AHZAB SURESİ
Ahzâb Sûresi, ümmetin
rehberi ve lideri sıfatıyla Peygamber (s.a.v)'e beş çağrı içermektedir. Her
çağrıdan sonra kendisini ve bütün ümmetini ilgilendiren konularda Peygamber
(s.a.v)'den istenen şeylerin uygulamasının istendiği zikredilmiştir.
1. Bu çağrılardan
ilki:
"Ey peygamber!
Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah lıer şeyi
bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedİ-lene uy. Şüphesiz
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdârdır. Allah'a güven, vekil olarak Allah
yeter." (Ahzâb: 1-3)
Emir ve nehiy, tıpkı
başarılı bir kimsenin geri kalma, demesi gibi Allah Resulü'-nü (s.a.v) teskin
etmek için O'na yöneliktir. Allah Resulü, takvada en ileri noktadadır. Küfür
ve nifaka hiç bulaşmamış ve kendisine inen vahiyden başkasına tâbi olmamıştır.
Bu yüzden onun isimlerinden biri de, Mütevekkil'dir. O, tevekkülle emrolu-nunca
insanlar arasında bilinen bu duruma devam etmiştir.
Burada peygamberin
kendisini ilgilendiren ve değiştirmesini istediği bir şey vardır ki o, kavmin
âdeti üzere câhiliyede evlatlık edindiği Zeyd b. Harise ile olan ilişkisidir.
Çünkü İslâm gelince evlatlık edinmeyi genel ve özel tamamen reddetmiştir. Bu
hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah, bir
adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, zıhar yaptığınız eşlerinizi de
analarınız yerinde tutmadı ve evlatlarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı.
Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği
söyler ve doğru yola O eriştirir," (Ahzâb: 4)
Evlatlık akdi tamamlanmışsa
ne yapmamız gerekir:
"Onları (evlat
edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu
budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde
Ahzâb Sûresi ■
401
Kur'ân-ı K e r î m
' i n Konulu Tefsiri
onları din
kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin." (Ah-zâb:
5)
Gerçek baba, çocuğu
Üzerinde daha hak sahibidir. Gerçek babayı bilmiyorsak kaybolmuş ilişki yerine
İslâm kardeşliği kurulmuştur. Bİz o kayıp çocuğun kardeşi ve velîsiyiz. Onu
toplumda kaybolmuş olarak terkedemeyiz.
Müslümanlar bunun
uygulamasını, Allah'ın kendilerini kınayacak kadar kötü yapmaktadırlar. Yabancı
insanlar, başka dinden olan kimsesiz kayıp çocuklara yetiştirme yuvası
açmaktadırlar. Bu skandal, bize kendi ayıbını bırakıyor.
Bu hüküm
belirtildikten sonra, dinsel alâkaya hürmet aktarılmış ve bunu diğer
yakınlardan daha ileri takdim edilmiştir:
"Peygamber,
mü'minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri onların analarıdır."
(Ahzâb: 6)
Bu ümmetin ruhî babası
olan Muhammed (s.a.v), İnsanları hidâyetine ve kurtuluşuna erdirmeye en
iştiyaklı kimsedir. O, karanlıklardan aydınlığa çıkaran İslâm'ın sembolüdür. Bu
esas üzerine Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Ben kendisine dünya ve
âhirette insanlardan daha evlâ olmadıkça hiç kimse mü'min olamaz. Dilerseniz:
'Peygamber, mü'minlere kendi nefislerinden daha evlâdır.' âyetini okuyun. Ne
olursa olsun herhangi bir mü'min, malını terketmeli ve kendi taraftarım miras
almalıdır. Kim borç bırakmış veya fakir düşmüşse bana gelsin. Ben onun
mevlâsıyım."
Bu âyet inmeden Önce,
Peygamber (s.a.v) borçlu olup borcunu ödemeden Ölen borçluya namaz kılmıyordu.
