceklerine bakacağım."
Rivayete göre Seba
Melikesi Belkis Hz.Süleyman'a hediyeleri gönderirken kendi adamlarına şöyle
demiş: "Biz ona hediyeler göndererek onun bir Kral mı yoksa Peygamber mi
olduğunu öğrenmiş oluruz. Eğer bir Kral ise hediyeleri alıp kabul eder. Böylece
şerrinden de emin oluruz. Şayet bir Peygamber ise he-. diyeler için dâvasından
vazgeçmez."
Belkıs'ın göntlerdği
hediyelerin neler olüuğu hakkında çeşitli rivayetler zikredilmiştir. Bazı
rivayetlere göre bu hediyeler, erkek elbisesi giydirilmiş cariyeler ve kadın
elbisesi giydirilmiş kölelerdir. Rivayete göre Hz. Süleyman'ın, bunları
birbirinden ayırdetmesi halinde Peygamber olduğu ortaya çıkacakmış.
Bazı rivayetlere göre
ise bu hediyler, ipek torbalar içerisine konmuş altın külçeleridir. Elçiler bu
altın külçelerle Hz. Süleyman'ın ülkesine vardıklarında bütün yol kenarlarında
altın külçeler bulunduğunu ve kimsenin bunlara değer vermediğini görmüşler,
böylece götürdükleri hediyelerinin çok basit şeyler olduğunu sanmışlardır.
Zira Hz. Süleyman, Cinler vasıtasıyla kerpiçleri altın suyuyla yaldızlatmış ve
yolların kenarlarına attı rm ıştır.
Diğer bazı rivayetlere
göre de bu hediye, bir kerpiç büyüklüğünde olan altın külçeydi. Yine buşka bir rivayete
göre de bu hediyeler, Krallara yaraşan birtakım eşyalardı. [34]
36- Elçi
Süleyman'a geldiğinde Süleyman şöyle dedi: "Siz bana mal ile yardım mı
etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden çok daha
hayırlıdır. Doğrusu, hediyenizle ancak siz sevinirsiniz, [35]
37- Dön,
hediyeyi onlara geri götür. Yemin olsun kî onlara, karşı koyamayacakları
ordularla geliriz de, mutlaka onları oradan zelil bir halde boyun eğmiş olarak
çıkarırız" .
Seba Melikesinin
elçisi, Süleyman'a hediyelerle birlikte varınca Süleyman ona şöyle dedi:
"Siz beni mal ile mi savsaklamak istiyorsunuz? Allah'ın
bana verdiği mal ve mülk, size
verdiklerinden daha fazla ve daha hayırlıdır. Hediyeleriniz sizin olsun.
Onlarla ancak sizler sevinirsiniz. Zira sizler sadece dünya hayatına
inanıyorsunuz. Benim ise dünya malına ihtiyacım yoktur. Ey elçi, sen bu
getirdiğin hediyeleri al ve geri dön. Yemin olsun ki biz onlara öyle güçlü
ordularla geliriz ki, onların o orduya karşı koymaya güçleri yetmez. Ve onları,
ülkelerinden zelil ve hakir olarak çıkarırız da Müslüman olmak zorunda
kalırlar. [36]
38-
Süleyman: "Ey ileri gelenler, onlar bana Müslüman olarak gelmeden önce, o
Mclikc'nin tahtını bana hanginiz getirebilir?" dedi.
Bazı müfessirler buradaki;
"Onlar bana Müslüman olarak gelmeden önce." ifadesini: "Onlar
bana boyun eğerek gelmeden önce." şeklinde izah etmişlerdir.
Hz. Süleyman'ın,
Belkıs'ın ve Seba halkının, boyun eğerek gelmelerinden önce, Belkıs'ın tahtının
getirilmesini istemesinin sebebi, bazı müfessirlere göre, Müslüman olarak
gelmeleri halinde Taht'a el koymanın haram olmasıdır. Bunlara göre Hz.
Süleyman taht'a el koymak istemekte bu sebeple de acele etmektedir. Bu görüş
Katade'den nakledilmektedir.
Bazılarına göre ise
bunun sebebi, Hz. Süleyman'ın, Seba Melikesini küçük düşünnek istemesidir.
İbn-i Zeyd bu görüştedir.
Taberi ise Hz.
Süleyman'ın, tahtın getirilmesinde acele etmesinin sebebinin, Peygamberliğini
İspatlamak ve Allah'ın yüce kudretini göstermek olduğunu söylemiştir. Zira bir
anda muhteşem bir tahtın Yemen'den Filistin'e getirilmesi büyük bir hadisedir.
Bunun karşısında Allah'ın kudretinin büyüklüğünü kabul etmemek mümkün değildir. [37]
39-
Cinlerden bir İfrit: "Sen makamından kalkmadan evvel, ben onu sana
getiririm. Doğrusu, onu getirmeye benim gücüm yeter ve ben emin bir
kimseyim." dedi.
Cinlerin ileri
gelenlerinden cevval biri, Süleyman'a şöyle dedi: "Ben, Seba Melikesi
Belkıs'ın tahtını, sen, insanların arasında hüküm verme meclisinden kalkmadan
önce sana getiririm. Şüphesiz ki ben, onu getirmeye gücü yeten ve güvenilir
biriyim. Taht'a veya Melikeye hıyanet edecek bin değilim.
Âyette zikredilen bu
Çin'in adının "Kuzen" olduğu rivayet edilmektedir. [38]
40- Nezdinde
kitaptan ilim bulunan biri: "Ben onu sana, güzünü açıp kapamadan
getireceğim." dedi. Süleyman, taht'ı yanında duruyor görünce: "Bu,
rabbimin bir lütfudur. Şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğimi sınaması içindir.
Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse
şüphesiz ki, rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, büyük lütuf sahibidir"
dedi.
Âyet-i kerimede,
nezdinde kitaptan ilim bulunanın, Belkıs'ın tahtını bir anda Hz. Süleyman'a
getireceğini söylediği ifade edilmektedir.
"Nezdinde ilim
bulunan'dan maksadın, insanlardan âlim bir kimse olduğu rivayet edilmektedir.
Ancak bu kişinin ismi ve sıfatları hakkında farklı rivayetler vardır.
Abdullah b.Abbas ve
Yezid b.Ruman'a göre bu zat, Hz. Süleyman'ın kâtipliğim yapan "Âsif
b.Berhiya"dır. Bu kişi takva sahibi birisiydi. Allah'ın ismi â'zamını bilirdi.
Katade'ye göre ise bu
zatın ismi "Belhiya'dır. Bazılarına göre ise "Zün-nur"dur.
İbn-i Zeyd'e göre ise
bu zat, denizin içinde bir adada yaşayan takva sahibi bir kul idi. Allah'a
isimlerinden biri ile dua etti böylece Melike'nin taht'ı Hz. Süleyman'ın
Önünde görünüverdi.
