ANKEBUT SURESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

İsmi 2

Kelimelerin İzahı 3

Nüzul Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 4

Edebî Sanatlar. 8

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 9

Kelimelerin İzahı 9

Âyetlerin Tefsiri 9

Edebî Sanatlar. 11

Bir Uyarı 12

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 13

Kelimelerin İzahı 13

Nüzul Sebebi 13

Âyetlerin Tefsiri 13

Edebî Sanatlar. 16

Bir Uyarı 17


ANKEBUT SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 69 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Ankebût Sûresi Mekke'de inmiştir. Allah'ın birliği, peygamberlik, Öldükten sonra dirilme ve hesap gibi, temel inanç konularını işler. Bu mübarek sûrenin ağırlık noktasını "İman" ve bu dünya hayatındaki "İmtihan kanunu" teşkil eder. Çünkü müslümanlar Mekke'de çok büyük şiddet ve sıkıntılarla karşılaşmışlardı. Dolayısıyle bu sûrede, özellikle peygamberle­rin kıssaları anlatılırken, fitne ve imtihan konusu uzun ve genişçe ele alınmıştır.

Bu mübarek sûre, şu âyeti kerimelerle açık bir şekilde konuya girer: "Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik de­mekle bırakılacaklarım mı sandılar?" Sûre, imanın sadece dil ile söylenen bir kelime olduğunu sanan bir grup insandan sözederek devam eder. Bir sıkıntı veya mihnetle karşılaştıklarında, hemen sapıklık cehennemine dönerler. Âhiret azabı dünya azabından daha hafifmiş gibi, dünya azabın­dan kurtulmak için, İslamdan çıkarlar." İnsanlardan kimi vardır ki, Allah'a inandık der. Fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi sayar..."

Sûre, peygamberlerin sıkıntıları ve Allah'ın risâletini tebliğ hususun­da karşılaştıkları şiddet ve zorluklardan bahsederek devam eder, Nuh kıs-sasıyle başlar, sonra İbrahim, sonra Lût, sonra da Şuayb (aleyhimu's-selam)'ın kıssasını anlatır. Âd ve Semûd gibi bazı zorba ve azgın milletler­den, Kârim, Hâmân ve diğer azgınlardan bahseder ve onların başlarına ge­len helaki hatırlatır. "Onlardan herbirini, günahları sebebiyle suçüstü yaka­ladık, kiminin üzerine taş yağdıran fırtına gönderdik..."

Peygamberlerin kıssalarında, ders alınacak sıkıntı ve imtihanlar vardır. Bu dersler, büyük gayretlere karşılık çok az ürün almayı temsilî ola­rak ifade eder. İşte Nuh (a.s.), kavminin arasında, onları Allah'a çağırarak 950 sene yaşar, Buna rağmen ona çok az kimse inanır. "Andolsun ki, biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o, 950 yıl onların arasında kaldı. Sonun­da zulümlerini sürdürürken Tûfân kendilerini yakalayıverdi." İşte, peygam­berlerin babası Allah'ın dostu, İbrahim (a.s.), kavminin doğru yola gelmesi için her vesileye başvurur ve her türlü delili getirerek onlarla mücadele eder. Sonuç yine taşkınlık, yine azgınlık: "Dediler ki, "Onu öldürün, yahut yakın" Ama Allah onu ateşten kurtardı."

Lut (a.s.)'un kıssasında ise utanmadan veya arlanmadan, rezillikle övünüldüğü görülür: "Lut'u da gönderdik. O kavmine demişti ki, gerçekten siz, daha Önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz."

Peygamberlerin kıssalarını kısaca anlattıktan sonra, bu mübarek sûre, Muhammed  (a.s.)'in  peygamberliğinin  doğruluğunu  açıklayarak  devam eder. Muhammed (a.s.), okuma ve yazma bilmeyen bir kimsedir. Böyle olduğu  halde  onlara  bu mucize  kitabı  getirmiştir.  İşte  bu,  o  kitabın, Âlemlerin Rabbinin sözü olduğunu gösteren en büyük delillerden biridir: "Sen bundan Önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın, Öyle olsaydı bâtıla uyanlar kuşkulanırlardı. "Bundan  sonra sûre,  bu geniş,  kâinatta fışkıran ve Allah'ın birliğini ve kudretini gösteren delillerden bahseder. Daha sonra da sıkıntı ve zorluklar karşısında sabreden, canı ve malıyla  ci­hat eden, imtihan ve sıkıntılara karşı duran kimselere verilecek mükâfatı açıklayarak sona erer: "Ama bizim uğrumuzda cihat edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Kuşkusuz Allah, iyi davrananlarla beraberdir." [1]

 

İsmi

 

Yüce Allah bu sûrede, örümcek mânâsına gelen "ankebûf'u, yontul­muş putlar ve ilâh oldukları iddia edilen varlıklar için misal getirdiğinden dolayı, bu sûreye, "Ankebût Sûresi" adı verilmiştir: Allah'tan başkasını dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir..." [2]

 

Bismillâhirahmânirrahîm

l. Elif. Lâm. Mîm.

2. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İ-man  ettik"   demeleriyle  bırakılıvereceklerini mi  san­dılar?

3. Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imti­handan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.

4. Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabilecek­lerini mi sandılar? Ne kadar kötü hüküm veriyorlar!

5. Kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Al­lah'ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.

6. Cihâd eden, ancak kendisi için cihâd etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.

7. İman edip iyi işler yapanların günahlarını el­bette  sileriz ve onlara, yaptıklarının  daha  güzeli ile karşılık veririz.

8. Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tav­siye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olma­yan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

9. İman edip iyi işler yapanları, muhakkak sâlih-ler zümresi içine katarız.

10. İnsanlardan kimi vardır ki, "Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, in­sanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik " derler. İyi de, Allah, herke­sin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?

11. Allah, elbette îman edenleri de, iki yüzlüleri de bilir.

12. Kâfirler, îman edenlere, "Bizim yolumuza u-yun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim"  derler. Hal­buki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek de­ğillerdir.  Gerçekte onlar,  kesinikle yalan söylemekte­dirler.

13. Elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle bir­likte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekilecekler­dir.

14. Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönder­dik de, o, dokuzyüzelli yıl onların arasında kaldı. So­nunda, onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendileri­ni yakalayıverdi.

15. Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bu­nu âlemlere bir ibret yaptık.

16. İbrahim'i de gönderdik. O kavmine söyle de-misti: Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakı­nın. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.

17. Siz Allah'ı bırakıp sadece birtakım putlara ta­pıyor, asılsız  sözler uyduruyorsunuz.  Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size nzik veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.

18. Eğer yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok  milletler  de  yalan  saymışlardır.  Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.

19. Allah'ın, mahlûkunu ilk baştan nasıl yarattığı­nı, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.

20. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan son.

ra başka bir yaratılışla yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.

21. O, dilediğine azabeder, dilediğini esirger. An­cak O'na döndürüleceksiniz.

22. Siz ne yeryüzünde ne de gökte âciz bırakamaz­sınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamaz­sınız.

23. Allah'ın âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kes­mişlerdir ve onlar için elem verici bir azap vardır.

24. Kavminin cevabı ise, "Onu öldürün yahut ya­kın!" demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, îman eden bir kavim için ib­retler vardır.

25. İbrahim dedi ki: Siz, dünya hayatında aranız­daki muhabbet uğruna -sadece bunun için- Allah'ı bıra­kıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü bir­birinizi tanımayacak, birbirinizi lanetleyeceksiniz. Va­racağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yok­tur.

26. Bunun üzerine Lût O'na îman etti ve İbrahim: "Doğrusu ben Rabbim'e hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir " dedi.

27. Ona İshâk ve Yakûb'u bağışladık. Peygamber­liği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona mükâfatını dünyada verdik. Şüphesiz O, âhirette de -lihlerdendir.

 

Kelimelerin İzahı

 

Fitne; denemek, imtihan etmek demektir. Eşkâl, insanın güçlükle taşıyabildiği ağır yük mânâsına gelen  kelimesinin çoğuludur. Burada eskâl'den maksat, günahlar ve veballerdir.

Kaldı, oyalandı. Yalan ve günah demektir. Döndürülürsünüz. [3]

 

Nüzul Sebebi

 

Sa'd b. Ebî Vakkâs'm şöyle dediği rivayet olunur: Ben anneme iyi davranan bir kimseydim. Müslüman olunca annem dedi ki: Ey Sa'd! Bu, or­taya yeni çıkardığın din nedir? Ya bu dinini bırakırsın, ya da, ben ölünceye kadar ne yer ne içerim. Sonra ölürüm de, bu yüzden kınanırsın ve sana : "Ey annesinin katili" diye hitap edilir. Ben dedim ki: Anneciğim bunu yapma. Ben, bu dinimi asla hiçbir şey için bırakmam. Sa'd diyor ki: Annem, hiçbir şey yemeden bir gün bir gece durdu. Dolayısıyle halsiz düştü. Sonra yine yemeden, bir gün bir gece daha durdu. Bunu görünce dedim ki: Anneciğim, vallahi sen biliyorsun ki, senin yüz canın olsa ve birer, birer çıksalar, ben bu dinimi asla bırakmam. İster ye, isler yeme. Annem bunu görünce, yemeği yedi. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: "Biz insana, ana-babasma iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme..."[4]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Elif, Lâm, Mîm. Bu hurûfu mukattaa, Kur'ân'ın mucizeliğine dik­kat çekmek içindir.[5]

 

2. Bu âyetin başındaki hem­ze, istifhâm-ı inkârı içindir. Yani, insanlar imtihana tabi tutulmadan, sa­dece diî ile, "İman ettik" demekle bırakılacaklarım mı sanıyorlar? Hayır, durum onların sandığı gibi değildir. Aksine, gerçek mü'minlerle münafıkla­rın birbirlerinden ayrılmaları için imtihan edilmeleri gerekir. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyet, Mekke'de bulunan zayıf mü'minlerden bir grup hakkında inmiştir. Ammâr b. Yâsir (r.a.) ve diğerleri, bu mü'minlerdendir. Kureyş kâfirleri, müslüman oldular diye onlara eziyet verir ve işkence ederlerdi. Bundan dolayı mü'minlerin gönülleri daralmış, Allah da, bu âyetle onları rahatlatmış, öğüt vermiş ve bunun bir imtihan olduğunu bildirmiştir ki, eziyetlere karşı sabretmeye ve iman üzerinde sebat etmeye kendilerini alıştırsınlar. Bunun, kulları hakkında devamlı uyguladığı bir kanun olduğu­nu onlara bildirdi. Allah, kâfirleri mü'minlere musallat kılar ki, bununla mü'minleri temize çıkarsın  ve gerçek  mü'minle yalancı  mü'min ortaya çıksın.[6]

