"Rum" ;
Bizans'ın başkenti, eski adı Konstantinopol olan ve
fetihten sonra "İstanbul" diye değiştirilen şehirde ve buraya bağlı
olan yerlerde yaşayanlara ve onların soyundan gelenlere verilen isimdir.
Araplar da o günkü
zamanda Antakya, İskenderun, İstanbul gibi bölgelerde yaşayan insanlara
"Rum" diyorlardı,
Bu surenin 2. ayetinde
"Rum" kelimesi geçtiğinden dolayı, ve bir
de İranlılarla yapılan savaşta mağlup olan Rum devletinin, tekrar galip
geleceğinden bahsettiği için, bu sureye "Rum suresi" denilmiştir. 60
ayet olup, sadece 17 ayeti Medine'de, diğerleri ise Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sure, ehli kitabı (hırıstiyan ve yahudileri), -mecusi gibi, putperest gibi- kitabı olmayan dinlere karşı
tercih etmemiz gerektiğine de işaret eder.[1]
1- Elif,
Lam, Mim.
Elif, Lâm, Mim. Bu
harflere Hurufu Mukattâ
diyoruz. Bu konu ile ilgili açıklama en geniş şekliyle Bakara suresinde ve
birde diğer Hurufu Mukatta
bulunan, diğer surelerin başında açıklama yapılmıştır.[2]
2- Rumlar
yenildiler.
3- Bu
yenilgiden sonra onlar, en yakın bir yerde galip geleceklerdir.
4- Birkaç
sene içinde, önünde sonunda emir Allah'a aittir. O gün mü'minler
sevinecekler.
5- Allah'ın yardimına(sevindiler). O dilediğine yardım eder. O
Aziz'dir, Rahim'dir.
Rumlar mağlup oldular.
Arapların bulunduğu bölgeye en yakın yerde mağlup oldular. Tefsirlerde Suriye,
Ürdün ve Antakya'da Rumların İran'a karşı mağlup olduklarını ifade ettikten
sonra. Çok yakın bir zamanda, "Bida'sinin"
yani "Üç'den dokuz'a kadar" şeklinde
kullanılan bir ifadedir. Türkçemizdeki küsur
kelimesinin ifade ettiği şeye yakın bir ifade. 20 küsur dediğimizde 20'den 30'a
kadar olan sayılar anlaşılır. İşte ayette de 3'den 9'a kadar olan sayıları
"Bida" kelimesi ile ifade ediyor.
İşin önünde de,
sonunda da hüküm emir Allah'a aittir. Bundan önce olduğu gibi kıyamete kadar da
işleri evirip çevirmek, galip ve mağlub etmek,
yönetmek Allah'a aittir. O gün mü'minler sevinirler.
Yani Rum'ların İran'lılara galip gelmesine mü'minler sevinirler. Allah'ın yardımıyla mü'minler sevinirler. Allah dilediğine yardım eder. O herşeye gücü yetendir. O merhamet sahibidir.
Olayın tarihçesi
şöyledir. Miladi 610'da Hz. Peygambere peygamberlik
verilir ve Hz. Hatice validemizle başlayan
inananların sayısı 5 yılda hayli artar. 5 yıl içinde Mekke'lilerin
zulmü de artmaya başlayınca, Habeşistan'a hicret etmek üzere, 80 kadar müslüman hareket eder.
İşte bu esnada bu sure
nazil olur. Elmalı merhum gibi müfessirler, batılı tarihçi Gibbon'un
tarihinden naklettiklerine göre; 615 yılında Rum'ların devlet başkanı Fakos denilen adam, Murisyus
denilen komutanı tahdından indirir. Bu ihtilal
esnasında durumu fırsat bilen İran devlet başkanı Husrev
Perviz saldırır. Suriye, Ürdün, Antakya'yı alır
Mısır'a kadar dayanır.
hatta Kur'anın bahsettiği mağlubiyet budur. Bu haber Mekke'ye gelince
Mekke'li müşrikler, bu İran'ın galibiyetine Rumların
da mağlubiyetine bayram ederler. Kendileri puta, İranlılarda ateşe taptıkları
için, İranlıları kendilerine..dost kabul ederler. Müslümanlar da Hristiyan Rumları, kendilerine yakın addederler.
Müşrikler, "hani
Allah kendine inananlara yardım ederdi? Ateşe tapanlar Allah'a inananlara galip
geldi. Biz puta tapanlar da size galip geliriz" diye övünürler.
"Rum'ların galip
geleceğini" haber veren bu ayet nazil olunca, imansız Ubey
b. Halef ile Hz. Ebubekir
bahse girerler. Beş sene içinde başarı sağlanırsa, Übey
on deve verecek, sağlanamazsa Hz. Ebubekir
on deve verecek. Efendimiz Hz. Ebu
Bekir'e; "seneyi dokuza, deveyi yüze çıkar" der ve öyle de yapılır.
Dokuz sene sonra 624'de Bizans kralı Heraklius, İran Kisrası Hüsrev Perviz'i mağlup eder. Bu bahis kumar yasağı gelmeden önce
yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir
yüz deveyi kazanır ve fakirlere dağıtır.[3] İşte
bu sure bunun üzerine nazil olur. Rumlar mağlup oldu ama 3 ile 9 sene arasında.
Nitekim 624'de Herakliyus devlet başkanlığına gelir
ve İran'a karşı harbi başlatır. İran'a kadar giderek onların ateşe tapınma
yerini de tahrip eder. Nitekim Rumlar'da İrana galip gelmiştir. Böylece Kur'an,
615 yılından 9 yıl sonra 624'de meydana gelecek olayı haber vermesi ile, Hz. peygamberin de bi;-
mucizesini ortaya çıkarmıştır.
Hz. peygamber 622 yılında hicret eder, bir yıl sonra
Hicretin ikinci yılında, Bedir savaşı olur. işte o günde mü'minler
Allah'ın yardımı ile sevinirler. Ayetin ifade ettiği mü'minlerin
sevinmesi, Bedir savaşını kazanmaları ve birde Bizans kralı Heraklius'un
İran'ın kisrası Hüsrev Pervizi yenmesi ile Allah'ın vaadinin ortaya çıkmasıdır.
Bazı tarihçiler;
Bizans'ın (Rumlar'ın) İran'ı yendikleri gün ile, mü'minlerin Mekke müşriklerini yendikleri günün aynı
olduğunu, her iki tarafın da Allah'ın yardımıyla aynı günde zafere ulaştığını
ifade ediyorlar.
Onun için buradan bize
çıkacak bazı dersler vardır.
1- Kim
olursa olsun, müslüman daima haklının yanında yer
almalıdır.
2- Ehli kitabın, her zaman, puta tapan ve mecusi gibi kutsal kitabı olmayan diğer dinlerin
mensuplarına karşı da tercih edeceğiz.
Fakat bugünkü ehli
kitap dediğimiz devletlerin yöneticileri de, ilah tanımaz, ateist insanlardır.
Bunu da göz ardı etmemek gerekir.
3- Müslüman,
dünyadan ve diğer dünya devletlerinden uzak kalamaz. Boğazdan geçen bir gemi
nasıl boğazdaki sandalları etkilerse, Rusya'daki bir santralin Radyoaktif
sızıntısı Türkiye'deki olayları etkiliyor ise, müslümanda
elbette dünyadaki siyasi askeri ve ekonomik gelişmelerden etkilenecektir.
Geleceğe dönük plan ve
programların günü birlik değil, belirli gelişmeler hesap edilip uzun vadede
düşünmesi, buna göre kararlar alması gerekir. Kur'an
buna işaret ediyor.
Hz. peygamber Mekke'de daha devletini kurmamış ama
uzağında olan savaş ile ve bu savaşın sonucu ile ilgili ayetler nazil
oluveriyor. Ve tavrını ona göre ayarlayıp mesajını veriyor.
Rusya devletinin çöküşü ile
orda baskı ve zulüm içinde yaşayan müslümani ara,
nasıl yardım edeceğimiz konusunda biz hazırlıksız yakalandık. Daha önceden
böyle bir çalışma yapılmamıştı.
Hz. Peygamber, ayeti müslümanlara
duyuruyor, sevinmeleri için. Kafirlere de duyuruyor ki üzülsün, yürekleri
hoplasın diye. Aynı şekilde Fatih Sultan Mehmet'de
İstanbul'u feth edince, İran'a övücü ifadelerle
fetihname mektubu yazar. İran'da bir hafta bayram ilân edilir. Fatih ve diğer müslümanlar hakkında dualar edilir. Bu mektubun, fetih
namenin bir benzeri de korkutucu ifadelerle Roma'ya, Fransa'ya gönderilir.
Onlara da kaleniz durumunda olan yerler feth
edilmiştir. Hazır olun veya kendiniz boyun eğerek, gelin teslim olun, denilmek
istenmiştir.
Daha önce Maide suresinde 82. ayette ehli kitapla ilgili ayetler geçmişti.
Allah (c.c.) iman edenlere düşmanlık yönünden en şiddetli olanı yahudiler ve puta tapanlardır dedikten sonra insanlar
içinde de mü'min-lere sevgi
bakımından en yakın olanları da Hristiyanlardır.
Fakat ih-lasla, gerçekten
İncil'e gönül verip Hz. İsa (a.s.)'ı seven insanlar.
Onlar kibirlenmezler,
onlar peygambere indirilen ayetleri işittikleri zaman, sen onların gözlerinden
yaşların aktığını görürsün, müslümana yakın olan bu
vasıflara sahip hristiyanlardır.
Hz. peygamber Heraklius'a da
İran Kisra'sma da mektup yazar. İran Kisra'sı okumadan yırtıp atar vede
elçimizi öldürtür.
Fakat Rum devlet
başkam saygıyla alıp, gözyaşı ile okur. Mektup vardığında Ebu
Süfyan'da -daha müslüman
olmadan- onun ülkesine, ticaret için gider ve o da Heraklius'un
huzuruna çıkarılır. Ebu Siifyan
ön tarafa, diğerleri de Ebu Süfyan'ın
arkasına konur. Bir takım sorular sorar. Ebu siifyan da bunlara doğru cevap verir. Oraya komutanlarını
ve diğer devlet erkanım çağırır, onlara; "Beklenen peygamber budur, gelin
isterseniz iman edelim" der. Oradakiler kapıya doğru yürüyüverirler.
Bunun üzerine;
"Sizi kandırdım, dininize olan bağlılığı denemek için bunu söyledim"
der. Genelde tarihçiler, Heraklius'un iman etmediğini
söylerler, ama onun gizliden iman ettiğini söyleyenler de vardır. (Buharı
"keyfe kane bedul
vahiy" hadis no;6, ayrıca hadisin şerhi için Fethul
Bari'ye bakınız.)
Diğer bir husus da,
galibiyetler kişilerin haklı olduğunu ortaya koymaz. İran Kisra'sı
galib gelince hristiyanlara;
bakın haklı olduğum için sizi yendim der. Eğer siz haklı olsaydınız, siz galib gelirdiniz der.
Yine İslam aleminin
bugünkü hali, onun tekrar eski haline dönmeyeceği anlamına gelmemelidir. Nasılki, "tökezlemeyen atın bulunması mümkün
değilse," sistemlerin de insanların hatasından tökezlemesi mümkündür. Onun
için Allah'ın yardımı geldimi, İslam alemi de birgün gelecek, eski saadetine kavucaktir.[4]
6- Bu
Allah'ın va'didir. Allah va'dinden
dönmez. Ancak birçoğu bilmezler.
Bu Allah'ın va'didir. Yani yardım Allah'ın va'didir.
Bu yardımda Allah'ın dinine yardım edenedir. Ayette; "Eğer siz Allah'a
yardım ederseniz, Allah'da size yardım edecektir.
Eğer Allah size yardım edecek olursa, size galib
gelecek olan da yoktur."[5] Bu va'di, biz mü'minlere
vermektedir. Onun için kesinlikle yardım edecektir. Çünkü "Allah va'dinden dönmez. Fakat bunun böyle olacağını da
insanların çoğu bilmezler."[6]
7- Onlar
dünya hayatının görünen tarafını bilirler. Onlar ahiretten
gafildirler.
Dünya hayatının dışta
görünen yüzü hakkında bilgileri vardır. Fakat ahiret
hakkında hiç bilgileri yoktur. Onlar ahiretten de
gafildirler. Ekmeğin nasıl kazanılacağını, elmanın tatlı, biberin acı olduğunu
bilirler. Vasıflan hakkında da bilgileri vardır. Ama bunların nasıl yaratıldığını,
bunlara o tatlılığı, acılığı veren şey nedir? bilmezler. Halbuki her ikisi de
aynı topraktan beslenmekte, aynı suyu içmekte, biri büyüyüp ağaç üzerinde
olgunlaşırken, diğeri küçücük bir fide üzerinde olgunlaşmakta. İşte bunların
bilgilerinden gafildirler.
