ANKEBÛT SÛRESİ

Bu sûre-i celîle Kur'ân-ı Azimüşşân'ın 29. süresi olup Mekke'de nazil olmuştur, 69 âyetten ibarettir. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: Putlara ve diğer şeylere tapanların görecekleri azab, dünya varlığım elde etmek için kurdukları tuzaklar ve hilelsr. Putlara ve diğer şeylere tapanların bu uğurdaki gayretleri, hiçbir ehemmiyet arzetmeyen örümcek ağına benzetildiği, bundan dolayı da bu sûreye örümcek anlamına gelen «Ankebût» dendiği. Bir kısım mü'minlerm Allah yolunda bazı sıkıntılara uğrayacakları ve bu sıkıntıların kendileri için bir rahmet ve kurtuluş vesilesi olacağı, dine muhalif hususlarda anaya babaya bile itaat edilmeyeceği bildirilmiştir. Nûh (a.sJ'un, Hz. îbrahim (a.s.)'in, Lût (a.s.)'un, Şuayb ta,s.)'in ve bazı peygamberlerin kıssalarının özet olarak sûrede geçmesi, bunların Allah yolundaki fedakârlıkları ve muvaffakiyetleri, mü"minlerin zafere ulaşıp kâfirlerin ise sonunda helak olacakları ve Allah yolunda cihad edenlerin emeklerinin asla boşa çıkmayacağı gibi hususlar bildirilmiştir.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

-Elif, Lâm, Mîm.»

Ankebût Sûre» (Cüz;20. Âyet; 4-6) 6

'Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarım ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?»

«And olsun ki, biz onlardan öncekileri de denedik. Allah elbette doğruları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir.»

Elif, Lanı, Mîm, bunlar mukattaa harfleridir. Bunlar Allah'ın Resulüne indirdiği bu kitabın ana maddesi ve temel taşıdır. İnsanlar sadece dilden «biz inandık demekle» bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Asla böyle zannetmesinler. Sadece dilden «biz inandık- demekle iş bitmiyor. îman amel ister, ibadet ister, işte o zaman iman kalbe kök salar, sahibini huzura, rahmete kavuşturur. Allah onlardan öncekileri de denemiştir. Elbette O, doğruları da, yalancıları da bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor.; * Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarım ve kendilerinin im t: hana çekilmeyeceklerini mi sandılar1? And olsun ki, biz onlardan önce kile"-" ri de denedik. Allah elbette doğruları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

-Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.»

Yeryüzünde kötülük yapanlar Allah'ın azabından kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Şayet kaçıp kurtulacaklarını sanıyorlarsa ne kötü hüküm veriyorlar. Göklerin ve yerin sahibinin Allah olduğunu bilmiyorlar mı? Hiç bunu düşünmediler mi? Kaçsalar acaba nereye kaçacaklar? Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü .ıüküm veriyorlar.» Bu âyet-i celîle Ut be, Şey be ve Velid hakkında nazil olmuştur. Onlar, öldükten sonra yok olup gideceklerini ve bir daha dirilmeyeceklerini söylemişler, âhiret hayatını inkâr etmişlerdir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor

7 (Cûz: 20. Âyet: 7-8) Ankebût Sûresi

«Kim Allah'a kavuşmayı umarsa muhakkak ki, Allah'ın belirtti-rakit gelecektir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.»

«Kim cihad ederse ancak kendisi için cihad etmiş olur. Zira Al-âlemlerden müstağnidir.»

Allahü Teâlâ'ya kavuşmayı arzu edenler bilsinler ki, Allah'ın be-;;ği vakit gelecektir, pek yakındır. İşte o zaman sâlih amel iş-snler mükâfatını, kötü amel işleyenler de cezasını görecektir. Çün-O, herkesi ameline göre mükâfatlandırır veya cezalandırır. Zira kullarının istediklerini hakkıyle işiten, yaptıklarını da bilendir, ı Allah yolunda cihad ederse ancak kendisi için cihad etmiş olur. ir yaparsa yine kendisi için yapmış olur. Çünkü Allah, kulları-

yapmış olduğu bütün amellerden müstağnidir. Onların ibadet-ne, hayırlarına ihtiyacı yoktur. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle bs-

ediyor: «Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. ı Allah âlemlerden müstağnidir.» Bu âyet-i celîle Hz. Ali, Hz. nza ve Ubeyde hakkında nazil olmuştur.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«İman edip de sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini and olsun örteriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız.»

İman edip sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini, günahlarını, Al afveder, bağışlar, örter. Onların yaptıkları amelden daha güzeli kendilerini mükâfatlandırır. Bu amellerinin karşılığı onlara cen- nimetlerini bahşeder. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor:

Lan edip de sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini and olsun ki, îriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik, ir onlar körü körüne bana ortak koşman için seni zorlarlarsa ken-ırlno İtaat etme. Dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber eceftlm.»

Bu Ayat'i oslila Satd bin Vakkaı hakkında mı/H olmuştun An-

Ankebût SürtU (Cüz; 20, Âyet; 9-11) 8

nesi, Said'in İslâm'ı kabul eril'jirm çok üzülmüş ve ona şöyle demiştir:

Sen, atalarının Hinin1 him kıp Muhammed'in dinine germişsin, Mu-lâmnipfi'ltı (llııitıu girdiğine çok üzüldüm. Allah'a yemin ederim ki, ^ulınmmod'ın dinini terk etmedikçe, ne bir lokma yemek yerim, ne :u içerim ve ne de senin evinde dururum.» Said, anasından bu acı özleri işitir, fakat riayet etmez. Allah Resulünün yoluna daha sa-

limi olarak devam eder. Annesi bir müddet yemez içmez, açlıktan akatl kesilir. Sonunda yemek zorunda kalır. Annesi sözünden vaz- eçip yemek isteyince Said bin Vakkas ne yapacağım bilmez, tsred- üde düşer. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle uyurmuştur: «Biz, insana anne ve babasına iyi davranmasını tav- ye ettik. Eğer onlar körü körüne bana ortak koşman için seni zor-.rlarsa kendilerine itaat etme. Dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı ze haber vereceğim.» Ana-baba kâfir de olsa onların hakkına riayet hlmesinin vâcib olduğu bu âyette bildirilmiştir. Ancak kim olursa sun Allah'a isyan noktasında itaat yoktur. Çünkü âyette şöyle bu-ıruluyor -Eğer onlar körü körüne bana ortak koşman için seni zor-rlarsa kendilerine itaat etme.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde sâlih amel işleyenler için şöyle ryuruyor:

4man edip sâlih amel işleyenleri de and olsun ki, sâlihlerin ara-la sokacağız.»

Hâlik-ı Zülcelâl iman edip sâlih amel işleyenleri ve emirlerine at edip yasaklarından sakınanları kıyamet günü peygamberlerle, ıidlerle ve sâlih kullanyle beraber hasreder, cennete de onlarla -aber sokar. Bu onların amellerinin karşılığıdır. Yüce Allah bu- şöyle beyan ediyor: Aman edip sâlih amel işleyenleri de and un ki, sâlihlerin arasına sokacağız.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:

9 (Cûz: 20. Ayet: 12-13) AnkebÛt Sûresi

«İnsanların arasında öyleleri de vardır ki: Allah'a inandık der-Ama Allah uğrunda hir eziyete uğratılınca insanların eziyetini ıh*m azabı gibi tutarlar. Rabbinden bir yardım gelecek olursa da olsun ki: Doğrusu biz sizinle beraberdik derler. Allah herkesin Dinde olanları en iyi bilen değil midir?»