Fetihten sonra bu hüküm değişti. Bu âyet indi. Peygamber, fakir ölünün borcunu
ödemeye ve kimsesiz yetimlerin vekili olmaya başladı.
Peygamber, mü'minlerin
babaları olarak görülünce O'nun hanımları da mü'min-lerin anneleri olarak
itibar gördü. Peygamberin hanımları, İyilik ve saygıda anne me-sâbesindedirler.
Buna bağlı olarak onlarla evlenmek kesin olarak süresiz haramdır. Onlar vahiy
aktarıcıları ve ümmetin öğretmenleridirler. Onlar, alman güzel örnektirler.
2. Bu sûredeki ikinci
çağrı:
"Ey Peygamber!
Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız,
gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim."
(Ahzâb: 28)
Nübüvvet evi, bir kral
evi değildir. Bu ev, en basit bir azıkla yetinilecek bir evdir. Burası
kendisine boyun eğilen tutkular yeri ve lezzetler mekânı değildir.
Resul (s.a.v), sultan
ortamından uzak idi. Yaşamında aşın yemek lezzetlerine ve yiyecek düşkünlüğüne
yer yoktu. Fakat O'nun hanımları, zengin ve saygın evlerden gelmekteydiler.
Önceki yaşamlarında bolluk içindeydiler. Bu yüzden Peygamber'den
402 • AlttSb Sûresi
Muhammed Gazalî
daha çok nafaka ve
daha bol mal istemek için hemen toplanı verdiler. Ardından bütün bunları
sıkıştıran vahiy geldi.
Peygamberlik evi, orta
bir servet üzerinde İdi. Her ne kadar ev sahibi, Arap Yarı-madasi'nın efendisi
ve insanların imamı da olsa kendisiyle birlikte hanımları bu man-sıb yükünü
taşımaları, namaz, cihad ve âhiret isteğiyle uğraşmaları gerekir. Kâfirlerin,
İslâm ümmetini kuşatma altına alması, göçe zorlaması ve sıkıntıya mâruz bırakması
mümkün değildir. Peygamber evi, bu belâdan kurtarır. Ya bu geçimle yetinmek ya
da hepsini boşamak! İstediğinizi seçiverin:
"Eğer Allah'ı,
peygamberini ve âhirel yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel
davrananlar İçin büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 29)
Mü'minlerin anneleri,
peygamberlik evini terketmektense kıt kanaat geçimi tercih ettiler, güzelim
dostluk onurunu hakettiler.
Kuşkusuz ResûTün
hayatı üzerine huzursuzluk çıkarmak, kat kat azabı gerektiren büyük bir
günahtır. Aynı şekilde güzelim dostluk yükünü kabul etmek, daha fazla dakdir
edilmesi gereken bir mertebedir. Peygamber evi, mücadeleci, namuslu vahiy
toplumunu oluşturmaktadır. Peygamber hanımları, bu alanlarda mü'minlerin anneleridirler.
3. Sûrede Peygamber
(s.a.v)'e yönelik üçüncü çağrı:
"Ey peygamber!
Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
Allah'ın izniyle, bir dâvetci ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik)."
(Ahzâb: 45-46)
Muhammed (s.a.v)'den
önce bütün insanlığa gönderilen genel peygamberler yoktu. Her peygamber, özel
olarak kendi kavmine gönderiliyordu. Ama bütün kâinata doğan güneş, son
peygamberlik güneşidir.
Buradan hareketle
Kur'ân-i Kerîm, risâletin ve risâlet mucizesinin temelini oluşturmaktadır.
Kur'ân, kıyamete dek bütün İnsanlara hitap etmektedir. Bu hitabın doğası,
bunun sırf Allah'tan geldiğine tanıklık etmektedir. Muhammed (s.a.v)'in bunda,
alıp tebliğ etmesi ve güzel örnek olması dışında herhangi bir etkisi yoktur.