 

3. Andolsun ki, onlardan öncekileri de çeşitli sı­kıntı, zorluk ve musibetlerle imtihan edip denedik. Beyzâvî der ki: Yani, bu, bütün milletler hakkında geçerli olan ilahî bir kanundur. Aksini beklemek doğru olmaz.[7]  Allah iman iddiasında doğru olanlarla yalancı olanları birbirinden mutlaka ayıracaktır. Yüce Allah burada, yalancıların vasıflarının sürekli olduğunu ve yalanın, ruh­larına iyice yerleştiğini, göstermek için, yalancıların niteliğini bildiren kelimeyi ism-i fail olarak şeklinde ifade etti. Doğruların niteliklerini ise, bunların aksine şeklinde, fiil kipiyle ifade etti. Çünkü fiil, devamlı yenilenmeyi ifade eder. Fahreddin Râzî şöyle der: İsm-i fail, birçok yerde, yapılan işin sabit olduğunu ve yapanın ruhuna iyice yerleştiğini gösterir. Geçmiş zaman kipi ise bunu göstermez. Nitekim şöyle denilir: "Falanca şarap içti". "Falanca şarap içen bir kimsedir." Şüphesiz burada, birinci cümledeki fiil kalıbından, sürekli içki içtiği ve bu işe iyice alıştığı anlaşılmaz. İkincisi böyle değildir.[8]

 

4. Küçük ve büyük günahları işleyen suçlular, azabımızdan kurtulacaklarını ve bizi âciz bırakacaklarını mı sanıyorlar? Ne kötü zannediyorlar. Sâvî şöyle der: Âyet, bir kınamadan, daha şiddetli bir kınamaya geçiyor. Birincisi de insanların inkârlarında devam etmelerine rağmen, Allah'ın azabından kaçıp kurtula­caklarını zannetmelerini kınamaktaydı.[9]

 

5. Yüce Allah, kulların dünyada başıboş bırakılmayacaklarını açıkladıktan sonra, burada da, âhirete inanan ve onun için amel eden kimsenin amelini zayi etmeyeceğini ve ümidini boşa çıkarmayacağını açıkladı. Yani, kim Allah'ın sevabını umuyorsa, O'na kavuşup da kendisine mükafatını vereceği zamana kadar, dünyada Allah'a itaat uğrunda sabırla gayret göstersin. Çünkü, Allah'a kavuşma zamanı yakındır. Her gelecek olan şey, yakındır. Âyet, mü'minler için bir teselli ve naîm cennetinde kendilerine iyi şeylerin verileceğine dair bir vaattir. Yüce Allah, kulların sözlerini işitici, açık ve gizli hallerini bi­licidir. [10]

 

6. "Kim, itaat ve nefsin arzularına karşı kendini tutma konusunda sabreder ve kendini buna zorlarsa Onun bu gayretinin fay­dası yine kendine aittir. Şüphesiz Yüce Allah, kullara muhtaç değildir. Ne itaat edenlerin itaati ona fayda verir, ne de âsilerin is­yanı zarar verir. [11]

 

7. İman edip iyi amel işleyenler var ya, işte onların, iman ve salih amelleri sebebiyle, geçmiş günahları­nı mutlaka sileceğiz. Ve itaatten ibaret olan iyi amellerinin karşılığını mutlaka onlara vereceğiz. [12]

 

8.  İnsana, ana-babasına son derece iyi davran­masını kesin bir şekilde emrettik. Çünkü ana-baba, onun varlığının sebebidir. Çocuğun onlara son derecede lütuf ve ihsan ile muamele etmesi, on­ların çocuk üzerindeki bir hakkıdır. Baba, çocuğu için harcama yaptığından, anne de şefkat gösterdiğinden dolayı, bu, onların hakkıdır. Sâvî şöyle der: Yüce Allah'ın, çocuklara anne ve babalarına iyi davranmalarını emredip anne-babalara çocuklarına karşı  böyle bir emir vermemesinin sebebi şudur: Çocuklar, katı ve ana-babaya itaat etmeyecek bir fıtratta  yaratılmışlardır. Bu sebeple, Allah, onlara, tabîî olarak yapmayacakları şeyi emrederek onları mükellef kıldı. Ana-baba ise, çocuklarına karşı merhamet ve şefkatle dolu olarak yaratılmışlardır. Onları da yaratıldıkları hal üzere bırakmıştır.[13]  Onlar, senin, Allah' ı inkâr etmen ve ilah olması doğru olmayan bir şeyi O'na ortak koşman için bütün güçlerini harcasalar ve buna aşırı derecede hevesli olsalar da, bu hu­susta onlara itaat etme. Çünkü Allah'a isyan hususunda mahlûka itaat edil­mez. Bütün mahlûkâtm; mü'minin, kâfirin, iyi­nin ve kötünün dönüşü Banadır. Herbirine yaptığının karşılığını vereceğim. Burada, anne ve babasına iyi davranan ve doğru yolda giden kimseler için güzel bir vaad; anne ve babasına isyan eden ve kötü yolda gidenler için de bir tehdit vardır. [14]

 

9. İman edip iyi işler yapan­lara gelince, onları mutlaka cennete sâlihler grubuna sokacağız. Kurtubî şöyle der:  Yüce Allah, insanları, sâlihlerin mertebelerini  elde etmeye teşvik için, iyi işler yapan mü'minlerin hallerini tekrar misal verdi. kelimesi, mübalağa ifade eder. Yani, onlar son derece iyi insanlardır.[15]

Yüce Allah önceki âyetlerde, samimi mü'minler için hazırlamış olduğu nimetleri anlattıktan sonra, burada da, tereddüt içinde bulunan münafıkların halini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [16]

 

10. İnsanlardan bir grup vardır ki, dilleriyle, Allah'a inandık derler. Onlardan biri imanı yüzünden eziyete uğradığında dinden döner ve insanların kendi­sine yaptığı eziyeti, Allah'ın şiddetli azabının insanları inkardan döndür­mesi gibi, kendisini imandan çeviren sebep sayar. Tefsirciler şöyle der: "Allah'ın azabı gibi" terkibiyle  yapılan  benzetme  şöyledir: Allah'ın azabı, mü'minlerin küfre dönmelerine engeldir. Bunun gibi müna­fıklar da, kendilerine yapılan eziyeti, iman etmelerine engel saydılar. Halbuki, imanları, sabretmelerini, cesur olmalarını, işkencede bir tatlılık, sıkıntılarda bir lütuf hissetmelerini gerektirir. Çünkü iyi son, takva sahiple-rinindir. Fahreddin Râzî şöyle der: Mükellefler üç kısımdır: Birincisi, güzel inancını açıklayan mü'min. İkincisi, kâfirliğini ve inadını açıkça belli eden kâfir. Üçüncüsü de, bu ikisi arasında mütereddid olan münafık. Bu, diliyle iman "ettim der", fakat kâfirliğini kalbinde gizler. İşte Yüce Allah," el­bette Allah, doğrularla yalancıları birbirinden ayıracaktır" mealindeki âyetle iki grubu anlattıktan sonra, burada da, "insanlardan bir grup da, Allah'a inandık der. Fakat..." mealindeki âyetle üçüncü grubu anlattı. Âyetteki nükte şudur: Yüce Allah, sabırlı mü'minlerin şerefini ve münafık kâfirin adiliğini anlatmak istedi de, orada: "Mü'min; Allah'ın yolunu bırak­sın diye, eziyete uğradı, fakat bırakmadı. Münafık kâfir de eziyete uğradı, fakat o, hemen Allah'ı bıraktı. Halbuki, dıştan, eziyet edenlere muvafakat edip kalbinin iman ile mutmain olması mümkündü. Buna rağmen öyle yapmadı. Aksine Allah'ı tamamen bıraktı.[17]  Mü'minlcre bir yardım, bir fetih ve ganimetler geldiğinde, o tereddüt içindeki münafıklar: Hemen "Biz sizinle beraberdik. Düşmana karşı size yardım ediyorduk. Elde ettiğiniz ganimetlerden bize de pay ayırın" derler. Yüce Allah onlara şöyle cevap verir: Bu soru, istifhâm-ı takriridir. Yani, Allah, gönüllerde gizli olan hayrı ve şerri, insan­ların kalplerindeki İmam ve münafıklığı bilmiyor mu? Evet, o her şeyi bi­lendir. Sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak bunu pekiştirdi: [18]

 

11. Allah mü'minlerin de müna­fıkların da durumlarını kullarına mutlaka açıklayacak ki birbirlerinden ayrılsınlar. Münafık rezil olsun, Samimi mü'minin de şerefi ortaya çıksın. Tefsirciler şöyle der: "Allah mutlaka bilecek" sözünden maksat, Allah'ın, ilmini insanlara açıklamasıdır ki, durumu onlar da bilsin. Yoksa Allah, olmuşu da olacağı da, şu anda olanı da bilir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Öyleyse burada Allah'ın bilmesinden maksat, bilmediği ve ona gizli kalan bir şeyi öğrenmesi değil, bildiğini ortaya çıkarmak türünden bir bilgidir. İbn Abbas, bilmeyi görmek mânâsına tefsir etmiştir.[19]

 

12. Kâfirler, mü'minlere şöyle der: "Biz, inkar ettiğimiz gibi siz de inkar edin. Bizim yolu­muza girin. Eğer bunun bir günahı veya cezası varsa, onu biz yükleniriz." İbn Kesîr şöyle der: Kâfirlerin bu teklifi "Sen şunu yap. Günahın benim boynuma" diyen kimsenin sözüne benzer.[20] Eğer,"taşıyalım" kelimesi emir kipidir. Kişinin, kendisine emir vermesi nasıl doğru olur?" denilirse, şöyle deriz: Kip, emir kipidir. Mânâ ise, şart ve cevaptır. Yani, "Bize uyarsanız günahlınızı yükleniriz" demektir. Halbuki onlar, bunların günahlarından herhangi birini yüklenecek değillerdir. Çünkü hiç kimse, kimse­nin günahım yüklenmez. Kuşkusuz onlar, bu hususta yalan söylüyorlar. [21]

 

13. Onlar, hem kendi günahlarım yük­lenecekler, hem de, saptırdıkları kimselerin günahlarından hiçbir şey eksiltmeden, onların günahları kadar da günah yüklenecekler. Nitekim, ha­diste şöyle buyrulmuştur: Kim, bir sapıklığa çağırırsa, ona uyanların günahı kadar bir günah onun üzerine yazılır. Uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.[22]  Allah'a karşı uydurdukları yalan­dan, kınanacak ve azarlanacak şekilde sorguya çekileceklerdir.

