Mushaftaki
sıralamada yirmi sekizinci, iniş sırasına göre kırk dokuzuncu sûredir. Nemi
sûresinden sonra, İsrâ sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 85. âyetinin hicret
esnasında Cuhfe denen yerde, 52-55. âyetlerinin de Medine'de indiğine dair bir
rivayet bulunmaktadır.[1]
Adı
Adını
25. âyette geçen "kasas" (kıssa, hayat hikâyesi) kelimesinden
almıştır. Doğumundan peygamberliğine kadar Hz. Musa'nın kıssası geniş bir
şekilde anlatıldığı için bu adın verilmiş olması da muhtemeldir.[2]
Konusu
Başlangıçta
Kur'an'm aydınlatıcı âyetlerine dikkat çekildikten sonra büyük bir kısmında Hz.
Musa'nın hayat hikâyesi ve Firavunla olan mücadelesi anlatılmakta: Şuarâ ve
Nemi sûrelerinde kısa olarak geçen konulara dair tamamlayıcı bilgiler
verilmektedir. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e karşı
olumsuz tutum ve davranışları ile Ehl-i kitabın olumlu davranışlarından söz
edilmekte, büyük bir servetin sahibi olan Karun'un kıssasından kesitler
verilerek mümin zihniyet ile inkarcı zihniyet arasındaki fark ortaya
konmaktadır. Sûrenin son bölümüade Mekke'nin fethine işaret edilerek Hz.
Peygamber teselli edilmiş, Allah'ın âyetlerine bağlı kalması ve O'ndan başka
hiçbir tanrı tanımaması istenmiş, çünkü var edilenlerin hepsinin yok olacağı ve
hükümranlığın yalnız Allah'a ait olduğu hatırlatılarak sûre son bulmuştur. [3]
Meali
Rahman
ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Tâ-sîn-mîm. 2. Bunlar, apaçık kitabın
âyetleridir. 3. İman eden bir topluluk için Mûsâ ile Firavundun haberlerinden
bir kısmını gerçek şekliyle sana anlatacağız. 4. Kuşkusuz ülkesinde Firavun
despotluk ediyor, halkını gruplara ayırıyordu. Onlardan bir grubu güçsüz
düşürmek istiyor, erkek çocuklarını kıyımdan geçiriyor, kızlarını sağ bırakıyordu.
Hiç kuşkusuz o huzur ve güveni bozanlardandı. 5-6. Oysa biz o ülkede güçsüz
düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin)
vârisleri yapmak, o ülkede iktidarı ele almalarını sağlamak, Firavun'a, Hâmân'a
ve ordularına sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek
istiyorduk. 7. Musa'nın annesine, ''Onu em/ir, başına bir şey gelmesinden
endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri
döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye vahyettik. 8.
Böyle de oldu. Firavun ailesi onu bulup aldı. Ama sonunda o kendileri için bir düşman ve tasa sebebi
olacaktı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yoldalardı. 9. Firavun'un
karısı, "O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun! Onu
öldürmeyiniz, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz" demişti.
Onlar işin farkında değillerdi. 10. Musa'nın annesinin yüreği yalnızca
çocuğuyla meşguldü. Eğer, inanıp güvenen biri olması için onun kalbini
pekiştirmiş olmasaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı. 11. Musa'nın
ablasına, "Onu izle" dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan
kardeşini gözetledi. 12. Biz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini
engellemiştik. Bunun üzerine ablası, "Sizin adınıza onun bakılmasını
üstlenecek bir aile bulayım mı?" dedi. 13. Böylelikle biz anasının gönlü
rahatlasın, gam çekmesin ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu
anasına geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bilmiyorlardı. [4]
Tefsiri
1-4. Bazı sûrelerin başında bulunan bu tür harflere
"hurûf-i mukattaa" adı verilmektedir[5].
Müfessirlerin çoğunluğu bu ve benzeri yerlerdeki kitaptan maksadın Kur'an
olduğunu ifade etmişlerdir [6] "Apaçık" diye tercüme ettiğimiz
mübîn kelimesi "açıklayıcı" anlamına da gelmektedir. Kur'ân-ı
Kerîm'de 136 yerde adı geçen Mûsâ aleyhisselâm, Kitâb-ı Mukaddes'te de
kendisine en geniş yer verilmiş olan peygamberdir. Tevrat'a göre MÛsâ,
Ya'kub'un oğlu Levi'nin soyundandır. Babası Amran (İmrân), annesi Yoke-bed'dir. [7] Kur'an'da Hz. Musa'nın hayat hikâyesine bazan
kısa ba-zan da geniş bir şekilde yer verilmiştir. Kasas sûresinde de konu
oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Mûsâ
dünyaya geldiği sırada Mısır'ın yönetimini elinde bulunduran Firavun (II.
Ramses), ülkesinin sınırlarını genişletmiş, bu durum onu şımartmıgtı. Bu yüzden
donemin despotlarından biri haline geldi. [8] O, Kur'an'da değişik jönlerden eleştirilmekle
birlikte asıl eleştirilen yönü tanrılık taslaması, kendini herkesten üstün
görmesidir. Despotizmi uygulamak için ülkesini fizikî olarak eyaletlere
ayırdığı gibi, halkım tabakalara bölmüş, 4. âyette de işaret buyuruluğu üzere
özellikle İsrail asıllı olanlara insanlık onuruna yakışmayacak şekilde muamele
etmiştir. Bu sebeple aynı âyetin son cümlesinde onun fesad çıkaranlardan olduğu
ve normal düzeni bozduğu ifade edilmektedir. Mısır'da çoğalıp kendisine isyan
edeceklerinden kaygılandığı için İsrail asıllı olanların erkek çocuklara kıyım
uyguladı. Ayrıca insanları ağır işlerde çalıştırıp özellikle yaşlıların ölümüne
sebep oldu. [9]
5-6. Hâmân, Firavun'un veziri veya saraydaki önemli şahsiyetlerden biri
olup adı Kur'an'da altı yerde Firavun'la birlikte anılmaktadır. [10] İlâhî irade Firavun'un istediği istikamette
tecelli etmedi. Tam tersine Allah Teâlâ, onun zulmü altında ezilen, horlanan,
fakir ve muhtaç duruma düşürülmüş olan, yok edilmek istenen İsrâiloğulları'nı
zulümden kurtarıp hayırlı işlerde insanlara önderler yapmak, ülkelerinin
vârisleri kılıp vaad ettiği topraklara güvenlik içinde yerleştirmek,
kendilerine iktidar vermek istiyordu. Nitekim İsrâ-iloğulları soyundan
insanlara din ve dünya hayatında önderlik etmiş olan birçok peygamber gelmiş,
onlar Dâvûd ve Süleyman zamanında bölgenin en güçlü devletine sahip olmuşlardı. [11]
7-9. Hz. Musa'nın annesine yapılan vahiy muhtemelen peygamberlere yapılan
vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham anlamındadır. Sıkı bir şekilde
uygulanan bu katliamdan Musa'yı kurtarması için Allah tarafından annesine, onu
bir süre emzirmesi, çocuğun hayatının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda onu
bir sandukaya koyup Nil nehrine bırakması ilham edilmiş, bunun üzerine annesi
hiç tereddüt etmeksizin Musa'yı nehre bırakmıştı. Çünkü Allah ona, "Korkup
kaygılanma, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri
yapacağız" diye ilham etmişti. Nitekim sonunda ilâhî takdir tecelli etmiş,
Firavun ailesi, İsrâ-iloğullan'na yapmış olduğu zulmün karşılığı olarak ileride
kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak bebeği Nil kıyısında bularak
Firavun'a getirmişlerdir. Âyette Firavun ve beraberindekilerin gerek Allah'a
karşı nankörlüklerinin gerekse İs-râiloğullan'na uyguladıkları zulmün
yanlışlığına, dolayısıyla Hz. Musa'nın ileride bunlara karşı vereceği
mücadeleye işaret edilmektedir. Yüce Allah Mûsâ'nm korunup kollanması ve kendi
gözetiminde yetiştirilip olgunlaşması için onu katından bir sevgi ile kuşatmış
keza ona karşı insanların kalbine de sevgi yerleştirmiştir. [12] Bundan
dolayı Firavun'un eşi Asiye [13] çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde
kalması için Firavun'a ricada bulunmuş; "O, senin ve benim göz
aydınlığımız, muradımız olsun!" diyerek bir sevinç ve mutluluk kaynağı
olduğuna işaret ettikten sonra ondan faydalanabilecek veya onu evlât
edinebileceklerini söyleyip kocasım razı etmiştir. "Onlar işin farkında
değillerdi" cümlesi Firavun ve adamlarının ileride Hz. Mûsâ sebebiyle
başlarına gelecek olanları bilmediklerine işaret etmektedir. [14]
10-13. Öte yandan Musa'nın annesinin üzüntüden aklı başından
gitmiş, ne olup bittiğinden haber alamadığı için dehşete kapılmıştı. Haber
almak için gösterdiği telâş sebebiyle neredeyse durumu ifşa edecekti, fakat
Allah gönlünü pekiştirdi, ona sabretme gücü verdi ve sonunda çocuğuna
kavuşacağı inancında karar kıldı. Musa'nın ablasına, gelişmeleri uzaktan takip
etmesini söylemişti. O da hemen nehrin kenarında kardeşinin peşine düşmüş,
Firavun'un adamlarına hissettirmeden, Musa'nın Firavun'un sarayına götürülüşünü
izlemişti.
