RUM SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Rumlar Farsları Mağlup Edecektir. 2

Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber. 2

Gökler, Yer Ve İkisi Arasındakiler Üzerinde Düşünmek. 4

Kıyamet Günü Müşrikler Ümitsizdir. 4

Bütün Hamdler Allah'a Mahsustur. 4

Allah'ın Ayet Ve Nimetlerinin Hatırlatılması 5

Allah'ın Kudret Ve Konumunu Gösteren Ayetler Zinciri 5

Allah Kendisine Ortak Koşulmasına Razı Değildir. 6

Allah'ın Dini Fıtrata Uygundur. 7

İnsan Çok Nankör Bir Varlıktır. 8

Allah Kendisi İçin Yapılan Harcamalardan Razıdır. 9

"Yakınlara Hakkını Ver" Cümlesi Ve Şia Rivayetleri 9

Yeryüzü İnsanların Davranışlarıyla Bozulmaktadır. 10

İnsanlar Uyarılmaktadır. 10

Yağmur Allah'ın Lütfudıır. 11

Yardım Ancak Allah'tandır. 11

Allah'ın Kudret Nişanelerinden Yağmur Ve Rüzgarlar. 11

Allah İnsanı Birçok Evrelerden Geçirerek Yaratmıştır. 12

Öldükten Sonra Diriltme -Ba's- Haktır. 12

Allah İnsanlara Herşeyi Örneklerle Açıklamıştır. 13


RUM SURESİ

 

Kurandaki Sırası       : 30

Nüzul Sırası              : 84

Ayet Sayısı               : 60

İndiği Dönem           : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sürede Rumların Şam bölgesinde yenilmelerine ve çok yakında mü'minlerin de sevine­cekleri bir galibiyet elde edeceklerine işaret edilmektedir. Kafirler dünya hayatına dalıp ahireti unuttuklarından kınanmakta ve geçen ümmetler kendilerine hatırlatılmaktadır. Ahi-retin geleceği te'yîd edilerek o zaman mü'minlerle kafirlerin sonlan açıklanmaktadır. Allah ortaklardan tenzih edilmektedir. Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini göstermek amacıyla, kâinattaki Allah'ın kudret nişanesi bir dizi mükemmel ayetler ve kanunlar serdedilmiştir. insan tabiatından olan şiddet anında sabretmeyip feryat etme, sevinç anında da şükret-meyip azgınlık ve taşkınlık göstermeye işaret edilmiş ve bu gibi durumlarda mü'minlerin yapmaları gereken davranışlar açıklanmıştır. Peygamber de desteklenerek, tatmin edilip rahatlatılmakta ve sürekli zafer va'di yapılarak bu va'din mutlaka gerçekleşeceği vurgu­lanmaktadır.

Sûre bölümlerinin ve ayetlerinin birbiriyle bağlantılı olması, bir defada yahut peşpeşe indiği görüşünü doğrulamaktadır. 17. ayetin Medine'de indiği rivayet olunmuştur. Ancak ayetin öncesi ve sonrasıyla üslup ve konu bakımından tam bir bütünlük arzetmesi bu riva­yetin doğruluğunda şüphe uyandırmaktadır. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla

1.  Elif, Lam, Mim.

2.  Rum (orduları) yenügİye uğradı.

3.  Yakın bir yerde[2] Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.

4.  Birkaç (3-9) yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir.

5. Allah'ın yardımıyla, O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün oİandır, esirgeyendir.

6.  (Bu) Allah'ın va'didir; Allah, va'dinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.

7.  Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gâfii olanlardır.

 

Rumlar Farsları Mağlup Edecektir

 

Sûre, dikkat çekip dinlemeyi sağlamak için Elif, Lam, Mim harfleriyle başlamış, sonra bunun akabinde de Rumların Hicaz'a sınır bölgelerde hezimete uğramalarını haber vererek, birkaç (3-9) yıl arasında zafere kavuşacaklarını müjdelemiştir. O vakit mü'minlerin güçlü, aziz ve rahim olan Allah'ın yardımıyla kullarının zafere ulaşmala­rından sevineceklerine işaret edilmiştir. O dilediğine yardım edip zafere ulaştırmaya ka­dirdir. Bunun Rabbani bir va'd olduğu te'yid edilerek, Allah'ın va'dinden dönmeyeceği vurgulanmaktadır. İnsanlann çoğu gerçekleri bilmemektedirler; bütün bildikleri, dünya hayatında dışarıdan görünen bazı şeylerdir, ahiretten ise bütünüyle gafildirler, halbuki orası çok önemli ve tehlikelidir.

Bu sûre, başındaki mukattaa' harflerinden hemen sonra Kur'an konusundan başka bir konu işleyen nadir sûrelerden birisidir. [3]

 

Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber

 

Müfcssirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayetler naklctmişlerdir[4]. Ma'kul çerçevede özeti şudur: Bu ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağ­lup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini iz­har ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü müslümanlar kaynak ve özün bir oldu­ğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini söylüyorlardı ve hristiyan Rumlar da onlardandı.

Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farslann bahsi ve müşriklerin sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi te'yid et­mektedir.

Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre[5] müslümanlarla kafirler arasında durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğrama­larından sonra tekrar galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef ara­sında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber'e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi arttırmasını emretti, çünkü bid'ı (birkaç) kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu. Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye'nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip olmamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak he­men hemen üzerinde ittifak edilen nakledilmiş tertiplere göre bu sûrenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve bu dönemde Kur'an'dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet sonra Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret etmişlerdir.

Her ne olursa olsun Allah va'dini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfes-sirlerin naklettikleri rivayetler arasında[6] bunun Hicret'ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade edilmektedir. Bir kısım müfessir de[7] bunun Hudcybi-ye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu esnada Kureyş'İn ileri gelenleri Peygam­ber ve mü s lüm anlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu Hicret'in altıncı yılında ol­muştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle sonuçlanmıştı: "Biz sana apaçık bir fetih verdik". Müslümanlar, kitap ehli olmayan Mecusilerle birlik­te olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar da Mccusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur'an haberlerinden biri gerçekleşmişti.

Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sı­rada bizim de dikkat çektiğimiz birçok sûrenin çeşitli ayctlcriylc de tc'yid edilmiştir.

Bunlar arasında Pcygamber'in üzerine Kur'an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra'd sûresinin "Kendile­rine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilenden sevinirler..." ve bu indirilenin Allah ta­rafından olduğuna onlardan yakinen inananlar olduğunu açıklayan En'am sûresinin 114. ayeti: "Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an)'nun gerçekten Rabbin tarafın­dan indirilmiş olduğunu bilirler..." Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre­sinin 52. ve 53. ayetleri: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'a inanırlar. Onlara Kur'an okunduğu zaman: 'Ona inandık, O Rabbimizden gelen ger­çektir... Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik' derler" ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: "O 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi..." bunlardandır.

Bütün bunlar müşrikleri Öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur'an'a inanıp tasdik etmeleri karşısında, onların Allah'ın kitabını ve Peygamberini inkar etmelerinden dolayı Kur'an onları kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp kederlenmişlerdi.

Açıkça ifade etmek gerekir ki bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine'de inen kitap ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz yahudilerinin Peygamber'e ve Kur'an'a karşı inkarcı ve düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşme­mektedir. Biz önceki münasebetlerde bunun sebeplerini Kur'an naslanyla da destekle­yerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygam-ber'den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları Peygamber'in elçi­lerine, bristiyan Arap kabileleri de müslümanîann kafilelerine saldırmıştı ve bu, sözko-nusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece düşmanlığı defetmek de müslümanîann hakkı ve görevi haline gelmişti.

Bu arada Kur'an, anlattığı haber ve kıssalardan öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu hadisenin de buna vesile olmasını murad etmiş ve ayetler Allah'ın yardım edeceğini, zaferi va'dettiğini ve sevinme hakkının da mü'minlere ait olduğunu ifade e-den umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan insanlar da ayetlerde kınanmış­tır.

Şunu da belirtelim ki "gulibet" kelimesindeki "gayn" harfi fetha-üstün, "seyağlibûn" kelimesindeki "ye" harfi de zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birin­cisinde zamme-ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar, sonra da galip gelmişlerdir. [8]

 

 

8. Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, göklerde, yerde ve bu İkisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ola­rak ve belirtilmiş bir süre ile yaratmıştır? İnsanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler.

9. Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekile­rin sonunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar kendilerinden daha güçlü idiler; toprağı alt-üst etmişler' [9]ve onu, bunla­rın imar ettiklerinden daha çok imâr etmişlerdi. Onlara da elçileri, deliller getirmişti. Demek ki, Allah onlara zulme­decek değildi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyor­lardı.

10.  Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu'[10]. Çünkü, Allah'ın ayetlerini yalanladılar ve onlarla alay ediyorlardı.