Bundan sonra Yüce Allah, Resûlullah (s.a.v.)'e müşriklerden gördüğü eziyetlere karşı teselli etmek için Nuh (a.s.)'un kıssasını anlattı. [23]

 

14. Andolsun ki, Nuh'u da kavmine gönderdik. Nuh kavmini Allah'ı birlemeye çağırarak 950 yıl onların arasında kaldı. Kavmi puta tapıyordu, onu yalanladılar. Onlar inkâr ve sapıklıklarında ısrar ederken, Allah onları Tûfân'la yok etti. Ebussuûd şöyle der: Tûfân; bir şeyin etrafında çokça ve şiddetle dolaşan sel, rüzgâr ve zifiri karanlık gibi her şeydir. Çoğunlukla su tufanı için kullanılmıştır.[24]  Râzî şöyle der: " Onlar zulmettikleri halde" sözünde şu nükteye işaret vardır: Yüce Allah, zulmün mücerret varlığı sebebiyle zulmetmez. Ancak, zulümde ısrar edilmesi ne­deniyle azap eder. Bunun içindir ki, Yüce Allah buyurmuştur. Ya­ni, "onlar, zulümlerine devam ederken, Allah onları yok etti" demektir.[25]

 

15. Nuh'u ve onunla beraber gemiye binen, i-nanmış çoluk-çocuğu ve kendisine inananları boğulmaktan kurtardık. Bu korkunç olayı, onlardan sonra gelecek insanlar için ders alacak­ları bir ibret kıldık. [26]

 

16. İbrahim'i de gönderdik. O, kavmine, "Allah'a kulluk edin, Ona karşı gelmekten sakının" dedi. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, kulu, rasûlü, dostu ve haniflerin önderi İbrahim (a.s.) hakkında bilgi veriyor. Onun, kavmini tek ve ortağı olmayan Allah'a iba­dete, sadece O'ndan korkmaya, rızkı sadece O'ndan istemeye ve yalnız O'na şükretmeğe çağırdığını haber veriyor. Kuşkusuz, nimetlere karşı kendisine şükredilecek olan O dur. Ondan başka nimet veren yoktur.[27]  Eğer hayrı ve şerri tanıyıp onları birbirinden ayırabiliyorsanız, bi­lin ki, Allah'a ibadet edip ondan korkmak, sizin için, putlara tapmaktan daha hayırlıdır. [28]

 

17. Siz, fayda veya zarar verecek bir şeye tapmıyor, sadece, kendi elinizle yaptığınız  taştan putlara tapıyorsunuz.  Yalan ve boş şey uyduruyorsunuz. İbn Abbas: Putları yontup şekil vererek asılsız işler yapıyorsunuz, der.[29]  O taptıklarınız size rızık veremezler. Öyleyse, rızkı sadece Allah'tan isteyin. Çünkü rızkı verebilecek O'dur. Sa­dece O'na kulluk edin, O'na boyun eğin. Size verdiği nimetlerden dolayı da O'na şükredin, Kıyamet gününde başkasına değil, sadece O'na döneceksiniz. O herkese amelinin karşılığını verecektir. [30]

 

18. Yüce Allah, kendini birlemenin gereğini açıkladıktan sonra, bunu yapmayanları tehdit etti. Yani, beni yalanlarsanız, bu yalanlamanızla bana asla zarar veremezsiniz. Sadece ken­dinize zarar verirsiniz. Sizden önce de birçok millet, peygamberleri yalan­lamıştı da, başlarına Allah'ın azabı gelmişti. Onların başına gelen, sizin de başınıza gelecektir.[31] Peygamber'e, Allah'ın emir­lerini tebliğ etmekten başka bir şey düşmez. İnsanları doğru yola iletmek onun  göreve  değildir.  Taberî  şöyle  der:  el-Belâğul-mübîn'den maksat; işitene, ondan ne murat edildiğini açıklayan ve kendisinden ne kastedildiği anlaşılan tebliğdir.[32]

 

19. O parlak delilleri yalanlayanlar, Yüce Allah'ın mahlûkâti, ilk önce yoktan nasıl yarattığını görmediler mi? Niçin bu ilk yaratılışa bakıp da, haşir günü tekrar diriitile çeklerine delil getirmiyorlar? Katâde şöyle der: Yani, cisimler öldükten sonra, Allah'ın onları tekrar diriltmesinin nasıl mümkün olacağım, delillere bakıp düşüne­rek anlamadılar mı? Şüphesiz bu, Allah için kolay bir iş­tir. O halde, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri nasıl inkâr ediyorlar? Zira, ilk defa yaratabilen, tekrar da yaratabilir. Kurtubî şöyle der: Bazılarının dediğine göre âyetin mânâsı şöyledir: Onlar, Allah'ın, meyveleri nasıl yoktan yarattığını görmediler mi? Meyveler bir süre yaşar, sonra yok olurlar, Sonra Allah onları tekrar canlandırır, İşte bunun gibi, insanı da yoktan ya­ratır, ondan bir çocuk yarattıktan sonra onu öldürür. Çocuktan da .başka bir çocuk yaratır. Diğer canlı varlıklar da bunun gibidir. Siz, O'nun, yoktan va-retme hususundaki gücünü gördüğünüzde, biliniz ki, o, tekrar diriltmeye de kadirdir. Çünkü o, birşeyin olmasını istediğinde ona "ol" der, o da oluverir.[33]

 

20. O, Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere de ki, yeryüzünün her tarafını dolaşın da, bakın çokluklarına ve şekillerinin farklılığına, dillerinin, renklerinin ve huylarının değişikliği­ne rağmen, Yüce Allah mahlûkâtı nasıl yaratmış! Geçmiş toplumların yer­lerine yurtlarına ve kalıntılarına bakın; Allah onları nasıl yok etmiş. Bakın da, Allah'ın gücünün sonsuzluğunu görün. Sonra Yüce Allah, âhirette, onları diğer bir yaratılışla yaratacaktır. Kuşkusuz, Allah'ın herşeye gücü yeter, hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz. Varlıkları yoktan yaratmak ve öldükten sonra tekrar diriltmek O'nun gücü dahilindedir. [34]

 

21. Allah, hükümrandır, tasarruf yetkisi O'nundur. Dilediğini yapar ve istediği hükmü verir. Yaratmak ve emretmek sadece O'na mahsustur. O'na yaptığı sorulmaz. Halbuki yaratılmışlar, yap­tıklarından  sorumludur.  Kıyamet günü sadece O'na döndürü­leceksiniz. [35]

 

22. Allah'ın azabından kurtula­mazsınız. Ne gökte, ne de yerde kaçacağınız bir yer yoktur. Kurtubî şöyle der: Yani, siz gökte de olsanız, Allah'ı âciz bırakamazsınız. Nitekim Yüce Allah: "Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile ölüm size ulaşır[36] buyur­muştur, Allah'ın dışında, ondan gelecek bela­dan sizi koruyacak herhangi bir dostunuz ve azabına karşı size yardım ede­cek bir yardımcınız da yoktur. [37]

 

23. Kur'an'ı ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler var ya, İşte onlar, benim rahmetimden ümit kes­mişlerdir, îbn Cerir şöyle der: Bu ümit kesme olayı, âhirelte azabın görül­düğü anda olacaktır.[38]  İşte onlar için acı ve elem verici bir azap vardır. [39]

 

24. İbrahim (a.s.), kavmini Allah'a çağırıp onlara, putlara tapmalarını söylediğinde; kavminin ona cevabı, sadece, ileri gelen suçluların şu sözü oldu: Ondan kurtulmanız için onu ya öldürün, veya ateşe atıp yakın. Onu ateşe attılar. Yüce Allah ateşi onun için serin ve esenlik kıldı, ibrahim'i ateşten kurtarmamızda, hiç kuşkusuz, Allah'ın varlığına ve sonsuz gücüne inanan bir kavim için, O'nun gücünü gösteren parlak deliller vardır. [40]

 

25. İbrahim (a.s.), kavmini azarlayıp kına­yarak onlara dedi ki: Siz sadece bu putlara tapındınız ve onları Allah'la be­raber ilâh edindiniz ki, onlara ibadet için bir araya top­lanmanız sayesinde, bu dünya hayatında aranızda sevgi ve muhabbet de­vam etsin. Sonra âhirette durum değişir. Bu sevgi ve arkadaşlık düşmanlık ve kine dönüşür. Şöyle kî, orada birbirlerini tanımazlıktan gelirler. Önderler, kendilerine uyanlardan uzak durur. Onların peşinden gidenlerse, Önderlere lanet eder. Çünkü dünyadaki arkadaşlıkları Allah rızası için değildi. Hepinizin varacağı yer cehennemdir. Sizi oradan kurtaracak hiç bir yardımcınız ve destekçiniz yoktur. [41]

 

26. Lut (a.s.) onunla beraber iman etti ve onu tasdik etti. Lut (a.s.) onun kardeşinin oğlu olup açık mucizeleri gördüğünde ona ilk iman eden olmuştur. İbrahim (a.s) dedi ki: Allah'ın rızasını kazanma uğruna ben vatanımı terkedip ülkemden göç ediyorum. Tefsirciler şöyle der. Dini üstün kılmak ve yayılmasını sağlamak maksadıyle Irak topraklarından Suriye ve Filistin'e göç etti. Şüphesiz Allah güçlüdür. Ona dayanan zelil olmaz. O, herşeyi yerli yerine koyan hikmet sahibidir. [42]

 

27. İbrahim, Allah yolun­da,   kavminden  ayrılınca,   ona  sâlih,   bir  oğul   olan  İshak'i   bağışladık. Ardından da torunu İshak oğlu Yakub'u bağışladık. Sadece ona mahsus ol­mak üzere böyle büyük bir lütufta bulunduk. İbrahim'den sonraki bütün pey­gamberleri onun soyundan getirdik ve semavî kitapları onun soyundan olan peygamberlere indirdik. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, İbrahim'i (a.s.) dost edinmesi ve onu insanlar için bir önder kılmasının yanında, bunlar da yüce ve değerli hasletlerdir.