Firavun'un
hanımı çocuğa sütannesi aramaya başladı; ancak Allah Teâlâ izin vermediği İçin
Mûsâ saraya getirilen kadınlardan hiçbirinin memesini emmedi. Bu hususun 12.
âyette "Bİz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini
engellemiştik" şeklinde İfade buyunılması, olayın tesadüfi bir gelişme
olmayıp ilâhî irade tarafından özel olarak planlandığını göstermektedir. Durumu
öğrenen ablası emzikli bir kadın olarak "annesini" tavsiye etti;
teklifi kabul edildi ve Mûsâ emzirilmek üzere annesine iade edildi. [15] Emzirme süresi bitince Mûsâ tekrar Firavun
ailesine teslim edildi. Firavun, kendi ailesi içinde büyütülüp yetiştirilen
çocuğun kendi yolundan gidecek ve ona mutluluk verecek bir evlât olacağım
düşünmüştü. Genellikle ilgi ve eğitim bu sonucu verebilirdi, fakat Allah, Mûsâ
vasıtasıyla Firavun'un zulmüne son vermek istiyordu ve sonunda O'nun muradı
gerçekleşti. [16]
Meali
14, Mûsâ yetişip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim
verdik. İşte güzel davrananları biz böyle ödüllendiririz. 15. Mûsâ, ahalisinin
haberi olmadığı bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi halkından, diğeri
düşman taraftan olan iki adamın birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından
olan kişi, düşman taraftan olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ
ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu; sonra şöyle dedi: "Bu
şeytanın işidir; o gerçekten ayartıcı ve apaçık bir düşman! 16. Rabbim! Doğrusu
kendime zulmettim; beni bağışla!" Allah da onu bağışladı. Çünkü O,
gerçekten çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir. 17. Mûsâ, "Rabbim! Bana
lütfettiğin nimetler hakkı için suçlulara asla arka çıkmayacağım" dedi.
18. Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün
kendisinden yardım isteyen adam bağırarak ondan yine yardım istiyor! Mûsâ ona,
"Açıkçası sen düpedüz serserinin birisin" dedi. 19. Mûsâ, ikisinin de
düşmanı olan adamı yakalamak isteyince o şöyle dedi: "Ey Mûsâ! Dün birini
öldürdüğün gibi, şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Demek ki sen
haksızlıkları düzelten biri olmak istemiyorsun da bu ülkede sadece azdı bir
zorba olmak istiyorsun" dedi. 20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak
geldi ve dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında
görüşme yapıyorlar; derhal çıkıp git! İnan ki ben senin iyiliğini
isteyenlerdenim" 21. Mûsâ korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı.
"Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar" dedi. [17]
Tefsiri
14-17. Hz. Mûsâ sarayda iyi bir eğitim gördü. Olgunluk çağına
ulaşınca Allah tarafından kendisine "hüküm (peygamberlik) ve ilim"
verildi. [18] . Mûsâ, kendisine daha
peygamberlik gelmeden veya geldikten sonra Fira-vun'un yanlış yolda olduğunu
idrak etmiş, düşüncesini yakınlarına açmış, muhalefeti ağızdan ağıza yayılınca
gözden kaybolup kendini gizlemişti. Şehre ancak geceleri çıkıyordu. Ahalisinin
haberi olmadığı bir sırada girdiği şehrin neresi olduğu kesin olarak
bilinmemekle beraber nıüfessirlerin çoğunluğuna göre Mısır'da Fira-vun'un
ikamet ettiği şehirdir. Müfessir Dahhâk buranın geçmişte müstakil bir yerleşim
merkezi olan bugünkü Ayni şems olduğunu söylemiştir. [19] Şevkânî'ye
göre ise Kahire'dir (IV,158); Kuzey Mısır'ın merkezi Menfıs olabileceğini
söyleyenler de vardır. [20]
Rivayete
göre Hz. Mûsâ, öğle vakti halfan istirahata çekilmiş olduğu bir sırada bu şehre
girmiş, şehirde biri İsrâiloğullan'ndan, diğeri Kıptîler'den olan iki kişinin
kavga ettiğini görmüş, İsrailli'nin kendisinden yardım istemesi üzerine Mûsâ
Kıptî'ye bir yumruk vurarak ölümüne sebep olmuştur.
Tefsirlerde
Hz. Musa'nın günahsız olduğunu göstermek için 15. âyeti çeşitli şekillerde
yorumlayanlar olmuştur. Şevkânî bu yorumların "Peygamberler günah
İşlemekten masumdur" prensibine dayandığını, ancak peygamberlerin (küçük
günah değil) büyük günah işlemekten masum bulunduklarını, Mûsâ da adamı kasten
öldürmediği için bu olaym büyük günah sayılmayacağını ifade etmektedir (IV,
158). Esasen bu sırada Hz. Musa'ya peygamberliğin gelmemiş olduğu da göz önüne
alınmalıdır. Muhamnıed Esed'in yorumunda ise olaym sâiki hakkında önemli bir
iddia vardır. Esed'e göre "16-17. âyetler göstermektedir ki, yukarıda
anlatılan olayda Mısırlı değil, İsrâiloğullan'ndan olan adam suçludur. Görünüşe
bakılırsa Hz. Mûsâ hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya çalışmadan,
İsrâiloğullanndan olan adamın yardımına koşmuş; ama hemen sonra, sadece bir
adam öldürdüğü için değil, fakat bunu kabilevî bir gayretle yaptığı için ciddi
bir suç işlemiş olduğunu farketmiştir. Açıkça görülmektedir ki, Kur'an'ın Hz.
Mûsâ'mn kıssasının bu bölümünde asıl işaret etmek istediği husus budur (II,
785).
Bize
göre Hz. Musa'nın kavgaya müdahelesi hor görülen ve ezilmekte olan bir
topluluktan olan birinin imdat istemesi üzerine olmuştur ve bunda bir kusur
yoktur. Yaptığı şey, sadece tedbirsizlikle bir tokat veya yumruk vurmaktı.
Böyle bir darbenin ölüm sonucunu doğurması nâdirdir. Şu halde Musa'nın yaptığı,
"istemeden ölüme sebep olmak" şeklinde ifade edilebilir. Irk bağının
müdanele sebebi olduğu delilsiz bir yakıştırmadır. Musa'nın yaptığı, zayıfın
yanında yer atmak şeklinde bir erdem olarak da değerlendirilebilir. Fiilen
kavga yapılırken haklıyı haksızdan ayırmak mümkün değildir. Onun kendisini
günahkâr görmesi, fiilinin ölüme sebep olmasındandır. 15. âyete göre Musa'nın
şeytana gönderme yapması da kötü kastının olmadığını gösterir. İleride gelecek
âyetlere bakılırsa bu sırada Mûsâ'ya peygamberlik de gelmiş değildir. Özellikle
Tevrat'm çok daha sonra, İsrâ-üoğullan'nı Mısır'dan Sînâ çölüne geçirmesinin
ardından inzal edildiği bilinmektedir. [21]
18-19, Kıptî'nin kim tarafından Öldürüldüğü henüz duyulmamıştı. Hz. Mûsâ ise
onu Öldürdüğü için başına gelebilecek kötülükleri düşünerek geceyi korku İçinde
geçirdi. Ertesi gün etrafı gözetleyerek şehirde dolaşırken bir gün önce başını
derde sokan İsraillinin yine bir Kıptî ile kavga ettiğini gördü. İsrailli,
Musa'dan yine yardım istedi. Mûsâ dün başını belâya sokmuş olan İsrailli'ye,
"Doğrusu sen serserinin birisin" diyerek onu azarladı. Bununla
birlikte her ikisine de düşmanca davranan Kıptî'ye vurmak isteyince, İsrailli
azarlanmış olmanın da etkisiyle kendişine vuracağını sanarak, "Ey Mûsâ!
Dün birini öldürdüğün gibi şimdi beni de mi öldüreceksin?" dedi. Kelâmın
akışına bakarak bu sözün Kıptî'ye ait olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlara
göre Kıptî olayın failini daha
önce İsrailliden öğrenmişti. [22]
20-21. Kıptî'yi kimin öldürdüğü ortaya çıkınca haber Mûsâ'nm
durumundan rahatsız olan ve onu engellemek İçin fırsat kollayan Firavun'a
ulaştırıldı ve hemen yakalanması için gereken tedbir alındı. Hz, Musa'nın iyiliğini
düşünen bir kişi koşarak gelip bu durumdan onu haberdar etti ve şehirden çıkıp
gitmesi için nasihatte bulundu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ Medyen'e gitmek üzere
şehri terketti. [23]
Meali
22. Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Umarım
rabbim beni doğru yola iletir" dedi. 23. Medyen suyuna vardığında orada
hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaştı. Onların biraz ötesinde de (hayvanlarının suya gelmesini) engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "meseleniz nedir?" diye
sordu. "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır"
dediler. 24. Bunun üzerine Mûsâ, onların hayvanlarını sulayı-verdi. Sonra
gölgeye çekilip "Ey Rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra
muhtacım!" diye niyazda bulundu. 25. Bu esnada
kızlardan biri utangaç bir eda ile yürüyerek yanma geldi; "Bizim için
yaptığın sulamanın karşılığını ödemek üzere babam seni çağırıyor" dedi.