 

Gökler, Yer Ve İkisi Arasındakiler Üzerinde Düşünmek

 

Bu ayetlerde yaratılış üzerinde yeterince düşünmemelerinden dolayı ahiretten gafil olan kimselere kınayıcı bir soru bulunmaktadır. Mantıklı olarak sakin bir şekilde düşün­meleri, onların, Allah'ın gökleri, yeri ve aralarında bulunan varlıkları boş yere, anlamsız olarak yaratmadığı gerçeğini anlamalarını sağlayacaktır. Bilakis bunları hakka dayanan yüce bir hikmetle, ilminde saklı olan bir süreye kadar yaratmıştır.

2- Düşünmemelerinin sebebine de işaret edilerek, bunun insanların çoğunun Rableri-ne kavuşacaklarına yakînen inanmamaları olduğu belirtilmiştir. İşte bu yüzden düşünce ve tefekkürden yüz çevirmektedirler.

3-  Onları kınayan başka bir soru daha vardır; Bu varlıklar üzerinde düşünmüyorlar­sa, hiç olmazsa yeryüzünde dolaşarak kendilerinden önce geçen kavimlerin akibetine baksalar, haberlerini öğrenip onlardan ibret ve öğüt alsalar ya! Onlardan Önce geçenler, onlardan daha güçlüydü, yeryüzünü daha İyi imar ediyor ve kullanıyorlardı. Onlara Al­lah'ın elçileri apaçık delillerle geldiğinde, onları yalanlayarak, alay ederek karşı geldi­ler, kötülükleri işlemekten vazgeçmediler, Allah da onları kötülükleri karşısında ceza­landırdı. Onlar bu şekilde mazlum değil, kendilerine zulmeden canilerden oldular.

Ayetler önceki bölümde geçen son iki ayetle bağlantılıdır. O iki ayette, gerçekleri ta­nımayan, ahiret yurdundan gafil olan kafirleri kınamaktadır. Bu ayetler de sözü aynı ko­nuya, kafirlere ve tutumlarına getirmiştir. Bu, Kur'an nazmının üsluplarından bir tür olup, birçok Örnekleri daha Önce geçmiştir.

Ayetlerin üslubu güçlü ve sağlam olup, hem kalbe, hem de akla hitap etmektedir.

İkinci ayet kınamanın yanısıra hatırlatma ve ibret vesikası bir misal ihtiva etmektedir. İşiten muhataplar kendilerine ulaşan haberler yoluyla, seyahatleri esnasında gözleriyle gördükleri kalıntılar vasıtasıyla, Arap yarımadasında veya civarında, gittikleri bölgeler­deki halkların hepsinin Rabbani bir azabla helak olduklarını, ülkelerinin de yıkılıp yok olduğunu bilmektedirler. Onlar kendilerinden daha güçlü ve etkiliydiler. İşte bu açıdan ayetlerdeki tehdit ve hatırlatma bağlayıcı, etkileyici ve sağlam olmaktadır. [11]

 

11. Allah, yaratmaya başlar, sonra onu çevirip yeniden ya­par; sonra O'na döndürülürsünüz.

12.  Kıyamet saatinin kopacağı gün, suçlular (umutsuzluk içinde) susarlar[12].

13.  (Allah'a) Ortak (koştukları puflarından da kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmaz. O zaman ortaklarını inkar ederler.

14.  Kıyamet saatinin kopacağı gün (inananlar ve inanma­yanlar) ayrılırlar.[13]

15.  Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' sevinç içinde ağırlanırlar.

16.  Ancak inkar edip ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar ise; artık onlar da azab içinde hazır bulun­durulurlar'3'.

 

Kıyamet Günü Müşrikler Ümitsizdir

 

Ayetlerin ifadesi gayet açıktır; öncekilerle üslup ve konu bakimmdanda irtibatlıdır. Birinci ayet muhataplara açık deliller sunmaktadır; müşriklerin de kâinatı yarattığım iti­raf edip kabul ettikleri Allah'tır, O ilk başta yaratmaya kadir olduğu gibi ikinci defa da tekrar yaratmaya kadirdir. Bu delil daha önce de geçen benzer münasebetlerde tekrar­lanmıştır. İkinci ayet müşriklerin, Allah'la birlikte ortak koşup taptıkları ortaklarından ve şefaatçilerinden ümitlerini kesmeyi amaçlamaktadır, zira onlar Allah'ın ayetlerim ya­lanlamışlar, ahireti de inkar etmişlerdir. Böylece ayetler onları pişmanlık ve hasretten önce düşünmeye davet ederek inkarlarından vazgeçmelerini sağlamayı amaçlamıştır. [14]

 

 

17.  Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı teşbih edip (yüceltin).

18.  Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz[15] vakitde.

19.  O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölü­münden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacak­sınız.

 

Bütün Hamdler Allah'a Mahsustur

 

Ayetlerde Allah noksan sıfatlardan tenzih edilerek, her zaman ve yerde hamd ve tak­dise layık olduğu açıklanmaktadır: Sabahleyin, akşamleyin, öğle vaktinde, günün so­nunda, akşam üzeri, yeryüzünde ve göklerde bütün hamd ve övgüler O'na mahsustur. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran, Öldükten sonra yeryüzünü tekrar diriltip canlan­dıran O'dur. O aynı şekilde insanları da öldükten sonra diriltip kabirlerinden çıkaracak­tır.

Ayetler, önceki ayetlerden birinci ayetin içeriğini desteklemek amacıyla, Allah'ın insanları ikinci defada diriltmeye kadir olduğuna dair deliller ihtiva etmektedir. Açıkça görüldüğü gibi bu ayetler geçen ayetle bağlantılı olup aynı konuyu devam ettirip ta­mamlamaktadır.

Özellikle ikinci ayetin ihtiva ettiği husus geçen birçok sûrede aynı maksatla tekrar­lanmıştır. Önceki münasebetlerde ifade üzerine yeterli derecede açıklamada bulunmuş­tuk.

Bizim dayandığımız mushaf, 17. ayetin Medine'de indiğini ifade etmektedir. Bu çok gariptir, zira bu ayetle sonrası arasında apaçık sağlam bir bağlantı olup ayrılmayacak bi­çimde bir bütünlük oluşturmaktadır. Bunun için sözkonusu rivayetin doğruluğundan şüphe etmekteyiz. [16]

 

20. Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer oldunuz.

21.  Kendilerinde 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bun­da, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardir.

22.  Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renkle­rinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bun­da, alimler için gerçekten ayetler vardır.

23.  Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun lütfundan aramanız[17]', O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

24.  Size bir korku ve umut olarak şimşeği göstermesi ile'' gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklı­nı kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

25.  Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden bir (kere) çağırma ile ça­ğırdığı zaman, hemencecik (bir de bakarsınız ki) çıkarıl­mışsınız.

26.  Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na gönülden boyun eğmiş bulunuyorlar.

27.  Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'-dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yü­ce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Allah'ın Ayet Ve Nimetlerinin Hatırlatılması

 

İlk beş ayette Allah'ın ayet ve nimetlerine, kâinattaki varlık ve kanunlarına dikkat çekilmektedir:

1-  İnsanların toprak aslından yaratılması, sonra çok geçmeden onların çoğalıp yer­yüzünün her yerine yayılması O'nun ayetlerindendir.

2- Onlara kendi cinslerinden ve nefislerinden eşler yaratması ve her eşin kendi eşiy­le sükûne ermesi, ünsiyet bulup rahatlaması O'nun ayetlerindendir. Onlarda birbirlerine karşı sevgi ve merhamet duygularını geliştirmiştir.

3- Gökleri, yeryüzünü yaratması, insanların renk ve dillerinin farklı farklı olması da O'nun ayetlerindendir.

4- Geceyi ve gündüzü; birincisinde insanların uyuyup dinlenerek rahatlamaları, ikin­cisinde de nzık ve Allah'ın lütfundan arayarak çalışmaları, muhtelif ihtiyaç ve masla­hatlarını görüp gidermeleri için takdir etmesi de O'nun ayetlerindendir.

5- Yıldırımı gönderip bir yandan insanları onunla korkutması, bir yandan da rahme­tinden ümit etmelerini sağlaması O'nun ayetlerindendir. Zira yağmur, gökten onun ar­dından inmekte ve Allah onunla yeryüzünü kuruyup öldükten sonra diriltmektedir.

6- Kainatın nizamının, göklerin ve yerin kanunlarının en güzel ve mükemmel bir şe­kilde O'nun emriyle işlemesi de O'nun ayetlerindendir. O'nun ilminde saklı olan vakit gelip de insanlar O'na çağrıldığında, hemen davete icabet edecekler ve yeıyüzünün içinden çıkıp davete koşacaklardır.