Allah, peygamberliği ve kitabı onun soyuna vermiştir. Ondan sonra, hangi peygamber gelmişse, onun sülalasindendir. İsrailoğullarının bütün peygamberleri, onun oğlu Yakub'un soyundandır. İsmail (a.s.)'in soyundan ise, Hz. Muhammcd (s.a.v.)'den başka peygamber gelmemiştir. Onun, bütün dinlerde güzel bir şekilde anılmasını sağladık. Şüphesiz o, âhirette de, son derece kâmil kulların içindedir. İşte bu, peygamberlerin babası ibrahim (s.a.) hakkında büyük bir övgüdür. [43]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler; birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. insanlar, "iman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sandılar?" cümlesi, istifham-1 inkârı olup kınama ve

azarlama ifade eder.

2. Doğru söylediler ile "yalancılar" "iman ettiler" ile "münafıklar", "azap eder" ile "merhamet eder" ve "ilk defa yaratır" ile tekrar yaratır arasında tıbâk sanatı vardır.

3. "Allah'ın tayin ettiği vakit, elbette gelecektir" cümlesinde muhatap, inkarcı olduğu için, ve ile pekiştirilmiştir.

4. "iyi işiten, pek iyi bilen" kelimeleri, mübalağa kalıplarıdır.

5. "Kolay" ile yürüyün kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.

6. "İnsanların eziyetini, Allah'ın azabı gibi sayar" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Buradan vech-i şebeh hazfedil­miş, dolayısıyle mücmel olmuştur.

7. sene cümlesinde, tefennün (çeşitleme) sanatı vardır. Tefennün yapmak için, demeyip, dedi. Çünkü aynı cümlede bir kelimenin tekrar edilmesi belagata aykırıdır. Ancak, cümlesinde olduğu gibi, olayın büyüklüğünü veya kor­kunçluğunu ifade etmek maksadıyle yapılırsa belagata aykırı olmaz.

8. "Siz Allah'ı bırakıp sadece putlara tapıyorsunuz..." cümlesinden sonra " Allah'ı bırakıp da taptığınız o putlar" cümlesi getirilerek ıtnâb üslubu kullanılmıştır. Bu, put­lara tapmalarından dolayı, onların âdi iş yaptıklarını göstermek içindir.

9. " Onu öldürün veya onu yakın" cümlesinde îcâz vardır. "Onu ateşte yakın" demektir. Aynı şekilde Allah onu kurtardı" cümlesinde de îcâz vardır. Yani "Onlar onu ateşe attılar, Allah da onu ateşten kurtardı" demektir.

10. "Elbette kendi yüklerini taşıyacaklar" cümlesinde, güzel bir istiare vardır. Burada günahlar yüklere benzetilmiştir.  Çünkü yükler, insanın boynuna ağır gelir. [44]

 

28. Lût'u da gönderdik. O, kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz!

29. "Siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve meclisinizde edepsizlikler mi yapacaksınız?"   Kav­minin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: "Doğ­ru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını getir bize!

30. Lût: "Şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardımıyle Rabbim!" dedi.

31. Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkım helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zâlim kimselerdir.

32. İbrahim dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle ce­vap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, geride kalacaklar arasındadır.

33. Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve onlar(i düşünmesi) sebebiyle sıkıntıya düş­tü. Ona, "Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, azapta kalacaklar arasında bu­lunan karın müstesna " dediler.

34. "Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten bir azap indirece­ğiz."

35. Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için o ülkeden apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.

36. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, âhiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karı­şıklık çıkarmayın!" dedi.

37. Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini  bir sarsıntı  yakalayiverdi  ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

38. Âd ve Semûd'u da helak ettik. Bu, sizin için, oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yol­dan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

39. Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da helak ettik. Andolsun ki, Mûsâ onlara apaçık deliller getirmişti de onlar   yeryüzünde   büyüklük   taslamışlardi.   Halbuki azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi.

40. Hâsılı onlardan her birini günahları sebebiyle suçüstü yakaladık. Kiminin   üzerine   taşlar   savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zul­mediyorlardı.

41. Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, ken­dine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!

42. Allah, onların kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını şüphesiz ki bilir. O, mutlak güç ve hik­met sahibidir.

43. İşte biz, bu misalleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.

44. Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüp­hesiz bunda, îman edenler için bir nişane bulunmak­tadır.

45. Sana vahyedilen Kitab'i oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük şeydir. Allah yap­tıklarınızı bilir.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde Nuh ve İbrahim (a.s)'in kıssaları ile, bunlarda bulunan öğüt ve ibret alınacak hususları anlattıktan sonra, burada da özet olarak Lût, Şuayb, Hud ve Salih peygamberlerin kıssalarını anlattı ki, peygamberleri yalanlayanların sonlarını ne hale getirdiğini açıklasın... Bütün bunlar, bu mübarek sûrenin başında geçen imtihanın, hayatın kanunu olduğunu ve bunun asırlar ve çağlar boyunca, kevnî kanunlardan olarak de­vam ettiğini pekiştirmek için gelmiştir. [45]

 

Kelimelerin İzahı

 

Fahişe, son derece çirkin iş demektir. Dilciler şöyle der: Fa­hişe, "çirkinliği açık olan çirkin." Çirkinliği fazla olan her fiil fahişedir.

Nâdî, bir topluluğun müsamere, meşveret veya diğer şeyler için toplandığı meclis, kulüp.

Karışıklık çırakmaym, ve çok fesat çıkarmak demektırve kalıpları aynı mânâyadır.[46]

Ricz, azap demektir.

Câsimîn, diz çökenler. Bir kimse, iki dizi üzerine oturduğun­da denir.

Sâbikîn, azabımızdan kurtulanlar, demektir.

Evhen, en zayıf manasınadır. Zayıflık demektir. [47]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

28. Peygamberimiz Lût'u hatırla. Hani.o, kavmine şöyle demişti. Ey topluluk! Kuşkusuz siz, son derece çirkin iş yapıyorsunuz. Bu çirkin işi yani eşcinselliği, sizden önce hiçbir kimse yapmadı. Sonra, Lût (a.s.) Bu çirkin fiili açık­layarak şöyle dedi: [48]

 

29. Siz, erkekleri arkalarından kullanıyorsunuz. Bu, son derece pis ve âdi bir şeydir. Tefsirciler şöyle der: Bu iş çok çirkin olduğu ve insanlar tabiî olarak bundan tiksindikleri için Lût (a.s)'un kav­minden önce hiçkimse bunu yapmadı. Nihayet Lût kavmi bunu yaptı. On­lardan önce, hiçbir erkek başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunmadı.[49]  Siz öldürmek ve mallarım almak suretiyle yolcuların yolunu kesiyorsunuz. Lût kavmi, yol kesici idiler. İbn Kesir şöyle der: İnsanların yolunu keser, onları öldürür ve mallarını alırlardı.[50]  Lokal ve meclislerinizde her türlü uygunsuzlukları açıkça yapıyorsunuz. Yaptığınız işin  çirkinliği yetmedi mi  de, bir de  onu  açıkça yaptınız? Mücâhid şöyle der: Birbirlerini görecek şekilde toplum önünde erkeklerle cinsî ilişki kuruyorlardı. İbn Abbas şöyle der: Gelip geçenlere müstehcen şakalar yaparak,  uçkur çözerek,  düdük çalarak  ve benzeri çirkin dav­ranışlarda bulunarak çakıl taşları atarlardı. Lût (a.s) onlara öğüt verip kötülüklerden sakındırdığında kavmi ona cevap olarak ancak alay yollu şunu söyledi: Ey Lût! Tehdit ettiğin azabı bize getir. Bizi tehdit ettiğin azabın ineceğine dair sözünde doğru isen bunu yap. Fahreddin Râzî şöyle der: Eğer denilirse, Yüce Allah burada, kavminin Lût'a verdiği  cevabın  "bize azabı getir" şeklinde   olduğunu,   başka   bir   yerde   ise,   cevap olarak "Lût ailesini ülkenizden çıkarın"[51]  dediklerini bildiriyor. Bu ikisi nasıl bağdaştırılır? De­riz ki Lût (a.s.) devamlı onları  irşat ediyor, tekrar  tekrar onları kötülüklerden uzaklaştırmaya çalışıyor ve Allah'ın azabı ile onları tehdit ediyordu. Onlar önce. "Allah'ın azabını bize getir" dediler. Sonra Lût'un (a.s.) irşat  ve  tehditleri artıp onlara karşı susmayınca "Lût  ailesini ülkenizden çıkarın" dediler.[52]  Sonra Lût (a.s) onlardan ümit kesince Allah'tan yardım diledi. [53]

 

30. Dedi ki, "Rabbim, onları yok et. On­lara karşı bana yardım et. Onlar beyinsiz ve bozguncu kimselerdir. Onların düzelme ümidi yok. Çünkü fesat ve bozgunculuk içine iyice dalmışlardır. Râzî şöyle der: Bil ki, hiç bir peygamber, bir kavmin, yokluğunun varlığın­dan daha hayırlı olduğuna iyice kanaat getirmedikçe, yok olmalarını iste­memiştir. Nitekim Nuh (a.s) şöyle demişti: "Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar"[54] Aynı şekilde Lût (a.s.)'da kavminin, o anda bozgunculuk yap­tıklarını, ilerde de düzelme ümitlerinin olmadığını görünce, onlar için azap istemiştir.[55]

 