Mûsâ, yanma gelip de ona başından geçenleri anlatınca, "Korkma, zalimler
topluluğundan kurtuldun" dedi. 26. O iki kızdan biri, "Babacığım, onu
ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir
olanıdır" dedi. 27. Babaları Musa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl
çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Eğer
on yıla tamamlarsan o senin bir iyliğin olur; yoksa seni zorlamak istemem.
İnşallah benim iyi kimselerden olduğumu göreceksin." 28. "Bu seninle
benim aramızda bir sözleşmedir; bu iki süreden hangisini doldurursam
doldurayım, aleyhimde bir talep ve dava olmayacak! Söylediklerimize Allah
şahittir" diye cevap verdi. [24]
Tefsiri
22-24. Medyen, Akabe körfezinin kuzeyindeki Maan yakınlarında
ve Mısır'a yaya yürüyüşü ile sekiz günlük mesafede bulunan eski bir şehirdir. [25] Buranın halkı Arap asıllı olduğu için Hz.
Musa'nın soyundan olan İb-rânîler'e hem ırk hem de dil bakımından yakındılar,
dolayısıyla ona yardım etmiş olmaları tarihen mümkündür. Tefsirlerde
anlatıldığına göre Hz. Musa'nın Medyen suyu başında gördüğü iki kadın Medyen
halkına peygamber olarak gönderilmiş olan Şuayb aleyhisselâmm kızları olup
ancak halk hayvanlarını sulayıp kuyunun başından ayrıldıktan sonra hayvanlarını
sulayabiliyorlardı. Bunların Şuayb'in kardeşi oğlunun veya Medyen halkından
sâlih birinin kızları olduğuna dair rivayetler de vardır. [26]
Kızlar, Mû-sâ'mn sorusu üzerine kendilerinin güçsüz, babalarının da ihtiyar
olduğunu söyleyerek dolaylı bir şekilde yardım istemişlerdir. Hz. Musa'nın,
"Ey Rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra muhtacım!" şeklindeki
duasından o sırada onun da yalnız ve desteksiz kaldığı, yardım ve himayeye
muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. [27]
25-28. Kızlar babalarına gidip Musa'nın kendilerine yaptığı iyiliği anlatınca
babalan da bu İyiliğin karşılığını ödemek için kızlarından birini gönderip
Musa'yı evine davet etmiş; Mûsâ başından geçenleri ve Mısır'dan kaçış sebebini
anlatınca o zat da artık korkmamasını, zira Firavun'un zulmünden kurtulup emin
bir belde-deye gelmiş olduğunu ifade etmiş ve kızlardan birinin teklifi üzerine
âyette belirtildiği şekilde bir hizmet sözleşmesi yapılmıştır. [28]
Meali
29.
Mûsâ bu süreyi doldurup ailesiyle birlikte yolda giderken Tûr tarafında bir
ateş gördü; ailesine, "Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan
size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm" dedi. 30.
Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaçtan
kendisine şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ! Muhakkak ki ben yalnızca âlemlerin
rabbi olan Allahim. 31. Asam yere bırak!" Mûsâ asayı yılan gibi kıvrılır
görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Mûsâ! Beri gel, korkma, çünkü
sen güvendesin. 32. Şimdi elini koynuna sok; bir hastalık yüzünden olmaksızın
bembeyaz çıkacaktır. Korkudan açılıp savrulan kollarını normal konuma getir.
İşte bu ikisi Firavun ve adamlarına karşı göstereceğin, rabbin tarafından iki
kesin delildir. Onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır" 33. Mûsâ dedi
ki: "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden
korkuyorum! 34. Kardeşim Hârûn benden daha açık ve düzgün konuşur. Onu da beni
onaylayan bir yardımcı olarak yanımda gönder. Zira beni yalancılıkla itham
etmelerinden endişe ediyorum." 35. Allah buyurdu: "Seni kardeşinle
destekleyeceğiz ve size öyle bir güç vereceğiz ki, bu sayede sîze
erişemeyecekler, mucizelerimizle siz ve size tâbi olanlar üstün
geleceksiniz." [29]
Tefsiri
29. Hz. Musa'nın Medyen'de kayınpederinin yanında çalışarak sekiz mi yoksa
on yılı mı tamamladığı Kur'an'da açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte müfessirler,
bazı rivayetlere ve peygamberlerin "ahde vefa" ilkesine
bağlılıklarına dayanarak on yılı tamamladığını söylemektedirler. [30]
Mûsâ, belirlenmiş olan süreyi tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte Mısır'a
gitmek üzere yola çıkmış, yolda giderken Tûrdağı tarafında uzakta parlayan bir
ateş görmüştür. [31] Tefsirlerde bu olayın
soğuk bir kış gecesinde ve Mûsâ'nm yolunu kaybettiği bir sırada meydana
geldiği, kendisine yol gösterecek birini bulmak ümidiyle gördüğü ateşin
bulunduğu yere gittiği kaydedilmektedir. [32]
30-32. Mûsâ ateşin bulunduğu yere vardığında, ateş zannettiği
o ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu görmüştür. Bu nur, onun ilâhî huzura
çağrılmasına vesile kılınmış ve bu mazhariyete erdikten sonra Musa'ya vahiy
gelmiş, mucizelerle donatıldığı kendisine gösterilerek Firavun'a gitmesi
emredilmiştir.
"Vadinin
sağ tarafı" tabiri, izafî olarak Musa'nın gidiş yönüne göre -ki batı
yönünde gidiyordu- verilmiş bir isim olabileceği gibi, Arap geleneğine göre
kıbleye dönüldüğünde sağda kalan tarafı da ifade edebilir. [33] Bununla birlikte "sağ taraf' diye tercüme
ettiğimiz "eymen" kelimesi "bereketli" anlamına da gelmektedir.
Yüce Allah burada mübarek (bereketli) bir bölgede bulunan vadinin sağ
tarafından, bir ağaçtan geliyor izlenimi veren bir sesle "Ey Mûsâ!
Muhakkak ki ben yalnızca ben âlemlerin Rabbi olan Allahım" diye seslenerek
Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuşmuş, böylece Mûsâ da (a.s.) bu ilâhî sesi
duymanın korkulu heyecanını burada yaşamıştır.
30.
âyette bildirilen mübarek bölgeden maksat Musa'ya vahyin ilk indiği yerdir. Hz.
Musa'ya peygamberlik görevinin burada verilmesi ve Allah Teâlâ'nın onunla
konuşmuş olması sebebiyle burası mübarek kılınmıştır. [34]
İlâhî
mesajı Firavun'a tebliğ etmekle görevlendirilmiş olan Hz. Mûsâ, dokuz mucize
ile desteklenmiştir Ancak bunlardan sadece ikisi burada zikredilmiş, diğerleri
ise başka sûrelerde anlatılmıştır. [35] 32. âyetteki "Korkudan açılıp savrulan
kollarını normal konuma getir" cümlesi beklenmedik bir anda korkutucu bir
şeyle karşılaşan ve gayri ihtiyarî olarak elini kolunu açıp kendini korama
durumuna geçen insanın, korku sebebi ortadan kalktıktan sonra kolunu indirerek
kendini toparlamasını dile getiren deyim olup 31. âyetin son cümlesine paralel
düşmektedir. [36] Her iki âyet de görevini korkusuzca yerine
getirebilmesi için Hz. Musa'ya ilâhî güvencenin verilmiş olduğunu ifade eder[37]
33-35. Mûsâ daha önce Kıptîler'den birini öldürdüğü gerekçesiyle Firavun'un
eline geçtiği takdirde kendisinin de öldürülebileceğinden, dolayısıyla
peygamberlik görevini yerine getiremeyeceğinden endişe ediyordu. Ayrıca kardeşi
Hârûn kendisinden daha düzgün konuşuyordu. [38] Bu
sebeple Harun'u da kendisiyle birlikte görevlendirmesi için Allah'tan niyazda
bulundu, Allah Teâlâ da dileğini kabul etti. [39]
Meali
36. Mûsâ onlara apaçık mucizelerimizle gelince,
"Bu, olsa olsa düzmece bir sihirdir. Geçmişte atalarımız zamanında böyle
bir şeyin olduğunu da duymadık" dediler, 37. Mûsâ dedi ki: "Kendi
katından kimin hidayet getirdiğini ve bu ülkede sonunda kimin kalacağını en iyi
bilen rabbimdir. Muhakkak ki zalimler kurtulamaz. 38, Firavun, "Ey ileri
gelenler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum, Ey Hâmân! Haydi benim için
tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Musa'nın tanrısını görürüm;
ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi. 39. Firavun ve
askerleri, bize döndürülmeyecekler! kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere
büyüklük tasladılar. 40. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denizin içinde
bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu! 41. Böylece onları, halkı ateşe
çağıran öncüler durumuna getirdik. Kıyamet gününde onlar yardım
görmeyeceklerdir. 42. Bu dünyada onların peşine laneti taktık, kıyamet gününde
de bunlar kınanmış kimselerden alacaklardır. [40]
Tefsiri
36-37. Hz. Mûsâ kardeşi Harun'u yanına alarak, Allah'ın
emrini tebliğ etmek ve İsrâiloğulları'm Mısır'dan çıkarmak üzere Firavun'a
gitti ve gereken tebliği yaptı. Fakat kibirlerine mağlûp olan Firavun ve
adamları onun gösterdiği mucizelerin sihir olduğunu, atalarının zamanında da
böyle bir şeyin varlığını işitmediklerini ileri sürerek getirdiği ilâhî mesajı
reddettiler. Oysa daha önce Hz. Yûsuf da Mısır'da peygamber olarak Allah'ın
dinini tebliğ etmişti[41] Kıssanın
bu safhası özet olarak verilmekte, diğer sûrelerde ise Firavun, adamları ve
sihirbazlarla Mûsâ arasında cereyan eden konuşmalar ve gelişen olaylar geniş
bir şekilde anlatılmaktadır. [42]
38-40. Firavunlar Mısır halkı tarafından tanrının oğlu,
dolayısıyla tanrı kabul edildiği ve kendisine tapınılma derecesinde
yüceltildiği için Mûsâ'nm muhatabı olan Firavun, muhtemelen beşer olduğunu
bildiği halde kendisini "en büyük Tanrı" olarak görmekte[43] ve
Hz. Musa'nın tarif ettiği âlemlerin rab-bi olan Allah ile alay eder bir tavırla
veziri Hâmân'a "Bana bir kule yap belki oradan Mûsâ'nm tanrısını
görürüm" diye emir vermektedir.