Bütün bunlarda Allah'ın büyüklüğünü, kudretinin sonsuzluğunu, O'nun bütün nimet ve rahmetlerin kaynağı, herşeyin tedbir edicisi olduğunu gösteren apaçık ayetler ve aşi­kar deliller bulunmaktadır. Niyeti güzel, kalbi berrak olup; düşünen, aklını kullanan, varlıkları inceleyen, hakkı ve hakikati öğrenen kişi bunları çok kolay idrak edip ikna olur.

Son iki ayette bu ayetlerin fonksiyonu açıklanıp tamamlanmaktadır:

1- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'na boyun eğer.

2- Yaratılışı ilk başta gerçekleştiren de, sonra onu tekrar yapan da O'dur.

3-  Yaratılışın ikinci defa tekrarlanması başlangıcından daha kolaydır; göklerde ve yerde en yüce misaller O'nundur; O güçlü ve üstündür, hiçbir şeyden aciz değildir, hü­küm ve hikmet sahibidir, sadece hikmetli ve doğru olanı yapar. [18]

 

Allah'ın Kudret Ve Konumunu Gösteren Ayetler Zinciri

 

Ayetler, Önceki ayetleri Allah'ın büyüklüğüne, kudretine delil sunmak maksadıyla tamamlamakta, yarattığı varlıklara ve kâinatta koyduğu kanunlara dikkat çekmektedir. Önceki üslup ve konuyu devam ettirmektedir. Bu ayetler, konusunda bütün güzellik ve mükemmelliği toplayan Kur'an dizelerinden birisidir.

Ayetler, farklı s e viy elerdeki insanların anlayabilecekleri bir üslupta gelmiştir. Onla­rın müşahadeleri altında bulunan benzer, hissedilcbilen eserlerle de uyum içerisindedir.

Her ayetin bitiminde yer alan son ifadeler (düşünebilenler, işitebildiler, aklını kullanabi­lenler, bilenler gibi) bunların hem kalplere, hem de akıllara yöneltildiğini göstermekte­dir. Özellikle de hak ve hakikate ulaşmak isteyen, inat ve kibirde ısrar etmeyen sınıf için. Ayetler işitenlerin vicdanlarına ve kendi içlerine dönmelerini ve böylece bunlarda bulunan hak ve kudret üzerinde iyice düşünmelerini sağlamak için onları korkutmuştur.

Ayetlerde sözün mutlak olarak gelmesi, bunların yönünü ve hedefini, her zaman ve mekanda yaşayan tüm nesillere çevirmeye imkan vererek insanları nesiller boyu her yerde Allah'ın ayetleri ve kâinattaki kanunları üzerinde düşünmeye teşvik etmektedir.

Ayetlerin içerdiği konular geçen birçok sûrede çokça tekrarlanmıştır. Ama burada daha kapsamlı ve mükemmel gelmiştir. Bu tekrarın yapılmasının nedeni ise, kıssaların, Öğütlerin, kınama, uyan, teşvik ve müjdelerin tekrarında yalan sebebin aynısıdır; yani, önceki münasebetlerde de belirttiğimiz gibi, davet ortamının tekrarlanması ve çeşitlilik arzetmesidir.

"En yüce misal O'nundur" cümlesi bir nevî açıklama, izah mesabesinde zikredil­miştir; yani, yukarıda bahsedilen iadenin başlangıçtan daha kolay olacağı ifadesi sadece konuyu insanların zihinlerinde delille somutlaştırmak içindir, zira insanlar bir şeyin ia­desini, aslını taklit ederek aynısını yapmayı, onu yoktan icad edip yapmaktan çok daha kolay olarak görmeye alışmışlardır. Gerçekte ise böyle bir örneğin Allah hakkında varid olması doğru değildir, çünkü başlangıçta, iade de O'na göre eşittir, aynı kolaylıktadır.

"Kendilerinde sükun bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yarat­ması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O'nun ayetlerindendir" ayeti evren­sel bir mükemmellik ve mesaj içermektedir. Allah her nefis için kendi cinsinden eş ya­ratmıştır ki, böylece her birinin kendi eşine ısınması, birbirlerini sevmeleri, aralarında şefkat ve merhametin oluşması kolay olsun. Buna göre insanın vazifesi, daha çok da müslümanın vazifesi erkek olsun, kadın olsun, evlilik bağına bu itibarla bakıp ondan sapmamak için tüm gücünü sarfetmektir. Burada Kur'an'ın bu bağa ne kadar büyük önem verdiği görülmektedir. [19]

 

28.  Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik oldukla­rından sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gi­bi kendilerinden de korktuğunuz ortaklar var mıdır?" İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

29.  Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın ken­di nevalarına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hida­yete erdirebilir? Onların hiç bir yardımcıları yoktur.

 

Allah Kendisine Ortak Koşulmasına Razı Değildir

 

Birinci ayette muhatapları köşeye sıkıştırıcı, dinleyenlerin zihinlerine konuyu somut bir şekilde yaklaştınci örnek ve benzetmeler soru üslubuyla sunulmuştur. Onlar elleri altında bulunan kölelerinin mallarında ortak olmalarına, yaptıkları tasarruflarında onları hesaba çekmelerine razı olurlar mı? Ve onların kendilerini hesaba çekmelerinden veya mallarını paylaşmalarından, yahut onlarla tartışmalarından hiç korkarlar mı? Bu somut örneğin akabinde açıklama olarak, Allah'ın ayetlerini, insanların zihinlerine yaklaştırıcı somut örneklerle açıklayıp izah etmesinin nedeninin; aklını kullanan, hakkı öğrenmeyi isteyen kimsenin düşünmesini sağlamak olduğu belirtilmektedir.

İkinci ayette de kafirlerin gerçek durumunu izah maksadıyla açıklamada bulunul­maktadır: Onlar inançlarında, geleneklerinde nefsin nevasına, istek ve arzularına tâbi olurlar; akla, bilgiye ve mantığa dayanmazlar. Bunun için onlara karşı hiçbir delil, ikna etme çabası ve somut örnekler bir fayda vermez. Onlar Allah katında hiçbir kurtuluşa ve başarıya ulaşamayacaklardır. Allah katında durumu bu olan kimseye kendisinden sonra gelenlerden hiçbir yardımcı ve koruyucu bulunmayacaktır.

Ayetler esas itibarıyla önceki ayetlerden kopuk değildir. Burada verilen örnekten maksat müşrikleri susturup köşeye sıkıştırmaktır. Zira onlar elleri altında bulunan köle­lerinin, kendilerine ortak ve nazire olmalarına razı değillerdir. Halbuki kendileri de tabi­at ve yaratılışta onlar gibidir. Bu durumda nasıl oluyor da akıllarınca Allah'a, yaratıkla­rından ortaklar ve benzerler kılıyorlar ve Allah'ın bundan razı olacağını zannediyorlar?

"Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir?" cümlesi hakkında yaptığımız yo­rum ayetlerin ruhuna dayanmaktadır. Zira kafirler hak yoldan saparak, bilgisizce neva­larına tâbi olmuşlar, Allah da onları saptırmıştır, yani onlan başarı ve doğruya ulaşmak­tan mahrum bırakmıştır. Bu, benzer münasebetlerde de belirttiğimiz üzere: "O bununkr ancak fasıkları saptırır", "Allah zalimleri saptırır" ifadelerinde geçtiği türdendir. Bu­nunla beraber bu ifadeler ayetlerin indiği andaki kafirlerin durumunu yansıtmaktadır. Yoksa onların geleceklerini kesin olarak yansıtan bir açıklama değildir. Bunun delili ise, Kur'an'ı o zaman-dinleyen muhatapların çoğunun daha sonra hidayete ermeleri, i-man edip Allah'ın rıza ve rahmetine kavuşmalarıdır. [20]

 

30.  Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah'ın o fıtratına[21] çevir ki, insanları bunun üzeri­ne yaratmıştır. Allah'ın yaratması'[22] için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak İnsan­ların çoğu bilmezler.

31.  Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın.

32.  (Onlar) Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.

 

Allah'ın Dini Fıtrata Uygundur

 

Birinci ayette Pcygamber'c Allah'ın dinine tam bir ihlasla[23] sarılması, hiçbir sapma[24] ve tereddütte bulunmamasr emredilmektedir. Bu din, Allah'ın insanları onu kabul etmeye meyyal ve uygun olarak yarattığı bir dindir; üzerinde yürüyüp takip etmelerini farz kıl­dığı yolu ve emridir. Bu yol öyle bir yoldur ki, İnsanların çoğu bunu idrak etmeseler de, ne üzerinde bir değişikliğin ne de bir tadîlatın vuku bulması doğru ve mümkün değildir.

Bunu takip eden iki ayette de hem Peygamber hem de müslümanlara, yönlerini sa­dece Allah'a çevirmeleri, salih ameller İşlemekle, sırf O'nun için namazı dosdoğru kıl­makla, O'ndan sakınıp korkmakla, din konusunda birçok grup ve hevâlara ayrılan ve her grubun sahip olduklanyla övünüp sevindiği müşriklerden olmamaları emredilmek-tedir.