Kısacası bu
inançsızlarda, dünya hayatının dış görünüşü ile ilgili bilgiler vardır, ama
perdenin öbür yüzü hakkında bilgileri yoktur. En bilginleri Einstain:
"İnsanoğlu olarak maddeyi enerjiye çevirdik, enerjiyi de maddeye
çevirdik. Maddeyi enerjiye çeviriyoruz ama onun da gerisinde bir gücü
görüyoruz. Yani bunu evirip çeviren biri var" diyor.
Hiç birşey başı boş değil. İşte bunu görebilmek, zahirin
gerisini görmek, gerçek yiğitliktir. Ve biz bu yiğitliğe mü'minlik
diyoruz.[7]
8- Onlar
kendi kendilerine düşünmedilermi ki Allah gökleri ve
yeri ve ikisi arasında olanları hak (hikmet) ile ve belirli bir süreyle yaratmıştır.
Şüphesiz insanlardan birçoğu Rablerine kavuşmayı inkar ederler.
Onlar kendi canlan
üzerine düşünmezler mi?, insanın saçının ucundan, tırnağının ucuna kadar olan
vücudu bir dış görünüşü, göz, kulak, el, ayak ve diğer organlar ve kalbimiz,
olaylar karşısında duygulanması, hayal etmesi, hatırlaması zeka gibi.
İşte Allah (c.c.)
bizim dikkatimizi, bu iç ve dış dünyamıza çekmekte. Yani bir önceki ayetle
bağlantı kuracak olursak ki, ayetler arasında vede
sureler arasında böyle bağlantılar mevcuttur. Herşeyin
bir dışı var, birde iç alemi vardır. Mesela ticaretin bile bir dış görüntüsü
birde iç görüntüsü vardır. Hatta Öyle olurki;
"bu iş, dıştan göründüğü gibi değil" denilir. İşte insan, bunlara
ibret nazarıyla baksa, bunun farkına varacaktır.
Allah gökleri ve yeri hak
üzerine yaratmıştır. Ve bu belirli bir zamana kadardır. İnsanın eceli olduğu
gibi, dağm taşın, suların denizlerin de, gökyüzündeki
yıldızların, herşeyin yani yaratılan, mahluk olan herşeyin eceli vardır.
Ama insanlardan bir
çoğu Rabbi ile karşılaşmayı inkar etmektedir. Ana rahmindeki çocuğa nasıl
dünyanın genişliğini anlatmak mümkün değilse, ona göre en geniş yer ana rahmi
ise, kafire de ahiretin varlığını anlatmak, Rabbine
kavuşmayı anlatmak o kadar güç bir olaydır.
Vede kafir hayat olarak, sadece bu dünya hayatını kabul
eder, ahireti kabul etmez. Onun için gönlünü
kapattığından dolayı ona; "kafir" -örten, kapatan anlamında-
denilmiştir.[8]
9-
Yeryüzünde dolaşıp onlardan öncekilerin akibetinin
nasıl olduğuna bir bakmazlarını? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler.
Yeryüzünü kazıp bunlardan daha çok imar ettiler. Onlara peygamberleri beyyinelerle geldiler. Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar
kendilerine zulmettiler.
Onlar yeryüzünde
dolaşmazlar mı? Seyahat etmezler mi? Şair:
Yok senin için ihtiyaç
ayineyi İskender'e Cevher zatında görünür her suretin
misali.
Şiirde İskender'den
bahsedilmekte: Bu tarihde meşhur İskender'dir. Ünlü
danışmanı Aristo ona bir ayna yapmış, bu ayna ile belirli kilometredeki
düşmanı bile görebilmekte. Bugünün modern radarları mesabesinde. İşte senin
böyle bir İskender aynasına ihtiyacın yok. Sen öyle bir ermiş insansın ki,
gönlüne bir baktınmı kainattaki herşeyi
gönül aynasından görürsün diyor.
Millet olarak biz pek
seyahat etmeyiz ama bugünün ekonomisi iyi Avrupa devletlerinin bilhassa
Almanların %60'ı kendi ülkelerinden başka bir ülkede seyahat etmiş insanlardır.
İşte bu insanlar şairin şiirinde ifade ettiğinin tam tersine, ibret alınması
gereken şeyleri değil de, nerede lüzumsuz şeyler varsa onlarla iştigal edip,
gezmesi ona bir fayda vermemektedir.
İşte ayet; onlar
yeryüzünde dolaşsınlar, kendilerinden öncekilerinin akıbetlerinin (sonlarının)
ne olduğunu görmezlermi? Onlar kuvvet bakımından
daha güçlü idiler. Yeryüzünün altını üstüne getiriyorlardı. Ve bunlardan daha
fazla imar yapıyorlardı.
Fakat peygamberlerimiz
onlara da ayetlerle, mucizelerle geldiler. İman etmemelerinin neticesinde de
helak olup gittiler. İşte bu helak olmaları, onlar için bir zulüm değildir.
Allah(cc) onlara zulüm yapacak değildir. Onlar
kendilerine, kendi nefislerine zulüm etmişlerdir.
Yani çok güçlü bir
devlet, ziraata önem vermiş, sanayisine Önem vermiş, güçlü binalar kurmuş.
Fakat peygamberlerine iman etmemenin neticesinde helak olmuşlardır.
Günümüzde dünyanın
yedi harikası diye bilinen harikaları incelediğimizde hakikaten bu günün imkan
ve teknolojisi ile bunları yapmak pek mümkün değildir. Mısır'daki bir Ehram'in en üstündeki taşı kaldırmaya, Mısır'ın
teknolojisinin gücü yetmemekte. İşte bunları yapanlar, bu imarları meydana
getirenler de, bu dünyadan çekip gittiler.
Yani sanayiinize, sermayenize, ordularınıza ki, ayet bunlara
işaret ediyor. "Eşeddü minhüm
kuvveten" derken, ordu bakımından güçlü, yeri
kazmaları, altını üstüne getirmeleri derken, ziraata ekonomiye bir işarettir.
Yeryüzünün imarında da sizden fazla güçlüler derken mimari teknoloji bakımından
ileri olduklarına işaret etmekle üçüne dikkatimizi çekmekte.
İşte bu üçünde güçlü
olanlar bile helak oldular. Bize de şu mesajı veriyor. Karşınızdaki inançsızlar
kuvvet bakımından, sanayii bakımından vede ekonomi bakımından güçlü olsalar bile, siz gerçekten
peygambere iman etmiş iseniz, onun yolunda devam ediyorsanız bunlardan
korkmayın.
Nasıl ki, tarihde bu zalimler helak olmuşsa, peygamberler de devletlerini
kurmuşlarsa, aynı şekilde bizim de neticeye varacağımızın işaretidir bu.[9]
10- Sonra
Allah'ın ayetlerini yalanlamaları, ve o ayetlerle alay etmeleri sebebiyle
kötülük yapanların sonu çok kötü oldu.
Sonra bu kötülüklerin
en kötüsünü işleyen, Allah'ın ayetini de yalanlamaları sebebiyle akıbetleri
kötü olmuştur. Ve onlar Allah'ın ayetleriyle de alay etmişlerdi. İşte Allah'ın
ayetlerini yalanlamaları ve bu ayetlerle alay etmeleri sebebiyle cezaların en
kötüsü ile karşı karşıya gelmişlerdi. Bu dünyada cezalandırıldıkları gibi bir
de ahirette ceza1andirilacaklardır.[10]
11- Allah
önce yaratır, sonra onu (ahirette eski haline)
döndürür, sonrada O'na döndürülürsünüz.
Yaratılışı ilk
başlatan Allah (c.c). İlk yaratan O'dur. Öldükten sonra tekrar diriltecek olan,
insana hayatını geri iade edecek olan da O'dur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayet, ahirete iman etmeyenlere ikna edici bir metodla
onlara bir delildir. Yoktunuz var etti, yoktan var edebilen, toprak olduktan
sonra da tekrar var etmeye gücü elbette yeter. İkinci olarak, insanı yaratan,
öldüren Allah (c.c.) bunlara gücü yeten yine ahirette
de insanları tekrar diriltmeye gücü yetecektir.
Allah katında ne güçlü
devletlerin, ne de güçlü insanların bir değeri yoktur. Ne kadar güçlü kuvvetli
olursalar olsunlar, Allah'ın gücü yanında sıfır kalırlar. Öyle ise mü'minde Allah'a tevekkül ettiğine göre karşısındaki güç ne
olursa olsun korkmadan İslamı tebliğe devam edecektir.
Tabii ki bütün tedbirleri de alarak.[11]
12- Kıyamet
saati geldiği gün suçlular ümitlerini keserler.
13- Allah'a
ortak koştuklarından onlara şefaatçi da yoktur. Ortak koştukları (putları)nı inkar ettiler.
O kıyamet gününde
mücrimler, suçlular. (Burada birinci derecede suçlu denilince akla gelmesi
gereken inkarcılardır. Daha sonra bu inkarcılığın neticesinde meydana gelen
hırsızlık, zina, faiz yemek, adam Öldürme gibi suçlar anlaşılmalıdır.) İşte bu
suçlular kıyamet gününde ümitsizlik vede çaresizlik
içinde kalırlar, "Yüblis" kelimesi; -ki,
iblisin de yani şeytanın bir ismi de bu kelimeden gelmekte- Allah'ın rahmetinden
ümidi kesince şaşırıp kalan anlamındadır.
Mücrimlerde böyle
ümitsizlikten şaşırıp kalacaklardır. Onlar için putlarından da yani Allah'a
şirk koştukları şeriklerinden de hiç yardım edecek yoktur. Ahirette
yardım edemeyecekleri gibi bu dünyada da bazen yardım görememekteler.
Mesela peşinden gidip
ilah edindiği insanlar, o tabii olan ölümüne veya çok zengin olmalarına rağmen,
yakalandıkları bir hastalıktan kurtulmalarına hiçde
yardım edememekteler. Yaratılan mahluk elbette acizdir, yardımda da aciz
kalacaktır.
Ayet-i kerime
devamında zaten ahirette onlar ortaklarını inkar edecekler.
Daha Önce geçtiği gibi Allah(c.c) bunlara azabını iki
kat verir. Bir kendilerinden dolayı, bir de başkalarını sapıttırmalarından
dolayı.[12]
14- Kıyamet
saati geldiği gün onlar darmadağın olurlar.
O günde, kıyamet saati
gerçekleşince o gün onlarda paramparça olurlar. Kendilerine tabi olunup ilah
edinilenlerle, onlara tabi olanlar birbirlerine düşerler. Birbirlerine lanetlerler
okuyup, birbirleri aleyhinde beddua ederler. Ve aralarında artık neseb ve akrabalık kalmaz, herkes kendi derdine düşer.
Ahirette böyle bir parçalanmaya düşmemek için, "Habibullahil-Metin" diye isimlendirilen Allah'ın
ipine, yani Kur'an'a iyi sarılmak gerekir.
Peygamberin sancağı altında toplanan mü'minlerde
parçalanma olmayacaktır.[13]
15- İman
edip, salih amel işleyenler, onlar bir bahçede
ağırlanırlar.
îman edip, salih amel işleyenlerde, orada Allah'ın bahçesinde yani
cennette mutlu bir hayat içinde olacaklar.
Ayet iman ile
sınırlandırılmıyor. İman ile beraber de salih amel yapanlar
şeklinde belirtmektedir. Kur'an'da belirtilen namaz,
zekat, oruç vb. gibi amelleri gücü yettiği kadar yerine getirenler cennette
mutlu bir hayat sürecekler.[14]
16- İnkar edip
ayetlerimizi ve ahiretteki buluşmayı iyalanlayan-lara gelince, işte
onlar azabın içine getirilecekler.
Fakat Allah'ı inkar
eden, Allah'ın ayetlerini yalanlayan, ahireti ve ahirette kavuşmayı da inkar edenler (cennet ve cehennemi
kabul etmeyenler) ise, işte onlar azab ile yüzyüze getirilirler. "Muhzarun"
kelimesi mahkemelerde kullanılan bir kelimedir. "Suçlunun da ihzarına
karar verildi" denilir. Yani "suçlununda
bizzat mahkemeye getirilmesine" demektir.
Ahirette de suçlu gitmek istemeyecek, ama zebaniler onu yakalamış
olarak, onu alıp azaba götürecekler. Ve yüz üstü cehenneme sürükleyecekler.