Hz.
Mûsâ, Firavun'a karşı yıllarca mücadele verdi. Bu süre içerisinde Firavun Allah
tarafından birçok felâket ve sıkıntıya uğratıldı. Buna rağmen gerçeği görmek ve
kabul etmek istemediği için hidayete eremedi[44] Sonunda Mûsâ, Allah'ın emri uyarınca bir gece
İsrâiloğulları'nı alıp Sînâ yarımadasına geçmek üzere Kızıldeniz'e doğru yola
çıktı. Durumdan haberdar olan Firavun da askerlerini alarak peşlerine düştü,
Bir mucize sonucu denizin yol vermesiyle Mûsâ ve İsrâiloğullan karşıya
geçerken, aynı yoldan geçmeye çalışan Firavun, ordusuyla birlikte denize
gömüldü[45] Firavun
denizde boğulmak üzere İken Allah'a İman etmiş fakat yeis halindeki imanı kabul
edilmemiştir [46]
41-42. "Öncüler" diye çevirdiğimiz eimme kelimesi
"önder" anlamına gelen İmâm kelimesinin çoğuludur. Firavun ve
adamları inkarcılıkta ısrar ettikleri, halkı da emir ve teşvikleriyle peşlerinden
küfre sürükleyip âhirette cehenneme girmelerine sebep oldukları ve bu konuda
onlara Önderlik ettikleri için âyette, "ateşe çağıran öncüler" olarak
anılmışlardır. Şüphesiz ki kendileri de ateşe çağırdıkları kimselerle birlikte
cehenneme gireceklerdir. Bu durum Allah'ın onlara bir haksızlığıveya
adaletsizliği değil, onların kendi tercihlerinin sonucudur. Bu sebeple dünyada
Allah'ın lanetine uğramışlar ve tarih boyunca kitaplı dinlerde kötü şöhretle
anı-lagelmişlerdir. Kıyamet gününde de Allah'ın vereceği cezadan kendilerini
kurtaracak herhangi bir yardımcı bulamayacaklar ve lanetlenmiş kişiler arasında
kalacaklardır. [47]
Meali
43. Muhakkak ki biz, önceki nesilleri yok ettikten
sonra, düşünüp ders çıkarsınlar diye Musa'ya insanlar için apaçık deliller,
hidayet rehberi ve rahmet olarak o kitabı verdik, 44. Musa'ya emrimizi vah)
ettiğimiz sırada sen (ey Muhammed,
vadinin) batı tarafında bulunmuyordun
ve olayın tanıklarından da değildin. 45. Bilâkis (aranızda) biz nice nesiller meydana getirdik re onların
ömrü nice yıllar sürdü. Sen âyetlerimizi kendilerinden okuyarak Öğrenmek üzere
Medyen halkı arasında oturmuş da depsin; aksine (bu bilgileri sana) gönderen biziz. 46. Evet, Musa'ya
seslendiğimiz zaman sen Tûr'un yanında değildin. Fakat senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş olan
bir kavmi uyarman için rab-binden bir rahmet olarak (sana da vahyettik);
umulur ki düşünüp öğüt alırlar. 47.
Kendi iradeleriyle önceden yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet
geldiğinde, "Rabbimiz! Ah, ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de
âyetlerine uysak ve müminlerden olsaydık!" diyecek olmasalardı... 48.
Fakat onlara tarafımızdan o gerçek gelince, "Ona da Musa'ya verilenin
benzeri verilmeli değil miydi?"dediler. Peki daha önce Musa'ya verileni de
inkâr etmemişler iniydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler
ve eklemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz." 49. De ki:
"Eğer doğru söylüyorsanız, Allah katından bu ikisinden daha doğru yol
gösteren bir kitap getirin de ben ona uyayım!" 50. Eğer sana cevap vermezlerse
bil ki onlar sırf kendi bencil arzularına uymaktadırlar. Allah'tan bir yol
gösterici olmaksızın kendi bencil arzularına uyandan daha ziyade yolunu
yitirmiş kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez. 51. Gerçek
şu ki düşünüp öğüt alsınlar diye biz sözü (vahyi) onlara birbiri ardınca ulaştırmışızdır. [48]
Tefsiri
43, Yiice Allah, peygamberleri yalancılıkla itham eden
isyankâr birçok kavmi helak ettikten sonra Hz. Musa'yı peygamber olarak
göndermiştir. Kavmini Fİra-vun'un zulmünden kurtarıp onlarla birlikte Sînâ
yarımadasına ulaşan Mûsâ, kardeşi Harun'u kavminin başında bırakıp rabbinin
çağrısına uyarak ilâhî vahyi almak üzere Tûrdağı'na gitti ve kırk gece orada
kaldı [49] Âyette
açık delil, hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere üç ana özelliği anlatılan
Tevrat Musa'ya burada vahyedilmiştii[50]Muhammed
Esed, Tevrat'ın tedvin edilmiş (yazıyla kayda alınmış) İlk vahyî yasalar kitabı
olması dolayısıyla insanlığın dînî tarihinde yeni bir safhayı başlatmış
olduğunu kaydetmektedir (II, 790).
"Önceki
nesiller" diye tercüme ettiğimiz "el-kurûni'1-ûlâ" tamlaması
Elmalılı Muhammed Hamdİ'ye göre Kur'an dilinde başlangıçtan Firavun'un helak
edilmesine kadar geçen zamanı kapsamaktadır. Aynı müellif, Firavun'un helak
edilmesinden itibaren Hz. Muhammed'in hicretine kadar geçen süreyi
"kurûn-i vustâ", bundan sonki zamanı da "kurûn-i uhrâ"
(âhir zaman) olarak isimlendirmiştir[51]
44-45. Hz. Musa'nın TûrdağVnda ilâhî vahyi aldığı yer ve
zamana işaret edilmekte, Hz. Peygamber'in o esnada Tûr'da bizzat hazır bulunmadığı
ve batı tarafında Hz. Musa'yı bekleyenler, yani kırk günlük mikat için seçtiği
kimseler arasında olmadığı hatırlatılmaktadır [52] böylece âyet, Hz. Peygamber'in Kur'an'ı Ehl-i
kitap birinden öğrendiğini iddia edenlere verilmiş bir cevap teşkil etmekte ve
Kur'an'da anlatılan Hz. Mûsâ kıssasının Hz. Peygamber'e vahyin dışında bir
yolla intikal etmediğini, dolayısıyla Kur'an'in da şüphe götürmeyecek bir
biçimde vahiy ürünü olduğunu ifade etmektedir. 45. âyette de Hz. Mûsâ ile Hz.
Peygamber arasındaki uzun zaman dilimi içinde birçok neslin gelip geçtiği; Hz.
Musa'nın Medyen halkı ile olan münasebeti hakkında bilgi veren Hz. Muhammed'm o
tarihte ve o şehirde yaşamadığı, aradan bunca zaman geçtikten sonra onlardan
Allah'ın âyetlerini öğrenmesinin mümkün olmadığı ve onlar hakkında verdiği
bilgilerin tamamen vahye dayandığı ortaya konmaktadır. [53]
46. Hz. Musa'ya buradaki ilâhî sesleniş (nida) 30. âyetteki seslenişten
farklıdır. Oradaki Musa'nın ailesiyle birlikte Medyen'den Mısır'a dönerken ilk
vahyin gerçekleştiği sesleniş olduğu halde buradaki kırk günlük mîkatta yapılan
sesleniştir[54] Âyet Hz. Musa'ya Tevrat vahyedi-lirken Hz.