-Allah iman edenleri de elbette bilir, münafıkları da elbette bi-

.Bu âyet-i celile Ayyaş bin Rebia hakkında nazil olmuştur: Bu müslüman olup Mekke'den Medine'ye hicret etmiştir. Müşrik olan ;esi, oğlunun müslüman olduğunu ve Medine'ye hicret ettiğini unca çok üzülür, o dönüp gelinceye kadar yememeye ve içme-re yemin eder. Ayyaş'in anne bir, Ceh "bin Hişşam ile Haris bin fam adında iki kardeşi vardı. Annelerinin feryadı üzerine Haris

Cehil ile Ayyâş'ı Medine'den geri getirmek için yola çıkarlar, aha Peygamberimizin yanına ulaşmadan Medine'de bulurlar, an-.nin durumunu kendisine izah ederler ve alıp geri getirirler. An-

oğlundan intikam almak için ellerini ve ayaklarım demir zin-

vurur ve «Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in dininden dön-Likçe ellerini ve ayaklarını çözmem- der. Ayyaş da annesinin ifini kabul ederek dinden çıkar ve küfre girer. Bunun üzerine thü Teâlâ bu âyet i celileleri inzal ederek şöyle buyurur: «insan-n arasında öyleleri de vardır ki: «Allah'a inandık» derler. Ama ıh uğrunda bir eziyete uğratılınca insanların eziyetini Allah'ın bı gibi tutarlar. Rabbinden bir yardım gelecek olursa da and ol-

ki: «Doğrusu biz sizinle beraberdik» derler. Allah herkesin kaide olanları en iyi bilen değil midir? Allah İman edenleri de el-te bilir, münafıkları ria elbette bilir.» Hakiki iman sahipleri din-nden asla dönmezler, münafıklar ise en küçük bir tehlike karşıla dinlerinden hemen dönerler.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

<O küfredenler İman edenlere derler klı Bizim yolumuza uyun »İzin günahlarınızı btz taşıyalım. Halbuki onların günahlarından »İrini ytiklenecek (fosillerdir. Doftrunu onlar yalancıdırlar,.

10

 

Anknbût Sûresi (Cüz; 20, Âyet; 14-15)

-MuhnkUuU unlar hem kendi yüklerini hem de kendi yükleriyle bnrıtbnr ritıhu nice yükleri yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden dolayı kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ebû Süfyan bin Harb, Ümmiye bin Halef, Utbe ve Şeybe, Hz. Ömer'e ve bazı mü'minler-3 gelerek «siz Muhammed'in dininden çıkın, onu inkâr edin, sizin bütün, günahlarınızı, suçlarınızı biz taşıyalım» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur-. «O küfredenler iman edenlere derler ki: "Bizim yolumuza uyun da, sizin günahlarınızı biz taşıyalım." Halbuki onların günahlarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Doğrusu onlar yalancılardır. Muhakkak onlar hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden dolayı kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.» Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez. Ancak hayra teşvik edenler o hayrı yapmış gibi mükâfat alırlar, şerre teşvik edenler de o şerri yapmış gibi ceza görürler. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

«Kim şeriata muhalif bir yol ihdas ederse, onun günahı kendisine aittir. Açılan yolu takip edenlerin günahı kadar, o yolu açana da kıyamete kadar günah yazılır. Bu bakımdan insanları daima hayra teşvik etmek gerekir. Şerre teşvik edenler onların günahlarına ortak olacaklardır.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde Nûh (a.s.) hakkında şöyle buyuruyor :    -s.

«And olsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan yakalayıverdi.»

«Ama biz onu da, gemi arkadaşlarını da kurtardık. Ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.»

Allahü Teâlâ, Nûh (a.s.) 'u kavmine peygamber olarak göndermiş, o kavmini dokuzyüz elli yıl İslâm'a davet etmiştir. Âdem babamızdan Peygamberimize kadar bütün peygamberlerin getirmiş ol-

(Cûz: 20. Âyet: 16-17) Ankebût Sûresi 11

duğu dinin adı İslâm'dır. Fakat kavmi Nûh (a.s.)'u yalanlamış, iman etmemişlerdi. O, dokuzyüz elli yıl, usanmadan kavmini imana davet etmiş, kavmi bu daveti kabul etmemiş, içinden pek azı kabul etmiştir. Nûh (a.s.)'un davetini kabul etmeyenler ona ve iman edenlere zulmetmeye başlamışlar, her geçen gün de zulümlerini artırmışlardır. Nûh (a.s.), onların imanından ümidini kesmiş ve zulümlerine de tahammül edemez olmuştu. İçlerinden ayrılmak istiyordu.

İşte o zaman Hâlik-ı Zülcelâl bir gemi yapmasını ve iman edenlerle beraber o gemiye binmesini vahyeder. Nûh Ca.s.) da ilâhî emrin gereğini yerine getirir, iman edenlerle beraber gemiye biner, yeryüzünü tufan kaplar, kâfirler boğularak helak olurlar, iman edenler ise kurtulurlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan yakalayıverdi. Ama biz onu da, gemi arkadaşlarını da kurtardık. Ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.» Nûh (a.s.)'un kavminden iman edenlerin kurtuluşu, iman etmeyenlerin ise helak oluşu, kendisinden sonra gelen kavimler ve milletler için bir ibrettir. Bundan sonraki âyetler de İbrahim (a.s.)'in kıssasından bahsedilmektedir.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:

«İbrahim'i de (hatırla). Hani o, kavmine demişti klı Allah'a İbadet edin ve O'ndan sakının. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.»

«Siz sadece Allah'ı bırakıp putlara tapıyor, aslı astarı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Öyleyse rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.»

Allahü Teâlâ, İbrahim (a.s.)'i kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine «ey kavmim, Allah'a iman edin ve O'na or-tuk koşup putlara tapmayın, başka ilâh edinmekten korkun. Çünkü O'ndan başka ilâh yoktur. Eğer bilirseniz Allah'a iman edip ibadet etmeniz sizin için çok daha hayırlıdır. Taptığınız putlarınız size ne bir rızık verebilir ve ne de size bir faydası dokunur. Sizi rızıklandı-ran, besleyen, var eden ve koruyan Allah'tır. Her şeye mâlik olan da O'dur. O'nun vermiş olduğu nimetlere şükredin. Çünkü siz O'na döndürüleceksiniz.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İbrahim'i de (hatırla). Hani o, kavmine demişti ki: «Allah'a ibadet edin ve O'n-dan sakının. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz sadece Allah'ı bırakıp putlara tapıyor, aslı astarı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Öyleyse rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.»

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Eğer siz yalanlıyorsanız bilin ki, sizden evvelki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğden ibarettir.»