Muhammed (s.a.v),
Kur'ân'ı, tebliğ ettiğine dâir kavmini şahit tutunca O'nun ümmeti bu açık olan
kitabı, bütün insanlara tebliğ ettiğine şahit oldular. Müslümanlar ise bu
görevlerini yerine getirdiler mi?
Öncü nesiller, İslâm'ı
dünyaya duyurmayı başardılar ve O'nu amelleriyle güzel bir şekilde açıkladılar.
Fakat Müslümanların, geçmiş milletlerin düşmanca oluşumları içerisinde
olmaları üzüntü verici bir durumdur. Bugün Müslümanlar, ihmalin neden olduğu
kargaşa ve karışıklığın hüküm sürdüğü ülkelerinde göğün kılavuzluklarına
AhzSb Sûresi • 403
Kur'ân-ı Kerîm
'in Konulu Tefsiri
üzülür hâle
gelmişlerdir. Müslümanların dinlerine karşı engel oldukları ve ondan alıkoydukları
söylenebilir. Muhammed (s.a.v) risâletini tebliğ, günümüzde güzelce sunulan
bilimsel dehalara ve güzelce savunan askerî kahramanlara ihtiyaç duymaktadır.
Bu iş, başlangıcında nasıl yapılmışsa ancak öyle yapılmalıdır.
4. Ahzâb Sûresi'ndeki
dördüncü çağrı, mü'minlerin annelerinin seçildikleri sınıfları içermektedir.
Her kadının, büyük bir şahsa eş olması mümkün değildir. Cömert, kendisine bir
söze hacet olmayan cömert birine ihtiyaç duyar.
Bırakın beni, cimri,
ey Salih'in anası! Adamların ahlâkını çalmaya yeltenendir! Yahut Hâtem'in eşine
dediği gibi der:
Emevüer, yarının malı
gidicidir Maldan geriye olaylar ve anılar kalır.
Kadın, eşine karşı
sorumluluğunu bilmelidir. Çünkü eşine yardımcı olamayan onun yükünü taşıyamaz.
Nûh ve Lût (a.s),
eşlerinden çok çektiler.
Mü'minlerin
annelerinin, ibâdetlere düşkün ve itaatkâr oldukları bir gerçektir. Onlar,
dünya ve âhirette peygamberin ne güzel arkadaşlarıdırlar.
Yüce Allah buyuruyor
ki:
"Ey Peygamber!
Mehirlerinİ verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve
elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin
seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de peygamber kendisiyle
evlendiği takdirde, kendisini peygambere hîbe eden mü'min kadını, di-/--~~ğer
mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık)." (Ahzâb:
50)
Müslümanın, fazlasıyla
değil ancak dört kadınla evlendiği bilinmektedir. On hanımı olanNbir adam
Müslüman olunca peygamber, ona dört tanesini yanında tutmasını geri kalanları
ise boşayip salıvermesini emretmiştir.
Peygamber bunu kendi
nefsine niçin uygulamadı diyebilirsin? Buna verilecek ce-vab şudur; Peygamber,
eşlerinin ehil olanlarını seçtikten sonra, onlar geçim sıkıntısı içinde onunla
birlikte kalmayı yeğledikleri için onlardan birini terkedemezdi. Hem sonra
peygamberin boşadıklan hanımları ne yapabilirlerdi? Peygamber hanımları,
peygamber dışında mü'minlerin anneleri oldukları için diğer ümmetin fertlerine
helâl olmaları mümkün değildir. Çözüm, kendi evlerinde zorluklar çekseler de
kalmaktır.
Bu durumun ardından
Peygamber (s.a.v)'e dendi ki:
"Bundan sonra
artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan câriye-
404 • Ahiâb Sûresi
Muhaınıned Gazali
ler hâriç, güzellikleri
hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helal değildir.