Peygamber'in orada bulunmadığını ama kavmini uyarması ve onlara nasihatte
bulunması için Allah'tan bir rahmet olarak Mûsâ ile ilgili haberlerin kendisine
vahyedildiğini ifade etmektedir. [55]
47-48. Allah Teâlâ insanoğlunu yarattıktan sonra ona doğru yolu gösterecek
kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Eğer bunu yapmamış olsa ve insanların
yanlış yolda gitmelerinden dolayı gerek dünyada gerekse âhirette başlarına
sıkıntılar gelseydi, o zaman Allah'a karşı doğru yolu göstermediği şeklinde bir
mazeret ileri sürebilirlerdi. 47. âyet İnsanların bu tür mazeretlere
sığınmamaları için peygamberler ve kitaplar gönderildiğini ifade etmektedir.
Ancak peygamber ve kitap geldiğinde de çokları iman etmemiş, ilâhî çağrıya
uymamakta direndikleri için helak olup gitmişlerdir. Nitekim 48. âyet Hz.
Peygamber ve Kur'an geldiğinde Mekke müşriklerinin de inkârda direndiklerim,
Musa'ya toptan İndirilmiş olan Tevrat'ın benzeri bir kitabın Hz. Muhammed'e de
indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Oysa Mû-sâ'ya indirilmiş olan kitap da
inkâr edilmişti. Ayrıca Hz. Muhammed'in peygamberliğini yalanlayanlar Musa'yı
da yalanlamış sayılırlar. Çünkü her ikisi de özünde farklı olmayan inanç ve
hayat ilkelerini savunmuş, birbirini teyit etmişlerdir. Nitekim müşrikler,
"Birbirini destekleyen iki sihir!" sözleriyle hem Tevrat'ın hem de
Kur'an'in sihir olduğunu iddia etmişler, ardından her ikisini de
reddettiklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Âyette
"... diyecek olmasalardı ..." diye çevrilen kısmın devamı belli
olduğu için ifade edilmesine gerek görülmediği anlaşılmakta ve tefsirlerde
cümlenin devamı, "... seni göndermezdik" veya "... hemen
cezalarını verirdik" şeklinde takdir edil- nî. IV. 204[56]
48. âyette "Birbirini destekleyen iki sihir!" diye çevirdiğimiz
cümleyi farklı kıraate göre, "Birbirini destekleyen iki sihirbaz!"
şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Bu takdirde söz konusu ithamın sahibi olan
İnkarcılar, Mûsâ ile Harun'u veya Mûsâ ile Peygamber efendimizi kastedilmiş
olurlar, [57]
49-51. Allah katından inmiş, muhtevalarında beşeriyetin
İhtiyaçlarını karşılayacak din, ahlâk, hukuk ve diğer alanlarla ilgili kurallar
taşıyan Tevrat'ı ve Kur'an'i sihir sayan müşriklere meydan okunmakta,
iddialarında doğru iseler insanlara hidayet yolunu bu iki kitaptan daha iyi
gösteren başka bir kitabı Allah katından getirmeleri istenmektedir; hatta bunu
yapabilİrlerse Resûlullah'ın da o kitaba uymaya hazır olduğu ifade
edilmektedir. Ardından müşriklerin Kur'an'ın meydan okumalarına cevap
veremeyeceği, çünkü iddia ve tutumlarının objektif olmadığı belirtilmekte,
Allah'ın hidayeti olmadan kişilerin kendi arzularına göre davranmalarının ise
sapkınlığın en koyusu hatta zulüm olduğuna işaret edilmektedir. "Söz"
(vahiy) diye çevirdiğimiz 51. âyetindeki kavi kelimesi Kur'an'ı veya
peygamberlerle ilgili haberleri ifade etmektedir, "sözü birbiri ardınca ulaştırmaktan
maksat ya birbirini takip eden peygamberler ve onlarla ilgili haberlerin veya
yirmi üç yılda gelen Kur'an âyetlerinin ulaştırılmasıdır. [58] Âyet
"Sözü birbiri ardınca açıkladık", "Sözü tamamladık"
şeklinde de yorumlanmıştır. [59] Yüce
Allah insanların çıkmaz yollardan kurtulup doğru yolu bulmaları ve onu
ruhlarına sindirebilmeleri için Kur'an'ı peyderpey indirmiştir. [60]
Meali
52. Bundan önce kendilerine kitap verdiğimiz
kimseler buna da iman ederler. 53. Onlara Kur'an okunduğu zaman, "Ona iman
ettik, şüphesiz o rabbimizden gelmiş gerçeğin kendisidir. Esasen biz bundan
önce de rabbimi-ze boyun eğmiştik" derler. 54. İşte sabretmelerinden ötürü
onlara mükâfatları iki defa verilecektir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar,
kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızâsı için harcarlar. 55. Onlar, boş
söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve "Bizim yaptıklarımız bize,
sizin yaptıklarınız da size; esen kalın; bizim cahillerle işimiz yok"
derler. 56. Sen de istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini
hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir. 57. "Seninle
beraber doğru yola uyarsak yurdumuzdan sökülüp atılırız" diyorlar. Peki
biz onları, dokunulmaz, güvenli, katımızdan bir rızık olarak her şeyhi
ürünlerinin orada toplandığı bir yere yerleştirmedik mi? Fakat çoğu bunun
şuurunda değildir. 58. Oysa biz, bolluk içinde azmış nice toplumları helak
etmişizdir. İşte yerleri! Onlardan sonra oraların pek azında oturulabildi;
hepsi bize kalmıştır. 59. Merkezinde halka âyetlerimizi okuyan bir peygamberi göndermedikçe
Rabbin memleketleri helak etmez. Biz, memleketleri ancak halkı zulümde karar
kıldığı durumda helak ederiz. [61]
Tefsiri
52-55. Yaygın yoruma göre daha önce kendilerine kitap verilen
ve Kur'an inince ona da iman edenler, Abdullah b. Selâm ve Rifâa b. Rifâa gibi
bazı yahudİ-lerle Varaka b. Nevfel ve Süheyb-i Rûmî gibi bazı hıristiyanlardır [62]Bir
görüşe göre de hiristiyan olan Habeşistan Necâşî-si'nin Hz. Peygamber'in
durumunu tetkik edip hakkında bilgi getirmek için Mekke'ye gönderdiği, Hz.
Peygamber'in telkinleriyle İslâm dinini kabul etmiş olan on iki kişilik bir
heyetidir[63] Ancak âyeti genel olarak değerlendirmek, Ehl-İ
kitap'tan olup da Hz. Peygamber zamanında İslâm'a girmiş ve kıyamete kadar
girecek olanların bu âyetin kapsamında düşünmek daha uygun olur [64]53.
âyetteki "Esasen biz bundan önce de rabbimize boyun eğmiştik"
ifadesi, Ehl-i kitabın, Hz. Peygamber'in geleceğine dair kendi kitaplarındaki
müjdeye veya genel olarak Allah'ın birliğine ve gönderdiği peygamberlere
inandıklarına işaret etmektedir. Bunlar hem Kur'an'dan önceki kitaplara hem de
Kur'an'a iman ettikleri ve bu uğurda kendi toplumları tarafından uygulanan
hertürlü maddî ve mânevi baskıya, boykot ve eziyete katlandıkları, 54 ve 55.
âyetlerde zikredilen diğer ahlâkî özelliklere de sahip bulundukları için
mükâfatlan iki defa yani diğer müminlere verilecek mükâfatın iki katı veya kat
kat fazlası onlara verilecektir. [65]
56. "Allah dilediğini hidayete erdirir" diye çevirdiğimiz cümle
"Allah dileyeni hidayete erdirir" şeklinde de tercüme edilebilir.
Sahih kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre Hz. Peygamber ölmek üzere olan
amcası Ebû Tâlib'e İslâm dinini telkin etmiş, ancak Ebû Talib kabul etmemiş,
bundan dolayı son derecede üzülen Hz. Peygamber'i teselli etmek üzere bu âyet
inmiştir. [66] Bununla birlikte âyeti muayyen bir sebep veya
zamana tahsis etmeden genel anlamda değerlendirmek, bir birini -kendi istek ve
eğilimi olmadıkça- doğru yola getirmeye çalışmanın bir noktadan sonra yararsız
olduğunu söylemek daha uygun olur[67] Allah Teâlâ, peygamber ve kitap gönderdikten
sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez;
bilâkis onlan kendi İrade ve tercihleriyle başbaşa bırakır; gerçeği araştırıp
tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara yardım ederek onlan doğru yola iletir[68]
57. "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak yurdumuzdan sökülüp
atılırız" cümlesi, Kur'an'ın ilk muhatapları olan Mekkeli müşriklerin
Kur'an'da gösterilen yolun doğru olduğunun farkına vardıklarını ve bunu itiraf
ettiklerini, ancak çevrelerindeki diğer müşrik Arap kabileleri tarafından atalarının
dinine ihanet etmekle suçlanmaktan ve bu sebeple yurtlarından çıkarılıp sürgün
edilmekten çekindikleri için İslâm düşmanlığım devam ettirdiklerini göstermektedir.