Müfessirler, bu zatın
"Kitaptan bildiği ilmin" ne olduğu hakkında da çeşitli rivayetler
zikretmişlerdir. Bazılarına göre bu ilimden maksat, Allanın bir ismidir,
onunla kendisine dua edildiğinde duayı kabul eder. Ancak bu ismin hangi
isim olduğu bilinmemektedir.
Mücahid,
"Kendisine ilim verilen zat"ın, Allah'ın "Zülcela-i Vel
İkram" isimleriyle dua ettiğini söylemiş Zührî ise: "Yâ İlahenâ Ve
İlahe Külli Şey'in İlahen Vahiden Lâ İlahe İlla Ente İ'tinî Bi Arşihâ"
"Ey İlahımız ve herşeyin tek ilahı olan Ali ahım. Senden başka hiçbir
ilah yoktur. Sen o kadının tahtını bana getir." diye dua ettiği
nakledilmiştir.
Ayet'i kerimede geçen
"Gözünü açıp kapamadan getireceğim." ifadesini, Said b.Cübeyr ve
Ma'mar, göz görecek kadar bir mesafede bulunan bir kimsenin, sana gelmesinden
önce ben onu sana getireceğim." şeklinde izah etmişlerdir.
Vehb b.Münebbih ise:
"Senin bakışın, gözlerin görebileceği mesafeye henüz ulaşmadan ben onu
sana getireceğim." şeklinde izah etmiştir.
Bazıları ise bu ifadeyi
şöyle izah etmişlerdir: "Sen, tahtın geleceği yöne doğru bak. Gözünü
oradan ayırmadan ben o tahtı sana getireceğim." şeklinde izah etmişlerdir.
Âyet-i kerimede geçen
"Süleyman taht'ı yanında görünce" ifadesi, tahtın, hemen Süleyman
aleyhisselamın yanına geldiğini açıklamaktadır.
Bazı âlimler, nezdinde
Allah'ın kitabından ilim bulunan zatın dua etmesi üzerine, taht'ın bulunduğu
yerden, yere gömülüp Hz. Süleyman'ın önünden çıktığını söylemişlerdir.
"Bu, rabbimin bir
lütfudur. Şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğimi sınaması içindir."
ifadesi ise şöyle izah edilmiştir: "Rabbim, beni nimetlerine karşı imtihan
etmektedir." Veya "Rabbim beni Melike'ye karşı imtihan
etmektedir." Yahut: "Rabbim beni, bu kıymetli taht'a karşı imtihan
etmektedir. Benim,§ükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi ortaya çıkarmak
istemektedir." [39]
41-
Süleyman: "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi?
Yoksa tanımayanlardan mı olacak?" dedi.
Seba Melikesi'nin
tahtı getirildikten sonra kendisi de geldiğinde, Hz. Süleyman, Melike'nin
zekâsını ölçmek için onun tahtında bazı değişiklikler yapılmasını emretmiştir.
Bu değişiklik, tahttaki bazı işlemelerin çıkarılması veya bazı renklerin
değiştirilmesi yahut bazı şeylerin ilave edilerek bazı şeylerin de
eksiltümesi şeklinde olduğu rivayet
edilmektedir. [40]
42- Melike
gelince: "Senin tahtın da böyle mi?" denildi. O da şöyle dedi:
"Tıpkı o'dur. Bundan önce bize ilim verilmişti biz de Müslüman olmuştuk."
Âyet-i kerimenin
sonunda: "Bundan önce bize ilim verilmişti. Biz de Müslüman
olmuştuk." ifadesini zikredilmektedir.
Mücahid ve Said
b.Cübeyr, âyetin bu bölümünün, Hz. Süleyman'ın sözü olduğunu söylemişler ve
şöyle izah etmişlerdir: "Bu kadından önce bize, Allah'ın varlığı ve
kudreti hakkında ilim verilmişti. Biz, bu kadından önce Allah'a boyun eğip
Müslüman olanlardanız." Taberi ve İbn-i Kesir de bu görüşü tercih
etmişlerdir.
Bazı âlimlere göre
âyetin bu bölümü Seba Meli&esi'nin sözüdür. Buna göre ise âyetin izahı
şöyledir: "Seba Melikesi şöyle demiştir: "Bu mucizeden önce Allah'ın
varlığı, kudreti ve Süleyman'ın Peygamberliği hakkında bizim bilgimiz oldu ve
bizler İslâm'ı kabul ettik." [41]
43-
Allah'tan başka taptığı şeyler o Melikeyi (Tcvhid dinine girmekten)
alıkoymuştu. Çünkü kendisi kâfir bir kavimdendi.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri mealde
verilen şekildir.
Diğer bir izah şekli
de şöyledir: "Süleyman, Melike'nin, Allah'tan başkasına tapmasına engel
oldu. Çünkü o, kâfir bir kavimdendi,"
Başka bir izah şekli
de şöyledir: "Allah, Melike'yi İslam'a yönelterek, kendisinden başkasına
tapmasına engel oldu. Çünkü o Melike kâfir bir kavimdendi." [42]
44-
Melikc'yc: "Köşk'e gir." denildi. O, köşkü görünce, derin su sanıp
bacaklarını sıvadı. Süleyman: "Bu, sırçadan yapılmış bir köşktür." dedi-
Melike: "Rabbim, ben gerçekten kendime zulmetmişim. Simde Süleyman'la
beraber, âlemlerin rabbi olan Allah'a teslim olup Müslüman oldum." dedi.
Vehb b.Münebbih diyor
ki: "Hz. Süleyman, Seba Melikesi'nin geleceğini duyunca Cinlere emrederek
Kristalden bir köşk yaptırmış, köşkün altından su akıtmış ve suyun içine
çeşitli deniz hayvanları koydurtmuştur. Kendisi de tahtını köşkün ortasına
koyarak üzerine oturmuş vaziyette beklemiştir. Belkıs gelince köşke girmesini
emretmiş o da kristalden yapılmış köşkün altından akan suya basacağını
zannetmiş ve bacaklarını sıvamıştır.
Hz. Süleyman'ın böyle
bir köşk yaptınnasinin sebebi, kendi saltanatının, Melike'nin saltanatından
daha büyük olduğunu göstermek veya Melike'nin zekâsını ölçmek yahut Melike'nin
bedeni hakkında söylenen sözlerin doğru olup olmadığını öğrenerek onunla
evlenip evlenemeyeceğine karar vennek istemesidir. [43]
45-
Gerçekten biz, Scmud kavmine: "Allah'a kulluk edin." desin diye
kardeşleri Salih'i, Peygamber olarak gönderdik. Bir de ne görsün, onlar,
birbirleriyle çekişen iki fırka olmuşlar.
