Secde Suresi, otuz
âyettir. 16-20 âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.
Bu Sure-i Cehle,
Kur'an-ı Kerimin, âlemlerin rabbi olan Allah tarafından indirildiğini, onu, Hz.
Muhammed (s.a.v.)in uydurmadığını, o kitabın, daha önce de kendilerine
peygamberler gönderilerek uyarılmış olan insanları uyarması için peygamberimize
gönderildiğini beyan ederek başlıyor.
Gökleri ve yeri ve
aralarındaki Seri, AHahın, altı günde yarattığı ve sonra arşı hakimiyeti altına
aldığı, ondan başka hiçbir şefaatçinin bulunmadığı ve bütün bunları düşünmek
gerektiği beyan ediliyor.
AHahın, gökten yere
inen emirlerle bütün işleri idare ettiği, onun, görüneni de görünmeyeni de
bildiği, herşeyi en güzel şekilde yaratanın o olduğu, bütün bunlara rağmen
insanların çok az düşündükleri ifade ediliyor.
İnsanların canlarını
ölüm meleğinin alacağı, suçluların âhirette AHahın huzurunda başlarını eğerek,
salih ameller işlemek için tekrar dünyaya gönderilmelerini isteyecekleri ifade
ediliyor.
AHahın âyetlerine
ancak, kendilerine o âyetler hatırlatıldığı zaman secdeye kapananların,
büyüklük taslamadan rablerirıi hamd ile teşbih edenlerin, çok ibadet etmekten
vücutları yataktan uzak kalanların, rablerine korku ve ümit ile dua edenlerin
ve kendilerine verilen nzıklardan Allah yolunda infak edenlerin iman edecekleri
beyan ediliyor.
İman eden kimse ile
fasık bir kimsenin bir olmayacağı, iman edip salih amel işleyenlerin,
yaptıklarına karşılık kendilerine Me'va cennetlerinin verileceği, yoldan
çıkanların barınaklarının ise ateş olduğu haber veriliyor.
Peygamberimize
hitaben, Hz. Mu sa'ya Tevratın verildiği ve onun, İsrai-loğullanna bir hidayet
rehberi kılındığı haber veriliyor. Ve İsrailoğullanndan sabredenlerin ve
âyetlere kesinlikle iman edenlerin, iman ettikleri müddetçe, Allahın, onları
doğru yola sevkettiği beyan ediliyor.
Sure-i Celilenin
sonunda, Peygamber efendimize, fetih gününde, kâfirlere, iman etmelerinin
hiçbir fayda vermeyeceği, onlara hiç mühlet de verilmeyeceği, peygamber
efendimizin de iman etmeyenlerden yüzçevirip sonucu beklemesi emrediliyor. Ve
sure bu âyetlerle son buluyor.
Ebu Hureyre (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)ın, Cuma günü sabah namazlarında Secde suresini ve insan
(Dehr) suresini okuduğunu rivayet etmiştir.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1- Elif,
Lâm, Mim.
Mukatta'a harfleri
hakkında, Bakara Suresinin başında izahat verilmiştir.[2]
2- Kendisinde
şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin rabbi olan Allah tarafındandır.
Bu âyet-i kerimeye iki
şekilde mana verilmiştir: Birinci şekli mealde verildiği gibidir. İkinci şekli
ise şöyledir: "Muhammede indirilen bu kitabın, âlemlerin rabbi olan Allah
tarafından indirildiğinde asla şüphe yoktur. Yani Kur'an-i Kerim, kesin olarak
Allah tarafından indirilmiştir. O ne bir şairin şiiri, ne bir kâhinin kafiyeli
konuşması ne de Muammed'in uydurmasıdır. [3]
3-Yoksa:
"Onu Muhammcd uydurdu mu?"
diyorlar. Hayır o, senden önce kendilerine peygamber gönderilmiş bir milleti
uyarman için, sana rabbin
tarafından indirilmiş bir gerçektir. Belki doğru yolu bulup hidayete ererler.