Allah'ı ve O'nun kitabını ve Rasulünü inkar
etmelerinden dolayı.[15]
17- O halde
akşama erdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı teşbih ediniz.
18- Günün
sonunda da, öğleye geldiğinizde de göklerde ve yerde hamd
O'na aittir.
Yani akşam da, sabah
da, gece de, gündüz de ve öğleyin de
Allah'ı teşbih edin. Yani namaz kılın anlamındadır.
Çünkü teşbih yapmak
için belirli bir zamana ihtiyaç yoktur, Yürürken, otururken, seyahat ederken
yolda da yapılır. Zamana bağlı değildir. Fakat namaz belirli vakitlere bağlı
kalınarak yapılan bir tesbihdir. Allah'a hamd etmektir. Rükû ve secdelerde "Sübhane
Rabbiyel azim-ve-Sübhane Rabbiyel A'la" birer tesbihdir. İşte bu ayet beş vakit namaza bir işarettir.[16]
19- O diriyi
ölüden çıkarır, ölüyü diriden çıkarır. Öldükten sonra yeryüzünü O diriltir.
İşte siz de böylece çıkarılırsınız.
O Allah (c.c), ölüden
diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Bu ayetin izahına misal olarak, yumurtadan
civcivi çıkaran, tavuktan da yumurtayı çıkaran O'dur. Taneden, çekirdekten
sebze ve meyveleri çıkaran ve meyve, sebzelerden de tane ve çekirdeği çıkaran
O'dur.
Kafir anne ve babadan mü'min çocuğu, mü'min anne ve
babadan kafir çocuğu çıkaran O'dur. Nuh (a.s.)'ın
oğlu kafirdir, İbrahim (a.s.)'ında babası kafirdir.
Geceden gündüzü,
gündüzden geceyi çıkaran O'dur. Öldükten sonra yeryüzünü dirilten de O'dur. Güz
mevsiminde ki, ağaçlar yapraklarını dökmekte, yerdeki yeşillikler ve canlılık
gidiyor. Kefen olsun diye de kışın beyaz kar yağıyor. Bahar mevsiminde ise o
ölen yeryüzü ağacıyla, toprağıyla, şelalesiyle tekrar canlanıveriyor.
İşte bunu
canlandırmaya insanın gücü yetmez, insanın seralarda yaptığı ise Allah'ın
tabiata koyduğu kanunlar çerçevesinde cereyan eden olaydır. Onun kanunlarına en
güzel uyan seracılıkta en başarılı olan kişi demektir. İşte bunları ey
insanoğlu gözünle görüyorsun, böylece "sizde çıkarılacaksınız"[17]
20- Sizi
topraktan yaratması O'nun ayetlerin (mucizelerin) dendir. Sonra birden siz
beşer olarak dağılıvermişsiniz.
Sizi topraktan
yaratması, O'nun rnucizelerindendir.
Yani O'nun varlığına işaret eden delillerdendir. Daha öncede belirttiğimiz
gibi, Kur'an ayetleri ve tabiatta gördüğümüz herşey Allah'ı işaret eder. Biz müslümanlar
her ilcisine de inanmış kişileriz. Tabiattaki ayetlerle, Kur'an
ayetleri uyum içindedir. Hiçbir tezat yoktur aralarında.
Derslerime ara sıra
devam eden bir profesör bana şunu söyledi. "Benim araştırma saham
insanların kültürleri ile kullandıkları veya icad
ettikleri eşyalar arasındaki uyumluluktur." Mesela Japonların arabaları
kendi tiplerine uygundur. Evleri de aynı şekilde onlarda Japon kültürüne
uygundur. A.B.D.'nin ürettiği arabada büyüktür. Çünkü
onda da . büyüklük duygusu vardır. Bu büyüklük duygusu ürettiği arabasına
yansımaktadır.
İşte Allah'ın tabiat
kanunları ilede bu kanunlara göre yaşayan insana
gönderilen kutsal emirleri arasında uyum vardır.
Başka bir deyişle Kur'an'ın koymuş olduğu İslam hukuku, tabiat kanunlarına
uygundur. İnsanoğlu da bunu uyguladığı zaman dünya yaşantısında zorluk
çekmeyecek, ve dünyada da mutlu olacaktır. Onun için bugün Avrupa tabiat
kanunlarına en uygun yaşam tarzını seçmek için gayret edip habire
araştırmalar yapıyor, o da kabul ediyor ki tabiat kanunlarında eksiklik yok.
Kendi koymuş olduğu kanunlarda eksiklik var. O eksikliği gidermek içinde
çalışıyor.
Bizde diyoruz ki, tabiat
kanunlarını koyan Allah(cc), İnsanın düzenini
kurması için de kanunlar hukuklar göndermiştir. İkiside
aynı yerden geldiği için birbirine uygundur diyoruz. Fakat bunu insanlığa anlatmada
bir türlü başarılı olamıyoruz. Sonra beşer olarak siz, etrafa yayılıyor vede tasarrufta bulunuyorsunuz.[18]
21-
Kendilerinde sükûn bulaşınız diye kendinizden sîzin için eşler yaratması O'nun
ayetlerindendir. O aranıza sevgi ve rahmet kıldı. Şüphesiz bunda düşünen bir
kavim için ibretler vardır.
Bir önceki ayette Hz. Adem'i topraktan yarattığını bildirdikten sonra
nimetleri bahsetmeden eşinin yaratıldığından söz etmekte. Nisa suresinde
birinci ayetinde de aynı şekilde anlatıldığı gibi insan için hayatta önemli
olan eşdir. Dünyanın bütün nimetleri bu dünyada
kalıcıdır. Fakat kişinin eşi kadın için erkeği, erkek içinde kadını öbür
dünyaya beraber gidicidir.
Sizin nefsinizden
eşinizi yaratması da Allah'ın varlığına ve birliğine bir delildir. Yani Hz. Adem'den Havva validemizi yaratması Allah'ın varlığına
ve birliğine delildir. Yaratmasının sebebi de, onlarda huzur bulaşınız diye, ve
sizin aranızda sevgi ve merhamet kıldı.
Sevgide insanın elinde
olmayan birşeydir, o da yaratılmıştır. Hz. peygamber; "dünyadan üç şey hana sevdirildi"
buyuruyor.[19] Sevdim demiyorda, sevdirildi diyor. Sevgide, korkuda, nefrette
yaratılmıştır. İnsana düşen şey bunları iyiye güzele yönlendirmektir. Ayette
sizin nefsinizden kadınlarınızı yarattı buyuruluyor.
Yani kadın ile erkek bir araya gelince tamlaşır. Hz.
Peygamber hadisinde; "Kadınlar erkeklerin tam ikiye ayrılmış bir
parçasıdır" buyurmaktadır.[20]
Kişinin bakmakta, ilgilenmekte usanmadığı tek şey eşidir, ailesidir. Dünyanın
en güzel manzaralı yerinde insan kalsa kalsa ençok bir iki ay kalır. Daha sonra eşine ailesine geri
döner.
Ayette "Liteskünü aleyha" deniliyorda "Liteskünü indeha" denilmemiştir, "indeha"
olsaydı o zaman; "onların tenlerinde huzur bulursunuz" anlamı çıkardı
diyor Fahrettin-i Razi. Huzur kadının sadece teni, vücudu
değil aynı zamanda onun ruhudur, herşeyidir. Eğer
sadece bedeninde insan huzur bulsaydı eşi Öldükten sonra da onun cesedinden ür-permezdi. Ama ruh bedenden
ayrılınca o sevdiği eşinden insan korkar duruma geliveriyor.
Eşlerimiz yalnız çocuk
üretmek için yaratılrnamıştır,öyle olsa idi hayvanlar
gibi senede bir defa cinsel ilişki ile çocuk oluşurdu. Rabbim insanı hayvanlar
gibi yaratmamıştır. Gaye yalnız cinsel ilişki değildir. Öyle olsa, eşler cinsel
ilişkiden sonra ayrılmaları gerekirdi. Halbuki eşler, yirmi dört saat birlikte
olmaktan, aynı şeyleri paylaşmaktan, "afiyet olsun yarim, sen yedikçe ben
doydum" demekten zevk alırlar. Birde ayette "Mevedde"
kelimesi önce gelmiş, Kişi kendi eşine karşı
sevgi ile bakacak,
başka kadınlara merhametle bakacaktır.
Onların da islamı yaşamaları, Allah'a kul olmaları için gerekli ortamı
hazırlaması gerekir. İşte düşünen toplumlar için bu ayetlerde, bu işaretlerde
güzel ibretler vardır.[21]
22- Gökleri
ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması onun
ayetlerindendir. Şüphesiz bunda alimler için ayetler vardır.
Gökleri ve yeri
yaratması Allah'ın ayetlerindendir. Yıldızlan, denizleri, böcekleri, çiçekleri
yaratması bir ayettir. Hepside Allah'ın varlığına ve birliğine birer işarettir.
En küçük bir çiçek bile ressamın yapacağı çi-çekden daha güzel, renkleri, kokusu, canlılığı apayrı
şeylerdir.
Bir de dillerinizin vede renklerinizin farklılığı Allah'ın varlığına bir
delildir. 5 milyar insanın rengi, yüz şekli farklı, aynı ana ve babadan dünyaya
gelen kardeşlerin bile sesi de şekli de farklıdır. İşte bu farklılık ona
işarettir. Menekşeye niçin morsun?, karanfile niçin kırmızısın? denmediği gibi,
insanlar dilleri ve renklerinin ayrılığı nedeniyle ayıplanmazlar. İşte alimler
için bunda da ibretler, deliller vardır. Alimler için deniliyor. Zira bu kadar
apaçık delilleri görüp de Allah'ın varlığına, birliğine inanmayıp onu kabul
etmeyen insana alim dememek gerekir. Alim demek bilen demektir. Demek ki
bunlar bunu da bilemeyecek kadar bilgisiz cahil insanlar. Onlar yukarıdaki 7.
ayette de geçtiği gibi işin hep dış görünüşünü
bilirler, ama perde arkasını bilmezler.[22]
23- Gecede
ve gündüzde uyumanız ve Allah'ın lutfundan rızık aramanız onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda işiten
kavim için ibretler vardır.
Allah'ın ayetlerinden,
O'nun varlığının delillerindendir. Geceleri uyumanız, O'nun fazlından,
nimetleri istemeniz, onları aramanız, yani gündüzleri çalışmakta bir ayettir,
işarettir. O'nun varlığına dinlenip uyumanızda bir işarettir. İnsan öyle bir
an gelince elinde olmadan uyuyor. Öyle bir anda geliyor ki, uykunuzu almış
olarak uyanıyorsunuz. İnsan uykusu geldimi ne kadar
uğraşırsa uğraşsın, uykusunu durduramaz. Ancak belki bir iki gün uyumayabilir
ama ondan sonra uyumak zorunda kalır. Bir de uyandımı,
tekrar uyumak için çalışsa uyuyamaz. İşte insanın elinde olmayan bu uyku da,
Allah'ın yarattığına bir işarettir. İşte bunlar işiten kavimler için, yani
hakkı duyabilen insanlar için ayettir.
Ayet; "tekvini ve
teşrii" ayetler olmak üzere ikiye ayrılır. Tabiattaki ayetlere tekvini
ayetler diyoruz, yani yaratılmış, sonradan meydana gelmiş ayetlerdir. Teşrii
ayetler ise; Kur'an, Tevrat, İncil, Zebur ve diğer sahifelerden meydana gelmiş ayetlerdir. Bu ayetlerin hepsi
de yani tekvini ayetlerde, teşrii ayetlerde Allah'ın varlığına, birliğine
işaret ederler.
Zaten ayet demek birşeyin varlığına işaret eden demektir. 24. ayetten
önceki ayetlerde de; insanın topraktan yaratılması ve nefsinden ona, kendisinin
de sükûn bulacağı eşlerin yaratılması, yerin göğün yaratılıp insanların
dillerinin ve renklerinin farklılığı, insanoğlunun geceleyin uyuyup,
gündüzünde onun fazlından nimetler taleb etmesini de
düşünelim.
Ve de işte bilen
kavimler için ayetler olduğunu, bunların hepsinin O'nun varlığına ve birliğine
işaret etmektedir.[23]
24- Size
korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökyüzünden su indirip, onunla öldükten
sonra yeryüzünü diriltmesi, Onun ayetle-rin(mucizelerin)dendir.
Şüphesiz bunda akleden kavim için ibretler vardır.
Allah'ın(cc), şimşeği korku ve ümit içinde size göstermesi de ayet-lerindendir. Gökyüzündeki bulutların birbirleriyle
çarpışması esnasındaki gözleri alacak kadar parlayan bir şimşeğin çakması da
ona bir işarettir.