Ayetler öncekilerle sıkı bir bağ içerisindedir. Peygamber ve mü'minlere, kafirler ve müşriklerin üzerinde bulundukları bâtıla, sapıklığa ve haktan sapmış hevâlara karşı ta­kınmaları gereken tavır açıklanmaktadır.

İkinci ayette, birinci ayetle Peygamber'e yönelik olan emrin aynı zamanda müslü-manları da kapsadığı ifade edilmektedir.

"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah'ın o fıtratına çe­vir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır" ayetindeki "hanif kelimesi dosdoğru anla­mındadır. Kur'an'da çoğunlukla Yunus sûresinde de açıklayıp örneklerini sunduğumuz gibi, Allah'ı birlemek ve şirk koşmamak anlamında kullanılmıştır.

Bu durumda ayetteki emir, Allah'ın birlenmesine, sımsıkı sarınılmasımn gereğine, bunun, üzerinde hiçbir tadil ve değişikliğin yapılması doğru olmayan Allah'ın dini ol­duğuna dikkat çekmek amacıyla gelmiştir. Peygamber'den nakledilen bir hadiste şöyle buyuruImuştur[25]. "Bütün doğan çocuklar fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra da anne-babası onu ya yahudileştirirler veya hristiyanlaştırırlar yahut da mecusi yaparlar. Nasıl ki bir hayvan kendisinden uzuvları tam bir hayvan doğurup çıkarır, işte öyle... Siz hiç ondan uzuvları olmayan bir hayvan yavrusu çıktığını gördünüz mü? Sonra şu ayeti oku­du; "Allah'ın o fıtratına ki; insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratması için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur)..." Müfessirlerin İbn Ab-bas ve tabiin müfessirlerinden naklettiklerine göre[26], fıtrattan maksat İslam'dır. Bu, şu anlama gelmektedir: Bir dine sahip olmak, yani din düşüncesini veya bu kâinatın öte­sinde yaratıcı yüce bir akıl gücünün varlığını hissetmek; bu gücün birliğim ve ibadete layık olduğunu duyumsayarak nefsi, benliği O'na teslim etmek, insanların her şart ve ortamda onun üzerine yaratılıp biçimlendirildikleri bir tür içgüdüdür. Onlar çevrelerini kuşatan veya içinde yetişip büyüdükleri, cahillikten, dünyevî emellerden kaynaklanan sapık hevalanndan ve geleneklerinden etkilenmedikleri müddetçe bu içgüdülerine tâbi olurlar. Çünkü insan aklının saf-berrak halinin de bundan başka bir şeyi idrak edip ka­bullenmesi mümkün değildir. Yunus sûresinin 19. ayeti değişik bir üslupla bu gerçeği ifade etmektedir; "İmanlar bir tek ümmetten başka bir şey değildi, ama ayrılığa düştü­ler..."

İşte bundan dolayıdır ki, Allah Peygamberlerini; sapıklığa dikkat çekip, insanları on­dan korumaları için müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir. Bu, Bakara sûresinin şu ayetlerinde belirtilmektedir:

"İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan kitabı indirdi. Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o (kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir". (213).

İman edenlerle kastedilen Muhammed'in tâbileridir. İşte bu şekilde İslam dini, Al­lah'ın insanları üzerinde yarattığı saf, sade insan fıtratına uygun din olmaktadır.

Önceki sûrelerde birçoğu geçen Kur'an açıklamaları, büyüklenen kimseden başkası­nın inkar edemeyeceği Allah'ın varlığına, vahdaniyetine, bütün kemâl sıfatlara sahip oluşuna, tüm noksanlıklardan uzaklığına ve yüceliğine, sadece O'nun boyun eğilmeye ve yalvarılmaya layık olduğuna dair deliller içermektedir. Bu konuda yeterli miktarda açıklamada bulunduk. Böylece dimdik ayakta duran dosdoğru İslam dininin inanç boyu­tunu açıklamış olduk. O, insanın fıtratı, Allah düşüncesi, O'nun birliği ve nefsi sadece O;na teslim etmenin adıdır.

Kayda değer bir husus da insan fıtratının temsil ettiği bu tablonun varlığını ve işlevi­ni muhtelif asırlardan çağımıza kadar yaşamış birçok alim, felsefeci ve araştırmacı, ta­rihle, sosyal hayatla, astronomiyle, matematikle ve tabiat ilimleriyle ilgili yaptıkları araştırmalarının bir sonucu olarak açıklamış olmalarıdır. Bunun için, bu konuda sadece büyüklenen inatçı kimse tartışabilir ve aynı zamanda bunun aksini de ispatlamaya gücü yetmez demek doğru olur[27].

"(Onlar) Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular..." ayeti her ne kadar müş­riklerin yolunu tutmaktan nehyediyorsa da, bu son ayetle evrensel bir mesaj bulunmak­tadır. -Ki onlar dinde gruplara, fırkalara ayrılmalarından dolayı kınanmışlardı, zira onla­rın bir kısmı meleklerden ve başkalarından bazı varlıkları O'na ortak koşmakla birlikte Allah'ı itiraf edip kabul ediyordu; yine onların bir kısmı putperest, bir kısmı yıldızlara tapıyordu; bir kısmı da ateşe tapıyordu., vs.- Öyle ki din konusunda nefislerin hevâ ve arzularına kapılarak fırkalara ve gruplara ayrılması ve her grubun kör bir taassupla ken­di görüşüne sarılması şiddetle kötülenip yasaklanmaktadır.

Fakat bu, hakkında açıkça Kur;an nassı veya sahih Peygamber hadisi bulunmayan içtihadî konularda ihtilaf etmesinler anlamına gelmemektedir. Zira bu çok tabii bir durum olup, buna ehil olan her insanın da görevidir. Yalnız burada Allah'ın Kitabı'nda, elçisi­nin sünnetinde belirlenen değişmez, açık prensip ve esaslardan sapmama şartı vardır. İç­tihadın hevaya, arzuya dayanmaması veya ona destek çıkmayı amaçlamaması gerekir. [28]

 

33.  İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir Rahmet taddırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.

34.  Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye, (böyle yaparlar). Öyleyse meta lanı p-yararla-nın, artık yakında bileceksiniz.

35.  Yoksa biz, onlara İspatlı bir delil indirdik de, o mu O'­na ortak koşmalarını söylüyor?

36.  Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman onunla sevinirler. Elleriyle yapıp öne sürdükleri (işleri)nden dolayı onlara bir kötülük erişince de, derhal umutsuzluğa düşerler.

37.  Görmediler rni, Allah dilediğine rızkı genişletiyor da; daraltıyor da; şüphesiz inanan bir toplum İçin bunda İbret­ler vardır.

 

İnsan Çok Nankör Bir Varlıktır

 

Ayetlerde:

1- insanlarda gözüken birbirine zıt davranışlar kınanarak işaret edilmektedir; onlara bir zarar ve bela geldiğinde sadece Allah'a sığınıp başlarına geleni kaldırması için O'na

yalvarırlar. Sonra belalı onlardan kaldırdığında, iyilik ve rahmete nail olduklarında, on­lardan bir grup Alfah'a ortak koşmaya meyledip, nail oldukları şeylerde başkasının da tesiri olduğuna inanmaya başlarlar.

2- Ayetlerde müşrikler için uyan vardır; Onların Allah'tan başkasını O'na ortak koş­malarına, O'nun nimetine nankörlük yapmalarına, sadece O'na yönelik ihlasdan dönme­lerine delil vardır. Nankörlüklerini diledikleri gibi yapıp inkar etsinler, elde ettikleriyle bir müddet hoşça eğlenip zevklensinler bakalım, çok yakında bu inkarın ve nankörlüğün neticesini, aleyhlerine hazırladığı kötü sonucu göreceklerdir.

3- İnkar içeren bir soru da yer almaktadır; yoksa onlar ortak koşmalarında bir delile, Rabbani bir vahye mi dayanıyorlar?

4-  Ayetlerde insanlarda gözüken genişlik ve nimet halinde sevinip azma; şiddet ve zarar durumunda da ümitsizliğe kapılıp üzülme davranışına kınanarak işaret edilmekte­dir.

5- Daha sonra bunu açıklayıcı ve izah edici anlamda sora gelmektedir. Her iki hal de Allah tarafindandır. O bazen dilediğine rızkı genişletip-yayar, bazen de dilediğine onu daraltrp-kisar. Bunun iyi anlaşılması gerekir. Zaten bu açıkça müşahede edilmektedir. Bunda birçok ayetler ve Rabbani hikmetler vardır. Bunları ancak, sadece Allah'a ina­nanlar anlayıp kabul eder.

