KASAS SÛRESÎ 2

Gîrîş: 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 3

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 3

Hz. Musa'nın Annesinin İsmi Ve Durumu. 3

Kişinin ÂlT Kimlerdir?. 4

Musa'nın Kızkardeşinin İsmi 4

Serden Kurtulmak İçin Yalan Söylenir Mi?. 5

Meal 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5

Peygamberlerin Hükmü, Sünnetleridir 6

Peygamberler Hangi Günahlardan Masumdurlar?. 6

Zalime Yardım Edilmez. 7

Hz. Musa'ya Haber Vermek İçin Gelen Kişinin Kimliği 7

Din İçin Kovuculuk Yapılabilir Mi?. 7

Meal 7

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 8

Kişi Bîr Meselenin Halli İçin Yabancı Kadınla Konuşabilir Mi?. 8

Meal 10

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 10

Allah Musa'ya Nasıl Vahyetti?. 10

Meal 11

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 11

Haman Kim Dir?. 11

Muharref Tevrat'ı Okumak Haram Mıdır?. 12

Meal 12

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 13

Rasûlullah'tan Önce Araplar'a Peygamber Geldi Mi?. 13

Meal 14

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 14

Meal 16

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 16

Meal 17

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 17

Çalişmaya Teşvik. 18

Karun Ve Hazîneler! 18

Karun'un Anahtarları 18

Dünyadaki Nasip Ne Demektir?. 19

Meal 19

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 19

Karun'un Haline Özenenler 20

Hz. Musa'ya Zina İftirasını Atmak Ve Yere Batış. 20

Kötülük Edenlere Tatbik Edilen Ceza. 21

Meal 21

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 22

«Mead»Dan Maksat Nedir?. 22


KASAS SÛRESÎ

 

Gîrîş:

 

Medine Dönemi'nde nazil olmuştur. 88 ayettir.

Hasan Basri, Ata, Tavus ve İkrime'den gelen rivayetlere gö­re surenin tamamı hicretten önce nazil olmuştur. Mukatil 653. ayetten 55. ayete kadar olan bölüm Medine Dönemi'nde nazil ol­muştur» der, Nitekim Tabarani, İbn Abbas'tan şöyle rivayet edi­yor: «53, 54 ve 55. ayetlerle Hadid ayeti Rasûlullah'a gelip ühud Muharebesi'ne giren Necaşi elçileri hakkında nazil olmuştur.» Yi­ne İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre 53, 54 ve 55. ayetler Cuh-fe denilen yerde nazil olmuştur. O zaman Rasûl-ü Ekrem hicret için Mekke'den çıkmıştı.

Bu sure 88 ayet, 441 kelime ve 5800 harften meydana gelmek­tedir. Bu surenin Nemi Suresi'yle ilişkisi şudur;

Nemi Suresi'nde, Hz. Musa hususunda mücmel kalan birta­kım cümleleri bu sure açıklamaktadır. Bu sure genel olarak şu konulan kapsamaktadır:

1- Hz. Musa ve Firavun'un mücadeleleri,

2- Musa'nın annesine verilen talim,

3- Tevbenin fayda verdiği,

4- Mücrimlerden olmaması için Musa'nın yakarışı,

5- Maslahat için haber vermenin caiz olması,

6- Hz. Musa'nın Mısır'ı terketmesi,

7- Musa'nın Medyen şehrine varması,

8- Hz. Şuayb ile mülakatı ve müjde alması,

9- Sekiz sene çobanlık karşılığında Hz, Şuayb'ın kızı ile ev­lenmesi,

10- Hz. Musa'nın Tur Dağı'nda peygamberliğe mazhar olma-

11- Hz. Musa'nın mucizeleri,

12- Hz. Harun'un peygamberliği,

13- Piravun'un Haman'a emir vermesi,

14- Mekke müşriklerinin Bz. Muhammed'den, Hz. Musa'nın mucizeleri gibi mucizeler istemeleri,

15- Aşırı gidenlerin helak olması,

16- Ana merkeze peygamber gönderilmedikçe kasabaların he­lak edilmemesi,

17- Dünya hayatı hakkında genel bir uyan,

18- İmanın neticesi,

19- Cenab-ı Hak'kın sıfatlan,

20- Kıyamet'te müşriklerin başına gelecekler,

21- Karun'un hazineleri. Karun'un ve ona özenenlerin durumu,

22- Ahiret yurdu kimler içindir,

23- Rasûl-ü Ekrem'e öğütler ve uyanlar. [1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Tâ, Sîn, Mîm.

2 - Bunlar apaçık olan Kitab'ın ayetleridir.

3- (Ey Rasûlüm!) İman eden bir kavim için Musa ile Fi-ravun'un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru anlatacağız.

4- Firavun yeryüzünde  (Mısır'da) gerçekten azmış, halkı­nı parça parça etmişti. Onlardan bîr grubu zaafa uğratıyor, on­ların erkek çocuklarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki O (Firavun) fesatlık çıkaranlardandı.

5- Biz ise irade ediyorduk ki o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım. Onları önder ve mirasçılar kılalım. [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-5) «Tâ, Sîn, Mim. Bunlar apaçık olan...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu harflerden Cenab-ı Hak ne kastediyorsa, maksadı ne ise ona imar. ederiz. İşte bu surede gelen ayetler her şeyi açıklayıcı olan Kitab'ın ayetleridir.

«Sana dosdoğru anlatıyoruz», yani Cebrail vasıtasıyla sana dosdoğru anlatıyoruz.

4. ayetin metnindeki «alâ» kelimesi harfi cer olan «alâ» anla­mında değildir ve fiildir. «alâ-ya'lû»dan gelmektedir. Mânâsı: «Fi­ravun yeryüzünde zorbalık yaptı ve Mısır topraklarında azgınlı­ğa başladı. Zulümde haddi aştı» demektir. Aynı ayetin metninde­ki «Şiye'an» kelimesi gruplar, fırkalar demektir. Firavun şer ve fesada dair yapmak istediklerini her sınıf üzerinde, o konuda yap­mıştır. Veya o gruplar Firavun'a itaat ve emirlerini uygulamak hususunda birbirlerine yardımcı olmuşlardır.

«Fîravun'un zayıf kıldığı taife» den maksat İsrailoğulları'dır. Onlara «Mısırlılar'dan bir grup» denilmesi uzun bir zamandan be­ri Mısır'da bulunmaları ve Mısırlı sayılmaları nedeniyledir.

Onların erkek çocuklarını kesmesindeki hikmet şudur: Fira-vun'un kâhinlerinden biri ona şöyle der: «İsrailoğulları'ndan bir çocuk dünyaya gelecek ve senin mülkünün helaki O'nun eliyle ola-çaktır.»

Beşinci ayette «Onları imam kılmayı irade ettik» cümlesi «Din ve dünya hususunda onları önder yaptık» şeklinde yorum­lanmıştır. Mücahid; «Onları hayra davet eden kişiler yaptık» an­lamını verir. Katede «Onları idareci yaptık» der. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette «Sizi idareciler kıldı» buyurmuştur.

«Onları mirasçı laldık», yani Firavun'un saltanatında, elinin altında ne varsa hepsini onlara verdik. [3]

 

Meal

 

6- Ve onları yeryüzünde yerleştirip hakim kılmayı, Fira-vun'a, Hanıan"a ve askerlerine de onlardan  çekindikleri şeyleri göstermeyi (istedik.)

7- Biz Musa'nın  annesine  «O'nu emzir.   Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize    (Nil'e)   bırakıver. Hiç korkma ve kaygılanma. Zira biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız» diye vahyettik.

8- Kendilerine düşman olması ve onları tasalandırması için Firavun'un adanılan onu buldular. Elbette Firavun, Haman ve askerleri yanılmaktaydılar.

9- (Nil'de bulunan sandığın içinden çocuk çıkınca)  Fira­vun'un karısı dedi ki: «Bu senin de benim de gözümüzü aydın­latır. Öldürmeyin onu. Belki bize bir faydası dokunur. Yahut da kendimize evlât ediniriz». Onların bir şeyden haberleri yoktu.

10- Musa'nın  annesinin  yüreği  tasadan  bomboş  kalıverdi. Eğer biz  (vaadimize) inananlardan olması için onun kalbini pe­kiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.

11- (Musa'nın )kızkardeşine «Sen onu gözetle» dedi. O da Öbürleri sezmeden uzaktan gözledi.

12- Biz daha Önce onun süt annelerinin sütünü kabulüne müsaade etmedik- Bunun üzerine ablası «Size onun bakımını si­zin namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile gös­tereyim mi?» dedi.

13- Böylece gözünün aydın olması, kederlenmemesi ve Al­lah'ın vaadinin hak olduğunu bilmesi için O'nu tekrar annesine verdik. Ama (bunu) onların çoğu bilmemektedirler. [4]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(6-13) «Ve onları yeryüzünde yerleştirip hakim kılmayı...» Bu Ayetlerin Tefsiri)

Altıncı ayette «Firavun ve Haman'm askerleri» denilmektedir. Asker mânâsına gelen «Cunud» kelimesinin bu iki kişinin zamiri­ne izafesi ya tağlib içindir veya Harnan'ın da Özel bir ordusu var­dı. Ya da sultanın askeri aynı zamanda vezirinin de askeri sayılır. [5]

 

Hz. Musa'nın Annesinin İsmi Ve Durumu

 

Musa'nın annesinin ismi Mehyane binti Yester bin-Lavi'dir. Bazıları «Yuhabaz», bazıları «Yarıha», bazıları da «Yarihat» oldu­ğunu söylemişlerdir. Başka rivayetler varsa da Allah hakikati da­ha iyi bilir. Kur'an'ın zahirinden, Allah Teâlâ'nın O'na vahy götüren bir 9 melek gönderdiği anlaşılmaktadır. Bu onun peygamber olmadığın-§ da ittifak edilmesine ters düşmemektedir. Çünkü melekler bazan & peygamber olmayanlara da gönderilirler ve onlarla konuşurlar. Bir cemaat bu görüştedir. O alimlerden biri olan Mukatil, «Mu­sa'nın annesine gönderilen melek Hz, Cebrail'di» demiştir, tbn >A\ Abbas ve Katade «Bu vahy, ilham anlamındadır» demişlerdir. Bu g|     tefsire «Biz onu sana geri göndereceğiz, O'nu peygamberlerden kılacağız» ayeti ters düşmemektedir. Bu cümle önceki yoruma daha uygundur.

Bir grup; «Musa'nın annesi bu mesele hakkında sadık bir rü­ya gördü ve Cenab-t Hak onun kalbine yakîni ilka etti» demiştir. Cübbai der ki: «Musa'nın annesi bu hususta bir rüya gördü. Onu güvendiği İsrail alimlerine tabir ettirdi. Onlar da o rüyayı bu şe-kilde tabir ettiler.»

Bazıları «Onun asrında yaşayan bir peygamber ona bu habe­ri vermiştir» demişlerse de bu uzak bir ihtimaldir. Ayetin zahiri­ne bakılırsa bu vahy Hz. Musa'yı doğurduktan sonra annesine gel­miştir. Nitekim hadisler de buna delâlet etmektedir. Yani Hz. Mu­sa'nın annesi onu erkek çocukların kesildiği bir dönemde doğur-du. Onun hakkında ne yapacağını bilmiyordu. Biz kendisine ne yapacağını vahyettik.

Bazıları da «Velâdetten önce olmuştur» demişlerdir.

El-Yemm kelimesi esasında tuzlu denizlere denirse de bura­da NÜ Nehri için kullanılmıştır. Yani onu Nil'e at. Onun zayi ola­cağından korkma ve onun senden ayrılmasına da üzülme. Kesin­likle onu yakın bir devrede sana geri döndüreceğiz ve onu pey­gamberlerden kılacağız! [6]

 

Kişinin ÂlT Kimlerdir?

 

«Firavun'un âli» nden maksat, ona uyanlardır. Zira «Âl ancak şerefli kimseler için kullanılır» denilmesi, galibe göredir yani çoğu zaman böyle kullanılır. Veya «ûZ»daki şeref hakiki ve suri şeref­ten daha geneldir. Onların onu «iltekat» etmelerinden maksat, onu yerde bulunan nesneyi alan bir kişi gibi nehirden almalarıdır. Onu zayi olmaktan korumak için Cenab-ı Hak bunu böyle takdir bu­yurmuştur.

8. ayetteki «Liyekune» fiilinin başında gelen «lam», onların Musa'nın içinde bulunduğu sandığı almalarına illet ve neden ol­muştur.

Hz. Musa'nın «hazen» olması bir mübalağa ifadesidir. Yani hudutsuz bir üzüntüye sebep olacaktır.

Firavun'un hanımı Asiye binti Muzahim bin Ubeyd bin Rey­han bin Velid'dir. Velid, Hz. Yusuf zamanında Mısır kralıydı. Bu rivayete göre Asiye, İsrailoğullan'ndan değildir. Bazıları «O İsra-iloğulları'ndandır ve Hz, Musa'nın sıbtmdandır» demişlerdir.

Süheyli, Asiye'nin Hz. Musa'nın halası olduğunu söylüyorsa da onun bu sözü garip bir sözdür. Meşhur olan ilk görüştür.

«Onu öldürmeyin» şeklindeki hitap Firavun'adır. Fiil ona me­cazen isnad edilmiştir. Çünkü amir odur. Cemi sigasınm kullanıl­ması da tazim içindir. Bazı kimseler «Bu hitap hem Firavun'a hem de yardtmcilarınadır» demiştir. Zira Firavun'un azgın kav­minden bazı kimseler çocuk sandıktan çıkarıldıktan sonra .«İşte bizim sakındığımız, korktuğumuz çocuk budur. Bize izin vert onu öldürelim» demişlerdir. Bunun üzerine Firavun ve hazır bulunan-lar «öldürmeyin» dediler.

Bazıları «Bu hitap Firavun ile onun öldürülmesinden korkan kimselerin hitabıdır» der. Bazıları da «İsrailoğulları arasında do­ğup dünyaya gelen oğlan çocukları öldürmekle görevli bulunan kimselerin hitabıdır» demişlerdir. Zira Asiye, Firavun'a şefkatini gerektiren sözleri söyledikten sonra bundan emin oldu ve hemen çocukları öldüren gruba yönelerek onları bu çocuğu öldürmekten nehyetti. Sebep «Umulur Jci bize yarar verir veya onu evlât ediniriz» düşüncesidir.

«Onlar anlamıyorlardı» cümlesiyle Firavun'un yakınları kas­tedilmektedir. Yani onlar büyük bir hata üzerinde olduklarının farkında değildiler. Mücahid «Bunun onlara düşman olduğunu an­lamıyorlardı» derken Ahmed bin İshak, «Ben dilediğimi yaparım, onların irade ettiğini yapmam» anlamını vermiştir.

«Musa'nın annesinin kalbi boşaldı». Yani her şeyden boşal­dı, öyleki sadece Hz. Musa'dan bahsediyordu. Bu yorumu El-Fer-yadi, İbn Ebi Şeybe, Aüd bin Humeyd, İbn Cüreyc, İbn'ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim ve Hakim İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. Aynı yorum İbn Mesud, Hasan Basri ve Mücahid'den de gelmiş­tir. Bir grup da «Onun kalbi sabretmekten boşaldı» der. Yani sab­rının tükendiğini söylemek istemişlerdir. İbn Zeyd «Allah'ın vaa­dinden boşaldı» fikrindedir. Ebu Ubeyde ise «Üzüntüden boşal­dı» anlamını vermiştir. Zira Musa boğulmamış ve Firavun'un onu sevdiği, evlât edindiği haberi kulağına gelmişti.

«Eğer onun üzerine indirdiğimiz sekine ve sabırla kalbini bağ-lamasaydık o meseleyi açığa vuracaktı». Kalbin bağlanması, sabır ve sükûnete kavuşmasından kinayedir.

«Ta ki O (Musa'nın annesi) iman edenlerden olsun» cümlesi kalbinin sabit kılınmasının nedenidir. Yani biz ona «Musa'yı sana geri göndereceğiz» diye vaadetmiştik. Bu vaadimizin doğruluğu kalbinde yerleşsin diye onu sabır sahibi kıldık. [7]

 

Musa'nın Kızkardeşinin İsmi

 

Hz. Musa'nın kızkardeşinin ismi Meryem'di. Bazı rivayetlere göre Külsüme, bazılarına göre ise Külsüm'dür. Ayetin metninde ki «Cunub» kelimesinden maksat «uzaktan» demektir. Yani uzak bir yerden onu gördü. Aynı kelime «yakınlık» mânâsına da gelir ve bu kelime ezdaddandır. Ters olan iki mânâya da gelir. Aynı kelime Cenbun, Cenebun, Canibun şeklinde okunmuşsa da mânâ aynıdır.