31. Elçilerimiz, İbrahim'e müjdeyi getir­diklerinde... Burada elçilerden maksat meleklerdir. Müjde ise, İbrahim'e Çocuğunun olacağını haber vermektir. Yani, melekler, İbrahim'e (a.s.), iyi huylu bir çocuğunun olacağını müjdelemek üzere geldiklerinde, dediler ki: "Lût kavmi topraklarını yok etmek için geldik" Çünkü oranın halkı, iyice zulüm ve bozgunluğa daldı­lar. Taşkınlık ve inat, onların tabîî halleri olmuştur. Tefsirciler şöyle der: Lût (a.s.) kavmine beddua edince, Allah bedduasını kabul etti ve onları yok etmek için meleklerini gönderdi. Melekler yolda önce İbrahim'e (a.s.) uğra­yıp bir çocuğu ve salih bir zürriyeti olacağını müjdelediler. Sonra da, niçin gönderildiklerini haber verdiler. İbrahim (a.s.), kardeşinin oğlu Lût'u (a.s.) savunarak şöyle dedi: [56]

 

32. İçlerinde, salih bir peygamber olan Lût olduğu halde, o ülke halkını nasıl yok edeceksiniz? Dediler ki: Biz onu ve orada bulunan  mü'minleri daha iyi biliriz.  Sâvî şöyle der:  İbrahim (a.s.)'in bu mücâdelesi, daha önce Hûd sûresinde geçen mücâdeleden sonra olmuştur:  "ibrahim, Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye başladı.[57] İbrahim (a.s.) onlara şöyle demişti: İçinde 300 mü'min bulunan bir beldeyi yok mu edeceksiniz? Melekler, "hayır" dediler. Bu konuşma, böylece de­vam elti. Nihayet İbrahim (a.s.): "İçinde bir mü'min bulunursa ne dersiniz? dedi. Melekler "Hayır, yine o ülkeyi yok etmeyiz" dediler. Bunun üzerine İbrahim (a.s) onlara: "Onların içinde Lût var" dedi. Melekler de: "Biz, orada olan kimseleri daha iyi biliriz" diye cevap verdiler.[58]     Sonra da, Lût'u ve mü'minleri kurtaracaklarına dair İbrahim'e (a.s.) müjde verdiler. Lût'u ve ailesini o azaptan kurtaracağız. Ancak karı­sı hâriç. O yok olanlardan olacak. Çünkü, kâfirlikte onlara destek oluyordu. Sonra melekler.  İbrahim'in  (a.s.)  yanından ayrılıp  yakışıklı  delikanlıla suretinde Lût (a.s.)'un yanma gittiler. [59]

 

33. Melekler, Lût'un huzurun; girdiklerinde, Lût (a.s.) üzülüp sıkıntıya düştü. Çünkü melekler, misafi: kılığına girmiş güzel yüzlü gençlerdi. Kavminin onlara kötülük yapmasın dan korktu. Melekler ona, Rabbinin elçileri olduklarını bildirirler. Dediler ki, bizim için ne kork, ne de tasalan. O günahkârlar as lâ bize ulaşamazlar. Kuşkusuz biz seni ve aile fertlerini kurtaracağız. Ancak   karın hâriç o, azap içinde kah yok olanlardandır. [60]

 

34. Devamlı isya etmeleri sebebiyle, üzerlerine gökten azap indireceğiz. İbn Kesir der k Olay şöyle olmuştur: Cebrail (a.s.) onların yurdunu yerden koparmış, görebilecek kadar göklere kaldırmış, sonra da onu üzerlerine ters çevirmi ve üzerlerine balçıktan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş yağdırmıştı: Allah, onların yurtlarının yerini pis ve kokuşmuş bir göl haline getirdi. Orlan, kıyamet gününe kadar ibret kıldı. Kıyamet gününde de, en şiddet azabı onlar çekecektir.[61]

 

35. Geriye, o ülkeden, apaçık bir delil, yani hara olmuş yurtlarının kalıntılarını bıraktık. Bunları düşünen, tefekki eden ve akıllarını ibret ve basiret yolunda kullananlar için bıraktık. Bundan sonra Yüce Allah. Şuayb (a.s.)'m kıssasını anlattı ve şöyle buyurdu: [62]

 

36. Medyen  halkına  da,  kardeşleri  Şuayt gönderdik. O, kavmine öğüt ve nasihat vererek şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah'ı birleyin ve onun, âhiretteki şiddet azabından korkun, yeryüzünde çeşitli haksızlık v azgınlıklar yaparak bozgunculuğa çalışmayın." [63]

 

37. Onlar, peygamberleri Şuayb'ı yalanladıla Allah da onları, yurtlarını sarsan büyük bir sarsıntı ve yürekleri ağızlara g tirecek korkunç bir gürültü ile yok etti Ölü olarak, di leri üzerine çökmüş bir şekilde yok oldular. [64]

 

38. Âd ve Semûd kavimlerini de ye ettik. Ey Mekkeliler! Onların yok olduklarına dair, gerek Hicaz'da ve g rekse Yemen'deki alâmetlerimizi, yani yurtlarının kalıntılarını gördünü Hâlâ ibret almayacak mısınız? Şeytan, İsyan ve ink gibi çirkin amellerini onlara süsledi de, onları güzel gördüler. 

Onları doğru yoldan alıkoydu. Halbuki Onlar, düşünüp delil getirebilecek güçte akıllı kimselerdi. Fakat, kibir ve inatlarından do­layı bunu yapmadılar. [65]

 

39. Aynı şekilde, şu zâlim zorbaları yani, birçok hazinelerin sahibi Karun'u, mülk ve saltanat sahibi Firavun'u zulüm ve taşkınlıkta ona yardımcı olan veziri Hâmân'ı yok ettik. Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller ve mucizeler getirdi. Onlar ise, Allah'a ibadet ve Rasulüne itaat etmeyerek kibirlendiler. Azabımızdan kurtulacak değillerdi. Taberî şöyle der: Yani, onlar bizden kurtulacak değillerdir. Aksine bizim onları cezalandırmaya gücümüz yeter.[66]

 

40. O suçluların her birini, kendi günahı sebebiyle yok ettik ve kendi suçu yüzünden cezalandırdık. İbn Kesîr şöyle der:"Herbirinin cezası, günahına uygun oldu"[67]  Lût kavmine yap­tığımız gibi, onlardan bazılarının üzerine, içinde taşlar bulunan, yok edici bir kasırga gönderdik, Bazılarını da, Semûd kavminde olduğu gibi, sarsıntı ile birlikte korkunç bir ses helak etti. Kârûn ve arkadaşları gibi, bazılarını da, mülkleriylc birlikte yerin di­bine batırdık, orada kaybolup gittiler. Bir kısmını da, boğmak suretiyle yok ettik. Nitekim Nuh kavmi ile Firavun ve ordusu böyle yok olmuştu. Allah onları suçsuz yere cezalandıracak değildir ki, zulmetsin. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Dolayısıyle azap ve helake müstahak oldular. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin Allah'ı bırakarak başka ilâh edinmeleri hususunda şu misâli ge­tirdi: [68]

 

41. Allah'ı bırakıp da kendilerine güvenerek ve faydalarını umarak ibadet ettikleri putları dost edinenlerin durumu, kendisini soğuktan, sıcaktan, yağmurdan ve rahatsızlık veren diğer şeylerden koruyamayacak şekilde bir ev yapan örümceğin duru­muna benzer. Kurtubî şöyle der: Bu bir misâldir ki, Allah bunu, kendisini bırakıp da, hiçbir fayda veya zarar veremeyecek bir şeyi ilâh edinen kimse için vermiştir. Nitekim, örümceğin evi, onu ne sıcaktan, ne de soğuktan ko­ruyabilir.[69]  Çok basit ve değersiz olduğu için, evlerin en zayıfı örümceğin  evidir.   Durumlarının  böyle olduğunu bilselerdi, ona ibadet etmezlerdi. [70]

 

42. Kuşkusuz Yüce Allah, kendisini bırakıp da taptıkları şeyi bilir. Bu, ona gizli kalmaz. İnkârlarından dolayı onları cezalandıracaktır. O' mülkünde güçlüdür. Yaptığında da hikmet sahibidir. [71]

 

43. Kur'an'daki bu misalleri, onu iyi anlasınlar diye insanlara açıklıyoruz. Onları ancak derin âlimler anlar. Onlar, Yüce Allah'ın muradım anlayan âlimlerdir. [72]

 

44. Allah, gökleri ve yeri, boş yere değil, hak ile yarattı. Onların bu şekilde eşsiz ve sağlam ya­ratılmalarında, Allah'ın varlığına ve birliğine inananlar için elbette bir alâmet ve delil vardır. [73]

 

45. Ey Muhammed! Rabbinin sana vahyettiği bu yüce Kur'an'ı oku. Onu okuyarak ve tekrar ederek Allah'a yaklaş. Çünkü, güzel ahlâk ve güzel terbiye. Kur'an'dadır. Namazı, rükünleri, şartları ve adâbıyla kılmaya devam et. Çünkü namaz dinin direğidir. Şartlarına ve adabına göre, tam bir huşu içinde ve hükümlerine uyularak kılman namaz var ya, işte kişi o namazı gerektiği gibi, huşu içinde, rabbinin yüceliğini hatırlayarak, okuduğunu düşünerek kılarsa, namaz onu her türlü kötü ve hoş olmayan işlerden alıkor. Allah'ı anmak, elbette dünyada her şeyden büyüktür. Allah'ı anman, O'nun  yüceliğini  hatırlaman;  namazında,  alış  verişinde  ve  hayatındaki bütün işlerinde O'nu düşünmen ve bütün işlerinde O'nu unutmamandır. Kuşkusuz Allah, yaptığınız bütün işleri bilir ve size onların en güzel karşılığını verir. Ebu'l-Âliye der ki: Namazda üç haslet vardır. Bunlar ihlas, Allah korkusu ve Allah'ı anmaktır. İhlas, kişiye iyiliği emreder, kor­ku, kötülükten alıkor; Allah'ı anma yani Kur'an okumak ise, ona hem iyiliği emreder, hem kötülükten alıkor. Herhangi bir namaz ki, onda bu hasletler-den bir şey bulunmazsa, o, namaz değildir.[74]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek  âyetler birçok  edebî  sanatı  kapsamaktadır.   Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Gerçekten  siz hayasızlık yapıyorsunuz... Siz, ille de erkeklere mi yaklaşacaksınız?" cümlelerinde, onların çirkin işlerini kınamak ve ayıplamak içini, çeşitli edatlarla tekit ve fiili tekrarlamak suretiyle ıtnâb yapılmıştır.

