Ma'rufu Emretmek, Münkeri Nehyetmek
Babalarına Karşı Çocukların Görev Sınırları
Şirki, Büyük Zulümle Tanımlama
Annenin Özellikle Zikredilmesi
Allah'ın İlmi Hakındaki Tartışma
Kur'an'daki Sırası :
31
Nüzul Sırası ; 57
Ayet Sayısı ; 34
İndiği Dönem : Mekke
Bu süre, İhsan sahibi mü'minler için bir uyarma, müsîekbir
ve zorba kafirler için ise bir korkutmadır. Kafirlerin bazı sözlerini hikaye
ederken onlara verilen kesin cevapları içerir. Lokman (a)'ın
hikmetine; oğluna söylediği bazı nasihatlara güzel
ahlâk ve prensiblere teşvik ve örnek verme yoluyla
işaret eder. Anne ve babaya itaat ve Allah'ın büyüklüğü, O'nun insanlar
üzerindeki sayısız nimetlerine değinme düzeyinde ise bir hatırlatmadır.
Fırsatları kaybetmeme, davete icabet hususunda bir teşvik vardır. Müşriklerin,
bâtıl olmasına rağmen atalarının anane ve göreneklerine sıkı sıkıya
sarılmalarına bir kınamadır.
Sûrenin üslubu ve
bölümleri arasındaki bağlantıları, onun bir defada yahut ardarda
bölümler halinde indiği sözünü bize söyletmektedir.
Bizim
baz aldığımız Mushaf'ın rivayetine göre 27. ve 29. ayetleri Medeni'dir. Ancak
bu rivayet, ayetlerin uyumluluğu, kendinden önceki ve sonraki ayetlerle ilişkisi
karşısında tutarlı değildir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Elif,
Lâm, Mim.
2- İşte
bunlar hikmetli Kitab'ın ayetleridir.
3- Muhsinler[2] için
bir hidayet, bir rahmet (olarak indiril-miş£İr)tir.
4- Onlar ki,
namazı ikame (gereği üzere} ederek kılarlar, zekâtı verirler. Ve onlar âhirete de kesin olarak İnanırlar.
5- İşte onlar, Rab'lerinden bir hidâyet
üzerindedirler ve felah bulanlar da onlardır.
Sûrenin, "Elif,
Lâm, Mim" harfleriyle başlaması, zihinleri ve dikkatleri ondan sonra gelecek
ayetlere çekmek içindir. Bundan sonra ise uyarma işareti gelerek, üslubu, hedefleri
ve nasihatlan ile rahmet ve hidayet dolu muhkem Kitab'ın ayetlerine değinmektedir. Güzel niyetleri ve
amelleriyle namazı ikame etmek, zekâtı vermek, ahiret
hayatı gerçeğine ve Allah'ın orada vaadettiğine yakini imanla inananlar için, bu ayetler bîr hidayet ve
rahmettir.
İşte
bu kimseler Allah'ın hidayeti üzerine olanlardır. Kazanan ve imtihanı başarıyla
verenlerdir. Akla ilk gelen beşinci ayetin akışı dördüncü ayetle birlikte üç
sıfatı gerçekleştiren kimselerin durumunu belirttiğidir. Aynı zamanda bu
sıfatları gerçekleştirmeye teşviki de içermektedir. Üç ayetin ruhu ve içeriği
şudur: Kitab'ın ayetlerinden faydalanan kimseler
varsa onlar için hidayet ve rahmet vardır. Onlar ki, hayrın, hidayetin ve
hakkın gerçekleşmesini isteyen iyi ruhlu, sağlam kimselerdir. [3]
Bu
kelime, başta salih müminleri uyarırken, onları
Övmede, Allah'ın onlara sevgisinde, korumasında büyük mükafaat
vaadindeki tasdiklerde tekrarlanır. [4]
1-
"Hayır, kim işini güzel yaparak özünü (kendini) Allah'a teslim ederse,
onun mü-kâfaatı, Rabbi'nin yanındadır. Onlara korku
yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara, 112)
2-
"(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye atmayın. İyilik edin. Doğrusu Allah muhsinleri
sever."(Bakara, 195)
3- "Bu
sözlerinden dolayı Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları
cennetler verdi. Muhsinlerin mükâfatı işte budur! "(Maide,
85)
4-
"Yeryüzünün düzene konulmasından sonra bozgunculuk yapmayın, korkarak ve
umarak O'na dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti, muhsinlere
yakındır." (A'raf, 56)
5-
"Çünkü Allah, takva sahibi olanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir."
(Nahl, 128)
6- "Onların ne etleri ne de kanları Allah'a
ulaşmaz. Fakat sizin takvanız (sizi, Allah'ın buyruklarını tutmaya zorlayan
saygınız) O'na ulaşır. Allah onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğru
yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü anasınız. (Ey Muham-med), muhsinleri müjdele"
(Hac, 37)
7- "Ama
bizim uğrumuzda cihad edenleri, elbette yollarımıza
iletiriz. Şüphesiz ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir." (Ankebut, 69)
8-
"Çünkü onlar bundan önce ihsanda bulunurlardı. Gece boyunca da pek az uyurlardı.
Onlar, seher vakitlerinde isiğfar ederlerdi. Onların
mallarında dilenip isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için
de bir hak vardı" (Zâriyat, 16-19)
Bu anlatımda ilk
kastedilen, dar sınırlar İçerisinde emir ve yasaklan ifa etmekle yetinmeyen,
bilakis en geniş ve kapsamlı sınırlarda bunu yapmak için bütün gücünü harcayanların
niteliğidir. Bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için bütün zorluklara katlanır,
işkencelere tahammül ederler. Bu durum ibadetlerle de, insanlık ve sosyal
işlerle de ilgilidir.
İşte
böylece, Allah'ın yardımıyla, Kur'an'ın müslümani piskolojik ve ahlâki
olgunluğa ve faziletlerin zirvesine çıkarmasının hikmeti ortaya çıkar. [5]
6- İnsanlardan öyleleri vardır ki. hiç bir
bilgiye dayanmak-sızın, Allah'ın yolundan saptırmak için sözün "boş ve
amaçsız olanını '[6] satın almaktadırlar ve onu
bir eğlence konusu edinmektedirler. İşte, onlar İçin aşağılatıcı bir azab vardır.
7- Una ayetlerimiz okunduğunda, sanki onları ışıtmıyor-muş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi[7],
büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir.
Artık sen onu acıklı bir azapla müjdele.
8- (Ancak) Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar için nimetlerle donatılmış
cennetler vardır.
9- Orada
ebedi kalacaklardır. (Bu) Allah'ın gerçek va'didir.
O, Aziz (üstün ve güçlü olan)dır. Hakim (hüküm ve hikmet sahîbijdir.
10- O, gökleri direksiz[8]
yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, sizi sarsıntıya uğratır'[9] diye
sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan'[10]
türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada (her güzel) olan
çift-ten[11] bir bitki bitirdik.
11- İşte bunlar, Allah'ın yarattıklarıdır.
Gösterin bana, O'n-dan başkaları(tanrılarıniz) ne
yarattı? Doğrusu o zalimler açık bir sapıklık İçindedirler.
Ayetlerde insanlardan bir
grubu Allah'ın yolundan saptırmak için bâtıl sözlere sarılanlara ve onları biliçsizce dinleyenlere bir kınama vardır. Ki bu insanlar,
Allah'ın ayetleri okununca büyüklük taslayarak yüz çevirirler. Sanki onlar bu
ayetleri işitmemiş ya da kulaklarında işitmeyi
engelleyen bir tıpa varmış gibi bir tavır takınırlar. Allah Rasulü
(s)nün bu insanları korkutmakla, onlara Allah'ın acıklı, aşağılayıcı bir azapla
müjdelemesi emrediliyor. Bu gurubun karşısında ise iman edenler ve salih amel işleyenler vardır. Onlara Allah Naim cennetlerini gerçek bir sözle va'delmiştir.
Va'dini gerçekleştirme de O, Aziz'dir, Kadir'dir. O
Hakim'dir; çünkü her şeyi yerli yerine koymada hikmet sahibidir.
O'nun göz alıcı
ayetlerinden biri de, gökleri yaratması, direksiz havada tutmasıdır. Yeryüzünün
üstünde dağlan oturtmasıdır. İnsanların altlarında bulunanların hareket etmesini
engellemek, onların üzerine yıkılmamasını sağlamak için bunu yapmasıdır. Yeryüzünde
bütün canlı çeşitlerini bitirmesidir. Gökyüzünden yağmuru indirmesi ve bitki
türlerinden her türü bitirmesidir.