Allah her şeyi gözetendir." (Ahzâb: 52
Çok evlilik, onurlu
ahlâkın, farklı yapıların ve çocuğa ihtiyacı olanın kabul edebileceği bir
sistemdir. Peygamberlerin sîretlerinde bu böyle bilinmektedir. Ben, Tevrat'ın,
Süleyman (a.s)'ın bin hanımı olduğunu zikretmesini kuşkuyla karşılıyorum. Bunda
çılgınlıkların olduğu kanaatindeyim. Çağdaş medeniyet, bu olayla alâkadar
olacak değildir. Buradaki çok evlilik, mubahı gözetmedir. Belki avare biri,
Süleyman'ın ele geçirdiğinden daha fazlasını, nikâhla değil taşkınlıkla
yapabilir.
5. Ahzab Sûresi'nde
geçen Peygamber'e son çağrı yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Ey Peygamber!
Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerİn kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı
çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine salmalarını söyle. Onların
tanınmamaları ve incitilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir." (Ahzâb: 59)
Bir sonraki gelen
âyet, bu direktifin nedenini açıklamıştır.0
Medine'de, şüphe
uyandırmak için yollarda aylak aylak dolaşan kötü gençler vardı. Bu gençler,
örtüsü olmayan veya açık bir bayan buldukları anda ondan umutlanıyorlardı. Bu
yüzden mü'min kadınlar, örtünmeye tam olarak önem vermekle, rüzgâr estiği veya
hızlı yürüdükleri vakit elbiselerinin açılmasına fırsat vermemekle
emro-lundular. Böylece kasdî isteklere set çekerek ve kendilerini rezillerden
sakındırarak korundular. Sonra o fahişelik yapanlara denildi ki:
"Andolsun, iki
yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar),
şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz
(Onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz). Sonra
orada senin yanında az bir zaman kalabilirler. Hepsi de lanetlenmiş olarak
nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler." (Ahzâb:
60-61)
Çağdaş medeniyetin,
yakın uzak, isteyen istemeyen herkesin fitnelere dûçâr oldukları bir
gerçektir. Elbise dikenlerin ve modacıların üzerinde dönüp durdukları eksen,
haramı kışkırtmadır. Orada kalblerin takvasına yer yoktur.
Peygamber (s.a.v)'e
yönelik çağrıların yanısıra, altı çağrı da mü'minlere yapılmıştır.
Bu çağrılardan
birincisi; grupların Medine'ye saldırıları esnasındaki konumunu ele almaktadır.
Bu çok zor bir konum idi. Bütün kâfirler, Arap Yarımadası'nın her tarafından
orayı ele geçirmek için yöneldiler. Onlara içten münafıklar ve Yahudiler de
destek çıkıyorlardı. Kurtuluş mücâdelesi veren Müslümanlar, değirmenin İki
taşlan arasmdaydılar. Onlar bu kabaran denizde boğulmayla karşı karşıyaydılar:
"Onlar hem
yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt ya-
AhiSb Sûresi ■
405
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu
Tefsiri
nından) üzerinize
yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah
hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; işte orada iman sahipleri
imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı."
(Ah-zâb: 10-11)
Müslümanlar, kendi
elleriyle kazdıkları hendeğin öte tarafında kenetlenmiş bir halde açılan
gedikleri kapamak ve tehdit eden durumlar karşısında yardımlaşmak için sağa
sola koşuyorlardı. Onların Allah İle olan bağları gerçek olmasaydı mukavemet
gösteremezlerdi. Onlar çözülmediler ve Allah yolunda tuttukları nöbetlerinden
vazgeçmediler. Aksine Yüce Allah'ın buyurduğu gibi oldular:
"Mü'minler ise,
düşman birliklerini gördüklerinde: 'İşte Allah ve Resûlü'nün bize va'detüğİ!
Allah ve Resulü doğru söylemiştir.' dediler. Bu (orduların gelişi), onların
ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını artırdı. Mü'minler içinde Allah'a
verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip
o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir
şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 22-23)
İnanç sahihlerinin
mantığı, menfaatçilerin mantığı gibi değildir.