El-Meradi kelimesi murdia'nın çoğuludur ve süt emziren ka­dın demektir. Bazıları «Merda'nın çoğuludur» der. Merda mimli mastardır. Süt vermek mânâsını ifade eder. Bazıları ise «İsmi mekân» olduğunu söylerler. Buna göre süt verme yerini ona ha­ram kıldık anlamı kazanır. «Haram kümak»tan maksat, şer'ı ha-ranüık değildir. Çünkü çocuk mükellef değildir ki ona bir şey ha­ram kılınsın. Burada men etme mânâsındadır. Yani onu almaktan menettik.

«Yekfulûne» fiili «Onun terbiyesini verip, onu büyütmeyi üze­rine alır» mânâsını ifade eder.

«Onlar onun için nasihatçıdır», yani onun hizmetinde her­hangi bir kusur etmezler. Onun terbiyesi ve büyütülmesi konusun­da ne gerekirse hepsini yaparlar. [8]

 

Serden Kurtulmak İçin Yalan Söylenir Mi?

 

Rivayetlere göre Haman, Hz. Musa'nın kızkardeşinden bu söz­leri dinledikten sonra, «Bu kızcağız bunu ve ailesini tanır. Bu ktz, bu durumu bize haber verinceye kadar onu yakalayın» der.

Bunun üzerine kız, «Ben kral için «Bunlar nasihatçı ve ihlash bir ailedir demek istedim» deyip kendisini bu serden kurtardı. Böylece bu tür bir serden kurtulmak için yalan söylemenin caiz olduğu kaidesini getirdi. Bu kızdan böyle cevabın gelmesi hiç de garip değildir.    Çünkü peygamber çıkmış bir aileye mensuptur.

Ebu Hayyan, «Bu ayet Musa'nın annesine yapılan vahyin il­ham veya bir rüya olduğunu söyleyen kimselerin görüşünün zayıf olduğuna delildir. Çünkü rüya veya ilhamda vaad tabiri kullanıl, mas» demiştir. Fakat bu yorumda nazar vardır.

Zamirin iki durum için gelme ihtimali Arapça'nın bir özelliği de­ğildir. Bu, bütün dillerde vardır. Bununla beraber Firavunlar AmalikaUlar'ın bakiyyesi idiler ve Arapça konuşuyorlardı. Umu­lur ki kız onların diliyle konuşmuştur.

«Annesinin Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilmesi için Musa'yı ona geri çevirdik». Cenab-ı Hak daha önce ona «Musa'yı geri getireceğiz, onu peygamberlerden kılacağız.   O boğulmayacaktır» demişti. Boğulmadığını ve geri çevrildiğini müşahade etmek sure­tiyle Allah'ın vaadinin hak olduğunu bildi. Gerisini ise kıyas et­mek suretiyle anladı. [9]

 

Meal

 

14- (Musa) erginlik çağına  (veya olgunluk yaşı olan 40'a) eriştiğinde ona hüküm ve ilim verdik. Biz iyi iş yapanlara böyle mükâfat veririz.

15- (Musa), halkı meşgul iken şehre girdi. Orada iki ada­mın döğüştüğünü gördü. Biri kendi kavminden  (İsrailoğulları'n-dan) idi. Öbürü düşmanlanndandi. Böylece kendi kavminden olan kişi düşmanlarından olan kişiye karşı Musa'dan yardım istedi. Musa da onun (düşmanlarından olan kişinin) göğsüne bir yum­ruk vurdu. Böylece onun işini bitirdi.  (Musa) «Bu şeytanın işle­rindendir. Kuşkusuz ki o (şeytan) insanı sapıklığa sürükleyen bir düşmandır» dedi.

16- (Musa);   «Ey Rabbim!  Ben   (Kıptî'yi Öldürmekle)   nef­sime zulmettim. Beni affet» dedi. Allah onu affetti. Çünkü O, ba­ğışlayandır. Çok merhamet edendir.

17- (Musa:)   «Ey Rabbim!  Bana verdiğin nimetlere yemin ederim ki artık suçlulara kat'iyyen yardımcı olmayacağım» dedi.

18- Korku içinde ve etrafı gözetleyerek şehirde  sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen adam, yine biriyle döğüşüyordu ve kendisinden yardım istiyordu. Musa ona;   «Sen düpedüz bir azgınsın» dedi.

19- (Musa) ikisine de düşman olanı tutmak isteyince, öbü­rü (İsrailli)   (Musa'yı kendi aleyhinde sanıp): «Ey Musa! Dün bi­rini Öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun. Barıştıranlardan olmak is­temiyorsun» dedi.

20- Şehrin öbür yakasından bir adam koşa koşa gelip; «Ey Musa! Önde gelenler seni öldürmek için görüşüp danışıyorlar. He­men (buradan) çık (git). Kuşkusuz ki ben sana öğüt verenlerde­nim.»

21- (Musa) korku içinde  (etrafı)  gözetleyerek oradan çık­tı ve «Ey Rabbim! Beni zalim olan kavimden kurtar» diye  (Al­lah'a) yalvardı. [10]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(14-21) «(Musa) erginlik çağına...» Bu Ayetlerin Tefsiri)

«Eşudde» ile «İstiva» nın zamanı hakkında ihtilaf edilmiştir. İbn Ebi Dünya'nın Kelbi tarikiyle Ebu Salih ve İbn Abbas'tan ri­vayet ettiğine göre «Eşudde» onsekiz ile otuz yaşlan arasıdır. «İs. tiva» ise otuzdan kırka kadar olan zamandır. Kırktan yukarı ol­duğunda artık eksiklik başlar.

Abd bin Humeyd, İbn'ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim, Mücahid'-den şöyie rivayet ederler: «Eşudde otuziiç, istiva ise kırk yaştır.»

Aynı zamanda bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Benzerini ise Katade rivayet etmiştir. Fakat hak şudur: Eşudde zamanına varmaktan maksat gelişmenin son bulduğu zamana varmak demektir. Bu da gün, zaman ve durumlara göre değişir. Bunun için de lügat ve tefsir kitaplarında bu kelimelere değişik mânâlar ve yorumlar getirilmiştir. En güzeli, «Eşudde»nin talip olmak, bedenin kuvvet kazandığı yaşa ulaşması mânâlarını taşı­masıdır. İstiva ise, aklın mutedil olması, kemâle varması zama­nıdır. Hz. Musa hakkında böyle bir vakit tayini ancak güvenilir (sahih) bir hadisle sabit olabilir. Zira bu, iklim, zaman ve du­rumlara göre değişiklik gösterir. Meşhur olan şudur ki bu, çoğu ktz kırk yaşmda vuku bulur.

Ayetin hulâsası şudur: Hz. Musa'nın cismi kuvvete eriştiğinde, aklı itidale vardığında ona hüküm (peygamberlik) verdik. Nite­kim Süddi «hükmn ü peygamberlikle tefsir etmiştir. Veya ona peygamberliğin özelliklerinden olan bir ilim verdik. Aynca ona din ve şeriat hususundaki ilmi verdik. [11]

 

Peygamberlerin Hükmü, Sünnetleridir

 

Zemahşeri «Keşşaf»ta, «İlimden maksat Tevrat, «Hüküm)>den maksat ise sünnettir. Peygamberlerin «hükmü» onların sünnetleri­dir» demiştir. Nitekim Cenab-ı Hak Rasûlullah'ın hanımlarına hi­taben: «Evlerinizde Allah'ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın» buyurmuştur.

Bazıları «Hikmetten maksat; alim hukemanın siretini ona verdik demektir» der. Zira Hz. Musa cehalete nisbet edilen hiç­bir fiilde bulunmamıştı. Bütün fiilleri yerli yerindeydi.

Bu yorum kıssanın nazmına daha uygundur. Çünkü Hz. Mu­sa'nın peygamber olması Kıptîyi yumruklamasından ve Medyen'e hicret etmesinden sonra, hatta Medyen'den Mısır'a dönerken ol­muştur. Ona Tevrat'ın verilmesi ise Firavun ve askerlerinin Kı-zıldeniz'de garkolmasını müteakib gerçekleşmiştir. Bu zaman ise Kıptî'yi Öldürmesinden çok sonradır.

Aynca «İşte biz böylece muhsinlere mükâfat veririz» ayeti hükmün peygamberlik olmasına mânidir. Çünkü peygamberlik amele karşılık değildir.

15. ayetin metninde geçmekte olan el-Medine kelimesi ile kastedilen, İbn Abbas'ın görüşüne göre Menfa'dır. Bazıları «Ay-nuşems», bazıları «Mısır'dan iki fersah uşakta bulunan ve Habin ismini alan bir köydüm, bazıları da «İskenderiye şehridir» demiş­lerdir. Fakat en meşhuru Mısır olmasıdır.

«Onların gafil oldukları vakit»ten maksat kaylulet vaktiydi. Bu zamanda kimse şehre girmezdi veya kimsenin gelmesini bekle­mezlerdi. Bir rivayette yatsı ile akşam namazları arasında girmişti.

İbn İshak; «Bu şehir Mısır'dır. Hz. Musa Firavun ve kavmi­nin kötülüklerine karşı çıkarak orayı terketmiş, kendisini gizle­miş ve ortadan kaybolmuştu. Sonra ismini değiştirerek, tanınma­yacak şekilde oraya girdi» diyor.

İbn Zeyd, «Firavun onu Mısır'dan sürgün etmişti. Aradan bir­çok sene geçmiş, halk onu unutmuştu. İşte o zaman, geldi ve Mı­sır'a girdi» diyor. Bazıları da «Bir bayram günü, halk bayramla meşgulken girdi» demiştir.

«O şehirde iki kişinin döğüştüğünü gördü. Biri onun kavmin-dendi. Yani İsrailoğulları'ndandı». İmam Suyuti'ye göre bu kişi Kur'an'da bahsi geçen Samiri'dir. Diğeri de muhaliflerden, yani Kıptîler'dendi Onun ismi de, («El-İtkan»d& zikredildiğine göre) Ka­nun imiş. İsrailoğulları'ndan olan kişi Hz. Musa'dan yardım iste­miş ve bunun üzerine Hz. Musa Kıptî'ye bir yumruk atarak onu o yumrukla öldürmüştür. Ayetin metnindeki «Vekeze» fiili yum­rukla vurmak demektir. Yani Hz. Musa ona eliyle vurmuştur.

İbn'ul-Munzir'in Katade'den rivayet ettiğine göre, Hz. Mu­sa ona asa ile vurmuştur.

Katade «Vekeze» fiilini onu defetti veya ona vurdu şeklinde yorumlamaktadır. Hz. Musa'nın vurduğu âsâdan maksat, sonra­dan mucize olan âsâsı değildir. Çünkü o mucize olan âsâyı ken­disine, Medyen'de Hz. Şuayb vermişti. Bu, hadiseden çok sonra­dır.

«Kada» fiilinin faili ya Musa veya Cenab-ı Hak'tır. Yahut da yumruktur. Bu zamir bu üç yere de izafe edilebilir,

Hz. Musa «Bu yaptığım şeytanın işlerindendir» dedi. Yani onun süslü gösterdiği bir harekettir: {(Kesinlikle şeytan idlâl edi­ci ve düşmanlığı apaçık olan bir düşmandır.»

Hz. Musa «Rabbim! Ben nefsime zulmettim» dedi. Yani katli gerektiren bir yumruk atmak suretiyle nefsime Ti'imettim.. [12]

 

Peygamberler Hangi Günahlardan Masumdurlar?

 

«Bu günahımı benim için affeyle!» Hz. Musa bu sözlerini şu mânâlar için söylemiştir: O öyle bir iş işledi k-, o peygamber olan atalarının fiili değildi. Öldürülmesi hiçbir şeriatta meşru olma­yan bir nefsi öldürmüştü. "Peygamberlerin peygamberlikten sonra da ör ce de büyük günahları işlemekten masum oldukları şeklin­deki i.iraz burada öne sürülemez. Çünkü yumruk atmak küçük günahlardandır. Ölüm ise hataen vuku bulmuştur. Bu görüşü Kâb ve bazı alimler öne sürmüştür. Hata ile Öldürmek de günahtan ha­li değildir ve bunun için keffaret gerekli kılınmıştır. Ancak hataen öldürmek büyük günahlardan değildir.

«Peygamberler küçük ve büyük günahlardan masumdur» şek­lindeki kaideye dayanarak da burada bir itiraz ileri sürülemez. Çünkü Hz. Musa bir zalimi defetmenin ve bir mazlumu kurtar­manın ve bunun için de yumruk atmanın daha güzel olduğunu gö­rerek, bu fiili işlemiştir. Gayesi öldürmek değildi. Ölüm ancak kasten değil hataen vâki olmuştur. Hatanın bizim peygamberimi­zin şeriatında günahtan hâli olmaması malûm değildir. Keffaretin burada meşru kılınması da böyledir. Sanki Hz. Musa, elinden çı­kan çıktıktan sonra düşünmüş ve onu yumruksuz da defedebileceği hakikati kendisine görünmüştür. Fakat öfkeli olduğu için bu durumu daha önce idrak edememişti. Sonradan bu hükme var­mış ve daha evlâ olana ters düşen bir fiil işlediğini anlamıştır. Bu sebeple Cenab-ı Hak'a sığınarak «Ben nefsime zulmettim, beni af­fet» demiştir.

Bazılarına göre «Ben nefsime zulmettim» sözü; «Bu kâfiri öl­dürmek suretiyle nefsimi ölüme arzettim, zira Firavun onu öldür­düğümü öğrendiğinde beni öldürecektir» demektir.

«Beni affeyle», yani bu fiilimi onlara göstermemek lûtfunda bulun.'«Bu şeytanın amelindendir» demesi onun kendisini vesve­seye düşürdüğü içindir. Fakat bu uzak bir tevildir. Cenab-ı Hak'-kın «Allah onu affetti. Kesinlikle Allah gafur ve rahimdir» ayeti de böyle bir tefsire müsait değildir.

17. ayetin metnindeki «Bimâ» kelimesinin başındaki «b» har­fi, kasem harfidir. Yani «Ey Rabbim! Bana verdiğin nimetlere ye. min ederim ki böyle bir fiili bir daha işlemeyeceğim ve mücrimle­re arka çıkmayacağım.»

«Allah'ın ona vermiş olduğu nimetler» den maksat, Cenab-ı Hak'kın onu Firavun'un şerrinden koruması, annesine geri ver­mesi ve İsrailoğulları'na onu üstün kılmasıdır.

Bazıları «Bu nimetten maksat, Allah'ın O'nu affetmesidir» der. Peygamber olmazdan önce bunu bilmesi ise ilham veya rüya ile olmuştur. [13]

 

Zalime Yardım Edilmez

 

Ayetin metnindeki   «Zahireden maksat,   yardımcı   demektir. «Mücrimler» den maksat ise ya yardım ettiği o İsrailli'dir veya bütün kâfirlerdir. Yahut da Firavun ve kavmidir. Ayetin mânâsı şudur: Bana vermiş olduğun bütün nimetlerine yemin ederim ki kesinlikle tevbe edeceğim ve kâfirlere hiçbir zaman yardımcı ol­mayacağım, onlarla arkadaşlık yapmayacağım.

ilim ehli bu ayetle, zalimlere yardımcı olmayı ve onların hiz­metinde bulunmayı yasaklamışlardır.

«Yeterakabu» fiili gözetirdi demektir. Yani bir kötülüğün kendisine dokunmasını veya haberleri gözetirdi. Acaba onlar Mu­sa'nın Kıptî'yi öldürdüğünü haber almışlar mıdır? Zira rivayete göre, Kıptî'yi öldürdükten sonra onu kuma gömmüştü.

Bazıları «Rabbinin yardımını gözetirdi», bazıları «Kavminin kendisini yakalayıp Firavun'a teslim etmesini gözetirdi» demişler­dir. Bir kısmı da ayete «Kavminin hidayetini gözetirdi» şeklinde mânâ vermişlerdir.

«Baktı ki dün yardım ettiği İsrailli tekrar kavga etmekte ve kendisini yardıma çağırmaktadır)}. Hz. Musa o İsrailli'ye: «Sen kesinlikle sapıtmışsın. Hem de sapıklığı apaçık olan bir kimsesin. Çünkü sen bir kişinin ölümüne sebep oldun ve bugün de başka­sıyla kavga ediyorsun. Daima insanlarla çatışıyorsun» dedi.

Hz. Musa, ikisinin düşmanı olan kişiyi yakalamak istediğinde o İsrailli, «Ey Musa! Dün bir insanı Öldürdüğün gibi bugün de be­ni mi öldüreceksin?» dedi.

Ibn Abbas'ın rivayetine göre o İsrailli Hz. Musa'nın kendisini yakalamak istediğini zannetmiştir. Bundan dolayı Hz. Musa'ya bu     ı şekilde konuşmuştur.

