ANKEBÛT
SÛRESİ
Bu
sûre-i celîle Kur'ân-ı Azimüşşân'ın 29. süresi olup Mekke'de nazil olmuştur, 69
âyetten ibarettir. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: Putlara ve
diğer şeylere tapanların görecekleri azab, dünya varlığım elde etmek için kurdukları
tuzaklar ve hilelsr. Putlara ve diğer şeylere tapanların bu uğurdaki
gayretleri, hiçbir ehemmiyet arzetmeyen örümcek ağına benzetildiği, bundan
dolayı da bu sûreye örümcek anlamına gelen «Ankebût» dendiği. Bir kısım
mü'minlerm Allah yolunda bazı sıkıntılara uğrayacakları ve bu sıkıntıların
kendileri için bir rahmet ve kurtuluş vesilesi olacağı, dine muhalif hususlarda
anaya babaya bile itaat edilmeyeceği bildirilmiştir. Nûh (a.sJ'un, Hz. îbrahim
(a.s.)'in, Lût (a.s.)'un, Şuayb ta,s.)'in ve bazı peygamberlerin kıssalarının
özet olarak sûrede geçmesi, bunların Allah yolundaki fedakârlıkları ve
muvaffakiyetleri, mü"minlerin zafere ulaşıp kâfirlerin ise sonunda helak
olacakları ve Allah yolunda cihad edenlerin emeklerinin asla boşa çıkmayacağı
gibi hususlar bildirilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Elif,
Lâm, Mîm.»
Ankebût Sûre» (Cüz;20. Âyet; 4-6) 6
'Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarım
ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?»
«And olsun ki, biz onlardan öncekileri de denedik.
Allah elbette doğruları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir.»
Elif,
Lanı, Mîm, bunlar mukattaa harfleridir. Bunlar Allah'ın Resulüne indirdiği bu
kitabın ana maddesi ve temel taşıdır. İnsanlar sadece dilden «biz inandık
demekle» bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi
sanıyorlar? Asla böyle zannetmesinler. Sadece dilden «biz inandık- demekle iş
bitmiyor. îman amel ister, ibadet ister, işte o zaman iman kalbe kök salar,
sahibini huzura, rahmete kavuşturur. Allah onlardan öncekileri de denemiştir.
Elbette O, doğruları da, yalancıları da bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey
gizli kalmaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor.; * Yoksa insanlar inandık
demeleriyle bırakılacaklarım ve kendilerinin im t: hana çekilmeyeceklerini mi
sandılar1? And olsun ki, biz onlardan önce kile"-" ri de
denedik. Allah elbette doğruları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi
sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.»
Yeryüzünde
kötülük yapanlar Allah'ın azabından kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Şayet
kaçıp kurtulacaklarını sanıyorlarsa ne kötü hüküm veriyorlar. Göklerin ve yerin
sahibinin Allah olduğunu bilmiyorlar mı? Hiç bunu düşünmediler mi? Kaçsalar
acaba nereye kaçacaklar? Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yoksa kötülük
yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü .ıüküm veriyorlar.» Bu
âyet-i celîle Ut be, Şey be ve Velid hakkında nazil olmuştur. Onlar, öldükten sonra
yok olup gideceklerini ve bir daha dirilmeyeceklerini söylemişler, âhiret
hayatını inkâr etmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor
7 (Cûz: 20. Âyet: 7-8) Ankebût Sûresi
«Kim Allah'a kavuşmayı umarsa muhakkak ki, Allah'ın
belirtti-rakit gelecektir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.»
«Kim cihad ederse ancak kendisi için cihad etmiş
olur. Zira Al-âlemlerden müstağnidir.»
Allahü
Teâlâ'ya kavuşmayı arzu edenler bilsinler ki, Allah'ın be-;;ği vakit
gelecektir, pek yakındır. İşte o zaman sâlih amel iş-snler mükâfatını, kötü
amel işleyenler de cezasını görecektir. Çün-O, herkesi ameline göre
mükâfatlandırır veya cezalandırır. Zira kullarının istediklerini hakkıyle
işiten, yaptıklarını da bilendir, ı Allah yolunda cihad ederse ancak kendisi
için cihad etmiş olur. ir yaparsa yine kendisi için yapmış olur. Çünkü Allah,
kulları-
yapmış
olduğu bütün amellerden müstağnidir. Onların ibadet-ne, hayırlarına ihtiyacı
yoktur. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle bs-
ediyor:
«Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. ı Allah âlemlerden
müstağnidir.» Bu âyet-i celîle Hz. Ali, Hz. nza ve Ubeyde hakkında nazil
olmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İman edip de sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini
and olsun örteriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız.»
İman
edip sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini, günahlarını, Al afveder, bağışlar,
örter. Onların yaptıkları amelden daha güzeli kendilerini mükâfatlandırır. Bu
amellerinin karşılığı onlara cen- nimetlerini bahşeder. Hâlik-ı Mutlak bunu
şöyle beyan ediyor:
Lan
edip de sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini and olsun ki, îriz. Onları
yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını
tavsiye ettik, ir onlar körü körüne bana ortak koşman için seni zorlarlarsa
ken-ırlno İtaat etme. Dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber eceftlm.»
Bu
Ayat'i oslila Satd bin Vakkaı hakkında mı/H olmuştun An-
Ankebût
SürtU (Cüz; 20, Âyet; 9-11) 8
nesi,
Said'in İslâm'ı kabul eril'jirm çok üzülmüş ve ona şöyle demiştir:
Sen,
atalarının Hinin1 him kıp Muhammed'in dinine germişsin,
Mu-lâmnipfi'ltı (llııitıu girdiğine çok üzüldüm. Allah'a yemin ederim ki, ^ulınmmod'ın
dinini terk etmedikçe, ne bir lokma yemek yerim, ne :u içerim ve ne de senin
evinde dururum.» Said, anasından bu acı özleri işitir, fakat riayet etmez.
Allah Resulünün yoluna daha sa-
limi
olarak devam eder. Annesi bir müddet yemez içmez, açlıktan akatl kesilir.
Sonunda yemek zorunda kalır. Annesi sözünden vaz- eçip yemek isteyince Said bin
Vakkas ne yapacağım bilmez, tsred- üde düşer. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu
âyeti inzal ederek şöyle uyurmuştur: «Biz, insana anne ve babasına iyi
davranmasını tav- ye ettik. Eğer onlar körü körüne bana ortak koşman için seni
zor-.rlarsa kendilerine itaat etme. Dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı ze haber
vereceğim.» Ana-baba kâfir de olsa onların hakkına riayet hlmesinin vâcib
olduğu bu âyette bildirilmiştir. Ancak kim olursa sun Allah'a isyan noktasında
itaat yoktur. Çünkü âyette şöyle bu-ıruluyor -Eğer onlar körü körüne bana ortak
koşman için seni zor-rlarsa kendilerine itaat etme.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde sâlih amel işleyenler için şöyle ryuruyor:
4man
edip sâlih amel işleyenleri de and olsun ki, sâlihlerin ara-la sokacağız.»
Hâlik-ı
Zülcelâl iman edip sâlih amel işleyenleri ve emirlerine at edip yasaklarından
sakınanları kıyamet günü peygamberlerle, ıidlerle ve sâlih kullanyle beraber
hasreder, cennete de onlarla -aber sokar. Bu onların amellerinin karşılığıdır.
Yüce Allah bu- şöyle beyan ediyor: Aman edip sâlih amel işleyenleri de
and un ki, sâlihlerin arasına sokacağız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
9
(Cûz: 20. Ayet: 12-13) AnkebÛt Sûresi
«İnsanların
arasında öyleleri de vardır ki: Allah'a inandık der-Ama Allah uğrunda hir
eziyete uğratılınca insanların eziyetini ıh*m azabı gibi tutarlar. Rabbinden
bir yardım gelecek olursa da olsun ki: Doğrusu biz sizinle beraberdik derler.
