KASAS SURESİ 2

 


KASAS SURESİ

 

Kasas suresi; Hz. Musa'nın(a.s.) kıssasını (hayat hikayesini) an­lattığı ve 25 nci ayette "Kasas" kelimesi geçtiği için, bu isimi almıştır.

Mekke'nin son dönemlerinde, Medine'ye hicretin öncesinde nazil ol­muştur. Kafirlerin baskıları artmış, ashabın can güvenliği yok olduğu bir dönemde, bu sure nazil olur ve mü'minler yeniden ümit tazelerler.

Çünkü, Firavun gibi dünyaya ün salmış bir kral, Karun gibi ekono­miyi elinde tutan bir zengin, Haman gibi bilimin en üst seviyesine ulaşmış birinin güçlerini birleştirerek, halka zulmettikleri bir dönemde, Peygamber olarak gönderilen Mûsâ (a.s.), fakir bir ailede dünyaya gelmesine rağmen, Allah'ın yardımıyla Firavun'un saltanatına son verir.

İşte Mekke'deki mü'minler, Beni İsrail'in durumunda idiler. Allah onları zulümden nura çıkardığı gibi, ashaba da bir çıkış yolu vereceğini müjdeler.

Bugün Askeri, siyasi, ekonomik gücü elinde tutanlar şunu bilsinlerki; "Zulüm ile abat olanın, sonu berbat olur" Hak daima batıla galip gelir.[1]

 

1- Ta-Sin-Mim.

Surelerin başlarındaki harfler hakkında Bakara suresinin birinci aye­tinde açıklama yapmıştık.

Harflerle başlama, kafirlere bir meydan okumadır. "Kur'an, arapça kelimelerden meydana geliyor, kelimeleri biliyorsunuz. Buyurun aynı harf ve kelimelerden Kur'an'ın benzeri bir sure getirin" anlamındadır.

Bindörtyüz senedir, kafir arap edebiyatçıları, yapamadıklarını itiraf etmişler. Bundan sonrada yapamazlar.[2]

 

2- Bunlar açık -açıklayan- kitabın ayetleridir.

Kur'an'ın ayetleri hem açıktır, hem de açıklayıcıdır. Ancak her ilim dalını o dalın uzmanından öğrendiğimiz gibi, Kur'anı' Kerim'i de anlamak için onu meydana getiren kelimeler, harfler ve bu kelime ve harflerin dizilişinin kurallarını öğreten sarf ve nahv bilgilerine sahip olmamız ge­rekir.

Çamurdan fincan yapmanın "püf" noktasını öğrenmeyen bir usta, fin­canların kulpunu tutturamamış. Sonra hakiki ustaya gitmiş ve "püf" noktasını öğrenmiş.

Kur'an'ı en güzel anlayan kişi, Kur'anı' bize getiren Peygamberimiz, efendimiz (s.a.v.)dir. Onun anlatımına dikkat ettikten sonra günümüze kadar gelen salih alimlerimizin beyinlerinden de yararlanacağız.

"Ben hiçbir alimi tanımıyorum. Mealden okur, ona göre hareket ede­rim" diyenler ne söylediklerinin farkında değiller. Çünkü okuduğu meali yazanda bir ilim adamıdır ve ona bağımlıdır. (Bu konuda bu tefsirin bi­rinci cildinin baş tarafında geniş bilgi verildi.)[3]

 

3- İman eden bir kavim için, Musa ve Firavun'un haberinden bir kısım gerçeği sana okuyacağız.

Musa (a.s.) ile Firavun'uıı mücadelesi bize ibret olsun için veriliyor. Nice az toplulukların, çok topluluklara galip geldiği öğretiliyor.

Ancak bu öğretiden, ancak iman edenler ders alabilirler. Kafirler an­cak güçlü olan kazanır zannederler. Hakkın ve haklılığında kendine has gücü olduğunu bilmezler.[4]

 

4- Şüphesiz Firavun, yeryüzünde büyüklük tasladı ve ülke halkın­dan bir gurubu zayıflatmak için guruplara ayırdı. Onların (israiloğulları'nın) erkek çocuklarını öldürüyor, kızlarını sağ bırakı­yordu. Şüphesiz o bozgunculardandı.

İslami sisteme inanmayan bütün sistemlerle, Firavunun sistemi arasında benzerlik vardır. İnsanlar arasında ayırım yapmak. İkibinli yıllara girerken dünyayı yönetenler, iktidarda kalabilmek için bir tarafda devlet hazinesini kendini tutanlara dağıtırken, öbür tarafda sefalet içinde doğup, sefaletle büyüyen insanlara, sıcak ekmeğin buharını ya-saklamaktalar.

Dünyadaki bütün siyasiler "eşitlik" üzerine, ne konuşacaklarının, nasıl konuşacaklarının dersini görürler. Ama konuşurken yine ayınm yaparlar. Yandaşları yanında olur. Halk ise bir kurşun menzilinden içe­riye yaklaştırılmaz.

Firavun'un Beni İsraile uyguladığı nüfus planlaması günümüzde de halkı müslüman olan ülkelerde uygulanmakta. Veya bir imansız yöne­tici, kendi ırkından olmayan, diğer bir imansız gurup üzerinde nüfus planlaması yapmakta. Ama...[5]

 

5- Biz yeryüzünde zayıflatılanlara iyilik yapmak, onları imamlar (önderler) kılmak ve (Firavun'un mülküne) varisler kılmak istiyoruz.

Rabbimiz kimi desteklerse güçlü olan odur. Çünkü herşeye gücü ye­ten O'dur. O zayıfların yanında olunca onlar güçlenir ve yeryüzünde va­ris olurlar. Önderlik ederler.

Bindörtyüz yıldır dünyaya önderlik eden rnüslümanlar, son ikiyüz senedir zayıflatılmıştır. Eğer bu müslüman toplum Rabbine döner, hata­larına istiğfar eder, Rabbinin dinine tam sanlırsa, tekrar önderliğe layık olursa, Rabbim de onları destekler.[6]

 

6- Onları (İsrail oğullarını) yeryüzüne yerleştirelim ve Firavun'a, Haman'a ve her ikisinin ordularına İsrailoğullanndan korkageldik-lerini gösterelim.

Yeryüzünde yönetime yönelmeliyiz. Yeryüzünü yaratan Allah, İnsanı yaratan Allah, tabiat kanunlarım yaratan Allah, Kur'an'daki ka­nunlarını indiren Allah. İşte müslüman insan olarak, bunların arasına giren, süt içinde pislik gibi görünen Firavun, Haman ve ordularının zul­müne, pisliğine son vermek için gelmeliyiz.[7]

 

7- Musa'nın annesine; "Onu emzir. Ona (zarar vermelerinden) korktuğun zaman onu denize bırak. Sakın korkma, üzülme. Biz onu sana geri vereceğiz ve onu Peygamberlerden kılacağız" diye vahyettik.

8- Onu (Musa'yı) Firavun ailesi buldu. Onlara (ileride) bir düş­man ve üzüntü kaynağı olması için (böyle yaptık.) Şüphesiz Firavun, Haman ve ikisinin ordusu hata ediyorlardı.

9- Firavun'un hanımı: "Benim ve senin gözün aydın olsun. Bu ço­cuğu öldürmeyin. Umulurki, O bize faydalı olur veya Onu evlad ediniriz" dedi. Onlar (planımızı) bilmiyorlardı.