Hasan Basri «Bu sözü hem Musa'nın hem de diğer İsrailli'nin düşmanı olan Kıptî söylemiştir» der. Ona göre, bu Kıptî Hz. Musa'nın İsrailli'ye «Kesinlikle sen sapıklığı apaçık olan bir kimse-sin» demesinden anlamıştı.

Metindeki «Cebbaren» kelimesinden maksat, her istediğini yapan ve neticelere hiç bakmayan kimse demektir. Bazıları «Ceb­bar, Allah'ın emri karşısında tevazu göstermeyen, mağrur, mute-kebbir kimsedir» demişlerdir. İbn'ul-Munzir, Şabi'den şöyle riva­yet ediyor: «Kim haksız olarak iki kişiyi öldürürse o cebbar sayı-lır». Sonra da bu ayeti okumaktadır. (İbn Ebi Hatim de benzeri­ni İkrime'den rivayet etmiştir). [14]

 

Hz. Musa'ya Haber Vermek İçin Gelen Kişinin Kimliği

 

Şehrin en uzak ucundan gelen kişi Firavun'un amcasının oğ­ludur. İsmi Şem'an (veya Şem'un) bin İshak'tır. Bazıları «Has. kiVdir» demiştir. Bu kişinin Firavun'un yakınlarından bir mümin olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Bazıları da «Bu kişi o mü­min değil başka biriydi» demişlerdir.

O kişi Musa'ya, «Firavun'un devletini idare edenlerin ileri ge­lenleri senin hakkında istişare etmektedirler. Şehirden çık. Kesin­likle ben sana nasihat eden bir kimseyim» dedi. [15]

 

Din İçin Kovuculuk Yapılabilir Mi?

 

Kurtubi ve bazı müfessirler «Bu ayet dini bir maslahat için kovuculuğun caiz olduğunu gösterir» demişlerdir. [16]

 

Meal

 

22- (Musa) Medyen tarafına yönelip   gidince   «Umarım ki Rabbim beni doğru yola hidayet eder» dedi.

23- Medyen suyuna varınca hayvanları sulamakta olan bir grup gördü. O grubun arkasında da iki kadın vardı: Onlar (hay­vanlarını) sudan uzaklaştırıyorlardı. Musa o kadınlara; «Ne yapı­yorsunuz?   (Niçin  hayvanlarınızı sulamıyorsunuz?)»  diye  sorun­ca onlar;  «Çobanlar gidinceye kadar biz   (hayvanlarımızı)  sula­mayız. Babamız da piri fani bir ihtiyardır» dediler.

24- (Musa)   onların   hayvanlarına  su  verdikten   sonra  bir gölgeye çekilip «Ey Rabbim! Bana hayır olarak indireceğin şeye muhtacım» dedi.

25- Aradan az bir zaman geçince o iki kadından biri uta­na sıkıla Musa'ya geidi:  «Babam seni çağırıyor. Sana hayvanla­rımızı sulamanın ücretini verecek» dedi. Bunun üzerine Musa, ba­basının yanına vardı. O'na (Firavun ile olan macerayı)  anlattı. O,  «(Ey Musa!)   Korkma. O zalim kavimden kurtuldun» dedi.

26- O kadınlardan biri, «Ey baba! Bunu  (Musa'yı)   (ücret­le çoban)  tut. Çünkü o ücretle kullanacağın kimselerin en iyisi ve en emniyetli olanıdır» dedi.

27- Babalan   (Musa'ya),  «Sekiz sene bana kendini  kirala­man şartıyla bu iki kızımdan birini sana nikâh etmek istiyorum. Şayet  (kendinden)   on seneyi tamamlarsan bu da senin  (bir iyi­liğin) olmuş olur. Ben sana zahmet vermek istemem. İnşaallah be­ni (sözüni  yerine getiren) saiih kimselerden bulacaksın.»

28- (Musa:)   «Bu seninle benim aramda   (bir sözleşme)dir. (Bunlardan)   hangi müddeti  tamamlarsam   bana   bir  haksızlık edilmeyecek demektir. Allah şu sözlerimize şahittir» dedi. [17]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(22-28) «(Musa) Medyen tarafına yönelip gidince...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Hz. Musa, Medyen'e yöneldi. Medyen, Hz. Şuayb'm kasabasıy-dı. Hz. İbrahim'in oğlu Medyen ismini almıştı ve burası Piravun'-un hükümranlığı içine dahil değildi. Bu sebeple oraya yönelip git­ti. Bazıları «Musa orayı bildiği için oraya yöneldi», başka bir grup müfessir de Hz. Musa ile Hz. Şuayb arasında yakınlık vardı. Onun için oraya gitti» demiştir, Medyen ile Mısır arası sekiz günlük bir mesafe idi.

«Umarım ki Rabbim beni doğru yola iletir» sözü Hz. Musa' nm Allah'a tevekkül etmesi ve O'nun yardımına güvenmesi sebe­biyle Hz. Musa'dan sadır olmuştur. Hz. Musa yolları bilmiyordu. Önüne üç yol çıktı. Ortanca yolu seçerek bu sözü söyledi. Onu ya­kalamak isteyenler de diğer yollara saptılar. Hz. Musa sekiz gün, yalınayak, ağaç yapraklarından başka yiyeceği olmadığı halde yo­la devam etti.

Said bin Cübeyr, «Medyen'e varmazdan önce ayaklarında bu­lunan nalınlar paramparça oldu» demektedir.

Rivayete göre Hz. Musa yolu bilmediği halde yola çıkmıştı. Onu Medyen'e Cebrail götürdü.

Ayetin metnindeki «Verade» fiili «Oraya vardı» mânâsını ifa­de eder. «Ferade»nin lügat mânâsı girmek ve içmektir. Bu iki mâ­nâ da burada kastedilmemiştir.

«Medyen suyu»ndan maksat, Medyen halkının su içtiği bir kuyudur. «Ümmeten» kelimesi ile büyük bir cemaat, değişik sınıf­lardan oluşan büyük bir kitle kastedilmektedir.

«Onların dûnundan» maksat, onların bulundukları yerden da­ha aşağıda ve gerisinde bulunan bir yer demektir.

«Gördüğü iki kadın» Hz. Şuayb'ın kızlarıydı. Küçüğünün ismi Sufeyra, büyüğünün ki de Sefra idi. İsimleri hususunda değişik birçok rivayet vardır.

«Tezûdani» fiili kuvvetli çobanların korkusundan koyunları­nın suya varmasına mâni olurlardı anlamındadır. Bazıları «Koyun­lun başkasının sürüsüne katılmasın diye onların önüne geçiyor-lardı» anlamını vermişlerdir.

Katade «Halkı koyunlarının arasına girmekten menederlerdi» derken, Ferra da «Koyunlarının sağa sola dağılmasına mâni olur-lardı» şeklinde bir yorum getirmiştir.

Bütün bu rivayetler menedilenin koyunlar olduğunu açıkça ifade etmektedirler. Bazı müfessirler «Onlar koyunları değil de bakanların bakışlarını yüzlerinden menederlerdi. Çünkü mesture idiler» demişlerse de bu rivayet zayıftır. [18]

 

Kişi Bîr Meselenin Halli İçin Yabancı Kadınla Konuşabilir Mi?

 

«Mâ Hatbukuma», yani sizin matlubunuz nedir? Niçin böyle uzak duruyor ve koyunlarınızı gütmekten alıkoyuyorsunuz? Niçin bilfiil gidip de su vermiyorsunuz onlara? «Hatb» kelimesi mastar­dır ve talep anlamındadır. Sonraları matlup mânâsına kullanıl­mıştır. Hz. Musa'nın iki kıza soru sorması kişinin bir mesele hak­kında kendisine yabancı olan bir kadınla konuşabileceğini göste­rir.

Kızlar, «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz koyunlarımızı su­lamayız. Babamız da piri fâni bir ihtiyardım demek suretiyle ma­zeretlerini Hz. Musa'ya açıkladılar. Onlar sanki'şöyle demek iste­mişlerdi: «Biz iki zayıf ve mesture kadınız. Erkeklerle mücadele-ye girmeye kudretimiz yok. Bizim başka bir erkeğimiz de yok ki bu işi görsün.. Babamız ise yaşlı bir kimsedir. Yaşlılık onu zayıf düşürmüştür. Bütün bunlara binaen halk işini bitirdikten sonra biz su veririz.»

Bazı müfessirlere göre burada onların zaafına delâlet eden herhangi bir şey yoktur. Aksine burada hayalarına, mesture olduk­larına işaret vardır. Eğer onlar acizliklerini Hz. Musa'ya ifade et­mek isteseydiler «Biz sulama kudretine sahip değiliz» derlerdi. «Babamız yaşlı bir kimsedir» demekten maksatları, «Biz hâyâ et­memizle beraber, bu durumu babamızın yaşlılığından ötürü yapı­yoruz. Eğer yaşlı olmasaydı o bu durumu idare ederdi» şeklinde­dir.

Eğer «Bir peygamber koyunları sulamak üzere kızlarını nasıl gönderir?» şeklinde bir itiraz söz konusu olursa, şöyle cevap ve­rilebilir: Bu hizmet esasında mahzurlu değildir, Din buna karşı da değildir. Mürüvvet meselesine gelince, insanlar bu hususta farklıdırlar. Meselâ Araplar'ın bu husustaki durumları Arap ol­mayanlardan ayrıdır. Çölde yaşayanların durumları, şehir ve ka­sabalarda yasayanların durumları gibi değildir.

İki kızın babası, müfessirlerin çoğuna göre,   Hz. Şuayb'dır.

Fakat bir grup «Hz. Şuayb değildir» demişlerdir. Buna dair Said bin Mansur, îbn Ebi Şeybe, İbn'ul-Munzir ve îbn Ebi Hatim, Ebu Ubeyde'den şunu rivayet etmişlerdir: «Hz. Musa'nın yanında ça­lıştığı kişi Hz. Şuayb'm yeğeni Esrun'dur». Bu aynı zamanda Ebu Hayyan tarafından da rivayet edilmiştir. Ancak Ebu Hayyan'ın ri­vayetinde «Esrun» yerine .«Harun» kelimesi vardır. Bu rivayet Hasan Basri'den de hikâye edilmiştir. Ancak o da «Harun» yerine «Mervan» ismini zikretmiştir. Tabersi tefsirinde, Vehb'ten ve Said bin Cübeyr'den Ebu Hayyan'ın hikâyesine benzer bir nakil yap­mıştır. İbn'ul-Munzir ise İbn Cüreyc'ten şöyle rivayet ediyor: «İki kadının babası Hz. Şuayb'm yeğeniydi. İsmi de Reavil'di.»

İbn Cerir, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Hz. Musa'yı kira karşılığı çoban olarak tutan kişi Medyen'in ağalarından Yes-reb'tir.»

Bazı müfessirler «O iki kadının babalan Hz. Şuayb'ın yakım değildi. Ancak salih bir kişiydi» demişlerdir. Tabersi bazı müfes-sirlerden naklen, Yesrun'un Hz. Şuayb'm ismi olduğunu rivayet etmiştir.

El-Bahr «Babam seni çağırıyor» ayeti hakkında şöyle diyor: «Bu, esasen amcaları idi. Onlardan birini Hz. Musa ile evlendiren de oydu. Amcaya «baba» denilmesi, baba mesabesinde olmasın­dandır.»

Böyle bir tefsiri insanın kendiliğinden söyleyemeyeceği ma­lûmdur. Böyle bir şeyi kabul etmek için dayanabilecek bir hadis olmalıdır. Bizim muttali olduğumuz rivayetler ise değişiktir ve hangisinin daha racih olduğu hususu nezdimizde tahakkuk etme­miştir. [19]

Hz. Musa'nın onların koyunlarını sulaması merhamet nokta­sından gelmektedir. Çünkü onlar koyunların suya varmasına en­gel oluyorlardı. Bir grup da durmadan hayvanlarına su veriyor­du. Hz. Musa'nın sığındığı gölge, İbn Mesud'dan gelen rivayete göre bir ağaç gölgesiydi. Bazıları «Tavamız bir duvarın gölgesiy-di» demişlerdir. Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki Hz. Musa, halkın üzerinde bulunduğu kuyudan onların hayvanlarını sulamıştir. Ni­tekim   Rasûl-ü Ekrem'in şu hadisi de buna delâlet etmektedir: «Hz. Musa o insanları iki kadının hayvanlarını sulayıncaya kadar sudan uzaklaştırdı. Onlart suyun üzerinde bırakmadı.»

«Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım» sö­zünü Hz. Musa tariz olarak söylemiştir. Nitekim bunun böyle ol­duğunu şu hadis desteklemektedir: «Musa kızların koyunlarına su verdikten sonra gölgeye çekildi ve bu sözü söyledi. O gün Hz. Mu­sa bir hurmaya dahi muhtaçtı.»

Başka bir rivayette ise. İbn Abbas şöyle diyor: «Musa bu sö­zü Allah katında en şerefli kul olduğu halde söyledi ve yarım hur­maya bile ihtiyacı vardı. Şiddetle acıktığı için mübarek karnı adeta sırtına yapışmıştı.»

Kız, konuşması sebebiyle Hz. Musa'da herhangi bir şüphe doğmasın diye «Babam seni çağırıyor. Yaptığının karşılığını sana vermek istiyor» dedi. Bu, ikizin akıllı, tam manasıyla haya ve if­fet sahibi olduğunu gösteren bir sözdür. Rivayete göre Hz. Musa kızın davetine icabet ederek onunla beraber gitmiştir.

Böylece Hz. Şuayb'ın evine vardılar. Musa macerasını Hz. Şuayb'a anlattıktan sonra Hz. Şuayb: «Korkma! Sen zalim kav­minden kurtuldun» dedi, yani Hravun ve kavminden kurtuldun. Bunu söyledi, çünkü onların hükmü Medyen'de geçmiyordu. Bel­ki de Hz. Şuayb bunu aldığı bir ilhamla veya benzeri bir durum­da söylemiştir. Hz, Musa'nın tereddüd etmeksizin kıza icabet etmesi ihtiyar zati görerek kendisinden bereketlenmek içindir. Yok­sa ücret almak için değildir.

Hz. Musa'nın yabancı bir kadınla birlikte yürümesi böyle hal­lerde zararsız bir durumdur. Bununla beraber Hz. Musa ihtiyatı ve takvayı elden bırakmamış ve kadını arkasına almıştır.

O kızlardan «Bunu ücret karşılığı tut» diyen, Hz. Musa'yı ça­ğıran ve onunla evlenen kızdır.

Ayet metnindeki «İste'ciry* fiili bir şeyi ücretle talep etmek mânâsına gelen isticar kökünden gelmektedir.

«Çünkü ücretle tuttuklarının en haytrlısıdır. Hem güçlü hem de güvenilir bir kişidir» cümlesi daha önceki cümlenin nedenidir. Ayetin zahirine bakılırsa «El-Kaviy» ve «El-Emin» kelimelerinde­ki eliflâm, cins içindir. Hz. Musa da onlara dahildir. Buna rağ­men Cenab-ı Hak burada «İste'certe» kelimesini mazi olarak kul­lanmıştır. Bu delâlet eder ki bu emir tecrübe edilmiş ve bilinmiş­tir.

Tayyıbî «Mümkündür ki «El-Kaviyy'ul-Emin»den Hz. Musa kastedilmiş olsun. Sanki kız şöyle söylemektedir: «Senin icar ede-ceğin en hayırlı kişi Musa'dır» demiştir.

Fakat birinci yorum daha evlâdır. Kızın bu kelâmı hakim bir insanın kelâmıdır ve veciz bir sözdür. Ne fazla ne de eksiktir. Zi­ra «Kuvvet ile emanet biraraya geldiğinde o iş yapılır» diye is sa­hibinin kalbi hoşnut olur. Kız Hz. Musa'nın kuvvetli oluşunu, hal­kı sudan uzaklaştırmasında ve koyunlarını tek başına sulamasın­da görmüştür. Onun emin olması ise tek başına onunla birlikte gûtiği ve zayıf olduğu halde ona herhangi bir çirkin söz söyleme-yişinden ve herhangi bir tarizde bulunmayışından ileri gelir.

«Bu iki kızdan birini seninle evlendirmek istiyorum» sözünde Hz. Şuayb'm başka kızları olduğuna işaret vardır. İbn'ul-Munzir'-in Mücahid'den rivayet ettiğine göre bu iki büyük kızın üç tane ikiz kızkardeşleri vardı. El-Bukai «Hz. Şuayb'm yedi kızı vardı. Nitekim bu durum Tevrat'ta da yer almaktadır» der. Zemahşeri, Keşşafta, bunu delil olarak öne sürmektedir.

Çobanlığı mehir kılmakta herhangi bir beis yoktur. Çünkü İmam Şafii bunu caiz görmektedir. Hanefiler de bunu caiz gör­müşlerdir. Nesefi «Koyun gütmek şartıyla bir kadınla evlenmek caizdir, hem de bu konuda icma vardır» der. Bu sadece bir hiz­met değil, evlilik emrini yerine getirmektir. Maliki Mezhebi'nde de «Olmaz, mekruhtur ve olur» şeklinde üç görüş vardır.