Ayetler dinleyenlerine
meydan okuyarak ve şöyle seslenerek bitiyor: İşte bunlar Allah'ın sanatım
gösterdiği, yaratüği şeylerdir. İnsanların ibadet
ederek ve yönelerek Allah'a şirk koştukları ilahların yarattıkları nelerdir?
Sonra Allah'tan başkasına çağıran zalimlerin bu yaptıklarının apaçık bir
sapıklık olduğunu ve gerçek sapıklığın bu olduğunu açıklıyor.
Bazı müfessirler ilk
ayetin, Fars ülkesine gidip gelen Nadir bin Haris'i kastettiğini rivayet
ederler, Bu şahıs insanlara şöyle der: "Muhammed size Semud
ve Ad hakkında konuşuyor, ben de size Rustom ve İsfendiyar hakkında anlatabilirim. Benim konuşmam onun
konuşmasından daha çekicidir[12].
Bazıları ise "Lehvül-hadis" (gerçeği
unutturan bâtıl söz) cümlesinin, müzik ve müzisyenleri, şarkıcıları dinlemeyi
kastettiğini söyler. Ayet kafirlerin Kur'an-ı
dinlemek yerine müzik meclislerini tercih edişlerini kınamaktadır. Bu
münasebetle, müzik dinlemeyi yasaklayan bazı nebevi hadisler rivayet edilir[13].
ilk ayetin müziğe dalanları
kınamak için indiği anlaşılıyor. Ayetler arasındaki uyumluluğun tam olduğu
gözleniyor. Bu uyumluluk, ayetlerin içeriği ve ruhunun; bazı kafirlerin
Allah'ın ayetlerine karşı tavırlarını, yüz çevirişlerini, büyüklük
taslamalarını,
alay ve hafife alma ile
karşılamalarını, saptırmalarını anlatma yolunda olduğunu ilham ediyor. Sûredeki
ilk ayetlerin bu tavrı anlatmak için ön giriş veya yönlendirilmiş bir tavır
olma ihtimalini getiriyor. Bundan önceki sûrelerdekİ
bunun benzeri anlatımın siyakında Allah Rasulü (s)
ile özellikle müşrikler arasındaki seçkinlerle yapılan çekişme ve tartışmalarda
tekrarlanıyor.
Ayetlerin
üslubu, hayvan, bitki, yer ve göklerin yaratılmasındaki Allah'ın ayetlerine
yönlendirmeyi içermekledir. Sanatsal sonuçları kastetmeksizin genel bir şekilde
insanların zihinlerinde yer eden, gözleriyle gördükleri evrenle ilintilidir.
Çünkü sanatsal İnceliği anlatmak, buna benzer münasebetlerde de uyardığımız
gibi Kur'ani hedefin dışına çıkar. Ancak burada
istenen bu amaç üzerinde durmasıdır. O da, ayetlerin meydan okuması, uyarması
ile birlikte güçlü ve güzel olmasıdır. [14]
12- Biz Lokrnan'a "Allah'a
şükret" diye hikmet[15]
verdik, kim şükrederse kendisi İçin şükreder; kim nankörlük ederse bilsin ki,
şüphesiz Allah Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayanjdır.
Hamid (hamd da yalnızca
O'na ait)dir.
13- Hani Lokman oğluna-öğüt vererek- demişti ki:
"Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Hiç şüphe yok ki şirk gerçekten büyük bir
zulümdür."
14- Biz insana anne ve babasına (iyilikte
davranmasını) tavsiye ettik. Annesi onu zayıflık üstüne zayıflık'[16]
çekerek (karnında) taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de İki yıl[17]
içinde olmuştur. (Bunların hepsi güç şeylerdir, onun için biz insana):
"Hem bana, hem de anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." (Araplar
iki yıl emzirmeyi daha uygun görüyorlardı. Bakara Sûresinin 233. ayetinde bu
daha açık bir şekilde dile getiriliyor: "Anneler, çocuklarını emzirmeyi
tamamlamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirir-ler.")
15- Bununla
birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi b.ma ortak koşman için, sana karşı çaba harcayarak olurlaı.ıa[18] bu
durumda onlara İtaat etme ve dünya (hayatın)da onlarla iyilikle (ma'ruf üzere) sahiplen'[19]
(onlarla geçin) ve bana gönülden katık-sız olarak yönelenin[20]'
yoluna tâbi ol. Sonra dönüsünüz banadır, böylece ben de size yapmakta
olduklarınızı haber vereceğim.
16- (Lokman dedi ki}: "Ey oğlum, yaptığın iş
gerçekten bir harda! tanesi ağırlığında olsa da (bu) ister bir kaya parçasından
ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa
bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Hiç şüphesiz Allah, Latiftir (O'nun
bilgisi her gizli ve ince şeye ulaşır). O (her şeyden) haberdardır.
17- Ey oğlum, namazı ikame et, iyiliği[21]'
emret, kötülükten'[22]
sakındır; sana isabet edene sabret. Çünkü bunlar, az-medİlmesi
gereken işlerdendir.
18- İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme)'[23] ve
yeryüzünde böbürlenerek'[24]
yürüme. Zira Allah, her büyüklük taslayıp[25]
böbürleneni'[26] sevmez.
19- Yürüyüşünde orta ve kibirsiz bir yolu tut[27]',
sesini hafifleterek alçalt[28]'.
Çünkü seslerin en çirkini'[29]'
eşeklerin sesidir.
Ayetler, Lokman'm hikmetine ve oğluna yaptığı nasihatlara
işareti içermektedir. Ve Allah'ın Lokman'a hikmeti
verdiğini ve bunun gereği olarak da şükretmesinin farz kıldığını
zikretmektedir. Lokman(a)'ın oğluna karşı tutumu,
nasihat edenin tavrıdır. Allah'a şirk koşmaktan nehyederken,
onu büyük bir zulüm olarak nitelendirir. Allah'ın azameti ve kudretinin bazı
görüntülerine dikkat çekerek, O'nun yalnızca ibadet ve boyun eğmeye layık
olduğuna delil getirir. Bir hardal tanesinin, bir kayanın içinde yada gök ve
yerin herhangi bir yerinde bulunması Allah'ın ilmiyle kuşatılmıştır ve onun üzerindeki
kesin kontrolü vardır. Oğluna namazı Allah için ikame etmesini, marufu emretmesini,
münkerden yasaklamasını, zorluk ve musibet anlannda çözülmemesini, sabretmesini emreder.
Bu konuda nefis, ahlâk
ve azimet açısından güçlü olunmasının önemini oğluna açıklar. Kibirli, zalim
ve zengin olarak görünmesini, büyüklenmesini sakındırır. İnsanlarla ilişkisinde
konuşmasına, yaşantısına, yürüyüşüne dikkat etmesine, güzel ahlâk, tevazıû ve itidalli davranmasına teşvik eder.
Lokman (a) vaazında şu
hikmetli sözlerini serpiştirir. Bunlardan bazısı Lokman (a) lisanıyla hikaye
edilirken, bazısı da Kur'an'ın direkt onaylamasıdır.
1- Allah Subhanehu şu insanlann kendisine
şükretmelerinden müstağnidir. Ve yine O'na inkarcıların şükretmemesi zarar
vermez. Şükreden kendisi faydalanır. İnkar eden kendine zarar verir. Allah
varlığının zâtına hamd edilmesini farz kılmıştır.
İnsanlar ister O'na hamd etsin ya
da hamd etmesinler, ister O'nu tanısınlar, isterse
inkar etsinler far-ketmez.
2- Allah insana ana-babasına ihsanda
bulunmasını, onlara şükretmesini farz kıldı. Özellikle annesi ondan hamile
kaldı, bu uğurda çok zorluk çekti, sonra onu iki yıl emzirmesi için çaba
gösterdi, meşakkatlere katlandı. Bundan sonrasında ise daha da büyük zorluklan
üstlendi. Fakat anne ve babaya şükrün farzlığı, Allah'a şirk koşmada o ikisine
itaat etmeyi caiz görmez. O ikisinin ondan bunu yapmasını istemeleri, buna
zorlamaları durumunda onlara ilaat edilmemelidir. Bu
konumda bulunan bir kimse, anne ve babasına dünya işlerinde güzel ve ma'rufla muamele etmeye, diğer taraftan din işlerinde, Allah'ın
hidayetine ulaşmaları için gayret sarfetmeye
çalışmalıdır. Bütün insanların dönüşü Allah'adır, O onlardan kimin ne
yaptığını bildirecek, ameline göre de hüküm verecektir.