2. "Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize Allah'ın azabım getir" cümlesi, alay ve eğlence ifade eder. Şartın cevabı söylenmemiş  olup  Önceki ifadeden  anlaşılmaktadır.  Yani,  "Eğer doğru söylüyorsan, o azabı bize getir."

3. "Gökten bir azap" ifadesinde kelimesi azabın kor­kunçluğunu göstermek için nekra getirilmiştir. Yani, "büyük ve korkunç bir azap" demektir. Onlardan herbirini, günahları sebebiyle yakaladık, kiminin üzerine, taş savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı" âyetinin ilk cümlesin­de önemine binaen mefûl (tümleç)öne alınmıştır. Kısaca anlatılan bu ilk cümle sonraki cümlelerde genişiçe anlatılmıştır.

5. "Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine bir yuva yapan örümceğin durumu­na benzer âyetinde teşbîh-i temsilî vardır. Allah, putlara tapma hususunda kâfirleri, hafif bir rüzgârla veya üfürmeyle yıkılacak kadar zayıf bir ev yap­ma hususunda örümceğe benzetmiştir. Vech-i şebeh, birkaç şeyden alındığı için buna teşbîh-i temsîlî adı verilmiştir.

Gibi âyetlerin son harflerinde birbirine uygunluk ve kulağa hoş gelen eşsiz bir tatlılık vardır. Bu, Kur'an'ın özelliklerindendir. Aynı şekilde âyetinin kelimeleri arasında da bu güzel nağmeler mevcuttur. [75]

 

Bir Uyarı

 

Bu sûrenin 45. âyeti, namaz'ın, her türlü kötülükten alıkoyduğunu ifade eder. Rivayete göre, Resulullah (s.a.v.)'a denildi ki: Falanca kişi gece namaz kılıyor, sabah olunca hırsızlık yapıyor. Resulullah (s.a.v.) :"Namazı, onun böyle yapmasına engel olacak dedi.'[76]  Resulullah (s.a.v.) bununla şunu kastetmişti: Namaz, mükemmel bir şekilde kılındığında, sahibini kötülük­ten alıkoyar. Onu, Allah'tan uzaklaştırmaz, bilakis daha da yaklaştırır. [77]

 

46. İçlerinden zulmedenleri bir yana, "Ehl-i ki-tabla ancak en güzel yoldan mücâdele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de îman ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.

47. İşte böylece sana bu Kitâb'ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona İman ediyor­lar. Şunlardan da ona îman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler bile bile inkâr eder.

48. Sen bundan önce, ne bîr yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyar­lardı.

49. Hayır, o kendilerine ilim verilenlerin kalple­rinde apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zâlimler bile bile inkâr eder.

50. "Ona Rabbinden mucize indirilmeli değil miy­di?" derler. Cevaben de ki: Mucizeler, ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.

51. Kendilerine okunmakta olan Kitâb'ı sana in­dirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette, imân eden bir kavim için bunda rahmet ve ibret vardır.

52. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Al­lah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Bâtıla i-nanıp Allah'ı inkâr edenler var ya, işte ziyana uğraya­caklar onlardır.

53. Senden, azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer önce­den tayin edilmiş bir va'de olmasaydı, azap elbette onla­ra gelip çatmıştı. Fakat yine de, hiç beklemedikleri bir sırada o kendilerine mutlaka gelecektir.

54. Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Halbuki ce­hennem, hiç şüpheleri olmasın, kâfirleri kuşatacaktır.

55. O günde azap, onları hem üstlerinden hem a-yaklarınin altından saracak ve Allah,  "Yaptıklarınızı tadın!" diyecektir.

56. Ey îman eden kullarım! Şüphesiz, benim yarat­tığım yeryüzü  geniştir.   O  halde  yalnız  bana kulluk edin.

57. Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize dön­dürüleceksiniz.

58. îman edip güzel işler yapanları, muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere alt tarafından ırmak­lar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. Böyle iyi iş­ler yapanların mükâfaatı ne güzeldir!

59. Ki onlar, sabretmiş olup yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar.

60. Nice hayvanlar var ki, rızkını taşımıyor. On­ların da sizin de rızkınızı Allah veriyor. O, her şeyi işitir ve bilir.

61. Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sor­san, mutlaka, "Allah..."  derler. O halde nasıl haktan döndürülüyorlar?

62. Allah, kullarından dilediğine rızkı bol bol verir, dilediğine de kısar, Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

63. Andolsun ki onlara, "Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah..." derler. De ki: Öyleyse hamd da Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu aklet-mez.

64. Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanma­dan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Bunu bilmiş olsalardı...

65. Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O'na has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen ka­raya çıkarınca, bir bakarsın ki, Allah'a ortak koşmakta­dırlar.

66.  Kendilerine  verdiklerimize karşı nankörlük etsinler ve sefa sürsünler bakalım! Ama yakında bile­cekler!

67. Çevrelerinde  insanlar kapılıp götürülürken, bizim Mekke'yi güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi?  Hâlâ bâtıla inanıp  Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

68. Allah'a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zâlim kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?!

69. Ama bizim uğrumuzda cihâd edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde, kendisinden başkasını dost edinenlerin sapıklığını açıkladı ve örümcek yuvasını da misal verdi. Burada da, Ehl-i kitabı imana çağırma hususunda onlara yumuşak davranılmasmı emretti. Sonra da, Muhammcd (s.a.v.)'in doğruluğunu ve Kur'an'm sağlamlığını gösteren kesin delilleri anlattı. Bu mübarek sûreyi, Allah'ın birliğine inan­maya engel olan şeyi açıklayarak sona erdirdi. Bu da, insanların bu fâni dünya hayatına aklanmalarıdır. Aynı zamanda müşriklerin, sıkıntı anında Allah'ı (c.c.) birlediklerini, rahata kavuştukları zaman unuttuklarını açık­ladı. [78]

 

Kelimelerin İzahı

 

Bağteten, ansızın demektir. Bir kimsenin başına, habersiz bir iş geldiğinde denir.

Onları, üstlerinden örter. örtü demektir.

Onları mutlaka yerleştireceğiz. "Yerleşmek üzere onu bir yere indirdi" demektir.

Guraf, cennette yüksek ve yüce makamlar.

Haktan batıla döndürülüyorlar.

Bollaştırır.

Daraltır.

Mesvâ, insanın yerleşip kaldığı yer. [79]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, müşrikler mü'minlere eziyet ettiklerinde, Rasulullah (s.a.v.) mü'minlere, hicret etmelerini emrederek şöyle buyurdu: "Çıkıp Medine'ye hicret edin. Bu zâlimlere komşu olmayın." Mü'minler dediler ki: "Bizim orada kalacak hiç bir yerimiz ve emlâkimiz yok. Bizi yedirecek içirecek kimse de yok." Bunun üzerine şu âyet indi: "Nice hayvan var ki, rızkını (beraberinde) taşımıyor. Onların da, sizin de rızkınızı Allah veriyor..."[80]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

46. Ehl-i kitab'ı İslama ancak güzel bir üslupla çağırın ve din hususunda onlarla güzel bir şekilde tartışın Mes­elâ, onları Allah'a, âyetlerini okuyarak çağırın ve onun delil ve mucizele­rine dikkatlerini çekin. Ancak zalimleri, size karşı savaşanları ve düşmanlık hususunda gayret gösterenleri hariç. Onlarla, sert ve şiddetli bir şekilde mücadele edin. Fahreddin er-Râzî şöyle der: Müşrik, çirkin bir iş yapınca, ona layık olan, sert bir şekilde mücadele etmek, şüp­helerini çürütmek ve tuttuğu yolu kınamakta aşırı gitmektir. Ehl-i kitaba gelince, onlar, kitaplara ve peygamberlere inanıyorlar, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inanmıyorlar. Onların güzel davranmalarına karşılık, kendilerine en güzel yolla mücadele edilir.  Ancak, onlardan. Allah'ın olduğunu kabul etmek ve üçün üçüncüsü olduğunu söylemek suretiyle zulme­denler hariç. Onlara karşı, söylediklerini ayıplamak, cahilliklerini açıklamak sureti) le en sert bir şekilde mücadele edilir.[81]  Onlara, deyin ki : "Biz, bize indirilen Kur'ân'a, Tevrat'a ve size indiril­miş olan İncil'e inandık," Ebu Hureyre şöyle der: Ehl-i Kitâb, Tevrat'ı İbranice okur, müslümanlara Arapça olarak açıklarlardı. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ehl-i kitâb'ı ne tasdik edin, ne de yalanlayın. "Bize ve size in­dirilene inandık" deyin."[82]  Bizim Rabbimiz de sizin Rabbiniz de birdir. İlahhkta onun ortağı yoktur. Biz sadece ona itaat eder, hükmüne ve emrine boyun eğeriz. [83]

 

47. Ey Muhammedi Senden Öncekilere kitap in­dirdiğimiz gibi sana da indirdik. Kendilerine ki­tap verdiğimiz kimseler Kur'ân'a inanırlar. Bunlar, Abdullan b. Selâm ( r.a.) ve benzeri yahudi ve hristiyanlardan müslüman olanlardır, Mekke halkından da Kur'ân'a inanan vardır. Âyetlerimiz apaçık ortaya çıktığı ve onlara deliller getirildiği halde, bun­ları sadece inkara aşırı derecede dalanlar ve inadında devam edenler yalan­lar. Katâde şöyle der: Cühud, hakkı tanıdıktan sonra inkar etmektir.[84]

 

48. Ey Muhammed! Bu Kur'an inmeden önce, sen, okuma yazma bilmiyordun. Çünkü sen bir ümmîsin. İbn Abbas der ki: Rasulullah (s.a.v.) ümmî idi. Hiçbir şey okuyamaz ve yaza­mazdı.[85] Eğer sen okur veya yazar olsaydın, o takdirde bu kâfirler Kur'an hakkında mutlaka şüpheye düşer ve: "Belki de onu önceki­lerin kitaplarından aldı da Allah'a nisbet etti" derlerdi.Bu âyet, Kur'an'ın Allah katından olduğuna bir delildir. Çünkü Peygamber (a.s.) ümmî olduğu halde, onlara geçmiş milletlerin haberlerini ve gayb işlerini kapsayan bu mucize Kitabı getirmiştir. Bu, onun doğruluğunun en büyük delilidir. İbn Kesir şöyle der: "Yani Ey Muhammed! Sen bu Kur'an'ı getirmeden önce kavminin içinde bir ömür boyu kaldın. Bu süre içinde kitap okuyamıyor ve yazı yazamıyordun.Hattâ kavminden herkes, senin, okuma yazma bilmeyen bir ümmî olduğunu biliyordu. Rasulullah (s.a.v.) ölünceye kadar da bu şekilde kalmıştır. O, yazmayı bilmezdi. Eliyle ne bir satır, ne de bir harf yazmıştır. Onun, vahiy katipleri vardı.[86]