Hz. Musa on seneyi tamamlamıştır. İbn Merduveyh, Mak sen'den, o da Hz. Hasan'dan ve Hz. Ali'den bunu rivayet etmek­tedir. Buhari ve cemaa İbn Abbas'tan şunu rivayet etmektedir­ler: «Acaba Hz. Musa iki müddetten hangisini tamamladı?» diye sorulduğunda, İbn Abbas «Hangisi daha fazla ve daha güzel ise onu tamamlamıştır}} diye cevap verir. [20]

 

Meal

 

29- Musa (taahhtid ettiğini yapıp)  müddeti bitirince aile­siyle birlikte (Mısır'a gitmek üzere) yola çıktı. (Yolda) Tur (Da­ğı) tarafında bir ateş gördü. Ailesine; «(Ben gelinceye kadar bu­rada) durun! Uzakta bir ateş gördüm. Belki ondan (yolumuza ait) bir haber veya ısınmanız için bir parça ateş getiririm,» dedi.

30- (Musa)  oraya   geldiğinde o mübarek   yerdeki   vadinin sağ yanında bir ağaçtan «Ey Musa! Alemlerin Rabbi olan Allah benim» diye seslenildi.

31- «Asanı yere bırak» (denildi). (Musa asayı yere bıraktı) onu yılan gibi debrenîr görünce (korkusundan) sırtını çevirip kaç­tı. Geriye bile bakmadı.  (Ona şöyle dedik); «Dön, gel. Korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın».

32- «(Ey Musa!) Elini koynuna sok da leke olmaksızın pı-nl pırıl bir beyazlıkta çıksın. Korkudan yanlanna düşen ellerini göğsüne kavuştun). İşte Rabbinden bu iki delil Firavun ve ileri gelenlerine (iki açık mucize) dir. Şüphesiz ki onlar bozguncu bir kavimdir.

33- (Musa:)   «Ey Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüş­tüm. Korkarım ki hemen beni Öldürürler» dedi.

34- «Kardeşim Harun dil bakımından benden daha fasih­tir. Onu da benimle birlikte gönder ki beni doğru lasın. Çünkü ben beni yalanlayacaklarından korkuyorum.»

35- (Allah:) «Ey Musa! Senin pazını kardeşinle kuvvetlen­direceğiz ve ikinize öyle bir kuvvet vereceğiz ki delillerimiz saye­sinde ikinize de hiçbir fenalık yapamayacaklar. Siz ve size uyan­lar üstün geleceksiniz» dedi. [21]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(29-35) «Musa   (taahhüd ettiğini yapıp)   müddetini bitirin­ce...»Bu Ayetlerin Tefsiri

Bir görüşe göre Hz. Musa ile beraber hanımı ve iki çocuğu bulunuyordu. Büyük çocuğunun ismi Ceyleşun, küçük çocuğunun-ki ise El-Yeazen idi. Hz. Musa daha Medyen'de iken onlar dünya­ya gelmişlerdi. Çünkü evlendikten sonra Hz. Şuayb'a on sene ço­banlık yapmıştı. «On seneyi doldurduktan sonra evlendi» diyen­ler, Hz. Musa'nın müddeti bittikten sonra on sene daha Medyen'­de kaldığı ve çocuklarının orada dünyaya geldiği görüşündedirler. Vehb diyor ki «Hz. Musa yola çıktığı gece çocuk dünyaya gelmiş­tir.»

Hz. Musa'nın uzakta gördüğü ateş esasında nur idi. «Oradan size bir haber getireyim» sözünden maksat ise yol hakkında bir haberdi.

Ayetin metnindeki «Cezven kelimesi, kalın odun demektir. «Ateşten bir odun» tabiri ise mübalâğa içindir. Ragıb «Cezve, alev­lerden sonra ateşte kalan odun demektir» diyor.

İbn Ebi Hatim, Ubeyd'den şöyle rivayet ediyor: «Bu, içinde ateş olan bir odun parçasıdır.»

«Testalûne» fiili «ısınırsınız» mânâsını ifade eder. Bu ibare onların sovuğa maruz kaldıklarını gösterir.

«ELBuk'at'il-Mübareke» ifadesiyle, bereketlendirilmiş bir yer parçası kastedilmektedir. Bereketli olmakla vasıflandırılmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak'ın orada birçok mucizeleri tecelli etmiştir.

Bazı müf essirlere göre, «Eşjş ecere»den önce gelen amin» edatı ta'lil mânâsını ifade eder». Yani o ağaçtan Ötürü mübarek olmuş bir yerdir. Bu ağaç îbn Abbas'a göre «İnab» İbn Mesud'un rivayetine göre «Semurre», İbn Cüreyc, Kelbi ve Vehb'in rivayetine göre «Alsace», Mukatil ve Katade'den gelen rivayete göre ise «Uleyke» adlı bir ağaçtır. [22]

 

Allah Musa'ya Nasıl Vahyetti?

 

Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki Cenab-ı Hak melekler olmak­sızın Hz. Musa'ya seslenmiştir. Hz. Musa da Kelâm-ı Lafzfyi din­lemiştir. Bazı müfessirler «Cenab-ı Hak bir ittihad ve hulul olmak­sızın o sesi o ağaçta yaratmıştır» demişlerdir. Bazıları da «O sesi ittihad ve hulul olmaksızın orada yaratmıştır» demiştir. Hz. Musa da bunu sağ taraftan veya bütün cihetlerden işitmiştir.

Eş'ari ile Gazali'ye göre Hz. Musa, Allah'ın kadim ve nefsi kelâmını ses ve harf olmaksızın dinlemiştir. Bu tıpkı keyfiyet ve kemiyetsiz olarak Allah'ı görmek gibidir.

Hasan Basri «Cenab-ı Hak kelâm ile değil vahy ile Hz. Mu­sa'yı çağırmıştır» demiş, fakat bu tevili büyük alimler kabul et­memişlerdir. Çünkü bu, ayetin zahirine ters düşer. Eğer durum buysa Hz. Musa'ya peygamberler arasında «Kelimullah» demenin ne mânâsı kalır. Hz. Musa'nın Allah'ın ezelî sesini harfsiz ve savt-sız dinlediği hükmüne gelince, bu ihtisasın nedeni açıktır:

Hz. Musa'nın bu kelâmın Allah'tan olduğunu nasıl bildiğine gelince, bu zaruri olmuştur. Cenab-ı Hak onda bu bilgiyi yarat-mıştır. Bazıları «Mucize ile oldu» demişlerdir. Mutezile «Mucize ile olması gereklidirn fikrini ileri sürer. Bazıları tayin etmişler, bazıları da tayin etmemişlerdir. İddialarına göre zaruri ilmin hu­sulü teklife ters düşmektedir.

Ayetin metnindeki «Cann» kelimesi gözü sürmeli yılan de­mektir. Evlerde çok görülür. İnsanlara herhangi bir zararı dokun­maz.

«Vella mudbiren», yani korkudan kaçtı ve arkasına dönüp bakmadı. Ayetin metnindeki «Usluk» emri «Elini koynuna sok» demektir. «Rahb» kelimesi korku anlamına gelir. Korkudan ötürü kanadını kendine yapıştır. Mücahid ve İbn Zeyd derler ki «Cenab-t Hak burada Hz. Musa'ya pazulannın yapıştırılmasını emrediyor ki böylece korkusu azatsın. Zira insan korktuğu zaman bunu ya­parsa kalbi kuvvet bulur.»

Es Sevri, «Hz. Musa, başına bir kötülük gelir korkusuyla kaç­tı» demektedir.

«KanaUdan maksat, eldir. Çünkü insanın iki eli kuşun iki kanadı mesabesindedir. İnsanoğlu sağ elini sol koltuğunun altına soktuktan sonra kanadını kendisine yapıştırmış gibi olur. İkinci bir ihtimal daha vardır ve şöyledir: Kanadın yapıştırılmasından maksat, gücünü göster ve nefsine hakim ol. Asâ ejderhaya dönüş­tükten sonra sebat göster ki korku olmasın.

Hz. Musa'nm «Beni öldürmelerinden korkuyorum» demesi, Cenab-ı Hak'km korumasını ve takviyesini talep etmektir. Böyle­ce asaleti tam manâsıyla tebliğ edebilirdi. Yoksa kendisini pey­gamberlikten affetmesini talep etmiş değildir. [23]

Meal

 

36- Musa  onlara  apaçık ayetlerimiz   (mucizelerimiz) le ge­lince onlar «Bu uydurulmuş bir sihirden başka bir şey değildir. Geçmiş atalarımız arasında böyle bir şey işitmedik» dediler.

37- Musa:  «Benim Rabbim kimin kendi katından hidayet getirdiğini ve hayırlı neticenin kimin olacağını herkesten daha iyi bilir. Zalimler umduklarına eremezler» dedi.

38- Firavun da; «Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir  mabud olduğunu bilmiyorum. Ey Haman!   Benim için ateş yakıp, balçıktan tuğla yap. Bana bir köşk yap ki Musa'nın ma­buduna çıkayım. Ben Musa'yı yalancılardan zannediyorum» dedi,

39- O (Firavun.) ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyük­lük tasladılar. Bize  döndürülmeyeceklerini sandılar.

40- Bunun üzerine hem onu hem de askerlerini tutup de­nize döktük. Zalimlerin akıbeti nasıl olur, görüyorsun!

41- Biz onları cehenneme çağıran Önderler yaptık, Kıyamet Günü onlara asla yardım edilmeyecektir.

42- Bu dünyada onların arkalarına bir lanet taktık. Kıya­met Günü'nde ise onlar çirkinleştirilenlerdendirler.

43- Andolsun biz ilk nesilleri yok ettikten  sonra Musa'ya basiretler  (açık ayetler) ve bir hidayet ve rahmet olmak üzere Kitab'ı  (Tevrat'ı)  vermişizdir.   Umulur ki   onlar  nasihat kabul ederler. [24]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(36-43)   «Musa onlara apaçık ayetlerimiz...)} Bu Ayetlerin Tefsiri

36.  ayetin metnindeki «Muftera» kelimesi uydurulmuş sihir anlamındadır. Yani onlar Musa'ya «Bu bir sihirdir. Onu başkasın­dan öğrenmişsin. Sonra da onu Allah'a nisbet ediyorsun» demiş­lerdir. Bazılar) «İftiradan maksat göz boyamak demektir» derler. Yani sihirdir, bir hakikat değildir.

37.  ayetteki «Ed-Dar» dan maksat, dünyadır. Yani dünya evin­de kimin güzel bir sonucu olacağını Allah daha iyi bilir. Burada «Mutlak sonuç»tan güzel sonuç kastedilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak kullarını mutlak sonuca değil, güzel sonuca davet ediyor. Onlar­da güzel sonuca irşad edecek akıllar yaratmıştır. Sanki bu güzel sonuç bütün kullardan istenilmektedir. Bu, kulların yaradılışının da nedenidir.

«Muhakkak ki zalimler felah bulmazlar», yani umduklarım elde edemezler. Sakındıkları azaptan kurtulamazlar. Bu, Hz. Mu­sa'nın sözüdür. «Çamurun üzerinde ateşi yak»tan maksat, kire­mitleri yap demektir. «Sarh» ile maksat yüksek kule, büyük bina demektir. «Bana bir köşk yap» ifadesi onun bunu yaptığına delâ­let etmez. İbn'ul-Munzir, İbn Cüreyc'den şöyle rivayet ediyor: «Ki­remit sanatım ve ondan binalar yapılmasını ilk başlatan Fira-vun'dur.»

Yine aynı zat Katade'den şöyle rivayet eder: «İlk çamuru pi­şirip kiremit haline getiren Firavun'dur ve onunla kendisine ku­le şeklinde bir köşk yapılmıştır.» [25]

 

Haman Kim Dir?

 

Haman, Firavun'un veziriydi. Onu ismiyle çağırmaması o da dahil hiç kimseye Firavun tarafından kıymet verilmediğini gös­termektedir.

39. ayetteki «El-Ard» kelimesi, müfessirlerin çoğuna göre Mı­sır topraklarıdır. Bazı müfessirler, göğe karşı olan yer demek ol­duğunu söylemişlerdir. Aynı ayetin metnindeki «El-hak» ile mak­sat, istihkaktır. Onların bu görüşleri bâtıldır ve müstehak olma­dıkları halde bu şekilde davranmışlardır.

40. ayetin metnindeki   «Biz onları denize attık»   tabirinden maksat, onları denizde boğduk demektir.

42. ayette geçen «La'neten» kelimesi kovmak, uzaklaştırmak veya lanet edenler tarafından onlara lanet okumak demektir. Çün­kü melekler durmadan onlara lanet ediyorlar, müminler de selef­lerinden öğrenerek onlara lanet okuyorlar.

Aynı ayetteki «Makbuhin» kelimesi hakkında Ebu Ubeyde ve Ahfeş «Onları helak olanlardan kıldık» demişlerdir. İbn Abbas «Onları yüzleri ve fizyonomileri çirkinleştirilmiş, yanmış kimse­ler kıldık» der.

Bu ayet açıkça delâlet eder ki Firavun Kıyamet Günü'nde kur-tu'mayacak ve lânetlenecektir. Dünyada ve Ahiret'te Allah'ın rah­metinden uzaklaştırılmıştır. Çünkü zamirler Firavun ile ordula­rına racidir.

«Musa'dan önce helak edilen nesiller» ile kastedilen Nuh'un, Hz. Salih ve Hz. Lut'un kavimleridir. Hz. Musa'nın onlardan son­ra geldiğini haber vermek, Tevrat'ın şiddetli ihtiyaçtan sonra na­zil olduğuna işaret etmek içindir. Dolayısıyla insanların Kur'an'ın indirilişine ihtiyaç duyacaklarına da telmihte bulunulmaktadır. Çünkü geçmiş nesillerin helak edilmesi, o devirlerdeki şeriatların bütün alâmetlerinin munderis olmasına, eserlerinin tamamen or­tadan kalkmasına sirayet eder. Bu da âlemin nizamının karmaka­rışık, ümmetlerin hallerinin fasid ve yeni bir şeriata ihtiyaç bu­lunduğunu takrir etmektedir.

43. ayette geçen «Besaira» kelimesi basiret kelimesinin çoğu­ludur. Aynı ayetteki «Nas» kelimesinden maksat da Hz. Musa'nın ümmeti veya onlar ile onlardan sonra gelen insanlardır. Tevrat'ın Rasûl-ü Ekrem'e ümmet olanlar için basiretler olması onları Ra-sûîullah'ın hak peygamber olduğuna irşad etmesinden ileri gelir jj veya ilimlerine ilim ekler.                                                                  S

Bu cevaba şöyle itiraz edilmiştir: O takdirde bu ayet Tev- £ rafın mütalaa ve onun içerisindeki ilimden istifade edilmesini ge- | rektirir. Halbuki Hz. Ömer (sahih bir hadiste sabit olduğuna gö- | re) Rasûlullah'tan «Bana isin ver, Tevrat'tan bazı bölümleri oku- | yayım ve ilmime ilim ekleyeyim» demiş ve Rasûlullah, mübarek | yüzünde farkedilecek şekilde öfkelendikten sonra şunları söyle- £ mistir: «Eğer Musa hayatta olsaydı bana tâbi olmaktan başka bir g şey yapamazdı.» Bunun üzerine Hz. Ömer o parçalan atar ve piş- E man olur.                                                                                    

Cevap olarak şöyle deniliyor: Basûlullah'ın bu Öfkesi o gün yahudilerin elindeki Tevrat'ın muharref olması ve o Tevrat'ta faz­lalık ve eksiklikler bulunması nedeniyledir. Yoksa Hz. Musa'ya inen Tevrat'ın kendisinin okunması menedilmiş değildir. Üstelik insanlar o zaman küfürden yeni çıkmışlardı. Eğer Tevrat'a müra­caat etmek ve onu mütalaa etmek o zaman ruhsatlı kıknsaydı büyük bir fesada yol açardı. Binaenaleyh Rasûlullah'ın onun okun­masını menetmesi İslâm'ın yeniliğinden, müslümanların küfürden yeni çıkmış olmalarından ileri gelmiştir. Bu da Tevrat'ın haddi zatında basiretler oluşunu iptal etmez. Rasûl-ü Ekrem'in hak pey­gamber olduğuna irşad eden ayetlerden hali olmasına yol açmaz. Tevrat'a müracaat etmenin caiz olduğuna dair delillerden biri de şu ayettir: «De ki: Tevrat'ı getirin.. Eğer doğru iseniz onu oku­yun.» [26]

 

Muharref Tevrat'ı Okumak Haram Mıdır?