3- Allah,
güçleri ve kendileriyle övünen, böbürlenen gururlanan ve insanlara büyüklük
taslayanları sevmez.
4- Sesi yükseltmenin ve bağırmanın herhangi bir
meziyeti, Övgüye layık yönü yoktur. Çünkü sesi en yüksek ve çirkin çıkan
canlı, eşektir.
Ayetlerin
ruhu ve içeriği darb-ı mesel vermek, ayrıntıları
anlatmak yoluyla geldiğini ilham etmektedir. Kendinden önceki ayetlerle
bağlantısı kesik değildir. Bundan önceki ayetlerin içeriği, kafirlere Allah'ın
ayetleri okunduğu ve O'nun yoluna çağrıldığı zaman, engellemek, böbürlenmek ve
büyüklenmek tavırlarının anlatımını kapsamaktadır. Bu ayetler ise böylesine bir
ahlâkı kınama, Allah'ın hidayetiyle hidayete ermiş, O'nun yolunda yürüyen,
hakim bir peygamberin diliyle şirki yermeyi içerir. Geçen ayetlerde müşrikler
ve zalimler vasıflandırılırken, bu ayetler ise şirki büyük bir zulüm olarak tanımlar.
Her iki grub arasında bir bağlantı ve bir siyak
vardır. [30]
Lokman (a)'ın şahsiyeti hakkındaki sözler değişiktir. Bir görüşe göre salih, hakim Habeşistanlı bir kuldur. Diğer bir görüşe göre
de peygamberdir. Bir söze göre de îsrailo-ğullarınm kadılarından bir kadıdır. Bir rivayete göre ise
İbrahim (a)'in kardeşinin torunu İbn Baura bin Nahur bin Tarh'tır. Nevbe yada Mısır kölelerinden ayaklan nasırla parçalanmış
İri dudaklı zenci bir köledir. Bütün bu sözlerin doğruluğu incelenmemiştir[31].
Durum ne olursa olsun
ayetlerin ruhu, Lokman adının dinleyenlere yabancı olmadığını, Arapça'ya ve
Araplara garip gelmediğini ilham ediyor. Biz, bu kelimenin Arapça "Lakime" kelimesinden türemiş olduğunu tercih ediyoruz.
Bu ikisi de Arapça isimlere delalet etmektedir. Rivayetler Allah Rasulü'nün Mekke'de bedevi liderlerden Suveyd
bin es-Samit'Ie karşılaştığını ve onu İslâm'a davet
ettiğini zikreder. Ona şöyle dedi: "Belki de sen, Lokman (a)'m davasına
davet etmektesin. Onun (Lokman) levhası bende var", sonra ondan okudu. Peygamberimiz
(s) ona şöyle buyurdu. Bu güzel ancak benden Allah'ın kelamını dinle, o daha
güzeldir"[32].
Eğer rivayet doğru ise
akla ilk gelen Lokman'm levhası Arap diliyle
yazılmasıdır. Miifessirler siyer ve haber alimlerine
dayanarak Lokman (a)'ın bazı sözlerini, nüktelerini,
karşılaştığı rabbani imtihanlarını zikrederler[33].
O'nu zikrederken fazlalık ve farklilıklar bulunmakla
birlikte, Lokman isminin ve haberlerinin Hz.
Muhammed'in yaşadığı toplumda kullanıldığına delildir. Onun hakkında Kur'an-ı Kerim'in getirdikleri ile Arapların onun hikmeti
ve şahsiyetini bilmeleri uyum gösterir.
Lokman
(a), oğluna yaptığı nasihatların, ayet ve üslubunun
içerdiği prensiplerin güçlü, yöntemin güzel ve çarpıcı olmasından dolayı
nitelikli bir anlatımı vardır. İster bu kibir ve böbürlenmeden, dili tasallut
etmeden nefret ettirmek, ister ma'rufu emretmek, münkeri nehyetmek, musibetlere
yenilmeden sabretmeye teşvik etmek şeklinde olsun, değişmez. Çünkü Kur'an'ın öğreti ve prensibleri
geneldir, müslümanlara sosyal ve şahsi ahlak
düzeyinde yönelir. Kur'an'da hikmetli nasihatlar olarak zikredilse de Kur'an'ın
genel prensipleriyle uyumludur. [34]
A'raf Sûresinde "Ma'rufu
emretmek, münkeri neyhetmek"
cümlesi Peygamberimizin (s) getirdiği prensiblerden
bir prensib olarak zikredilir. Lokman (a)'ın diliyle oğluna bir nasihat şeklinde zikredilirse de,
burada bu cümle bir davet olarak gelmektedir. Kur'an'da
bundan sonra birçok defa bunu emretmek şeklinde zikredilir. Örneğin Al-i İmran Sûresinin 104. ayeti "İçinizden hayra çağıran,
iyiliği emredip kötülükten men' e-den bir topluluk olsun; işte onlar felaha
erenlerdir"; ya damü'minleri
uyarma şeklinde zikredilir. Çünkü onlar bunu yapmaktadırlar. Örneğin Al-i İmran Sûresinin 110. ayeti: "Siz, insanlar için
çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz, iyiliği emreder, kötülükten men'edersiniz ve Allah'a inanırsınız". Tevbe Sûresinin 71. ayetinde "İnanan erkekler ve
inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler" buyurulur.
"iyiliği
emrederler, kötülükten men ederler, namazı ikame ederler, zekatı verirler,
Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah
rahmet edecektir. Allah Azizdir. Hakim'dir". Veyahut Allah'ın müminleri
yeryüzüne mirasçı kıldığı zaman onlann tavrı şeklinde
zikredilir. Hac sûresinin 41. ayetini buna örnek verebilir. "Onlar ki,
yeryüzünde kendilerini yerleşik kılıp iktidar sahibi kılarsak, namazı ikame
ederler, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü men'ederler.
Bütün işlerin sonu Allah'a aittir."
Burada şu noktalar
ortaya çıkmaktadır:
Bir: iyiliği emretmek,
kötülüğü men'etmek Kur'an'ın
müslümanlar üzerine her şart ve mekanda farz ve hüküm
koyduğu prensiblerindendir.
iki: Her ikisinin de
sadık müslümanlarm edindiği sıfat ve özelliklerdir. Ya da sadık islam ve imanlarından
kaynaklanarak davranışlarında görünen, heybet ve güzellik veren bir durumdur.
Tirmizî ve Taberani'nin
Peygamberimiz (s)'den tahriç ettiği bir hadisi
şerifte "Nefsimin akibeti elinde olana and olsun ki, ma'rufu kesin
emredeceksiniz, münkeri, kesin men'edeceksiniz
ya da Allah'ın size bir cezayı göndermesine az kalır
sonra O'na yalvarırsınız da duanıza icabet etmez."[35] Bu
rivayette bu farzı başka üslupla pekiştirme, bunda ihmallik gösterilirse müslümanlara bir korkutma vardır.Her İki kelime geneldir.
Ma'ruf: Kur'an ve sünnet'te gelen
emirler, toplumda bilinen her hayır, adalet, hak, salih,
faydalı, güzel, izzet gibi durumların kendisidir.
Münker: Kur'an ve sünnet'te gelen nehyler, toplumda bilinen her şer, zulüm, bâtıl, fasid, zararlı, kötü, aşağılık gibi durumların kendisidir.
Bu söylenenlere binaen şunu diyebiliriz. "Ma'rufu
emretmek, münkeri men'etmek"
prensibi, Kur'an'ın sosyal prensib-lerinden en güzelidir. Bununla toplum ıslah edilir ve
saadet bulur, onda hak, hayır ve adalet ruhu yerleştirilir; sapıklık, eğrilik, fesad ve kural dişilik düzeltilir.
Her iki kelime genelde
büyük ve hikmetli bir durumu içermektedir. Kur'an ve
Sünnet'te açık bir nass olmadığı zaman, her şart ve
mekanda hayır, adalet, kurtuluş, şerr, zulüm ve fesad olacak değişim ve gelişme ihtimalleri ve bütün
şartlar için, bu prensib geçerlidir. İşte bu Kur'an öğretilerini ebedileştiren Özelliklerden biridir.