Yoksa, AUaha ortak
koşan müşrikler: "Muhammed bunu kendi tarafından uydurup Alİaha isnad
ediyor mu? diyorlar. Hayır, bu onların iddia ettikleri gibi değüdir. Bilakis
Kur'an, rabbin tarafından sana gönderilmiş bir kitaptır. Böylece sen bu
kitapla, senden Önce kendilerine uyarıcı bir peygamber gelmiş olan Ku-reyşliler
ve benzerlerini uyarmış olasın. Belki onlar hidayete kavuşmuş ve bu kitaba iman
etmiş olurlar. [4]
4- Gökleri,
yeri ve aralarında bulunanları altı günde yaratan ve sonra arşı hakimiyeti
altına alan Allahtır. Allahtan başka ne bir dostunuz ne de bir şefaatçiniz
vardır. Hiç düşünmez misiniz?
Kendisine gerçekten
kulluk edilecek olan ilah, gökleri ve yeri ve o ikisinin arasındakileri altı
günde yaratan sonra bütün mahlukatı kuşatan, Arşa hükmeden, Allahtır. Sizin,
bunları yapan Allahtan başka ne bir ilahınız, ne bir dostunuz ne de bir
şefaatçiniz vardır. O, size bir zarar vermek istediğinde kimse size arka
çıkamaz. Sizi cezalandırmak istediğinde kimse sizin için aracı olamaz. O halde
ona itaat ederek onu dost edinin. İşlerinizde ondan yardım dileyin. Zira hiçbir
güç ona galip gelemez. Hiç, bunları düşünüp ibret almaz mısınız? Başka şeylere
tapmayı bırakıp niçin yalnızca Allaha kulluk etmezsiniz? [5]
5- Gökten
yeryüzüne, bütün işleri idare edip yürüten O'dur. Sonra o işlerin neticesi,
sizin saydığınız yılınızla bin yıl eden bir günde ona yükselip
arzedilir.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.
Mücahid, Katade,
Dehhak ve İkrime'den nakledilen bir rivayette âyet şöyle izah edilmiştir;
"Allanın emri gökten yere iner ve yerden de göğe çıkar. Bu, birgün içinde
gerçekleşir. Bu bir günde, dünya günlerine göre bin yıllık bir mesafe alınır.
Zira gökle yeryüzünün arasındaki mesafe beşyüz yıldır. Böylece Allanın emrinin,
yeryüzüne gelip tekrar geri dönmesi, bin yıllık zamana eşittir. İşte dünya
gününe göre bin yıl olan bu mesafe, tek bir günde alınır. Taberi bu izah
tarzını tercih etmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyet şöyle izah edilmiştir:
Allah, gökten emirlerini, melekleri vasıtasıyla yeryüzüne gönderir. Sonra melekler
bir günde Allanın huzuruna dönerler. Bunların bu bir günde aldıkları mesafe,
dünya günlerinin bin yılına eşittir. Zira yerle gök arasındaki mesafe bin
yıllık bir mesafedir.
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: Allah, göklerle yer arasında
bulunan şeylerin bin yıllık işini, meleklerine bir günde emreder. Bin yıldan
sonra tekrar bin yıllık işi bir günde emreder ve böylece devam eder. Nitekim
başka bir âyeti kerimede şöyle buyuruluyor: "Onlar senden azabın hemen
indirilmesini isterler. Allah, vaadinden asla caymaz. Şüphesiz rabbinin
nezdindeki bir gün, sizin hesabınızdaki bin yıl gibidir. [6]
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: "Allah,
göklerle yer arasındaki işleri sevk ve idare eder. Sonra işler, Allahın
göklerle yeri yarattığı altı günün bir günü kadar olan bir günde Ailaha döner.
Göklerle yerin yaratıldığı altı günden her birinin miktarı, dünya gününün bin
yılına eşittir. [7]
6- İşte o,
görülmeyeni de görüleni de bilendir. Hcrşeye galiptir ve çok merhametti
olandır.
İşte bütün işleri sevk
ve idare eden rabbin, gözle görülmeyen gaybı da bilendir. Gözle görülenleri de.
O, herşeye galiptir, kendisine ortak koşan ve peygamberlerini yalanlayanlardan
intikam almada şiddetlidir. Sapıklığı bırakıp imana dönen ve salih amel
işleyenlere karşı ise pek merhametlidir. [8]
7-9- Hcrşcyi
en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan var eden sonra insan soyunu adi
bir suyun özünden yaratan sonra şekil verip düzelten, ona kendi ruhundan üfleyen,
sîze kulaklar, gözler ve gönüller veren de O'dur. Ne de az şükredersiniz.