Bütün peygamberler kavimleri tarafından yalanlanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v)* de aynı şekilde kavmi tarafından yalanlanmış ve kendisine çeşitli iftiralar etmişlerdir. Buna çok üzülen Peygamberimiz (s.a.v.)i' teselli için Yüce Allah bu âyeti inzal edip şöyle buyurmuştur: «Eğer siz yalanlıyorsanız bilin ki sizden evvelki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğden ibarettir.» Peygamberlerini yalanlayan toplumlar mutlaka cezalarını görmüşlerdir. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde münkirler hakkında şöyle buyuruyor :

«Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp sonra onu tekrar edeceğini görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır.»

«De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın yaratmaya nasıl başladığım bir görün. İşte Allah aynı şekilde ahire t hayatını da tekrar yaratacaktır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.»

Kâfirler öldükten sonra tekr»r dirilmeyi Inkftr «tl»»r«k, ölümle T»|r şeyin bittiğini 2»nn»tmlşl«rdlr H»r şayi yoktun v»r «dan Al lah öldükten ionr» tekrar diriltmey» kadir değil midir? Ilbutti k»dirdir. Var olan bir şeyi tekrar eski haline getirmek, yoktan var etmekten daha kolaydır. Halbuki her şeyi yoktan var eden Allah'tır. Yoktan her şeyi var eden Allah, öldükten sonra tekrar var etmeye kadir değil midir? Ölüm, canlılar için bir yok oluş değil, şekil değiştirmedir. Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenler, neden kendi yaratılışlarım inkâr etmiyorlar? Yüce Halik inkâr.edenlere şöyle meydan okuyor: «Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp sonra, onu tekrar edeceğini görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır. Ya Muhammed, onlara de ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. İşte Allah aynı şekilde âhire t hayatını da tekrar yaratacaktır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.» Hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. Göklerin ve yerin sahibi, mâliki O olduğu gibi, tasarruf yetkisi de O'na aittir. O, bir anâa hem var eder, hem yok eder. Çünkü her şey O'nun iradesiyle olur.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Dilediğine azab eder, dilediğini esirger. Ve O'na çevrileceksiniz.»

«Siz ne yerde, ne de gökte O'nu aciz bırakabilirsiniz? Allah'tan başka sizin için bir dostunuz ve yardımcınız yoktur.»

Hâlik-ı Zülcelâî'in rahmeti boldur. O, dilediğine rahmet eder, ılılodiğine de azab edip rahmetinden uzaklaştırır. Çünkü O, kimin ntlımete lâyık olduğunu, kimin lâyık olmadığını bilir, ona göre ruh nuU ve azab eder. O'nu göklerde ve yerde aciz bırakacak hiçbir vur lık yoktur ve O'ndan başka kimsenin bir yardımcısı, koruyucusu, rı /1 k I andıranı, besleyeni yoktur. Yüce Allah bunu şöyle boyarı ediyor »niludiğine azab eder, dilediğini esirger. Ve O'na çevrllncoksirıl/ Si/, no yerde, ne de gökte O'nu aciz bırakabilirsiniz? Allahlun baş-luı sizin İçin bir dostunuz ve yardımcınız yoktur.» Ey insanlar, sizi ılımyada ve âhirette kimse Allah'ın azabından kurtaramaz. O'ndan hır,luı dostunuz, yardımcınız yoktur. İman edip sâlih amel işleyenler mükafatını, iman etmeyenler de cezasını görecektir.

Allfihü Teâlâ âyet-i celîlesinde münkirler için şöyle buyuruyor :

«Allah'ın âyetlerini ve O'na mülâki olmayı inkâr edenler, tşte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. Ve işte can yakıcı azab onlarındır.»

Allahü Teâlâ'nm rahmetinden mahrum olanlar peygamberlerini, Allah tarafından gönderilen kitapları ve âhiret gününü inkâr edenlerdir, tşte onlar Allah'ın rahmetinden ümitlerini kesmişlerdir. Allah'ın âyetlerini inkâr edip âhireti yalanlayanlar için can yakıcı bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Bunun üzerine kavminin ona cevabı sadece: Onu öldürün veya yakın, demek oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda inananlar için ibretler vardır.»

«Ve dedi ki: Dünya hayatında Allah'ı bırakıp aranızda putları dostluk vesilesi kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir, yardımcınız da yoktur.»

ibrahim (a.s.) kavmini imana davet edip Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini söyler. Bunun üzerine kavmi kendisine düşman kesilir. Puta tapmaktan asla vazgeçmezler. İbrahim {a.s.)'in kavmi puta tapmaktan vazgeçmedikleri gibi, onu aralan nda da görmek istemezler ve yok etmek için aralarında istişare yaparlar ve neticede yakmaya karar verirler. O, Allah Resulü, kavminin kendisi için hazırlamış olduğu tuzağa aldırmayarak onları imana, kurtuluşa ve Allah'a ibadete davet eder. Onu yakmaya karar veren kavmi büyük bir odun yığını yaparlar, onu tutuştururlar ve İbrahim (a.».)'I yük sek bir yerden içine atarlar. Ateşe atılacağını bildiği halde en küçük bir tereddüde kapılmayan o yüce Peygamber, Allah uğrunda ateşe atılmanın sevincini yaşar ve Cebrail'e * Allah'la benim arama girme* diyerek sevincini izhar eder. Kavminin gözleri önünde ateşe atılır, o ateş Allah dostuna gül bahçesi oluverir. Alevleri semaya yükselen ateşin gül bahçesine döndüğünü gören kavmi hayrete düşer, onlar bu işin sırrını çözemezler. O, Allah uğrunda ateşe atılmanın mükâfatım biliyordu. Allah yolunda mücadele edenlerin emskUri elbette boşa çıkmayacaktı. Yüce Allah kâfirlerin gözleri önünde dostunu yakar mı? Elbette yakmaz. Ateşin İbrahim (a.s.) için gül bahçesi olduğunu gören Lût derhal iman eder. O yüce Peygamber ateşten selâmetle çıkar ve kavmine şöyle der: «Dünya hayatında Allah'ı bırakıp aranızda putları dostluk vesilesi kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir, yardımcınız da yoktur.»

Dünyada putlara tapanlar âhirette büyük zarara uğrayacaklardır, O, putlar m kendilerine Allah katında asla faydası olmayacak, hatta kıyamet günü kendilerinden uzaklaşacaktır, îşte o zaman önderlerine lanet okuyacaklar ve *bizi neden Allah yolundan saptırdınız, şimdi gelin bizi azabtan kurtarın* diye feryat edeceklerdir. Ama bu feryat asla fayda vermeyecektir. Çünkü onlar inkârlarının ve zulümlerinin karşılığı olarak elîm bir azaba uğrayacaklardır. Orada Allah'tan başka da asla yardımcı bulamayacaklardır. Allah'a inanmayanların ise yardımcısı yoktur. Onlar cehennemde ebedî kala-t sıklardır.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde Lût (a.s.) hakkında şöyle buyu-

*Bunun üzerine Lût ona inandı ve dedi ki: Doğrusu ben Rab-t<ime hicret edeceğim. Muhakkak ki, O hüküm ve hikmet sahibi <>lnmn kendisidir.»