Müslümanların
toplumdaki değişik kariyerlerine rağmen hepsi için bu farzın ilk anda
kapsayıcı olduğunu anlıyoruz. Toplum ve cemaatlerin hayatı ile bağlantılı genel
durumlara gelince bunu başarmak ancak toplulukların, cemaatlerin
dayanışmasıyla mümkündür. Her zaman gerekli olanla olmayanı, caiz olanla
olmayanı iyi değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Sonra görevi güzel araştırma ve bu
yolda yürüme ihtiyacı doğar. Ma'rufu emretmek, münkeri men'etmek görevi, sosyal
örgütlerle, topluluklara düşmektedir. Otorite, uygulama ve güç durumlarına
gelince, bu görev elinde otorite bulunanlara düşmektedir. Böylece yeryüzünde
anarşi, başıboşluk, abes şeylerle bozgunculuğu önler yada insanları faydalı
işlere yönlendirerek genel maslahatı sağlamış olur. Ahlâki durumlara gelince,
doğruluk, hak, gelenek, fayda, hayır, yanlış, bâtıl, zarar ve şerr yönleri gizleneme-yen açık ahlakî değerlerin, fertler
tarafından bozguncu ve anarşik bir şekilde yerine getirilmeleri doğru
değildir. Çoğu fertler genel adab-ı muaşeret ile
ilgili görevler ile; sapıklıklar karşısındaki görevlerini ihmal ederler. Bu
sapık hareketlerin yaygınlaşmasını sağlar. Bu sapma karşısında otorite ve toplulukların
da tutarsızlığı sözkonusu olabilir. Bu durumda görevi
üstlenecek güçlü fertlerin bulunması şüphe götürmez. Bunlarda görevlerini
yapmazlarsa günahkâr olurlar. [36]
"Biz Lokman'a "Allah'a şükret" diye hikmet (Geniş
akıl, uzak bakış ve idrak, güzel düzenleme) verdik, kim şükrederse kendisi için
şükreder; kim nankörlük ederse bilsin ki, şüphesiz Allah, Gani'dir. Hamid'dir" ayetinin içerdiği "şükretmek"
konusunu yorumlama ve hatırlatma ihtiyacı vardır. Mckkİ
ve Medeni sûrelerde çoğu ayetlerde Allah'a şükretme durumu değişik şekillerde
zikredilir. Ona teşvik edilir. Şükredenlere Allah'ın nimetini artırma va'di vardır. Dua edeni şükründe başarılı kılması için
Allah'a yalvanlır. Şükretmemenin ise, Allah'a ve
faziletine karşı gelmek ve O'nu inkar etmenin simgesi olduğu açıklanır. Allah
kendisine şükredene şükreder ve ona nimetini, gözetimini fazlalaştırır. En
güzel bir şekilde onu mükafatlandırdığının isbatı
vardır. Allah kendini çoğu ayetlerde "eş-Şekur"
olarak adlandırır. Bununla ilgili çoğu ayetlerde zikredilir. Örneğin Bakara
Sûresinin 172. ayeti "Ey iman edenler, size verdiğimiz azıkların
iyilerinden yeyin, Allah'a ibadet ediyorsanız, O'na şükredin." Ve yine
Bakara 185. ayeti "Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir
etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz." Al-i İmran
Sûresinin 145. ayeti "Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi ölemez. (Ölüm),
belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya (menfaatini) sevabını isterse,
kendisine ondan veririz, şükredenleri mükafatlandıracağız." İbrahim
Sûresi 7. ayeti "Ve Rabbi'niz size şöyle
bildirmişti: Andolsun şükrederseniz elbette size daha
fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz azabım pek çetindir." ez-Zumer Sûresi 7. ayeti "Eğer nankörlük ederseniz,
şüphesiz Allah, siz(in imamnız)a muhtaç değildir.
Fakat kullan için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için ona razı
olur." Tegabun Sûresi 17. ayeti "Eğer
Allah'a güzel borç verirseniz, Allah onu size kat kat
yapar ve sizi bağışlar. Allah şekur (karşılık veren)
dur, Halim (hoşgörülü)dir." Bunlar Kur'an'ın, Allah'a şükretme konusuna verdiği Öneme
delildir.
Şükür
kelimesi, Şeyh Mustafa el-Merağı'nin dediği gibi
kapsamlı kelimelerdendir. Her hayır onunla düzene girer; kalbinin, beynin,
bedeninin bütünüyle ıslahını kapsar. Allah'ın bir lutfu
olarak kalbi şahid olmayan kimse şükreden biri
değildir. Rabbini övmeyen, diliyle O'nu hamdetmeyen,
bâtılın içinde bulunan, dilini boş sözle hakikatten saptıran, bâtıl sözlerle
dolduran kimse şükreden biri değildir. Allah'ın kendisine verdiği malı O'na
itaat etmede, hayır ve ihsan yolunda harcamada yardımcı olacakken, bu yolda
cimrilik eden ya da Allah'a isyan edecek işlerde
harcayan şükreden kimse değildir, Şükretmek sahibine faydası ulaşan, Allah'ın muthaç olmadığı bir boyuttur. O, nefisleri temizler,
Allah'a yaklaştırır, O'nun iadesi ile salih yönde,
meşru yolla nimetleri infak eder. Allah'a umut ve rica ile yönelmeyle, O'nun
iyi mükafat ve koruması konusundaki va'di gerçekleşir[37].[38]
14. ve 15. ayetlerin
hükümleri, Lokman (a)'m nasihatlarının hikayesine
ilhamda bulunsa da biraz daha parantez içinde vurgulardır. Aynı zamanda bu
nasihatlerle, bu iki ayetin içeriği arasında bir münasebet vardır. Tefsiri
yapılan En'am ve İsra
Sûrelerinde gelen ayetler de, anne ve babaya iyilik yapmayı, muamelelerinde
ihsanda bulunmayı, rahmet kanatlarını germeyi kesin ve farz olarak vermektedir.
Burada İse zikredilen iki ayet, Allah'ın çocuklara babalarına ihsanda
bulunmayı, onlara şükretmeyi tavsiye etmektedir. Ve yine O, onlara itaati,
Allah'a olan itaatleri, İmanları ihlaslan ile sınırlamaktadır.
Anne ve baba yada ikisinden biri çocuklarını Allah'a ortak koşmaya çağırırlarsa,
onlara itaat edilemez. Kendinin yapacağı tek şey kalır ki, dünya hayatında o
ikisine ihsanla muamelede bulunmaktır. Sonra Allah'ın yoluna tabi olmak, ona
çağıranlarla ve yürüyenlerle birlikte olmak gerekir. İşte böylece Kur'an-ı celil tarafından bir
prensip verilmektedir. Bu prensip de, itaat gereken kimseye itaat etmek, bu
kişinin de hak ve ma'ruf sınırlarını aşmamasını
sağlamaktadır. Ayrıca günah, bâtıl ve isyan durumlarında herhangi bir kimseye
itaat edilmez.
Rivayetler her iki
ayetin de, Sa'd bin Ebi Vakkas ve annesi hakkında indiğini zikrederler[39]. Sa'd, Kureyş gençlerinden iman
edenlerle birlikte gençliğinde iman eder. Annesi onu İslam'dan döndürmek için
uğraşmaya başlar. Onu açlık grevi yapmakla tehdid
eder. Bu durum onda piskolojik bir krize dönüşmeye
başlar. Allah bu iki ayeti indirerek anne babaya itaati ve onlara ihsanı, O'na
şirk koşmama ve ihlash olma sınırları içerisinde
farz olduğunu emreder. Her iki ayetin içeriği ve siyakın münasebeti, rivayeti
doğrulamaktadır. Ya da her ikisinin içeriği
hatırlatma ve açıklama yoluyla, müşriklerden bir anne yada baba ile mü'min çocuğu arasında geçen çekişmeye Örnek bir tutum
olarak işaret eder. Bu tutum Ankebut Sûresinde de şu
ayetle tekrarlanmaktadır. "Biz insana, ana bahasına iyilik etmeyi tavsiye
ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi
hana ortak koşman için zorlarlarsa (hu hususta) onlara itaat etme. Dönüşünüz
banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm" (Ankebut,
8). Bu ayet bizi, problemin sadece Sad'in hiddeti ile
şahsından üreyen bir problem olmadığını, birçok şahsın aynı probleme maruz
kaldığını söylemeye götürmektedir. Siyer rivayetleri[40] bunu
açıklığa kavuştururlar. Muhammedi risalete
babalarının kufr ve şirk üzere kalmalarına rağmen
inanan Kureyş'in bir çok genç ve delikanlılarını
zikretmektedir. Bu kimseler babalarının işkence ve baskılarına maruz kaldılar.