Allah'ın koruması ana kucağından, baba ocağından daha sıcak ve sağlamdır. Anne ve babanız her yerde, her zaman sizi göremezler ki, koruyabilsinler. Allah(cc) kulunu düşmanının elinde de büyütür.

Firavun, yeni doğan Musa'yı öldürmek için doğum ebelerini sorgu­larken, kucağında Musa'ya baktığının (büyüttüğünün) farkında değildi.

Günümüz müslümanlan da öyle değil mi? Rus genel kurmay başkan­lığında generalliğe yükselen bir müslüman çocuğu, Kafkaslarda İslami mücadeleyi yeniden başlattı ve arkadaşlarıyla birlikte Allah'ın izniyle bu mücadelenin sonucuna  ulaştılar.

Doktorası için Amerika'ya gönderilen çok zeki çocuklarımızın, İmanını biraz daha çalalım, yobazlıktan kurtaralım, bağnazlığını da at­sın, diye bekleyenlerin arzulan boşa çıkıyor. O gençlerin, Amerika'nın içinde taşıdığı şeytan yuvasını gördükten sonra, ülkesine şeriatçi bir doktor olarak dönmesi, Rabbimin bir lütfudur.

Firavun'un sarayında beslenelim ama beslendiğimiz yere yaslanıp kalıp da, orada Ölmeyelim.[8]

 

10- Musa'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer gönlünü sağlamlaştırmasaydık, az kalsın onu açıklayacaktı. Mü'minlerden ol­ması için (kalbini sağlaınlaştırdik).

11- (Musa'nın annesi) Musa'nın kız kardeşine; "Onu takip et" dedi. Onlar hissetmeden Musa'yı uzakdan gözetti.

12- Daha önceden, Musa'yı emziren kadınları haram etmiştik. (Kız kardeşi) dediki: "Sizin için, Ona bakacak ve Onu eğitecek bir aileyi size göndereyim mi?"

13- Annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu bilsin diye, Musa'yı annesine geri verdik. Ancak onların birçoğu bilmezler.

Musa (a.s.)'m annesine, -yedinci ayette bildirildiği gibi- Rabbimiz; "Korkma, üzülme" dediği halde, ana yüreği bu, dayanamazki. Ana yü­reğini rahmetle yaratan Rahman, bize ana yüreğini de tanıtıvermiş olu­yor.

Ama Rabbimiz, ananın yüreğini sağlamlaştırır. Kız kardeşi, Musa'nın nehirden akışını takip eder. Nihayet Firavun'un sarayındakiler bebeği bulurlar.

Allah(cc) Musa'ya sevimlilik verir. Firavun'un hanımı hemen evlatlık olarak alır ve; "süt annesi lazım" der. Bütün emzikli kadınlar getirilir. Küçük Musa hiçbirini emmez. Kız kardeşi, Firavun ailesine bir kadın tarif eder. O'da Hz. Musa'nın annesidir.

İşte Rabbim kuluna yardımı, yine kuruyla yapar.[9]

 

14- Musa olgunluk çağına varıp, kıvamını bulunca, Ona hükmü ve ilmi verdik. İşte iyileri böylece mükafatlandırırız.

Firavun'un sarayında hem bedeni yönden, hemde çağının kültürüyle iyi yetişen Musa (a.s.) kendisi bilmese bile, Rabbi Onu peygamberliğe hazırlıyor ve hikmeti ve ilmi Ona öğretiyordu. Şuam 21 ncı ayetinden de öğrendiğimize göre, henüz Peygamber değildi.[10]

 

15- Musa, şehir halkının haberi olmadığı bir zamanda şehire girdi. İki adamı kavga ederken buldu. Biri kendi tarafından, biri de düşmanından. Kendi tarafından olan, düşmanından olana karşı Musa'dan yardım istedi. Musa ona bir yumruk vurdu, işini bitirî-verdi. Musa dediki: "Bu şeytanın işindendir. Şüphesiz şeytan apaçık saptıran bir düşmandır."

Saraydan çıkıp ansızın şehre girmişti. Saray şehirden dışarda olmalı ki, şehre girdiği söylenmektedir. Şehirde beni İsrail'den biri ile bir kıpti-'nin kavga ettiğini görünce araştırmadan, suçluyu belirlemeden, kendi kabilesinden olana yardım etti ve kıpti'nin ölümüne sebep oldu. Bu bir hata idi, hatası için Rabbinden şöylece af istedi;[11]

 

16- (Musa) "Rabbim, doğrusu ben nefsime zulmettim. Beni afvet1 dedi. Allah rda Onu hemen afvetti. Çünkü Allah afvedicidir, rahme edicidir.

17- (Musa) "Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için artık suçlu­lara arka çıkmayacağım" dedi.

Musa (a.s.) yaptığı işin yanlışlığını anladı. Bu işin şeytan işi oldu­ğunu bildi ve Rabbinden af diledi. Peygamber olmadan bunları nereden bilecek demeyin. Musa bir tarafdan, Firavun'un sarayında saray kültürü alırken, öbür tarafda kendi ailesinden; Yusuf (a.s.)'dan beri devam eden, Peygamber mesajlarını da öğreniyordu.

Suçlu babanız bile olsa ona arka çıkmaymiz. Dostlarınızın suçunu paylaşmayın ama cezasını paylaşın. Bu surenin 86. ayetinde Efendimizin şahsında biz de uyanlıyoruz.[12]

 

18- Şehirde korkarak ve gözetleyerek sabahladı. Bir baktiki dün kendinden yardım isteyen adam yine Musa'nın yardım etmesi için bağırıyor. Musa ona; "şüphesiz sen apaçık bir azgınsın" dedi.

19- Musa, ikisininde düşmanı olanı yakalamak isteyince,(israil'i) adam dediki: "Ey Musa, dün bir adamı öldürdüğün gibi, şimdi beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun. İslah edenlerden olmak istemiyorsun."

20- Şehrin en uzak yerinden koşarak bir adam geldi ve dedi: "Ya Musa!! ileri gelenler, seni öldürmek için, senin hakkında görüşme yapıyorlar Sen (şehirden) çık. Ben sana nasihat edenlerdenim."

Kendi kabilesinden olan, o azgın ve saldırgan adamın yine kavga et­tiğini görünce, onun azgınlığını bilmesine rağmen, yine yardım etmek için kıpti'yi yakalayınca, Hz. Musa'nın sözlerine kızan israilli adam; "dün adam öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?, sen zorba mı olmak istiyorsun?" dedi. Diğer Kipti, Hz. Musa'nın adam Öldürdüğünü öğrenince yöneticilere haber verdi.

Şehrin uzak yerinden bir adam, koşarak geldi ve "kıptilerin Musa'yı öldürme karan aldıklarını" haber verdi. Kiptiler ile Beni İsrail yıllardan beri düşman olmaları nedeniyle kulakları hep seste idi. Musa hakkında alınan bir kararı hemen Musa'ya bildirdiler.[13]

 

21- Korkarak ve gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, zalim ka­vimden beni kurtar" dedi.

22- Medyen tarafına yönelince "Rabbim bana doğru yolu göstere­ceğini umarım" dedi.

23- Medyen suyuna gelince (davar) sulayan bir gurup insan buldu. Onların ötesinde iki kadın (davarlarını sudan) alıkoyuyor­lardı. Onlara "derdiniz nedir" dedi. İki kadın "Çobanlar gidinceye kadar biz sulamayız. Bizim babamız büyük bir ihtiyardır" dediler.

24- Musa onların davarlarını suladi. Sonra gölgeye çekildi ve "Rabbim bana indireceğin hayra muhtacım" dedi.