İbrahim (a.s.)'i ateşe atan kavmi seyre çıkarlar. O zaman ara-l'innda Lût da vardır. Lût, Hz. ibrahim'i ateşin yakmadığım görün-■ ■ > derhal iman eder ve şöyle der: «Doğrusu ben Rabbime hicret Muhakkak ki, O, tam hüküm ve hikmet sahibi olanın » Lût (a.s.), İbrahim (a.s.)'in hanımı Hz. Sâre'nin karda-% ıliı tman ettikten sonra Hz. İbrahim ile Şam'a doğru yola çıkar-tei <), Sadûm denen yerde kalır, Hz. İbrahim ve hanımı Sâre Şam'a «itlut'lor. Her peygamber bir defa hicret ettiği halde, İbrahim (a.sJ S)ii ılnfu hicret etmiştir.

16      Ankebût Sûresi (Cüz; 20, Âyet; 27-29)

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde îbrahim Ca.s.) için şöyle buyuruyor :

«Ve ona İshak ile Yakub'u ihsan ettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Doğrusu âhirette de o sâlihlerdendir.»

İbrahim (a.s.) putperest kavminin içinden ayrılır. Onun bütün arzusu Allah'ın rızasını kazanmaktı. O bakımdan müşrik bir toplumun içinde durmak ona çok ağır geliyordu. Kavminin içinden ayrıldığı zaman rivayete göre yetmiş yaşındaydı. Allahü Teâlâ ona Ha-cer validemizden İsmail'i, Sâre validemizden de îshak'ı ihsan etmiştir, îshak (a.s.)'a da Yakub (a.s.)'u vermiştir. İbrahim (a.s.)'in soyundan gelenlere Yüce Allah kitap ve peygamberlik vermiştir. Soyundan bin peygamber gelmiştir, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de onun soyundandır.

Allah dünyada da onun mükâfatını vermiş, bütün milletler onu rahmetle anmakta ve kıyamete kadar da rahmetle anacaklardır. Âhirette de sâlihlerdendir. Allah, onu dostluğuna kabul etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Ve ona İshak ile Yakub'u ihsan ettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Doğrusu âhirette de o sâlihlerdendir.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinds şöyle buyuruyor:

«Lût'u da. Hani o kavmine demişti kis Gerçekten siz dünyada hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz.»

•Siz erkeklere yaklaşıyor, yol keiiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz? Kavminin ona cevabi: "Doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir" demek oldu.»

Allahü Teâlâ, Lût (a.s.)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Onun kavmi livâtacıydı. Bu çirkin fiili o güne kadar hiçbir toplum yapmamıştı. O, kavmine gelip şöyle demiştir: «Ey kavmim, sizden önce hiçbir milletin işlemediği çirkin bir fiili işliyor, bir hayâsızlığı yapıyorsunuz. Siz kadınlarınızı bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz, yol kesip toplantılarınızda fena şeyler yapıyorsunuz. Memleketinize gelen misafirlere de aynı muameleyi yapıyorsunuz. Kadınları bırakıp erkeklere yaklaşmayın. Allah'ın size helâl kıldığı kadınlarınıza yaklaşın. Eğer erkeklere yaklaşırsanız hem zürriyeti-nizin kesilmesine ve hem de başınıza büyük bir azabın gelmesine sebep olursunuz.» Lût (a.s.) kavmine bu nasihati yaptıktan sonra, kavminin ona cevabı şu olur: «Ey Lût, durmadan bizi azabla korkutuyorsun, eğer doğru söylüyorsan Allah'ın azabını getir görelim. O zaman sana iman ederiz, azabı görmeden asla, sana iman etmeyiz ve sözlerinizi de dinlemeyiz.» Lût (a.s.) kavminin imanından ümidini kesince Rabbinden yardım diler.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor •.

«De ki: Rabbim, bozgunculara karşı bana yardım et.»

Lût (a.s.)'un kavmine yapmış olduğu bütün nasihatler ve davetler boşa çıkınca, artık onların imanından ümidini kesmişti. Başlarına büyük bir azabın geleceğini biliyordu. Bu bakımdan da bir an önce aralarından ayrılmak istiyordu. Bunun için Rabbine dua ve niyaz ederek şöyle diyordu: «Rabbim, bozgunculara karşı bana yardım et.» Hâlik-ı Zülcelâl de duasıni kabul eder.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirince dediler ki: Biz bu kasaba halkını yok edeceğiz. Çünkü onlann ahalisi zâlim kimselerdir.»

«Ama Lût oradadır dedi. Elçiler de-. Biz orada olanları daha iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan karısı dışında ailesini kurtaracağız, dediler.»

Cebrail, İsrafil, Mikâil ve Azrail, bu dört büyük melek gelip Al-lahü Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e İshak adında bir oğul verec3ğini müjdelemişlerdir. Bu müjdeyi ona verdikten sonra, Lût (a.s.)'un kavminin bulunduğu kasabaları işaret ederek «biz bu kasaba halkını yok edeceğiz. Çünkü onların ahalisi zalim kimselerdir» demişlerdir. Bunun üzerine İbrahim (a.s.) onlara «ama Lût da onların içindedir. Nasıl olur da o kasabaları helak edersiniz» der. Cebrail cevab-an «biz o kasabaların içinde kimin olduğunu daha iyi biliyoruz. Ehlini ve iman edenleri biz kurtarırız. Ancak zevcesi onlardan olmadığı iç:n helak olacaktır. Çünkü o iman etmemiştir» der. Azab daima hak edenlerin üzerine gelmiştir. Her zaman iman edip sâlih amel işleyenler necat bulup kurtulmuştur. İman etmeyenler ise helak olmuştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirince dediler ki: "Biz bu kasaba halkını yok edscağiz. Çünkü onların ahalisi zalim kimselerdir." "Ama Lût oradadır" dsdi. Elçiler de: "Biz orada olanları daha iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler.» İşte bunda düşünebilenler için ibretler vardır. Görülüyor ki, azan kavim her devirde cezasını bulmuştur, kıyamete kadar da aynı şekilde bulacaktır.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde bu yüzden o tasalandı. Ve çok sıkıldı. Ona dediler ki: Korkma ve tasalanma. Doğrusu biz seni ve geride kalacaklardan olan karının dışında aileni kurtaracağız.»

«Bu kasaba halkına da fâsıklık yapar olduklarından dolayı gökten azab indireceğiz.»

«And olsun ki, aklını kullanacak bir kavim için biz orada apaçık bir nişane bırakmışızdır.»

Melekler insan suretinde Lût (a.s.)'a gelirler. Lût (a.s.) onların kim olduğunu bilmez fakat gelişlerinden tasalanır ve çok sıkılır. Kavminin onlara bir kötülük yapmasından korkar. Lût t a.s.) 'un sıkıldığını gören melekler ona «korkma ve tasalanma, doğrusu biz seni ve geride kalacaklardan olan karının dışında aileni kurtaracağız. Bu kasaba halkına da fâşıklık yapar olduklarından dolayı gökten azab indireceğiz- derler. Lût (a.s.) ile iki kızı ve iman edenler, zalimlerin arasından ayrılırlar, geride kalanların üzerine gökten taş yağar, karısı da içlerinde olmak şartıyle hepsi helak olur. Bunların geride kalan kalıntıları, kendilerinden sonra gelen akıl sahipleri için büyük bir ibret levhasidır. îman etmeyen, yeryüzünde bozgunculuk yapan, fitne çıkaran ve büyüklük taslayanlarm sonu işte budur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: *Bu kasaba halkına da fâşıklık yapar olduklarından dolayı gökten azab indireceğiz. And olsun ki, aklını kullanacak bir kavim için biz orada apaçık bir nişane bırakmışızdır.» Şimdi onların arkada bırakmış oldukları nişaneler, izler akıl sahipleri için en büyük ibrettir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i gönderdik, O: Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, âhirct gününe ümit bağlayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, dedi.»

«Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi de, oldukları yerde diz üstü çöküp kaldılar.»

Hâlik-ı Zülcelâl her millete bir peygamber gönderdiği gibi, Şu-a.yb (a.s.)'i de kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine: -Ey kavmim, Allah'a iman edin. O'ndan başkasına ibadet etmeyin, âhiret gününün azabından ve heybetinden korkun. Çünkü o günün azabı çok büyüktür. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın, kibirlenip büyüklenmeyin. Ölçülerinizi ve tartılarınızı tam yapın, ölçü ve tartıları eksik yapanlara elîm bir azab vardır» demiştir. Kavmi Şuayb (a.s.) 'i yalanlamış, davetini kabul etmiştir. Bunun üzerine onları Cebrail'in sayhâsıyle şiddetli bir kasırga yakalamış ve oldukları yerde di2 üstü çöküp kül oluvermişlerdi. İşte inanmayanlar ve zulmedenler böyle cezalandırılırlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i gönderdik, O: Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, âhiret gününe de ümit bağlayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, dedi. Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalayiverdi de, oldukları yerde diz üstü çöküp kaldılar.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Âd ve Semûd kavmini de. Bunu oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de, onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.»

Halik-ı Mutlak Âd kavmine Hüd Ca.sJ'u, Semûd kavmine de kardeşleri Salih (a.s.)'i peygamber olarak göndermiştir. Onlar da kavimlerini imana ve Allah'a itaate davet etmiştir. Fakat kavimleri bunların davetini kabul etmeyerek şeytana uymuşlardır. Şeytan onlara yaptıkları bâtıl amelleri güzel göstermiş, iman etmekten ve Allah'a itaatten alıkoymuştur. Onlar, peygamberlerinin bütün ısrarlarına rağmen iman etmemişler, yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapıp azmışlar ve birbirlerine zulmetmişlerdir. Bu azgınlıkları ve peygamberlerine karşı gelmeleri yüzünden hepsi azaba uğrayıp helak olmuşlardır. Böylece inkârlarının ve zulümlerinin cs-zasmı görmüşlerdir. Oturdukları yerlerden ve kasabalarının kalıntılarından helak oldukları anlaşılmaktadır. îşte akıl sahipleri için bunlarda büyük ibretler ve hikmetler vardır. İnsanlar için en büyük ders önceki milletlerin inkârları ve zulümleri yüzünden helak oluşlarıdır. Gerçek akıl sahipleri onların düştüğü duruma düşmeyenlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Âd ve Semûd kavmini de. Bunu oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de, onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.» Buna rağmen yine de iman etmemişler, yeryüzünde bozgunculuk ve fesat çıkarmışlardır. Hâiik-ı Zülcelâl de suçları yüzünden onları helak etmiştir.

Allahü Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:

«Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da. And olsun ki, Musa kendilerine apaçık burhanlar getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki azabımızın önüne geçebilecek değillerdi.

«Her birini suç üstü yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga gönderdik, kimini bir çığlık tuttu, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk, Allah onlara zulm etmiyordu. Ama onlar kendi kendilerine zulm ediyorlardı.»

Allahü Teâlâ, Mûsâ (a.sJ'y1 Firavun ve kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, Firavun ve kavmini imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti kabul, etmemiştir. Mûsâ (a.s.) onlara apaçık deliller, burhanlar getirmesine rağmen Firavun, kumandanı Haman ve Mûsâ (a.s.J'nm akrabalarından olan Karun varlıklarına güvenerek büyüklenmişler, kibirlenmişler, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp zulmetmişlerdir. Hattâ tanrılık iddiasında dahi bulunmuşlardır. Kavimleri de kendilerine uymuş, bunların yüzünden onlar da iman etmemiştir. Onların varlığı, makam ve mevkileri kendilerini Allah'ın azabından kurtaramamıştır. Hâlik-ı Zülcelâl de kendilerinden sonraki kavimlere bir ibret olsun diye Firavun ve kavmini suda boğarak, Karun'u yerin dibine batırarak, Âd ve Semûd kavimlerini korkunç bir çığlıkla, Lût kavminin üzerine gökten taş yağdırmakla he-Lâk etmiştir. Allah bunlara zulmetmemiş, bunlar yaptıkları zulmün ve işledikleri suçun cezasını çekmişlerdir. Zulmedenler mutlaka cezalarını göreceklerdir, tşte inananlar için bunda büyük ibretler vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Karun'u, Firavun'u vs Haman'ı da. And olsun ki, Mûsâ kendilerine apaçık burhanlar getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki azabımızın önüne geçebilecek değillerdi. Her birini suç üstü yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga gönderdik, kimini bir çığlık tuttu, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu. Ama onlar kendilerine zulüm ediyorlardı.»

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğin misali gibidir. Evlerin en çürüğü muhakkak ki örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi.»

«Doğrusu Allah kendini bırakıp da, tapındıklaır şeyi bilir. O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.-

«tste misaller. Biz onları insanlara veriyoruz. Onları ancak bilenler anlar.»

Bu âyet-i celîle Allah'tan başkasını dost tutunanların halini bildiriyor. Allah'tan başkasının dostluğu örümcek evi gibidir, örümcek evi ne kadar sağlam-ve ne kadar muhkem ise, Allah'tan başkasını dost edinenlerin de dostluğu o kadar sağlam ve muhkemdir. Evlerin en çürüğü örümcek evidir, hafif bir rüzgârda hemen yok olur, kendisine bir seyir dokunma siyle bozulur gider. İşte Allah'tan başkasının dostluğu da böyledir, örümcek evinin kimseye bir faydası olmadığı gibi, Allah'tan başkasının dostluğunun da bir örümcak evi kadar bile faydası olmayacaktır. Puta tapanların putları örümcek evi misali kendilerini Allah'ın azabından koruyamayacağı gibi, kıyamet günü de kendilerine bir menfaati dokunamayacaktır. Bu misalde düşünebilen akıl sahipleri için bir çok hikmetler ve ibretler vardır. Allah'tan başkasına yapılan ibadet ve O'ndan başkasını dost edinmek kış soğuğunda örümcek evine sığınmak gibidir. O soğukta örümcek evinden ne kadar istifade edilirse, Allah'tan başkasını dost edinenler de kıyamet günü o kadar dostlarından istifade ederler, Bu misalleri bilenler ve arif insanlar anlarlar. Allah kullarının neye taptığını ve nasıl ameî ettiğini b;lir, ona göre mükâfat ve mü-câzat verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğin misali gibidir. Evlerin en çürüğü- muhakkak ki örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi. Doğrusu Allah kendini bırakıp da, tapındıkları şsyi bilir. O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. İşte misaller. Biz onları insanlara veriyoruz. Onları ancak bilenler anlar.»

Akıllara durgunluk verecek ve her insanı düşünmeye ssvk edecek bu misaller ancak ilim sahipleri ve arifler anlarlar. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'tan başkasını dost edinmesinler.»