Bunun sonucu olarak Habeşistan'a hicret ettiler. Buna örnek olarak Halid bin Said bin As ve hanımı
Emine bintu Halef, onun kardeşi ve hanımı Fatma bintu Safvan, Esved
bin Nevfcl bin Huveylid,
Amir bin Ebi Vakkas, Matlab bin Avl've Hamını Remle bintu Ebi Avf,
Ubeydullah bin Cahş ve hanımı
Remle bintu Ebi Süfyan, Osman bin Rebia, Muamer bin Abdullah, Malik bin Rabia,
İbn Kays bin Abduşems ve hanımı Amrah, Yezid bin Zumah bin Esved ve başkaları verilebilir. Allah onlardan razı olsun.
Sa'd hakkında şu rivayet edilir[41]:
"Annesi oğluna dönmesi için ısrarını artırınca ona şöyle der; 'Yemek
yemeyeceğim, tâ ki helâk oluncaya kadar. İnsanlar da seni kınasın'.
Oda annesine şöyle
karşılık verir. Ey Anacığım, Allah'a yemin ederim ki, yüz canım olsa ve bunlar
teker teker bedenimden çıksa, ben dinimi terketmeyeceğim". Bu konu ile ilgili Nebevi siret sayfalarında güzel tablolar vardır.
İman
eden gençler ilk anda kendilerini zor durumda buldular. Çünkü îsra ve En'anı sû releri ndeki ayetler, anne ve
babalarına kesin iyilik ve ihsanda bulunmasını emretmektedir. Bu zor
durumlarını Allah Rasulü'ne açıkladılar. Kur'an'ın hikmeti gerçeği bu ayetler, zorluğu kaldırmak
için indirilmiştir. [42]
Şirkin
büyük zulümle tanımlamanın sebebi şirk günahını büyük göstermek ve en çok uyarılması
gereken bir konu olduğu içindir. Bu günahın büyüklüğü, bu tanımın doğruluğu,
müşrik kimsenin çeşitli fısk ve cinayetleri
gözlemlendiğinde daha da açığa çıkar. Müşrik ilkönce kendisiyle çelişkili bir
durumdadır. Bunu en çirkin ve aptal bir şekilde ortaya koyar. Zarar ve fayda
veren, düzenleyen ve yaratan Allah'ı tanır, sonra da ibadet ederken, yönelme ve
duasında başkalarını O'na ortak koşar. İkinci olarak haktan sapmasıyla Allah'ın
gazab ve Öfkesine maruz kalır. Ona düşen sadece O'na
yönelmesidir. Fakat o, O'nunla bazı yarattıkları
arasında eşit tutar. Üçüncü olarak da kendini gerçek olmayan bâtıl güç,
düşünce ve mefhumlara boyun eğdirir. Oysa bunların hiçbiri ona ne zarar ne de
fayda verir. [43]
Annenin özellikle zikredilmesi,
önemine binaen ve uyarılmaya layık olduğu içindir. Bunun içeriği bir yanda
annenin çocuğuna bağışladığı büyük sevgi de dikkat çekerken, diğer taraftan
çocuklara düşen özellikle annelerine karşı merhamet ve ihsan görevlerini yerine
getirmeleri için yapıla.ı uyandır. Buhari ve
Müslim'in Ebu Hureyre'den tahriç ettiği bir hadiste bir adam Allah Rasulü'ne gelerek şöyle sorar: "Ey Allah'ın Rasulü, insanlardan güzellikle oturup kalkacağım en haklı
arkadaşım kimdir? Ona: Annendir buyurdu. Dedi ki: Sonra kimdir? Dediki Annendir. Sonra kimdir? Annendir buyurdu. Sonra
kimdir? dedi, sonra babandır buyurdu"[44]".
Tirmizi, Behiz bin Hakim
babasından, o da dedesinden rivayet ettiği bir hadiste o kişi sorar: "Ey
Allah'ın Rasulü kime ihsanda bulunayım? Annene sonra
annene sonra annene sonra babana sonra en yakınına buyurdu". Taberani Talba bin Muaviye Selmi'den tahriç ettiği bir hadisi şerifte "Dediki:
Peygambere (s) geldim ve ona şöyle dedim; Ey Allah'ın Rasulü,
ben Allah yolunda cihad etmek istiyorum. Annen hayatta
mı? buyurdu. Evet dedim. Onun dizinin dibini bırakma, sonra sana cennet var
buyurdu". Ve yine Taberani Ebi
Ümame'den tahriç ettiği bir
hadiste'[45]
Allah
Rasulü veda haccında İlk olarak söz anneler hakkında
tavsiyede bulunmuştur. Neticede Allah'ın Kitabı'mn
uyarması ile Rasulünün tavsiyeleri arasında bir
uyumluluk vardır. [46]
20-
Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri size boyun eğdirdi ve
size zahir ve batın (görülen, görülmeyen) nimetlerini bol bol
vererek tamamladı[47]'.
Yine de insanlardan kimi varki ne bilgisi, ne yol
göstereni ve nede aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır.
21- Onlara:
"Allah'ın indirdiğine uyun!" dense: "Hayır, biz babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Şeytan onları alevli ateşin azabına
çağırmış olsa da mı (babalarının İzinde gidecekler)?
İlk ayette ki hitab, dikkat çekmek suretiyle muhatablara
ve dinleyenlere yöneliktir. Allah, yerde ve göklerde bulunan güç ve yöntemleri
kendisine boyun eğdirmesine dikkatlerini çeker. O'nun onlar üzerinde hissi
görüntülerine düşen, etkilerini nefislerinde gören batini ve zahiri nimetlerini
tamamladığını, onları kuşatan herşeyle onlar için rahatlık,
güç ve barışı sağladığını bildirir. Sonra bütün bunlara rağmen Allah, birliği,
büyüklüğü, ibadet ve boyun eğmedeki tek haklılığı konusundaki tartışmalara kmayıcı bir şekilde işaret ediyor. Çünkü bu tartışma ne bir
bilgiye ne yol gösterene, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanır. İkinci ayet
onları korkutmaya devam eder. Onları Allah'ın indirdiğîne tabi olmaya
çağrıldıkları zaman, babalarının üzerinde buldukları yola tabi olmayı tercih
ettiklerini cevap verdiklerini anlatır. Ayet inkar eden ve çarpıcı bir soru ile
biter. Çünkü onlar inatçı bir tavır sergilediler. Eğer şeytan onları dolduruşa
getirip, alevli ateşin azabına gerçekten, sürüklese de mi? Babalarını takip
edecekleri sorusunu yöneltir.
Eğer dikkatle
incelenirse her iki ayette de, sûrenin ilk ayetlerinde hikaye edilen tablonun
bölümleri ile darb-ı mesel yoluyla Lokman ayetleri
arasında bir bağlantı vardır.
Her iki ayetin de[48]
müşriklerin liderlerinden Haris bin Nadir ve başkaları hakkında indirildiği
rivayet edilir. Onlar, Peygamberimiz (s)'le, Allah'ın
sıfatları, meleklerin şefaati, Allah'a olan akideleri ile kendilerinin ve
babalarının takip ettikleri yolun tabi olmaya daha yakın olduğu arasında
bağlantı hakkında tartışıyorlardı. Her iki ayetin ruhu genel şekliyle rivayetle
uyum gösterir.
Sûrenin ilk
ayetlerinde olduğu gibi her ikisinin de kafir liderleriyle, delile tartışarak
bir olayı anlatımı ima etmektedir.
Burada
bütün bilinmesi gereken silsilenin siyaki, her iki
ayetin bu tavra karşı hiddet sonucu inmediğidir. Bilakis genel anlamda
kafirlerin tavırları ve tartışma tablolarını anlatma siyakına işareti
içermektedir. İkinci ayetteki son paragrafın çarpıcılığı gerçekten kuvvetlidir.
Burada Allah Rasulü'nün Kur'an
diliyle kafirlere ve liderlerine kendisi ile onlar arasında tartışma ortamının ya da mücadelenin şiddetlendiği zaman yönlendirdiği cesur
ve güçlü haykırışının yankısı vardır. [49]
Kafirlerin sözünü
içeren "Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız (onların
yolundan gideriz)" ayeti, ilk defa bu sözler nedeni ile onları
kınamaktadır. Kur'an'ın Mekki
ve Medeni sûrelerinde bunun içeriği defalarca tekrarlanmıştır. Bu durum, Arap
kafirlerinin, anne ve babalarının geleneklerine şiddetle bağlı olduklarına, onu
mukaddes saydıklarına ve onu terketmeye çağırmayı bid'at ve düşmanca karşıladıklarına delildir. Nebevi
davetin karşısında şiddetli tavır koymalarından Önemli bir neden, bu davetin
geleneklerinin çoğunu yıkmasıdır. Bu tavrın sadece Araplara has olduğunu söyleyemeyiz.