25- Kadınlardan biri utangaç bir eda ile yürüyerek Musa'ya geldi. Dediki: "Babam sana sulama ücretini vermek için seni çağırıyor. Musa, Onun yanına gelince başından geçeni anlattı. O: "Korkma, zalim toplumdan kurtuldun" dedi.

26- İki kadından biri: "Babacığını onu ücretli olarak tut. Şüphesiz ücretle tuttuklarıyın en hayırlısı bu güçlü ve güvenilen adamdır" dedi.

27- "Şu iki kızımdan biriyle seni evlendirmek istiyorum. Sen de bana sekiz sene-çalışmak üzere. Eğer on seneye tamamlarsan oda kendinden (bir iyilikdir). Ben zorluk çıkarmak istemem. İnşaallah sen beni salihlerden bulacaksın" dedi.

28- Musa: "Bu seninle benim aramda. İki süreden hangisini ya­parsam bana bir düşmanlık yok. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi.

Musa, Mısır'dan çıkar. Çıkarken Rabbine dua eder: "Rabbim beni zalim toplumdan kurtar" der. Rabbimiz kendine sığmanı yardımsız bı­rakmaz.

Musa (a.s.) daha Peygamberlik verilmeden haksız yere bir adamı öldürür. Bu bir suç ama Firavun'un yaptığı Yaratana isyandır, yaratı­lana zulümdür.

Medyen tarafına gider, Burası Firavun'un sınırları dışında ve riva­yete göre Şuayb (a.s.)'ın etkisi altında idi. Zalim sultanın hakimiyetin­den adiller ülkesine geçiş yaptı. Hz. Şuayb'ın kızı ile de evlendi. On sene orada kaldı. Bu zatın Hz. Şuayb olduğu ayet veya hadisle bildiril­memektedir. "Salih, ihtiyar bir zat" dense olur.[14]

 

29- Musa süreyi tamamlayınca ailesiyle yola çıktı. Tur dağı tara­fından bir ateş gördü. Ailesine: "Durun, ben bir ateş gördüm. Belki ben size bir haber getiririm veya ateşden bir kor parçasını getiririmde ısınırsınız" dedi.

30- Tur dağına gelince mübarek yerin sağ tarafındaki ağaçdan "Ey Musa şüphesiz ben alemlerin Rabbi olan Allah'ım" diye nida olundu.

31- "Bırak asanı", asanın yılan gibi hareket ettiğini görünce ar­dına dönüp kaçtı. Onu takip etmedi. "Ey Musa, dön gel, korkma. Sen güven içinde olanlardansın."

32- Elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıksın. Korkudan (açılan) kollarını birleştir, (durumunu düzelt). Bu ikisi Rabbinden, Firavun ve ileri gelenlerine karşı iki delildir. Şüphesiz onlar fasık bir kavim oldular.

33- Musa dedi: "Rabbim, ben onlardan bir adam öldürdüm. Onlarında beni öldürmesinden korkarım."

34- " Kardeşim Harun dil yönüyle benden daha fasihdîr. Beni tasdik etmek ve desteklemek üzere, onu benimle gönder. Onların beni yalanlamasından korkarım."

Mısır'a doğru giderken Tur dağının eteklerinde Nar-ateş için giden Musa Nur ile karşılaşır. Mısır'dan her hangi bir insan olarak çıkan Musa Peygamber olarak döner. Asasının yılana dönüştüğünü, elinin Nur1 a dönüştüğünü görür. Firavun'a ilahi mesajı götürmek üzere görev­lendirilir. Gönlünde imanı, yanında güzel konuşan kardeşi Harun ve elinde asasıyla Mısır üzerine yürür. Musa denince, hatırımıza asa gelir, asa denince de hatırımıza Musa gelir.[15]

 

35- "Kardeşinle pazunu kuvvetlendireceğiz. İkinize ayetlerimizle bir kudret vereceğiz de, onlar size ulaşamayacaklar. İkiniz ve ikinize uyanlar galip gelecekler."

36- Musa onlara apaçık ayetlerimizle gelince "Bu uydurma bir si­hirden başka birşey değildir. Biz böylesini önceki atalarımızdan duymadık" dediler.

37- Musa dediki: "Rabbin katından hidayetle kimin geldiğini ve bu yurdun sonunda kime ait olacağını Rabbim daha iyi bilir. Şüphesiz zalimler felah bulmazlar."

Rabbim onları destekleyeceğini mutlaka galip geleceklerini bildirir. Musa (a.s.) Peygamberliğinin mesajlarını ulaştırır. Aklı gözünde olan Firavun'a mucizeler gösterir.

Firavun bunların sihir olduğunu söyler. Musa'nın doğru yolda olma­dığını, çünkü daha önce Firavun'un atalarından birinin bunları söyleme­diğini söyler.

Musa (a.s.) ise kimin doğru yolda olduğunu Allah daha iyi bilir diye­rek, günümüzde her fikir ve sisteme sahip olanların kendilerinin doğru olduğunu iddia ettiklerine ve en doğru olanın Allah tarafından bildirilen doğrular olduğuna işaret eder. Bizler maddi gücü elde ederken, gönül ufkumuzu Allah'ın ayetleriyle aydınlatmalıyız. Gücümüzü ilahi bilgiden almalıyız.[16]

 

38- Firavun şöyle dedi: "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman benim için (tuğla yapmak için) çamur üzerine ateş yak. Bana bir kule yap. Belki ben Musa'nın ilahını görürüm. Şüphesiz ben onu yalancılardan sanıyorum."

Rus kozmonot uzay yolculuğundan döndüğünde "uzayda Allah'ı bu­lamadım" demişti. "Küfür cephesinde yeni birşey yok" isimli eserimde açıkladığım gibi yeniler yeni birşey söylemiyor, eski söylenenleri tek­rarlıyorlar.

Müslümanların şu andaki hali tökezleme halidir, tekrar geriye dönüş yapmak üzeredirler. Musa (a.s.)'ın bize vermek istediği budur. Kardeşi ile birlikte tebliğ ediyorlar ve sağlıklarında Firavun'ın saltanatına son veriyorlar. Peygamberimizin hayatıda budur. 13 sene içinde devletini kurmuştur. Peygamberimizin "Zillet ve aşağılık benim sünnetimden yüz çevirmektedir" diyor. Bir Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman bey, Rasulüllah'ın sünnetine uygun olarak hareket etmiştir. Koca dev­leti çadırda kurmuş ve koskocaman imparatorluğu kurmuştur, ama ne zamanki on ton altın Dolmabahçe Sarayının duvarlarına tezyinat olarak sürülmüş, o zaman düşmüştür, değerini kaybetmiştir. Yani israfın içinde batmıştır. O sebeple Peygamberlerin yolu bizim için kurtuluş ve rehberdir.

Bundan önceki dersimizde Firavun ile Musa (a.s.)'ın karşılıklı mü­cadelesini işlemiştik devam ediyoruz. Firavun dediki: "Ey Mele (ey devletimin ileri gelenleri, yöneticileri, danışmanlarım) ben sizin için benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum, (tek ilahınız benim). Ey Haman bir çamur üzerinde ateş yak, çamuru orada pişir (ip tuğla yap ve) benim için büyük bir kule yap! Ola ki ben böylelikle oraya çıkıp Musa'nın ilahını da görürüm. Ama ben zannediyorumki o yalan söylü­yor." Ama tabii Firavun burada ordu komutanları ve yöneticilerinin mantığına hitap ediyor ve alaylı olarak konuşuyor.