İşte insan bu
şimşekten korkar, yıldırımın çarpmasından veya şiddetli bir dolunun yağıp
mahsulü mahvu perişan etmesinden veya şiddetli
yağmurun evlere, bahçelere zarar vermesinden korkulur. Ama aynı bulut ve şimşek
insanlara ümit de verir. Çünkü o bereketin nimetin habercisidir.
Allah gökyüzünden
yağmuru indirir, öldükten sonrada onunla yeryüzünü diriltir. Yani yeryüzünden
suyu buhar halinde gökyüzüne çıkaran, bulut halinde ihtiyaç olan yerlere sevk
eden ve orada o yağmurları indiren, indikten sonrada yeryüzündeki ölü toprağı
dirilten Allah (c.c.)'dür. Bütün bunlar O'nun varlığını ve birliğini tanıtmak
için birer alamet ve işarettir.
Bütün bunlarda aklı
başında olan kavimler ve toplumlar için ibretler, alametler, mucizeler vardır.
Eğer aklı başında değilse, bütün bunlardan faydalanırlar, yine de ondan
başkasına tapınmaya devam ederler.[24]
25- Göğün ve
yerin onun emriyle ayakta durması onun ayetlerin-dendir. Sonra size bir çağrıda
bulunduğunda birde bakmışsınızki yerden çıkıvermişsiniz.
Gökyüzü ile yeryüzünün
Allah'ın emri ile ayakta durması da O'nun ayetlerinden, delillerindendir.
İnsanın görevi, Rabbine ibadet olduğu için gökyüzü ile yeryüzünü ayakta tutmak
değil, üstelik bunada gücü yetmez. Teknik açıdan
ileri giden insanlar gücü yettiği kadar bu alemdeki güneşin, ay, yıldız ve
diğer gezegenlerin bazı kanunlarına vakıf olmakta. Onların nasıl sistemli bir
şekilde çalıştığına hayran kalmakta, sonra yeryüzünden bir davet ile davet
ediverdiği zaman, yani ahiret için "haydi gel"
deyiverdiği zaman, siz topraktan mahşere doğru çıkıvermişsiniz.
Hz. Adem (a.s.)'dan, son insana kadar olan insanlar,
İsrafil (a.s.)'m Sura üfürmesi ile davet ediverildiği
zaman bütün insanlar hesaplarını vermek vede
cezalarını görmek üzere topraktan çıkıp ahirete doğru
aynı anda yürüyeceklerini, bu ayetle haber veriyor. Belki bazı kişilere bütün
insanların bir anda kabirden kalkıp aynı anda yürümeleri garib
gelebilir. Nasıl mümkün olabilir bu diyebilirler. Fakat bu kadar yıldızı
gökyüzünde tutan, bu kadar canlının rızkını veren Allah bunada
elbette kadirdir.[25]
26- Göklerde
ve yerde olanlar Onundur. Hepsi ona itaat etmektedir. Gökyüzünde ve yeryüzünde
her ne varsa ona aittir. Bizim mülkiyetimiz geçicidir. Asıl sahibi Allah
(c.c.)'dır. İnsanoğlu gökyüzünden bile yer kapsa, belirli bir yeri işgal etse
ölümlü dünyada en sonunda bırakıp gidecekler. İnsanoğlu Hz.
Adem (a.s.)'dan bugüne kadar her gelen bir avuç toprak alıp öbür dünyaya
götürseydi dünyada hiçbirşey kalmazdı diyorlar. İnsan
bu dünyadan bir avuç toprak bile götüremiyor. Sırtındaki kefenini bile kabirde
bırakıp toprağa terkediyor.
Herşey ona itaat eder, boyun eğicidir. İnkar edenler sadece
gönül aleminde inkar eder, onun kalbi de, kanı da, diğer hücreleri de Allah'ı
zikreder. Herşeyin yaratılmış olduğu doğrultuda
hareket etmesi, onun zikretmesi, teşbih etmesi demektir. Kafirin de bünyesi
yaratılışı doğrultusunda hareket etmekte. Yani kalbi çalışıyor midesi
çalışıyor, diğer organları çalışıyor. Fakat o kendi iradesi ile gönlünü imandan
alıkoyuyor.
Onun için kafirler,
akılsız insanlardır. Akıllı olsa, düşünse kendi vücuduna baksa, kendi vücuduna
bakarak aklını çahştırsa bile ona yeterli olacaktır.
Kendinde meydana gelen olayları etkileyecek, onlara yön verecek güçte değil.
Gözü bozulduğu zaman veya duygulanıp ağlaması gerektiğinde bunu önleyecek
durumda değil.[26]
27-
Yaratmayı başlatan sonra onu (ahirette eski haline)
döndürecek olan O'dur. Bu O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnek/
sıfatlar O'na aittir. O, Aziz'dir Hakim'dir.
Yaratılışı ilk başlatan
O'dur. Yeryüzünü, gökyüzünü ilk defa yaratan O'dur.
İmansız insanların,
üzerinde ehemmiyetle durduğu şey ahireti inkardır.
Çoğu Allah'ın varlığını kabul ediyor da, ahirde gelince yan çiziyor. Bu
inkarlarının da sebebi ahireti inkar, çoğu günahın
kapısını açıyor.
Ahiretin varlığını ispat konusunda da diyoruzki;
yeri ve göğü ilk defa yoktan var eden Allah'dır.
Bunda hiçbir şüpheniz yoksa, elinde hiçbir malzemesi, ana maddesi olmadan birşeyler ortaya koyan, herhalde bu yaratılmış olanları da ahiret için tekrar iade etmesi yani ikinci defa yaratması
Allah'a daha kolaydır.
Fakat ilk yaratılışı
inkar eden kişiye de diyoruz ki, bak etrafında binlerce, milyonlarca eşya var,
dağlar, taşlar, insanlar ve ismini bilmediğimiz trilyonlarca canlı. İşte bunları
yoktan var eden biri var.
Eğer bunlarada
tesadüfen olmuştur dersen önada cevabımız şudur. Bu kadar sistemli bir şekilde
bir ölçü içinde hareket eden bu varlıkların tesadüfi olması mümkün değildir.
Eğer tesadüfi diye ısrar edecek olursan bizde şunu söyleriz. Acaba tesadüfi
olan varlıkların da tesadüfi kanunları gelişi güzel hareket edip kendi
başlarına buyruk olmaları gerekmez mi?
En yüce sıfatlar
Allah'a aittir. En yüce örnek O'dur. Ondan daha Alim, O'ndan daha güçlü hiçbir
şey yoktur. Herşeye gücü yetendir. Yarattığında da
hikmet sahibidir.[27]
28- Size
kendinizden bir örnek verdi. Size verdiğimiz rızkı elinizin altındakilerle
ortak olarak bölüşüp, rızık konusunda eşit olurmusunuz? Kendi aranızda korktuğunuz gibi onlardan korkarmismız? (siz bunu yapmazsanız Ben mülkünde
yarattıklarımı yönetimde ortak ederıniyim? Akleden kavim için ayetleri işte böyle açıklarız.
Allah (cc.) sizin kendi nefsinizden, size bir temsil getiriyor,
örnek veriyor. Yani Allah'a ortak koşmanın yanlışlığını anlatmak için bizim kendi
hayatımızdan bir örnek getiriyor. Sizin kendi ellerinizle kazandığınız,
Allah'ın vermiş olduğu rızıkları elinizin altındaki
kölelerle, kendi malınızı ortak bir şekilde bölüşülmüşünüz. Günümüzde Hz. peygamber zamanındaki gibi kölelik yok, ama işçilik var.
Düşünün ki fabrikatörler kazandıkları servetlerini, mahiyetinde çalışan
işçilerle bölüşürler mi? Mümkün değildir. O rızık Da
Allah'ın vermiş olduğudur. Yine kendi malı değildir. Böyle Allah'ın lütfü ile
kazandığınız azıklarda kendinize bir ortak kabul etmezken, Onun mülkünde, Ona
nasıl ortaklar kabul edersiniz.[28]
Ayrıca kendiniz gibi
hür olan, köle veya işçi olmayan kişilerin sizin mallarınızı, servetlerinizi
almasından da korkarsınız. Öyle ise ben kainatı yarattım, insanları yarattım,
bunlar arasından ben birine ilahlık vasfı verirmiyim.
Elbette vermem bunu hiçbir kişi veya peygambere vermedim. İşte ayetlerimizi
aklı başında olan kavimlere, toplumlara böyle açıkladık. Aklı başında olmayan
ibret almaz.
Her zaman tekrar
ettiğimiz bir hususa deyinmeden geçemeyeceğim. Ayette
aklı başında olan kavme deniliyor. Mekke dönemindeki müşriklerde o karşılarına
geçip ibadet ettikleri putların birer taş olduğunu
biliyordu. Bugün her ne kadar insanlar taşlara, tunçlara tapınmıyor dese-nizde aslında o cahiliye döneminde
putun karşısına geçen insan da, o taşın ona bir fayda vermeyeceğini biliyordu.
O orada tapınırken taşa değil o taşın ifadesi olan kişiye ibadet ediyor, ona
tapınıyordu.
1917'de Rusya'da
ihtilal olunca Rusya bütün dinleri kaldırdığını ilan etmişti, ama o da
biliyordu ki, dini kaldırınca, onun yerine insanları bir araya getirecek,
etrafında toplanmasını sağlayacak birşeyin olması
gerekiyordu. Nitekim de Lenin'in heykelini dikiverdiler.
İslamdan uzaklaşan her toplumun, etrafında toplanacağı birini,
icat etmesi gerekir ki, bu da yapılmıştır.[29]
29- Hayır,
zulmedenler bilgisiz olarak nevalarına uydular. Allah'ın saptırdığına kim
hidayet verebilir. Onlar için yardımcıda yoktur.
O zalimler, bilgisizce
kendi istek ve arzularına uydular. Buna "heva"
dediğimiz gibi, kişinin kendi düşüncesi de denir.
Şeytan kişiye bu
düşüncesini güzel gösterir, ona süsler. Bu seferde düşüncesini, Allah'ın
emrinden üstün görmeye başlar. Başkalarımnda kendi
düşüncesinden yararlanmasını, onların da o düşüncesine göre hareket etmesini
ister. İşte bunu yaparkende bilgisizce yaparlar.
Bazıları da;
"benim her fikre saygım var" sloganı ile hareket etmekte , Önce
sarıldığı bir fikrin, düşüncenin yanlış yönlerini gördümü
bu sefer başka fikir sistemine geçivermekte, ve onun
tellallığını yapmakta.
İnsan aklı kamil
değil, nakıstır. Hergün değişmekte ve yeni düşünceler
ortaya koymaktadır.
"Allah'ın
sapıttığını kim hidayette kılabilir. Onlar için hiçbir yardmcı
da yoktur. "Allah(cc), kimseyi zorla
sapıttırmaz, zorla onu kafir yapmaz. Hatta yeni doğan insanoğlunu, İslam
fıtratı üzerine yani İslama meyledecek şekilde
yaratmıştır. Fakat onların yaptıkları kötülüklerin sonunda, Allah onlar için bu
dalaleti, hikmeti gereği yaratmaktadır. Hidayeti de, dalaleti de yaratan Allah
olduğu için; "Allah kimi dalalette kılarsa" diye dalaleti de kendine
izafe etmekte.
İşte böyle kişiler
için kıyamet gününde vede bu dünyada yardımcı yoktur.
Ölürken, ölümün önüne kimse geçemez."[30]
30- Sen hertürlü şirke meyletmekden
arınmış olarak yüzünü dine doğrult Allah'ın fıtratınaki
insanları onun üzerine yarattı. Allah'ın yarattığını değiştirmek yok. İşte
doğru din budur. Ancak insanların birçoğu bilmezler.
Yüzünü hanif olan dine çevir. Ayette geçen "Hanifen" kelimesi gramer kaidelerine göre
"hal'dir. Fiil de, emir fiil olunca, failin hali olur. Buna göre;
"İslam'a meyleder olduğun halde" anlamındadır. Bazıları da, "vecheke" den hal'dir. Yüzünü dine meyleder şekilde
dine çevir, veya-hutta "Din"den hal'dir.
"Hanif olan dine yüzünü çevir"
anlamındadır.
Yüz insanın tamamını
temsil eder. Yüz kelimesinde vücudun tamamı anlaşılır.Yüzden hal olunca, bütün
vücudunla hanif olan dine yönel.
Allah(cc) insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise o fıtrata
çevirir. Bu ayetin açıklamasında alimlerimiz; Hazreti Peygamberden; "Her
doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu ya yahudi yapar, veya mecusi yapar, veya da hristiyan
yapar." hadisini naklederler.[31] Hz. peygamber bu hadisinde, "müslüman
yaparlar" demiyor. Çünkü çocuk İslam fıtratı üzerine doğmuştur. Onun bir
daha müslüman olmasına gerek yoktur.