 

Ehl-i Kitap'tan Abdullah bin Selâm ve Kâb'ul-Ahbar gibi ye­ni müslüman olan yahudiler Tevrat'tan haberler naklediyorlar­dı. Bunu ve bunun dinlenmesini İslâm'ın büyük alimlerinden hiç kimse menetmemiştir. O alimlerin naklettiğini dinlemek ile Tev­rat'ı okumak arasında fark yoktur. Alimlerden çoğu, yahudileri ilzam etmek ve Tevrat'ın Rasûl-ü Ekrem'in peygamberliğini ispat eden bazı ibarelerini alıp onu susturmak için Tevrat'ı okumuşlar­dır. İbn Hacer el-Heytemi'nin Tuhfe'sinde alim olmayan bir kim­senin Tevrat ve benzeri kitapları mütalaa etmesinin haram oldu­ğu söylenmektedir. İster onun değiştirilmiş olduğunu bilsin, is­terse ondan şüphe etsin. Bu fetva tahkike en yakın fetvadır. Bu­gün yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ı tetkik eden bir kimse hepsinin değilse de çoğunun değiştirilmiş olduğunu görür ve ço­ğunun Kur'an'da bildirilen haberlerle uyuşmadıklarını müşahede eder. Bu konuda en güvenilir fetva budur. [27]

 

Meal

 

44- (Ey Rasûlüm!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz zaman sen   (Tur'un)  batı tarafında hazır bulunmuyordun ve  (o hadise­yi) seyredenlerden de değildin.

45- Fakat biz (Musa'dan sonra)  nice nesilleri varettik. On­ların üzerinden uzun zamanlar geçti.   (Ey Rasûlüm!)   Sen Med-yen halkı arasında bulunup da onlara ayetlerimizi okuyor değil­din. Lâkin seni peygamber olarak gönderen biz olduk.

46- (Ey Rasûlüm!)   Biz  (Musa'ya)  seslendiğimiz zaman da sen Tur'un yanında bulunmuyordun. Aksine senden önce kendi­lerine  uyarıcı   (peygamber)   gelmemiş bir   kavmi   uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin.

47- Eğer ellerinin yaptığından dolayı onlara isabet eden bir musibet geldiğinde  «Ey Rabbimiz!   Ne  olurdu bize  bir peygam­ber gönderseydin de ayetlerine uysaydık ve müminlerden olsay­dık» diyecek olmasalardı  (peygamber göndermezdik).

48- Onlara  katımızdan  hak   (peygamber)    gelince   dediler ki:   «Musa'ya verilen gibi ona  da verilmeli  değil miydi?».  Oysa daha önce Musa'ya verileni inkâr etmemişler miydi? Onlar «Bu ikisi   (Musa ve Harun)   birbirini  destekleyen iki sihirbazdın) ve «Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz» demişlerdi.

49- (Ey Rasûlüm!)  De ki: «Eğer doğru iseniz, Allah'ın ka­tından, bu ikisinden   (Kur'an ve Tevrat'tan)  daha doğru bir ki­tap getirin de ben ona uyayım!»

50- Eğer onlar şana cevap veremezlerse bil ki onlar sadece nevalarına uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın hevâsına uyandan  daha sapık kim olabilir? Allah  zalim kavmi kesinlikle doğru yola iletmez. [28]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(44-50)   «{Ey Rasûlüm!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz za. man...»Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu ayetler Kur'an'm kendisine insanların çok muhtaç olduğu bir devrede tıpkı Tevrat'ın nazil olması gibi, nazil olduğunu açık­lamak üzere gelmişlerdir.

Ayetin mânâsı şudur: Ey Muhammedi Sen dağın batı tarafın­da veya Mikat'in vaki olduğu batı tarafındaki mekânda bulunmu­yordun. Cenab-ı Hak'm orada Tevrat'ın levhalarını Hz. Musa'ya verdiğini de görmedin.

44. ayetin metnindeki «El-Emm kelimesi ile Allah'ın ahdi kastedilmektedir. Aynı ayetteki «Kadeyna» fiili «Muhkem kıldık», yani vahy göndermek, Tevrat'ı indirmek suretiyle onun peygam­berlik emrini muhkem kıldık demektir.

«Sen şahitlerden değilsin», yani Hz. Musa'ya vahy geldiği an­da orada hazır olanlardan değildin. Veya Hz. Musa'ya gelen vah­yin şahidi olan o yetmiş kişiden biri değildin. «Şahit» kelimesi burada ya bulunmak (hazır olmak) mânâsına gelen şehadet kö­künden veya şahitlik (görmek) mânâsını ifade eden kökten gel­miştir.

Bazıları «Şahitlerden maksat meleklerdir» demiştir. Sanki Rasûlullah'a şöyle denilmektedir: «Sera batı tarafında hazır değil­din, biz Musa'ya peygamberliği vahy ile muhkemleştirdik. Allah'ın emriyle peygamberlere vahy getiren meleklerden de değildin. Ora­lar başkasının muttali olmadığı hadiselere muttali olurlar. Sen onlardan da değildin ki Hz. Musa'nın başından geçenleri bilesin ve halka haber veresin.»

Ayetin hulâsası şudur: Ey Muhammed! Sen orada hazır bu­lunmuyordun ki bunu bilesin. Biz vahy göndermek suretiyle sa­na bunu öğrettik. Vahy gelmesinin nedeni de zamanın uzaması, diğer peygamberlerin getirdiği şeriatların bozulması, haberlerin kaybolması ve unutulmasıdır.

Ayetin metnindeki «Saviyen» kelimesi «Mukim» demektir.  «Biz Musa'ya seslendiğimiz zaman sen bu dağın kenarında değil-dina. Yani «Ey Musa! Ben Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» dedi­ğim zaman, sen orada değildin. Onu peygamber kılıp, Piravun'a gönderdiğimiz zaman da sen orada değildin. Lâkin biz seni Kur' an'la gönderdik. O Kur'an bunları ve başka hadiseleri belirtmek­tedir. Bu senin ve insanlar için bir rahmetten ötürüdür. [29]

 

Rasûlullah'tan Önce Araplar'a Peygamber Geldi Mi?

 

«Senden önce kendilerine peygamber gelmeyen bir kavmi kor­kutman için seni gönderdik. Umulur ki onlar ibret alırlar» ayel-tindeki kavimden maksat Araplar'dır. Ayetin zahirinden anlaşılı­yor ki Hz. Peygamber'den önce Araplar'a herhangi bir peygamber gelmemiştir. Fakat burada bu kastedilmemektedir. Çünkü ittifak­la sabit olmuştur ki Hz. İsmail Araplar'a peygamber olarak gön­derilmiştir. Hz. İsmail'in peygamberliğiyle Rasûl-ü Ekrem'in pey­gamberliği arasında uzun bir zaman (ikibin seneden daha fazla) geçtiğinden, onlar Hz. İsmail'in şeriatını unutmuşlardı. Onun ha­berlerine vakıf değillerdi.

Allame İbn Hacer «El Munah'iUMekkiyye» adlı kitabında «Araplar'a Hz. İsmail'den sonra peygamber gelmedi. Hz. İsmail'in peygamberliği de onun ölümüyle son buldu, Hz. İbrahim ile diğer peygamberler Araplar'a gönderilmemiştir. Sanki Hz. İsmail'i az buldukları için onun vefatından sonra peygamberliğinin hükmü­nün kesilmesinden dolayı, bu uzun zaman, Araplar'a hiçbir pey­gamber gönderilmemiş gibi kabul edilmiştir.»

Bazı kimseler «Hz. Musa ile Hz. İsa İsrailoğulları'na peygam­ber olarak gönderildikleri gibi Araplar'a da gönderilmişlerdir. Bu­rada «Senden önce peygamber gelmemiştir» şeklindeki hüküm­den maksat, Hz. İsa ile Hz. Peygamber arasındaki fetret devre­sidir» derler. Buhari'nin Selman-ı Farisi'den rivayet ettiğine göre bu fetret devresi 650 senedir. Birçok kitaplarda 550 sene olduğu kaydedilmektedir, Hz. Peygamber ile Hz. İsa arasında bir pey­gamberin gelmediği sabittir. Nitekim Rasûl-ü Ekrem'in bu husus­ta «Benimle İsa arasında herhangibir peygamber yoktur» şeklin­de bir hadisi vardır.

Bazı alimler «RasûLü Ekrem'le Hz. İsa arasında dört pey­gamber vardı. Üçü İsrailoğulları'ndan, biri de Araplar'dandı. Arap olan zat Halit bin Sinan'dım derler. Bazıları da «Bunlardan mak­sat Rasûlullah'ın muasırı olan Araplar'dır. Çünkü Rasûl-ü Ek­rem'in uyarısı sadece onlar için bir anlam taşır. Onlardan önce gelen eslaf ve ecdad için değil» derler. Bu daha açık bir yorumdur.

Tefsircilerden bir guruba göre «Biz ona seslendiğimiz zaman sen Tutun kenarında değildin» ayetinden maksat, Ümmet-i Mu-hammed'le ilgili olan konulardaki seslenmedir ve bu.hususeta bir­çok eser rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi El-Feryadi'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadistir: «Ey Muhammed ümmeti!

Benden istemeden Önce size verdim. Bana yakarmazdan Önce duanızı kabul ettim diye Ümmet4 Muhammed'e nida edilmiştir.» (Hadisi İbn Merduveyh, başka bir vecihe binaen Ebu Hureyre'­den merfu olarak rivayet etmiştir).

47.  ayetteki «Musibet» ten maksat, Ebu Müslim'den rivayet edildiğine göre, dünya ve Ahiret azabıdır. Bazıları da «Köklerini kazıtıcı azaptır» demişlerdir. Birinci  Levla'nm cevabı mukadder­dir: Eğer onlara elleriyle kazandıklarından ötürü musibet isabet etmeseydi seni peygamber olarak göndermezdik!

«Fakat onlara tarafımızdan hak gelince» cümlesindeki zamir, Rasûlullah'ın döneminde mevcut olan Mekke ehline ve ondan sonra gelen cemi zamirlerinin tamamı da onlara racidir. El-Hak'-tan maksat, hak olan iştir ve o da Hz. Peygamber'e inen Kur'ari'-dır.

48.  ayetin metninde geçen «Sihranî» kelimesi mukadder bir mübtedanm haberidir. Yani «Hz. Muhammed'e ve Hz. Musa'ya verilen Kitap   (Kufan ve Tevrat)  iki  tane sihirdir» demişler ve «Birbirini tasdik etmek suretiyle yardımlaşıyorlar» diye de ilave etmişlerdir. Bunun nedeni, Mekkeliler'in, bir grubu, bir bayram­larında yahudi ileri gelenlerine göndermeleridir. Onlar Rasûlul­lah'ın durumunu onlardan sordular. Yahudiler:  «Biz O'nu sıfa­tıyla Tevrat'ta bulmaktayız» dediler. Mekke heyeti memleketleri­ne dönüp yahudilerin söylediklerini onlara ilettiklerinde onlar da bu sözlerini söylediler.

«Muhakkak ki Allah zalim olan kavmi doğru yola iletmez». Yani hevâya tâbi olmak ve apaçık Hak'ka hidayet eden ayetlerden yüz çevirmek suretiyle nefislerine zulmedenlere Allah hidayet et­mez. [30]

 

Meal

 

51- Andolsun biz, onlar için nasihat kabul ederler diye sö­zü (vahyi) ardısıra getirdik.

52- Kur'an'dan  önce kendilerine Kitab'ı verdiklerimiz Kur' an'a iman ederler.

53- Kur'an onlara okunduğu zaman onlar «Biz ona inandık. O Rabbimiz  tarafından  indirilmiştir.   Hak   (bir  söz) dür.   Bizler bundan önce de müslüman olmuştuk» derler.

54- İşte onlar var ya! Onlara sabırlarından dolayı iki kere mükâfat verilecektir. Onlar iyilikle fenalığa karşı gelirler. Rizık olmak üzere verdiğimiz şeylerden  (hayra)   sarfederler!

55- Onlar uygun olmayan bir sözü  işitince  (olgunluk gös­tererek)   ondan  yüz çevirirler ve  «Bizim  amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size. Selâm üzerinize olsun.  Biz kendini bilmezlerin (sohbetini)  istemeyiz» derler.

56- (Ey Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fa­kat Allah dilediğini hidayete erdirir ve o hidayete erecekleri her­kesten daha iyi bilir.

57- Onlar «Eğer seninle beraber doğru yola uyarsak yurdu­muzdan atılırız» dediler. Biz onları, emniyetli ve tarafımızdan rı-zık  olmak  üzere kendisine her çeşit  ürünün   taşındığı  Harem'e yerleştirmedik mi? Fakat onların pek çoğu (bunların Allah tara­fından geldiğini) bilmezler.

58- Biz nice kasabalar (ahalisini) helak ettik ki ahalisi mü­reffeh  hayatlarından  ötürü  şımarmıştı.   İşte  konaklan  kendile­rinden sonra bomboş duruyor. Orada pek az kimse oturmuştur. (Onlara) biz varis olduk.

59- Raobin  ana merkezlerinde    ayetlerimizi   okuyacak  bir peygamber gönderinceye kadar o memleketleri helak edici değil­dir. Biz halkı zalim olan memleketlerden başkasını da helak edi­ci değiliz. [31]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(51-59) «Andolsun biz onlar için, nasihat kabul ederler...» Bu Ayetlerin Tefsiri

51.  ayetin metninde gelen «Vessalna» fiili kopan parçaları bir­birlerine eklemek mânasını ifade eder. Zamir Mekke ehline raci-dir. Ayetin mânâsı şudur: Andolsun, biz Kur'an'ı hikmet nasıl ik­tiza ediyorsa o şekilde Mekkeliler'in üzerine indirdik.

Veya, vaad ile vaid, kıssalar ve ibretler, mevizeler ve nasihat-lar olarak peşpeşe onu gönderdik. Bazıları da «Biz onlar için Ahi. ret haberini dünya haberine bağladık. Sanki onlar Ahiret'i gözle görmüş gibi oldular» anlamını vermişlerdir. Ahfeş'e göre ayetin mânâsı, biz onlar için sözü tamamladık demektir.

52.  ayetin   metnindeki   «Min kablihi»   kelimesindeki   zamir, Kur'an'a racidir. Yani Kur'an'ın gelmesinden Önce onlara Kitab'i verdik.

«Kitab'ı verdiklerimiz Kur'an'a iman ederler.»

Bazı müfessirler «Gerek «Kablihi» kelimesindeki zamir, ge­rekse «Bihi» tabirindeki zamir Rasûlullah'a racidir» demişlerdir. Bu takdirde kendilerine kitap verilenlerden maksat, İbn Abbas'ın yorumuna göre mutlak olarak ehli kitaptır. Bazıları «Onlar Ebu Rifaa ve arkadaşı olan on yahudidir. Bunlar iman ettiler ve iman ettikleri için eziyete tabi tutuldular» demiştir.

«Onlara Kur'an okunduğunda, bu Allah'ın kelâmıdır. Hak ol­duğunu bildiğimiz kelâmdır. Biz o inmeden önce de müslüman idik derler.»

Bu ayet onların Hz. Muhammed'e ve Kur'an'a iman etmele­rinin Kur'an'm inişinden önceki zamana rastladığını gösterir. Çün­kü onlar Peygamber'in zikrini geçmiş kitaplarda görmüşlerdi. On­lar Kur'an inmezden önce de İslâm dini üzerinde idiler. Onların Kur'an gelmezden önce ona icmalen iman etmeleri kâfidir.

Gerek Keşşafta gerekse El-Bahr'da «İslâm her muvahhidin ve vahidi tasdik edenin vasfıdır. İslâm sadece bu ümmetin özel­liklerinden değildir» denilmiştir. Burada İslâm'dan inkıyadın (itaat etmek) kastedümesi mümkündür. Yani biz Kur'an'ın nü­zulünden önce de Allah'ın hükümlerine inkıyad etmiştik. O hü­kümleri üzerimize inen kitap bize belirtmektedir. Onların bir kıs­mı da Kur'an'a iman etmektir. Binaenaleyh biz Kur'an'a Kur'an gelmezden önce iman etmişizdir. Bu sıfata sahip olan ehli kitaba ecirleri iki defa verilir. Birincisi Kitab'a (Tevrat'a), ikincisi Kur'­an'a iman ettiklerinden ötürü verilir.

«Onlar hasene ile (taatle) seyyieyi (masiyeti) defederler». Çünkü hasene seyyieyi siler. Basûlü Ekrem, Muaz'a «Seyyie'nin arkasından hasene getir ki onu silsin» demiştir.

Bazı müfessirler «Onlar halimlik sıfatıyla eziyeti silerler» de­mişlerdir. İbn Cübeyr «Onlar emri bilmaruf ile münkeri silerler» derken İbn Zeyd «Hayırla şerri silerler» demiştir.