(Cüz: 20. Âyet: 44-45) Ankebût Sûresi 23

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Muhakkak ki bunda mü'minler için delâlet vardır.»

Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakiler in yaratılışı Allah'ın vahdaniyetinin delilidir. O'ndan başka- yaratıcı yoktur. Gökler ve yer hak olarak yaratılmıştır. Göklerdeki ve yerdeki her şey bir maksat için yaratılmış, boşuna yaratılmamıştır, Mü'minler için bunlarda b'rçok ibretler ve hikmetler vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Muhakkak ki bunda mü'minler için delâlet vardır.»

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :

Sana kitaptan vahyolunanı oku. Namazı da dosdoğru kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Ve Allah yaptıklarınızı bilir- (*)'.

Allah tarafından gönderilen kitaplar insanların dünya ve âhi-ret saadetini te'min için gönderilmiştir. Özellikle son kitap olan Kur'-ân-ı Kerîm, dünyanın sonuna kadar milletlerin, toplumların, ailals-rin bütün ihtiyaçlarına cevap verecek, onlara dünyevi vs uhrevî saadetlerini kazanmalarını, imanı küfrü, hakkı bâtılı, helâli haramı, iyiyi kötülü, hayrı şerri Öğrenmeleri ve yaratana karşı kulluk görevlerini yapmaları için gönderilmiştir. Günümüzde olduğu gibi sadece cuma ve bayram akşamları, kandil geceleri, ramazan günlsri ve cenazelerde okunmak için gönderilmemiştir. Şayet Öyle olsaydı 114 sûreye ve 6666 âyete gerek yoktu, bunun için bir sûre ysterdi. İlâhî kanun insanların dünya ve âhiret mutluluğunu, saadetini kazanmaları için gönderilmiştir. Buna uyanlar kurtulmuş, uymayanlar ise helak olmuştur. Bunun için Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, sana kitaptan vahyolunanı oku. Namazı da dosdoğru kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten ahkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Ve Allah yaptıklarınızı bilir.» Allah rızası için huşu ve tazarru ile kılınan namaz insanı her türlü kötülükten ve hayâsızlıktan ahkoyar. Huşu ile kılınmayan namaz ise sahibini Allah'tan uzaklaştırır. Ebû İmam, Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle işittiğini rivayet eder: «Bir kimsenin namazı kendisini kötülüklerden ve hayâsızlıktan alıkoymuyorsa, o namaz sahibini Allah'tan uzaklaştırır.» Hasan-ı Basri de şöyle demiştir: «Kılmış olduğun namaz seni kötülüklerden ve hayâsızlıktan alıkoymuyorsa, sen o namazı kılmıyorsun demektir.» Allah'ı zikir bütün ibadetlerden daha üstündür. Çünkü Allah'ı zikir kalbte Allah korkusunu artırır, isyandan korur, O'nun emirlerine itaata sevk eder. însanı her hususta ölçülü ve temkinli yaşamaya alıştırır. Hasan-ı Basrî namazdan sonra en efdal zikrin Kur'an okumak olduğunu söylemiştir. Ebülleys Semerkandî de şöyle demiştir: «îbn Abbas (r.a,), Abdullah bin Rebia'dan «velezikrullâhi ekber-in mânâsını sormuştur. O şöyle cevap vermiştir: *Bu zikirden maksad teşbih, tehlil ve takdistir.» tbn Abbas, bu çok güzel. Allah'ın kulunu zikretmesi, kulun O'rfu zikretmesinden çok daha üstündür. Çünkü kulun her an Allah'ı zikretmesi vâcibtir. Kul bir an bile O'nsuz olamaz. Yüce Hâlik'ın kullarının zikrine, hamdine, teşbihine, tehlili-ne, takdisine ihtiyacı yoktur. Bu cihetle Allah'ın kulunu anması, ihtiyaç içinde olan kulun O'nu zikretmesinden elbette çok daha ef-daldir. Zira kul her an Allah'a muhtaçtır, Allah ise hiçbir zaman kuluna muhtaç değildir. O, âlimdir, kullarının hayır ve serden ne yaptıklarını bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzatını verir.

Allahü Teâlâ âyet-İ celilesinde şöyle buyuruyor:

«İçlerinden zulmedenler bir yana, ehl-i kitap ile güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki; Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim Allah'ımız da, sizin Allah'ınız da birdir. Biz O'na teslim olanlarız.»

îmam-ı Kelbı'nin rivayetine göre bu âyet-i celile kıtal âyetinden önce nazil olmuş ve kıtal âyetiyle beraber neshedılmiştir. Allahü Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, içlerinden zulmedenler bir yana, ehl-i kitap ile en güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim Allah'ımız da, sizin Allah'ınız da birdir. Biz O'na teslim olanlanz.» Allah Resulünün daveti hep böyle olmuştur. O k;mseyi kırmadan Isâlm'a davet etmiştir. Kendisine yapılan bunca hakaretlere, saldırılara, iftiralara aldırmamış ve islâm'ı tebliğ etmiştir. Gerçek mü'minin metodu bu olmalıdır.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

-Sana kitabı böylece indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Bunlardan da ona inanan bulunur. Âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.-

Hâlik-ı Mutlak, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Yâ Mu-hammed, sana kitabı böylece indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Bunlardan da ona inanan bulunur. Ayetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.»

Tevrat'ın Hz. Musa'ya, Zebur'un Hz. Davud'a, İncil'in Hz. İsa'ya gönderildiği gibi, Kur'ân-i Kerîm de Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gönderilmiştir. Tevrat'ta, Zebur'da ve incil'de son peygamberin geleceği ve sıfatları bildirilmiştir. Bunları okuyan kimse son peygamberin kendi kavminden geleceğini umuyordu. Bu kitaplara inananların birçoğu Kur'ân-ı Kerîm1 e de derhal inanmışlar ve Hz. Muhammed {s.a.v.J'i tasdik etmişlerdir. İnanmayanlar ise Hz. Muham-med'in peygamber olduğunu bildikleri halde sadece inatları yüzünden inanmamışlardır.

Allahü Teâlâ, âyet-i celîlesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :

•Daha önce sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış da değildin. Öyle olsaydı bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.»

«Bilakis o kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık âyetlerdir. Zalimlerden başka kimse âyetlerimizi inkâr etmez.»

Peygamberimiz (s.a.v.) ümmidir. Kendisine peygamberlik gelene kadar hiç kimseden bir şey okumamış, hattâ bir harf bile öğrenmemiştir. Onun hocası Cebrail (a.s.)'dir. Allah'tan aldığı vahyi ona getirmiş ve öğretmiştir. Buna rağmen kâfirler, âlemlere rahmet olarak gönderilen, o yüce Peygamber'e çeşitli iftiralar etmişlerdir Hâlik-ı Zülcelâl onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed. daha önce sen bir kitaptan okumuş ve elinle onü yazmış da değildin. Öyle olsaydı bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi. Bilâkis o kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık âyetlerdir. Zalimlerden başka kimse âyetlerimizi inkâr etmez.» Allah'ın âyetlerini ancak zalimlsr vs kâfirler inkâr ederler. Onların da imandan nasibi yoktur.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruycr:

«'Rabbinden ona âyetler indirilmeli değil miydi?' derler. De ki: O âyetler ancak Allah nezdindedir. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.»