Şüphesiz ki biz,
yalnız Allaha kullak etmeleri, hiçbirşeyi ona ortak koşmamaları için Semud
kavmine, kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Salih onlara gelip
kendilerini Allah'a davet edince, onlar Salih'e iman eden müminler ve iman
etmeyen kafirler olarak iki guruba ayrıldılar ve birbirleriyle çekişmeye
başladılar.
Bu hususlar diğer
âyetlerde de şöyle acılanmaktadır, taslayan ileri gelenler, "Salih'in,
rabbi tarafından Peygamber olarak musunuz?"
Onlar da: "Şüphesiz biz, onunla göndenlenlere manededler." "O
büyüklük taslayanlar ise: "Şüphesiz sızın iman ettiğinizi biz inkar
yoruz." dediler. [44]
46- Salih:
"Ey kavmim, niçin iyilikten evvel, hemen kötlüğün gelmesini istiyorsunuz?
Allah'tan, bağışlanmanızı dileseniz ya. Belki merhamet edilirsiniz." dedi.
Salih, kavmine şöyle
demişti: "Ey kavmim, niçin, Allah'ın rahmetinden önce azabının acele
gelmesini istiyorsunuz? İnkarcılığınızdan vazgeçip Allah'a tevbe etsenize.
Böylece Allah, tevbeniz vasıtasıyla size merhamet etmiş olur. [45]
47- Kavmi:
"Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler.
Salih de: "Uğursuzluğunuzun sebebi, Allah nezdindedir. Doğrusu siz,
imtihana çekilen bir kavimsiniz." dedi.
Semud kavmi, kendilerine
Peygamber olarak gönderilen Salih'e şu cevabı verdi: "Senin ve sana iman
edenlerin yüzünden uğursuzluğa diit:t"k Palımıza baktırdık, başımıza
felaketlerin geleceğini anladık." Salih de deı lugunuzun sebebi Allah
kalındadır. Gerçekten siz, imtihana çeki niz. Allah, beni göndererek sizin
itaat edip etmeyeceğinizi ortaya mekedir. Sizlere şimdilik bir mühlet
verilmektedir." [46]
48- O
şehirde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, ıslah edip düzeltmeye çalışmayan
dokuz kişi vardı.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Salih (a.s.)ın şehri olan "Hicr"de, yeryüzünde bozgunculuk
çıkaran ve ıslahatı düşünmeyen dokuz kişiden haber vermektedir. Bunların
suçlan, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları, Allah'ı inkâr etmleri ve ona karşı
gelmeleridir. Ayrıca Salih (a.s.)a mucize olarak gönderilen deveyi kesenler ve
Salih (a.s.)ı öldürmeyi planlayanlar da bunlardır. Bu itibarla bütün kâfirler
yeryüzünde bozgunculuk çıkardıkları halde özellikle bu dokuz kişi
zikredilmiştir,
Allah Teala, bunların,
Salih (a.s.) aleyhine nasıl bir tezgâh kurduklarını beyan ederek buyuruyor ki; [47]
49-
Aralarında Allah'a yemin ederek şöyle konuştular: "Salihi ve ailesini bîr
gece baskınıyla öldürelim. Sonra da akrabasına: "Yakınlarınızın
öldürülmesinden
haberimiz yok. Şüphesiz bizler, doğru kimseleriz." diyelim.
Yurardaki âyette zikredilen bu dokuz kişi,
deveyi kestikten sonra Salih (a.s.) ve ailesini öldürüp akrabalarına da:
"Bizim, herhangi bir şeyden haberimiz yok." demek için aralarında
anlaşmışlar ve bu maksatla yola çıkmışlar. Melekler onların başlarına taş
yağdırarak beyinlerini patlatmıştır. Onlar, kendilerini bekleyen
arkadaşlarının yanına varmayınca arkadaşları gelip onların başlarının taşlarla
ezildiğini görmüşlerdir. [48]
50- Onlar
bir tuzak kurdular. Biz de, onlar farkına varmadan, tuzaklarını alt üst
ediverdîk. [49]
51- Tuzaklarının akıbeti, nasıl oldu bir bak. Biz
onları da, kavimlerini de toptan helak ettik.
[50]
52- İşte
zulümleri yüzünden, harap olmuş bomboş evleri. Şüphesiz ki bunda bilen bir
kavim için, büyük bir ibret vardır. [51]
53- iman
edip Allah'tan korkanları kurtardık.
Evet, Salih (a.s.)ın
kavmi Semud, kurdukları tuzağa kendileri düştüler. Hepsi helak olup gitti.
Helak olmaları çok ibret verici idi. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle
buyurulmaktadır. "Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi
de evlerinde diziistü kapanıp kaldılar." "Salih onlardan yüzçevirdi
ve şöyle dedi: "Ey kavmim, ben, rabbimin vahyini size tebliğ ettim ve size
nasihat ettim. Fakat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz. [52]"Bu
yüzden Semud kavmi, korkunç bir hadise ile helak oldular. [53]
Salih (a.s.)ın
kavminin helak olması üzerine, kendisine iman edenlerle birlikte
"Hicr" bölgesini terkedip Filistin'in "Remle" denen
bölgesine gittiği rivayet edilmektedir. [54]
54- Lut'u da Peygamber olarak gönderdik. O zaman
kavmine şöyle demişti: "O iğrenç fiili işliyorsunuz ha?" [55]
55- Siz
hâlâ, kadınları bırakıp, şehvete kapılarak erkeklerle mi temas, ediyorsunuz?
Doğrusu siz, cahil bir kavimsiniz."
Allah Teala bu âyetlerde, Hz. Lut'un, kavmini
uyardığını beyan ediyor. Zira onun kavmi, daha önce insanlık tarihinde
görülmemiş iğrenç bir hayasızlık yapıyordu. Kadınları bırakıp erkeklerle cinsî
temasta bulunuyorlardı.
Kavmi, Hz. Lut'un
ikazlarını dinlemedi, hayasızlıklarına devam edeceklerini beyan edip ve Hz.
Lut ile de alay ederek ona şu cevabı verdi: [56]
56- Kavminin
cevabı sadece: "Lut ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, temiz
kalmak isteyen kimsclcrdcnmiş." demek oldu.
Yani, bunlar, erkek erkeğe
cinsi temasta bulunmamakla temiz kalmak istiyorlarmış." demişlerdir. [57]
57- Bunun üzerine biz de, geride kalıp helak
edilenlerden olmasını takdir ettiğimiz karısı hariç, Lufu ve ailesini
kurtardık. [58]
58- Onların üzerine öyle bir yağmur indirdik ki...
Uyar.lıp ta yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür!
Evet, Hz. Lutfa karşı
gelen, şehvanî arzularının kölesi olmuş insanlar, sonunda ilahî azaba
çarptırılmışlardır. Onlann üzerine kızgın taşlar yağdırılmış £S edilmişlerdir.