İnsanlıkla ve onun
psikolojik yapısı ile ilgili araştırma yapacak kişilere bu ve benzeri ayetler
birer kaynaktır.
Hani anlatırlar, J. J.
Russo; "Bırakın benim çocuğumu, ne kilise müdahale
etsin, ne de Sorbon üniversitesi profesörleri, onu
kendi haline bırakın. Çocuğum dağda kendi haline kalsa, Sorbon
üniversitesi vede kilisenin bozmasından daha az bir
bozulma ile, ilk yaratılıştaki hal üzerine kalır" demiştir.
Anne ile babanında çocuk yetiştirmede esas alacağı ayetlerden biridir.
Anne ve baba çocuğuna birşeyler vermekten daha
ziyade, kötü şeylerin çocuğa sirayet etmesini önlemektir. İyi şeyler çocuğun
fıtratında vardır. Ama kötü şeyleri çocuk sonradan, dış alemden öğrenir.
İlk defa vazoyu kıran
çocuk, hiç yalan söylemeden suçunu kabul ederek, "ben kırdım" der.
Fakat orada bulunanların "ben kırmadım de" gibi telkinleri onu yalana
alıştırmaya başlar ve böylece ilk kötülük çocuğa girmiş olur. İşte anne babaya
düşen, ailede, çevrede vede okulda kötü şeyleri
öğrenmesini, bunları alışkanlık haline getirmesini engellemektir.
Bir savaş esnasında
Öldürülen birkaç kafir çocuğunu duyunca, bunu Öldürenlere fena bir şekilde gadaba gelir. "Ben size çocukları öldürmeyin demedim
mi?" Sahabeden biri Ya Rasûlallah
onlar kafir çocuklarıydı deyince, "sizin en değerlilerinizde kâfir çocuğu
değilmiydi" buyurur.
Buluğ çağından önce
Ölenler, kâfir çocuğu da olsa, Müslüman çocuğu da olsa, İslam fıtratı üzerine
Ölmüştür. Ve bunlar Cennete gideceklerdir.
"Müslümanların
dünyadaki nüfusu şu kadardır" şeklinde zaman zaman rakamlar tesbit edilmekte. Aslında bu ayet ve hadislere göre hareket
ederek,.bütün dünya çocuklarını da müslüman olarak
kaydetmek, onları da mlislümanlar sayısına dahil
etmek gerekir.
Diğer dinlere mensup
insanların çocuklarına, onların anne ve babalarının dini telkin ettikleri
kadar, bize de hak ve zaman ayırsalar ina-nmki o çocukların yarıdan
çoğu, kendi istek ve iradeleriyle İslamı seçeceklerdir.
Yani zaten müslümandı, yine islam
üzerine devam edeceklerdir.
Allah'ın yaratılışında
değişme yoktur, veya Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyin anlamı da vardır. Bu
çocukları İslam fıtratı üzerine yaratmış bunu değiştirmeyin.
Dünya edebiyatlarında
pek meşhur olan üç kardeş hadisesi vardır. Baba servetini üç kardeş arasında
paylaştırdıktan sonra, en değerli yüzüğünü kim doğru olursa ona vereceğim der
ve içlerinden en doğruda en küçük kardeş çıkar. Sebep olarakta,
en küçük olarak daha az bozulması gösterilir.
Ayet genel olduğu
için, "insanı bozmayın, tabiatı bozmayın" anlamlan da çıkar. İşte bu
en değerli, en devamlı, en sağlam, insanları da en iyi yönetmeye layık olan
dindir. "Kayyım" kelimesi, hem "kıymetli" kelimesinden
türetilmiş, hemde "Kâme"
fiilinden türetilmiştir. Yani yöneten, ikame eden anlamındadır. Kıyamete
kadarda devam edecek olan bir dindir. 1400 küsur yıldır hiç bozulmadan geldiği
gibi, bundan sonrada devam edeceğinin işaretidir.
Fakat insanlardan
birçoğu da bunu bilmezler. Bilmediklerinden dolayı da üzülmeyin. Yani
üzülmeyin şu anlamdadır. Onlar hakkında keşke İslamı
kavrasalardı diye üzüleceğiz, fakat "acaba bizim dinimizde bir şeylermi varda onlar inanmıyorlar?" diye
üzülmeyeceğiz. 1400 yıl. hiç bozulmadan gelmiş, "İslam yok oluyor"
dedikleri bir zamanda daha güçlü bir şekilde yeniden kuvvetlenmiştir.[32]
31- O'na
yönelerek ondan sakının. Namazı dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın.
Bu dünyada tevbe ile, ibadet ile O'na yöneleceğiz. Bir de ahiretten sakınınız, namazınızı kılınız, müşriklerden
olmayınız. Namazınızı da kılınız.
Hani; "kedi,
pişmiş tavuğu yermi?" vardır. Birde; "kedi
pişmiş, tavuğu yermi?" cümlesinde virgülün bir
önce veya bir sonraya alınması anlamı çok değiştirir.
İşte bu ayette de
Allah'a yönelin, ondan korkun, namazınızı dosdoğru kılın, müşriklerden olmayın,
denilirken; namaz kılmayan adam müşrik olmaz, günahkardır. Fakat "Allah'a
yönelerek ondan sakının, namazınızı kılın, müşriklerden olmayın." Yani
namaz kılın ki, müşriklerden olma yolunuz kapansın, anlamı da çıkar. Bir zata
sormuşlar; "namaz kılmayan gavur olurmu"
demişler. O da "gavurlar namaz kılmaz" demiştir. Zaten namaz
kılmayan, gavur olur demek bizim fıkhımıza aykırıdır.[33]
32-
Dinlerini parçalayıp, guruplara ayrılan (müşriklerden olmayın). Her gurup
kendi yanındakiyle sevinir.
Sakın ha o müşriklerden
olmayın. O müşrikler ki, dinlerini paramparça ettiler ve bölük bölük oldular. Herkesde kendi
elindeki ile iftihar etti. Mesela müşrik hristiyanlar
o kadar bölündülerki 300 ün üzerinde İncil yazıldı.
Bu şunun ifadesidir. Üçyüz tane grub vardı ki, her grub kendi incili ile övünüyordu. Ama İslamdaki
bazı fırkaları da buna benzeten insanlar vardır. Fakat bu yanlış bir durumdur.
Müslüman grublar aynı kitaba inanır, aynı kıbleye yönelirler.
Farklılık İslami devlete varışdaki
metod farklılığından böyle bölünmüşlerdir. Almanya
bu müslüman grublann
ayrılığım araştırma konusu yapar, üniversiteye görev verir ve üniversiteden
bir profesör bunun için iki yıl çalışır ve sonra bir cemaatin lideri aynı
zamanda benimde sevdiğim hocaya gelir. O da bizim aramızda ihtilaf yoktur der.
Profesör; "bakınız şu grubun senin aleyhinde şöyle bir makalesi var"
deyince, "bizimki çıkar ayrılığıdır. Cemaatimizi artırmak içindir. Şu
kadar cemaat olsa beşer marktan şu kadar para eder" demişti.
Bende cemaati toplayabilmek
için elbette onun arkasında namaz kılmayın bana gelin, oda benim için onun
arkasında değil benim arkamda kılın diyecektir. Biz müslümanların
hali gece karanlıkta bozulmuş bir ordunun hali gibidir. Herkes zafere gitmek
istiyor ama kendi yanındaki kıpırtıları da düşman sanıyor.[34]
33-
İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rablerine yönelerek dua ederler. Sonra
tarafından onlara bir rahmet tattırdığında birde bakmışsinki
onlardan bir gurup Rablerine ortak koşarlar.
34- Onlara
verdiklerimize nankörlük yapmak için (ortak koşarlar) Haydi faydalanın yakında
(gerçeği) bileceksiniz.
İnsana bir zarar
geldiğinde hemen Rabbine yönelir. Diyelim bir hastalığa yakalandı, doktorlara
gitti bir çare bulamadı. İşte o zaman yönelir. İmansız bile ümidini kestimi Allah'a yönelirmiş.
Fakat Allah(cc), onları o zarardan kurtarıp rahmeti ona taddırıverdimi, bu sefer onlardan bir kısmı yine Allah'ın
nimetlerine karşılık Allah'a ortak koşar.
Mesela insanoğlu tabii
bir afete duçar olduğu zaman Allah'a öyle yalvarır ki, o zararın etkisi gidip
eski haline geldimi, sıkıntı ortadan kalktımı, bu sefer verdiğimiz nimetleri inkar için eski
müşrikliğine geri döner.
Allah(c.c) de;
faydalanın bakalım çok yakın bir zamanda bunun ne demek olduğunu bileceksiniz.
Sefanızı sürün, nankörlüğün neticesini göreceksiniz diyor.[35]
35- Yoksa
biz onlara bir ortak komalarını söyleyen bir fermanını indirdik?
Yoksa biz onlara bir
delil mi indirdik ki, o delil konuşupta; "bakın
Allah bana yetki verdi Allah'ın kanunlarıyla değilde
benim kanunlarımla amel edeceksiniz. Ben Allah adına geldim" diyen bir
adam mı gönderdim de, onlar Allah'ın kanunlarına değilde
Allah'ın yarattığı insanın kanunlarına uyuyorlar?.[36]
36-
İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinirler. Eğer onlara yaptıkları sebiyle bir kötülük isabet ederse hemen ümitlerini
kesiverirler.
Rahmet deyince insanın
hoşuna giden herşey iyi bir mal kazanması, bol
mahsul, ticaretin çok kazançlı olması, salih evlat
gibi şeyler. Bunlar oldumu sevinir. Yaptıkları
kötülükler sebebiyle bir zarar geldiğinde, kötülük isabet ettiğinde bu sefer
ümitsiz kırgın, bitgin bir hale geliverirler.
Müslüman ise Yunus'un deyişi ile "Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa
yerinirim" der.[37]
37- Allah'ın
dilediğine rızkı bol verdiğini, dilediğine ölçülü verdiğini görmüyoiiarmi? İşte bunda iman eden kavim için ibretler vardır.
Görmezlerini Allah
rızkı dilediğine bol verir, dilediğine de kısar. Nimet bol verilince sevinmeye,
birgün gelipde
kısılıvermesine de üzülmeye gerek yoktur. Bu konu ile ilgili ayetler başka
surelerde de mevcut. Bir ayette "hiç bir canlı nzk'ını
sırtında taşımaz."[38]
Hz. Peygamberde; "Kuşlar gibi olunuz. Akşam olunca
yuvalarına dönerler, sabah oldumu rızık aramaya tekrar çıkarlar." buyuruyor.[39]
Hadis mal kazanmayın demiyor, mal kazanmayı, rızık
kazanmayı kendinize dert edinmeyin.
Ailenize ve
etrafınızdaki kişilere sıkıntı vermeyiniz. Gerçekten iman eden toplumlar için
bunda da birçok ibretler vardır. Elbette görüp duruyoruz ki Rabbimiz Haktır.
Hak olan, gerçek olan şeyleri söyler. Kimimize az, kimimize de çok vermekte. Rızık olayı öyle bambaşka bir hadiseki
akıl işi değil, yani akılla olsa idi, en akılsız hayvanlar rızıksız-lıktan ölmesi gerekirdi. Hiçte öyle olmuyor, insana düşen
çalışmak. Çalışıp çok kazandımı sevinmek yok, az kazandımı da üzülmek yok.[40]
38- Akrabaya
hakkını ver. Yoksula ve yolda kalmışa da, Allah'ın rızasını isteyenlere bu daha
hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Yakınlara, (yani
akrabayı taallûkat dediğimiz anne baba, eş dost, hala, teyze, amca, kardeşler
ve yeğenler) bu Allah'ın verdiklerinden veriniz. Onların hakkım veriniz.
Bunların hakkı birinci derecede zekattır. Akrabanın yanında miskinlere,
(fakirlere) ve yolda kalmışlara verin. Bu bir iyiliğin de ötesinde onların
hakkıdır.
Gönenli Mehmet Efendi,
Sultanahmet'te imam iken bir gün camiinin önünde sarı, garib
garib düşünen bir adam görürler. Dilinden de anlamadığı
için tercüman aracılığı ile anlaşırlar. Meğer bir İtalyan'mış. Parası bitip
yolda kalmış. Onu o gün akşam Sirkeciden yolcu ediverir. Beş-altı yıl sonra o
adam bir tomar para ile gelir, hocaya; "bunu yolda kalanlara
harcayıver" diye bırakıp gider.