Bu ayetlerin nüzul sebebiyle ilgili herhangi özel bir rivayete rastlamadık. Bu ayetler her ne kadar insanlara veya işiten muhataplara mutlak olarak hitap etmekteyse de, açık olarak da müşrikleri kınamakta ve tefsirleri daha önce geçen birçok ayetin de onlara nis­pet ettiği gibi onların çeşitli tavırlarım anlatmaktadır. Öyle ki, kendilerine bir şiddet ve felaketin isabet ettiği zamanlarda sadece Allah'a, dini sırf O'na mahsus kılarak yalvarı­yorlar, bu felaketlerden kurtulduktan sonra da tekrar ortak koşmalanna geri dönüyorlar­dı. Bu açıdan ayetler, müşrikleri kınayarak biten Önceki ayet grubunun üslubuyla bağ­lantılı bulunmaktadır.

Bu sûrenin indiği dönemlerde, müşriklerin üzerine onları korkutup sadece Allah'a yalvarmalarını sağlayacak bir felaketin vuku bulmuş olması, sonra bu onlardan kaldırı­lınca da tekrar şirklerine dönmüş olmaları ihtimali de uzak değildir. Böyle olması bu ayetler için sağlam, açık bir nüzul sebebi ve münasebeti anlamına gelecektir. Bu ayetler­den biraz sonra, yağmur yağması onun tesiri ve sevinmeleri; onun yağmamasının insan­larda oluşturduğu tesir, korku ve ümitsizliğe kapılmaları hakkındaki ayetler gelmekte­dir. Her halde sözkonusu edilen felaket yağmurun yağdınlmamasi olsa gerek. Bu du­rumda hemen Allah'a yalvarıyorlar; sonra da bolca yağmur yağdığında tekrar şirklerine dönüyorlar veya putlarına kurbanlar takdim ediyorlardı.

Tercih olunan görüşe göre burada ortak koşulmaktan kastedilen meleklerdir. İkinci ayetin ruhu bunu ifade etmektedir. Araplar melekleri Allah'a ortak koşmayı, Allah ile bağlarının devamı için gerekli görüyorlar ve onları O'nun katında şefaatçiler kabul edi­yorlardı. Bundan dolayı ayet, onlardan bu bâtıl inanışlarının dayanağı olacak bir delil is­temiştir.

Son ayette önemli bir telkin bulunmaktadır: İman sahibinin nefsinde mutluluk ve fe­laket hallerinde sükunet, rahatlık ve hoşnutluk meydana getirir ve böylece onu ne nimet azdırabilir, ne de felaket ümitsizliğe düşürebilir. Bunda olağanüstü manevi bir kuvvet bulunmaktadır. [29]

 

38. Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah'ın rızasını isteyenler için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler onlardır.

39.  İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Al­lah katında artmaz. Ama Allah'ın rızasını isteyerek verdiği­niz zekat ise, İşte (sevaplarını ve gelirlerini) kat kat arttı­ranlar[30] onlardır.

 

Allah Kendisi İçin Yapılan Harcamalardan Razıdır

 

Birinci ayette işiten muhataba yönelik emirde akrabaya, yoksullara, yolculara hakla­rını vermesinin vacip olduğu belirtilmekte ve bu işteki hayır övülerek Allah'ın rızasını isteyenleri O'na yaklaştıracağı bildirilmektedir. Bunu yapanların felaha kavuşup O'nun rızasıyla kurtulacakları da izah edilmektedir.

ikinci ayette de açıklayıcı bir tenbih yer almaktadır; gerçek kâr kişinin başkasına kullanması, tasarrufta bulunup arttırması için verdiği malda değildir, bunun Allah katın­da hiçbir mükâfatı yoktur. Gerçek kâr ancak muhtaçlara karşılıksız, dünyada çalıştırıp arttırılması maksadıyla değil de sırf Allah rızası için verilen zekattadır. Bunu yapan

kimseler ancak, kat kat kârlarını arttırırlar ve Allah katında büyük mükafata nail olurlar. "Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da..." ayetindeki yakınlara, yoksula ve yolcuya hakkını verme emri aynı şekilde İsra sûresinde de geçmişti. Mahrum ihtiyaç sahibiyle, yokluktan dilenen kimselerin zenginlerin mallarında haklan olduğuna işaret eden ayetler de daha önce geçmişti. Bütün bunlar gösteriyor ki Kur'an ihtiyaç sa­hibi tüm sınıflara yardım etmenin gereğini vurgulamaktadır; bunlar ister yakınlardan ol­sunlar, isterse uzaklardan, farketmez, bu onların hakkıdır. Bu evrensel bir mesajdır. [31]

 

 

"Yakınlara Hakkını Ver" Cümlesi Ve Şia Rivayetleri

 

Şia müfessirlerinden Tabrusî'nin, tabiin alimlerinden Mücahid ve Süddî'ye dayandı­rarak naklettiğine göre, "yakınlara hakkım ver" cümlesi Özellikle Peygamber'e yakınla­rına hakları olan, Allah'ın onlar için tahsis ettiği beşte birlik payı vermesi için yapılmış bir hitaptır. Allah Rasulü'nün ashabından olan Ebu Said cl-Hudri'nin naklettiğine göre, bu ayet indiğinde Peygamber Fatıma'ya Fedek arazisini verip ona orayı teslim etmiştir.

Bu rivayet aynı şekilde Şia imamlarından olan Ebu Ca'fer ve Ebu Abdullah'dan da nakledilmiştir. Ancak rivayetin hiçbir senedi yoktur ve bu garip Şia tefsirlerinden ve ri­vayetlerinden birisidir. Bizim kanaatimizce Mücahid'e, Süddi'ye, Ebu Said el-HudriTye, Ebu Ca'fer'e ve Ebu Abdullah'a nisbet edilen bu rivayetler, başkaları tarafından söyle­nip onlara nisbet edilmiştir. Çünkü onlardan bu tür akla uymayan vakıaya ve gerçeklere ters düşen rivayetlerin sadır olması mümkün değildir. Ayetin Mekke'de indiği konusun­da ihtilaf yoktur. Ganimetlerin beşte birinin hükmünü açıklayan ayet ise, hicretin ikinci yılında Bedir savaşından sonra Medine'de inen Enfal sûresinde bulunmaktadır. Fedek arazisi de Pcygamber'in hakimiyeti ve tasarrufu altına ancak hicretin altıncı yılından sonra girmiştir. Kaldı ki, sadece "yakınlara hakkını ver" cümlesinin diğer zikredilen kı­sımlardan ayrılarak, Peygamber'e akrabalarına haklarını vermesi emredildi, denmesinde bile açık bir gariplik vardır. Sonra bunlardan başka, cümlenin bulunduğu ayetin ruhu ve gayesi de bu iddiayı bozmaktadır. Çünkü ayetin ruhu ve gayesi bütün gücüyle hitabın tüm müslümanlara yönelik olduğunu göstermektedir.

"insanların Mallarından Artsın Diye Verdiğiniz Faiz Allah Katında Artmaz..."

Faizin burada bu üslupla zikredilmesi, Mekke'de inen bir Kur'an ayctiyle faizin -' tülügünün tesbit edilmesi içindir. Nitekim Medine'de inen bir ayet yasama ve yasakla­ma üslubuyla gelmiş ve böylece Mekke'de inen ayet üslubuyla Medine'de inen ayet üs­lubu birbirine uygun gelmiştir; şöyle ki, Mekke'de inen ayetin üslubu Allah'ın ahiret ve dünya azabıyla korkutarak ve sakındırılan nesnenin zararlarını açıklayarak yasaklamaya meyletmekte; Medine'de inen ayet üslubu ise yasama ve kanun koymaya meyletmekte­dir. Çünkü Peygamber ve müslümanlar Hicretten sonra devlet ve hakimiyeti ele geçirmisler, emirleri uygulayabilecek gücü elde etmişlerdi. Mekke döneminde ise bu müm­kün değildi. Faiz yasağının kanunlaşması Medine dönemine ait Kur'an ve Peygamber naslarıyla tamamlanmasından dolayı, bu konuda açıklama yapmayı da Medine'de inen Kur'an ayetleri bölümünde yapmayı uygun gördük. [32]

 

40.  Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öl­dürüyor, daha sonra sizi diriltiyor. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapacak var mı? O, onların ortak koştuk­ları şeylerden uzak ve yücedir.

41.  İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesad çıktı. Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını taddırıyor.

42.  De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha önce­kilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi".

 

Yeryüzü İnsanların Davranışlarıyla Bozulmaktadır

 

Birinci ayetle hitap müşriklere yöneltilmiş ve onları başlangıçta yaratanın, onlara n-zık verenin, sonra onları öldürecek olanın da Allah olduğu açıklanmıştır. İşte O Allah onları öldükten sonra da diriltmeye kadirdir. Sonra onlara içinde kınama ve meydan okuma bulunan bir soru yöneltilmiştir; onların ortak koştuklarından bunlardan birini ya­pabilecek kimse var mıdır acaba? Daha sonra da Allah'ın, kendisine ortak koştukların­dan uzak ve yüce olduğu açıklanmıştır.