«Onlar îağvi dinlediklerinde», yani düşük sözleri dinlediklerinde.  Mücahid  «Eziyyet ve sövçüîeri  dinlediklerinde» derken, Dahhak «Şirki dinlediklerinde» der.

«Selâm üzerinize olsun» sözünü tevdi' için söylemişlerdir. Tahiyye değildir. İster tevdi isterse mutarefe için olsun ayette ilk olarak kâfire selâm vermenin caiz olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Cessas'm iddiası yersizdir. Zira «Selâm üzerinize oh sun» sözü onlara veda edip ayrılmak mânâsını ifade eder.

55. ayetin metnindeki «La Nebtağî» fiili mütarekeye davet edenin (veda edenin) açıklamasıdır. Yani biz cahillerin sohbetini istemeyiz. Onlarla muhalefet etmeyi (karışmayı) irade etmeyiz.

«Ey Muhammedi Sen sevdiğini hidayete iletemezsin. Fakat Allah dilediğini hidayete iletir», yani sen her sevdiğini İslâm'a sokmaya muktedir değilsin. Çünkü sen kulsun. Onların kalbine hangi mührün basılmış olduğunu bilemezsin. Fakat Cenab-ı Hak dilediğini İslâm'a soluna kuvvetine sahiptir. Çünkü o bilir ki onun kalbine herhangi bir mühür vurulmuş değildir.

Burada İslâm'a sokmanın kudreti Rasûl-ü Ekrem'den alınmış ve bu «Allah dilediğine hidayet eder» cümlesinde Allah için ispat edilmiştir.

Bu ayet Rasûlullah'a bir teselli olsun diye sevkedilmiştir. Çün­kü Easûl-ü Ekrem kavmini sever, onların herkesten daha fazla iman etmeleri için gayret gösterirdi. Fakat buna rağmen tam ma­nâsıyla muvaffak olamamıştı. Zira onlar bâtıl dinlerinde ısrar et­tiler. Haberlerin çoğu bu ayetin Ebu Talib hakkında nazil oldu­ğunu göstermektedir.

Ebu Sehl es-Serri bin Sehl, îbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «Bu ayet   Ebu Talib hakkında nazil oldu.   Rasûl-ü Ekrem onun müslüman olması için ısrar etti. O da müslüman olmaya yanaş­madı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.»

Ebu Talib'in müslüman olma meselesi ihtilaflıdır. Müfessir-lerin icmaını —ki ayet onun hakkında nazil olmuştur— hikâye et­mek doğru olmaz. Zira Şiiler ve onların müfessirlerinden birçok kimse Ebu Talib'in İslâm ile müşerref olmasına kaildirler. Onlar Ehli Beyt'in bu husustaki icmaını nakletmektedirler. «Ebu Talib'­in müslüman olmadığı hususunda müslümanların icmaı vardır» diyen bir kimse Şiilerin rivayetlerine önem vermemiş demektir. Ebu Talib müslüman olmamışsa dahi onun aleyhinde konuşulma­sı uygun değildir. Çünkü bununla Hz. Ali'nin soyundan gelen in­il sanlar eziyet görür. Belki Raiûl-ü Ekrem dahi eziyet görür. Çünkü birçok rivayetlere göre Rasûl-ü Ekrem onu seviyordu. İhtiyat da-ğ|     ha evlâdır. Zira bir göz için bin göz sevilir.

57. ayetteki «Nutehattef» füli «Biz memleketimizden çıkartı­lacağız» demektir. Bu ayet Hars bin Osman bin Nevfel bin Abdi Menaf hakkında nazil olmuştur. Çünkü Rasûl-ü Ekrem'e gelerek U «Biz biliyoruz, sen hak üzerindesin. Fakat sana tâbi olursak, kor­karız ki Araplar bize muhalefet ederler. Biz ise Araplar'a nisbe-ten bir başın yemesi kadarız. Onlar bizi memleketimizden çıkarır­lar» demişti. İşte bunun üzerine Cenab-ı Hak onların bu fikirle­rini reddetti. «Biz onları korumadık mı? Memleketlerini emniyet sahibi bir harem olarak kılmadık mı?». Bu da o memlekette bu­lunan Kabe hürmetinedir. Araplar Kabe etrafında ticaret yapar­lardı. Onlar da Mekke'de emindiler.

«Onların çoğu bilmezler», yani onlar cahildirler. Bu işe akıl erdiremiyorlar ve bunu bitmek için de düşünmüyorlar.

ayetin metnindeki «Betıret» fiili mağrur oldular, nimetin

hakkını vermediler, azgınlık yaptılar anlamına gelir. İşte onların memleketlerini bu sebeple tahrip ettik. Sizin seferlerinizde uğradı dığımz memleketleri, gördüğünüz meskenleri (Meselâ Semud'un hicri) bomboş görmenizin sebebi de onların zulümleridir. Onları helak ettücten sonra bazıları müstesna kimse onların yerlerinde durmadı. Yani insanlar az bir zaman orada oturdu. Veya çok az insan orada durur.

59. ayet metnindeki «Ummiha» dan maksat, o kasabaların anası, aslı, en büyüğüdür. Yani o kasabaya, bizim ayetlerimizi tebliğ edecek bir rasûl göndermedikçe diğer kasabaları helak et­meyiz. Evvelâ peygamber gelir, hakkı söyler, onları Allah'a iba­dete teşvik eder. Allah'a muhalefet etmekten korkutur. Onlar pey­gamberleri dinlemezlerse helak olurlar. Peygamberin gönderilme­si hususunda da hüccetleri kalmasın, mazeretlerinin kökü kesil­sin diye böyle olur. Çünkü peygamber gelmezden önce Cenab-ı Hak onları azaba tabi tutsaydı «Niçin bize peygamber gönderme-din? Gönderdeydin ayetlerine tâbi olurduk» diyebilirlerdi.1

Peygamberin ana merkeze gönderilmesinin hikmeti oradaki insanların daha zeki olacağı, daveti daha tez kabul edecekleri dü­şüncesidir.

Abd bin Humeyd, İbn Ebi Hatim, Katade'den şöyle rivayet eder: «Umm'ul-Kura» Mekke'dir. O gönderilen peygamber de Hz. Muhammed'dir. O kasabalardan maksat da Rasûlullah döneminde Mekke'ye yakın olan kasabalardır.» [32]

 

Meal

 

60- Size verilen herşey dünya hayatının geçim vasıtası ve ziynetidir. Allah'ın katında olanlar ise daha hayırlı ve daha ka­lıcıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

61- Acaba kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve so­nunda ona kavuşan kimse, kendisine sadece dünya hayatının ge­çici zevkini yaşattığımız ve sonra Kıyamet Günü'nde huzurumu­za getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?

62- (Hatırlat) o günü ki (Allah) onları çağırarak; «Benim ortaklarım   (olduklarını)   iddia ettiğiniz   (batıl  mabudlar)   hani nerede?» der.

63- Aleyhlerinde söz  (ceza)  hak olanlar  (o gün şöyle)   di­yeceklerdir:  «Ey Rabbimiz!   İşte bunlar bizim azdırdığımız kim­selerdir. Kendimiz nasıl azmışsak  onları da Öyle azdırdık.   (On­lardan)  uzaklaşıp sana sığınırız. Esasında onlar bize  tapmıyor­lardı.»

64- (Onlara):  «Ortak koştuklarınızı çağırın»  denir.  Onlar da çağırırlar. Fakat  (çağırılanlar)  kendilerine cevap  vermezler. Ve azabı görürler. Ne olurdu doğru yola girebilselerdi!

65  — (Hatırlat)  o günü ki  (Allah)  onlara nida edip «(Gön­derdiğim)   peygamberlere ne cevap verdiniz?»  diye sorar.

66- İşte o gün onlara haberler kör olmuştur. Onlar birbir­lerine de soramazlar.

67- Fakat tevbe edip, inanan ve salih amelde bulunan bir kimseye gelince umulur ki   muradına ermiş   olanlardan   olsun.

68- (Ey Rasûlüm!)  Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. On­ların ise seçim haklan yoktur. Allah ortaktan münezzehtir ve eş tutmakta oldukları (her şeyden) yücedir.

69- (Ey Rasûlüm!)   Rabbin  onların  göğüslerinin gizledik­lerini de açığa vurduklarını da bilir.

70- O' Allah'tır. O'ndan başka mabud yoktur. Başında da sonunda da hamd O'na aittir. Hüküm O'nundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz. [33]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(60-70) «Sise verilen her şey dünya hayatının...» Bu Ayetlerin Tefsiri

60.  ayetin metninde geçmekte olan «şey» kelimesi dünya iş­leri, dünya sebepleri anlamında kullanılmıştır.

«Allah katında olan» dan maksat cennettir, amellerin sevap­larıdır. Bu haddizatında dünya işlerinden çok üstündür. Çünkü ölümsüz bir lezzet, çirkini olmayan bir güzelliktir.

Allah'ın katındaki daha bakidir. Çünkü ebedidir. Sonuçlu bir şey sonucu olmayan bir şeyle nasıl denk olabilir? Bu ayet sanki onların, «Biz sana tâbi olursak Araplar'ın bize saldırmalarından bizi yoketmelerinden korkuyoruz» demelerine verilmiş bir çeşit cevaptır.

61.  ayetin   metnindeki   «Güzel vaad»den    (Va'den hasenen) maksat cennet ve oradaki katıksız ve daimi nimetlerdir.    Hâzır edilmişlerden maksat, Kıyamet Günü'nde ateş veya azap için ha­zırlanmış kimselerdir. Bu ayet, İbn Cerir'in Mücahid'den rivayet ettiğine göre Rasûl-ü Ekrem ile Ebu Cehil hakkında nazil olmuş­tur. Yine İbn Cerir'in Mücahid'den başka bir tankla rivayet etti­ğine feore bu ayet Hz. Hamza ile Ebu Cehil hakkında nazil olmuş­tur. Bazıları ise bu ayetin genel olarak müminler ile kâfirler hak­kında nazil olduğunu söylemişlerdir.

62.  ayetteki «Ortaklar» ile maksat,  Allah'tan başka tapılan melekler veya insan veya yıldız veya putlar ve başkalarıdır.

63.  ayetteki «El-Kavl» den maksat, sabit olan hükümdür. Bu hüküm  ise «Andolsun, cehennemi cinler ve insanlarla doldura­cağım» ayeti ile diğer tehdid ayetleridir.

«Haklannda hüküm sabit olan ortaklar» dan maksat, şeytan­ların ve kâfirlerin ileri gelenlerinden meydana gelen ortaklardır. Çünkü küfürde onlar asıl sayılırlar. Azaba müstehak olmakta da temeldirler. Cenab-ı Hak bunlar hakkındaki hükmü açıklaması­na rağmen Allah'tan başka taptıkları mabudları açıklamamıştır. Böylece Hz. İsa, Hz. Üzeyr ve melekler gibi taptıkları kimseler bu hükmün kapsamından çıkarılmıştır.

Kendisine tapılanlar, tapanların «Bunlar bizi dalâlete götür­dü» diyeceklerini bildikleri için şöyle demişlerdir: «Ey Rabbimiz! Âzdırdiklarvmız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdır­dık», yani onları dalâlete zorlamadık. Vesveseler ve birtakım ku­runtularla kendimiz nasıl sapmışsak onlan da öyle saptırdık. Zor kullanmadık. Onlar da kendi istekleriyle bizim saptığımız gibi saptılar. Onlar esasen bize ibadet etmiyorlardı. Heva ve hevesle­rine ibadet ediyorlardı. Biz onların ibadetlerinden teberri ederiz.

Onlar Allah'a ortak koştuklarını çağırırlar, fakat o ortak koştukları onlara cevap veremezler. Çünkü cevap vermeye kudret­leri yoktur. Veya Cenab-ı Hak onların ağızlarına mühür vurduğu için, konuşamazlar.

64.  ayette «Onlar azabı görürler» cümlesindeki «Onlar» dan maksat, çağıranlardır.    Yani Allah'a ortak koşanları    çağıranlar azabı görürler. Dahhak «Hem çağıranlar hem de çağırılanlar aza­bı görürler» demiştir.

Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bunu gözle görmüşlerdir. Azabı görmeleri, azabın başlangıcını görmeleri mânâsındadır. Ya­hut azabın kendisini görmüşlerdir. Cenab-ı Hak azabı müşahhas bir hale getirerek kendilerine göstermiştir.

64. ayetin son cümlesinin iki mânâsı vardır:

Yani onlar azabı defetmek üzere herhangi bir hile buseydiler onunla azabı kendilerinden defedeceklerdi. Veya onlar dünyada hidayete gelip kesinlikle Kıyamet Günü'nde azabı görmeyecekler­di.

Onlara haberlerin kör olması, onların haberlere varmaması, haberlerin kendilerine gizli kalması demektir.

Bu haberlerden maksat ya, «Siz peygamberlere nasıl cevap verdiniz?» şeklinde onlardan istenilen haberlerdir, veya genel ha­berlerdir.

«Onlar birbirlerine de sormazlar», yani öyle bir dehşetin içe­risine girmişlerdir ki birbirlerine soramaz hâle gelmişlerdi veya hepsi cehalette eşit olduklarını bildiklerinden dolayı birbirlerine sormazlar.

«Felaha kavuşanlar» dan maksat, Cenab-ı Hak katında istek­lerine erenlerdir.

«Rabbin dilediğini yaratır», yani neyi dilerse ve neyi ihtiyar ederse onu yaratır. O ihtiyarsız Hiçbir şey yaratmaz.

69. ayetteki «Tukinnu» fiili, onların göğüslerinde gözledikleri bâtıl uikadlardır. Rasûlullah'a olan düşmanlıkları Rabbim bilmek­tedir.

Hamd dünyada da Ahiret'te de Allah'a mahsustur. Çünkü bü­tün nimetler O'ndan gelir. Diğerleri sadece vasıtalardır. Hamd bu­rada nimetin karşılığında yapılandır. Ayetin zahirine bakılırsa Ahiret hamdi sadece Allah'a mahsus değildir. Çünkü Hz. Peygam-ber'e de Şefaat-i Kübra'yı yaptığı zaman geçmişlerin ve gelecekle­rin hepsi hamdederler. Birçok müfessir, Allah'a Ahiret'te yapılan hamdden maksat, müminlerin «Bize vaadini doğrulayan Allah'a hamdolsun. Hamd bizden üzüntüyü gideren Allah'a mahsustur. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur» tarzındaki sözle­ridir, Müfessirler «Burada hamd bir külfet, bir ağırlık değil, lez­zet mânâszndadır» derler. Nitekim Müslim ve Ebu Davud'un, ehli cennetin vasıflan münasebetiyle Cabir'den rivayet ettikleri hadi­se göre, ehli cennete nefes almak ilham edildiği gibi, teşbih ve teh-lil de ilham edilecektir.

«Hüküm O'nundur», yani her şeyde geçerli olan, hiçbir kim­senin ortaklığı bahis konusu olmayan hüküm O'nundur.

İbn Abbas «Kullar arasındaki hüküm O'nundur. O taat ehline mağfiretle, masiyet ehline de şekavetle hükmedecektir» demiştir. [34]

 

Meal

 

71- (Ey Basûlüm!) De ki: Acaba düşündünüz mü? Eğer Al­lah geceyi  Kıyamet Günü'ne kadar üzerinizde  aralıksız  devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek bir mabud var mıdır? Hâlâ işitmeyecek misiniz?

72- De ki:  Eğer Allah gündüzü   Kıyamet   Günü'ne kadar üzerinizde aralıksız devam ettirse, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi Allah'tan başka getirecek kimdir? Bana haber verin. Hâ­lâ görmeyecek misiniz?

73- Geceyi  ve gündüzü rahmetinden  dolayı sizin  için ya­rattı ki gecede istirahat edesiniz.   (Gündüzde de)   fazlından rız­kınızı arayasmız. Umulur ki şükredersiniz.

74- (Hatırlat o  günü ki)   Allah onları çağırarak,  «Ortak­larım olduğunu iddia ettikleriniz hani  nerede?» der,

75- Her ümmetten bir şahit çıkarırız ve «Delilinizi ortaya koyun» deriz. İşte o zaman hakikatin Allah'a ait olduğunu an­larlar. (O gün) uydurageldikleri (bâtıl mabudlan) kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.

76- Kânın,   Musa'nın   kavmindendi.   Onlara   karşı   azgınlık etti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü kuv­vetli bir cemaat zor taşırdı. Karun'un kavmi kendisine şöyle de­mişti:   «(Ey  Karun!)   Sakın  şımarma.  Çünkü   Allah şımarıkları sevmez.»

77- «Allah'ın sana verdiğinde Ahiret yurdunu gözet. Fakat dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Kuşkusuz ki Al­lah  bozguncuları sevmez.» [35]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(71-77) «(Ey Rasûlüm!) De ki: Acaba...» Bu Ayetlerin Tefsiri

71. ayetin metnindeki «Eraeytum» fiilinin mânâsı, «Bana ha­ber verin» demektir. ({Sermeden» kelimesi ise «daimi» mânâsını ifade eder.