Yani yolda kalmışlara,
fakirlere ve yakın akrabalara hakkını vermek, Allah'ın rızasını aramak için en
iyi yoldur. İşte bunu yapanlar kurtuluşa ermişlerdir. Artık bugün parayı tabiiki, sistemin gereği olarak put haline getirdiler.
Müslümanlar olarak bu konuya daha bir ağırlık vermek gerekir. Onu gönlümüzde
yatan bir put olmaktan çıkarıp, ihtiyaçların görüldüğü, gerektiğinde de
başkasına verilebilen bir araç olarak görmek gerekir.[41]
39-
İnsanların mallan içinde artması için verdiğiniz her faiz Allah katında artmaz.
Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz her zekata gelince, işte onlar kat kat artanlardır.
İnsanların mallarında
artması için vermiş olduğu riba (faiz) onların malını
artırıyor gibi olsada Allah katında artmaz. Bu konuda
yani faiz konusunda Bakara suresi 275. ayetinde "Allah faizi yok eder,
zekatı artırır" buyrulmakta idi.
Bu ayette de; faizin
"Allah katında artmayacağı" ifade ediliyor. Adam şunu iddia etse,
"ben şu kadar paramı faize yatırdım, bir yıl sonra %50 arttı, çoğaldı,
hani artmaz diyordunuz" dese, doğru. Evet ama ayette Allah (c.c), Allah
katında artmaz, sevabı artmaz. Paralarınız rakam olarak artabilir. Ama değer
kaybını hesaba katmazlar. Sosyal yaraların getiriceği
belaları hesap etmekler.
Ayetin devamında ise
Allah (c.c), onun rızasını arayarak vermiş olduğunuz zekatlar ise işte onlar,
sevaplarını ve mallarım kat kat artırırlar.[42]
40- Allah'dır sizi yaratan, sonra size rızık
veren, sonra sizi öldürecek olan, sonra sizi diriltecek olan. Allah'a ortak
koştuklarınızdan bunları yapacak biri varmıdır? Allah
onların ortak koştuklarından
yücedir, münezzehdir.
"Sizi yaratan
O'dur" Öyle ise rızık endişesi çekmeyin. Parayı
put yapmayın, ana rahminden dünyaya geldiğimizde üzerimizde hiçbirşey
yoktu. Elbise giydirdiler, sonra annenin göğsünde iki hazır süt çeşmesi. Doğum
yapıncaya kadar bir damla süt yok, doğum bitiyor, süt başlıyor. Başka zaman
dünya doktorları bir araya gelse bunu gerçekleştiremezler.
Sizi öldürecek ve
tekrar diriltecek olan O'dur. O'ndan başkasını O'na ortak koşmayın. Kur'an'da ençok tekrar edilen
husus Allah'ın varlığı ve birliği ile hiçbir şeyin ona eş ve ortak
koşulmamasıdır.
Müslümanında buna dikkat etmesi gerekir. Şirk ile gidenin durumu
vahimdir. Ama iman ile giden günahları da olan bir mü'mini
Allah dilerse affeder, dilerse de günahlarının cezasını çeker.
Diyelim ki bir adam;
faizin haram olmadığını söyleyip, "Allah Kur'an'da
böyle buyurmuş ama, günümüz şartlarını Allah bilmiyordu" demesi kişiyi
küfre götürür, küfür de cehenneme götürür.
Fakat günün
şartlarından dolayı faizi vermek zorundayım, başka çıkar yolum yok. Allah'da kitabında yasaklamış, haram kılmış, bile bile günah işliyorum, inşallah Allah affeder şeklinde
düşünür ve bunu böyle yaparsa günaha girer, ama imanı gitmez.
Ayette;[43]
"Allah, şirk hariç dilerse bütün günahları afveder"
buyrulmakta. Onun için imanımıza sahip çıkıp, salih ameller işlemeli, bu hususdâ
gereken gayret ve hassasiyeti göstermeliyiz.[44]
41-
İnsanların elleriyle yaptıkları sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya
çıktı. Belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için
(bozulma ortaya çıktı).
Bu ayette Allah (c.c),
20. yüzyılın modern insanının karşı karşıya kaldığı bir problem üzerinde
durmakta. O da çevre kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, denizlerin
kirlenmesi gibi hususlardır. Rahman suresinde Allah (c.c.), birkaç defa
"mîzan'dan" bahsetmekte, tabiatta ve alemde herşeyin
bir ölçü dahilinde olduğunu, Kur'an'ı da bu dengeyi
bozmamak için indirdiğini ifade ediyor. "Karada ve denizde insanların
elleriyle yaptıklarının neticesi olarak fesat çıktı." Fesat; bir işin
bozulmasıdır. İtikadın bozulmasına da, iki ailenin arasındaki dostluğun bozulmasına
da, sıhhatin bozulmasına da "fesat" denir.
Ayette de; insanların
elleriyle yaptıkları şeyler sebebiyle, düzenin bozulduğunu ifade etmekte. Biz
bunu harpler olarak anlayabiliriz ki, sulh içinde yaşamaları gerekirken kendi
yaptıkları sebebiyle sulhun yerini savaşırı almasıdır. Sıhhatin devam etmesi
gerekirken, havanın temiz bir şekilde devam etmesi gerekirken, çevrenin düzenli
olması gerekirken insanların elleriyle yaptıkları düzensiz beslenme, kendine
sıcak ve soğukta dikkat etmeme, zararlı şeyler üretme, onları havaya ve
çevreye alma gibi etkilerin neticesinde bozulma oluşmaktadır. Allah dilese idi
insanın sıhhatinin, yaşadığı ortamdaki havanın ve çevrenin, daha önemlisi
ahlaklarının bozulmasını önler, bunlarda bozulmazdı. Bu bozulmayı, fesadı
yaratmasının sebebini ise ayet açıklıyor.
Kişiler yaptıklarının
neticesinde azabı tadsınlar. Yani kendi elleriyle
yaptıkları pisliğin azabını tadsınlar da, aslına
dönsünler, diye fesadı yaratıyor. Bu fesadı yaratan Allah (c.c.) dedik.
Bozulmayı da kesb eden -ayetin ifadesiyle- insandır.
Öyle ise insan bunu niye kesb eder. Halbuki bu
yukarıda bazı örnekler verdiğimiz bozulma, yani ahlaki bozulma, sıhhatin
bozulması, çevrenin, denizin ve havanın bozulması, dengenin kaybolması onun
zararına bir durumdur.
İşte zararına olan birşeyi insan niye kesb eder?
Cevabı imansızlığından, inançsızlığından dolayı. İnsan Allah'a, Rabbine inanmadımı, O Allah'ın yarattığı şeylere önem vermez, onu
hor kullanır. Bu hor kullanmada peşinden bozulmayı getirir. Allah'a inanmayan, ahirete inanmaz, ahirete inancı
olmayanda; "Bu dünyada yaşadığım benim için kârdır" inancından
hareketle israf eder, ihtiyacından fazla üretir ve tüketir.
Diğer taraftan,
inançsız insanların bol olduğu ve yönetime hakim olduğu yerlerde kan hiç eksik
olmaz. Barış sloganıyla giderler ama her tarafta kan gövdeyi götürür.
A.B.D.'nin dış işleri bakanının dolaştığı yerlerde, onun uçağının
indiği her ülkede, huzursuzluk ve iç çatışma hemen başlıyor. Atalarımız bu
inançsızların yeryüzünde bu kadar fes ad çıkardıklarını ifade için;
"gavurun dolaştığı yerde ot bitmez" demişlerdir.
Onun için Allah (c.c);
"insanların kendi yaptıkları sebebiyle karada ve denizde fesat ortaya
çıktı" buyuruyor. Bunu sosyal düzenin bozulması anlamında alabileceğimiz
gibi, çevrenin bozulması anlamında da anlıyacağiz.
Bu bozulmaları da
insanlar elleriyle yaptıklarının neticesinde meydana getiriyor. Yaptıkları
kötülüğü anlamaları ve asıllarına, yani İslama
Allah'ın yarattığı fıtrata dönsünler. Kurtuluşun İslamdan
geçtiğini, her insanında çocukluk hayatından itibaren
Allah'ın yarattığı herşeye değer verme eğitiminin
gerekliliğini kavramaları içindir.
Zaten müslümanlar, teoride olan bu düşünce ve prensipleri hac
mevsiminde; çevreye ve o kutsal toprakların ağaçlarına, vahşi hayvanlarına
zarar vermeme şeklindeki uygulamasını da, sembolik olarak yapmaktadırlar.[45]
42- Deki,
"Yeryüzünde dolaşın da, daha öncekilerin sonu nasıl olmuş bir görün
Onların çoğunluğu müşrik idi.
Deki onlara yani
elleriyle sosyal yaşantıda ve çevrede fesat çıkaranlara yeryüzünü dolaşın ve
daha öncekilerin bir akıbetine bakınız. Onların çoğu müşrik idi, Allah'a ortak
koşuyorlardı.
Lut gölünü gören insan nasıl ki Lut
kavminin ahlaksızlığını hatırlıyorsa, Mısır'da ehramları gezenlerin Firavun'un
iîahlık iddiasında bulunmasını hatırlaması gibi,
işte bunları hatırlayın da, siz onların gittiği yoldan gitmeyip İslama geri dönünüz.[46]
43- Allah'dan gelmesi engellenemeyen (kıyamet) günü gelmeden
önce yüzünü doğru dine doğrult. O gün parça parça
olacaklar.
Yüzünü değerli, insanları
yönetmeye layık vede kıyamete kadar devam edecek
olan dine çevir. İşte Allah (c.c.) bu ayetiylede bize
yerde ve gökte açığa çıkan veya çıkabilecek olan azabın çıkmaması için bize
adeta bir reçete vermekte, bunlara uyarsanız, sağlam olan dinine sarılırsanız,
ona yönelirseniz bu fesadı önlemiş, ortada olan fesadıda
kaldırmış olursunuz.
Yönünü, Allah katında
dönüşün olmadığı birgünden Önce dön. O kıyametin
gelmesini engelleyecek hiçbir güç yoktur. Ve o günde insanlar paramparça
olacaktır.[47]
44- Kim
inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir.
Kim de salih amel yaparsa kendileri için döşemiş
olurlar.
45- İman
edip, salih amel işleyenleri, kendi fazlından mükafatlandırmak
içindir. Şüphesiz Allah kafirleri sevmez.
Kim inkar ederse,
küfrü kendi zararınadır. Kim de salih amel yaparsa,
iyi işler ortaya koyarsa, yani İslama göre hareket
edecek olursa, kendisini Allah'ın lütfü kereminden mükafatlandırması için, bir
ön hazırlık yapmış olur. Allah kafirleri sevmez.
Doktorlukta asıl olan
koruyucu hekimliktir. Birinci derecede önemli birşeydir.
Kişi hasta olmadan, hasta olmaması için gerekli tedbirleri aldırmaktır. Fakat
kişi hasta olduktan sonra, o hastalığı da iyileştirmek esastır, buda
doktorluktur.
İşte Allah (c.c),
yerde ve gökte bozulmanın olmaması için, ilahi kanunlarını göndermiştir. Bu
kanunlar (ayetler) tabiattaki kanunlara (ayetlere) uygundur. İnsan Allah'ın bu
kanunlarına yani İslam hukukuna uyarsa koruyucu hekimlik gibi bozulma (fesat)
meydana gelmeden önce tedbir almış demektir.
İşte toplum bu düşünce
ve inançta hareket edecek olursa, fabrikayı kurarken, o fabrikanın etrafındaki
yaratılanları, yaratana saygıdan dolayı oluşan sevgi ve rahmetten, fabrikanın
bacası insana zarar vermeyecek şelkide filitreli yapılır.
Fakat bu kanunlara
uymayan ise önce etrafı bozar, her tarafı hasta eder, ondan sonrada tedavi
hekimliğinin hastalığı tedavi ettiği gibi, onların tedavisi için onumu yapsak,
nasıl önlem alsak gibi çare aramaya başlar.
Düşünmezki, ey gafil!, önce insanların gönüllerine imanı
yerleştir.[48]
46-
Rüzgarları müjdeci olarak göndermesi, rahmetinden size tattırması, lûtfiından rızık aramanız için
emriyle gemileri akıtması, Onun ayetlerindendir. Olur ki şükredersiniz.
Allah'ın varlığına ve
birliğine işaret eden ayetlerdendir. Müjdeci rüzgarları göndermesi ki, o
rüzgarlar bize rahmet, bereket müjdesi getirir. O rüzgar ile hava serinler, pis
kokuları uzaklaşır, yağmurun haberi ile birlikte tabiattaki ağaçlar, otlar,
çiçekler yeşerir.