Allah teala birinci
âyette "Herşeyi en güzel şekilde yaratan" olduğunu zikretmektedir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre bu ifadeden maksat, Allah tealanın, yarattığı
herşeyi sapasağlam yaratmasıdır.
Katade ve Mücahid'den
nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat, Allanın yarattığı
herşeye verdiği şeklin o şey için en güzel şekil olduğunu ifade etmektir.
Diğer bir görüşe göre
ise bu ifadeden maksat, herşeye, yaratılışına göre davranma kabiliyetinin
verildiğini beyan etmektir.
Âyet-i kerimede
zikredilen "Adi su"dan maksat, menidir. İnsanın atası olan Âdem
balçıktan yaratılmış ondan sonra insanlığın üremesi bu meni vasıtasıyla devam
etmiştir. [9]
10-
"Biz, toprağa karışıp kaybolduktan sonra mı biz mi yeniden yaratılacağız?"
derler. Doğrusu onlar, rablcrine kavuşmayı inkar ederler.
Allaha ortak koşan ve
öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlar şöyle dediler: "Et ve kemiklerimiz
çürüyüp toprak olduktan sonra mı? Bizler mi yeniden diriltilip ortaya
çıkarılacağız? Doğrusu bu müşrikler, rablerinin huzuruna çıkmayı inkar
ederler. Çünkü onlar, ağır bir hesap vereceklerinden ve şiddetli bir cezaya
çarptırılacaklarından korkarlar. [10]
11- Ey
Muhammcd, sen onlara şöyle de: "Canınızı almaya vekil kılınan ölüm meleği
canınızı alacak sonra da rabibnizc döndürüleceksiniz.
Ey Muhammed, sen,
Allaha ortak koşan ve öldükten sonra dirileceklerini kabul etmeyen o müşriklere
de ki: "Sizin canınızı ölüm meleği alacaktır. O, sizin canınızı almaya
vekil kılınmıştır. Sonra da hepinizi diriltilip rabbinizin huzuruna
sevkedileceksiniz ve orada ona hesap vereceksiniz."
Âyette geçen
"Ölüm meleği"nin, "Azrail" isimli melek olduğu ve onun,
canlan alma işinde yardımcıları bulunduğu çeşitli rivayetlerde belirtilmiştir. [11]
12-
Suçluların, rablerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, gördük
işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller işleyelim. Artık kesin
olarak iman ettik." dediklerini bir görsen.
Ey Muhammed, sen,
"Bizler yeryüzünde çürüyüp kaybolduktan sonra , bizler mi yeniden
diriltileceğiz?" diyen o suçluların, rablerinin huzurunda başlanm nasıl
eğdiklerini ve Allaha: "Rabbimiz, biz, dünyada yalanladığımız azabı
gözümüzle gördük ve peygamberlerinin bize tebliğ ettiklerinin doğru olduklarını
kulaklarımızla işittik. Sen bizi, tekrar dünyaya döndür de orada sana itaat
ederek salih ameller işleyelim. Çünkü bizler, herşeyi kesin olarak
öğrendik." diyerek yal vardıklarını bir görsen.
*Âyet-i kerimede,
kâfirlerin, âhirette gerçekleri anlayınca, kendilerini savunacakları birşey
bulamayacakları, tekrar dünyaya döndürülmeyi istemekten başka bir çareleri
olmayacağı beyan ediliyor. [12]
13- Eğer
biz, dilescydik, mutlaka herkese hidayet verirdik. Fakat benden sadır olan
"Cehennemi tamamen cinler ve insanlarla dolduracağım." sözü haktır.
Ey Muhammed, eğer biz
dilemiş olsaydık kavminden, Allaha ortak koşan bu müşrikleri ve diğer kâfirleri
Allaha iman etmeye muvafaak kılardık. Ancak benim şu sözüm mutlaka
gerçekleşecektir: "Cehennemi bütün cin ve insanlarla dolduracağım." [13]
14-
Cehenneme girenlere şöyle denir: "Bugününüzle karşılaşmayı unutmanızın
cezasını tadın bakalım. Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızın karşılığı olarak
ebedi azabı tadın."