-Kendilürine okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda inanan kavim için ibret ve rahmet vardır.»

Kâfirler şöyle demişlerdir: * Muhammed, peygamber olduğuna dair istediğimiz zaman bize gösterebileceği Rab binden apaçık ona bir âyet indirilmeli değil miydi? Veya bir melek ona bizim okuyacağımız şekilde yazılmış bir kitap getirseydi ya. Veyahut Mekke dağlarından birisini yerinden kaldırıp orasını bağ-bahçe yapıp içindsn ırmaklar akıtsaydı ya. İşte o zaman biz onun peygamber olduğuna inanırdık.» Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, de ki: O âyetler ancak Allah nezdindedir. Ben sadecs apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda inanan kavim için ibret ve rahmet vardır.» Peygamberlerin görevi Allah tarafından kendilerine vahyedileni halka tebliğ etmektir. Yoksa onlar dağı yerinden kaldırmak veya halkın gözüne girmek için benzeri şeyler yapmak değildir. Dağı yerinden götürmek veya başka şekle sokmak ancak Allah'a mahsustur. Kur'ân-ı Kerîm'in Allah tarafından Peygamberimiz Cs.a.v.) 'e gönderilmesi Resûl-i Ekrem'in peygamber olduğunun en büyük delilidir.

Allahü Teâlâ ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«De ki: Şahit olarak benimle sızın aranızaa Aiıan yeıer. yj, guıv-lerde ve yerde olanı bilir, Bâtıla inananlar ve Allah'a küfredenler, onlar hüsrana uğrayanların ta; kendileridir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v ) Medine'ye geldiği zaman müşriklerin ileri gelenlerinden Kâ'b b. Eşref gelip «yâ Muhammed, ben senin peygamber olduğuna inanmıyor ve şahitlik etmiyorum. Bakalım, senin peygamber olduğuna kim şahitlik edecektir, demiştir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, de ki: Şahit olarak benimle sizin aranızda Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtıla inananlar ve Allah'a küfredenler, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.» İşte onlar elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu onların inkârlarının ve zulümlerinin cezasıdır.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Senden azabı çarçabuk isterler. Eğer belirtilmiş bir süre .olmasaydı, azab onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan haşlar.na ansızın gelecektir.»

«Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Doğrusu cehennem kâfirleri kuşatacaktır.»

-O günde hem tepelerinden hem de ayaklarının altından azab kendilerini kaplayacaktır. Ve 'yaptıklarınızın karşılığını tadın' diyecektir.»

Kâfirler öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr ettikleri gibi, cehennemi de yalanlamışlar ve Peygamberimiz {s.a.v.)'e gelerek *yâ Muhammed, şayet doğru söylüyor san bizi korkuttuğun azabı getir de görelim- demişlerdir. Yüce Allah bu âyetleri inzal edersk onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirler senden azabı çarçabuk isterler. Eğer belirtilmiş bir süre olmasaydı, azab onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir. Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Doğrusu C3hen-nem kâfirleri kuşatacaktır. O günde hem tepelerinden hem d3 ayaklarının altından azab kendilerini kaplayacaktır. Ve 'yaptıklarınızın karşılığını tadın' diyecektir.» Kıyamet günü cehennem ateşi kâfirleri dört yandan kuşatacak «dünyada yaptıklarınızın karşılığını şimdi çekin. Bu sizin amelinizin karşılığıdır» denecektir. îşte o zaman dünyada yaptıkları kötü amellere pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlık asla fayda vermeyecek, o elîm azabı ebedî çekeceklerdir. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini inkâr edip zulmedenler mutlaka cezalarını çekeceklerdir. îman edip sâlih amel işleyenler ise mükâfatlarını göreceklerdir,

AÎIahü Teâlâ âye't-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim arzım geniştir. O ha]-de yalnız bana ibadet edin.»

«Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.»

«İman edip de salih amel işleyenleri içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetteki köşklere yerleştiririz. Ne güzeldir yapanların mükafatı.»

«Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekke'de kimsesiz müs-lüm&nlar ibadet ederken müşrikler tarafından namazları bozdurulur, üzerlerine deve işkembesi atılır, yollan kesilir, çeşitli işkenceler yapılırdı. Bu durumdan çok rahatsız olan mü'minler durumlarını gelip Peygamberimiz (s.a.v.)'e bildirirler ve ibadet yapamadıklarım, her an tehlikede olduklarım söylerler. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal edip şöyle buyurur: -Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin.» Bu âyetle ilk olarak hicrete müsaade edilmiştir. Bu âyetin nüzulünden sonra müEİümanların bir kısmı Habeşistan'a hicret etmiş ve oranın kırah Necaşi tarafından ilgi görmüşlerdir. Bu âyetle müslümanların düşmanlarından ve hicretten korkmamaları ifade edilmektedir. Çünkü vade gelmeden, hiçbir canlı ölümü tatmayacaktır. Ancak Allah'ın takdir ettiği ömür bitince ölüm vukuu bulacaktır. Bu bakımdan insan hicret etse de, evinde kalsa da fark etmez. Zira hiçbir zaman takdir değişmez. Sonra her canlı Allah'a döndürülecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bizs döndürüleceksiniz. İman edip sâlih amel işleyenleri içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetteki köşklere yerleştiririz. Ne güzeldr iş yapanların mükâfatı. Onlar ki sabrederler ve Rablc-rine tevekkül ederler.»

Hicret âyetinin hükmü umumidir. Bir yerde Allah'ın yasaklan ve isyan çoğalıp, müslumanlar da buna mani olamıyorlarsa, dinlerini korumaları için oradan kalkıp başka yere gitmeleri gerskir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse diium" muhafaza için bir

yerden başka bir yere hicret ederse, All^h ona cenneti vâcib kılar.» Bu hicret edilen yer bir karış bile olsa, dinini muhafaza için hicret ettiğinden dolayı Allah ona cenneti vâcib kılar ve orada İbrahim (a.s.)'e ve Peygamberimiz (s.a.v.Ve komşu olur. Yüce Allah her canimin ölümü tadacağını beyan buyuruyor ki, mü'minler ölüm korkusu ile Allah'a şirk koşup isyan edenler arasında kalıp dinini zayıflatmasın. Dinini yaymak ve korumak için onların arasından çıkıp hicret etsinler. Allah'ın düşmanlarından korkmasınlar ve geçim endişesine kapılıp onlara boyun eğmesinler. Çünkü sonunda hepsi Allah'a döndürülecektir. Dinini koruyanlar için kabir cennet bahçelerinden bir bahçe, korumayanlar için ise cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Dinini koruyup sâlih amsi işleyenlsrs altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik iman edip sâlih amel işleyenleri işte böyle mükâfatlandırır.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«Nice canlılar vardır ki, rızkım kendisi taşımaz. Sizin de, on-lann da rızkını Allah verir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz [s.a.v.)'e hicret emrolunduğu vakit sahabenin bir kısmı geçim endişesiyle tereddüde düşüp şöyle demişlerdir: «Bizim hiç bir şeyimiz yok, hepsi burada kalıyor. Medine'ye gidersek orada ne yiyip ne içeceğiz.» Buna ilâveten Mekke'li müşrikler de kendi akrabalarına «siz hısım akrabanızı terk edip Muhammed'in ağzıyle Medine'ye gidiyorsunuz, orada ne yiyip ne içeceksiniz ve nerede kalacaksınız? Halbuki. sizin her şeyiniz burada, siz oraya- ölmeye mi gidiyorsunuz?» diyerek mü'minleri hicretten alıkoymaya çalışmışlardır. Bunun üzsrino Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Nics canlılar vardır ki, rızkım kendisi taşımaz. Sizin de, onların da rızkım Allah verir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.»