Halbuki Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'in duası bereketiyle[69]
içinde kutsal Kabe'nin bulunduğu Mekke'yi -insan dahil- her türlü canlı ve
bitkinin korunduğu güvenlikli bir şehir kılmış, Kureyşliler'i de buraya
yerleştirmişti. Yarımadadaki genel güvensizliğe rağmen Mekkeliler bu sayede
çevredeki Arap toplumlanndan saygı görüyor ve güvenli bir hayat yaşıyorlardı[70]
Ayrıca Mekke'nin çoraklığı ve verimsizliği, Kabe'nin bereketi sayesinde
dışarıdan gelen ürünlerle telâfi ediliyordu. Âyette bu durum Allah'ın
Mekkeliler'e bir lütfü olarak gösterilmekte, Hz. Peygamber'e iman ettikleri takdirde
herhangi bir saldırıya uğramaktan ve yurtlarından çıkanlmaktan korkmamalan
gerektiği hatırlatılmaktadır. [71]
58-59. Güçlerine ve servetlerine güvenip şımaran, azan ve İnkarcılıkta
direnen bazı eski toplulukların tarih sahnesinden silinmiş olduklan
hatırlatılarak insanlık uyarılmaktadır. Helak olan o şımarık topluluklann
izleri gösterilmekte, onlardan sonra buralann terkedildiği, harap olduğu ve
ancak pek azında insanların oturabüdiği bildirilmektedir. Bazı tefsirlere göre
ise yurtlarında insanların çok kısa bir süre veya çok az kimsenin barındığı
bildirilmektedir. Bunlar, o kalıntılarda bsa bir süre için konaklayarak
dinlendikten sonra kalkıp giden yolculardır[72] Bununla
birlikte insanlara Allah'ın âyetlerini okuyup onları yeteri kadar aydınlatacak
ve doğru ile eğrinin ne olduğunu gösterecek bir peygamber göndermeden Allah'ın,
herhangi bir ülke halkını -haksızlığa, taşkınlığa sapmadıkça- helak
etmeyeceğini haber vermektedir. [73]
"Hepsi
bize kalmıştır" cümlesi belde halkı helak olduktan sonra yurtlarına vâris
olacak kimsenin kalmadığına, dolayısıyla beldelerin ıssız ve sahipsiz kaldığına
işaret etmekte, ayrıca mülkün hakiki sahibinin Allah Teâlâ olduğu gerçeğine
imada bulunmaktadır.
"Merkez"
diye çevirdiğimiz "üm" kelimesi gönderilen peygamberin ümmetine ait
şehirlerin en büyüğü ve en ünlüsünü ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber, yörenin
en önemli beldesi olan Mekke'de gönderilmiştir. Büyük şehirlerin tercih
edilmesnin sebebi, oralarda dinî tebliğe muhatap olacak istidatlı (farklı kabiliyetler
taşıyan) kimselerin daha çok bulunması ihtimalidir. [74]
Meali
60. Size verilen şeyler dünya hayatına ait, faydası
geçici nesneler ve gü-zdbkkrden ibarettir. Allah katında olanlar ise daha
hayırlı ve daha kalıcıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? 61. Buna göre kendisine
güzel bir şey vaad ettiğimiz ve ona kavuşacak olan kimse, dünya hayatının
geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet gününde huzurumuza
getirilecek kimse gibi olur mu? 62.0 gün Allah onları çağırarak, "Benim
ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz tanrılar şimdi nerede?" diye sorar.
63. Kendileriyle ilgili azap hükmü kesinleşmiş olanlar, "Rabbimiz! Şunlar
azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onlan da öyle azdırdık.
Sorumluluklarını yüklenmiyor, onları senin hükmüne bırakıyoruz. Onlar zaten
bize tapmıyorlardı" derler. 64. Allah'a koştuğunuz ortaklarınızı
çağırın!" denir. Çağırırlar ama çağırdıkları onlara cevap vermezler. Ve
azabı görürler! Keşke vaktiyle doğru yola girmiş olsalardı! 65. O gün Allah
onları çağırarak, "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diye sorar. 66.
İşte o gün kurtarıcı cevapların bütün kapılan yüzlerine kapanmıştır,
birbirlerine de soramazlar. 67. Fakat tövbe edip iman eden ve iyi işler yapan
kimseye gelince, işte onun kurtuluşa erenler arasında obuası umulabilir. 68.
Rabbin, dilediğini yaratır ve tercih eder. Onların tercih hakkı yoktur. Allah,
onların ortak koştuklarından münezzehtir ve sânı yücedir.
Rabbin, onların kalplerinde gizlediklerini de açığa
vurduklarını da bilir.
İşte O, Allah'tır; O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde
de sonunda da hamd O'na mahsustur, hüküm de O'nundur; sadece O'na
döndürüleceksiniz. [75]
Tefsiri
60-61. Mekke müşriklerine hitap edilerek onların sahip olduğu
dünya nimet ve zînetlerinin geçici, Allah'ın âhirette vereceği nimetlerin ise daha
hayırlı ve kalıcı olduğu ifade edilmekte, ardından da 62. âyette bu iki farklı
nimetten faydalanacak olan iki grup mukayese edilmektedir. Bu mukayesede,
dünyevî sıkıntılara göğüs gererek kararlı bir şekilde doğru yolda yürüyüp bu
sayede Allah'ın kendilerine vaad ettiği âhiretteki kalıcı ve güzel nimetlere
kavuşacak olanların orada mutlu bîr hayat yaşayacaklarına; dünyanın geçici
zevklerine aldanıp da âhireti unutanların, kendilerine bahşedilen dünyevî
nimetleri kaybetme korkusuyla inanç ve yaşayışta haktan sapanların, böylece o
nimetleri kötüye kullananların, nihayet nimetleri Allah'tan başka güçlere isnat
ettikleri için Allah huzurunda yargılanacak olanların da mutsuz ve bedbaht
olacaklarına işaret edilmektedir. [76]
62-63. Birtakım varlıkları veya kişileri Allah'a ortak koşanlar âhirette
hesaba çekildiklerinde Allah onlara, "Benim ortaklanın olduğunu iddia
ettiğiniz tanrılar şimdi nerede?" diye soracaktır. Allah'ın yargısının
aleyhlerine gerçekleştiğini gören kimseler, özellikle toplumlarına yanlış inanç
ve değer ölçüleri empoze eden din ve düşünce önderleri, zorba liderler
kendileri nasıl öncekilerin telkin ve teşvik-Leriyle azmış, doğru yoldan
çıkmışlarsa onlardan devraldıkları düşünce ve hayat tarzını aynı şekilde
sonrakilere empoze ederek onları azdınp yoldan çıkardıklarını itiraf ederler.
Bununla birlikte onların kendilerine değil, arzularına kul olduklarını; bu
konuda kendilerinin, herhangi bir günahları bulunmadığını da Allah'a
arze-derler. Ancak örneklik ve telkinleriyle toplumlarının yanlış yola girmelerine
sebep oldukları için bu savunmaları işe yaramayacaktır. [77]
64. Sözde tanrı sayıp taptıkları varlıkların hiçbir fayda vermeyeceğini
göstermek maksadıyla, müşriklere alay yollu hitap edilerek âhiret azabından
kendilerini kurtarmaları için tanrılarını yardıma çağırmaları istenir. Onlar da
tanrılarından yardım isterler, ancak tanrıları yardım etmek şöyle dursun onlara
cevap dahi veremezler. "Keşke vaktiyle doğru yola girmiş olsalardı!"
cümlesi inkarcılar adına söylenmiş olup, onların Allah'a ortak koşmanın
cezasının ne olduğunu görünce dünyada iken doğru yolu seçmediklerine
hayıflanacaklarını dile getirmektedir. [78]
65-67. "O gün kurtarıcı cevapların bütün kapılan yüzlerine
kapanmıştır" ifadesi yargılama sırasında suçluların, kendilerini savunacak
ve cezadan kurtaracak hiçbir mâkul söz ve meşru mazeret bulamayacaklarını ifade
etmektedir. Birbirlerine de herhangi bir şey soramayacaklardır; çünkü cevap
alabilseler bile bu cevabın faydası olmayacaktır. 67. âyet İse Allah'a ortak
koşmaktan vazgeçip peygamberin getirdiği mesajı kabul eden ve güzel işler
yapanlann âhirette kurtuluşa ereceklerini ifade eder. [79]
68-70. Allah varlıkları yaratırken ve görevlendireceği peygamberleri
seçerken kullara sormaz; çünkü yaratma ve tercih O'na mahsustur. Kulların
tercih hak ve imkânları sorumlu tutulduklan kararlan ve eylem alanlarıyla
ilgilidir. 69. âyette Allah'ın tercihi ve yaratması gibi, kullanmn bütün
durumlarını gizüsiyle açığıyla istisnasız ve kusursuz bilecek şekilde ilminin
de geniş ve sınırsız olduğu ifade edilmektedir,
"Önünde
de sonunda da hamd O'na mahsustur" dîye çevirdiğimiz 70. âyetteki cümleyi
müfessirler, "Bu dünyada da âhirette de hamd O'na mahsustur" şeklinde
yorumlamışlardır. [80]
Meali
71. De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah geceyi
kıyamet gününe kadar üzerinizde devamlı kılsa, Allah'tan başka size ışık
getirecek bir tanrı var mıdır? Hâlâ söze kulak vermeyecek misiniz!" 72. De
ki: "Ne dersiniz, eğer Allah gündüzü üzerinizde kıyamet gününe kadar
devamlı kılsa, Allah'tan başka size istirahat edeceğiniz geceyi getirebilecek
bir tanrı var mı? Hâlâ gerçeği görmeyecek misiniz?" 73. Allah, rahmetinden
geceyi ve gündüzü yarattı ki dinlene-siniz, iiitfundan rızkınızı arayasınız ve
bütün bunlara şükredesiniz. 74.0 gün Allah onlara seslenerek, "Benim
ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz şeyler hani nerede?" diye soracaktır.