Cehenneme giren müşrik
ve kâfirlere şöyle denir: "Dünyada iken bugünle karşılaşacağınızı
unutmanızın cezası olarak Allahm azabını tadın. Biz de bugün sizi azapla
başbaşa bırakıyoruz. Dünyada işlediğiniz günahlarınızdan dolayı ebedi olarak
içinde kalacağınız azabı tadm." [14]
15-16- Bizim
âyetlerimize ancak, kendilerine âyetlerimiz hatırlatıldığı zaman secdeye
kapananlar, büyüklük taslamadan rablcrini ha m d ile teşbih edenler, çok
ibadet etmekten vücutları yataklardan uzak kalanlar, r a İllerine korku ve
ümitle dua edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler iman
eder.
Benim âyet ve
delillerime ancak şu insanlar iman ederler ki, onlara âyetlerimiz hatırlatılıp
öğüt verildiğinde rablerinin azameti karşısında secdeye kapanırlar. Rablerini
överek teşbih ederler. Onlar, hakka karşı boyun eğmeye asla böbürlenmezler.
Onlar, geceleyin çokça namaz kıldıklarından vücutları yataktan uzak kalır.
Onlar, rablerinin azabından korkarak ve mükafaatmı ümidede-rek ona yalvarırlar
ve onlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.
Âyet-i kerimede,
Allaha iman eden kulların, ibadet etmekten dolayı yataklardan uzak kaldıkları
beyan edilmektedir. Bazı müfessirlere göre bu ibadetten maksat, akşam namazı
ile yatsı namazı arasında yapılan nafile ibadetlerdir. Enes b. Mâlik ve Katade
bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Bazılarına göre de-bu âyet, akşam
namazından sonra uyumayarak yatsı namazım beklemeyi kas-detmektedir.
Hasan-ı Basrî ve İbn-i
Zeyd'e göre ise bu âyette zikredilen ibadetten maksat, geceleyin yapılan
nafile ibadettir.
Dehhak ve İbn-i
Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyette zikredilen ibaetten
maksat, Allahı devamlı olarak anmaktır. Onu anmak, namazda, namaz dışında,
uykudan önce, uykudan sonra ve her zaman olabilir.
Taberi ise insanın
yatağından uzak oluşunun ancak geceleyin meydana geleceğini bu itibarla âyette
zikredilen ibadetten maksadın, geceleyin yapılan bir ibadet olduğunu söylemekte
ve bu ibadetin, namaz kılma, Allahı anma ve benzeri ibadetleri kapsadığım,
aynca gecenin başlangıcında başlayıp sonuna kadar yapılabilecek her türlü
ibadeti de içine aldığım ifade etmektedir
Gece namazının
fazileti hakkında çeşitli hadis-i şerifler rivayet edilmiştir. Bu hadislerden
bazıları şunlardır:
Abdullah b.
Mes'ud'dan, Resulullahın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Aziz ve Celil
olan rabbimiz şu iki adama hayret etmektedir. (Onlan takdir etmektedir)
Bunlardan biri, yatak ve yorganından sıçrayıp kalkar ailesi ve sevdiklerinden
aynlarak namaz kılar. Rabbimiz şöyle der: "Ey Meleklerim, benim kuluma
bakın. O, benim nezdimdeki sevabı isteyerek ve azabımdan çekinerek yatağından
ve yerinden sıçrayıp kalktı. Sevdiğinden ve ailesinden ayrılıp namaza durdu.
Diğer bir kişi de Aziz ve Celil olan Allah yolunda cihad etti. Onlar mağlup
oldular. Bu kişi ise savaştan kaçmanın kendi aleyhine neler getireceğini,
savaşa devam etmesinin ise kendisine neler kazandıracağını anladı. Nezdimdeki
sevabı isteyerek ve azabımdan çekinerek dönüp kanı akıncaya kadar savaştı. İşte
o zaman, aziz ve Celil olan Allah, meleklerine şöyle der: "Benim
kuluma bakın. Nezdimdeki sevabı isteyerek
ve azabımdan çekinerek tekrar cihad etmeye döndü ve kam akıtıhncaya kadar
savaştı. [15]
Muaz b. Cebel diyor
ki:
"Ben Resulullah
ile beraber bir seferde bulunuyordum. Birgün ona çok yakın idim.Birlikte yürüyorduk.
Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, sen bana, beni cennete koyacak ve cehennem ateşinden uzaklaştıracak
bir amel bildir." Resu-1 lullah buyurdu ki: "Sen bana, büyük bir §ey
sordun. Fakat o, Ailahın kolaylaştırdığı kimseye pek kolaydır. Sen, Allaha
kulluk et. Hiçbirşeyi ona ortak koşma. Namazı kıl, zekatı ver, Ramazan orucunu
tut ve Hac yap." Sonra Resulullah şöyle buyurdu: "Sana hayinn
kapılarını göstereyim mi? Oruç bir kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü
gibi hataları söndürür. Bir de kişinin, gecenin yansında namaz kılması."
Sonra Resulullah: "Bizim âyetlerimize, çok ibadet etmekten vücutları
yataktan uzak kalanlar, rablerine korku ve ümitle dua edenler ve kendilerine
verdiğimiz rızıklardan infak edenler İman eder." "Hiçbir kimse onlar
için dünyada yaptıklarının karşılığı olarak, saklanmış, memnun edici nimetlerin
ne olduğunu bilemez." âyetlerini okudu. Daha sonra şöyle buyurdu:
"Ben sana, bütün işlerin başını, direğini ve zirvesini bildireyim
mi?" "Evet,ya Resulullah." dedim. O, şöyle buyurdu: "İşin
başı İslam, direği namaz, zirvesi ise cihattır." Sonra şöyle dedi:
"Ben sana, bütün bunları kazandıracak vasıtayı bildireyim mi?"
"Evet ya Resulullah." dedim. Bunun üzerine Resulullah dilini tuttu ve
"İşte buna sahip ol." dedi. Dedim ki; "Ey Ailahın Resulü,
bizler, konuştuklarımızdan hesaba çekilecek miyiz? Resulullah: "Ey Muaz,
ey annesi kaybedesi, insanları yüzleri veya burunları üzerine ataşe atacak şey,
dillerinin kazandığından başka nedir?" dedi. [16]
17- Hiçbir
kimse, onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış sevindirici
şeylerin ne olduğunu bilemez.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir hadis-i şerifinde cennet nimetlerini tasvir ederek şöyle
buyurmuştur:
"Allah tebareke
ve teala dedi ki: "Ben, salih kullarım için öyle şeyler ha-zırlamışımdır
ki, onları ne bir göz görmüş ne de bir kulak işitmiştir. Onlar, bir beşerin
kalbine de doğmamıştır." Ebu Hureyre dedi ki: Dilerseniz, "Hiçbir kimse
onlar için dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış sevindirici şeylerin
ne olduğunu bilemez." âyetini okuyun. [17]
18- Hiç,
iman eden kimse, fâsik gibi olur mu? Elbette eşit olamazlar.
Hiç, Allaha iman eden,
onun vaadini ve tehdidini tasdik eden, emir ve yasaklarına uyan mümin kul,
Ailahın vaadettiği şeyleri yalanlayan, emir ve yasaklarına karşı çıkan kâfir
bir kul gibi olabilir mi? Elbette ki bunlar, Allah katında eşit değillerdir.
Ata b. Yesar ve Süddî,
bu âyet-i kerimenin,.Ali b. Ebi Talib ise fâsık bir kimse olan Velid b. Ukbe
hakkında nazil olduğunu sölemişlerdir. Velid b. Ukbe Hz. Ali ile tartışmış ve
ona şöyle demiştir: "Benim sözüm senden daha geçerli, kılıcım seninkinden
daha keskin, orduları püskürtmem senden daha fazladır." Hz. Ali ise:
"Kes sesini sen bir fâsıksın." demiş ve işte bunun üzerine bu âyet nazil
olmuştur. [18]
19- İman
edip salih ameller işleyenler için, yaptıklarına karşılık konak olarak Me'va
cennetleri vardır. [19]
20- Fâsık
olanların barınakları ise ateştir. Onlar ne zaman oradan çıkmaya yeltensclcr,
her defasında geriye çevirilirler. Onlara: "Dünyada yalanlayıp durduğunuz
ateşin azabını tadın." denir.