Allah herkesin Dinde olanları en iyi bilen değil midir?»
-Allah
iman edenleri de elbette bilir, münafıkları da elbette bi-
.Bu
âyet-i celile Ayyaş bin Rebia hakkında nazil olmuştur: Bu müslüman olup
Mekke'den Medine'ye hicret etmiştir. Müşrik olan ;esi, oğlunun müslüman
olduğunu ve Medine'ye hicret ettiğini unca çok üzülür, o dönüp gelinceye kadar
yememeye ve içme-re yemin eder. Ayyaş'in anne bir, Ceh "bin Hişşam
ile Haris bin fam adında iki kardeşi vardı. Annelerinin feryadı
üzerine Haris
Cehil
ile Ayyâş'ı Medine'den geri getirmek için yola çıkarlar, aha Peygamberimizin
yanına ulaşmadan Medine'de bulurlar, an-.nin durumunu kendisine izah ederler ve
alıp geri getirirler. An-
oğlundan
intikam almak için ellerini ve ayaklarım demir zin-
vurur
ve «Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in dininden dön-Likçe ellerini ve
ayaklarını çözmem- der. Ayyaş da annesinin ifini kabul ederek dinden çıkar ve
küfre girer. Bunun üzerine thü Teâlâ bu âyet i celileleri inzal ederek şöyle
buyurur: «insan-n arasında öyleleri de vardır ki: «Allah'a inandık» derler. Ama
ıh uğrunda bir eziyete uğratılınca insanların eziyetini Allah'ın bı gibi
tutarlar. Rabbinden bir yardım gelecek olursa da and ol-
ki:
«Doğrusu biz sizinle beraberdik» derler. Allah herkesin kaide olanları en iyi
bilen değil midir? Allah İman edenleri de el-te bilir, münafıkları ria elbette
bilir.» Hakiki iman sahipleri din-nden asla dönmezler, münafıklar ise en küçük
bir tehlike karşıla dinlerinden hemen dönerler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
<O
küfredenler İman edenlere derler klı Bizim yolumuza uyun »İzin günahlarınızı btz taşıyalım. Halbuki onların
günahlarından »İrini ytiklenecek (fosillerdir. Doftrunu onlar yalancıdırlar,.
10
Anknbût
Sûresi (Cüz; 20, Âyet; 14-15)
-MuhnkUuU
unlar hem kendi yüklerini hem de kendi yükleriyle bnrıtbnr ritıhu nice yükleri
yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden dolayı kıyamet günü sorguya
çekileceklerdir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ebû Süfyan bin Harb, Ümmiye bin Halef,
Utbe ve Şeybe, Hz. Ömer'e ve bazı mü'minler-3 gelerek «siz Muhammed'in dininden
çıkın, onu inkâr edin, sizin bütün, günahlarınızı, suçlarınızı biz taşıyalım»
demişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle
buyurmuştur-. «O küfredenler iman edenlere derler ki: "Bizim yolumuza uyun
da, sizin günahlarınızı biz taşıyalım." Halbuki onların günahlarından
hiçbirini yüklenecek değillerdir. Doğrusu onlar yalancılardır. Muhakkak onlar
hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri
yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden dolayı kıyamet günü sorguya
çekileceklerdir.» Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez. Ancak hayra
teşvik edenler o hayrı yapmış gibi mükâfat alırlar, şerre teşvik edenler de o
şerri yapmış gibi ceza görürler. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle
buyurmuşlardır:
«Kim
şeriata muhalif bir yol ihdas ederse, onun günahı kendisine aittir. Açılan yolu
takip edenlerin günahı kadar, o yolu açana da kıyamete kadar günah yazılır. Bu
bakımdan insanları daima hayra teşvik etmek gerekir. Şerre teşvik edenler
onların günahlarına ortak olacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Nûh (a.s.) hakkında şöyle buyuruyor : -s.
«And
olsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yılı müstesna olmak
üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan
yakalayıverdi.»
«Ama
biz onu da, gemi arkadaşlarını da kurtardık. Ve bunu âlemlere bir ibret
yaptık.»
Allahü
Teâlâ, Nûh (a.s.) 'u kavmine peygamber olarak göndermiş, o kavmini dokuzyüz
elli yıl İslâm'a davet etmiştir. Âdem babamızdan Peygamberimize kadar bütün peygamberlerin
getirmiş ol-
(Cûz: 20. Âyet: 16-17) Ankebût Sûresi 11
duğu
dinin adı İslâm'dır. Fakat kavmi Nûh (a.s.)'u yalanlamış, iman etmemişlerdi. O,
dokuzyüz elli yıl, usanmadan kavmini imana davet etmiş, kavmi bu daveti kabul
etmemiş, içinden pek azı kabul etmiştir. Nûh (a.s.)'un davetini kabul
etmeyenler ona ve iman edenlere zulmetmeye başlamışlar, her geçen gün de
zulümlerini artırmışlardır. Nûh (a.s.), onların imanından ümidini kesmiş ve
zulümlerine de tahammül edemez olmuştu. İçlerinden ayrılmak istiyordu.
İşte
o zaman Hâlik-ı Zülcelâl bir gemi yapmasını ve iman edenlerle beraber o gemiye
binmesini vahyeder. Nûh Ca.s.) da ilâhî emrin gereğini yerine getirir, iman
edenlerle beraber gemiye biner, yeryüzünü tufan kaplar, kâfirler boğularak helak
olurlar, iman edenler ise kurtulurlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «And
olsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yılı müstesna olmak üzere
bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan
yakalayıverdi. Ama biz onu da, gemi arkadaşlarını da kurtardık. Ve bunu
âlemlere bir ibret yaptık.» Nûh (a.s.)'un kavminden iman edenlerin kurtuluşu, iman
etmeyenlerin ise helak oluşu, kendisinden sonra gelen kavimler ve milletler
için bir ibrettir. Bundan sonraki âyetler de İbrahim (a.s.)'in kıssasından
bahsedilmektedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«İbrahim'i de (hatırla). Hani o, kavmine demişti klı
Allah'a İbadet edin ve O'ndan sakının. Bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.»
«Siz sadece Allah'ı bırakıp putlara tapıyor, aslı
astarı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu Allah'tan başka taptıklarınızın
size rızık vermeye güçleri yetmez. Öyleyse rızkı Allah katında arayın. O'na
kulluk edin. O'na şükredin. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.»
Allahü
Teâlâ, İbrahim (a.s.)'i kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine «ey
kavmim, Allah'a iman edin ve O'na or-tuk koşup putlara tapmayın, başka ilâh
edinmekten korkun. Çünkü O'ndan başka
ilâh yoktur. Eğer bilirseniz Allah'a iman edip ibadet etmeniz sizin için çok daha hayırlıdır.
Taptığınız putlarınız size ne bir rızık verebilir ve ne de size bir
faydası dokunur. Sizi rızıklandı-ran, besleyen, var eden ve koruyan Allah'tır.
Her şeye mâlik olan da O'dur. O'nun vermiş olduğu nimetlere şükredin. Çünkü siz
O'na döndürüleceksiniz.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İbrahim'i de
(hatırla). Hani o, kavmine demişti ki: «Allah'a ibadet edin ve O'n-dan sakının.
Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz sadece Allah'ı bırakıp putlara
tapıyor, aslı astarı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu Allah'tan başka
taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Öyleyse rızkı Allah katında
arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer siz yalanlıyorsanız bilin ki, sizden evvelki
ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğden
ibarettir.»