Bu husus şu âyetlerde açıklanmakta*^TlrZZS Ünce, yaşadıklan ülkenin altını
üstüne çevirdik. Uzenne, rabbın ta afmdan ışa-reîenr^iş kızgın taşlan, sağanak
halinde yağdırdık. Bu azap, zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir. [59]
59- Ey
Muhammed, de ki: "Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçtiği kullarına. Allah
mı hayırlı, yoksa müşriklerin ona ortak koştukları şeyler
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Hz. Muhammed (s.a.v.)e, kendisine hamdetmesini ve seçkin kullan için
iyi dilekte bulunmasını emrederek buyuruyor ki: "De ki; "Allah'ın
bize vermiş olduğu çeşitli nimetler karşısında ona ham-dolsun ve onun seçmiş
olduğu Salih kullarına selam olsun. Ey müşrikler, size nimetleri ihsan eden
Allah mı daha hayırlıdır, yoksa ona ortak koştuğunuz âciz yaratıklar mı? Nasıl
olur da onlara taparsınız?
Bu âyette zikredilen
"Allah'ın seçmiş olduğu kullar"dan maksat, Peygamberler veya Hz.
Muhammed (s.a.v.)in sahabileridir. [60]
60- O şeyler
mi hayırlıdır? Yoksa gökleri ye yeri yaratan ve sizin için gökten su indiren
mi? Ki, biz o su ile bir tek ağacı bile bitiremeyeceğiniz nice güzel bahçeler
yetiştirdik. Allah ile beraber başka bir ilah var mı? Hayır, fakat onlar,
haktan uzaklaşan bir kavimdir.
Ey, Allah'a ortak
koşan müşrikler, herhangi bir menfaat sağlamak veya zarar vermekten âci z olan
putlar mı daha hayırlıdır? Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmurlar
indirerek onunla güzel bahçeler meydana getiren Allah mı? Halbuki sizler o
bahçelerin tek bir ağacım dahi bitirmekten âcizsiniz. Allah ile beraber başka
bir ilah mı var ki? Bunları yarattı ve gökten su indirip rengârenk bitkiler
bitirdi. Hayır, böyle bir ilah yok. Fakat müşrikler bile bile haktan saparlar.
Zira, âciz varlıkların herşeyi yaratan Allah'tan daha haynlı olmayacağını
bilirler. [61]
61- O şeyler
mi hayırlıdır? Yoksa yeryüzünü yaşamaya elverişli halde yaratan, içinde
ırmaklar kılan, oraya sabit dağlar yerleştiren ve iki denizin arasına engel
koyan mı? Allah'la beraber başka bir ilah mı var? Hayır. Doğrusu onların çoğu
gerçeği bilmezler.
Ey insanlar, Allah'a
ortak koştuğunuz şeyler mi daha hayırlıdır? Yoksa yeryzünü sizin yaşamanıza
müsait kılan, orada çeşitli nehirler akıtan, orada hareket etmeyen sabit
dağlar yerleştiren.ve tatlı sularla tuzlu sular arasına engel koyup onlan
birbirine karıştırmayan Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var da
bunları yapıyor? Hayır, öyle bir ilah yoktur. Fakat müşriklerin çoğu, Allah'ın
kudretinin büyüklüğünü ve ona ortak koşmanın kendileri için ne kadar zararlı
olduğunu bilmezler. [62]
62- O şevler
ki hayırlıdır? Yoksa darda kalana, kendisine niyaz edip balana, kendisine niyaz
edip zaman .cabet eden, kötülüğü gideren
ve sizi, yeryüzünün halife len yapan m.? Allah'la beraber başka bir Uah mı var?
Allah, onla™T kendisine ortak koştuklar, şeylerden münezzehtir. '
Ey müşrikler, Allah'ı
bırakıp ta tapmış olduğunuz şeyler mi daha havırh-ehr yoksa kendisine yalvaran
çaresizlerin dileğini kabul edip onT rdan
T gideren ve sız insanları yeryüzünde Halifeler talan Allah im?
neje az düşünüyor ve
ibret almıyor böylece başka şeyleri ona ortak koşuyorsu-* Câbir b.Süleym
el-Hüceymî diyor ki: "Ben. ResnlnJlah Allah'ın Resulü sen misin?"
dedim. Resulullah: "Evet." dedi. "İnsanları neye davet
ediyorsun?" dedim. Resulullah: "Ben insanları sadece Allah'a davet
edıyo-n,m Öyle Allah ki, senin bir sıkıntın olduğu zaman ve o sıkıntının
giderilmesi ^in ona dua ettiğinde o, s.kıntın, giderir. Kıtlık olduğunda ye
kıtlığın gıdenlme-l için dua ettiğinde senin için bitkiler biürir. Sen, çölde
bulunup bir şey kaybettiğinde ve onu bulmak için kendisine yalvardığında onu
sana buldurur, dedi. Bunun üzerine ben Müslüman oldum[63]
63- O şeyler
mi hayırlıdır? Yoksa kara ve denizin karanlıklarında size yol gösteren,
rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen mi? Allah'la beraber başkabir
ilah mı var? Allah, onların, kendisine ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
Ey müşrikler, Allah'a
ortak koştuğunuz şeyler mi daha hayırlıdır? Yoksa deniz ve karanın
karanlıklarında yolunuzu kaybettiğiniz zaman, yarattığı çeşitli alâmetlerle
size doğru yolu gösteren ve sizler için bir rahmet olan yağmuru müjdeleyen,
rüzgârları gönderen Allah mı daha hayırlıdır? Yoksa Allah ile beraber, bunları
yapan bir başka ilah mı var da Allah'ı bırakıp ona tapıyorsunuz? Veya onlan
Allah'a ortak koşuyorsunuz? Allah, sizin ortak koştuğnuz şeylerden çok yücedir,
münezzehtir. [64]
64- O şeyler
mi hayırlıdır? Yoksa bütün varlıkları yoktan var eden sonra da tekrar
diriltecek olan ve sizi, yerden ve gökten rızıklandıran mı. [65]
Allah'la beraber başka
bir ilah mı var? Ey Muhammed, de ki: "Eğer sözüne sadık kimselerseniz
getirin delilinizi.
Ey insanlar, Allah'a
ortak koştuğunuz âciz şeyler mi daha hayırlıdır? Yoksa mahlukati yoktan var
eden sonra onlan yok edip dilediği zaman da aynen yaratacak olan ve sizleri,
gökten yağmur yağdırıp, yeryzünde çeşitli bitkiler bitirerek nziklandıran
Allah mı daha hayırlıdır? Yoksa Allah ile beraber başka bir ilah mı var da
bunları yapıyor?
Ey Muhammed, sen o
müşriklere de ki; "Allah'tan başka bir ilah olduğuna ve bu zikredilenleri
yarattığına dair olan iddianızda doğru iseniz, delillerinizi getirin."
Elbette ki hiçbir delil getiremeyeceklerdir.