Bir zamanlar gazetelerde de yazmıştı; ilk defa Ruslar uzaya adam gönderince o adam gelmişti ve demişti ki: "gökyüzünde aradım da bula­madım." Demekki adam bakmayı bilmiyordu . Çünkü o adam kendi eline, diline, gözüne baksaydı orada da görürdü, Allah'ın ilmini, kudre­tini.. Veya bugün inançsızlar diyorlarki biz Allah'a labaratuarda araştır-madıkça, ispatlayamadıkça inanmayız. Oradaki adamın mantığı ile Firavun'un mantığı arasında fark yok. Tek fark ifadelerinde ve o za­manki tekniklerdedir fark.[17]

 

39- Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız büyüklük tasladılar. Ve bize döndürülnıeyeceklerini sandılar;

40- Firavun'u ve askerlerini yakaladık ve denize attık. Zalimlerin sonu nasılmiş gör.

Daha önceki ayetlerde görmüştük ki Hizbullah ve Hizbuşşeytan vardır. Yani Allah'ın taraftarları ve şeytanın taraftarları. Buradaki ayetlerde yine Allah (c.c.) Firavun ve askerleri için "imam" kelimesini kullanır. İmam demek Öncü demektir, yol gösteren demektir. Öyleyse

hem müslümanlar için, hem de inanmayan insanlar için [18]

 

41- Onları ateşe çağıran önderler kıldık. Onlar kıyamet gününde yardım olunmazlar.

İnsanların yönetiminde, Allah'ı devreden çıkarıp, kendisini devreye sokan şahıs ve kurumlar, insanları cehennem ateşine çağıran sapıklar­dır

42- Bu dünyada onların ardından la'net yağdırmaktayız. Kıyamet gününde iğrenç kişilerden olacaklar.

43- Andolsunki ilk çağ (kafirlerini) helak ettikden sonra insanlara gönüllerini açacak, hidayet ve rahmet olmak için Musa'ya kitabı ver-dikki onlar öğüt alırlar.

Kitapların indiriliş gayeleri budur zaten. Allah (c.c.) Kitabında yani Kur'an'da tabiat olaylarının nasıl olduğunu veya mesela bir ağacın nasıl meyve verdiğini anlatmamıştır. Ama insanın insanla, insanın eşyayla ve insanın Rabbiyle olan münasebetlerini inceden inceye bildirmiş, işa­retler etmiştir. Çünkü bunları insanların keşfi veya icadı mümkün de­ğildir, bu konularda insanlar hükümler koyamazlar. Rabbim bu konuda Kitabında kesin açıklamalar vermiştir. Çünkü bunları insan aklı bula­maz. Mesela Cehennem hakkında Kur'an'da bilgi olmasa hiçbir yerden bilgi elde edemezdik, çünkü insanın aklı bunu alabilecek, veya bulabile­cek kapasitede değildir, insanlar böylece binlerce hurafeye dalarlardı. Ama tabiatla ilgili ayetlerde böyle değildir. Çünkü insan aklı bunu bu­labilir, kavrayabilir, keşifler, yapabilir. Şimdi böyle olunca bir ağacın içinde  yani  gövdesinde  besmele yazıyormu,  yazmıyormu  o kadar önemli değildir. Çünkü yaprağın kendisi Allah'ın varlığına işarettir de zaten. Allah (c.c.) Kitabını ve daha önceki kitapları indirmişki, insanla­rın gönül gözleri açılsın ve insanlar eşyayı hakiki manada görebilsinler diyedir. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.)'in bir duasıda "Ya Rabbi bana eşyayı olduğu gibi göster" şeklindedir, buda gönül gözünün açılması ile mümkündür. İnsan bu dünyada neyi nasıl yapacağını bilemediğinden Allah (c.c.) Kitabını bir hidayet rehberi olarak göndermiştir.

Peygamber  efendimiz  Kur'an  vasıtasıyla  eski  kavimlerden  ve Peygamberlerden   örnekler  verip   de  kıssalar  anlatınca   bu   sefer Mekke'deki müşrikler, hristiyan papazlar ve yahudi hahamları bu bilgi­leri acaba bu  adam nereden alıyor diye hayret ediyor ve O'nun Peygamber olduğuna kesinlikle iman etmiyorlar ve illaki Peygamber gelecekse içlerindeki seçkin kişilere geleceğini, gelmesi gerektiğini id­dia ediyor, itiraz ediyorlardı. İtiraz ediyorlar, kabul etmiyorlar ama bu Peygamberin insanlara anlattığı, aksettiği şeyler var. Yahudiler şöyle bir dinliyorlar, kendi söylediklerine pek uymuyor ama yahudilerin bildik­lerinin tümünü de biliyor. Aynı şey hristiyanlar ve hristiyan papazlar içinde böyleydi. Böyle olunca itirazlarını şu şekilde söylüyorlar: "Bu bir yerden okuyor, veya geçmişlerin haberlerini orada burada dinleyip biz­lere haber veriyor." Bunun üzerine Allah (c.c.) diyorki:[19]

 

44- Musa'ya yasayı bildirdiğimizde, sen (vadinin) batı tarafında değildin. Sen görenlerden de değildin.

45- Ancak biz nice nesiller yarattık ve onların üzerinden uzun yıl­lar geldi geçti. Sen Medyen halkı arasında yaşayıp onlara ayetlerimizi okuyup öğrenmedin. Ancak Peygamberleri gönderen biz olduk.

Bizim tarihimizde de ilk çağ, orta çağ ve yeni çağ diye çağlar vardı. İlk çağ biraz önce geçen 42. ayetteki "ilk çağ neslini helak etmişizdir" ayetinde de belirtildiği gibi, Firavun ve ordularının boğulduğu zaman ilkçağ sona ermiştir. Musa (a.s.) ile beraber ortaçağ başlamıştır. "Biz yeni çağlar inşa ettik" ayetinde de işaret edilen ortaçağın Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'ın Mekke'den Medine'ye hicretine kadar devam et­miştir. Efendimizin hicreti ile birlikte kıyamete kadar son çağ, yani ye­niçağ başlamıştır.

Nasıl ki coğrafi bölünmeler yani burası batıdır, burası doğu şeklinde ayırımlar bugün kendisini güçlü zanneden devletler tarafından yapılı­yorsa çağların ayarlanması ve ayrılması da gene kendini güçlü zanne­den insanlar tarafından yapılmıştır. Bu ayetlerden mülhem olarak biz de derizki ilkçağ Firavun'un geberdiği tarih imiş. Orda ortaçağ başlıyor. Efendimizin hicretiyle beraber de yeni çağ başladı. Buna işaretler de vardır.[20]

 

46- Biz Musa'ya nida ettiğimizde Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmeyen kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin. Belki öğüt alırlar.

Batılı müsteşrikler Kur'an'a itiraz ederlerken diyorlarki hani Muhammed bir ara ticari seyahat için Şam taraflarına gitmiştide orada Rahip Bahira ile görüşmüştü ya işte orada bunları öğrenmişti ve daha sonra onu bir kitap halinde bu şekilde yayınlamıştır. Tabii bunların bu itirazlarına Batıdaki çok değerli alimlerimiz cevaplar vermişler ve demişlerki, sizi Mısır'a 15 günlüğüne gönderelim çünkü Peygamberimizin bahsettiğiniz seyahati en fazla 15 gün sürmüştü. Siz bu 15 gün içinde hem Arapçayı öğrenin hemde Mısır'ın binlerce yıl sürmüş olan tarihini öğrenin. Bugün hukuk fakültesinde adam, 11 senede liseyi bitiriyor ve 4 sene hukuk fakültesine devam ettiği halde yinede kanunları ve hukuku öğrenemiyor da yine incelikleri ve bilmediklerini hayat içinde öğreniyor. Hem mademki bu bilgiler Rahip Bahira da imiş, niye Bahira arzetmemiş bu bilgilen insanlara?[21]

 

47- Elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldi­ğinde "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin bizde ayetlerine uyup ıııü'minlerden olsaydık olmazmiydı" demesinler diye Peygamber gönderdik.