Bütün
peygamberler kavimleri tarafından yalanlanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v)* de aynı
şekilde kavmi tarafından yalanlanmış ve kendisine çeşitli iftiralar
etmişlerdir. Buna çok üzülen Peygamberimiz (s.a.v.)i' teselli için Yüce Allah
bu âyeti inzal edip şöyle buyurmuştur: «Eğer siz yalanlıyorsanız bilin ki
sizden evvelki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğden
ibarettir.» Peygamberlerini yalanlayan toplumlar mutlaka cezalarını
görmüşlerdir. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde münkirler hakkında şöyle buyuruyor :
«Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp sonra onu tekrar
edeceğini görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır.»
«De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın
yaratmaya nasıl başladığım bir görün. İşte Allah aynı şekilde ahire t hayatını
da tekrar yaratacaktır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.»
Kâfirler
öldükten sonra tekr»r dirilmeyi Inkftr «tl»»r«k, ölümle T»|r şeyin bittiğini 2»nn»tmlşl«rdlr H»r şayi yoktun v»r «dan Al lah
öldükten ionr» tekrar diriltmey» kadir değil midir? Ilbutti
k»dirdir. Var olan bir şeyi tekrar eski haline getirmek, yoktan var etmekten daha
kolaydır. Halbuki her şeyi yoktan var eden Allah'tır. Yoktan her şeyi var eden
Allah, öldükten sonra tekrar var etmeye kadir değil midir? Ölüm, canlılar için
bir yok oluş değil, şekil değiştirmedir. Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr
edenler, neden kendi yaratılışlarım inkâr etmiyorlar? Yüce Halik inkâr.edenlere
şöyle meydan okuyor: «Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp sonra, onu tekrar
edeceğini görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır. Ya Muhammed, onlara de
ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün.
İşte Allah aynı şekilde âhire t hayatını da tekrar yaratacaktır. Muhakkak ki
Allah her şeye kadirdir.» Hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. Göklerin ve yerin
sahibi, mâliki O olduğu gibi, tasarruf yetkisi de O'na aittir. O, bir anâa hem
var eder, hem yok eder. Çünkü her şey O'nun iradesiyle olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Dilediğine
azab eder, dilediğini esirger. Ve O'na çevrileceksiniz.»
«Siz
ne yerde, ne de gökte O'nu aciz bırakabilirsiniz? Allah'tan başka sizin için
bir dostunuz ve yardımcınız yoktur.»
Hâlik-ı
Zülcelâî'in rahmeti boldur. O, dilediğine rahmet eder, ılılodiğine de azab edip
rahmetinden uzaklaştırır. Çünkü O, kimin ntlımete lâyık olduğunu, kimin lâyık
olmadığını bilir, ona göre ruh nuU ve azab eder. O'nu göklerde ve yerde aciz
bırakacak hiçbir vur lık yoktur ve O'ndan başka kimsenin bir yardımcısı,
koruyucusu, rı /1 k I andıranı, besleyeni yoktur. Yüce Allah bunu şöyle boyarı
ediyor »niludiğine azab eder, dilediğini esirger. Ve O'na çevrllncoksirıl/ Si/,
no yerde, ne de gökte O'nu aciz bırakabilirsiniz? Allahlun baş-luı sizin
İçin bir dostunuz ve yardımcınız yoktur.» Ey insanlar, sizi ılımyada ve
âhirette kimse Allah'ın azabından kurtaramaz. O'ndan hır,luı dostunuz,
yardımcınız yoktur. İman edip sâlih amel işleyenler mükafatını, iman etmeyenler
de cezasını görecektir.
Allfihü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münkirler için şöyle buyuruyor :
«Allah'ın âyetlerini ve O'na mülâki olmayı inkâr
edenler, tşte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. Ve işte can
yakıcı azab onlarındır.»
Allahü
Teâlâ'nm rahmetinden mahrum olanlar peygamberlerini, Allah tarafından
gönderilen kitapları ve âhiret gününü inkâr edenlerdir, tşte onlar Allah'ın
rahmetinden ümitlerini kesmişlerdir. Allah'ın âyetlerini inkâr edip âhireti
yalanlayanlar için can yakıcı bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve
zulümlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler mutlaka cezalarını
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun üzerine kavminin ona cevabı sadece: Onu
öldürün veya yakın, demek oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda
inananlar için ibretler vardır.»
«Ve dedi ki: Dünya hayatında Allah'ı bırakıp
aranızda putları dostluk vesilesi kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize
küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir, yardımcınız da
yoktur.»
ibrahim
(a.s.) kavmini imana davet edip Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini söyler.
Bunun üzerine kavmi kendisine düşman kesilir. Puta tapmaktan asla vazgeçmezler.
İbrahim {a.s.)'in kavmi puta tapmaktan vazgeçmedikleri gibi, onu aralan nda da
görmek istemezler ve yok etmek için aralarında istişare yaparlar ve neticede
yakmaya karar verirler. O, Allah Resulü, kavminin kendisi için hazırlamış
olduğu tuzağa aldırmayarak onları imana, kurtuluşa ve Allah'a ibadete davet
eder. Onu yakmaya karar veren kavmi büyük bir odun yığını yaparlar, onu
tutuştururlar ve İbrahim (a.».)'I yük sek bir yerden içine atarlar. Ateşe
atılacağını bildiği halde en küçük
bir tereddüde kapılmayan o yüce Peygamber, Allah uğrunda ateşe atılmanın
sevincini yaşar ve Cebrail'e * Allah'la benim arama girme* diyerek sevincini
izhar eder. Kavminin gözleri önünde ateşe atılır, o ateş Allah dostuna gül
bahçesi oluverir. Alevleri semaya yükselen ateşin gül bahçesine döndüğünü gören
kavmi hayrete düşer, onlar bu işin sırrını çözemezler. O, Allah uğrunda ateşe
atılmanın mükâfatım biliyordu. Allah yolunda mücadele edenlerin emskUri elbette
boşa çıkmayacaktı. Yüce Allah kâfirlerin gözleri önünde dostunu yakar mı?
Elbette yakmaz. Ateşin İbrahim (a.s.) için gül bahçesi olduğunu gören Lût
derhal iman eder. O yüce Peygamber ateşten selâmetle çıkar ve kavmine şöyle
der: «Dünya hayatında Allah'ı bırakıp aranızda putları dostluk vesilesi
kıldınız. Sonra da kıyamet gününde birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet
okursunuz. Varacağınız yer ateştir, yardımcınız da yoktur.»
Dünyada
putlara tapanlar âhirette büyük zarara uğrayacaklardır, O, putlar m kendilerine
Allah katında asla faydası olmayacak, hatta kıyamet günü kendilerinden
uzaklaşacaktır, îşte o zaman önderlerine lanet okuyacaklar ve *bizi neden Allah
yolundan saptırdınız, şimdi gelin bizi azabtan kurtarın* diye feryat
edeceklerdir. Ama bu feryat asla fayda vermeyecektir. Çünkü onlar inkârlarının
ve zulümlerinin karşılığı olarak elîm bir azaba uğrayacaklardır. Orada
Allah'tan başka da asla yardımcı bulamayacaklardır. Allah'a inanmayanların ise
yardımcısı yoktur. Onlar cehennemde ebedî kala-t sıklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Lût (a.s.) hakkında şöyle buyu-
*Bunun
üzerine Lût ona inandı ve dedi ki: Doğrusu ben Rab-t<ime hicret edeceğim.
Muhakkak ki, O hüküm ve hikmet sahibi <>lnmn kendisidir.»
İbrahim
(a.s.)'i ateşe atan kavmi seyre çıkarlar. O zaman ara-l'innda Lût da vardır.
Lût, Hz. ibrahim'i ateşin yakmadığım görün-■ ■ > derhal iman
eder ve şöyle der: «Doğrusu ben Rabbime hicret Muhakkak ki, O, tam hüküm ve
hikmet sahibi olanın » Lût (a.s.), İbrahim (a.s.)'in hanımı Hz. Sâre'nin karda-%
ıliı tman ettikten sonra Hz. İbrahim ile Şam'a doğru yola çıkar-tei <),
Sadûm denen yerde kalır, Hz. İbrahim ve hanımı Sâre Şam'a «itlut'lor. Her
peygamber bir defa hicret ettiği halde, İbrahim (a.sJ S)ii ılnfu hicret
etmiştir.