 

49. Ayetin başındaki idrâb içindir. Yani durum, o zalimlerin ve bâtıla dalanların sandığı gibi değildir. Aksine o Kur'an, apaçık mucize, Allah katından olduğunu açıkça gösteren ve âlimlerin kalplerinde korunmuş olan âyetlerdir. Tefirciler şöyle der: Allah'ın, Kur'an'ı değiştirilme ve bozulmaktan iki yolla korumuş olması, Kur'an'ın  özelliklerindendir. Bunlardan birincisi, satırlarda, ikincisi de gönüllerde korumaktır. Diğer kitaplar böyle değildir. Onlar, sahiplerinin elinde yazılı olarak vardır ama ezberlenmemiştir. Dolayısıyle tahrif edil­mişlerdir. Bu ümmetin vasfı hakkında," indileri yani kitapları kalplerindedir" sözü söylene gelmiştir. Hasan Basrî şöyle der: Bu ümmete, ezberleme Özelliği verildi. Öncekiler, kitaplarının ancak bakarak okurlardı. Kitabı ka­pattıklarında, peygamberlerden başka hiç kimse ezberden okuyamazdı.[87] Âyetleri ancak inkar ve inatta aşın gidenler yalanlar.[88]

 

50. Mekke kafirleri dediler ki, "Muham-med'e de, Rabbinden Salih'in devesi, Musa'nın âsâsı ve İsa'nın sofrası gibi, doğru olduğunu gösterecek harikulade şeyler indirilse ya! Ey Muhammed! Onlara de ki : Bu harikulade şeyleri ve mucizeleri indir­mek, benim değil Allah'ın elindedir. Dilerse onları gönderir, dilerse gönder­mez. Buna kimsenin müdahele yetkisi yoktur. Ben sadece, sizi Allah'ın azabından korkutan bir kimseyim. Mucize getirmek benim kendi elimde değildir. [89]

 

51. Bu, kınama ifade eden bir so­rudur. Yani, müşrikeler mucize olarak, onların kulaklarını sürekli bir şekil­de dövmekte olan bu mucize kitap yetmedi mi? Kur'an, senin peygamber­liğinin doğruluğunu gösteren en açık ve büyük mucize olduğu halde, nasıl başka bir mucize istiyorlar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah onların çok câ­hil ve akılsız olduklarını açıkladı. Çünkü onlar, Muhammed (a.s.)'in doğru­luğunu gösteren mucizeler istediler. Halbuki o, onlara, ne önünden ne de ardından bâtılın gelemeyeceği o eşsiz kitabı getirmiştir. O kitap, bütün mucizelerden üstündür. Zira fasih ve belîğ edebiyatçılar onun benzerini hattâ bir sûresinin benzerini dahi getirmekten âciz kalmışlardır. Sen okuma yazma bilmeyen ümmî bir kimse olduğun halde, sana bu büyük kitabı indir­memiz ve önceki kitaplarda olanları kendilerine haber vermen onlara yetmedi mi?[90]  Bunun içindir ki Yüce Allah, daha sonra şöyle buyurdu: Şüphesiz bu Kur'an'ın indirilişinde, kullar için büyük bir nimet, maksatları zorluk çıkarmak değil de iman etmek olan bir kavim için etkili bir öğüt vardır. Zira Kur'an onları sapıklıktan kurtaracaktır. [91]

 

52. Ey Muhammed! Onlara de ki: Allah'ın, benim doğruluğuma şahit olması yeter. O, benim kendisinin elçisi olduğu­ma şahitlik ediyor. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Kullarının işlerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz; Ben, O'na karşı yalan söylemiş olsaydım, mutlaka benden intikam alırdı. Putlara inanıp Allah'ı inkar edenler var ya, işte onlar tam bir ziyan içindedirler. Zira imana karşılık küfrü satın almışlardır. [92]

 

53. Ey Muhammed! Müşrikler, "Gökten başımıza taş yağdır"[93] diyerek senden azabı çarçabuk istiyorlar. Bu acelecilik, yalanla­ma ve alay yollu bir aceleciliktir. Eğer Allah, on­ların azaba uğramaları ve yok olmaları için belli bir zaman takdir etmiş ol­masaydı, istedikleri an, mutlaka onlara azap gelirdi. Onlar azabın ne zaman geleceğinin farkına varmadan, gaflet içinde oyun ve eğlenceye dalmışlarken, azap onlara ansızın gelecektir. [94]

 

54. Nasıl azabı çabucak istiyor­lar? Halbuki cehennem onları kıyamet gününde, bileziğin bileği kuşattığı gibi kuşatacaktır. Onlar için bundan kaçış yoktur. Bu âyet onların anlayışla­rının kıtlığına, zorluk çıkarma ve inatlarına karşı duyulan hayreti ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah, cehennemin onları nasıl kuşatacağını anlatarak şöyle buyurdu: [95]

 

55. O gün azap onları saracak, üstlerinden, altlarından ve her yönden kuşatacaktır. Yüce Allah, onlara: "Dünyada yapmış olduğunuz alay suç işleme ve kötü amelerin cezasını tadın" diyecektir. Yüce Allah, inkarcı yalancıların halini açıkladıktan sonra, ardından takva sahibi iyi kimselerin halini açıkladı. [96]

 

56. Ey, Allah'ın, kendisine kulluk sıfatı ile şereflendirdiği kimseler! Eğer, Mekke'de imanınızı açıklamaktan dolayı bir sıkıntı çekiyorsanız, oradan hicret edin. Zalimlere komşu olmayın. Allah'ın yeri geniştir. Bu âyet, küfür yurdundan İslam yurduna hicreti teşvik için söylenmiş, şeref verici bir hitaptır. Mukâtil şöyle der: Bu âyet, Mekke'deki zayıf mtislümanlar hakkında inmiştir.[97]  Sadece bana ibadet edin, benden başka hiç kimseye ibadet etmeyin. [98]

 

57. Her can ölümü tadacaktır. Sonunda sadece bize döndürüleceksiniz. Nerede olursanız olun, Ölüm sizi bulacaktır. Öyleyse daima Allah'a itaat halinde bulunun. Nereye hicret etmeniz emredildiyse oraya hicret edin. Kuşkusuz ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Son­ra dönüş yalnız Allah'a olacaktır. [99]

 

58. Temiz bir inanca sahip olarak samimi bir şekilde amel edenler var ya, Onları, cennetin yüksek yer­lerine indireceğiz ve onları cennetteki yüksek köşklere yerleştireceğiz. O cennetin ağaçlan ve köşkleri arasından cennet nehirleri akar. Onlar, sonsuza kadar orada kalacaklar ve asla çıkarılmaya­caklardır. iyi amel işleyenlere mükafat olarak, natırı cennctlerindeki bu yüksek köşkler ne güzel. [100]

 

59. Onlar, Allah yolunda işkence çekme ve hicret etme zorluklarına katlanan, bütün işlerinde de Rablerine    güvenen kimselerdir. Bu âyet, iyi amel işleyenlerin kimler olduğunu açıklamak­tadır. Ebu Hayyân der ki: Şu ikî şey, bütün iyilikleri kendilerinde toplamak­tadır: Sabır ve işi Allah'a bırakma.[101]

 

60. Nice zayıf hayvan vardır ki, kendi rızkını elde edemez. Fakat, zayıflığına rağmen, Allah ona rızkını verir, Yüce Allah, sizin rızkınızı verdiği gibi, onların rızkım'da verir. O, bütün mahrukata rızık vermeyi üstlenmiştir. Öyleyse hicret ettiğiniz tak­dirde, fakir düşeriz diye korkmayın. Çünkü rızkı veren Allah'tır. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyetten maksat, mü'minler yurtlarından hicret ettikleri tak­dirde fakir düşeceklerinden ve aç kalacaklarından korkarlarsa, onların kalp­lerini takviye  etmektir.  Allah,  zayıf hayvanların   rızkını nasıl verirse, ülkenizden hicret ettiğiniz zaman, sizin rızkınızı da aynı şekilde verecek­tir.[102]  O, sözlerinizi gayet iyi işiten, durumlarınızı çok iyi bi­lendir. Bundan sonra söz, Allah'tan başkasına ibadet etmeleri hususunda müşrikleri kınamaya geldi. [103]

 

61. Müşriklere, "gökleri, yeri ve bunlarda bulunan harikulade ve garip şeyleri kim yarattı? İnce bir nizam içersinde hareket eden güneşi ve ayı, kulların yararına kim sundu? diye sorsan, mutlaka "bunları yapan Allah'tır" derler, Hal böyle iken, bunu ikrar ettikten sonra, nasıl, Allah'ı birlemek­ten döndürülüyorlar. [104]

 

62. Yaratan ve rızık veren, o Yüce Allah'tır. İmtihan etmek için, dilediği kuluna bol rızık verir, denemek için

de, dilediğine az rızık verir ki, sabreden ve şükreden anlaşılsın. Şüphesiz Allah'ın ilmi geniştir. Hikmet ve maslahat neyi gerekti­rirse onu yapar. [105]

 

63. Eğer o müşriklere, "gökten yağmuru indiren ve onunla, daha önce kurumuş ve çoraklaşmış olan yerden, türlü türlü ekin ve meyveler bitiren kimdir? diye sorsan, elbette, "bunu yapan Allah'tır" derler. Bu âyet, müşriklere yapılan bir başka kınama ve onlara karşı getirilen bir diğer hüccettir. Ey Muhammed! Delil ortaya çıktığı için, Allah'a hamdolsun de. Fakat onların çoğu bunu anlamaz. Zira, Allah'ın, yaratan ve nzık veren olduğunu söylüyorlar da, başkasına ibadet ediyorlar. [106]

 