48- Onlara tarafımızdan hak gelince "Musa'ya verildiği gibi veril­mesi gerekmezmiydi?" dediler. Daha öncede Musa'yıda inkar etmedi­ler mi? "Birbirine arka çıkan iki sihirbaz" demişlerdi. "Biz hepsini inkar ediyoruz" demişlerdi.

49- Deki: "Bu iki kitapdan daha doğru bir kitabı Allah katından getirin ona uyayım. Eğer doğru söylüyorsanız."

50- Eğer saha cevap veremezlerse iyi bilki onlar nevalarına uyar­lar. Allah'dan bir hidayet olmadan hevasına uyandan daha sapık kim var? Allah zalim kavme hidayet vermez.

Bugün insanlar, biraz dengesiz hareket eden insanlara sapık diyor­lar ve bunu bazen televizyonda da film diye bizlere seyrettirebiliyorlar. Halbuki Rabbim diyorki "Allah'tan bir hidayet olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kim vardır." Yani asıl sapık, heva ve hevesine uyanlardır. Çünkü öbür sapıklar ise itikadı açıdan sapık olduklarından topyekün etkiledikleri insanlara zarar vermektedirler, o sapık dedikleri insanlara da o sapıklığı aşılayan veya onlara o zemini hazırlayanlar da zaten Allah'ın sapık dediği insanlardır. Rabbim Kur'an-ı Kerim'de -venlere değil sövdürenlere yöneliyor ve bizleri de onlara doğru yönelti­yor. "Allah zalim toplumlara hidayet vermez." Kişi sapıklığı isteyince sapıklığı, hidayet isteyince de hidayet veriyor Rabbim. Zalimlere hida­yet olmayacağına göre bunlar hidayete gelemezler mi? Gelirler tabii, ama önce zulmü bırakırlar.[22]

 

51- Andolsun belki öğüt alırlar diye sözü (Allah kelamını) ardarda gönderdik.

52- Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar.

53- Onlar (Kur'an) okunduğunda: "Biz ona iman ettik. Şüphesiz o Rabbimizdendir. Biz bundan öncede müslümandık" dediler.

54- İşte onlara sabırları sebebiyle mükafatlar iki kerre verilir. Onlar kötülüğü iyilikle giderirler. Onlara verdiğimiz rızıkdan infak ederler.

Sorulabilir: "Hocam! Tevrat ve İncil'i tahrif ettiler buna inanıyoruz." Bunu bozanlar zaten bozmuşlar. Bir de anadan babadan görerek dinini devam ettirenler var. Bu günümüzde Allah'a hamd olsunki Kur'an'ı ta­nıdık.   Ama   zaman   içinde,   tarih   içinde   Kur'an'ı,   bile   bile   ters yorumlayanlar da oldu.  Bizim halkımız bunları duyunca, görünce dedilerki; "Vallahi bizim köydeki hoca böyle demiyordu, ben babamdan böyle duymamıştım." Çünkü o milletimizin içine gerçek İslam imzası atılmıştır. İşte bu ayet buna işaret ediyor, nasilki biz müslümanlardan İslamı   babadan   görme   ve   sağlam   şekilde   sürdürenler  varsa, hristiyanlar da inançlarına hiçbir şirk karıştırmadan yaşayanlar vardırki onlara işaret vardır burada.

Kötülüğü iyilikle gidermemiz gerekiyor. Anadolu'da da "kanı kanla yumazlar, su ile yurlar" birde "taş atana ekmek at" derler. Şairlerimizden biriside diyorki; "iyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kân."[23]

 

55- Boş sözü duyduklarında ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yap­tıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size. Size selam olsun, biz cahilleri aramayız" dediler.

Bu söz, yani "Allah selamet versin" lafı Anadolu'da da çok kullanılır. Burada ayetteki "selamdan" kasıt selam verme değil, bizimle ilgiyi ke­sin demektir aslında.

Cahilin cehaletini gidermek, bilgilendirip aydınlatmak için yanına gidilir. Yoksa cahilin yanında ışık yakmazsanız, sizde onun karanlı­ğında kalırsınız.[24]

 

56- Şüphesiz sen sevdiklerine hidayet veremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Hidayete erecekleri o daha iyi bilir.

Yani biz insana hidayet ve iman verecek güçte değiliz. Burada bir­birine tezat bir durum yoktur. Çünkü birisinde doğru yolu gösteri)uruz, bu ayette de doğru yolu göster ama bu yolu kabul etmesi veya etme­mesi onun gönlü ile ilgilidir. "Sen hidayeti veremezsin, hidayeti biz di­lediğimize veririz" buyuruluyor. "Sana duyurmak düşer, Bize de onların hesabını görmek düşer. Hidayete girecek olanları en iyi bilen Allah (c.c.)'tır". Dediler ki: "Biz İslama girersek, topraklarımızı kaybederiz, arazilerimiz elimizden gider (kredi vermezler, sermayemiz elimizden gider)" Mekke'li müşriklerin o günler için Bizanslılar ve İranlılarla ilişkileri var ve bunlar diyorlarki biz müslüman olursak Bizans ve İranlılar bizimle ticari ilişkilerini keserler. Ama Allah (c.c.) bunların mantığını reddediyor.[25]

 

57- Dedilerki: "Eğer seninle beraber hidayete tabii olursak yurdu­muzdan çıkarılırız." Onlara biz güvenli haremi yurt kılmadık mı? Oraya tarafımızdan rizık olarak her çeşit meyva toplanacak. Ancak onların birçoğu bilmezler.

Bu beldeye ilk İbrahim (a.s.) gelip yerleştiği için ve İbrahim (a.s.) zalimler diyarını terkettiği için, Allah (c.c.) kendisini şereflendirmiş ve bu beldeyi emin ve en işlek, ticari bir merkez ve her türlü yemişin top­landığı bir yer kılmıştır.

Gerçekten Hacca gidenleriniz görmüştür, orada her türlü meyve vardır. Diyeceksiniz ki: "hocanı petrolleri var da onun için!" "Peki 1400 sene önce de petrol mü vardı? Mekke ve Medine o zaman da emin bir belde ve her türlü rızkın sağlandığı bir yerdi." Ama (birçok insanlar in­celiğini) bilmiyorlar. (Peki siz zenginliğinize mi güveniyorsunuz?)[26]

 

58- Kazançlarıyla şımarmış nice şehirleri helak ettik. İşte yurtları. Onlardan sonra çok az yurt edinilmiştir. (Onlara) biz varis olduk.

Sahabe cihada giderken, uzak yerlere giderken biz imana eriştik, in­sanlar da erişsin diye giderlermiş, gece gündüz yol alırlarmış. Yani öyle birşeyki o muhterem insanların başardığı şeylere biz hayalleri­mizle arabalarımızla erişemiyoruz. Düşünün ta Mekke'den, Azerbaycan'a, İstanbul'a gelmişler.