16 Ankebût Sûresi (Cüz; 20, Âyet; 27-29)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde îbrahim Ca.s.) için şöyle buyuruyor :
«Ve
ona İshak ile Yakub'u ihsan ettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik
verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Doğrusu âhirette de o sâlihlerdendir.»
İbrahim
(a.s.) putperest kavminin içinden ayrılır. Onun bütün arzusu Allah'ın rızasını
kazanmaktı. O bakımdan müşrik bir toplumun içinde durmak ona çok ağır
geliyordu. Kavminin içinden ayrıldığı zaman rivayete göre yetmiş yaşındaydı.
Allahü Teâlâ ona Ha-cer validemizden İsmail'i, Sâre validemizden de îshak'ı
ihsan etmiştir, îshak (a.s.)'a da Yakub (a.s.)'u vermiştir. İbrahim (a.s.)'in
soyundan gelenlere Yüce Allah kitap ve peygamberlik vermiştir. Soyundan bin
peygamber gelmiştir, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de onun soyundandır.
Allah
dünyada da onun mükâfatını vermiş, bütün milletler onu rahmetle anmakta ve
kıyamete kadar da rahmetle anacaklardır. Âhirette de sâlihlerdendir. Allah, onu
dostluğuna kabul etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Ve ona
İshak ile Yakub'u ihsan ettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik.
Ona dünyada mükâfatını verdik. Doğrusu âhirette de o sâlihlerdendir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinds şöyle buyuruyor:
«Lût'u
da. Hani o kavmine demişti kis Gerçekten siz dünyada hiç kimsenin sizden önce
yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz.»
•Siz
erkeklere yaklaşıyor, yol keiiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz? Kavminin ona cevabi: "Doğru sözlü isen
bize Allah'ın azabını getir" demek oldu.»
Allahü
Teâlâ, Lût (a.s.)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Onun kavmi livâtacıydı.
Bu çirkin fiili o güne kadar hiçbir toplum yapmamıştı. O, kavmine gelip şöyle
demiştir: «Ey kavmim, sizden önce hiçbir milletin işlemediği çirkin bir fiili
işliyor, bir hayâsızlığı yapıyorsunuz. Siz kadınlarınızı bırakıp erkeklere
yaklaşıyorsunuz, yol kesip toplantılarınızda fena şeyler yapıyorsunuz.
Memleketinize gelen misafirlere de aynı muameleyi yapıyorsunuz. Kadınları
bırakıp erkeklere yaklaşmayın. Allah'ın size helâl kıldığı kadınlarınıza
yaklaşın. Eğer erkeklere yaklaşırsanız hem zürriyeti-nizin kesilmesine ve hem
de başınıza büyük bir azabın gelmesine sebep olursunuz.» Lût (a.s.) kavmine bu
nasihati yaptıktan sonra, kavminin ona cevabı şu olur: «Ey Lût, durmadan bizi
azabla korkutuyorsun, eğer doğru söylüyorsan Allah'ın azabını getir görelim. O
zaman sana iman ederiz, azabı görmeden asla, sana iman etmeyiz ve sözlerinizi
de dinlemeyiz.» Lût (a.s.) kavminin imanından ümidini kesince Rabbinden yardım
diler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor •.
«De ki: Rabbim, bozgunculara karşı bana yardım et.»
Lût
(a.s.)'un kavmine yapmış olduğu bütün nasihatler ve davetler boşa çıkınca,
artık onların imanından ümidini kesmişti. Başlarına büyük bir azabın geleceğini
biliyordu. Bu bakımdan da bir an önce aralarından ayrılmak istiyordu. Bunun için
Rabbine dua ve niyaz ederek şöyle diyordu: «Rabbim, bozgunculara karşı bana
yardım et.» Hâlik-ı Zülcelâl de duasıni kabul eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirince dediler ki:
Biz bu kasaba halkını yok edeceğiz. Çünkü onlann ahalisi zâlim kimselerdir.»
«Ama Lût oradadır dedi. Elçiler de-. Biz orada
olanları daha iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan karısı dışında ailesini
kurtaracağız, dediler.»
Cebrail,
İsrafil, Mikâil ve Azrail, bu dört büyük melek gelip Al-lahü Teâlâ'nın Hz.
İbrahim'e İshak adında bir oğul verec3ğini müjdelemişlerdir. Bu müjdeyi ona
verdikten sonra, Lût (a.s.)'un kavminin bulunduğu kasabaları işaret ederek «biz
bu kasaba halkını yok edeceğiz. Çünkü onların ahalisi zalim kimselerdir»
demişlerdir. Bunun üzerine İbrahim (a.s.) onlara «ama Lût da onların içindedir.
Nasıl olur da o kasabaları helak edersiniz» der. Cebrail cevab-an «biz o
kasabaların içinde kimin olduğunu daha iyi biliyoruz. Ehlini ve iman edenleri
biz kurtarırız. Ancak zevcesi onlardan olmadığı iç:n helak
olacaktır. Çünkü o iman etmemiştir» der. Azab daima hak edenlerin üzerine
gelmiştir. Her zaman iman edip sâlih amel işleyenler necat bulup kurtulmuştur.
İman etmeyenler ise helak olmuştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirince dediler ki: "Biz bu kasaba
halkını yok edscağiz. Çünkü onların ahalisi zalim kimselerdir." "Ama
Lût oradadır" dsdi. Elçiler de: "Biz orada olanları daha iyi
biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan karısı dışında ailesini kurtaracağız"
dediler.» İşte bunda düşünebilenler için ibretler vardır. Görülüyor ki, azan
kavim her devirde cezasını bulmuştur, kıyamete kadar da aynı şekilde
bulacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde bu yüzden o
tasalandı. Ve çok sıkıldı. Ona dediler ki: Korkma ve tasalanma. Doğrusu biz
seni ve geride kalacaklardan olan karının dışında aileni kurtaracağız.»
«Bu kasaba halkına da fâsıklık yapar olduklarından
dolayı gökten azab indireceğiz.»
«And olsun ki, aklını kullanacak bir kavim için biz
orada apaçık bir nişane bırakmışızdır.»
Melekler
insan suretinde Lût (a.s.)'a gelirler. Lût (a.s.) onların kim olduğunu bilmez
fakat gelişlerinden tasalanır ve çok sıkılır. Kavminin onlara bir kötülük yapmasından
korkar. Lût t a.s.) 'un sıkıldığını gören melekler ona «korkma ve tasalanma,
doğrusu biz seni ve geride kalacaklardan olan karının dışında aileni
kurtaracağız. Bu kasaba halkına da fâşıklık yapar olduklarından dolayı gökten
azab indireceğiz- derler. Lût (a.s.) ile iki kızı ve iman edenler, zalimlerin
arasından ayrılırlar, geride kalanların üzerine gökten taş yağar, karısı da
içlerinde olmak şartıyle hepsi helak olur. Bunların geride kalan kalıntıları,
kendilerinden sonra gelen akıl sahipleri için büyük bir ibret levhasidır. îman
etmeyen, yeryüzünde bozgunculuk yapan, fitne çıkaran ve büyüklük taslayanlarm
sonu işte budur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: *Bu kasaba halkına da
fâşıklık yapar olduklarından dolayı gökten azab indireceğiz. And olsun ki,
aklını kullanacak bir kavim için biz orada apaçık bir nişane bırakmışızdır.»
Şimdi onların arkada bırakmış oldukları nişaneler, izler akıl sahipleri için en
büyük ibrettir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Medyen
halkına da kardeşleri Şuayb'i gönderdik, O: Ey kavmim, Allah'a ibadet edin,
âhirct gününe ümit bağlayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın, dedi.»