Bu taassubi durum, bütün insanlar arasında ortak bir
noktadır. Miras alınan gelenekleri kolayca sindirmek ya
da bırakmak konusunda, ancak bu geleneklerin yer etmediği, zihinleri açık,
genç, münevver kişi ve topluluklar için sözkonusudur.
Belki bu husus, Allah Rasulü'nün risaletine
tabi olanların gençlik yaşını aşmamış kişilerden olmasındaki Allah'ın
hikmetini açıklıyor. İslama giren ilk neslin çoğunun
çok yaşlanmamış ve genç zümredendir. Buna örnek olarak Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Sa'd, Ali Ebu
Ubeyde, Ca'fer, Ebu Seleme, Halid bin Said, Talha, Zubeyr,
Said ve başkaları verilebilir. Allah onlardan razı
olsun. Belki bu iki ayetin çerçevesinde kararlaştırdığımız ile,Lokman ayetleri
arasında, sonra onunla babalarının şirke tâbi olmalarını istemeleri karşısında
çocuklar üzerinden itaat hakkının kalkmasında kuvvetli bir münasebet vardır. Kureyş'in bu neslinden çoğu fertler, genç erkek ve kızlar
babalarına rağmen iman ettiler. Onların babalarından bazıları Peygamber ve
davasına karşı şiddetli muhalefet hamlesinin başını çekmekteydiler. Peygamber
yakınlarından şirk üzere kalan Beni Haşim kabilesinin
çoğu ihtiyarlan babalarının örf ve ananelerine sarılmışlardı. Bunların başında
amcası ve koruyucusu Ebu Talip gelir. Ebu Cafer ve Ali, amcaoğlunun
dinine tabi olarak davanın ilk anlarında müslüman
oldular. Onlar Allah Rasulüne olan himayelerini
asabiyet etkisiyle ilan da etmekte idiler.
Kur'anî
kınamanın açıklamaya ihtiyacı yoktur. Babaların ve annelerin taklitlerine tutunmak
hiçbir ilme, hakka ve mantığa dayanmaz. Miras alınan taklitlere körükörüne bağlanmanın, ondan daha güzelini araştırmamanın
çirkinliği alanında uzun süreli, devamlı genel bir telkini içermektedir. İşte
bunda ne güzel biruslüb vardır. [50]
"Görmediniz mi
Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri size boyun eğdirdi ve size zahir ve
batini nimetlerini bol bol vererek tamamladığı"
cümlesi, insanların gözlemlerine ve eylemlerine hitap etmektedir.
İnsanların verilen
nimetler için şükretmeleri, Allah'ın onların üzerinde faziletini itiraf
etmeleri gerekmektedir. Allah'ın yeri ve gökleri, içindekilerini
insanoğlu için yarattığı anlamını burada görmüyoruz. Fakat bununla birlikte
diğer canlılardan insan aklının İleri bir derecede olmasını görüyoruz. Bu aklı
ile yer ve göklerde ki güç, kanunları yenerek kendi faydalanması için emrine
boyun eğdirebilir. İşte bunun anlamı ile geniş boyutta, her zaman ve her yerde
insan aktivitesi insanlık ilimleri, fikir ve aklın gelişmesiyle orantılıdır.
Bunun isbati bazı sûrelerde tekrarlandı. Bazısında bu
anlam daha açığa çıkmaktadır.
22- Kim güzel davranarak Özünü Allah'a teslim ederse
o, en sağlam kulpa yapışmıştır. İşlerin sonu Allah'a döner.
23- Kim de
inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin sonunda onların dönüşü bizedir. O zaman
yaptıklarını kendilerine haber veririz. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir.
24- Onları
biraz yaşatırız, sonra kaba bir azaba süreriz.
Ayetlerin anlamlan
açıktır. İlk anda kendilerinden önceki ayetleri takip ettiği söylenebilir.
Aynı zamanda peygamber için bir tesellidir. Kafirlerin inadı, sözleri,
babalarının bâtıl geleneklerine bağlanmaları karşısında korkutmak için
Peygambere düşen, onların inkarına karşı üzülmemesidir. Onların en son durumu,
az bir zamanda metalandırılma-ları,
sonra da hakettikleri ebedi ve şiddetli azaba
gönderilmeleridir. Aynı zamanda kişinin sadece Allah'a teslim olmaya ve O'na
yönelmeye teşvikini de içermektedir. Bununla salih,
güzel ameller arasında toplananlara yönelik bir uyarma da vardır. Çünkü onlar,
kopmayan sağlam bir kulpa yapışmışlardır.
Ayetlerin
üslubu, hikmetli, açık uslublardandır. İnsanların
amellerini kazanmaları, buna göre mükafatlarını haketmelerini
kararlaştırır. Bunun Örneği çok tekrarlanmıştır. [51]
25- Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?"
diye sorsan, mutlaka "Allah" derler. Deki: "Hamd
Allah'ındır. Hayır, çokları bilmezler."
26- Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah, işte gani (zengin) O, övülen
O'dur.
Her iki ayet bir
önceki siyakın devamıdır. Müşriklerin içinde bulunduğu çelişkiye dikkatleri
çekmektedir. Eğer onlara yerin ve göklerin yaratıcısı kimdir diye soracak
olursan, Allah'tır diye cevap verirler. Sonra sadece O'na davete ve Allah Rasulü'ne karşı, ilginç ve inatçı tavır sergilerler. Her
iki ayet Peygamber(s)'e Allah'ın kendisine bahşettiği hidayet için hamdetmesini emretti. Kafirlerin gerçek durumunu
kararlaştırdılar. Bu da, onların çoğunun cahil olduğunu, bilinçsiz ve aptalca
bir çelişkiye düştüklerini göstermektedir. Ve yine iki ayet, Allah'ın hakikatlarından yer ve göklerin sahibinin O olduğu, O'nun
varlığını hamd edilmesini farz kılarak insanlardan
zengin olduğunu belirtti. İster inansınlar, isterse inkar etsinler fark etmez.
İlk
ayet, müşrik Arapların, evrende tasarruf edenin, rızık
verenin, yaratanın Allah olduğuna inançlarını açıklamaktadır. Bu durumu
anlatan çeşitli ayetlerin, geçmiş sûrelerde Örnekleri vardır. Bu nedenle
onlara verilen cevap, kuvvetli bir hükümle gelmiştir. [52]
27-
Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz(ler)de
(mürekkep olsa) arkasından yedi deniz (daha gelip) ona yardım etse de, yine
Allah'ın kelimeleri[53]'
tükenmez. Allah Azîz'dİr; Hakîm'dir.
28- Sizin
yaratılmanız ve dİrİltilmeniz, bir tek kişifnin yaratılıp diriltilmesi) gibidir. Şüphesiz Allah,
işitendir, görendir.
29- Görmedin mi Allah, geceyi gündüzün içine
sokuyor; gündüzü gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı emrine boyun
eğdirmiştir. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. Ve Allah
yaptıklarınızı haber almaktadır.
30- Böyledir, çünkü Allah haktır, O'ndan başka
taptıkları ise, bâtıldır. Gerçekten yüce ve büyük olan, yalnız Allah'tır.
1-
Yeryüzünde bütün ağaçlar kopanlsa ve bundan kalemler
yapılsa, denizler mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha gelip, Allah'ın
ayetlerini, yarattıklarını, kanunlarını, rububiyetininin
delillerini, yüceliğini yazmada yardım etse bile bu kalemler ve yardımlar
tükenir. Ancak bu ayetler, yücelikler, deliller, kanunlar, yaratıklar tükenmez.
O, kudret yönünden Aziz'dir. O, yaratma, isteme, emretme hususlarında
Hakim'dir.
2- Bütün
insanları yaratmak ve diriltmenin O'na göre bir kişiyi yaratıp diriltmesi gi-bİ olduğunu belirtmiştir. Her
söylenen sözü işitir, olacak şeyleri görür.
3- Kararlaştırma anlamında bir soru, geceyi
gündüze takip ettiren, geceyi gündüze, gündüzü geceye girdiren Allah değil mi?
Güneşi ve ayı boyun eğdirerek, Allah'ın hikmeti ve ilminde belli bir sürede
bir düzene koyarak akıp gidişini, O yapmıştır. İnsanların bütün yaptıklarını
bilen O'dur. İnsanların gözleriyle gördükleri, faydalalanndan
yararlandıkları bu tablolar, O'nun büyüklüğüne, kudretine, faziletine en
kuvvetli delildir. O Hak'tır. Sadece O, ibadet edilmeye, boyun eğilmeye ve dua
etmeye layıktır. Müşriklerin O'ndan başka taptıkları ise bâtıldır.