Allah teala bu
âyetlerde, müminlerle kafirlerin başlarına gelecek akıbetleri karşılaştırarak
zikretmekte, müminlerin cennetlerde konaklayacaklarını, kâfirlerin ise bir
daha içinden çıkamayacakları cehennem ateşine sevdekile-ceklerini
bildirmektedir. Âhirette kâfirler kınanarak onlara: "Dünyadayken yalanlayıp
durduğunuz ateşin azabım tadın." denecektir. [20]
21- Biz,
(inkardan) vazgeçip tevbe etsinler diye (âhiretteki) o büyük azaptan önce,
mutlaka onlara (dünyadaki) yakın azabı tattıracağız.
Âyet-i kerimede
zikredilen "Yakın azap"tan maksadın ne olduğu hakkında çeşitli
rivayetler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Übey b. Kâ'b, Ebul Aliye, Dehhak, Hasan-i Basrî ve İbrahim en-Nehaî'den
nakledilen bir görüşe göre buradaki "Yakın aazap"tan maksat, kulun,
dünyada iken canına ve malına gelen âfet ve felaketlerdir. Allah, kulunu
öldürmeden önce onun basma çeşitli felaket getirir ki tevbe edip Allaha
yönelsin. Şayet bunu yapmazsa âhiretteki büyük azabı hak eder.
îkrime'nin, Abdullah
b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise âyette zikredilen "Yakın
azap"tan maksat, dünyada verilen dini cezalardır. Bu cezalara maruz
kalanlar tevbe ederlerse âhiretteki büyük cezalardan kurtulmuş olabilirler.
Abdullah b. Mes'ud,
Hasan b. Ali, Mücahid ve Übey b. Kâ'b'dan nakledilen diğer bir görüşe göre
ise, âyette zikredilen""Yakın azap"tan maksat, Bedir savaşında
olduğu gibi, kâfirlerin öldürülmeleridir.
İbrahim en-Nehai'den
nakledilen bir görüşe göre ise âyette zikredilen "Yakın azap"tan
maksat, kıtlık yıllandır. Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise
"Yakın azap"tan maksat, dünyada görülen açlık, felaketler, Öldürülme
gibi her türlü cezalardır. Âyette zikredilen "Büyük azap"tan maksat
ise, âhiret azabıdır. [21]
22-
Kendisine rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirenlerden
daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki biz, suçlulardan İntikam alacağız.
Kendisine Allahın
öğütleri, kitabının âyetleri ve peygamberleri hatırlatıldıktan sonra bütün
bunlardan yüz çevirip herhangi bir öğüt almayan kişiden daha zalim kim
olabilir? Şüphesiz ki bizler, suç işleyen mücrimleri, layık oldukları şekilde
cezalandıracağız. Onların yaptıkları asla yanlarına kalmayacaktır. [22]
23- Şüphesiz
biz, Musa'ya Tevratı vermiştik. Ey Muhammed, sakın Musa'nın Tcvrata kavuşması
hususunda şüpheye düşme. Biz onu, Israilo-ğullarına bir hidayet rehberi
kılmıştık.
Bu âyet-i kerime şu
şekillerde izah edilmiştir: "Şüphesiz ki biz Musa'ya Tevratı verdik. Ey
Muhammed, senin, Miraç gecesinde Musa ile görüşeceğinden veya görüştüğünden
şüphe etme. Kıyamet gününde onu göreceğinden şüphe etme. Biz Tevratı veya
Musa'yı İsrailoğullan için doğru yolu gösteren bir rehber
kıldık."
"Şüphesiz ki biz
Musa'ya Tevratı verdik. Musa'nın, Tevratı gönül hoşlu-ğuyla alıp kabullendiğinden
şüphe etme."
"Şüphesiz ki biz
Musa'ya Tevratı verdik. Musa'nın, rabbinin huzuruna çıkacağından şüphe
etme." [23]
24- Biz,
israiloğullarından, sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle iman ettikleri
müddetçe, emrimizle insanları doğru yola sevk eden önderler kılmıştık.
Âyet-i kerimede,
İsrailoğullarından, insanları, Allahin emriyle doğru yola sevkeden Önderler
yaratıldığı zikrediliyor. Buna sebep olarak da o önderlerin çeşitli çile ve
aldatıcı şeyler karşısında sabırlı olmaları ve Allahın âyetlerine kesin bir
şekilde iman ettikleri zikrediliyor.