«Ama
onu yalanladılar. Bunun üzerine kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi
de, oldukları yerde diz üstü çöküp kaldılar.»
Hâlik-ı
Zülcelâl her millete bir peygamber gönderdiği gibi, Şu-a.yb (a.s.)'i de kavmine
peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine: -Ey kavmim, Allah'a iman edin.
O'ndan başkasına ibadet etmeyin, âhiret gününün azabından ve heybetinden
korkun. Çünkü o günün azabı çok büyüktür. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat
çıkarmayın, kibirlenip büyüklenmeyin. Ölçülerinizi ve tartılarınızı tam yapın,
ölçü ve tartıları eksik yapanlara elîm bir azab vardır» demiştir. Kavmi Şuayb
(a.s.) 'i yalanlamış, davetini kabul etmiştir. Bunun üzerine onları Cebrail'in
sayhâsıyle şiddetli bir kasırga yakalamış ve oldukları yerde di2 üstü çöküp kül
oluvermişlerdi. İşte inanmayanlar ve zulmedenler böyle cezalandırılırlar. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i gönderdik,
O: Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, âhiret gününe de ümit bağlayın ve yeryüzünde
bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, dedi. Ama onu yalanladılar. Bunun
üzerine kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalayiverdi de, oldukları yerde diz
üstü çöküp kaldılar.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Âd
ve Semûd kavmini de. Bunu oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan
kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de, onları doğru yoldan
alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.»
Halik-ı
Mutlak Âd kavmine Hüd Ca.sJ'u, Semûd kavmine de kardeşleri Salih (a.s.)'i
peygamber olarak göndermiştir. Onlar da kavimlerini imana ve Allah'a itaate
davet etmiştir. Fakat kavimleri bunların davetini kabul etmeyerek şeytana
uymuşlardır. Şeytan onlara yaptıkları bâtıl amelleri güzel göstermiş, iman
etmekten ve Allah'a itaatten alıkoymuştur. Onlar, peygamberlerinin bütün
ısrarlarına rağmen iman etmemişler, yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapıp
azmışlar ve birbirlerine zulmetmişlerdir. Bu azgınlıkları ve peygamberlerine
karşı gelmeleri yüzünden hepsi azaba uğrayıp helak olmuşlardır. Böylece
inkârlarının ve zulümlerinin cs-zasmı görmüşlerdir. Oturdukları yerlerden ve
kasabalarının kalıntılarından helak oldukları anlaşılmaktadır. îşte akıl
sahipleri için bunlarda büyük ibretler ve hikmetler vardır. İnsanlar için en
büyük ders önceki milletlerin inkârları ve zulümleri yüzünden helak oluşlarıdır.
Gerçek akıl sahipleri onların düştüğü duruma düşmeyenlerdir. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor; «Âd ve Semûd kavmini de. Bunu oturdukları yerlerden
anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de,
onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda
idiler.» Buna rağmen yine de iman etmemişler, yeryüzünde bozgunculuk ve fesat
çıkarmışlardır. Hâiik-ı Zülcelâl de suçları yüzünden onları helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Karun'u,
Firavun'u ve Haman'ı da. And olsun ki, Musa kendilerine apaçık burhanlar
getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki azabımızın önüne
geçebilecek değillerdi.
«Her
birini suç üstü yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga gönderdik, kimini bir
çığlık tuttu, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk, Allah onlara
zulm etmiyordu. Ama onlar kendi kendilerine zulm ediyorlardı.»
Allahü
Teâlâ, Mûsâ (a.sJ'y1 Firavun ve kavmine peygamber olarak
göndermiştir. O, Firavun ve kavmini imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti
kabul, etmemiştir. Mûsâ (a.s.) onlara apaçık deliller, burhanlar getirmesine
rağmen Firavun, kumandanı Haman ve Mûsâ (a.s.J'nm akrabalarından olan Karun
varlıklarına güvenerek büyüklenmişler, kibirlenmişler, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarıp zulmetmişlerdir. Hattâ tanrılık iddiasında dahi bulunmuşlardır.
Kavimleri de kendilerine uymuş, bunların yüzünden onlar da iman etmemiştir.
Onların varlığı, makam ve mevkileri kendilerini Allah'ın azabından
kurtaramamıştır. Hâlik-ı Zülcelâl de kendilerinden sonraki kavimlere bir ibret
olsun diye Firavun ve kavmini suda boğarak, Karun'u yerin dibine batırarak, Âd
ve Semûd kavimlerini korkunç bir çığlıkla, Lût kavminin üzerine gökten taş
yağdırmakla he-Lâk etmiştir. Allah bunlara zulmetmemiş, bunlar yaptıkları
zulmün ve işledikleri suçun cezasını çekmişlerdir. Zulmedenler mutlaka
cezalarını göreceklerdir, tşte inananlar için bunda büyük ibretler vardır. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Karun'u, Firavun'u vs Haman'ı da. And olsun ki,
Mûsâ kendilerine apaçık burhanlar getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük
taslamışlardı. Halbuki azabımızın önüne geçebilecek değillerdi. Her birini suç
üstü yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga gönderdik, kimini bir çığlık
tuttu, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara
zulmetmiyordu. Ama onlar kendilerine zulüm ediyorlardı.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu kendine
yuva yapan örümceğin misali gibidir. Evlerin en çürüğü muhakkak ki örümceğin
yuvasıdır. Keşke bilselerdi.»
«Doğrusu Allah kendini bırakıp da, tapındıklaır
şeyi bilir. O, mutlak galiptir,
tam hüküm ve hikmet sahibidir.-
«tste misaller. Biz onları insanlara veriyoruz.
Onları ancak bilenler anlar.»
Bu
âyet-i celîle Allah'tan
başkasını dost tutunanların halini bildiriyor. Allah'tan başkasının dostluğu
örümcek evi gibidir, örümcek evi ne kadar sağlam-ve ne kadar muhkem ise,
Allah'tan başkasını dost edinenlerin de dostluğu o kadar sağlam ve muhkemdir.
Evlerin en çürüğü örümcek evidir, hafif bir rüzgârda hemen yok olur, kendisine
bir seyir dokunma siyle bozulur gider. İşte Allah'tan başkasının dostluğu da
böyledir, örümcek evinin kimseye bir faydası olmadığı gibi, Allah'tan
başkasının dostluğunun da bir örümcak evi kadar bile faydası olmayacaktır. Puta
tapanların putları örümcek evi misali kendilerini Allah'ın azabından
koruyamayacağı gibi, kıyamet günü de kendilerine bir menfaati dokunamayacaktır.
Bu misalde düşünebilen akıl sahipleri için bir çok hikmetler ve ibretler vardır.
Allah'tan başkasına yapılan ibadet ve O'ndan başkasını dost edinmek kış
soğuğunda örümcek evine sığınmak gibidir. O soğukta örümcek evinden ne kadar
istifade edilirse, Allah'tan başkasını dost edinenler de kıyamet günü o kadar
dostlarından istifade ederler, Bu misalleri bilenler ve arif insanlar anlarlar.
Allah kullarının neye taptığını ve nasıl ameî ettiğini b;lir, ona
göre mükâfat ve mü-câzat verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'tan
başka dostlar edinenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğin misali gibidir.
Evlerin en çürüğü- muhakkak ki örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi. Doğrusu
Allah kendini bırakıp da, tapındıkları şsyi bilir. O, mutlak galiptir, tam
hüküm ve hikmet sahibidir. İşte misaller. Biz onları insanlara veriyoruz. Onları
ancak bilenler anlar.»
Akıllara
durgunluk verecek ve her insanı düşünmeye ssvk edecek bu misaller ancak ilim
sahipleri ve arifler anlarlar. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'tan
başkasını dost edinmesinler.»