Büyüklüğünde ve yüceliğinde hiçbir şey O'nunla boy
ölçüşemez. Çünkü O, Yüce'dir, Büyük'tür.
Bu
ayetler ile, bundan önceki ayetler arasında kopmaz bir bağlantı vardır. Bundan
önceki ayetlerin içerdiği mânâları ispatlamaya, pekiştirmeye devam edilir.
Diğer taraftan büyüklenerek mücadele edenlerin sözlerine, tavırlarına ve
inançlarına yer vererek onlar susturulur.Bu ayetler akıl ve kalplere nüfuz eden
kuvvetli bir uslubla gelir.28. nci
ayet muhatab üslubuyla geldi. Ahirette
dirilmeyi inkar eden müşriklere cevap yolunu göstermektedir. 25. ayette
belirtildiği gibi onlar, yeri ve gökleri yaratanın Allah olduğunu itiraf
ederler. Zuhruf sûresinde benzer tablo karşımızdadır:
"Andolsun onlara, 'Kendilerini kim yarattı?'
diye sorarsan elbette: 'Allah' derler, O halde nasıl (haktan)
çevriliyorlar?" (Zuhruf, 87). Allah'ın onları
yarattığını itiraf ederler. Allah'ın kudretini başlangıçta itiraf etmek, sonra
da inkar etmek çelişkidir. Allah'ın kudretinin sınırlı bütün insanları yaratıp
diriltme ile bir tek ferdi yaratma arasında farklılık olduğunu zannetmek
aptallıktır. İşte önlerinde duran Allah'ın yarattığı büyük evreni, O'nun
yarattığını itiraf etmeleri, ayetlerin gozalıcı
kanunları buna cevap veren delil değil midir?
[54]
Bizim rivayetini baz
aldığımız Mushaf'ta 27. 28. 29. ayetler Medeni'dir. Bazı mü-fcssirler[55],
peygamber ile Medine'deki yahudiler arasında geçen
Allah'ın ilmi ve boyutu hakkındaki tartışmada gösterdikleri tavra binaen indirildiğini
rivayet ederler. Yahudiler derler ki: Sen Allah'ın Tevratı
indirdiğini ve her şeyi açıkladığını söylersin. Oysa o, yahudilerden
başkasını bağlamaz.
Bazı müfessirler[56],
bazı müşriklerin yahudilerden korunmak için
Peygamberimize (s) bu soruyu sorduklarını rivayet ederler. Belki bu doğru
olabilir. Çünkü bazı müşrikler Peygamber(s)'i susturmaya, okuduğu Kur'an bölümlerinin çelişki arzettiğini
hayal ederek delil getirmeye çalışırlar. Mekke'de Ehli Kitap'tan yahudi ve hrisuyanların bazılarını
taciz etmek, susturmak, çelişki yaratmak amacı ile bu soruyu yöneltmiş olmaları
da uzak değildir.
Ayetlerin
kendinden Önce ve sonraki ayetlerden ayrı, tek başına inmediğini tercih
ediyoruz. Çünkü kendinde, Önceki ve sonraki ayetler arasında ayrılmaz bağlantı
açıktır.Bazı müşriklerin yada bazı Ehli Kitab'ın,
herhangi bir olayda delil getirdikleri yada sorduklarına cevap içerdiği
ihtimalini taşımakladır. [57]
31- Görmüyor
musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi İçin, gemiler Allah'ın
nimetiyle akıp gitmektedir. Şüphesiz bunda, çok sabreden[58]',
çok şükreden herkes için İbretler vardır.
32- (Denizde) onları, kara gölgeler[59] gibi
dalgalar sarıver-diği zaman, dini yalnızca O'na
"halis kılan gönülden bağlılar" olarak Allah'a yalvarıp yakanrlar. Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık
onlardan bir kısmı orta yoiu tutar[60]'.
Bizim ayetlerimizi nankör, ahidlerini bozan'[61]',
ihanet edenden başkası inkar etmez.
Müfessirlerden şöyle
diyenler olmuştur: Azgınlığından vazgeçen ve denizdeki tehlikede kurtuluşu için
Allah'a yalvardığı andaki ihlaslı durumu üzerinde
duran ve ahdini yerine getiren. İlk kelimeden sonra gelen cümlenin karinesi
bunu ifade eder.
İlk ayette gemilerin
denizler üstünde seyrindeki kâinat kanunlarından birine dikkat çekmek amacı ile
sabit bir soru vardır. Bunda, insanlara Allah'ın kâinattaki ayet ve eserlerini
görme fırsatını vermek açısından çok faydalar görülmektedir. Ve yine Allah'ın
nimetleri sözkonusudur. Bu nimetler, O'nun büyüklük
ve kudretine şahitlik etmektedir. Bunu ise ancak Allah'ın sınırları içinde
sebat ve sabır edenler, nimetine ve O'nun faziletine şükredenler idrak
edebilir.
İkinci ayette, denizde
yolculuk yapan bazı insanların durumuna vurgu vardır. Dalgalar, üstlerinde
kara gölgeler gibi büyüdüğü, kendilerinin kaçınılmaz bir tehlike içinde
olduklarını anladıkları zaman, dini yalnızca O'na halis kılarak, gönülden
bağlılar olarak Allah'a yalvarıp, yakarırjar, dua
ederler. Eğer onları bu korkunç ortamdan kurtararak, karaya çıktıkların da,
onlardan bazıları o durumda Allah'a verdiği ahidlerinde
durur. Onlardan bazıları da ahdini bozar, ihanet eder. İşte bu nankör ve çok
ahdi bozanların davranışıdır.
Her
iki ayet ilk bakışla kendinden önceki ayetlerle uslub,
konu ve siyak yönünden uyumludurlar. Her ikisinin de[62]
Mekke'de kaçan İkrime bin Ebi
Cehl hakkında indirildiği rivayet edilir. O, Peygambcr(s) Mekke'yi fethettiğinde deniz yoluyla kaçar.
Denizde tehlike başına gelince, Allah'a eğer kendisini kurtarırsa iman edeceği
sözünü verir. Onu kurtarınca da iman eder. Her iki ayetin Mekki
olduğu gözlemlenir. Çünkü Medeni olduklarına dair bir rivayet zayıftır, ikinci
olarak konu ve üslub yönünden bu ayetler sûrenin
akışında bir uyum oluşturur. Üçüncü olarak da, Yunus Sûresi 22. ve 23.
ayetlerde olduğu gibi Mekki ayetlerde tekrarlanır. Bununla
beraber her ikisinde gerçek bir olayda yeni tablolar görülür. Bazı Mekkeli-ler'in deniz yoluyla geziye çıktıkları ve tehlikeyle karşı
karşıya kalınca, sadece Allah'a yal-vardıklan ve bu
sözlerinde duracaklarına dair ahid verdikleri yada
Peygamberin risaletine i-man
edeceklerini söylemeleri ihtimal dahilindedir. Bu tehlikeden kurtulup Mekke'ye
döndükleri zaman onlardan bazıları inkarcı tutumunu bırakıp mutedil olur, ya da iman eder. Başkaları ise ahidlerini
bozar ve ihanet ederek inad ve inkar tutumlarına
tekrar dönerler. Bu her İki ayetin siyaktan ayrı olarak indirildikleri anlamına
gelmez. Biz bu ikisinin siyakın bir bölümü olduğunu tercih ederiz. Olaya işaret
etmesi açıklama ve susturma amacıyladır. [63]
33- Ey
İnsanlar, Rabb'inizden korkun ve babanın, çocuğunun
cezasını çekmeyeceği, çocuğun da babasının cezasını çekmeyeceği[64]
günden sakının. Allah'ın va'di gerçektir. Dünya
hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan), sizi Allah hakkında aldatmasın.
34- Kıyamet
saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katmdadır.
Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı o bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını
bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. (Her şeyi) bilen, (her
şeyden) haberi olan yalnız Allah tır.
İlk ayette insanlara
sesleniş vardır. Onları Kıyamet gününden korkmaya ve Allah'ın takva yoluna
girmeye davet vardır. Çünkü Kıyamet günü, ne bir babanın çocuğunun cezasını
çekeceği ve ne de bir çocuğun babasının cezasını çekeceği gün değildir. Her insan,
yaptığı amellerinden sorumludur ve onunla meşguldür. İnsanlardan ona en yakını
ve en sevdiği de olsa onunla ilgilenemez. Onlara Allah'ın bu va'dinin gerçek olduğunu pekiştirir. Onların dünya hayatı
ile kendilerini aldatmamaları, şeytanın vesveseleri süslemelerini
dinlememeleri için uyarır.