Diklcate şayan bir husus da
şudur. Bundan sonraki
ayette ve , Kur'an'ın birçok
yerinde Allah(cc); "Peygamberler gönderdik"
ifadesinde "ersele" fiilini kullanmıştır. Bu ayette de;
"yağmurları müjdeleyen rüzgarı göndermesi" ifadesinde yine
"Ersele" fiili kullanılmaktadır.
Yağmur öncesinde
rüzgar gelir, yağmuru müjdeler, yağan yağmur damlaları ile yerde çiçekler ve
diğer yeşillikler oluşur. O yeşillik ve güzellikte kendi hal ve lisanıyla
O'na işaret eder. Yani Allah(cc)
Peygamberler gönderir. Onlarda rahmet ve bereketle, Allah'ın kela-mıyla kitapla gelir,
insanlara cenneti müjdeler.
Bu Kur'an'a
uyanlardan, yağmurun yağması ile çiçeklerin bittiği gibi salih
insanlar yetişir. ,Bu salih insanlarda kendi
dilleriyle Allah'ın varlığını ve birliğini anlatır. Onun için Peygamberin rahmetiyle yetişen salih çiçek Yunus Emre; "Sordum san çiçeğe"
ilahisinde bunu dile getirmekte.
İşte bu rüzgarı
göndermesinin sebebi "Rahmetinden birşey taddırmak için, gemilerin denizde akıp gitmesi için,
Rabbimizin lütfü kereminden aramamız için yani ticaret yapmamız için"
Allah rüzgarlar göndermiştir.
İşte bu rüzgarı ve
diğer nimetleri ve rahmeti bize taddırmasmın sebebi,
ola ki şükrederiz. Onun için denizi, onun üzerinde cereyan eden gemileri ve o
gemileri sürükleyen rüzgarları vermiştir.
Nasıl ki, insan
birisinden gördüğü küçük bir iyilik, yardım ve güleryüz
için dönüp dönüp teşekkür ediyorsa, işte bir damla
suyu yaratmaya bile gücü yetmeyen insanın elbette Rabbine şükretmesi gerekir.[49]
47- Senden
önce, kavimlere peygamberler gönderdik. Onlara beyyinelerle
geldiler. Bunun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım etmek
üzerimize bir hak oldu.
Senden önce biz,
kavimlerin kendilerine peygamberler gönderdik. O peygamberler onlara delillerle
geldiler. Onları dinlemeyen suçlu ve günahkârlardan biz intikamımızı aldık. Mü'minlere de yardım etmek bizim üzerimize hak oldu.
Yardımda birinci şart mü'min olmaktır. Ayette Allah
(c.c.) biz kafirlerden yaptıkları günahlardan dolayı intikamımızı alırız diyor.
Bu intikamı kulları
vasıtasıyla alır. Bunlar, birinci derecede Peygamberlerdir. Yani Peygamberler
var güçleriyle İslamı, hak dini insanlara anlatır.
İnsanlardan onlara inananlar olduğu gibi, hak ve hakikatin ortaya çıkmasını
engelleyen inançsızlar çıkıp karşı koydularmı, işte o
zaman Allah (c.c); mü'minlere yardımın hak olduğunu
ve onlara yardım edeceğini ifade ediyor. İşte mü'minlere
bu yardımın yapılması kafirlerden birinci intikamın, Peygamberler ve ona inanan
insanlar salih kullar vasıtasıyla almasıdır. Allah
(c.c.) diğer bir intikamını da, ahi-rette kafirleri rahmetinden kovarak ve
onları cehennemine koyarak alacaktır.[50]
48-
Rüzgarları gönderip bulutu savuran, gökyüzünde dilediği gibi yayıp parça parça kılan AHah'dir. Bulutların
arasından yağmuru çıkarken görürsün. Kullarından dilediğine o yağmuru isabet
ettirdiğinde, onlar sevinirler.
O Allah (c.c.)
rüzgarları gönderir. O rüzgarlarda bulutlara takılır, onları hasefcrte geçirir. Ve onu gökyüzüne dilediği kadar yayar.
Onları dilediği kadarda parça parça eder.
Bilim adamlarının
yağmurun oluşumunu anlatırken, ocak üstünde kaynayan tencerenin kapağında
oluşan su damlacıklarını örnek gösterirler. Elbette bunlar doğrudur. Bu
buharlarıma kanununu koyan, belirli bir yükseklikten sonra su taneleri haline
dönüşmesini sağlayan, sonrada onu yeryüzüne indiren, bir olan Allah
(c.c.)'dür.
Yukarıda bahsettiğimiz
gibi peygamberlerin gönderilmesini konu alan ayetlerle, rüzgar ve yağmurun
gönderilmesini konu alan ayetlerin arka arkaya gelmesi, bizim tezimizi biraz
daha kuvvetlendirmektedir. Tabiat ayetleriyle, Kur'an
ayetlerini uyumlu bir şekilde tatbik eden bir toplum veya kişilerden kötülüğün
çıkması mümkün değildir.[51]
49- Herne kadar yağmur kendilerine indirilmeden önce ümitlerini
kesmiş olsalar bile (yağmur yağınca seviniverirler.)
Kırksekizinci ayette; "O bulutların arasından yağmur
tanelerinin çıktığını görürsün. O taneler hangi kullarıma isabet ederse onlar
sevinir" buyruluyordu. Bu ayette ise;
"Yağmur yağmadan önce, yağmurun yağmasını bekleyen kişiler, bitkin bir
vaziyette ümitlerini kesmişler. Öyle olur ki, insan yağmur yağmayınca yağmuru
bekler. Karabulutları görünce sevinir, tam bulutlar yağacak bir ortam
oluşturduğu bir zamanda bakıyorsunuz ki bulutları rüzgar dağıtıveriyor. Burada
tabiat olaylarına dikkatimiz çekiliyor.
Bununla beraber
Peygamberlerinde yağmurlar gibi geldiklerini ve ondan istifade edenlerin iki
dünyada da sevineceklerini, aksi hareket edenlerinde şeytana benzeyeceklerini
bildiriyor. Buna işaret ediyor.[52]
50- Allah'ın
rahmetinin izlerine bir bak, ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor?
Şüphesiz ölüler işte böylece diriltir. O herşeye gücü
yetendir.
Allah'ın rahmetinin
eserlerine bir bak, nasıl yeryüzünü öldükten sonra diriltiyor. Kış gelince
tabiat bir ölümü andırır hale giriyor, beyazlarla kefenini giyiyor. Güz
mevsiminde ise insanın ihtiyarladığı gibi tabiat sararıp solmaya, o yaz
günlerindeki neşeli, kuvvetli sıcaklar ortadan kalkmaya başlıyor. Hiç dört
mevsimi birden yaşamayan bir bölgeden veya diyelimki
diğer gezegenlerden, kış mevsiminde dünyaya gelen insana; "bak, bu
gördüklerin yeşildi, burada kuşlar öter, otlar biter, kuzular, koyunlar,
arılar, böcekler olur" denilse, herhalde sadece o kış gününü gören insan,
bahan ve yazı görmediği için; "bu söylediklerinizin bu ölü toprak üzerinde
olması mümkün değil" cevabından başka bir şey söylemez.
İşte ana rahminden
gelen insana da bu dünya hayatından sonra, ahi-retin
varlığını anlatmaya çalışmak o kadar zor ve onun kabul etmesi de biraz daha güç
olacaktır.
Ama Rabbim; bakın.! bu
dört mevsimi siz yaşıyorsunuz, tabiat ölüyor, üzerinden kış, yani
"berzah" hayata geçiyor. Sonrada ilkbaharda
tekrar onu diriltiyoruz. Şüphesiz (insanı da öldüğü zaman) ölüleri bu şekilde
diriltir. O herşeye kadirdir. Ölüden diriyi, diriden
de ölüyü çıkaran O'dur.
Nasıl ki, onu bir
meniden, menininde bir sperminden, 55-90 kg.lık bir
insan haline getirdi ise, Ölü topraktan insanı diriltmeside
aynı şekilde olacaktır.[53]
51- Eğer biz
bir rüzgar göndersek, onu da sararmış görseler, onun ardından hemen küfre
başlarlar.
Şüphesiz ki, andolsun onlara, biz bir rüzgar göndersek, onlarda bir baksalarki, yemyeşil ziraatları, mahsulleri sapsarı
oluvermiş. Bundan sonra da (arkasından) kâfir oluverirler, nankör oluverirler.
Kişi iyilik gorüncede, kötülük görüncede
kalbinde iman duygusu yoksa kâfir oluveriyorlar. Yani yağmuru yağdırıyor Allah
(c.c.) her tarafı yeşertiyor sonra güz mevsiminde rüzgarlar estiriyor veya sam
yeli denilen rüzgar ilede sarartıveriyor. Bunu
gördüklerinde de Allah'ı inkara yöneliyorlar. Dirilmeyi vede
Ölmeyi bizzat gözleriyle görüyorlar fakat buna rağmen yinede kâfir
oluveriyorlar. Bu kişilerin kâfir olmasını sağlayan genelde Elmalının tabiriyle
kodaman takımıdır. Günümüzün tabiriylede devlet
yönetiminde söz sahibi, olanlardır.[54]
52- Şüphesiz
sen ölüye duyuramazsin sağırda dönüp gittiğinde
çağrıyı duyuramazsın.
Sen ölüye
duyuramazsın, arkasını dönüp giden bu sağırlara da sesini duyuramazsın,
çağrını ulaştiramazsm. Sağır deyince ayetin ifade
etmek istediği, doğuştan sağır olan veya sonradan her hangi bir arızadan
dolayı meydana gelenler değil.!!? Allah'ın kelamına ve İslami
mesajlara kulağını kapatan insanlardır.
Bu, sosyal
yaşantımızda İslam'ı anlatan basın yayınını takip etmemek, müslüman
düşünür ve liderlerinin fikirlerini önemsememek, kale almamak gibidir.
İşte bu, ölü olan
insanlara mesajı duyuramamadır. Ayet bize bir tesellidir. Bize düşen tebliğe
devamdır. Nasılki, hakikaten sonradan sağır olmuş,
bir insanın, kulağını iyileştirmek mümkün ise veya gözünü eski haline getirme
imkanı varsa, biz de bu düşünceden hareketle bıkmadan, usanmadan İslama gelir ümidiyle tebliğe devam edeceğiz. Ama bunu
başaramadıksa bunada üzülmeyeceğiz.
Ayet Hz. Peygamberin şahsında her mü'mine
sen ölüye duyuramaz, sağır olana tebliğini ulaştıranı azsın. Ama üzülmeye gerek
yok. Yani hakikaten sen görevini yaptıysan gerisi Allah'a kalmış demektir.
Böyle kişileri,
biyolojik nedenlerden dolayı hasta olmuş insan gibi düşünmeliyiz. Nasıl doktor
hastasını; "sen iyi olamazsın" deyip onu makamından, dairesinden
kovmuyor, tedavi yollarını öğretip, onları uyguluyorsa; bizim de bu
imansızları dışlamadan, çevresinden koparıp, hasta olmayan, manevi temizlik
içinde olan insanların arasına almamız gerekiyor.[55]
53- Körleri,
sapıklıklarından hidayete erdirici değilsin. Sen ancak, ayetlerimize iman
edeceklere işittirirsin de, işte onlar müslüman
olurlar.
Sen, kör olana hidayet
veremezsin, bu kör maddi gözleri kör değil, manevi gözleri kör olan insandır.
Biz, hidayet verecek olan değil, hidayetin verilmesine sebep olan insanlarız.
Hidayeti Allah (c.c.) verir. Peygamberlerde hidayet edemez. Ayette; "Sen
dilediğine hidayet veremezsin, ancak Allah dilediğine verir" buyruluyor.[56]
Bizim ayetlerimizi
ancak müslüman olarak iman edenlere işittirebilirsin.
Allah'ın ayetlerini severek kabul eden, dinleyen, onlarla amel etme gayreti
içinde olanlar müslümanlardır, Ona gönülden
inananlardır. Allah'ın ayetlerini bütün insanlara duyurabilmek için insanların
önce iman etmesi gerekmektedir.
20. yüzyılda batıdaki
küfür hareketlerinin dalga dalga İslam dünyasını
sarmaya başladığı bir zamanda, biz İslam alemi hazırlıksız yakalandık.
İnsanlar önce ahlaksızlığa, arkasından iman zafiyetine uğradılar.
Bu esnada bizim düşünürlerimizde,
insanlara iman duygusu aşılama yerine, İslam ekonomisinin, İslam hukukunun
üstünlüklerini anlatan eserler kaleme aldılar, ama buda fayda vermedi.