İkinci ayette ise, yeryüzünün karasında olsun, denizinde olsun çeşitli yerlerinde fe­sadın zuhur etmesi sebebinin, orada yaşayan insanların günahları olduğuna ve bunun yaptıklarının bir kısmının vebalini tatmaları İçin Allah tarafından musallat edildiğine işaret edilerek, bunda ayrıca onlar için ibret, öğüt ve hatırlatma da bulunduğu ve böyle­ce belki günahlanndan dönecekleri belirtilmiştir.

Üçüncü ayette ise, Peygamber'e müşriklerden yeryüzünün her tarafında kendilerin­den Önce geçenlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu, başlarına nasıl bela ve yıkımların gel­diğini görmeleri için dolaşmalarını meydan okuyarak istemesi, sonra onların başlarına gelen bu felaketlerin onlar gibi şirk koşmaları nedeniyle olduğunu bildirmesi emredil­miştir.

Üç ayet de bir bütünlük arzetmekte olup üçünde de müşriklere atıfta bulunulmuş ve hemen önceki iki ayetten önce geçen ayetlerle aralarında bir bağ kurulmaktadır, üslup ve konu bakımından bu ayetlerle o ayetler arasındaki insicam ve bağ iyice dikkat edildi­ğinde gözükmektedir.

"İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesad Çıktı..." ayeti hakkında bir kısım müfessirler bu ikinci ayet hakkında gariplikten hali ol­mayan, onu Öncesi ve sonrasından denizde ve karada fesad olması tabiri nedeniyle ayı­ran birtakım görüş ve yorumlarda bulunmuşlardır. Bunlar arasında: Kabil'in kardeşi Ha-bil'i öldürmesi; Kehf sûresinde bir ayetin bahsettiği bir kralın denizde gemileri gasbet-mesi; deniz sularının tatlıyken tuzlu hale dönüşmesi; inci kabuklarının incilerden boşal­ması; Habil'in öldürülmesinden sonra, daha önce yapmadıkları bir şekilde arslanların davar ve koyun sürülerine saldırması v.s. zikredilmiştir. Ancak üç ayet üzerinde dikkatle düşünüldüğünde aralarında tam bir insicam ve bağın bulunduğu anlaşılacaktır. Muhte­mel olarak bu sûrenin indiği dönemde Hicaz veya çevresinde güvenlikte, gıda maddele­rinde ve yağmur yağma konusunda birtakım problemler doğmuş ve bu münasebetle in­sanlar uyanlarak, bunun günahları nedeniyle Allah tarafından musallat edildiği söylene­rek, onları inkarlarından vazgeçirip Allah'a ve Hakka dönmelerini sağlamak hedeflen­miştir. "Denizde ve karada fesad" tabiri tercih edilen görüşe göre, üsluba uygun olarak kullanılmış olup, onunla fesadın yaygın olduğu, her tarafı kapladığı anlatılmak istenmiş­tir. Bundan az sonra da yağmurların yağması veya tutulup yağdırılmam ası ve bunun in­sanlar üzerinde oluşturduğu sevinç, umutsuzluk ve Üzüntü ile ilgili ayetler gelmektedir. Herhalde bu onlarla irtibatlıdır. Hatta adet dışı bir şeyin vuku bulma ihtimali doğru ol­masa bile, yeryüzünün çeşitli bölgelerinde sürekli vuku bulan kötü olaylar ve haberleri Hicaz'a ulaşmaktaydı. Bundan dolayı ilişki uyarmak, tenbih etmek için sürekli varlığını korumaktadır; yani bütün bunlar insanların işledikleri günahlar neticesinde olmaktadır, dolayısıyla da onlann kendilerini düzeltip Allah'a ve Hakka dönmeleri gerekmektedir. Birçok ayet buna benzer tenbih ve uyarılan ihtiva etmiştir, bunlar arasında Şûra sûresi­nin 30. ayeti de vardır: "Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (isler) yüzündendir. (Allah, hatalarınızın) birçoğunu da affeder." [33]

 

43.  Allah'tan, geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gel­mezden önce, yüzünü dosdoğru dine yönelt; O gün (in­sanlar) bölük bölük ayrılırlar.

44.  Kİm inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Kim de sa-lih bir amelde bulunursa, artık onlar kendileri için yer ha­zırlamaktadırlar.

45.  (Bu, Allah'ın) Kendi lütfundan iman edip salih ameller­de bulunanları Ödüllendirmesi içindir. Şüphesiz O, kafirle­ri sevmez.

 

İnsanlar Uyarılmaktadır

 

Ayetler öncekileri tamamlamakta ve bu açıdan önceki üslupla bağlantılı bulunmak­tadır. Ayetler insanlara tenbihte bulunmakta, kafirleri uyarıp mü'minleri övmektedir. Allah'ın gazabından ve belasından kurtulmanın tek yolu sadece O'na yönelmektir; ki o da dosdoğru dindir. Bundan ayrılıp sapıklığı seçen ve inkar edenler kendi günahlarını yüklenirler, Allah'ın sevgi ve rızasına mazhar olamazlar. Allah'a inanıp, ihlasla sadece O'na yönelenler ve güzel ameller işleyenler ise, böyle yapmakla kendilerine kurtuluş yolunu hazırlamış, Allah'ın güzel mükafatına ve lütfuna nail olmuş olurlar. [34]

 

46. O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Rüzgarİarı (yağmu­run) müjdecileri olarak gönderir ki, size rahmetinden biraz taddırsın, gemiler buyruğuyla yürüsün ve siz O'nun lütfun­dan arayasımz da (verdiği nimetlere) şükredesiniz.

 

Yağmur Allah'ın Lütfudıır

 

Ayette Allah'ın bazı ayet ve lütuflarına muhatapların dikkati çekilmektedir. Rüzgar­ları, kendileri için rahmet ve bereket olan yağmurları müjdeleyici olarak sevkedip gön­deren O'dur. Denizde gemileri yürütmek için yine rüzgarları harekete geçiren O'dur. Ta ki Allah'ın rızkını ve lütfunu aramak için çıktıkları yolculuklarında üzerlerine binsinler dîye. Bunda onların sadece O'na yönelmelerinin, üzerlerindeki lütufları karşısında O'na şükretmelerinin gereğini vurgulayan açık ayetler vardır.

Ayet bu açıdan önceki ayetin aynısı olarak üslubuyla bağlantılı gelmiştir. Nasıl ki hak dine tabi olup sadece Allah'a yönelmek ahirette kurtarıyorsa, insanların denizde ve karada istifade ettikleri nzık ve sefer yolları ve vasıtaları da bu ilahın lütfundan olup ay­nı şekilde onlara, O'na şükretmeyi ve O'na ibadet etmeyi farz kılmaktadır. [35]

 

47. Andolsun, biz senden önce kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onİara apaçık belgeler getirdiler; böylece biz de suçlu günahkarlardan intikam aldık. İman edenlere yar­dım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.

 

Yardım Ancak Allah'tandır

 

Ayette, Allah'ın Hz. Muhammcd'den önce kendi kavimlerine apaçık delillerle pey­gamberler gönderdiği hatırlatılmaktadır; onlardan bir kısmı davetlerine icabet etti, bir kısmı da inkar etti. Allah da günahkar suçlulardan üzerlerine belasını göndererek inti­kam aldı ve mü'minlere yardım etti, çünkü O mü'minlere yardım etmeyi üzerinde bir hak olarak görmektedir.

"Mü'minlere yardım etmek bizim üzerimizde bir haktır" cümlesi üzerinde bazı ke­lam mezhepleri, temkinli davranıp görüş belirtmemektedirler. Bunda doğruluk payı ola­bilir, özellikle bu insan tarafından yapılmaya kalkılırsa, çünkü bu tür bir davranışta Al­lah'a karşı edepsizlik mânâsı bulunmaktadır. Fakat buradaki ifade bu türden değildir; zi­ra Allahu Tcâla bizzat kendisi, kendi zâtına O'na ihlasla inanan mü'minlerc yardım et­meyi vacip kılmıştır. Bu ifadede -cesaretlendirme, destek çıkma ve rahatlatmanın yanı-sira- mü'minler için büyük bir ikram, makamlarını yükseltme, onları çok değerli bir ik­rama ehil hale getirme, üstünlük ve meziyetlerini açığa çıkarma amacı da vardır. Böyle­ce onları kendilerine yardım etmeye layık, kendi üzerine de onları zafere ulaştırıp üstün kılmayı vacip kılacak duruma getirmiştir.