İkincisinde ise Kıyamet
günü saatinin bilgisinin Allah katında olduğunu isbat
eder. Yağmuru yağdıran O'dur. Rahimlerde olanı bilen O'dur. Hiç kimse yarın ne
yapacağını ne kazanacağını, nerede Öleceğini bilemez. Sadece Allah herşeyi bilendir. İşlerin hakikatini, akışını ve
sonuçlarını ancak o haberdardır.
Rivayetler[65] son
ayetin, Allah Rasulü (s)ne yöneltilen bir ve bir çok
soruya cevap olarak indirildiğini zikrederler. Her iki ayetin ruhu, ilkin kendi
aralannda, kendinden önceki ayetler arasında kuvvetli
bir bağın olduğunu ilham eder. İkinci ayetin varlığı birinci ayetin içerdiği
korkutma ve sakmdırmayı desteklediğini ilham eder.
Buna rağmen iki ayetin bölümleri arasında, kendinden önceki ayetler arasında da
uyumluluk arzeder. Bütün bunlar her iki ayetin
kendinden önceki ayetlerle konu, şekil ve siyak bakımından bağlantılı olduğunu
göstermektedir. Her ikisi de, sûrenin tabloları ya da
tartışma bölümlerini içeren sonucu bildirir. Her ikisi insanları sakındıran,
korkutan ve Allah'a ve O'n-dan korkmaya davet eden güçlü bir seslenişi
içermektedir.
Söylediklerimiz, bazı
insanların Allah Rasulü'ne yönelttiği sorulara son
ayetin cevap içeriği taşıdığı anlamına uzak değildir.
"Kıyamet saatinin
bilgisi, şüphesiz Allah'in katmdadır."
MüfessirIcr[66] son ayetb ilgili olarak İbn Ömer'den, bir nebevi hadisi zikrederler. "Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Gaybın
anahtarları beştir." sonra bu ayeti okur. Ve yine İbn
Ömer'den başka bir hadisi[67]
rivayet ederler. Allah Rasulü şöyle buyurur: "Gaybın anahtarları beştir. Onları ancak Allah bilir. Yarın
ne olacağını ancak Allah bilir". Yağmurun ne zaman yağacağını ancak Allah
bilir. Kıyamet saatinin ne zaman olacağını ancak Allah bilir. Rahimlerde olanı
sadece Allah bilir. İnsan nerede öleceğini bilmez."
İlk
hadisi Buhari tahriç
etmiştir[68]. Biz buna şaşarız. Çünkü
her iki hadiste, hasretme edatının ifadesiyle başlar. Bu beş durumun gaybın anahtarları olduğunu belirtmekle beraber,
insanların bilmesinden uzak değildir. Sonra ayetteki cümlede "Yağmuru
indiriyor" sözü, yağmurun iniş vaktini ancak Allah'tan başkası bilmez
anlamını verir. Allah en iyisini bilendir. [69]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/157.
[2] el-Muhsinun Burada güzel
ameller işleyenler anlamındadır.
[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/158.
[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/158.
[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/159.
[6] Lekvül'hadis Gerçeği
unutturan bâtıl söz.
[7] Vekf Sağırlık.
[8] Amed Çoğulu "amud" veya "imad"
şeklindedir. Dayanak anlamındadır.
[9] Temtdü biküm
Sîzi hareket ettiriyor
[10] küllt dabbe
Canlı türlerinden her tür.
[11] Zevç Sınıf anlamındadır.
[12] Bkz. Hazin Tefsiri
[13] Bkz. Taberi,
Hazin, İbn Kesir Tefsirleri.
[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/161-162.
[15] Hikmetün Güzel anlayış ve
düşünme, ileri görüşlülük ve güçlü akıldır.
[16] Vehnİn ala vehnin Zaaf üzerine zaaf. Zaafiyete
uğratmasına rağmen annesi onu taşıdı ve bu hamileliği zaafiyeti
arttırdı.
[17] Fisaîühü fi ameyn Onun emzirmesi iki yıldır. Sonra onu sütten keser.
Araplarda, bu şekilde bir uygulamayı en faziletli bir durum olarak
görüyorlardı. Bu durum, Bakara Sûresi'deki 233.
ayette açıkça ifade edildi: "Anneler, süt emzirmeyi tam yapmak isteyenler
için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler" Elfısal:
Çocuğu sütten kesme anlamındadır.
[18] İn câhedeke Gayretlerini
senin için sarfedenler ve aleyhinde münakaşa
edenler.
[19] Ve sahibhüma fi'd-dünya mağrûfen O ikisi ile
iyi geçin, dünyada onlarla güzel arkadaş olun. Bu, çocukların babalan için
yapması gereken, övülen ve bilinen bir durumdur.
[20] Men enâbe ileyye Bana iman eden, yoluma giren ve bana yönelen kimse.
[21] el-Ma'ruf En hayırlı, salih, temiz ve güzel olarak bilinen her şey.
[22] el-Münker En şerli, zararlı
ve çirkin olarak bilinen her şey.
[23] La tusaggir haddeke Sırtını veya yüzünü çevirmek anlamındadir.
Bu cümle, kibirden, büyüklenmekten, boşyere iftihar
etmekten menetmektedir.
[24] Merehan Kendini beğenme,
şımarma ve böbürlenme
[25] el-Muhtal Kibirlenerek ve
kendini beğenerek yürüyen kimse.
[26] Fehûr Varlığıyla, malıyla,
güç ve kuvvetiyle övünüp böbürlenen kimse.
[27] İksidfîmeşyike Yürüyüşünde
mutedil ol, orta yolu tut. Ya da böbürlenmeksİzin
yavaşça yürü.
[28] Uğdud min
savtike Sesini kıs ya da
hafiflet.
[29] Enkera'l-Esvat
Seslerin en çirkini, iticilikte ve reddedişte en şiddetlisi. Belki eşek
sesinin yüksekliği, yüksek ses çıkarmaksızm sesi
kısarak konuşma emrine karşılık bir teşbih olarak gelmiştir.
[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/165-166.
[31] Bkz. Taberi.
Tabresi, İbn Kesir. Hazin, Zemahşari Tefsirleri.
[32] İbn Hişam,
Cilt 2. 34-36 sayfa.
[33] Bkz. Taberi,
Tabresi, ibn Kesir, Hazin, Zemahşeri, Begavi Tefsirleri.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/166-167.
[35] et-Tacu'l-Cami ii Usuli Ahadisi'-Rasul, cilt 5 s. 205
[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/167-168.
[37] Bkz. Tabbara'nın
"İslam'ın Ruhu" adlı Kitabı s. 170.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/
[39] Bkz. Taberi
Tefsiri.
[40] İbnHişamc. I, s. 340
[41] Bkz. Taberi
Tefsiri.
[42] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/169-171.
[43] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/171.
[44] et-Tacu'l-Cami !i Usuli Ahadisi'r- Rasul c. 5, s. 5.
[45] Mecmau'z- Zevaid, c. 8, s. 138
[46] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/171-172.
[47] Esbeğa) Tamamladı veya
yerine getirdi.
[48] Bkz. Hazin, Tabresi tefsirleri.
[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/172-173.
[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/173-174.
[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/174.
[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/175-176.
[53] Kelimetullahi Allah'ın
ayetleri, yaratıkları, Rabb'lığınm şahitleri,
kâinattaki kanunlar.
[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/176-177.
[55] Bkz. İbn
Kesir Tefsiri.
[56] Bkz. Beğavi
Tefsiri.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/177-178.
[58] Sabbâf in Çokça sabır ve
sebat eden.
[59] ez-Zulâlü "Zelletü" kelimesinin çoğuludur. Burada dalgaların
büyüklüğü ve yüksekliğinden kinayedir. Sanki yolcuları ve gemileri gölgeleyen
bulutlar gibi.
[60] Muktesidim İnkarından ve azgınlığından dönerek mutedil
olma.
[61] Hattarin Çokça ahdini bozan.
Ahdine çok ihanet eden.
[62] Tabresi Tefsiri.
[63] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/179.
[64] La yeczî Yerine geçmez. Yerini doldurmaz.
[65] Bkz. Taberi,
Hazin, İbn Kesir Tefsirleri .
[66] Taberi Tefsiri.
[67] Taberi Tefsiri.
[68] et-Tacu'l-Cami li Usuii AhadisiY-
Rasul, c. 4, s. 181
[69] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/180-181.