«Siz işitmiyor musunuz?» cümlesinden maksat anlayacak şe­kilde, açık delille ve birbirlerini takviye eden naslan görmek su­retiyle işitmektir. Böyle işitirseniz Allah'tan başkasının bunu ya­pamayacağını bilirsiniz.

«Görmüyor musunuz?», yani Allah'ın kâmil kudretine delâ­let eden ve ortaya konulan bunca delile rağmen görmez misiniz? Eğer görürseniz Allah'tan başkasının buna güç yetiremeyeceğine vakıf olursunuz.

-V Zemahşeri Keşşafta, «Cenab-ı Hak Önce, gecenin daimi ol-

maşım, sonra da gündüzün daimi olmasını zikretmiştir.    Çünkü gece, (dediklerine göre) şer'an ve örf en gündüzden evveldir» der. [36]

 

Çalişmaya Teşvik

 

73. ayette çalışmanın medhine işaret vardır. Zira bir hadisde şöyle varid olmuştur: «Kesbedici, Allah'ın habıbidir». Bu bakım­dan, kesb hiçbir zaman tevekküle ters düşmez. Kesbin vasıtasıyla kulun eline geçen, Allah'ın fazlıdır. Ancak bu çalışma neticesin­de onu vermek Allah'a vacib değildir.

75. ayetin metnindeki «Neza'na» fiili «Süratle çıkardık» de­mektir. Yani her ümmet arasından onların aleyhinde olanlara şa­hitlik yapacak bir şahit çıkardık. Şahit o ümmetin peygamberidir. Nitekim bu görüş Mücahid ve Katade'den rivayet edilmiştir. Ay­rıca «Biz her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve seni de onlar üzerine şahit olarak getirdiğimizde nasıl olacaktır?» ayeti bunu desteklemektedir. Fakat bu Kıyamet'in bir durumunda böyledir. Başka bir durumda peygamberlerden başka bir şahidin getiril­mesi ile bu birbirine ters düşmemektedir.   Peygamberler dışında şahit olarak getirilenler Hz. Muhammed'in ümmeti ve meleklerdir. Çünkü Cenab-i Hak başka bir ayette: «Peygamberler ve şahitler getirildiler» diye buyurmuştur. Bu ayet delâlet eder ki şahitler peygamberlerden başkalarıdır. Zira matuf, üzerine atıf yapılanın aynısı olamaz.

75. ayetin metnindeki «Dalle» fiili kayboldu mânâsını ifade eder. Yani onların dünyada batıl olarak yapmış oldukları iftira­lar kendilerinden kaybolur. [37]

 

Karun Ve Hazîneler!

 

76 ve 77. ayetler Karun'u konu edinmektedir. Kânın, İsrail-oğullan'ndandı. İbn Atiyye «Bu noktada ittifak vardır» der. Onun Hz. Musa'ya yakınlığı konusunda ihtilaf vardır, ibn Abbas, îbn Cüreyc, Katade ve İbrahim en-Nehâî'den gelen rivayete göre o, Musa'nın amcasıdır.

Mecma'ul-Beyan'da Tabersi, Ata'dan, o da îbn Abbas'tan, Ka­run'un Hz. Musa'nın teyzesinin oğlu olduğunu rivayet eder. Mu-hammed bin İshak, «Karun, Musa'nın amcasıydı» der.

Ayet metnindeki «Kunuz», «Kenz» (hazine) kelimesinin çoğu-ludur. İstif edilen mallar demektir. El-Bahr'da Karun'un malla­rına hazineler mânâsına gelen «Kunuz» denilmesinin, onların ze­kâtlarının verilmemesinden kaynaklandığı yazılıdır. Musa ona malların zekâtını vermesini emretti. Fakat o vermedi. Bu durum onun Hz. Musa'dan buğzetmesine sebep olmuştur.

«Mefatihn kelimesi miftahın çoğuludur. Kilitleri açan alet (anahtar) demektir. Süddi «Mefatih'ten maksat hazinelerdir» de­miştir. Dahhak ise bu hazinelerin kabları olduğu fikrindedir. Bu­nun benzeri İbn Abbas ve Hasan Basri'den rivayet edilmiştir.

Bazıları «Mefatih'in tekili mifiah olarak gelir. Çünkü ismi mekândır» demişlerdir.

Ayetin metnindeki «Tenûu», nâe kelimesinden türemedir. Ağır basmak mânâsını ifade eder.

«Usbe» ile kastedilen, büyük bir cemaattir. Özel bir sayı be­lirtmez. Ragıb bu görüştedir. Filologlardan bazıları bu kelimenin sayı belirttiğini söylemiştir. Fakat aralarında ihtilaf vardır. [38]

 

Karun'un Anahtarları

 

Karun'un anahtarlarının sayısı hususunda çok mübalağa ya­pılmıştır. Hayseme'den gelen rivayete göre «Altmış katır yükü kadardı». O anahtarların hiçbiri bir parmaktan büyük değildi. Ve her anahtar bir hazineyi açıyordu.

Yine Hayseme'den gelen bir rivayette «Karun'un anahtarları deridendi. Her anahtar bir hazineye aitti. Onlar biraraya getiril­diğinde yetmiş katıra yüklenirdi» denilmektedir.

Ebu Hayyan El-Bahr'da, «Anahtarların çokluğu hakkında ge-len rivayetlerde yalan ve yalana yakın olanlar vardır. Onun için ben hiçbirini yazmadım» demiştir.

İçinde mübalağa olmayan rivayetlerden biri İbn Abbas'tan gelen şu rivayettir: «Mefatih burada hazineler demektir». Yani Karun'un hazinelerini kırk kişi taşırdı ve dörtyüz bin di, her on-bini bir kişi götürürdü. Bu rivayete binaen halk arasında Karun'­un darbı meselleri hazinelerinden daha fazla yaygındır. Umulur ki ayet onun bunlardan daha fazlasına da mazhar olduğuna işaret etmekte olsun. Ben durumun Hayseme'nin dediği gibi olduğunu sanmıyorum. Ebu Müslim, Hayseme'den daha da ileri giderek şöy­le diyor: «Mefatih'ten maksat ilim ve ihatadır. Tıpkı, «Gaybın anahtarları Allah kalındadır» ayetinde olduğu gibi. Maksat şu­dur: Biz ona hazinelerden o kadar vermiştik ki onları korumak, onların üzerine muttali olmak bir cemaate dahi ağır gelirdi. Yani bu hazineler o kadar fazla ve çeşitli idi ki onları koruyanlar yoru­lurlardı.»

«La tefrah», yani haddini aşma. Çünkü dünya, dünya olmasın­dan dolayı verilmiştir. Dünyayı dünya için sevmek, ona razı ol­mak demektir. Ayrıca bu onun geçici olduğundan gafil olmak de­mektir. Zira onun içindeki lezzetlerden ayrılmak gerektiğini bil­mek üzüntüyü gerektirir.

«Kesinlikle Allah şımarıkları sevmez» cümlesi ilmî bir delil­dir ve dünya ile ferahlanmanın şer'an yerilmiş    olduğunu ifade eder. Dünyanın zatından ötürü onunla tefahur etmek mezraum-dur dedik. Çünkü dünya ile mutlak ferahlanmak bazen Ahiret iş­lerinden birisim yapmaya sebep olur. Böyle bir ferahlanma ye­rilmiş değildir. Allah'ın muhabbeti birçok alime göre bir fiilin sı­fatıdır. Yani Cenab-ı Hak dünya süslerine aldananları, ferahla-nanları ikramına mazhar kılmaz, onlara nimet vermez, onları rahmetine yaklaştırmaz. Onlara buğzeder, onları rezil eder ve hu­zurundan uzaklaştırır. [39]

 

Dünyadaki Nasip Ne Demektir?

 

«Dünyadan nasibini unutma» cümlesine gelince, El-Feryadi ile İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler. Yani dün­yada Ahiret için çalışmayı unutma. (Bu görüş Mücahid'den de rivayet edilmiştir.)

Abd bin Humeyd, Katade'den şunu rivayet ediyor: Yani dün­yadan Allah'ın sana helâl kıldığım al, onu unutma!

Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, «Zevahid'ul-Zühd» adlı ki­tabında Mansur'dan rivayet ederek şöyle diyor: «Unutulmaması emredilen, dünya, arazlardan bir araz değildir. Fakat Ahiretin için dünyada takdim edeceğin nasibini unutma demektir.»

«Allah'ın sana ihsan ettiği gibi ihsan et», yani Allah'ın kulla­rına... Veya şükür ve taat suretiyle ihsan et. Veya Allah'ın sana ihsan ettiğinden ötürü ihsan et.

«Yeryüzünde fesadı (bozgunculuğu) arama. Kesinlikle Allah fesad çıkaranları sevmez.»

Bu öğütleri Karun'a İsrailoğullan'ndan olan mümin kimse­ler yapmıştır, Ayetin zahirinden bu anlaşılıyor. Bazıları bu öğüt­leri Hz. Musa'nın verdiğini söylemişlerdir. [40]

 

Meal

 

78- (Karun:) «Bu (servet) bana bende bulunan bir ilim sa­yesinde verildi» dedi. Acaba o bilmiyor muydu ki Allah kendin­den önceki nesillerden  (kuvvet yönünden) daha üstün, malı top­lamak yönünden daha çok olan kimseleri helak etmiştir? Mücrim­lerden günahları sorulmaz.  (Çünkü Allah sormaya muhtaç de­ğildir) .

79- Bir gün   (Karun)   ihtişam içerisinde kavminin karşısı­na çıktı. Dünya hayatım isteyenler, «Keşke Karun'a verilenin bir benzeri de bizim olsaydı. Hakikat şudur ki o çok büyük bir servet sahibidir» dediler.

80- Kendilerine  ilim  verilen  kimseler ise dediler ki:   «Ya­zıklar olsun size! İman edip salih amel işleyen kimse için Allah'ın sevabı  (ve mükâfatı) daha hayırlıdır. Bu saadete yalnız (taat ve ibadette)  sabredenler kavuşur.

81- Biz hem onu (Karun'u) hem de evini (zelzele ile) yere geçirdik.  O'na Allah'tan  başka yardım eden herhangi bir grup bulunmadı. Kendisi de azaptan kurtulanlardan olmadı.

82- Dün onun yerinde olmayı temenni edenler, «Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı çok, dilediğine az veriyor. Eğer Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı bizi de yerin dibine ge­çirirdi. Demek ki inkarcılar gerçekten iflah olmazlarmış» deme­ye başladılar.

83- Ahiret  yurdunu  yeryüzünde  böbürlenmeyi  ve   bozgun­culuğu istemeyen kimselere veririz. Akıbet  (güzel sonuç)   takva sahiplerinindir.

84- Kirr bir hasene getirirse o kimseye bundan daha üstün bir karşılık vardır. Kim de bir kötülük getirirse o kötülükleri ya­panlar, ancak yaptıkları kadar ceza görürler. [41]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(78-84) (Karun:) Bu (servet) bana bende bulunan,,.» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu ayetlerin 82. ayete kadar olan bölümü Karun'la ilgilidir. Karun'un «Bu servet, bende bulunan bir ilme binaen bana veril­miştir» şeklindeki sözüne gelince, bu ilimden maksat, bazılarına göre Tevrat ilmidir. Çünkü o, Tevrat'ı İsrailoğullan'nın hepsin­den daha iyi biliyordu. Ebu Süleyman Daranı «Bu ilimden mak­sat ticaret ilmidir» demiştir. İbn Müseyyib «Bu ilimden maksat kimya (simya) ilmidir» der. Bazıları «Cenab-ı Hak Hz, Musa'ya kimya ilmini öğretti. Musa da bunu kızkardeşine, kızkardeşi de Karun'a öğretti» derler. Bu sayede Karun kalay ile bakın alıp al­tın yapardı.

Ayetin metnindeki «Kuvvet», maddi kuvvet te, manevi kuv­vet te olabilir. Cem'den maksat mal veya adam çokluğudur. Buna göre ayetin mânası, «İlmin ifade ettiğine, o vakıf değildir ki Al­lah'ın ondan daha kuvvetli, daha zengin kimselerin başına getirdi­ğini bilmiyor. Öyleyse o bununla mağrur olmasın» demektir. Ya­ni Cenab-ı Hak bu ayette onun «Bu malı toplamakta kullandığım bir ilme sahibim» iddiasını reddetmektedir.

«Suçlular günahlarından sorulmazlar» ayetindeki sorulma­mak, «O gün ne bir insan ne de bir cin günahından sorulmaz»

ayetindeki sorulmamaktır. Yani onlara «Sen günah işledin mi iş-lemedin mi?» diye sorulmaz.

«Rabbine yemin olsun ki kesinlikle onların hepsinden soraca. ğız» ayetindeki sual, tevbih (kınama) sualidir. Bu bakımdan ayet­ler arasında bir tezat yoktur. [42]

 

Karun'un Haline Özenenler

 

«O, kavminin yanına ihtişam içinde çıktı» cümlesi, Katade'ye göre şöyle tefsir edilmiştir: «Karun ve askerleri sırtlarında kır­mızı elbiseler olduğu halde dört bin bineğe binmiş olarak çıktı lar. Bunlardan bin tanesi beyaz katırdı. Bineklerinin sırtında kadife çullar vardı.»

Karun ve hizmetçilerinin haline özenenler, müminlerden bir cemaatti. Bunu beşeri fıtratları icabı söylemişlerdi. Çünkü herkes zenginlik ve refah ister. Katade der ki: «Onlar bu dünyalığa özen­diler ki onunla Allah'a yaklaşsınlar. Allah yolunda, hayr yolunda sarf etsinler.»

Bazıları da «Bu sözü söyleyenler kâfirler ve münafıklardır. Onların, Karun'un mahra değil de, onun benzerini temenni etme­li leri gıbtadan ileri geliyordu. Çünkü gibtanın zararı hasedin zara­rından daha azdır.» demişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber'e «Gıpta zarar verir mi?» diye soruldu. Hz. Peygamber de, «O ancak ateşin habta zarar verdiği kadar verir» diye cevap verdi.

<rO büyük bir payın sahibi idin. Bu paydan maksat, Dahhak'a göre, büyük bir servet sahibi olmasıydı. Bazıları «Dünyada büyük || bir nasibi vardı» derken bazıları da «Bahtı, talihi vardı» demek y    olduğunu söy±emişlerdir.

Bu cümle onların önceki temennilerinin nedenidir ve onu desteklemektedir.

İlim erbabı «Yazıklar olsun sise! Allah'ın Ahiretteki sevabı iman eden ve salih amelde bulunanlar için daha hayırlıdır», dedi­ler. Bu ilimden maksat, dünya ve Ahiret halini bildiren ilimdir. Bu ilim sahipleri arasında Hz. Yuşa da vardır. Bazılarına göre, bu ilimden maksat sevap ve ikabm marifetidir. Bazıları «Tevek­külün marifeti», bazıları da «Haberlerin marifetidir» demiştir.

Ayetin metnindeki «Veylekum» ifadesi aslında helâkia bed­dua etmektir. Sonra uygun olmayan şeyden insanı menetmek için kullanılmıştır. Burada ise onları temenniden menetmek için kul­lanılmıştır.

«Buna ancak sabredenler kavuşur» cümlesindeki «Buna» za­miri, daha Önce söylenen söze veya alimlerin konuşmalarına raci-dir. Burada lûgavi mânâ veyahut sevap kastedilmektedir. Fakat sevap mesubet (Cenab-ı Hak tarafından iyilik karşılığında verilen mükâfat) mânâsında olduğu için veyahut sevaptan cennet kaste­dildiğinden dolayı zamir müennes getirilmiştir.

Bazılan «Bu zamir iman ve salih amele racidir. Fakat müen­nes getirilmesinin nedeni, iman ve salih amelin siret veya tarikat mânâsını ifade etmesinden dolayıdır» demişlerdir.

«Buna ancak sabredenler kavuşurlar» cümlesinin mânâsı; an­cak sabredenler bunu fehmederler veya bununla amel etmeye mu­vaffak olanlar anlarlar demektir. Sabredenler, yani taatler üzerin­de, şehvetlerden ve isyanlardan uzak olanlar.