Müfessirler bu ayetin yorumunu yaptıktan sonra Ebî'd-Dcrdâ'dan rivayet edilen bir hadis naklctmişierdir[36]. O Pcygamber'i şöyle buyururken işitmiştir: "Hangi müslüman kimse kardeşinin ırz ve namusunu ona karşı yapılan saldırıdan korursa, kıyamet günün­de Allah'ın da onu cehennem ateşinden koruması üzerinde bir haktır". Sonra şu ayeti okudu; "Müminlere yardım etmek bizim üzerimizde bir haktır."

Ayetin ihtiva ettiği müjde, Allah'ın kendi üzerine vacip kıldığı mü'minlere yardım etme hakkı her ne kadar belirli bir zamana mahsus gibi anlaşılsa da, ayetin mutlak ifa­desi bunu bütün zaman ve mekanlara şamil kılmaktadır. Dosdoğru olan mü'minin da­ima Allah'ın üzerine hak kıldığı kendisine yardım etme ve destekleme va'dinc güvenip rahat olması gerekir, zira Allah va'dinden geri dönmez, her ne kadar bazen durumu -tülcşip, kederleri artsa da sonunda ona yardım erişir. Burada çok önemli bir Kur'an me­sajı bulunmaktadır. [37]

 

48.  Allah, rüzgarları gönderir, bulutu kaldırırlar, sonra onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; arasından yağmurun çıktığını görürsün. Derken, onu kullarından di­lediğine uğratınca hemen sevinirler.

49.  Halbuki onlar, yağmurun kendilerine indirilmesinden önce umutsuz idiler.

50.  Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine bak; Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir.

51.  Andolsun, biz bir rüzgar göndersek de onu(n ekinini) sararmış görseler, mutiaka ardından nankörlük ederler.

52.  Şimdi sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dö­nüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.

53.  Ve sen kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğru yola iletici değilsin. Sen yalnızca, bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki, onlar müslümanlardır.

 

Allah'ın Kudret Nişanelerinden Yağmur Ve Rüzgarlar

 

Ayetlerde:

1-  Allah'ın yağmurlarda ve rüzgarlarda var olan kudret tablolarına işaret edilerek, onunla Ölüleri nasıl dirilttiği delillcndirilmektedir: Allah rüzgarları göndererek, onunla bulutları hareket ettirip bir yerden başka bir yere sevkeder. Ta ki birbirine geçip kenet­lenmiş parçalar haline gelirler, sonra çok geçmeden aralarından yağmur suyu dökülme­ye, yağmaya başlar. Bir yerde yağmur yağdığında, oranın halkı Allah'ın rahmetinden dolayı sevinirler. Yağmadan önceki üzüntü, keder ve umutsuzlukları değişir, yerlerini sevinç ve umuda bırakırlar, çünkü Allah'ın rahmet eseri olarak yeryüzü ölümünden, ku­rumasından sonra tekrar dirilecektir. Bunda dikkat ve düşünceyi celbeden ibretler var­dır. Yeryüzünü ölü gibi, çorak-kuru haldeyken rahmetiyle dirilten Allah, çok tabii ola­rak ölüleri de diriltmeye kadirdir; her iki olay da birbirine yakın ve Allah'ın kudretine göre ise eşittir.

2-  İnsanlar yağmur yağmadığında gösterdikleri keder ve küfürden dolayı kınanmak­tadır: Bazen Allah'ın hikmeti, rüzgarların eserek yağmursuz olarak bulutları hareket et­tirmesini gerekli kılabilir. Bu şekilde esip ürünleri, ekinleri sararttığında Allah'a inan­mayanlar hemen üzüntü ve umutsuzluklarını dışa vururlar. Onlar Ölüler, körler, sağırlar gibidirler; hissetmezler, görmezler ve işitmezler. Peygamber eşyanın tabiatını değiştir­mekle, ölüyü hisseder, körü görür, sağırı işitir hale getirmekle mükellef değildir. O'nun görevi sadece canlı, gören, işiten kimseye hitap etmektir.

Bu ayetlerin delaleti, hedefleri ve anlamlan ile 33-37. ayetler arasında açık bir ben­zerlik vardır; bu da ayetlerin öncesiyle üslup ve konu bakımından irtibatlarının var oldu­ğunu göstermektedir.

Ayetlerin ruhu ve mânâsı, bu olayların; yani yağmurun tutulmasının, sonra da yağdı­rılmasının peygamberin döneminde olduğunu göstermektedir. Müşrikler o zaman keder­lenmiş, sonra da sevinmişlerdi. Bu olay hatırlatmak, tenbihde bulunmak, üslubu desteklemek, Allah'ın öldükten sonra insanları tekrar diriltmeye kadir olduğuna delil sunmak için bir vasıta olmuştur. Bu sûrede buna çokça işaret edilmiştir ve Allah'ın kudretine delil göstermede çeşitli üsluplarla tekrarlanmıştır.

Duhan sûresinin tefsirinde, Hicaz bölgesine isabet eden kıtlık ve bazı ileri gelenlerin Peygamber'e çıkarak, insanlardan bu belanın kaldırılması için Allah'a yalvarması dile­ğinde bulunmaları ile ilgili bazı rivayetler nakletmiştik. Belki bu sûrenin indiği sıralarda da buna benzer olaylar olmuş olabilir.

Ayetlerin ikinci yarısı, öldükten sonra diriltilmeyi inkar eden müşrikleri kınamakta ve Allah'ın buna kadir olduğuna delil sunmaktadır. Allah'ın davetine icabet eden ve kendilerini bütün hallerde O'na teslim eden mü'minleri de överek Peygamber'i rahatlat­maktadır: Nasıl ki yağmur yağması geciktiğinde veya rüzgar yağmursuz olarak estiğin­de, bu Allah'ın buna kadir olmadığını göstermiyorsa, aksine bunun nedeni sadece Al­lah'ın hikmeti, takdiri ve kâinatta koyduğu kanunlar ise, aynı şekilde Allah'ın öldükten sonra diriltme va'dinin gecikmesi de O'nun bunu yapmaya kadir olmadığı anlamına çe-kilmemeli, bunun nedeninin O'nun hikmetinde, takdirinde saklı olduğu bilinmelidir. Müşrikler ölüler, körler ve sağırlar mesabesinde olup bunu idrak edemezler, bu yüzden de tartışırlar, büyüklenirler, feryat edip, yaygara koparırlar. Peygamber'in onların bu tavırları karşısında bir şey yapması gerekmez, çünkü o, imkansız olanı yapmakla mü­kellef değildir. Bütün görevi hidayeti, hakkı, imanı arzulayan; kendilerini Allah'a teslim etmeye hazır olan kimselere bunları anlatıp işittirmektir ve zaten çabaları da boşa git­memiş, bu tür özelliklere sahip kimseleri bulmuştur. [38]

 

54. Allah, sizi bir zaaftan yarattı, sonra (bu) zaafın ardın­dan bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za­af ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yeti-rendİr.

 

Allah İnsanı Birçok Evrelerden Geçirerek Yaratmıştır

 

Ayette Allah'ın insanları yaratması evrelerine dikkat çekilerek hatırlatılmaktadır. Onları ilk Önce zayıf bir halde yaratmıştır ki bu onların çocukluk devreleridir. Sonra on-iarı kuvvetli kılmıştır ki, bu da onların gençlik ve kemal dönemleridir. Sonra da onları kuvvet ve gençlikten sonra tekrar zayıf kılmıştır ki, bu da onların ihtiyarlık ve halsizlik dönemleridir. O dilediğini hikmetinin takdir ettiği ölçüde çeşitli.şekil ve evrelerde yara­tır, O gerekli olan hususları çok iyi bilendir, her şeyi ölçüsü nisbetinde yaratmaya kadir olandır.

Ayet öncekini destekleyici olarak hemen onun peşinden gelmiştir. Allah'ın kudreti insanların yaratılış evrelerinde ve ömürlerinde de tecelli etmektedir, her yaptığında be­lirli bir hikmet ve gaye vardır. Yağmur yağmadığında veya sağanak halinde yağdığında yahut öldükten sonra diriltme hadisesi geciktiğinde bunların hikmetsiz olarak yapıldığı zannına kapılmak doğru olmadığı gibi bunun Allah'ın kudretinde şüphe etmeye sevket-mesi de yanlıştır. [39]

 

55.  Kıyamet saatinin kopacağı gün, suçlular, (dünyada) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar, (haktan) böyle çevriliyorlardı.

56. Kendilerine İlim ve İman verilenler ise, dediler kî: "An-dolsun, siz Allah'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; İşte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz.

57.  Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne de (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edi­lecektir.