İnsanların üzerini karabulutlar gibi küfür bulutları kapladı. Artık insanlar
dinden uzaklaşmaya. adadıkları gibi
inanmaya başladılar.
Sonuç olarak; önce
kişilere Allah'a iman duygusunu aşılayıp, ondan sonra da İslam'ın diğer amel ve
üstünlükleri anlatılmalıdır.[57]
54- Sizi
zayıf olarak yaratan, zayiflıkdan sonra kuvvetli
kılan kuvvetten sonra zayıf ve ihtiyar kılan Allah'dır.
Dilediğini yaratır. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.
Bu ayette de,
yaratılışımızdaki dönemlere dikkatimiz çekiliyor. "O (Allah (c.c.)) sizi
zayıf olarak yarattı."demek, İnsanoğlu yemekten içmekten aciz bir şekilde
küçük bir bebek olarak dünyaya getiriliyor, yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını
annesi ve babası karşılıyor. Allah(cc), zayıflıktan sonra kademe kademe
kuvvet verdiğini, ifade ediyor.
Ayrıca insanoğluna
yaşına oranla maddi gücün yanında, -"insanları etkileme" olarak tarif
ettiğimiz- birde ruhi güç veriliyor. Sonra da zayıflığa vede
ihtiyarlığa yöneltiyor. Allah dilediğini yaratır, O herşeyi
bilendir. Herşeye gücü yetendir.
Allah (c.c), varlığına vede birliğine işaret eden delilleri, tabiattaki ayetlerden
daha fazla insanın yaratılışı, iç dünyası vede onun
diğer özelliklerinde ortaya koyuyor. Bunun sebebide
insan, dışındaki delilleri duyar, görür, akıl eder ama onları hissedemez. Fakat
kendi nefsi ile kendi vücudunun yaratılışı ve diğer özellikleri duymanın, akıl
etmenin, işitmenin ötesinde iç dünyasında bütün ruhuyla hisseder.
İnsanın yaşantısı
söylediklerini yalanlar, yani inanmayan insanlar iç dünyasında bir çatışma
içindedir. İnsan zayıf iken yaratılıyor, istesede istemesede güçlenip kuvvetlendiriliyor ve sonunda bu gücü
ve kuvveti istesede istemesede
elinden alınıveriyor. İşte bunu her inanan ve inanmayan insan dış alemdeki
delillerden, misallerden daha fazla hissetmekte.[58]
55- Kıyamet
koptuğu gün suçlular, bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler (dünyada).
İşte böyle çevriliyorlardı.
O günde kıyamet
meydana gelir. Suçlular "biz bir saatten fazla kabirde kalmadık"
diye yemin ederler. Hani Hz. Adem (a.s.) den sonra
gelen ilk kâfir, o günden bugüne kadar kabirde kaldığı halde, kıyamet günü
kabre getiriüpde dehşetli sahneleri görünce, geçmişte
çektiği azabın tamamını unutacak da, "ne kadar zaman kaldın?"
denildiği zaman, "bir saatten fazla kalmadım" diye yemin edecektir.
Halbuki nice seneler o kabirde kalmıştır.
Böylece Allah (c.c.)
bize, cehennem azabının kabir azabından da şiddetli olduğunu haber veriyor. O
günahkarlara, cehennem azabının yanında, kabir azabı hiç yokmuş gibi gelecek,
kabirde hiç azab görmemişler gibi olacaklar.
İşte böylece onlar
döndürülüyorlar. Ayette, "dönüyorlar" demiyor da, "döndürülüyorlar"
ifadesini kullanmış, insanlar İmansızlığı, imansızlığı yöneten insanların
gösterdiği istikamete göre seçerek, onların etkilemesi ile o yöne gidiyorlar.
Onun için Kur'an'da da; günahı işleyenden daha
ziyade, onu insanların işlemesine sebep olanlar hakkında daha fazla ayetler
bulunmaktadır.
Mesela Kur'an'da zinanın cezasını bildiren ayetlerin yanında,
"zina etmeyin" diye ayet yoktur. Ancak "zinaya yaklaşmayın"
ayeti vardır.[59] Yöneticilere, büyüklere
yönelikte, "kızlarınızı fuhuşa zorlamayın."
emri vardır.[60] Bu nasıl oluyor? denirse,
kültür yönüyle insanların beyinlerini yıkayarak içini boşaltıp, sonrada
ekonomik yönden zor durumda bırakarak zinaya zorlama vardır.
İşte zina edenlerde,
insanları zinaya sürükleyenlerde aynı günahı alır. Meydana gelen günahdan eşit şekilde paylarını alırlar. Mehmet Akif
merhumun söylediği gibi; Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu, Adli ilahide
Ömer'den sorar onu. Onun için yöneticinin (devlet başkanının) Hz. Ömer (r.a.) inancında ve düşüncesinde olması gerekir.
Halkının huzuru, güvenliği için her ortamı hazırlamalı ve insanların Allah'a
olan ibadet ve itaatlerini yapma kolaylığını sağlayıp toplumu, "menfaati celb, mefsedeti def" kaidesi
gereği ahlaksızlığa, çöküntüye götüren hususları ortadan kaldırması gerekir.[61]
56-
Kendilerine ilim ve iman verilenlerde; "Yemin olsunki
siz Allah'ın kitabında olduğu gibi, diriliş gününe kadar kaldınız. İşte bu
diriliş günüdür, ancak siz bilmiyordunuz" dediler.
Kendilerine ilim ve
iman verilenler, "imansızların kabirde çok az yattıklarını sanmalarına
karşılık ki, insan hayatında bu gerçekleşebilir. Mesela insan herhangi bir
rahatsızlıktan dolayı ağrı çeker, bu bir iki ay devam edince artık bir
bağışıklık kazanır. Fakat öyle bir zaman gelirki, o
bir iki ayı unutturabilecek şiddette başka bir ağrı geldimi;
"yahu ben önceden hiç ağrı çekmemişim, keşke eski ağrılı günlerim gibi
olsam" der.
İşte kâfirlerin bu
şekildeki zanlarına karşılık, mü'minlerede;
"Allah'ın takdirinde kıyamet gününe kadar orada kaldınız, işte siz şimdi
kıyamettesiniz, ancak siz bunu bilmiyordunuz" derler.
Daha öncede geçtiği, gibi işte o kıyamette mahşerde olduklarının farkına
vardılarmı, bu seferde mazeretler, özürler öne
sürecekler. "Ne olur bizi dünyaya geri gönderde, orada sana ibadet
edelim" diyecekler.[62]
57- O gün
zalimlere özür fayda vermez. Onlara tevbe fırsatı da
verilmez.
O gün o zalimlerin
mazeretleri onlara fayda vermeyecek. Ve onlara tevbe
için de fırsat tanınmaz. Allah (c.c); o kâfirlerin, mazeret ve özürleri kabul
edilip, dünyaya tekrar gönderiîseler bile, yine iman
etmeyeceklerini bildiriyor.
Bunun canlı
örneklerini şu anda görüp duruyoruz. Daha ahirete varmadan
dünyada iken bile annesini, babasını kaybedenler veya büyük bir kaza veya bela
ile karşı karşıya gelenler, hemen Allah'a yönelirler. Namazlarına ibadetlerine
başlarlar. İnsanlara kötülük yerine hep iyilik yapıp, bununda devamını
düşünürler. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra
artık eski hallerine geri dönüverirler.[63]
58- Andolsun insanlar için şu Kur'an'da
her türlü örnek verdik. Eğer sen onlara bir ayet getirsen, kafirler; "Siz
ancak batıl şeylerle uğraşanlarsınız "derler.
Biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali getirdik. İnsanlar
bu Kur'an'da sineğin yaratılmasını, örümceğin evini,
arıları, dağları, denizleri hatta ve hatta insanın kendi yaratılışını ve diğer
inceliklerini bulabilirsin.
"Sen onlara
mucizeler getirsen, ayetler getirsen o kâfirler; "siz batıl bir yoldasınız
derler." İşte iman etmeyene ne kadar akli ve nakli delilleri getirirsen
getir. Mucizeleri gözünün içine bile soksan, yine söyleyeceği şey, eğer kalbi
mühürlenmişse "siz sihirbazlık yapıyorsunuz" veya "siz yobazlık
yapıyorsunuz" diyecektir. Ama bu sözler müslümanları
korkutmayıp onların güçlenmesini, azimlerinin artmasını sağlamaktan başka birşey yapmamaktadır.[64]
59- İşte
Allah, bilmeyenlerin kalblerini böylece mühürler.
Kalblerin mühürlenmesi hususu, Bakara suresinde (ayet 7);
"Allah onların kalblerini, kulaklarını,
gözlerini mühürledi" ayetinde geçmişti. Bazıları bu konuyu Allah
mühürlemiş, mühürlenenlerde her hangi bir suç yokmuş gibi anlamaktalar. Yani
başka bir ifadeyle Allah insanların suçlu suçsuz olmasına bakmaksızın
iradesinin isteğine göre mühürledi şeklinde anlamakta, bu yanlıştır.
Doğrusu onlar mühüıienmeyi gerektiren suçu, günahı işledi. "Herşeyi yaratan Allah'dır"
ayetin gereği olarak onların kalbini, kulağını, gözünü mühürledi ve yine herşeyin yaratıcısı o olduğu içinde bu mühürleme eylemini
kendine izafe etmiştir.[65]
60- Sabret,
şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Yakini
bilgisi olmayanlar, sakın seni hafifliğe sevk etmesinler.
Onların; "siz batıl
yoldasınız, boşuna uğraşmayın" gibi sözlerine ve "sizi Allah'ın
yolundan alıkoyma çalışmalarına" sabret.
Günümüzde bazı müslümanlar bile, artık İslam'ın sonu geldi. A.B.D. herşeyi ile bizi hegamonyası
altına aldı. Bundan sonra çalışmaya gerek yok diyorlar. Ama, bizim
peygamberimiz Mekke'ye tek kişi olarak gönderildi. 13 yıl sonra Medine'de
devletini kurdu, ondan 10 yıl sonra da ikibuçuk
milyon metre kareye ulaşan bir sahada İslamı yaydı.
Onun yolundan giden Osmanlı dedemiz, Viyana kapılarına dayandı.
Biz de bütün bu
yapılanlara karşı çalışıp, yorulup, sonunda da sabrı elden bırakmayacağız.
Allah'ın vaadi haktır. Bunu hafife alıp iyice iman etmeyenler seni gevşekliğe
sürüklemesin.[66]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/113.
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/113-114.
[3] Bakz,
Ahmet Müsnet 11276,304 - Taberani
Kebir; 12129 hadis 12377 - Hakim müstedrek;2l410. -Beyheki; Delail 21330. -Tirmizi; Tefsir hah, suretür-Rum
Hadis,3193
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/114-118.
[5] Muhammed 7, Ali İmran 160
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/118-119.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/119.
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/119-120.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/120-122.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/123.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/123.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/124.
Bakz.; Mi'min 47, Bakara 166-167, Meryem 72, Ankebut
25, Saffat 27-32, Sebe 32, Ka/28, Sad 62
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/125.
[14] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/125.
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/125-126.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/126.
[17] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/127.
[18] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/127-128.
[19] Nesai
İşretünnisa, Ahmed Müsned 31128-199,285
[20] Tirmizi
Taharet 83, Ebu Davut taharet 94
[21] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/128-130.
[22] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/130-131.
[23] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/131-132.
[24] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/132-133.
[25] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/133-134.
[26] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/134.
[27] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/134-135.
[28] Bak; Nahl
71
[29] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/136-137.
[30] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/137-138.
[31] Buharı cenah 80-92, Tirmizi Kader 5, Müslim Kader 25
[32] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/138-141.
[33] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/141.
[34] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/141-142.
[35] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/142-143.
[36] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/143.
[37] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/144.
[38] Hud
suresi 6. ayet
[39] Tirmizi
Zühd 32, İbni Macc Zühd 14, Ahmeâ
Müsned 1130-52
[40] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/144-145.
[41] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/145-146.
[42] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/146.
[43] Nisa 48-116
[44] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/146-147.
[45] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/148-149.
[46] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/150.
[47] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/150.
[48] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/151-152.
[49] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/152-153.
[50] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/153-154.
[51] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/154.
[52] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/155.
[53] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/155-156.
[54] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/156-157.
[55] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/157.
[56] Kasas
56
[57] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/158.
[58] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/159.
[59] İsra
32
[60] Nur 33
[61] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/160-161.
[62] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/161-162.
Enam
27-28
[63] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/162.
[64] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/162-163.
[65] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/163.
[66] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/163-164.