(Cüz:
20. Âyet: 44-45) Ankebût Sûresi 23
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Muhakkak
ki bunda mü'minler için delâlet vardır.»
Göklerin,
yerin ve bu ikisi arasındakiler in yaratılışı Allah'ın vahdaniyetinin
delilidir. O'ndan başka- yaratıcı yoktur. Gökler ve yer hak olarak
yaratılmıştır. Göklerdeki ve yerdeki her şey bir maksat için yaratılmış, boşuna
yaratılmamıştır, Mü'minler için bunlarda b'rçok ibretler ve hikmetler vardır.
Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı.
Muhakkak ki bunda mü'minler için delâlet vardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
Sana kitaptan vahyolunanı oku. Namazı da dosdoğru
kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak
elbette en büyük ibadettir. Ve Allah yaptıklarınızı bilir- (*)'.
Allah
tarafından gönderilen kitaplar insanların dünya ve âhi-ret saadetini te'min
için gönderilmiştir. Özellikle son kitap olan Kur'-ân-ı Kerîm, dünyanın sonuna
kadar milletlerin, toplumların, ailals-rin bütün ihtiyaçlarına cevap verecek,
onlara dünyevi vs uhrevî saadetlerini kazanmalarını, imanı küfrü, hakkı bâtılı,
helâli haramı, iyiyi kötülü, hayrı şerri Öğrenmeleri ve yaratana karşı kulluk
görevlerini yapmaları için gönderilmiştir. Günümüzde olduğu gibi sadece cuma ve
bayram akşamları, kandil geceleri, ramazan günlsri ve cenazelerde okunmak için
gönderilmemiştir. Şayet Öyle olsaydı 114 sûreye ve 6666 âyete gerek yoktu,
bunun için bir sûre ysterdi. İlâhî kanun insanların dünya ve âhiret mutluluğunu,
saadetini kazanmaları için gönderilmiştir. Buna uyanlar kurtulmuş, uymayanlar
ise helak olmuştur. Bunun için Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle
buyuruyor: -Yâ Muhammed, sana kitaptan vahyolunanı oku. Namazı da dosdoğru kıl,
muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten ahkoyar. Allah'ı anmak elbette en
büyük ibadettir. Ve Allah yaptıklarınızı bilir.» Allah rızası için huşu ve
tazarru ile kılınan namaz insanı her türlü kötülükten ve hayâsızlıktan ahkoyar.
Huşu ile kılınmayan namaz ise sahibini Allah'tan uzaklaştırır. Ebû İmam,
Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle işittiğini rivayet eder: «Bir kimsenin namazı
kendisini kötülüklerden ve hayâsızlıktan alıkoymuyorsa, o namaz sahibini
Allah'tan uzaklaştırır.» Hasan-ı Basri de şöyle demiştir: «Kılmış olduğun namaz
seni kötülüklerden ve hayâsızlıktan alıkoymuyorsa, sen o namazı kılmıyorsun
demektir.» Allah'ı zikir bütün ibadetlerden daha üstündür. Çünkü Allah'ı zikir
kalbte Allah korkusunu artırır, isyandan korur, O'nun emirlerine itaata sevk
eder. însanı her hususta ölçülü ve temkinli yaşamaya alıştırır. Hasan-ı Basrî
namazdan sonra en efdal zikrin Kur'an okumak olduğunu söylemiştir. Ebülleys
Semerkandî de şöyle demiştir: «îbn Abbas (r.a,), Abdullah bin Rebia'dan
«velezikrullâhi ekber-in mânâsını sormuştur. O şöyle cevap vermiştir: *Bu
zikirden maksad teşbih, tehlil ve takdistir.» tbn Abbas, bu çok güzel. Allah'ın
kulunu zikretmesi, kulun O'rfu zikretmesinden çok daha üstündür. Çünkü kulun
her an Allah'ı zikretmesi vâcibtir. Kul bir an bile O'nsuz olamaz. Yüce
Hâlik'ın kullarının zikrine, hamdine, teşbihine, tehlili-ne, takdisine ihtiyacı
yoktur. Bu cihetle Allah'ın kulunu anması, ihtiyaç içinde olan kulun O'nu
zikretmesinden elbette çok daha ef-daldir. Zira kul her an Allah'a muhtaçtır,
Allah ise hiçbir zaman kuluna muhtaç değildir. O, âlimdir, kullarının hayır ve
serden ne yaptıklarını bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzatını verir.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celilesinde şöyle buyuruyor:
«İçlerinden
zulmedenler bir yana, ehl-i kitap ile güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki;
Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim Allah'ımız da, sizin
Allah'ınız da birdir. Biz O'na teslim olanlarız.»
îmam-ı
Kelbı'nin rivayetine göre bu âyet-i celile kıtal âyetinden önce nazil olmuş ve
kıtal âyetiyle beraber neshedılmiştir. Allahü Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle
buyurmuştur: «Ya Muhammed, içlerinden zulmedenler bir yana, ehl-i kitap ile en
güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de
inandık. Bizim Allah'ımız da, sizin Allah'ınız da birdir. Biz O'na teslim olanlanz.»
Allah Resulünün daveti hep böyle olmuştur. O k;mseyi kırmadan
Isâlm'a davet etmiştir. Kendisine yapılan bunca hakaretlere, saldırılara,
iftiralara aldırmamış ve islâm'ı tebliğ etmiştir. Gerçek mü'minin metodu bu
olmalıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Sana kitabı böylece indirdik. Kendilerine kitap
verdiklerimiz ona inanırlar. Bunlardan da ona inanan bulunur. Âyetlerimizi
ancak kâfirler inkâr ederler.-
Hâlik-ı
Mutlak, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Yâ Mu-hammed, sana kitabı
böylece indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Bunlardan da
ona inanan bulunur. Ayetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.»
Tevrat'ın
Hz. Musa'ya, Zebur'un Hz. Davud'a, İncil'in Hz. İsa'ya gönderildiği gibi, Kur'ân-i
Kerîm de Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gönderilmiştir. Tevrat'ta, Zebur'da ve
incil'de son peygamberin geleceği ve sıfatları bildirilmiştir. Bunları okuyan
kimse son peygamberin kendi kavminden geleceğini umuyordu. Bu kitaplara
inananların birçoğu Kur'ân-ı Kerîm1 e de derhal inanmışlar ve Hz.
Muhammed {s.a.v.J'i tasdik etmişlerdir. İnanmayanlar ise Hz. Muham-med'in
peygamber olduğunu bildikleri halde sadece inatları yüzünden inanmamışlardır.
Allahü
Teâlâ, âyet-i celîlesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
•Daha önce sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu
yazmış da değildin. Öyle olsaydı bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.»
«Bilakis o kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde
yerleşen apaçık âyetlerdir. Zalimlerden başka kimse âyetlerimizi inkâr etmez.»
Peygamberimiz (s.a.v.) ümmidir. Kendisine
peygamberlik gelene kadar hiç kimseden
bir şey okumamış, hattâ bir harf bile öğrenmemiştir. Onun hocası Cebrail
(a.s.)'dir. Allah'tan aldığı vahyi ona getirmiş ve öğretmiştir. Buna rağmen
kâfirler, âlemlere rahmet olarak gönderilen, o yüce Peygamber'e çeşitli
iftiralar etmişlerdir Hâlik-ı Zülcelâl onların bu iddialarını reddederek
sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed. daha önce sen bir kitaptan
okumuş ve elinle onü yazmış da değildin. Öyle olsaydı bâtıl söze uyanlar
şüpheye düşerlerdi. Bilâkis o kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde
yerleşen apaçık âyetlerdir. Zalimlerden başka kimse âyetlerimizi inkâr etmez.»