Hani bilhassa okumuş kesimlerden şu soru çok gelir: "Hocam Amerika'ya da Allah Peygamber gönderdi mi, Japonya'ya da Allah Peygamber gönderdi mi? Kur'an okusalar cevabını bulacaklar.[27]

 

59- Onların baş şehirlerinde ayetlerimizi okuyacak bir Peygamber göndermedikçe Rabbim şehirlerin halkını helak etmemiştir. Biz an­cak halkı zalim olan şehirleri helak etmişizdir.

Bugünkü tarihi bulgular sonucu dinler tarihçileri de bu ayeti destek­lemektedirler. Mesela demektedirler ki, bugün Amerika'da bulunan Mayalar. Yani bunların kalıntıları, bunların helak edildiğine işarettir. Bunlara Maya dini denilirki mesela Japonya ve o taraflarda Konfüçyüs gibi insanların amellerini, inançlarını araştırıyorlar. İslamla benzer ko­nulara rastlıyorlar ama tabii tarih içinde de çok değişmişler, değiştiril­mişler.

Yani buradan şu çıkıyor, bunlarda bulunan bu hak ve doğru tavır ve sözler, aslında hak bir Peygamberin mesajıdır. Öyleyse Allah (c.c.) in­san olan her yere; ya Peygamberini veya Peygamberinin tebliğcisi olan sahabeyi, yani ona inanan insanları, onun tebliğcilerini göndermiştir, ulaştırmıştır.[28]

 

60- Size verilen şey dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah katında olan daha hayırlı ve ebedidir. Akıl etmezmisiniz?

Bu, dünyayı istemeyin anlamında değildir bu. Bu ayeti kerimeler bu dünyayı isterken ahireti inkar ve ihmal edenler içindir. Ama iki dünyada Rabbimindir ve iki dünyada da Allah'ın ahkamım hakim kılmak için ça­lışmalıyız. Bu dünya ahiretin tarlasıdır. Bu tarlayı biz süreceğiz, biz hakim olacağız ve eğer razı olurlarsa, kâfirlere de buradan kendilerine düşen paylarını, adil bir şekilde vereceğiz. Razı olmazlarsa kendileri bilirler.[29]

 

61- Yaptığımız güzel va'de kavuşan kişi, dünya hayatında geçim­lik verdiğimiz, sonrada kıyamet günü cezalandırılmak için getirilen kimse gibimidir?

62- Kıyamet günü onlara "Benim ortaklarım olduğunu iddia ettikleriniz nerede?" diye nida eder.

63- Kendilerine azap sözü hak olanlar: "Rabbimiz, İşte bunlar bizim azdırdiklarımız. Kendimiz azdığımız gibi onlarıda azdırdık. Onlardan uzaklaştık sana geldik. Onlar yalnız bizede tapmıyorlardı" dediler.

Dikkat ederseniz!, ben baştan beri bir şeyde ısrar ediyorum: İnsanların tapındıkları; kuru taşlar değil, insanların koyduğu kurallar ve ilkelerdir. Taşlar sembolik olarak dikiliyordu, kendilerini gizlemek için. Burada yani yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c), insanları Rabbimin ah-kamıyla değil de, kendi ahkamlarıyla idare edenlerle konuşuyor.

Onlar kıyamet gününde diyorlarki: "Ya Rabbi biz kendimiz azdığı­mız gibi onları da azdırdık. Ama biz şu anda onlardan uzağız, ayrıyız." (Tapılanların mantığını Rabbim şöyle bildiriyor bizlere): "Ya Rabbi on­lar bize tapınmıyorlardı, onlar kendi çıkarlarına tapmaktadırlar, tapıyor­lardı (bize tapınmakta çıkarları vardı)"

Günümüzde de, ayrı yarı insanlarla konuşuyoruz, diyoruzki: "Yahu siz bu adama inanıyormusunuz?" "Hayır" diyor. Başkası var ama! Nedir o başkası? O başkası paradır, para. Başka bir ayeti kerime de, İbrahim (a.s.) diliyle şöyle söylenmektedir: "Siz bu putları aranızda bir sevgi birliği oluşsun diye yaptınız (yoksa sizde biliyorsunuz ki bu putların size bir menfaati veya zararı yoktur)"[30] Yani bir adamı put olarak dikmişler, onun ilkeleri etrafında birleşiyorlar ve resmi geçitlerini onların etrafında yapıyorlar, icra ediyorlar.[31]

 

64- "Ortak koştuklarınızı çağırın " denir. Onları çağırırlar fakat (putlar) onlara cevap veremezler, ve ateşi görürler. Keşke onlar hida­yete erseydiler.

65- O gün onlara nida eder ve der" peygamberlere nasıl cevap ver­diniz?

66- O gün haberler onlara körelir onlar birbirlerinede soramazlar

Dünyada iken peşinde gittikleri, yolunda öldükleri, boyun eğdikleri, o put insanların, onlara hiçbir fayda vermediğini görecekler.

Peygamberlere uymamanın pişmanlığım çekecekler, ama iş işten geçmiş olacak. Bizler aklımızı başımıza alıp "eyvah" demeden, "Allah" diyelim. Çünkü;[32]

 

67-Amma kim tevbe edip iman eder ve salih amel işlerse kurtulan­lardan olması umulur.

Orada kurtuluşa ermek için yanımızda imanımız ve o imanın dışa sızmış hali olan, salih amel olması gerekir.

68-Rabbin dilediğini yaratır ve seçer onlar için seçme yoktur. Allah'ı teşbih ederim Allah onların ortak koştuklarından yücedir.

İnsanlık teknojiyi bu kadar geliştirmesine rağmen bir damla kan ya­ratamamıştır. Bir damla su yaratamamıştır. Yaratan Allah'dır. Öyle olunca yarattıkları arasından dilediğini  peygamber seçme hakkıda

onundur

Günler arasında Cumayı geceler arasından kadir gecesini, Aylardan ramazanı, yıl içinde Kurban bayramı ile ramazan bayramını, şehirler­den Mekke'yi Mescidlerden Mescidi Haramı seçen odur. İnsan hiçbir şeyi yaratmadığı için yaratılanların hepsine, yaratıcısının sanat eseri olarak bakacak ve sanatkârına saygısını, onun gösterdiği şekilde gös­terecektir.[33]

 

69-Rabbin onların göğüslerinde gizlediğinide açıkladıklarımda bi lir.

70- O Allah ki, ondan başka ilah yoktur. Önünde sonunda hamd onundur. Hükümde onundur, yalnız ona döndürüleceksiniz.

Dış dünyalarının süsüyle iç dünyalarının pisliğini kapatıp bu dün­yada kendilerini adil gösterebilen zalimler, cömert görünen kan emici­ler, insan sever görünen katillerin Allah içinide bilir dışımda çünkü ya­ratan o. Yaşatan O, onların kalbini, kalıbını kanını v.s. yöneten O. İki dünyada hamdimiz Ona aittir. İşimizin aşımızın önündede sonundada hamdimizi O'na aittir. Bizim sosyal siyasal, hukuki, askeri, ekonomik, bütün yaşantımız da, hüküm de O'na aittir. Biz, kimin huzuruna done-çeksek Ona itaat ederiz.[34]

 

71- Deki "söyleyin Allah kıyamete kadar geceyi üzerinize daimi kılsa Allah'ın dışında hangi ilah size bir ışık getirebilir. Hala dinlemeyecekm isiniz.