Bu husus diğer bir
âyette şöyle izah edilmektedir: "Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı
halde Allah'la beraber bir başka ilaha taparsa, onun hesabı ancak rabbinin
nezdindedir. Kâfirler elbette kurtuluşa eremezler. [66]
65- Ey
Muhammed, de ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.
Onlar ne zaman dirileceklerini de bilmezler."
Ey Muhammed, sen,
kıyametin ne zaman kopacağını soran müşriklere de ki: "Göklerde ve yerde
bulunanlar gaybı bilmezler. Gaybı bilmek ancak Allah'a aittir. Kıyametin
kopması da gayb bilgİlerindendir. Göklerde ve yerde bulunanlar, öldükten sonra
kabirlerinden ne zaman çıkacaklarını da bilmezler.
Hz. Aişe diyor ki: "Kim, Resulullah'ın, yann
olacakları bildiğini söylerse şüphesiz ki o kimse Allah'a karşı büyük bir yalan
uydurmuş olur. Çünkü Allah Teala: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'an başka
kimse bilmez." buyurmaktadır. [67]
66- Doğrusu
âhiret hakkındaki bilgileri art arda takviye edilmektedir. Ne var ki onlar,
ondan şüphe etmektedirler. Daha doğrusu onlar, ondan yana kördürler.
Bu âyeti kerime,
çeşitli kıraat şeklilerinde okunmuştur. Müfessirler bu âyetteki kıraatlann
farklılığına göre farklı mânâlar vermişlerdir.
Atâ el-Horasânî'nin
Abdullah b.Abbas'tan naklettiği bir görüşe göre bu âyetin mânâsı şöyledir:
"Müşrikler ne zaman diriltileceklerini bilmezler. Ancak âhirette
gözleriyle gördüklerinde, dünyada iken yalanladıkları şeyin gerçek olduğunu
anlayacaklardır. Ne var ki onlar, dünyada iken âhiretten şüphe etmektedirler.
Abdullah b.Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre de âyetin mânâsı şöyledir: 'Müşriklerin
dünyadaki ilimleri âhirette kaybolacaktır. Onlar orada kör gibi
olacaklardır."
Katade'den nakledilen
bir görüşe göre ise mânâ şöyledir: "Müşriklerin bilgileri âhireti idrak
edememektedir. Onlar, bunu bilmeyi de istemezler."
Mücahid'den nakledilen
bir görüşe göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Onların bilgileri âhireti
idrak mi edecektir? Onların bilgileri âhireti nereden idrak edecektir?"
Taberi, âyetin kıraat
şekillerinden birine göre mânâsının şöyle olduğunu söylemiştir: "Onlar ne
zaman dirileceklerini nereden bileceklerdir? Onlar, dirilecekleri vakti,
âhirette dirildikten sonra idrak edeceklerdir. Fakat o zaman, dirilme vaktini
bilmeleri, kendilerine bir fayda vermeyecektir. Dünyada ise müşrikler âhiret
hakkında şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ondan yana kördürler.
Yine Taberi'ye göre
diğer bir kıraat şeklinde de mânâ şöyledir: "Müşrikler ne zaman
dirileceklerini nereden bilecekler? Yoksa onların âhiret hakkındaki bilgileri
peşpeşe mi gelmiştir? Yani, onların âhiret hakkındaki ilimleri birbirini
takibetmemiştir. Onlar onu bilmezler ve onu idrak edemezler. Onlar, kıyamet
hakkında şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ondan yana kördürler. [68]
67- İnkâr
edenler şöyle dediler: "Biz ve atalarımız, toprak olduğumuz zaman mı?
Bizler diriltilip çıkarılacakmışiz? [69]
68- Şüphesiz
ki bu, bizden önceki atalarımıza da vaadcdilmişti. Bu, evvelkilerin efsanelerinden
başka bir şey değildir.','
Allah Teala, bu
âyetlerde, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirlerin, âhireti nasıl inkâr
ettiklerini ve inkârlarına delil olarak ta, kendilerinden önce gelen atalarına
da aynı şeylerin söylenip şimdiye kadar gerçekleşmediğini öne sürdüklerini
beyan etmektedir. [70]
69- Ey
Muhammed, de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçluların akıbeti nasıl
olmuş bir bakın.
Ey Muharnmed, senin,
rabbin katından getirdiğin haberleri yalanlayanlara de ki: "Yeryüzünde
gezip dolaşın, sizden önce, Allah'ın peygamerlerini yalanlayan mücrimlerin
akıbetlerinin ne olduğuna bir bakın. Allah, onlan helak dip yerlerini harabeye
çevirmemiş midir? Onlar gibi inkâra devam ettiğiniz takdirde sizler de aynı
akıbete uğratılırsınız. [71]
70- Ey
Muhammed, sakın onların yaptığına üzülme ve kurdukları tuzaklardan ötürü
sıkıntıya düşme.
Ey Muhammed,
müşriklerin senden yüz çevirmelerine ve seni yalanlamalarına üzülme. Sana
yapmış oklukları tuzaklar karşısında da sıkıntıya düşme. Zira onlara karşı
Allah senin yardımcındir. Onları mağlup edecektir. [72]
71- Onlar:
"Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadedilen ne zamandır?" derler.
Ey Muhammed, senin,
rabbinin katından getirdiklerini yalanlayan müşrik ve kâfirler derler ki:
"Eğer doğru söylüyorsanız, bizim başımıza geleceğini söylediğiniz azap ne
zamandır? [73]
72- De ki:
"Acele ettiğiniz azabın bir kısmı belki de başınıza inmek üzeredir"
Ey Muhammed, sen
onlara cevaben de ki: "Acele olarak inmesini istediğiniz ilahî azabın bir
kısmı belki de pek yakındır." [74]
73- Doğrusu,
senin rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. [75]
74- Şüphesiz
ki senin rabbin, onların sinelerinin gizlediklerini de bilir, açığa
vurduklarını da.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki senin rabbin, insanları derhal cezalandırmamak ve isyanlarına rağmen
nimetlerim onlardan kesmemekle onlara karşı büyük lütuf sahibidir. Fakat
insanlardan çoğu bu nimetler karşısında Allah'a şükretmezler. Sadece ona
kulluk etmez, başkalarını ona ortak koşarlar. Şüphesiz ki senin rabbin,
insanların ve diğer varlıkların, içlerinde gizledikleri huy ve sırlarını da çok
iyi bilir, açığa vurdukları söz ve davranışlarını da. Hiçbir şey ondan gizli
değildir. O, yapılan ve söylenenleri tespit ettirmektedir. Herkese, yaptığının
karşılığuu verecektir. [76]
75- Gökte ve
yerde gizli hiçbirşey yoktur ki, apaçık bir kitap ta tesbit edilmiş olmasın.