64. Bu dünya hayatı, hızla geçip giden bir aldanmadan başka bir şey değildir. Çocukların bir saat oynayıp dağılmaları gibi bir şeydir. Ahiret ise, gerçek hayat yurdudur. Ora­da ne ölüm vardır, ne de geçim sıkıntısı. Eğer bilselerdi, geçici yurdu, ebedî yurda tercih etmezlerdi. Çünkü dünyanın bir değeri yoktur. Allah katında, bir sineğin kanadı kadar bir değeri bulunmaz.[107]  Şu sözü söy­leyen ne güzel söylemiş: Varlıkları kalp gözüyle düşün. O zaman, bu değersiz dünyayı hayal gibi görürsün. Orada bulunan her şey yok olacak, Rabbinin celâl sahibi zâtı bakî kalacaktır. [108]

 

65. Bu âyet, müşriklerin, sıkıntı anlarında Allah'a dua edip de sonra, rahatlık anında O'na ortak koşmaları hususunda, aleyhlerine getirilen üçüncü delildir. Yani onlar, gemilere binip de boğulmaktan korktuklarında, ihlasla sadece Allah'a dua ederler. Çünkü biliyorlar ki, kendilerinden sıkıntıları kaldıracak O'ndan başka kimse yok­tur. "Samimiyetle" kelimesi, bir nevi alay ifade eder. Allah onları denizin verdiği korkulardan kurtarıp da karaya çıkarınca, kendilerini sıkıntı ve korkulardan kurtaran Rablerini unutarak he­men inkarlarına ve şirklerine dönerler. [109]

 

66. Kendilerine lütfettiğimiz, de­nizden kurtarma nimetini inkar etsinler ve bu dünya hayatında geri kalan ömürlerinden faydalansınlar bakalım. Yaptıklarının sonucunu görecekler­dir. [110]

 

67. O kafirler, kalp ve ibret gözüyle görmediler mi ki, biz onların yurdu Mekke'yi, yağma ve talan­dan korunmuş ve içinde yaşayanların, öldürülme ve esir düşmeden emin olduğu bir belde kıldık. Halbuki çevrelerindeki insanlar esir ediliyor ve öldürülüyorlar. Dahhâk şöyle der: "Birbirlerini Öldürü­yor ve birbirlerini esir alıyorlar" demektir.[111]  Bu değerli nimetlerden sonra hâlâ putlara inanıyor ve Allah'ı inkar mı edi­yorlar? [112]

 

68. Allah'tan başkasına tapan ve indiği zaman Kur'an'ı yalanlayandan daha zalim hiç kimse yoktur. Allah'ın âyetlerini inkar edenlerin, bu iftira ve ya­lanlarına karşılık, cehennemde barınacak ve ikamet edecekleri bir yer mi yok? [113]

 

69. Rızamızı elde etmek gayesiyle, nefis, şeytan, heva heves ve din düşmanları kafirlere karşı cihâd edenler var ya, bize gelen yolu mutlaka onlara göstereceğiz. Kuşkusuz Allah, yardım ve desteğiyle mü'minlerle beraberdir.[114]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağı­da özetliyoruz:

1. "Ona Rabbinden mucizeler ifidirilse ya" cümlesi teşvîk ifade eder.

2. "Batıla inandılar" ile "Allah'ı inkar ettiler" arasında tıbâk vardır.

3. "Ziyana uğrayanlar onlardır, başkaları değil" kasr ifade eder.

4. Aşağıdaki âyetlerde, müşriklerin yaptıklarının çirkinliğini ifade et­mek maksadıyle, azab, birkaç defa  zikredilmiş  ve   itnâb  yapılmıştır: Senden azabı hemen istiyorlar. Eğer önce­den belirlenmiş bir süre olmasaydı... senden azabı çarçabuk istiyorlar. Halbuki cehennem... ve Azabın onları kuşatacağı gün...

5. "Ey iman eden kullarım!" cümlesinde, kulların Allah'a izafe edilmesi şereflendirme ve değer verme ifade eder.

6. "Rızkı bol verir" ile "daraltır" arasında tıbâk vardır. Aynı şekilde "bâtıla inanıyorlar da" ile "Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?" arasında tıbâk vardır.

7.  "emniyetli bir harem"  terkibinde mecâz-ı aklî vardır. "İçinde oturanlar emniyetlidir" demektir.

8. "Bu dünya hayatı, sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir" cümlesinde teşbîh-i beliğ vardır.  "Oyun ve eğlence gibidir" demektir. Teşbih edatı ve vech-i şebeh söylenmemiş ve teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu, Arapların, "Zeyd bir arslandır" sözüne benzer.

9. "Eğer bilselerdi..." cümlesinde, hazif yoluyla îcâz vardır.  Âyetin  akışından anlaşıldığı  için. Şartın cevabı söylenmemiştir. Takdiri şöyledir: Bilselerdi, dünyayı âhirete, geçici olanı ebedî olana el­bette tercih etmezlerdi.

10. "gibi âyet sonlarında uygunluk gözetilmiştir. Bu, sözün güzellik ve parlaklığını artırır. Böylece kulağı daha çok etkiler ve daha hoş gelir. [115]

 

Bir Uyarı

 

Bir müslümanm, Allah'a karşı ibadetini kolayca yapamadığı bir yerde kalması doğru olmaz. Allah'ın yeri geniştir. Ayetler, İslam yurduna hicret etmenin gerekli olduğuna işaret etmektedir. Nitekim şöyle denilmiştir: "İzzetle yaşamayı sağlayan her yer iyidir."

Allah'ın Yardımıyle Ankebût Sûresi'nin Tefsiri Bitti. [116]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/461-462.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/462.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/467.

[4] Vahidî, Esbâbun'n-nüzûl, S.195. Bazı rivayetlerde, çocukları ona bir şey yedirmek istedik­lerinde, ağzını, ağaç sokarak açtıkları bildirilmekledir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/468.

[5] Hurûfu mukattaa hakkında, Bkz. Bakara sûresinin başı.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/468.

[6] Teshil, 3/113

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/468.

[7] Beyzâvî, 2/97

[8] Tefsîr-i kebîr, 25/29

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/468-469.

[9] Sâvî Haşiyesi, 3/230

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/469.

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/469.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/469.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/469-470.

[13] Sâvî Haşiyesi, 3/231

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/470.

[15] Kurtubî, 13/329

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/470.

[17] Tcfsîr-i kebîr, 25/37

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/470-471.

[19] Bkz, Muhlasarİbn Kesîr. 3/28

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/471.

[20] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/30

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/471-472.

[22] Müslimjlim, 15, ; Tirmizî, İlim, 15

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/472.

[24] Ebussuûd, 4/166

[25] Tefsîr-i kebîr, 25/42

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/472.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/472.

[27] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/32

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/472-473.

[29] Bu fiilin "yaratmak" kökünden olmasına göre, zahiri mana budur. Bu, Mücâhid ve Hasan Basrî'nin görüşüdür. îbn Cerîr de bunu tercih etmiştir. Bir görüşe göre, fiil, "uy­durmak" mastarındandır. Buna  göre  mana.   "uyduruyor,  yalan  söylüyorsunuz"   şeklinde olur.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/473.

[31] İbn Kesîr şöyle der: Âyetin akışından anlaşılan şudur: Bunların hepsi İbrahim (a.s.)'irı sözüdür. O, âhiretin varlığını isbat etmek için, bunları, kavmine karşı deli! olarak kullanır. Zira, bütün bu sözlerden sonra gelen, "kavminin cevabı ise..." sözü bunu gösterir. Taberî ise, bu sözler, "Yüce Allah'ın Mekke kâfirlerine yönelttiği kelamından olup İbrahim'in sözle­rinden değildir. Bununla, Nebi (a.s)'yi teselli etmek murat olunmuştur" görüşündedir, ibn Kesîr'in görüşü daha açıktır.. En iyisini Allah bilir.

[32] Taberî, 20/89

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/473.

[33] Kurtubî, 13/336

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/473-474.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/474.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/474.

[36] Nisa sûresi, 4/78 Kurtubî, 13/337

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/474.

[38] Taberî, 20/90

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/474.

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/474-475.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/475.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/475.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/475.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/476.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/480.

[46] Kurtubî, 13/343

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/480-481.

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/481.

[49] el-Bahr, "7/149

[50] Muhtasar-] İbn Kesir, 3/35

[51] Nemi, 27/57

[52] Nemi, 27/57

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/481.

[54] Nûh sûresi 71/27

[55] Tefsîr-i kebîr, 25/59

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/482.

[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/482.

[57] Hûd sûresi, 11/74

[58] Sâvî Haşiyesi, 3/236

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/48-483.

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483.

[61] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/36

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483.

[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483.

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483.

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483.

[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/483-484.

[66] Taberî, 20/96

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/484.

[67] M.tbn Kesir, 3/37

[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/484.

[69] Kurtubî, 13/345 (Ferrâ'dan naklen)

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/484.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/484-485.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/485.

[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/485.

[74] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/38

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/485.

[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/485-486.

[76] Bu hadisi Bezzâr rivayet etmiştir. Kurtubi, 14/347 varyantı için bkz. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 2/447.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/486.

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/491.

[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/491.

[80] Kurtubî, 13/360

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/491.

[81] Tefsîr-i kebîr, 25/75

[82] Buhârî, Kurtubî, 13/351

[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/491-492.

[84] Taberî, 21/4

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/492.

[85] Taberî,21/4

[86] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/40

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/492-493.

[87] Kurtubî, 13/354

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/493.

[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/493.

[90] Muhtasar-i tbn Kesîr, 3/41

Muhtasar-i tbn Kesîr, 3/41

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/493-494.

[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/494.

[93] Enfâl sûresi, 8/32

[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/494.

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/494.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/494.

[97] Zâdu'l- mesîr, 6/281

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/494.

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495.

[101] ei-Bahr, 7/157

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495.

[102] Teshîl, 3/119

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495.

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/495-496.

[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/496.

[107] Hadiste şöyle buynılmuştur: Eğer Allah katında dünyanın, bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, kafire o dünyadan bir yudum dahi su içirmezdi. (Tirmizî, Zûhd,13.)

[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/496.

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/496.

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/496.

[111] Kurîubî, 13/363

[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/496-497.

[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/497.

[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/497.

[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/497-498.

[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/498.