72- Deki: "Söyleyin”  Allah kıyamete kadar gündüzü üzerinize daimi kılsa Allah'ın dışında hangi ilah size içinde dinleneceğiniz ge­ceyi getirebilir? Hala görmeyeceknıisiniz?

73- Allah rahmetinden sizin için geceyi ve gündüzü yarattı ki, onda istirahat edesiniz ve lutfundan verdiği rızkı isteyesiniz. olurki şükredersiniz.

Hiç düşündünüzmii!!? Şu gökyüzünde bizi ısıtan ve ısıtan güneşin yakıtının parasını bizden isteselerdi, biz nasıl verirdik? Dünyanın ta­mamını güneşin içine atıversek, sobaya atılan bir ağaç yaprağı gibi, bir­den yok olur gider. O güzel rabbimiz gecemizi dinlenme yeri, gündüzü­müzü çalışma yeri kılmış ve onları ardarda getirip götürüyor.

Ya karanlık geceler sonsuza kadar sürse idi. Veya bu güneş son­suza kadar başımızın üzerinde kalsaydı ne olurdu? Tabiat bilimcileri, geceyle  gündüzün  ardarda  gelişinin  faydalarını  bize  anlatıyorlar. Anlıyamadıkları hariç. Biz Rabbimizin bu rahmetine karşılık bizden istediği ibadetleri ye­rine getirirsek, tabiata uyum sağlamış oluruz ve iki dünyamızı cennet eyleriz.[35]

 

74- Kıyamet günü onlara "Benim ortaklarım olduğunu didia ettikleriniz nerede? " diye nida eder.

75- Her ümmetten bir şahid çıkarırız ve "Haydin delillerinizi geti­rin" deriz. Bilirlerki : Hak Allah'a aittir ve uydurdukları onlardan kaybolup gitmiştir.

Kıyamet gününde, yönetenlerle, yönetilenler bir araya getirildiğinde, Allah'ı bırakıp kula kul olanlara sorulacak; "Hani Allah'a ortak koştuk­larınız nerede?" denilecek. "Biz bilemedik anlayamadık, bunlar bizi yanılttı" diyenlerin karşısına, onların zamanında yaşayan ve onları Allah'a çağıran peygamberler veya varisleri olan alimler çağrılacak. Onlar "biz da'vetimizi yaptık, fakat bunlar kaçındı, gelmedi" diyecekler.

Rabbimiz kafirlere inkarlarının gerekçesini soracak. Tabikii sessiz kalacaklar.

Sayın okuyucu sakın kula kul olma. Bütün kulları yaratan Allah'a kul ol ve kurtul.[36]

 

76- Karun, Musa'nın kavminden idi, ama onlara karşı azdı. Biz ona öyle bir hazine vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir toplu­luğa ağır geliyordu. Kavmi ona "şımarma Şüphesiz Allah şımaran-Iarı sevmez" demişti.

"Karun kadar malın olsa ne fayda" demiş türk şairi. Kötü malın kötü adamın elinde hiçbir işe yaramayacağının ifadesidir.

Firavun, Karun ve Haman üçlüsü, fitnenin, zulmün, işkencenin, soy­gunun, köşe dönmenin, malum devletinin sembolleşmiş isimleridir.

Çete devletinde milliyetin hiç önemi yoktur. Firavun kıbti'dir. Tevrat çıkış 6118-21 de Musa aleyhisselamın babası Amran ile Karunun babası Yitshar'ın kardeş olduklarını açıklar. Kur'an'ı kerifnin bu ayeti ise Karun'un İsrail oğullarından olduğunu açıklar. Yönetimi elinde tutan Firavun, ekonomiyi elinde tutan Karun, eğitimi elinde tutan Haman, Allah'ın peygamberine karşı başkaldınrlar ama, başlan denizin derinlik­lerindeki çamura gömülür ve helak olurlar.

Hazinelerinin anahtarlarım bir gurub insan taşıyordu. Allah'ın yarat­tığı yeryüzünden topladığı taşlarla (yakut, inci mercan, firuze, akik­lerle) veya yeryüzünden topladığı demirlerle (altın, gümüş, bakır) Allah'a karşı kibirleniyor ansanlara karşı şımarıyordu.

İşte ayet-i kerimelerde kötülenen mal, sahibini azdıran ve şımartan maldır.

Yoksa Sad suresi 39. ayette ifade edildiği gibi Süleyman aleyhisselamın mülk ve otoriteye sahip olması için duası bize öğretilir. Süleyman aleyhisselamın sahip olduğu mal, Karun'unkinden çok fazla idi. Ama Süleyman aleyhisselam'm ibadetine ve şükrüne mani değildi.[37]

 

77- Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu iste. Dünyadan nasibinide unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsan et yer­yüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez."

Gece karanlığında kandille evimizi, malımızı aradığımız gibi, bu dünya hayatında elimiz, gözümüz kulağımız, eşimiz, çocuğumuz, ma­lımız ve makamımızla da ahiret yurdunu arayacağız.

Dünyadaki nasibimizi unutmayacağız. Bülbülün kafesde oluşu gibi, can kuşumuzda ten kafesindedir. Tenimiz yeryüzü toprağından yaratıl­dığı için yeme, içme, giyme, binme, yerleşim yeri gibi.ihtiyaçlarını te­nimize vereceğiz. Allah'ın kitabını okuyup emir ve yasaklarına göre ha­reket ederek canımızın gıdasını vereceğiz. "Dünya ahiretin tarlası" ol­duğuna göre bu tarladan payımızı almadan gitmeyeceğiz

Hepimizin bildiği bir hadis vardır. "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya ça­lış. Yarın ölecekmiş gibi ahir ete çalış."

Beyhaki Süneni kübra 3/19

Abdullah b. Mübarek Zühd 2/218

İbn Hacer Muhtasar üd-Deylemi İ/1/27

İbn Kuteybe Ğaribül Hadis 1/46/2

Kurtubi 7/314

Metalibül Aliye 3/172

Suyuti Camiussağır, Aslihu dünyakün Maddesi

Nasıruddin elbani "Silsilet-ül ehadis- iz Zaife vel Mevzua isimli eserinin 8 nolu hadisi ile, 874 nolu hadisinde uzun araştırmalardan sonra kendince zayıf olduğuna hükmediyor.

Ahmed Ziyaeddin gümüşhanevi ise Levamiul ukul 1/488 de çok gü­zel bir açıklama getiriyor ve; "Sonsuza kadar yaşayacağına inanan in­sanın dünyaya hırsı olmaz. Bu gün elde etmezsem yarın elde ederim, nasıl olsa ölüm yok der."diyor.

Yani "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış" sözü bizden hırsı gi­dermek içindir diyor. Mü'minler, göklerin ve yerin Allah'a ait olduğuna inanırlar. Göklerde ve yerde Allah'ın tabiat kanunları geçerli olduğu gibi insanların hayatında da Allah'ın kanunu geçerli olsun isterler.

Bir buğday tanesinin haksız yere birilerinin midesine girip de, ahi-rette onun için ateş olmasını istemezler. Allah için kazanırlar. Allah için harcarlar. Mü'minun suresinin 4. ayetinde de ifade edildiği gibi; zekat vermek için çalışırlar.

Ayetin devamında; "Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsanda bulun" diyor. İhsanda bulunmak için Allah'ın ihsanından kazanmak la­zım. İhsanda bulunulmazsa fesad çıkar. Günümüzde çok yiyen kapita­listlerin geğirtisi ile, yiyecek bulamayan koministlerin karın gürültüsü, dünyayı kan ve gözyaşıyla suluyor.