Evet, önder olacak
kimsenin, sabırlı, kararlı ve davasına kesinlikle iman etmiş bir kişi olması
gereklidir. [24]
25-
Şüphesiz, ihtilafa düştükleri hususlarda kıyamet günü aralarında sadece rabbin
hükmedecektir.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki rabbin, yaratılanların, dünyadayken ihtilaf ettikleri hususlar hakkında
kıyamet gününde hükmünü verecek, haklıyı haksızdan ayırdedecektir. Haklıları
cennete haksızları ise cehenneme sevkedecektir. [25]
26-
Kendilerinden önce, şimdi yurtlarında dolaştıkları nice nesilleri helak etmiş
olmamız, onları hidayete getirmiyor mu? Şüphesiz bunda bîr-çok ibretler vardır.
Hiç işitmezler mi?
Peygamberleri
yalanlayan bu insanlar, kendilerinden önce yaşayan ve helak ettiğimiz
ümmetleri görmezler mi? Halbuki bunlar da onların yaşadıkları yerlerde
yaşamaktadırlar. Şüphesiz ki helak ettiğimiz bu ümmetlerde birçok öğüt ve
ibretler vardır. Onlar, Allahın öğütlerini hiç dinlemezler mi? [26]
27- Kuru
toprağı sulayıp onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri bitkileri
çıkardığımızı görmezler mi? Hâlâ basiretleri kapalı mı?
Allah teala bu âyet-i
kerimede, yağmurlar ve, tatlı sularla, kurumuş arazileri nasıl suladığım ve bu
yolla insanların ve hayvanların yiyeceklerini meydana getirdiğini beyan
ediyor. Basiretsiz insanların bundan ibret almalarım emrediyor. [27]
28- Onlar:
"Eğer doğru söylüyorsanız bu fetih ne zamandır?" derler.
Âyet-i kerimede
zikredilen "FetüY'ten maksat Katade'ye göre, Allahın, mümin kullanyla
kâfir kullan arasında hüküm vereceği gündür. Zira bu günde müminler
mükafaatlandırılacak kâfirlerde cezalandırılacaklardır. Böylece müminler
muzaffer olacaklardır.
Bazı müfessirier
buradaki feth'i, Mekke'nin fethi olarak tefsir etmişler fakat Taberi bundan
sonra gelen âyeti gözönüne alarak bu görüşe katılmamıştır. [28]
29- Ey
Muhammed, sen onlara şöyle de: "Fetih günü kâfirlere, İman etmeleri hiçbir
fayda sağlamayacaktır. Onlara mühlet de verilmeyecektir."
Ey Muhammed, de ki:
"Allahın, bizimle sizin aranızı hükmüyle ayıracağı
fetih günü gelince ve kâfirler Allanın
azabım bizzat gözleriyle görünce artık onların imardan kendilerine fayda
vermeyecek, onlara mühlet de verilmeyecektir. Ayette zikredilen fetih gününden
maksat, kıyamet günüdür. [29]
30- Ey
Muhammcd, sen onlardan yüz çevir de bekle. Onlar da bekliyorlar.
Ey Muhammed, sen,
Allanın azabının acele gelmesini isteyen bu müşriklerden yüzçevir. Tebliğine
devam et. Allahın onlara ne yapacağım bekle. Onlar da senin vaadettiğin azabı
ve kıyametin geleceğini beklemektedirler. [30]
[1] Buhari, K.el-Cuma, bab: 10 / Müslim, K.el-Cuma, bab:
65-66, Hadis no: 880.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/449-450.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/451.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/451.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/451-452.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/452.
[6] Hacc Suresi, âyet 47.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/452-453.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/453-454.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/454.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/455.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/455.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/455-456.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/456.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/456-457.
[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Cl, S.416
[16] Tirmizî, Kel-İman, bab: 8, Hadis no: 2616/îbn-i MSce,
K.et-Fiten bab; 12, Hadis no: 3973 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, S.251
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/457-460.
[17] Buhari, K.Tcfsir el-Kur'an, Sure:32, bab: 1 /Müslim,
K.el-Cenne bab: 2, Hadis no: 2824.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/460-461.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/461.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/462.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/462.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/462.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/463.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/463.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/464.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/464.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/464.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/465.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/465.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/465-466.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/466.