Allah'ın âyetlerini ancak zalimlsr vs kâfirler inkâr ederler. Onların da
imandan nasibi yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruycr:
«'Rabbinden
ona âyetler indirilmeli değil miydi?' derler. De ki: O âyetler ancak Allah
nezdindedir. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.»
-Kendilürine
okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda inanan kavim
için ibret ve rahmet vardır.»
Kâfirler
şöyle demişlerdir: * Muhammed, peygamber olduğuna dair istediğimiz zaman bize
gösterebileceği Rab binden apaçık ona bir âyet indirilmeli değil miydi? Veya
bir melek ona bizim okuyacağımız şekilde yazılmış bir kitap getirseydi ya.
Veyahut Mekke dağlarından birisini yerinden kaldırıp orasını bağ-bahçe yapıp
içindsn ırmaklar akıtsaydı ya. İşte o zaman biz onun peygamber olduğuna
inanırdık.» Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: -Yâ
Muhammed, de ki: O âyetler ancak Allah nezdindedir. Ben sadecs apaçık bir
uyarıcıyım. Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor
mu? Bunda inanan kavim için ibret ve rahmet vardır.» Peygamberlerin görevi
Allah tarafından kendilerine vahyedileni halka tebliğ etmektir. Yoksa onlar
dağı yerinden kaldırmak veya halkın gözüne girmek için benzeri şeyler yapmak
değildir. Dağı yerinden götürmek veya başka şekle sokmak ancak Allah'a mahsustur.
Kur'ân-ı Kerîm'in Allah tarafından Peygamberimiz Cs.a.v.) 'e gönderilmesi
Resûl-i Ekrem'in peygamber olduğunun en büyük delilidir.
Allahü
Teâlâ ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: Şahit olarak benimle sızın aranızaa Aiıan
yeıer. yj, guıv-lerde ve yerde olanı bilir, Bâtıla inananlar ve Allah'a
küfredenler, onlar hüsrana uğrayanların ta; kendileridir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v ) Medine'ye geldiği
zaman müşriklerin ileri gelenlerinden Kâ'b b. Eşref gelip «yâ Muhammed, ben
senin peygamber olduğuna inanmıyor ve şahitlik etmiyorum. Bakalım, senin
peygamber olduğuna kim şahitlik edecektir, demiştir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ
bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, de ki: Şahit olarak
benimle sizin aranızda Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtıla
inananlar ve Allah'a küfredenler, işte onlar hüsrana uğrayanların ta
kendileridir.» İşte onlar elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu onların
inkârlarının ve zulümlerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Senden azabı çarçabuk isterler. Eğer belirtilmiş
bir süre .olmasaydı, azab onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına
varmadan haşlar.na ansızın gelecektir.»
«Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Doğrusu cehennem
kâfirleri kuşatacaktır.»
-O günde hem tepelerinden hem de ayaklarının
altından azab kendilerini kaplayacaktır. Ve 'yaptıklarınızın karşılığını tadın'
diyecektir.»
Kâfirler öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr
ettikleri gibi, cehennemi de yalanlamışlar ve Peygamberimiz {s.a.v.)'e gelerek
*yâ Muhammed, şayet doğru söylüyor san
bizi korkuttuğun azabı getir de görelim- demişlerdir. Yüce Allah bu âyetleri
inzal edersk onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirler senden
azabı çarçabuk isterler. Eğer belirtilmiş bir süre olmasaydı, azab onlara hemen
gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir.
Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Doğrusu C3hen-nem kâfirleri kuşatacaktır. O
günde hem tepelerinden hem d3 ayaklarının altından azab kendilerini
kaplayacaktır. Ve 'yaptıklarınızın karşılığını tadın' diyecektir.» Kıyamet günü
cehennem ateşi kâfirleri dört yandan kuşatacak «dünyada yaptıklarınızın
karşılığını şimdi çekin. Bu sizin amelinizin karşılığıdır» denecektir. îşte o
zaman dünyada yaptıkları kötü amellere pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlık
asla fayda vermeyecek, o elîm azabı ebedî çekeceklerdir. Bu onların inkâr ve
zulümlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini inkâr edip zulmedenler mutlaka
cezalarını çekeceklerdir. îman edip sâlih amel işleyenler ise mükâfatlarını göreceklerdir,
AÎIahü
Teâlâ âye't-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
iman eden kullarım, şüphesiz benim
arzım geniştir. O ha]-de yalnız bana ibadet edin.»
«Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bize
döndürüleceksiniz.»
«İman edip de salih amel işleyenleri içlerinden
ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetteki köşklere yerleştiririz. Ne
güzeldir iş yapanların mükafatı.»
«Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül
ederler.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekke'de kimsesiz müs-lüm&nlar ibadet
ederken müşrikler tarafından namazları bozdurulur, üzerlerine deve işkembesi
atılır, yollan kesilir, çeşitli işkenceler yapılırdı. Bu durumdan çok rahatsız
olan mü'minler durumlarını gelip Peygamberimiz (s.a.v.)'e bildirirler ve ibadet
yapamadıklarım, her an tehlikede olduklarım söylerler. Bunun üzerine Allahü
Teâlâ bu âyeti inzal edip şöyle buyurur: -Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim
arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin.» Bu âyetle ilk olarak hicrete
müsaade edilmiştir. Bu âyetin nüzulünden sonra müEİümanların bir kısmı
Habeşistan'a hicret etmiş ve oranın kırah Necaşi tarafından ilgi görmüşlerdir.
Bu âyetle müslümanların düşmanlarından ve hicretten korkmamaları ifade
edilmektedir. Çünkü vade gelmeden, hiçbir canlı ölümü tatmayacaktır. Ancak
Allah'ın takdir ettiği ömür bitince ölüm vukuu bulacaktır. Bu bakımdan insan
hicret etse de, evinde kalsa da fark etmez. Zira hiçbir zaman takdir değişmez.
Sonra her canlı Allah'a döndürülecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda bizs döndürüleceksiniz. İman edip sâlih
amel işleyenleri içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları
cennetteki köşklere yerleştiririz. Ne güzeldr iş yapanların mükâfatı. Onlar ki
sabrederler ve Rablc-rine tevekkül ederler.»
Hicret
âyetinin hükmü umumidir. Bir yerde Allah'ın yasaklan ve isyan çoğalıp,
müslumanlar da buna mani olamıyorlarsa, dinlerini korumaları için oradan kalkıp
başka yere gitmeleri gerskir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bir
kimse diium" muhafaza için bir
yerden
başka bir yere hicret ederse, All^h ona cenneti vâcib kılar.» Bu hicret edilen
yer bir karış bile olsa, dinini muhafaza için hicret ettiğinden dolayı Allah
ona cenneti vâcib kılar ve orada İbrahim (a.s.)'e ve Peygamberimiz (s.a.v.Ve
komşu olur. Yüce Allah her canimin ölümü tadacağını beyan buyuruyor ki,
mü'minler ölüm korkusu ile Allah'a şirk koşup isyan edenler arasında kalıp
dinini zayıflatmasın. Dinini yaymak ve korumak için onların arasından çıkıp
hicret etsinler. Allah'ın düşmanlarından korkmasınlar ve geçim endişesine
kapılıp onlara boyun eğmesinler. Çünkü sonunda hepsi Allah'a döndürülecektir.