Allah bozguncuları sevmez. Kim o bozguncu?[38]

 

78- (Karun ) dediki; "Bu bana bendeki ilim sebebiyle verildi." O bilmiyormu? Allah ondan önce, ondan daha güçlü ve birikimi daha fazla olan nice milletleri helak etti. Suçlular günahlarından sorulmaz­lar.

79- (Karun birgün) kavminin karşısına zineti içinde çıktı. Dünya hayatını isteyenler "Keşke Karun'a verilenler bize de olsaydı. Şüphesiz o büyük pay sahibidir." dedi.

80- Kendisine ilim verilenler "Yazıklar olsun size iman edip salih amel işleyene Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Önada ancak sabreden­ler kavuşturulur." dedi.

81- Karun'u ve yurdunu yerin içine batırıverdik. Allah'dan başka ona yardım edecek hiçbir topluluk olmadı. Kendini kurtarabilecek­lerde değildi.

82- Dün onun yerinde olmayı isteyenler; "vay be!! demek Allah dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine dar veriyor. Eğer Allah bize lut-fetmemiş olsaydı bizi de yere batırırdı. Vay be demekki kafirler felah bulmazlar." dediler.

"Ben bu malı kendi bilgim ve becerimle kazandım" diyen Karun gibi­lerdir bozguncular.

Günümüzde nice zenginler bilirizki, yanında çalıştırdığı uzman kişi­nin aklının ve bilgisinin, kırkda birine sahip değil.

Bu bozguncular: "Allah, bizde bir iyilik gördüki, bu malı bize verdi" diyorlar. Yani kişilerin değerini parasıyla ölçüyorlar.

Rabbimiz onların bu düşüncelerini cevaplıyor; "Geçmişde sizden daha zengin ve güçlü olanları helak ettim. Eğer onlar hayırlı insanlar olsalardı, helak olmazlardı. Onların günahı öylesine çokki, teker teker günahları sorulmaz."

Karun, zenginliğin bütün ihtişamıyla insanların arasına çıktığında, dünya hayatını birinci gaye olarak görenler, ona imrenerek; "keşke Karun'a verilenin benzeri bize de verilse" derler.

Bizler Karun'lara imrenmeyeceğiz, Harunlara özeneceğiz. Ali Imran suresinin 146-147nci ayetlerinde, O peygamberleri ve Rabbanileri anlattıkdan sonra, 148nci ayette; "Nihayet Allah onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelini verdi" ifadesiyle dünyanın güzelliklerini de, ahiretin güzelliklerini de Allah'ın koyduğu kurallar içinde istemeliyiz.

Günümüzde bir kısım müslümanlanmız, dünya saltanatının kafirlerin elinde olduğunu görünce, kafirlerin kazandığı yolları da meşru sayarak; zengin olduktan sonra İslama hizmet etmeye yöneldiler. Fakat haram mal onları kuşattıkca dostlarıyla arası açıldı. Birbirlerini göremez oldu­lar.

Harun'un yolundan gidenler, Karun'un saltanatına da sahip oldular. Fakat Karunlar helak olup gitti. Sabırla yürüyenler Allah'ın iki dünya ni­metine kavuşurlar.

Karun'un kendisinin ve sarayının yerle bir olması, geride kalanlara bir ders olmuştur.

Tarihte binlece firavun ve Karun gelip geçmektedir, ancak yalnız bu ikisi aleme ibret olsun diye tarihin direklerine asılmıştır.[39]

 

83- İşte bu ahiret yurdunu biz, yeryüzünde kibirlenmeyi ve boz­gunculuğu istemeyenlere veririz. Sonuç müttakilerindir.

84- Kim bir iyilikle gelirse ona ondan daha hayırlısı vardır. Kimde kötülükle gelirse, kötülük yapanlar ancak yaptıklarıyla cezalandırılır­lar.

Ahiret yurdunu kazanmak, kibirden uzaklaşıp, Allah'ın koyduğu ka­nunlara boyun eğmekden geçer. İnsan yalnız Allah'a boyun eğerse, yeryüzünde Allah'ın kurallarına göre hareket ederse, insanlar arasın­daki ilişkiler bozulmaz, karada ve denizde fitne, fesad ve bozulma ol­maz. İyilik yapan iyilik bulur.[40]

 

85- Şüphesiz sana Kur'an'i farz kılan seni dönüş yerine (Mekke'ye) elbette döndürecektir. Deki "Hidayetle geleni de, apaçık bir dalalette olanı da Rabbim daha iyi bilir.

86- Sen, sana bu kitabın ulaştırılacağını ummazdın. Ancak Rabbinden bir rahmettir. Sakın kafirlere arka çıkma.

87- Sana (ayetler) indirildikten sonra sakın Allah'ın ayetlerinden seni alıkoymasınlar. Rabbine dua et Müşriklerden olma.

Bu surenin 15, 16 ve 17. ayetlerinde Hz. Musa'nın hayatından örnek verilerek; suçlulara arka çıkmamamız istenmiştir.[41]

 

88- Allah'la beraber diğer ilahlara dua etme. Ondan başka ilah yoktur. Onun vechinden başka herşey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.

Biz, bu dünyada bize va'dedilen yerlere Kur'an'la ulaşacağımıza inanırız. Yemen'den, Viyana'ya kadar Kur'an'la yürümüşüz. Kur'an'i bıraktıkdan sonra, kaçarak küçücük yere sığınmış ve sığıntı olarak yaşa­maktayız.

Biz Kur'an'la, cennette va'dedilen yerimize yürürüz.

Sevgili peygamberimizin peygamberlik beklentisi yokken, Rabbimiz onu seçmiş. Bu surenin 68.nci ayetinde ifade edildiği gibi; yaratmak ve seçmek Allah'a aittir. "Niye fakirden seçti, niye arapdan seçti" deme hakkına sahip değiliz.

Rabbimizin bir rahmeti olan bu Kur'an bize geldikten sonra ona önem vermezsek, ilgisiz kalırsak, onunla amel etmezsek kafirlere arka çıkmış oluruz. Onlara yardım etmiş olursun.

Hiçbir olay, hiçbir kurum, kuruluş, kural, para, makam veya şan şöh­ret bizi Allah'ın ayetlerinden alıkoymasın. İnsanları Allah'a çağıralım. Eğer Allah'dan başkasına çağırırsak, Allah korusun müşriklerden olu­ruz.

Bizler ekini ekeriz, sularız, sonra kökünden keser, daneyle samanı birbirinden ayırır, daneyi anbara, samanı samanlığa koyarız. Daneyi sa­manlığa koymayız.

Yaratan, yaşatan ve yöneten Allah (c.c)de bizleri yaratıyor, yaşatı­yor sonra amellerimize göre cennet veya cehenneme gönderiyor. Dönüşümüz ona.

Gönlümüzde zerre kadar şirkden, inkardan iz kalmasın. Rabbimiz bizlere yardım etsin. Amin...[42]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/7.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/8.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/8.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/9.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/9-10.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/10.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/10.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/11-12.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/12-13.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/13-14.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/14.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/14-15.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/15-16.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/16-19.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/19-21.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/21-22.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/22-23.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/24.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/24-26.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/26-27.

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/27-28.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/28-29.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/29-31.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/31.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/31-32.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/32.

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/32-33.

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/33.

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/34.

[30] Ankebut 25

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/34-35.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/35-36.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/36-37.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/37.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/38-39.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/39.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/39-40.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/41-42.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/43-45.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/45.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46-47.