75. Her ümmetten bir şahit çıkarıp, "Kesin delilinizi getirin!"
diyeceğiz. O zaman anlarlar ki gerçeklik hükmü Allah'a mahsustur ve
uydurageldikleri şeyler (putlar) kendilerim bırakıp gitmişlerdir. [81]
Tefsiri
71-73. Evrendeki düzen amaca uygunluk bakımından
olabileceklerin en mükemmelidir. Bunun tesadüfen olması ihtimali aklen mümkün
değildir. Düzenin bozulmadan devam etmesi de tek kudret elinden çıktığını, tek
iradeye tâbi olduğunu göstermektedir. [82]
74-75. Bu soru, yukarıda 62. âyette geçen sorunun aynıdır. [83] Sorunun burada tekrar edilmesi, günahkârların
dünyadaki tutumlarım aklen hiçbir şekilde haklı gösterebilecek durumda
olmadıklarını vurgulamak içindir. Nitekim bir sonraki âyette de bu hususa dikkat
çekilmektedir.
Müfessirlere
göre 75. âyette her ümmetten getirileceği bildirilen şahitten maksat
peygamberlerdir. [84] Yüce Allah, bütün
insanları mahşerde bir araya topladığında her milletin peygamberini çağırıp
kendisinden o millete vaktiyle Allah'ın emir ve yasaklarım tebliğ edip
etmediğini, tebliğ ettiyse nasıl cevap verdiklerini soracak ve onlar hakkında
tanıklık etmesini isteyecektir; Hz. Muhammed de kendi ümmeti hakkında tanıklık
edecektir. [85]
Allah'tan
başka tanrıların var olduğunu iddia edenlere "Kesin delilinizi
getirin!" denilerek iddialarını ispatlamaları istenecektir. Bunu
ispatlamaları mümkün olmadığı için cevap veremeyeceklerdir. Dünyada iken bâtıl
bir inançla kendilerine şefaat edeceğine İnandıkları düzmece tanrıları da
ortalıkta gözükmeyecek; nihayet "gerçeklik hükmünün Allah'a mahsus
olduğu", yani yalnız O'nun hakkında "gerçek var olandır"
denebileceği, putperestlerin gerçek sayıp tanrı diye niteledikleri nesnelerin
ise hakikatte uydurma şeylerden ibaret bulunduğu herkes için ayan beyan ortaya
çıkacaktır. [86]
Meali
76. Karun Musa'nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak
onlara zulmetmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını
bile güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti:
"Sakın şımarma! BU ki Allah şımarıkları sevmez. 77. Allah'ın sana
verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah
sana ihsan ettiği gibi, sen de nisanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez." 78. Karun,
"Bu serveti bende bulunan bir bilgi sayesinde elde ettim" diye
karşılık verdi. Bilmiyor muydu ki Allah ondan önceki kuşaklardan, ondan daha
güçlü ve daha çok servet biriktirmiş kimseleri helak etmişti. Ama suçluluğu
kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz! 79. Karun gösterişli bir şekilde
kavminin karşısına çıkardı. Dünya hayatını arzulayanlar, "Keşke Karun'a
verilenin bir benzeri bize ât verilseydi! Doğrusu o çok şanslı!"
derlerdi. 80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle derlerdi: "Yazıklar
olsun size! iman edip iyi işler yapanlar için Allah'ın mükâfatı daha üstündür.
Ona da ancak sabredenler kavuşabilir." 81. Sonunda biz onu da sarayını da
yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı ona yardım edecek adamları olmadığı
gibi, kendi kendini kurtarabilecek durumda da değildi. 82. Daha dün onun
yerinde obuayı isteyenler bu kez, "Yazıklar olsun bize! Demek ki Allah
nzkı kullarından dilediğine bol, dilediğine de ölçülü veriyormuş. Allah bize
lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de mutlaka yerin dibine geçirmişti. Vah ki
vah! Demek inkarcılar Ulah olmazmış!" diyorlardı. [87]
Tefsiri
76-77. Tefsirlerde Karun,
Hz. Musa'nın amcasının oğlu ve Firavun'uiı yük seviyede bir görevlisi
olarak tanıtılmakta, İsrâiloğulları'na karşı zalimlik ve :işkınhk; ettiği rivayet
edilmektedir. Hz. Musa'ya önce iman etmiş, fakat daha sonra hırsı ve
kıskançlığı yüzünden ona karşı çıkmıştır. İlmi ve servetiyle övünür,
soydaşlarına karşı büyüklük taslardı. Rivayete göre İsrâiloğullan içinde dinî
mâûmatı en geniş olan kimseydi. Ne var ki inançsızlığı, kibir ve gururu
yüzünden he-iâk olup gitmiştir. [88] "Topluluk" diye çevirdiğimiz usbe
kelimesi, on yahut daha çok (kırka kadar) kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya
bağlı güçlü bir cemaat" anlamına gelmektedir. [89] Burada kinaye yoluyla Karun'un servetinin
çokluğu ifade edilmektedir.
77.
âyetteki öğüt, Allah'a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış mümin-ienn
öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl
i--naç âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak
gerekir, b) Bağlama daha uygun olan açıklama ise şöyledir: Dünya hayatı, ebedî
âlemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini
ona vermemeli, dünyasını âhireti İçin değerlendirmelidir. [90]
78-82. "Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları
sorulmaz" ifadesi, suçluların yaptıklarından sorumlu olmayacakları veya
onların hesapsız kitapsız cehenneme sürüklenecekleri anlamına gelmez. Bu ifade,
söz konusu suçluların yapıp ettiklerinin suç ve günah olduğunun aşikar olarak
bilinmesi, ortada olması sebebiyle akıbetlerinin de bir felâket olduğunun
apaçık gerçek olarak bilindiği anlamına gelmekte ve sarsıcı bir uyan maksadı
taşımaktadır.
Dünya
hayatına düşkün olanlar Karun'un servet ve ihtişamını gördükçe onun şanslı bir
insan olduğunu düşünüyor ve onun yerinde olmayı veya onun kadar zengin biri
olmak istiyorlardı. İlim ve İrfan sahibi kimseler ise onları kınayarak bu tür
özentilerin yersiz olduğunu söylüyorlardı. Zira dünyadaki servet geçici, âhiret
ise daha hayırlı ve daha kalıcıydı[91] 80. âyete göre âhi-rette bu nimetlere
kavuşabilmek için iman, sâlih amel ve sabır sahibi olmak gerekmektedir.
Karun,
evi barkıyla, servetti sâmânıyla birlikte yerin dibine batırıldı. Daha önce
onun ihtişamına imrenip özenenler bunu görünce söylediklerine pişman oldular ve
Allah'ın verdiği rızka razı olmak gerektiğine, nankörlerin iflah
olmayacaklarına kanaat getirdiler,
Karun
kıssası servet ve gücüne güvenerek, kendini imtiyazlı ve büyük görüp Allah'a
isyan, insanlara karşı haksızlık eden ve sınırı aşanlar için asırları aşıp
gelen bir ibret tablosu, bir öğüt levhasıdır. [92]
Meâli
83. İşte âhiret yurdu! Onu yeryüzünde üstünlük
taslamak ve bozgunculuk çıkarmak istemeyenler için hazırlamış bulunuyoruz. İyi
son, Allah'a karşı gelmekten sakınanların olacaktır. 84. Kim bir iyilikle
gelirse ona bundan daha hayırh karşılık vardır; kim de bir kötülükle gelirse o
kötülükleri işleyenler yalnızca yaptıklarının karşılığını görürler, 85.