Burada zikredilen
"Kitap"dan maksat, Allah Teala'nin, varlıkları yaratmasından sonra
kıyamet kopuncaya kadar meydana gelecek olan herşeyi içinde tesbit ettiği
Ümmiil Kitaptır. [77]
76- Muhakkak
ki bu Kur'an, İsrailoğullarına, ihtilaf ettikleri şeylerin çoğunu
anlatmaktadır.
İsrailoğullannın,
üzerinde ihtilafa düştükleri hususlardan biri de, babasız olarak meydana
getirilen Hz. İsa'nın durumudur. îsrailoğullan, Hz. İsa'nın annesi Meryem'e
iftirada bulunmuşlar, Hıristiyanlar ise onun ilah olduğunu iddia etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim ise,
Hz. İsa'nın, Allah'ın kulu ve kendisine Peygamberlik verdiği bir elçisi
olduğunu, onun, babasız bir şekilde meydana getirilerek, insanlığın atası olan
Hz. Âdem'in anasız ve babasız yaratılışını bir hatırlatma olduğunu beyan etmiş
ve şöyle buyurmuştur: "Allah katında İsa'nın durumu da Âdem'in durumu
gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı. Sonra da ona "Ol" dedi
veodaohıverdi. [78]
77- Şüphesiz
Kur'an, müminler için bir hidayet rehberi ve rahmet kaynağıdır.
Şüphesiz ki bu Kur'an,
Allah tarafından gönderilen bir açıklamadır. Allah'ın yarattığı varlıkların
ihtilaf ettikleri hususları açıklığa kavuşturur. Böylece onları doğru yola
iletir. Kendisine iman edenler için ise bir rahmet kaynağıdır. Zira Kur'an'ın
vasıtasıyla Allah'a hakkıyla kulluk etmiş ve cennetini kazanmış olurlar. [79]
78- Şüphesiz
ki rabbİn, onların arasında hükmünü verecektir. O, herşeye galiptir ve herşeyi
çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki, rabbin,
kıyamet gününde İsraiIoğuUarı'nm ve diğer ihtilafa düşen insanların arasında
adaletli hükmünü verecek, haksız olanları cezalandırıp haklı olanlara haklarını
verecektir. Zira o, herşeye galiptir suçluları cezalandırmakta kimse ona galip
gelemez. O, herşeyi bilendir, haklıyı haksızdan seçer, kimseye asla zulmetmez. [80]
79- Ey
Muhammcd, sen Allah'a güven. Çünkü, sen apaçık bir hak üzeresin.
Ey Muhammed, sen,
işlerini Allah'a havale et ve ona güven. O sana yeter. Zira sen, apaçık bir hak
yol üzeresin. Düşünüp aklını kullanan kimse, senin, hak üzere olduğunu anlar. O
halde seni yalanlayanlardan ve sana karşı çıkanlardan dolayı üzülme. Sen,
Allah'ın sana gönderdiklerini tebliğ etmeye devam et[81]
80- Şüphesiz
sen, ölülere duy ura m azsın. Arkalarını dönüp kaçarken sağırlara da davetini
işittiremezsin.
Ey Muhammed, senin
davetini dinlemeyen kâfirlerin kalbleri mühürlenmiştir. Onlar, âdeta
ölülerdir. Kulakları tıkanmıştır. Onlar, sana arkalarını dönmüş sağırlar
gibidirler. İşte sen, bu gibi ölülere ve sağırlara davetini duyuramazsm. [82] .
81- Sen,
basiretleri körclmiş insanları, sapıklıklarından uzaklaştırıp hidayete
erdiremezsin. Sen, ancak, âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. Onlar
nıüslüman olurlar.
Ey Muhammed, sen,
hakkın karşısında kör olanı, sapıklığından vazgeçi-rip doğru yola iletemezsin.
Onları ancak dilerse Allah doğru yola getirir. Sen, ancak âyetlerimize iman
eden insanlara hakkı duyurabilirsin. Zira onlar, hakka teslim olan
Müslumanlardır. İşte onlar, senin söylediklerini dinler ve ona göre amel
ederler. [83]
82-
Kendilerine söylenen, başlarına geldiği, zaman onlar için yerden
"Dâbbe" denilen bir varlık çıkarırız da onlara, insanların
âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.
Âyet-i kerime
"Dâbbetül Arz" denen bir yaratıktan söz etmektedir. Ha-dis-i
şeriflerde bu yaratığın insanların bozulduğu, Allah'ın emrini bıraktıkları, Hak
din olan İslam'ı terkettikleri zaman, bir kıyamet alâmeti olarak ortaya çıkacağı
zikredilmiştir. Bu varlığın çıkacağı yerin Mekke olacağı rivayet edilmişse de
kesin değildir. Âyet-i kerimede, bu varlığın insanlarla konuşacağı zikrediliyor.
Bununla beraber bu varlığın şeklinin nasıl olacağı bilinmemektedir. Bir elinde
Hz. Süleyman'ın mühürünün, diğer elinde de Hz. Musa'nın asasının bulunacağı,
mühürle kâfirlerin alnını mühürleyeceği, böylece onların alnına
"Kâfir" oldukları
yazlıacağı, müminlerin yüzünü de flsft ile sileceği, böylece onların
yüz-lerinin de yıldızlar gibi parlayacağı rivayet edilmektedir.
Bu varlığın bir
kıyamet alâmeti olarak ortaya çıkacağı ve vasıflan hakkında, Peygamber
efendimiz (s.a.v)den şu hadisler rivayet edilmektedir: Huzeyfe b.Esîd el-Ğifârî
diyor ki:
"Bir gün
Resulullah bize baktı. Aramızda birşey konuşuyorduk. Bize: "Ne
konuşuyorsunuz?" dedi. Dedik ki: "Kıyameti konuşuyoruz."
Resuİullah şöyle buyurdu: "Kıyametten önce on alamet görmedikçe kıyamet
kopmayacaktır." Resulullah on alamet olarak şunları zikretti: Duman,
Deccal, Dâbbetül Arz, Güneşin batıdan doğması, Meryemoğlu İsa'nın inmesi,
Ye'cüc ve Me'cüc, Güneşin üç kere batması. Güneş bir doğuda, bir batıda bir de
Arap yarımadasında batacaktır. Bu alâmetlerin sonuncusu ise Yemen'den çıkacak
olan bir ateştir. Bu ateş insan-lan göç ettirecek ve haşrolacaklan yere doğru
sürükleyecektir. [84]
Ebu Hureyre (r.a.)
diyor ki: "Resululah (s.a.v)in şöyle buyurduğunu işittim.
"Şu altı şey
meydana gelmeden önce iyi ameller işlemeye koşuşun. Bunlar, güneşin batıdan
doğması veya duman'ın çıkamsı yahut Deccal'in çıkması veya, Dâbbetül Arz'in
çıkması yahut herbirinize mahsus olan hadisenin (ölümün) meydana gelmesi yahut
kamu'nun sevkü idaresinin size verilmesidir. [85]
Diğer bir Hadis-i
şerifte de Dâbbetül Arz'ın kuşluk vaktinde çıkacağı beyan edilmektedir.