«Biz onu da onun evini de yere batırdık» cümlesi hakkında şunlar söylenmiştir:

İbn Ebi Şeybe «EUMusannef» te, İbn'ul-Munzir, îbn Ebi Ha­tim, Hakim ve İbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder-ler: [43]

 

Hz. Musa'ya Zina İftirasını Atmak Ve Yere Batış

 

«Karun daha önce denildiği gibi Hz. Musa'nın amcasının oğluydu. İlim peşinde koşuyordu. Neticede büyük bir ilim elde etti ve bu durumu Hz. Musa'ya karşı çıkıp ona hased edinceye kadar devam etti. Hz. Musa, Karun'a: «Allah bana zekâtını alma­yı emretti» dedi. Karun.zekâtını vermedi ve îsrailoğullan'na: «Mu­sa sizin mallarınızı yemek istiyor O size namazı ve başka şeyleri getirdi. Siz onları kabul ettiniz. Şimdi mallarınızı ona verip onla­rı yemesini de kabul edecek misiniz?» dedi. Onlar: «Biz bunu ka­bul etmeyiz. Senin görüşün nedir?» deyince, Karun: «Benim gö­rüşüm şudur: İsrailoğulları içinde en fahişe hangi kadın ise ona haber gönderelim. O, Hz. Musa'ya zina iftirası atsın» dedi. Böyle­ce onlar fahişe bir kadına haber gönderdiler ve kendisine, «Mu­sa'nın seninle zina ettiğine dair şahitlik edersen sana istediğini veririz» dediler. Kadın şahitliği kabul etti. Bunun üzerine Karun, Hz. Musa'ya vardı ve dedi ki: îsrailoğulları'nı topla ve Rabbinin emirlerini onlara bildir». Hz. Musa da «evet» dedi ve îsrailoğul-lan'nı topladı. Onlar Hz. Musa'ya, «Rabbinin emrini tebliğ et» de­diler. Hz. Musa: «Rabbim ona ibadet etmenizi, ona hiçbir şeyi or­tak koşmamanızı, sıla-i rahim yapmanızı, şöyle şöyle etmenizi emretti» dedi. Zina hususunda da, «Rabbim,. evli olan bir insan zina ederse recmedilsin emrini verdi» deyince onlar: «O zina eden s&n de olsan hüküm icra edilecek mi» diye sordular. Hz. Musa «evet» dedi. Onlar bunun üzerine Hz. Musa'ya: «Sen zina etmiş* sin» dediler. Hz. Musa: «Ben mi zina etmişim?» deyince onlar da­ha önce ha'^er verdikleri kadını getirdiler. İsrailoğulları kadına «Sen Musa aleyhinde zina konusunda şahitlik eder misin?» dedi*

ler. Hz. Musa da kadına, «Allah ile sana yemin veriyorum, doğru­sunu söyle!» dedi. Kadın, «Madem ki bana Allah adına yemin ver­din, doğrusu şudur:    Onlar beni çağırdılar, bana şu kadar mal verme karşılığında sana zina iftirası etmemi teklif ettiler. Ben şehadet ederim ki sen zinadan uzaksın. Şehadet ederim ki sen Al­lah'ın Rasûlü'sün» dedi.   Bunun üzerine Musa secdeye kapanarak ağladı. Cenab-i Hak, Hz. Musa'ya «Seni ağlatan nedir? Ben yer­yüzünü sana müsahhar kıldım. Yere emret, o sana itaat edecek­tir» dedi. Bunun üzerine Hz. Musa başını kaldırdı ve yere, «On­ları yut» diye emretti. Yer onları dizlerine kadar yuttu. Onlar «Ey Musa, Ey Musa!» diye yalvarıyorlardı.    Hz. Musa, yere   «Onları yut» dedi. Yer, onları bellerine kadar yuttu. Onlar yine «Ey Musa, Ey Musa» diye bağırıyorlardı. Hz. Musa yere yine «Onları yut» de­di. Yer, onları tamamıyla yuttu. Bunun arkasından Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya şöyle bir vahy gönderdi ve «Kullarım senden daima kurtuluşu istediler. Sana yakardılar. Sen onları affetmedin. İzze­time yemin ederim, eğer onlar beni çağırsaydılar onların duasını kabul ederdim» dedi.

82. ayetin başındaki «Esbaha» fiili zahiren bu hadisenin gece­leyin vuku bulduğunu ifade eder ki bu, en korkunç azap şeklidir. Çünkü gece istirahat ve sükun zamanıdır. Böyle bir hadisenin ge­celeyin vuku bulması çok rahatsız edici bir durumdur.

Ayetin metnindeki «Vey» kelimesi pişmanlık mânâsını ifade eder. Yani dün «Karun'a verilenin benzeri bize verilseydi» diyen­ler pişman oldular ve pişmanlıklarını izhar ettiler.

Ahfeş «Vey kelimesine kâf bitişik olursa ismi fiildir. Bu tak­dirde «hayret ediyorum» mânâsını ifade eder» demiştir.

Kisaî, Yunus ve Ebu Hatim'e göre bunun aslı veylekedir. Lam tahfif için hazfedilmiş, o zaman vey kalmıştır. Bu red içindir. Ya­ni insanı sakındırmak için kullanılan bir kelimedir. Bu kavle göre kâf burada mahallen mecrurdur. Vey kelimesi ona izafe edil­miştir.

«Kâfirler felaha kavuşmazlar» cümlesindeki «kâfirler» den maksat, Allah'ın nimetlerini inkâr edenler veya peygamberleri ya­lanlayanlar, peygamberlerin Ahiret sevabı vaadetmelerine karşı çıkanlardır.

«İşte o Ahiret yurdudur», yani o haberini işittiğin, vasfı se­nin kulağına gelen, Ahiret yurdudur.

«Biz bunu yeryüzünde galebe ve tasallut etmeyi irade etme­yenlere, zulüm ve saldırganlığı âdet etmeyenlere veririz.»

Kelbi, «El-Uluv, iman etmekten kaçınmak, fesad ise insanla­rı Allah'tan başkasına ibadete davet etmektir» demiştir.

Mutezile'nin bir kısmı bu ayetle büyük günah işleyenlerin ateşte olduğuna delil getirmişlerdir. Çünkü burada «uluvv» ve «fesad», mutlak olarak zikredilmiştir. Keşşafta bunun hakkında açık bir görüş vardır. Bazıları cevap olarak, uluv ve fesadı Kel-bi'nin tefsirine göre yorumlamıştır. Bazıları da «Uluv ve fesad-dan maksat, Firavun ve Karun'dan olan kimselerin ulun ve fesa­dıdır» demişlerdir. Fakat bu görüş «Akibet ancak muttakiler için­dir» cümlesiyle reddedilmektedir. Zira bu cümle takvanın esas olduğuna delâlet eder. Fakat kayıtta olan uluv ve fesadın terki kâfi değüdir. Cevap olarak şöyle denilmiştir: «Buradaki muttaki-den maksat, Firavun'un azlığından, Karun'un fesadlığından saki­nin kimselerdir. Veya Firavun gibi Allah'ın emirlerini yerine getir-memek, yasaklarından da sakınmamak suretiyle gurura kapılmış müminlerden olmayandır.» [44]

 

Kötülük Edenlere Tatbik Edilen Ceza

 

«Kötülük yapanlara ancak yaptıkları ceza olarak verilir», ya­ni yaptıklarının benzeri ceza olarak verilir. Bu, Cenab-ı Hak'kın bir lütfudur. Çünkü haseneleri, sevapları katmerli olarak verme­sine rağmen günahın cezasında fazlalığa razı değildir. Bir zerre dahi üzerine fazlalık konmaz. Bu cümle Cenab-ı Haklan bazen cezayı da affettiğine işaret etmektedir.

Bu ayeti celilenin çözümü şu noktada zorlaşır: Kötülüğün cezası kötülüğün benzeridir, O halde kâfir olup da küfür üzerinde ölen bir kimseye ebedî azap verilir. Bu kâfir ile sadece bir saat kâfir olan arasında ne kadar mesafe vardır. Oysa ikisine de aynı ceza verilmektedir.

Cevap olarak denilmiştir ki, burada benzetme bizim için meç­huldür. Hele «Aklen huşun ve kubuh yoktur» hükmüne göre ta­mamen meçhulümüz olur. Bizim en fazla bildiğimiz şudur: Ce­nab-ı Hak her günaha bir ceza koymuştur. O cezanın da bir tem­sil olduğunu Cenab-ı Hak bize haber vermiştir.

Cenab-ı Hak küfrün cezasının ebedi azap olduğunu bize ha­ber vermiştir. Biz bu habere iman ediyoruz. Ve «Bu, hikmetin ik­tiza ettiği bir hükümdür» diyoruz. Mumaselet cihetini veya bura­daki hikmetin ne olduğunu bilmememizin bize hiçbir zararı do­kunmaz. [45]

 

Meal

 

85- (Ey Rasûlüm!)  Kur'an'i   (tebliğ etmeyi)  sana farz kı­lan Allah seni varacağın yere döndürecektir. De ki: «Kimin hi­dayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içerisinde olduğu­nu Rabbim çok iyi bilendir.»

86- (Ey Rasûlüm!) Sen Kitab'in sana vahyohuıacağım um­muyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir. O halde sakın kâ­firlere arka çıkma!

87- (Ey Rasûlüm!) Sana indirildikten sonra sakın onlar se­ni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!

88- Allah ile birlikte başka bir mabuda yalvarma! O'ndan başka mabud yoktur.  O'nun zatından başka her şey helak ola­caktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz. [46]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(85-88)   «(Ey Rasûlüm!) Kur'an't (tebliğ etmeyi) sana...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu dört ayette Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber'e hitap etmekte­dir. «Senin üzerine Kur'an't farz kılan» cümlesinden maksat, Kur'-an'la amel etmeyi sana farz kılan demektir. Bu görüş Ata'dan ri­vayet edilmiştir. Mücahid ise «Ferada» fiilini «Sana verdi» manâ­sında benimsemiştir. MukatU, Ferra ve Ebu Ubeyde bu fiilin bu­rada «indirmek» mânâsım taşıyan unzile fiilinin mânâsını taşı­dığını söylemişlerdir. [47]

 

«Mead»Dan Maksat Nedir?

 

«Mead» kelimesi, kıymeti büyük olan yer demektir ve bu ke­lime dönmek mânâsını taşıyan avd kökünden değil, adet kökün­den gelmektedir. Bu yer, Buhari, İbn Ebi Şeybe, Abd bin Hu- meyd, Nesei, İbn Cerir, İbn'ul-Munzir, İbn Ebi Hatim, İbn Mer- duveyh ve Beyhaki'nin çeşitli yollardan İbn Abbas'tan naklettik­lerine göre Mekke'dir. Aynı zamanda bu Mücahid'den de rivayet edilmiş ve Dahhak da bu rivayete katılmıştır. Mead kelimesinin  dönüş mânasına gelen «avd» kökünden gelmesi de mümkündür. Bu takdirde yine maksat Mekke olur. Tabersi, Mecma'ul-Beyan'da El-Ku teybi 'den şöyle rivayet ediyor: «Kişinin meadi onun mem­leketidir. Çünkü kişi dünyayı gezer, sonra oraya döner.»

Bu ayet Hz. Peygamber Mekke'de iken Allah'ın ona bir vaa­didir. O, Mekke'den hicret edecek, sonja da oraya dönecektir.

Birçok müfessirin rivayetine göre bu ayet, Rasûl-ü Ekrem muhacir olarak Medine'ye gitmek üzere yola çıkarken Cuafe de­nilen yerde nazil olmuştur. Rasûlullah'm Mekke'ye iştiyakı var­dı. Cenab-ı Hak bu müjdeyi ona veriyor.

Bazıları «Mead'dan maksat mahşer», bazıları da «Ahiret'tir» demişlerdir. Nitekim Abd bin Humeyd ve İbn Merduveyh, Ebu Said el Hudri'den böyle rivayet etmişlerdir. İbn Ebi Hatim'in İbn Abbas'tan «Kıyamet» olarak yaptığı yorum gibi de tefsir etmek mümkündür.

«Hidayeti getiren» ile Rasûl-ü Ekrem kastedilmektedir. «Açık dalâlette bulunanlardan» maksat da Rasûlullah'm kendilerine pey­gamber olarak gönderildiği müşriklerdir. Onlar Rasûl-ü Ekrem'e, «Sen dalâlet ve sapıklık içindesin» diyorlardı. Bundan dolayı Çe-nab-ı Hak bu ayeti indirmiştir.

«Ancak Rabbinden gelen bir rahmet müstesna», yani Cenab-ı Hak hiçbir şey için sana Kur'an'ı indirmemiş tir, ancak rahmeti müstesna. Hiçbir halde sana Kur'an'ı indirmemiş, ancak tarah-hum halinde indirmiştir.

Ayetin metnindeki «Zahiren» kelimesi yardımcı olmak de­mektir. Yani kâfirlere dinleri üzerinde yardımcı olnia. Mukatil şöyle der: «Mekke kâfirleri Rasûl-ü Ekrem'i atalarının dinine da­vet ettiler, Cenab-ı Hak burada nimetini zikretti ve ona içinde bu­lundukları fasid dinleri hususunda onlara yardıma olmamasını söyledi.»

«Rabbine çağım, yani insanları Eabbinin ibadetine ve tevhi­dine çağır. Yardımcı olmak suretiyle müşriklerden olma. Bu ayet hak' olmayan dâva sahiplerine yardımcı olmanın onlardan olma­yı gerektireceği hükmünü getirir,

«Allah ile beraber başka ilâha tapma». Bu ve bundan önce­ki ayet, müşriklerin Rasûlullah'ın kendilerine yardım etmesinden ümitlerini kesen ayetlerdir. Bu ayet açıkça şu hükmü ortaya ge­tiriyor: Çirkinliğin kendisinde oluşması bile tasavvur edilmeyen bir kimseyi de Genab-ı Hak «Çirkinliği yapma» diye nehyedebi, lir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre buradaki hitap, zahirde Rasûl-ü Ekrem'dir. Fakat esasında onun dinine tâbi olanlar kast­edilmektedir. Tabersi «Bu ve benzeri ayetler «Seni kastediyorum, ey komşum sen işit» kabilindendir» demiştir.

Allah'tan başka ilâh yoktur. O tektir. Her mevcud yok ola­caktır. Ancak onun zatı müstesna. Yani her nefis madumdur, ma-dum hükmündedir. Ancak Allah'ın zatı müstesnadır. Çünkü Al­lah'tan başkasının mevcudiyeti zatı olmadığından dolayı, Cenab-ı Hak'ka müstenid olduğundan ötürü her an helake maruz kalabi­lir. O halde onun varlığı sanki varlık değüdir. Bunun üzerindeki kelâm «Teşbihi'UVelih» kabilindendir.

Ayetteki «Vech» kelimesi zat mânâsındadır. Bu ayet Cenab-ı Hak'ka «Şey» denilmesinin sahih olduğu hükmünü de getirmekte­dir. Fakat bu, eşyaya benzemeyen bir «şey» dir. Ayetin genel mâ­nâsı, mevcud denilen her şey haddi zatında madumdur yoktur. Ancak Allah'ın zatı müstesnadır şeklindedir.

Ayetin zahiri arşın, cennet ve cehennemin helak olacağına de^ lâlet eder". Fakat delilin delâlet ettiğine göre cennet ile cehennem helak olmazlar. Ba2i haberlerde şöyle gelmiştir: «Cennetin tava­nı Rahman'ın arşıdır». Bundan ötürü bu ayetle cennet ve cehen­nemin şu anda var olduğunu söyleyenlere de, «Onlar şu anda var değildirler, ceza gününde varolacaktır» diyenlere de itiraz edilmistir.

Bazıları «Helakten maksat Ölümdür. Ölüm de dünyada mev-cut olanlar itibarıyladtr» demişler ve bu husus İbn Abbas'tan ge­len tefsirle de teyid edilmiştir. O tefsir şudur: Her biri ölüdür, ancak Allah'ın zatı müstesnadır.

Selef «Vech'den maksat, bir sıfattır. Onu Allah'a sabit kılıyo­ruz. Onun keyfiyetiyle meşgul olmuyoruz. Allah'ı insanların aza­larından tenzih ettikten sonra onun teviliyle de meşgul olmayız» demişlerdir.

Hüküm ancak Allah'ındır. Ve hepiniz mahşerde ona dönüş yapacaksınız. O hak ve adaletle hesabı görecektir. [48]

KASAS SURESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/465-466.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/468.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/469-470.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/472.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/473.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/473-474.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/474-476.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/476-477.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/477-478.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/480.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/480..

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/481-482.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/482-484.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/484-485.

[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/485-487.

[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/487.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/489.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/490-491.

[19] Alûsi, Ruh'ul-Meânİ, cilt: 20, sh: 60

[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/491-496.

[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/498.

[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/499-500.

[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/500-501.

[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/503.

[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/504-505.

[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/505-507.

[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/507.

[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/509.

[29] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/510-511.

[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/511-513.

[31] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/515.

[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/516-520.

[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/522.

[34] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/523-526.

[35] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/528.

[36] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/529.

[37] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/530.

[38] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/530-531.

[39] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/531-533.

[40] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/533.

[41] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/535.

[42] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/536-537.

[43] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/537-539.

[44] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/539-541.

[45] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/542.

[46] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/544.

[47] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/545.

[48] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/545-548.