Kur'an'ı sana indiren Allah, elbette seni yine dönülecek yere gönderecektir. De
ki: "Kimin doğru yolda yürüdüğünü, kimin de apaçık bir sapkınlık içinde
olduğunu en iyi bilen rabbim-dir." 86. Sen, rabbinden bir rahmet olarak
gelmeseydi bu kitabın sana vahyo-Ilınacağını ummuyordun; öyleyse asla inkarcılara
destek verme! 87. Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra artık onlar seni
bunların gereğim yapmaktan alıkoymasınlar. İnsanları rabbine çağır ve sakın
müşriklerden olma! 88. Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarma! O'ndan
başka tanrı yoktur. O'nun kendinden başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca
O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz. [93]
Tefsiri
83. "İşte" diye çevirdiğimiz "ülke" kelimesi Arap
dilinde genellikle büyük ve önemli şeylere işaret için kullanılır; burada
nitelikleri hakkında daha önce bilgi verilmiş olan âhiret yurdunun önemli ve
ebedî nimetlerle dolu olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber âhirette
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen güzel nimetlerin
var olduğunu haber vermiştir. [94] Bu
nimetler yeryüzünde böbürlenmek, fesadçıkartmak ve zulmetmek istemeyenlere
verilecektir. "İyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınanların olacaktır"
cümlesi, diğer dinî ve ahlâkî görevleri yerine getirmek yanında, özellikle bu
bağlamda, uhrevî nimetleri elde edebilmek için İslâmî ölçülere uygun olmayan
bir yol ve niyetle dünyevî varlık ve değerlerin peşine düşmemek; ayartıcı,
baştan çıkartıcı şeylere düşkünlük göstermemek gerektiği anlamını içermektedir. [95]
84. İnsanların dünya hayatında yaptıklarının âhirette karşılıksız
kalmayacağı, ceza veya mükâfatın, dünya hayatında ortaya konan iyi ya da kötü
tutum ve davranışların tabii sonucundan başka bir şey olmadığı ifade
edilmektedir. "İyilik" diye çevirdiğimiz hasene ve
"kötülük" diye çevirdiğimiz seyyie kavramları hakkın[96]
85. Bu âyetin, hicret esnasında Mekke ile Medine arasında Cuhfe denilen yerde
indiği rivayet edilmiştir. [97]
"Allah, elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir" ifadesi,
müşrikler tarafından zulme mâruz kaldığı için Mekke'den hicret eden Hz. Peygamber'in
bir gün zaferle tekrar oraya döneceğinin bir işaretidir. "Döndürülecek
yer" İfadesi "ölîim, cennet, âhirette en yüksek ma-kam" olarak
da yorumlanmıştır[98] Âyetin, âhiret mükâfatı yanında dünyaya dönük
bir işareti de vardır. Kur'an sayesinde Hz. Peygamber ve ona inananlar, onu
izleyenler, Allah'ın murad ettiği sona, fıtratın imkân verdiği kemale
ulaşacaklardır. Metinden de anlaşılacağı üzere âyetin son bölümü, Hz. Peygamber
ile tartışan ve "Sen apaçık bir sapkınlık içindesin" şeklinde sözler
sarfeden müşriklere cevap olarak inmiştir. [99]
86-88. Peygamberlik görevi kişinin istemesine ve bu yolda gayret
göstermesine bağlı olmayıp Allah'ın seçmesi, lütuf ve insanıyla verilen yüce
bir görevdir. Nitekim âyette Hz. Peygamber'in de böyle bir ümit taşımadığı,
böyle bir görev düşünmediği İfade edilmektedir. Allah, kullarına merhamet
ettiği, onların yeryüzünde şaşkın ve sapkın bir şekilde yaşamaları neticesinde
hem dünyada hem de âhirette sıkıntıya düşmelerini istemediği için aralarından
kendilerine doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş ve bunlara rehberlik
edecek kitaplar vahyetmiş-tir.
"Sakın
inkarcılara destek verme!" mealindeki cümle ile bunu takip eden son iki
âyette Hz. Peygamber'in şahsında müminlere hitap edilip Allah'ın gönderdiği
Kur'an sayesinde doğru ile eğri açıkça belli olduğu için müminlerin, yanlış
yolda giden inkarcılara destek olmamaları, Allah'ın birliğine imanda sebat
etmeleri; şirk içinde yaşayıp ölenleri ümitlendirerek yollarının doğru ve
kurtarıcı olduğu kanaatini verecek söz ve davranışlardan sakınmaları
İstenmektedir. [100]
[1] Şevkânî, IV, 152
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/209.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/209.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/209.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/210-211.
[5] bilgi İçin bk. Bakara 2/1
[6] Râzî, XXIV, 118; Şevkânî, IV, 91; İbn Âşûr, XIX, 92;
ayrıca krş. Ra'd 13/1; Hicr 15/1
[7] Çıkış, 6/18-20
[8] İbn Âşûr, XX, 67
[9] bilgi için bk. Bakara 2/49; A'râf 7/103
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/211.
[10] bk. Kasas 28/6,8, 38; Ankebût 29/39; Gafır 40/24,36;
bilgi için bk. Şaban Kuzgun, "Hâmân", Dİ A, XV, 43^437
[11] bk. Nemi 27/ 15-44
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/212.
[12] bk. Tâhâ 20/39
[13] Râzî, XXIV, 228
[14] Razî, XXIV, 229
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/212.
[15] Tevrat'a göre Musa'yı nehirde bulan ve onu emzirmesi
için annesine veren, Firavun'un kızıdır; bk. Çıkış, 2/5
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/212-213.
[17] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/214.
[18] kış. Çıkış, 2/2-10
[19] Râzî, XXIV, 233
[20] İbn Âşûr, XX, 88
[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/214-215.
[22] bk. Şevkânî, IV, 15
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/215-216.
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/216.
[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahimKafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/216-217.
[25] bilgi için bk. A'râf 7/85
[26] bk. Abdulvehhâb en-Neccâr, Kısasu'i-Enbiyâ, s.
202-204
[27] bk. İbn Âşûr, XX, 103
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/217.
[28] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/217.
[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/218.
[30] Şevkânî, IV, 164; Elmalılı, V,3728; îbn Âşûr, XX, 111
[31] Tur hakkında bilgi için bk. Meryem 19/52
[32] bilgi için bk. Tâhâ 20/9-10; Tabe-rî, XIX, 82;
Şevkânî, IV, 122
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/219.
[33] İbn Âşûr, XX, 112-113
[34] Elmalıh, V, 3730;aynca bk. Nemi 27/8
[35] bilgi için bk. A'râf 7/103-108,130-136; Tâhâ 20/16-24,
65-69; İsrâ 17/101; Nemi 27/12
[36] krş. Zemahşerî, III, 175
[37] bu konuda ayrıca bk. Tâhâ 20/17-24; Nemi 27/7-12
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/219-220.
[38] krş. Tâhâ 20/25-32
[39] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/220.
[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/220-221.
[41] bk. Yusuf 12/36 vd
[42] bilgi için bk. A'râf 7/103-138
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/221.
[43] bk. Nâziât 79/24
[44] bilgi İçin bk. A'râf 7/103-138
[45] bilgi için bk. A'râf 7/136
[46] bk. Yûnus 10/90-91
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/221.
[47] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/221-222.
[48] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/222-223.
[49] bk. A'râf 7/142
[50] bu üç özellik hakkında bilgi için bk. A'râf 7/203
[51] V, 3739; Mûsâ ve kavminin bundan sonraki hayatları
hakkında bilgi için bk. A'râf 7/141-162
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/223.
[52] Zemahşerî, m, 181
[53] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/223-224.
[54] bk. Şevkânî, IV, 170; İbn Âşûr, XX, 132-133
[55] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/224.
[56] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/224-225.
[57] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/225.
[58] Râzî, XXIV, 262; ayrıca krş. Tekvîr 81/19; Tank 86/13
[59] bk. Şevkânî, IV, 172
[60] krş. Furkan 25/32
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/225.
[61] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/226.
[62] İbn Âşûr, XX, 143; krş. Şevkânî, IV, 172
[63] İbn Âşûr, XX, 143
[64] krş. Ankebût 29/47
[65] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/226-227.
[66] Buhârî, "Tefsîr", 28/1;Taberî, XX, 58-59;
Şevkânî, IV, 174
[67] krş. Esed, II, 794
[68] bu konuda bilgi İçin bk. Bakara 2/7,26
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/227.
[69] krş. Bakara 2/126; İbrahim 14/37
[70] bk. Kureyş 106/1-4
[71] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/227.
[72] Râzî, XXV, 5; Şevkânî, IV, 174; İbn Âşûr, XX, 151;
ayrıca bk. En'âm 6/6
[73] bu konuda bilgi için bk. İsrâ 17/15
[74] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/227-228.
[75] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/229.
[76] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/229.
[77] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/229-230.
[78] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/230.
[79] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/230.
[80] Taberî, XX, 65; Şevkânî, IV, 177; Esed, II, 797
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/230.
[81] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/231.
[82] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/231.
[83] cevabı hakkında bilgi için bk. 62-64. âyetler
[84] Taberî, XX, 66; Şevkânî, IV, 178; İbn Âşûr, XX, 173
[85] bk. Nisa 4/41
[86] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/231-232.
[87] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/232-233.
[88] Taberî, XX, 67; Şevkânî, IV, 179; İbn Âşûr, XX, 175;
Karun'un topluma karşı baskıcı tutumu hakkında ayrıca bk. Ankebût 29/39-40
[89] İbn Âşûr. XII, 222
[90] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/233-234.
[91] kış. Kehf 18/46; A'lâ 87/16-17
[92] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/234.
[93] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/235.
[94] Buhârî,"Tevhîd", 35; Müslim,
"îmân", 312
[95] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/235.
[96] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/235.
[97] Şevkânî, IV, 184
[98] Taberî, 79-81; Şevkânî, IV, 184
[99] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu:
IV/235-236.
[100] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahimKafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu :IV/236.