Abullah b.Amr diyor
ki: "Ben, Resulullah'tan bir Hadis-i Şerf ezberledim. Bunu henüz
unutmadım. Resulullah'm şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet alâmetlerinin
ilk çıkacak olanı, güneşin batıdan doğması ve Dâbbetül Arz'ın, kuşluk vakti
insanların arasında çıkmasıdır. Bunlardan hangisi diğerinden önce olursa diğeri
hemen onun peşinden Olacaktır."
Peygamber efendimiz
diğer bir Hadİs-i şerifinde de şöyle buyurmaktadır;
"Dâbbetül Arz
çıkacak, onda Süleyman'ın mühürü ve Musa'nın âsâsı bulunacaktır. Asâ ile
Müminlerin yüzünü parlatacak mühür ile de kâfirlerin burunlarını damgalayacaktır,
öyle ki bir sofranın başında oturan insanlar bir araya gelecekler, biri
diğerine: "Ey Mümin" Diğeri de bir başkasına "Ey Kâfir"
diyecektir[86]
Dâbbetül Arz'ın
şeklinin nasıl olduğu hakkında, sahabî ye Tâbîî'den bazı rivayetler nakledilmiş
ise de bu rivayetler güven telkin etmed.klennden zikredil-memişlerdir. [87]
83- O gün,
her ümmetin, âyetlerimizi yalanlayanlarından bir cemaat toplarız. Onlar, hep
bîr arada tutulurlar. [88]
84- Mahşere geldikleri zaman Allah onlara:
"Öğrenip düşünmeden âyetlerimi tekzip mi ettiniz? Yoksa yaptığınız
neydi?" der. [89]
85-
Zulümleri yüzünden vaadolunduklan azap onların başlarına inmiştir. Artık
konuşamazlar.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimelerde kendi âyetlerini yalanlayan zalimlerin, kıyamet gününde huzurunda
toplanıp nasıl hesap vereceklerini beyan etmekte ve neticede hak ettikleri
ceza ile cezalandırılacaklarım bildirmektedir.
[90]
86- Bizim,
geceyi dinlensinler diye karanl.k, gündüzü çalışsınlar diye aydınhk yapt.ğ.m.z.
görmüyorlar m.? Şüphesiz ki bunda, ,man eden b.r ka vim için, nice deliller
vardır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede ise, kudret ve kuvvetinin büyüklüğünü beyan ediyor, böyle bir kudret
ve kuvvete sahibolan mevlaya itaat edilmesinin gerekli olduğunu bildiriyor.
Zira geceyi, insanların dinlenmesi için bir sükunet vakti yapan, gündüzü de
çalışmaları için aydınlık kılan, o yüce mevladır. İman edenler, Allah'ın
yarattığı bu tür şeylere bakar ve onlardan ibret alırlar. [91]
87- Sûr'a
üfürüldüğü gün, göklerde ve yerde bulunanlar, dehşetli bir korkuya kapılırlar.
Ancak Allah'ın diledikleri bunun dışındadır. Hepsi de onun huzurunda
boyunlarını bükerek gelirler. [92]
88- Sen,
dağlara bakarsın da, yerinde duruyor sanırsın. Halbuki onlar, bulut geçer gibi
geçer giderler. İşte bu, herşeyi sapasağlam yapan Alla-hi'n işidir. Şüphesiz ki
o, yaptıklarınızdan haberdardır.
Bu âyet-i kerimelerde
Sur'a üfürüleceği ve dünyanın hayatı sona erince dağlann, bulutlar gibi yürüyüp
ideceği beyan ediliyor.
Âyette geçen
"Sur" boynuz şeklindeki bir borazan, Sur'a üfleyen kimse ise
"İsrafil" aleyhisselamdir. İsrafil (a.s.) Sur'a, dünya hayatının sona
erdiği, insanların kötülerinin kaldığı bir zamanda Allah'ın emriyle üfleyecek,
böylece gökte ve yerde bulunan herşey sarsılacak ve kıyamet kopacaktır. Bu
sarsıntıdan sadece şehitler etkilenmeyecektir. Zira onlar rableri katında güven
içindedirler.
Müfessirler, âyette
zikredilen Sur'a üç kere üfürüleceğini, birincisinde herşeyin büyük bir korkuya
kapılacağını, ikincisinde herşeyin öleceğini, üçüncüsünde ise herşeyin dirilip
kabrinden çıkarak Allah'ın huzuruna varacağını söylemişlerdir.
Abdullah b.Amr,
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu söylüyor:
"Ümmetimin
zamanında Deccaİ çıkacaktır. Kirk'a kadar devam edecektir. (Ravi diyor ki;
Bilemiyorum kırk gün mü yoksa kırk ay mı yahut da kırk yıl mı devam edecektir)
Sonra Allah, Urve b.Mes'ud'a benzeyen Meryemoğlu İsa'yı gönderecek, İsa,
Deccalı arayıp helak edecektir. Sonra insanlar (tam bir barış içinde) yedi sene
yaşayacaklardır. Aralarında düşmanlık bulunan iki kişi bile bulunmayacaktır.
Sonra Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgâr gönderecek, o rüzgâr, kalbinde
hardal tanesi kadar bir hayır veya iman bulunan hiçbir kimseyi sağ
bırakmayacaktır. Öyle ki sizden biriniz dağın tam içinde olsa bile rüzgâr oraya
girip onu öldürecektir. Böylece yeryüzünde insanların sadece şerlileri kalacak,
bunlar, şerre koşmakta kuşlar gibi hafif, saldırganlıkta yırtıcı hayvan zihniyetinde
olacaklardır. Onlar, ne iyilik bilirler, ne de kötülüğe mâni olurlar. Onların
gözüne Şeytan (şirin bir şekilde) gözükür ve onlara: "Beni dinlemez misiniz?"
der. Onlar; "Ne emredersin?" derler. Şeytan da onlara, putlara
tapmalannı emreder. Onlar bu halde iken, nzıklan bol, yaşantıları güzeldir.
Böyle devam ederken Sur'a üflenir. Onu işiten herkes o sese karşı önce
kulağının birini daha sonra da ötekini verir. Sur'u ilk işiten insan, devesinin
su havuzunu sıvayan bir kişi olacaktır. O bayılıp ölecek, onun peşinden de
diğer insanlar bayılıp öleceklerdir. Sonra Allah, kırağı gibi bir yağmur
gönderecek, insanların vücudu, otların bitmesi gibi onlarla bitecektir.