 

Öldükten Sonra Diriltme -Ba's- Haktır

 

Bu ayetlerde öldükten sonra diriltme te'yid edilerek kafirler onun dehşetli korkusuy­la uyarılmaktadır: Çok yalanda kıyamet kopacaktır ve çok yakında günahkar suçlular Allah'ın huzurunda ayakta duracaklardır. Ve çok yakında hayret ve dehşet içerisinde dünyadan ayrılmalarının üzerinden bir saatten fazla sürenin geçmediğine yemin edecek­lerdir, ilim ve iman sahibi kimseler de onlara: Dünyadaki durumunuz gibi şimdi yemin etmeniz de boşunadır, çünkü siz ahiret hakkında düşünmekten kaçıyordunuz ve o,ansı­zın karşınıza çıktı. Siz Allah'ın takdir ettiği kadar uzun bir zaman Ölüler olarak kaldınız ve siz şimdi her ne kadar o sizi kaplayan dehşet ve hayretin hakikatini, durumunuzun ciddiyetini anlayamasamz da va'dolunduğunuz ba's-diriltilme günündesiniz. Ayetler zalimlere, öne sürdükleri mazeretlerinin hiç bir fayda vermeyeceğini, onlann hoşnutluk istemelerinin, tevbe sunmalarının hiçbir yarar sağlamayacağım açıklamaktadır.

Ayetler, önceki ayetlerin muhtevasını desteklemekte ve onlarla bağlantı içerisinde bulunmaktadır. Bu ayetlerde, bizim ayetlerin ikinci bölümünü oluşturan 48-53. ayetler­den çıkardığımız anlamın doğruluğuna nişane bulunmaktadır. O ayetlerde kafirler Al­lah'ın ba'si-öldükten sonra diriltmeyi geciktirmesi nedeniyle, buna kadir olmadığını sanmalarından dolayı kınanmışlardı, halbuki buna kadir olduğunu gösteren, gerek kendi nefislerinde, gerekse kâinatta O'na ait birçok kudret nişanesi bulunmaktadır. [40]

 

58.  Andolsun biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkar edenler: "Siz (geleneklerimizi) İptal edenlerden başka bir şey değilsiniz" derler.

59.  işte Aliah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.

60.  Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ke­sin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa düşürüp hafifli­ğe sürüklemesin'[41].

 

Allah İnsanlara Herşeyi Örneklerle Açıklamıştır

 

Bu ayetlerde:

1- Allah'ın insanlara Kur'an'da her türlü örneği verdiği; sözü, anlamaları ve irşad olmaları için muhtelif üsluplarda sunduğu belirtilmektedir.

2- Peygamber'e hitab edilerek, onlara Allah'ın ayetlerinden birini okuduğunda kafir­ler hemen onu yalanlamaya yellenirler ve getirdiğin şey bâtıldan başka bir şey değildir, derler. Çünkü bu, kalbi kilitlenmiş, mühürlenmiş, basireti kapanmış sapık cahilin yapa­cağı bir davranıştır.

3-  Peygambcr'e, bundan etkilenmemesi, endişeye kapılmaması, Allah'ın mutlaka gerçekleşecek olan hak va'di gelinceye kadar sabretmesi ve kafirlere, kendisini telaşa düşürerek işinde aceie etmeye sevkedecek açık bir kapı bırakmaması emredîlmektedir.

Görüldüğü gibi ayetler önceki bölümleri tamamlamak için gelmiş, Peygamber'i te­selli edip destek çıkmış, kafirleri de uyarıp kınamıştır. Aynı zamanda da birçok sûredeki alışılmış bitiş özelliklerini taşıyan tarzda sûre ayetlerinin nihayetini oluşturmuştur.

"İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürle}'" cümlesini yukarıda yaptığımız şekilde yorumlamamızın nedeni, ayetlerin gaye ve ruhunun da ima ettiği gibi, kafirlerin inallarının şiddetini, niyetlerinin kötülüğünü, cahilliklerini, bu nedenle de nasihatlerin onlara fayda vermemesini tasvir etmek içindir. Önceki münasebetlerde de açıkladığımız üzere bu, aynı maksatla, lafız ve mânâlarda bu şekilde tekrarlanmıştır.

"Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sa­kın seni telâşa düşürüp hafifliğe sürüklemesin" ayeti de "Allah'ın va'di haktır" tabiri ve bu gerçekleşinceye kadar sabret emri ile sûre başlarında geçen aynı tabir arasında ya­kın bir ilişki bulunmakta ve böylece sûrenin başıyla sonu birleşmektedir.

Aynı zamanda sûrede Allah'ın mü'minlerc yardım edeceği va'di de geçmişti; bütün bunlar sûre bölümlerinin birbiriyle bağlantılı olduğuna ve bir bütün olarak da müslü-manlann yardımla müjdelen di ğine bir karine teşkil etmektedir.

Belki bu va'dde Peygamber'e ve müslümanlara gelmesi yaklaşan yardımın müjdesi bulunmaktaydı; zira onlar o sıralarda Medine'ye hicret etmeye azmetmişlerdi. Bu sûre de, bu hazırlık dönemlerinde nazil olmuştu. Belki bu sûre, Peygamberle bazı Evs ve Hazrec kabilelerinin ileri gelenleri arasında gerçekleşen birinci görüşme döneminde ve­ya onlardan çok sayıda kimsenin iman edip ona yardım etmeyi va'd ettikleri, onun ve ashabının Medine'ye hicret edip gelmelerini canı gönülden arzuladıkları ikinci görüşme esnasında inmiş olabilir. Herhalde Peygamber bunun üzerine hicrette acele etmeyi dü­şünmeye başladı; Allah da onu teskin ederek, şartlar tam olarak oluşuncaya kadar veya kendisinden önce ashabının hicret etmesini sağlıklı bir şekilde deruhte edip sağlayinca-ya kadar sabretmesini emretmiştir. [42]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/285.

[2] Ednâî-Arz Kinaye yoluyla Hicaz'a sınır bölgelerin kaste­dildiği anlaşılmaktadır. Bir kısım müfessir, burasının Şam bölgesi olduğunu söylemiştir. Bazıları da Fırat nehri kıyısı olduğunu söylemiştir. Her iki görüş de isabetli olabilir; çünkü Rumlar, Farslar-İranlılar karşısında Fırat nehri böl­gesinde, sonra da Peygamber'in döneminde Şam bölgesinde hezimete uğra­mışlardı.

[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/286-287.

[4] Taberî bu konuyu tafsilatlı olarak zikretmiştir. Ayetlerin tefsiri bölümüne bakın. Diğer tefsir kitaplarında bununla ilgili nakillerin hemen hemen hepsi Taberi'de genel olarak mevcuttur.

[5] Bkz. Taberi Tefsiri

[6] Bkz. Taberi Tefsiri.

[7] Bkz. Taberi Tefsiri.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/287-289.

[9] Esârü’l-Arza Onu sürüp ektiler ve kullandılar.

[10] es-Sûây el-Esva' kelimesinin müennes şekli olup, cümlede 'kâne'nin haberi makamında, 'çok kötü oldu' anlamındadır.

[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/290-291.

[12] Yüblisu Ümit keser.

[13] Yeteferrakûnej Burada, 'gruplara ayrılırlar' anlamındadır.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/292.

[15] Tüzkirûn Gündüzleyin öğle vaktinde,

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/292-293.

[17] Menâmükümbi'l-leyli ve'n-Neharive'b-tİgâüküm min fazlihi Cümlede lef ve neşr bulunmaktadır. Lef ve neşr: Cümlede çok sayıda şeyi tafsilatla veya icmali olarak zikredip, sonra da sayılan fertlere ait, bağlı hu­susları tayin etmeden zikretmektir. Buna göre cümlenin anlamı: "Geceleyin uyumanız, gündüzleyin de Allah'ın lütfundan aramanız..." şeklindedir.

[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/294-295.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/295-296.

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/297-298.

[21] Fıtratallahi Allah'ın insanlara uyulmasını vacip kıldığı emri veya onların bunu kabul edip uymaya meyyal olarak yaratılıp biçimlendiril-mesidir. Yahut onlann üzerinde yürümelerinin emredildiği yol anlamındadır.

[22] Li halkillâhi Müfessirlerin birçok tabiin alimlerinden ve mü-fessMerinden naklettiğine göre Allah'ın dini anlamındadır. Bu yorum isabet­li ve ayetlerin ruhuna da uygundur.

[23] Bkz. Taberi, Begavi, İbn kesir Tefsirleri.

[24] Bkz. a.g eserler.

[25] Bkz. Taberi, İbn Kesir tefsirleri.

[26] Bkz. Begavi tefsiri.

[27] Bkz. Ruhu'l-İslam, Râbûs baskısı, s. 84-90.

[28] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/298-301.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/301-303.

[30] et-Muz'ifîın Sevaplarını zekât ile kat kat arttıranlar.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/303-304.

[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/304-305.

[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/305-306.

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/307.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/308.

[36] Bkz. İbn Kesir Tefsin

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/308-309.

[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/310-311.

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/311-312.

[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/312-313.

[41] La Yestehiffenneke Onlann sana tesir etmelerine fırsat verme ki, seni harekete geçirip işinde acele etmene sebep olmasınlar.

[42] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/313-314.