Dinini koruyanlar için kabir cennet bahçelerinden bir bahçe, korumayanlar için
ise cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Dinini koruyup sâlih amsi
işleyenlsrs altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada ebedî
olarak kalacaklardır. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik iman
edip sâlih amel işleyenleri işte böyle mükâfatlandırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Nice
canlılar vardır ki, rızkım kendisi taşımaz. Sizin de, on-lann da rızkını Allah
verir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz [s.a.v.)'e hicret
emrolunduğu vakit sahabenin bir kısmı geçim endişesiyle tereddüde düşüp şöyle
demişlerdir: «Bizim hiç bir şeyimiz yok, hepsi burada kalıyor. Medine'ye
gidersek orada ne yiyip ne içeceğiz.» Buna ilâveten Mekke'li müşrikler de kendi
akrabalarına «siz hısım akrabanızı terk edip Muhammed'in ağzıyle Medine'ye
gidiyorsunuz, orada ne yiyip ne içeceksiniz ve nerede kalacaksınız? Halbuki.
sizin her şeyiniz burada, siz oraya- ölmeye mi gidiyorsunuz?» diyerek
mü'minleri hicretten alıkoymaya çalışmışlardır. Bunun üzsrino Allahü Teâlâ bu
âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Nics canlılar vardır ki, rızkım kendisi
taşımaz. Sizin de, onların da rızkım Allah verir. O, hakkıyle işiten, kemâliyle
bilendir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor i
«And
olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emri altında tutan
kimdir?' diye sorsan, şüphesiz 'Allah'tır' diyecekler. O halde niye çevîrilip
döndürülüyorlar.»
-Kullarından
kimi dilerse Allah onun rızkım yayar. Onu kısar da. Doğrusu Allah her şeyi
hakkıyle bilendir.»
Allah'a
eş koşup putlara tapanlara «gökleri ve yeri, güneşi ve ayı yaratıp emri altında
tutan kimdir?» diye sorulsa, hiç şüphesiz «Allah'tır» derler. Hiçbir zaman
putlarımız veya başkası yarattı demezler. Çünkü onlar da Allah'tan başkasının
bir şey yaratamayacağım çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen yine de Allah'a eş
koşup, vahdaniyetini inkâr etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Yâ
Muhammed, and olsun ki, kâfirlere 'gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emri
altında tutan kimdir?' diye sorsan, şüphesiz 'Allah'tır' diyecekler.» O. bütün
canlıların rızkını veren, onları besleyen, koruyan, muhafaza edendir. Allah
kullarından kiminin rızkını bol bol verir, kiminin rızkını daraltır. O, kimin
neye lâyık olduğunu bilir, ona göre verir. Bu, O'nun hikmetinin gereğidir.
Kulun görevi sebebine sarılıp Allah'tan istemektir. Veren O'dur, kulun lâyık
olduğunu verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«And
olsun ki onlara: 'Gökten su indirip onunla yeri, ölümünden sonra dirilten
kimdir?* diye sorsan 'Allah'tır' diyecekler. De ki: Hamd Allah'adır, Ama çoğu
aklını kullanamazlar.»
«Bu
dünya hayatı sadece eğlence ve oyalamadır. Asıl hayat ahiret yurdundaki
hayattır. Keşke bilseler.»
Gökten
su indirip kupkuru yeri o su vasıtasıyle dirilten, hayat veren «kimdir?» diye
Allah'a eş koşanlara ve puta tapanlara sorulsa hiç şüphesiz «Allah'tır* derler.
Çünkü O'ndan başka hiçbir kuvvet gökten su indirip ölü toprağı diriltmeye kadir
değildir. Öy-lsyss hamd ve şükür yalnız Allah'adır. O'ndan başkasına hamd ve
şükür yapılmaz. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. YÜC3 Halik bunu sevgili
Peygamberine şöyle beyan edivor: -Yâ Muhammed, and olsun ki onlara: 'Gökten su
indirip onunla yeri ölümünden sonra dirilten kimdir?' diye sorsan 'Allah'tır'
diyeceklsr. De ki: Hamd Allah'adır. Ama çoğu aklını kullanamazlar.»
Dünya,
hayatı da sadece bir eğlence ve bir aldatmacadır. însanı bir müddet oyalar,
aldatır, sonunda alır götürür. Hiçbir şeyi ebedi kalmaz. Asıl hayat âhiret
yurdundaki hayattır, İman edip sâlih amel yapanlar âhiret nimetlerinin en
güzelîeriyle mükâfatlandırılacaklar-dır. Çünkü âhiret yurdu ebedîdir, dünya ise
geçicidir, aldatıcıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Dünya
ve içindekiler Allah'ın rahmet nazarından uzaktır. Ancak iman edip sâİih amel
yaparak Allah'ı zikredenler, halka faydalı ilim öğreten âlimler ve ibadetini
noksansız yapmak arzusu ile cehaletten kurtulmak için ilim tahsil edenler
müstesnadır. Bunlardan başkasında hayır yoktur.» Bu dünya âhiret yurdunu
kazanmak için b;r tarladır. Burada ekenler orda mahsulünü alacaktır.
Âhiret-teki mükâfat da, mücâzat da burada kazanılır. Dünya bir kazanç
mahallidir, âhirette herkese bu dünyada kazandığının karşılığı verilecektir,
Keşke insanlar bunu bilselerdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gemiye bindiklerinde dini yalnız Allah'a tahsis
ederek O'na yalvarırlar. Ama onları karaya çıkararak kurtarınca hemen Allah'a
eş koşarlar.»
«Böylece kendilerine verdiğimize küfür etsinler ve
zevk alsınlar diye. Eğlensinler bakalım. Yakında bileceklerdir*
Kâfirler
gemiye binip deniz dalgalarına kapıldıkları zaman hemen putlarını unutup yalni2
Allah'a dua ederek, yalvarmaya başlarlar. Putlarına hiç yalvarmazlar, onlardan
medet beklemezler. Allah'tan başka kurtarıcı olmadığını da bilirler. Fakat
tehlikeden kurtulup karaya çıktıkları zaman, başlarına geleni hemen unuturlar,
yine eski hallerine dönerek Allah'a eş koşmaya başlarlar. Allah'a eş koşmakla
kendilerine verilen bunca nimetlere küfrederler ve eğlenirler. Ama başlarına
azab geldiği zaman hakikati anlayacaklar, yaptıklarına pişman olacaklar, fakat,
hu pişmanlık fayda vermeyecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor:
«Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar.
Ama onları karaya çıkararak kurtarınca hemen Allah'a eş koşarlar. Böylece
kendilerine verdiğimize küfür etsinler ve zevk alsınlar diya. Eğlensinler
bakalım. Yakında büeceklerdir.-
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Çevrelerinde insanların zorla yakalanıp
götürülmesine rağmen orayı mukaddes bir hareni yaptığımızı onlar görmediler mi?
Yoksa bâtıla inanıp Allah'ın nimetine küfür mü «diyorlar?»
Yüce
Allah Mekke şehrini mukaddes bir belde kılıp oraya sığınanları her türlü
tehlikeden korumuştur. Çünkü orası emin bir beldedir. Cenâb-ı Halik orasını ve
içindekileri her türlü tehlikeden muhafaza etmiştir. Böyle iken müşrikler hâlâ
Allah'ın nimetlerine küfredip bâtıla inanmaktadırlar. Taptıkları putları ise
kendilerine asla fayda vermemiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'a karşı yalan söyleyenden, iftira edenden
veya hak kendisine gelmişken, onu yalanlayandan daha zalim kim vardır?
Kafirlere cehennemde barınacak yer mi yok?»
«Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette
yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah ihsan edenlerle beraberdir.»
Allah'a
karşı eş koşup yalan uyduranlardan veya kendilerine hakkı beyan eden Kur'an
geldikten sonra, onu yalanlayanlardan daha zalim kimdir? İşte onlar zalimlerin
ta kendileridir. Allah'a eş koşup âyetlerini yalanlayanların yeri ebedi
cehennemdir. Onlar orda ebedî olarak kalacaklardır. Bu onların küfür ve
zulümlerinin cezasıdır. Allah onlardan intikamını alacaktır. İman edip Allah
uğrunda mücahede edenlere ise mükâfatlan kat kat verilecektir. Hiç şüphesiz
Allah ihsan edenlerle beraberdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bizim uğrumuzda
mücahede edenleri elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Allah ihsan
edenlerle beraberdir.»