Ardından Sur'a bir daha üfürülecek ve insanlar derhal kabirlerinden çıkarak
durumu göreceklerdir. Sonra: "Ey insanlar rab-bınize gelin, ey Melekler
onlan durdurun, onlar hesap vereceklerdir." denilecektir. Sonra
insanlara: "İçinizden cehennem grubunu çıkarın." denecek "Kaçta
kaçı?" diye sorulacaktır. "Binde dokuzyüz doksan dokuzu."
denilecektir. İşte o gün, çocukları ihtiyarlatacak ve yine o günün dehşetinden
dolayı bacaklar sıva-nacakür. [93]
89-
Kim, bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı verilir. Onlar o gün
korkudan da emindirler. [94]
90- Kimler
de kötülük getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar. Onlara "Yaptıklarınızdan
başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?" denilir.
Kim Allah'ın huzuruna,
Tevhid inancıyla, imanla ve Lailahe İllallah ile çıkacak olursa, onun, kıyamet
günüde, Allah huzurunda o imanından dolayı mükâfaatı vardır. O da, cennete
girmek ve kıyamet gününün korkunç dehşetinden emin olmaktır. Kim de Allah'a
ortak koşarak veya onu inkâr ederek kıyamet gününde onun huzuruna çıkacak
olursa yüzükoyun ateşe atılacak ve onlara: "sizler ancak yaptıklarınızla
cezai andı nhyorsunuz." denilecektir. [95]
91-92- De
ki: "Ben, sadece bu beldenin rabbine ibadet etmekle emro-lundum. Allah o
beldeyi, saygı gösterilmesi gereken mukaddes bir yer kılmıştır. Hcrşcy
onundur. Ben, müslümanlardan olmakla ve Kur'an okumakla emrolundum. Her kim
hidayet yolunu tutarsa, ancak kendisi için hidayet yolunu tutmuş olur. Kim de
sapıtırsa, ben ancak uyarıcılardanım." de.
Ey Muhammed, de ki:
"Ben, bu Mekke'nin rabbine kulluk etmekle emrolundum. Rabbim, bu beldede
kan dökülmesini, zulüm yapılmasın, av avlanmasını ve otlarının koparılmasını
haram kılmış ve bu beldeyi saygı değer bir belde yapmıştır. Herşeyin mülkiyeti,
bu beldenin rabbi olan Allah'a aittir. Rabbim, bana, kendisine boyun eğip
Müslüman olmamı ve Kur'an okumamı emretti. Kim buna uyarak buna ve benim
getirdiklerime iman ederek doğru yola erişecek olursa, kendisi için hidayeti
bulmuş olur. Zira bu sayede, dünyadayken Allahın gazabından âhirette de azabından kurtulmuş olur. Kim
de beni ve benim, Allah katından getirdiklerimi yalanlayarak doğru yoldan
sapacak olursa, ey Muham-med, sen onlara de ki: "Ben, ümmetimi, Allah'ın
azabı ve gazabıyla uyaranlardanım. Eğer ikazlarıma uyup iman ederseniz
kendinizi kurtarmış olursunuz. Aksi takdirde sonunuz helaktir.
Âyet-i kenelerde
Mekke-i Mükerreme'nin, saygı göserilmesi gereken bir yer olduğu
zikredilmektedir. Resulullah (s.a.v.) Mekke'yi fethettiğinde ora hakkında şöyle
buyurmuştur:
"Allah azze ve
Celle, Mekke'yi haram bir bölge kılmıştır. Benden önce herhangi bir kimseye
helal kılınmadığı gibi, benden sonra da herhangi bir kimseye helal
kılınmayacaktir. Benim için ise yalnızca bir gündüzün belli bir ânı için helal
kılınmıştır. Onun otlan kopanlamaz, ağaçlan kesilemez, av hayvanları
kovalanamaz, kayıp eşyaları toplanamaz. Ancak onları tanıtmak için toplayanlar
toplayabilir. [96]
93- Ey
Muhammed, de ki: "Hairtdolsun Allah'a. O, âyetlerini size gösterecek siz
de onları tanıyacaksınız." Rabhin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Ey Muhammed, Allah'a
ortak koşan müşriklere de ki: "Bize verdiği çeşitli nimetlerden dolayı
Allah'a hamdolsun. O, yakında size azabım ve gazabını gösterecek böylece
sizler de, benim, sizi davetimde haklı olduğumu anlayacaksınız.
Ey Muhamed, rabbin, bu
müşriklerin yaptıklarından gafil değildir. Fakat insanların erişecekleri bir
vadeleri vardır. O vadeleri gelinceye kadar kendilerine mühlet verilecektir. Bu
sebeple onların seni yalanlamalarına üzülme. Ben onlan denetlemekteyim. Sana
yardım edeceğim, düşmanlarını da rüsvay edecğim." [97]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/257-259.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/261.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/262.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/262.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/262.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/262.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/263.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/263.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/263.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/263.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/264.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/264-265.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/265.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/265
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/266
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/266.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/267
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/267
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/267
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/267
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/267-268
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/268.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/268-269.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/269
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/270.
[26] Ebu Davûd K. el-Edeb, bab: 164, Hadis No 5267/İbıı-i
Mâce K. es'-Sayd bab: 10, Hadis No 3223/Ahmed b. Hanbel, Müshed, C 1 S. 332
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/270.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/270-271.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/271.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/271.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/271.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/272
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/272.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/272-273.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/273.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/273-274
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/274.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/274-275.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/275-276.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/276-277.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/277.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/477.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/278.
[44] A'raf suresi, âyet: 75,.76
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/278-279.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/279.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/279-280
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/280.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/280-281.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/281.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/281.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/281.
[52] A'raf suresi âyet: 78,79
[53] Hakka suresi, âyet: 5
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/281.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/282.ş
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/282.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/282.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/283
[59] Hud suresi, ayet: 82,83
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/283.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/283.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/283-284.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/284.
[63] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C, 5 S.64
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/284-285.
[65] Mûminûnun suresi, âyet: 117
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/285-286.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/286.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/287
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/288
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/288
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/288
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/288.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/289.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/289.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/289.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/289-290.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/290.
[78] Âl-i İmran suresi, âyet: 59
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/290.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/291.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/291.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/291.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/292.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/292.
[84] Müslim, K. el- Fifen, bab: 39,40, Hadis No: 2901/Ebu
Dâvûd, K. el- Melahim, bab: 12, Hadis No 4311/Tirmizî K. el-Fıten, bab: 21,
Hadis No 2183
[85] Müslim, K.el-Fiten. bab: 128,129, Hadis No 2947/Nesai,
K. el-Fiten bab: 28, Hadis No 4046
[86] Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 27, Hadis No 3187
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/292-295.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/295.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/295.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/295.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/295-296.
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/296.
[93] Müslim, K.el- Fiten, bab: 116, Hadis No 2940/Ahmed b.
Hanbel Müsned, C.2 166
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/296-298.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/299.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/299.
[96] Buhari, K. el- Cenaiz, bab: 77