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor i

«And olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emri altında tutan kimdir?' diye sorsan, şüphesiz 'Allah'tır' diyecekler. O halde niye çevîrilip döndürülüyorlar.»

-Kullarından kimi dilerse Allah onun rızkım yayar. Onu kısar da. Doğrusu Allah her şeyi hakkıyle bilendir.»

Allah'a eş koşup putlara tapanlara «gökleri ve yeri, güneşi ve ayı yaratıp emri altında tutan kimdir?» diye sorulsa, hiç şüphesiz «Allah'tır» derler. Hiçbir zaman putlarımız veya başkası yarattı demezler. Çünkü onlar da Allah'tan başkasının bir şey yaratamayacağım çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen yine de Allah'a eş koşup, vahdaniyetini inkâr etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Yâ Muhammed, and olsun ki, kâfirlere 'gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emri altında tutan kimdir?' diye sorsan, şüphesiz 'Allah'tır' diyecekler.» O. bütün canlıların rızkını veren, onları besleyen, koruyan, muhafaza edendir. Allah kullarından kiminin rızkını bol bol verir, kiminin rızkını daraltır. O, kimin neye lâyık olduğunu bilir, ona göre verir. Bu, O'nun hikmetinin gereğidir. Kulun görevi sebebine sarılıp Allah'tan istemektir. Veren O'dur, kulun lâyık olduğunu verir.

Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

«And olsun ki onlara: 'Gökten su indirip onunla yeri, ölümünden sonra dirilten kimdir?* diye sorsan 'Allah'tır' diyecekler. De ki: Hamd Allah'adır, Ama çoğu aklını kullanamazlar.»

«Bu dünya hayatı sadece eğlence ve oyalamadır. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler.»

Gökten su indirip kupkuru yeri o su vasıtasıyle dirilten, hayat veren «kimdir?» diye Allah'a eş koşanlara ve puta tapanlara sorulsa hiç şüphesiz «Allah'tır* derler. Çünkü O'ndan başka hiçbir kuvvet gökten su indirip ölü toprağı diriltmeye kadir değildir. Öy-lsyss hamd ve şükür yalnız Allah'adır. O'ndan başkasına hamd ve şükür yapılmaz. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. YÜC3 Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan edivor: -Yâ Muhammed, and olsun ki onlara: 'Gökten su indirip onunla yeri ölümünden sonra dirilten kimdir?' diye sorsan 'Allah'tır' diyeceklsr. De ki: Hamd Allah'adır. Ama çoğu aklını kullanamazlar.»

Dünya, hayatı da sadece bir eğlence ve bir aldatmacadır. însanı bir müddet oyalar, aldatır, sonunda alır götürür. Hiçbir şeyi ebedi kalmaz. Asıl hayat âhiret yurdundaki hayattır, İman edip sâlih amel yapanlar âhiret nimetlerinin en güzelîeriyle mükâfatlandırılacaklar-dır. Çünkü âhiret yurdu ebedîdir, dünya ise geçicidir, aldatıcıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Dünya ve içindekiler Allah'ın rahmet nazarından uzaktır. Ancak iman edip sâİih amel yaparak Allah'ı zikredenler, halka faydalı ilim öğreten âlimler ve ibadetini noksansız yapmak arzusu ile cehaletten kurtulmak için ilim tahsil edenler müstesnadır. Bunlardan başkasında hayır yoktur.» Bu dünya âhiret yurdunu kazanmak için b;r tarladır. Burada ekenler orda mahsulünü alacaktır. Âhiret-teki mükâfat da, mücâzat da burada kazanılır. Dünya bir kazanç mahallidir, âhirette herkese bu dünyada kazandığının karşılığı verilecektir, Keşke insanlar bunu bilselerdi.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Gemiye bindiklerinde dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar. Ama onları karaya çıkararak kurtarınca hemen Allah'a eş koşarlar.»

«Böylece kendilerine verdiğimize küfür etsinler ve zevk alsınlar diye. Eğlensinler bakalım. Yakında bileceklerdir*

Kâfirler gemiye binip deniz dalgalarına kapıldıkları zaman hemen putlarını unutup yalni2 Allah'a dua ederek, yalvarmaya başlarlar. Putlarına hiç yalvarmazlar, onlardan medet beklemezler. Allah'tan başka kurtarıcı olmadığını da bilirler. Fakat tehlikeden kurtulup karaya çıktıkları zaman, başlarına geleni hemen unuturlar, yine eski hallerine dönerek Allah'a eş koşmaya başlarlar. Allah'a eş koşmakla kendilerine verilen bunca nimetlere küfrederler ve eğlenirler. Ama başlarına azab geldiği zaman hakikati anlayacaklar, yaptıklarına pişman olacaklar, fakat, hu pişmanlık fayda vermeyecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar. Ama onları karaya çıkararak kurtarınca hemen Allah'a eş koşarlar. Böylece kendilerine verdiğimize küfür etsinler ve zevk alsınlar diya. Eğlensinler bakalım. Yakında büeceklerdir.-

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Çevrelerinde insanların zorla yakalanıp götürülmesine rağmen orayı mukaddes bir hareni yaptığımızı onlar görmediler mi? Yoksa bâtıla inanıp Allah'ın nimetine küfür mü «diyorlar?»

Yüce Allah Mekke şehrini mukaddes bir belde kılıp oraya sığınanları her türlü tehlikeden korumuştur. Çünkü orası emin bir beldedir. Cenâb-ı Halik orasını ve içindekileri her türlü tehlikeden muhafaza etmiştir. Böyle iken müşrikler hâlâ Allah'ın nimetlerine küfredip bâtıla inanmaktadırlar. Taptıkları putları ise kendilerine asla fayda vermemiştir.

Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:

«Allah'a karşı yalan söyleyenden, iftira edenden veya hak kendisine gelmişken, onu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kafirlere cehennemde barınacak yer mi yok?»

«Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah ihsan edenlerle beraberdir.»

Allah'a karşı eş koşup yalan uyduranlardan veya kendilerine hakkı beyan eden Kur'an geldikten sonra, onu yalanlayanlardan daha zalim kimdir? İşte onlar zalimlerin ta kendileridir. Allah'a eş koşup âyetlerini yalanlayanların yeri ebedi cehennemdir. Onlar orda ebedî olarak kalacaklardır. Bu onların küfür ve zulümlerinin cezasıdır. Allah onlardan intikamını alacaktır. İman edip Allah uğrunda mücahede edenlere ise mükâfatlan kat kat verilecektir. Hiç şüphesiz Allah ihsan edenlerle beraberdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah ihsan edenlerle beraberdir.»