Medine'yi
savunanların, sınırlarını savundukları ve korudukları bir gerçektir. Pu-kurana
fırsat verilmemiştir.
Hücuma geçenler ise
ümitsizliğe kapılmışlar, bîr sığınak bulamadan Medine'nin etrafında dönüp
durmuşlardır. Sonra çıkan bir fırtına ile dağılmışlar, çadırları yerle-.
afinden sökülmüş, güçleri parçalanmış, endişeye kapılmışlar ve ayrılma kararı
almışlardır:
"Allah, o inkâr
edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Al-lah(ın yardımı)
savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, mullak galiptir." (Ahzâb: 25)
Bir hadiste geçtiği
üzere Peygamber (s.a.v)'in yorumu şöyle idi: "Bir tek olan, va'dinde doğru
olan, ordunu güçlendiren ve tek başına grupları hezimete uğratan Allah'a hamd olsun."
Ahzâb Savaşi'ndan sonra müşrikler, Medine'yi ele geçiremeye-ceklerini
anladılar. Bu sebeple orası için savaşmayı düşünmediler. Gerisin geri dönerek
ganimetle yetindiler.
Bu sûrede mü'minlere
yapılan ikinci çağrı:
"Ey inananlar!
Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam teşbih edin." (Ahzâb: 41-42)
. Bu çağrının fertlere
olmaktan öte cemaate olduğuna inanıyorum. Çünkü tslâm ümmeti, savunması ve
müdâfaa etmesi gereken evrensel risâlete sahiptir. Bu risâlet, Allah'a,
şiarlarını yüceltmeye ve Allah'a kavuşmaya dayanmaktadır. Bu kavramları,
406 • Ahzâb Sûresi
Muhammed Gazali
günümüzde hiç bir
millet tanımamaktadır. Hepsinin aralarındaki ortak payda, yüksek yaşam
standardı ve bu dünya hayatını güzelleştirmedir. Âhiretten söz etmeye gelince
bu boş veya saçma bir şeydir! Eski dinler, insanların Allah'ı tanımasında ve
O'nunla buluşmaya hazırlanmasında iflâs etmişlerdir. Dünya, toprağa tapınmadan
ibarettir.
Bizim ümmet, Allah'a
ibâdet etme sancağım yükseltince bundan sonra Yüce Allah'ın şu buyruğuna ehil
oldu:
"Sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur.
Melekleri de size istiğfar eder. Allah mü'minlere karşı çok merhametlidir."
(Ahzâb: 43)
Allah'a ve meleklerine
salât, ümmet için Allah'ı ve Allah'ın da kendisini zikretmesi demektir ve bu
ümmetin bir vazifesidir. Müslümanlar, çağlar boyu dünyada bu ilk ümmet
seviyesine yükselmişlerdir. Sonraları Müslümanlar Allah'ı unutmuşlar, Allah da
onları unutmuştur. Şimdi Müslümanlar, ayaklar altındadırlar.
Müslümanlara üçüncü çağrı,
ayrıntılı fıkıh hükmünü içermektedir:
"Ey iman edenler!
Mü'min kadınları nikahlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız,
onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur." (Ahzâb:
49)
Nass olduğu sürece,
asıl ve fer'î oluşları, itaat noktasında eşittir.
Müslümanlara yapılan
dördüncü çağrı, Peygamber evine girmeyi düzenlemektedir. Mü'minlerin büyük bir
çoğunluğu, Allah Resûlü'nü kendi nefislerinden daha fazla sevmektedirler. Bu
da mü'minleri, Peygamber'in yanında büyütmektedir. Hem sonra bu çağrı, boş
vakitleri olanların vakitlerini nasıl geçirmeleri gerektiğini belirlemektedir.
Sevgiyle veya büyük yakınlaşma ile teselli olanlar da vardır. İşte bunun için
bu hikmetli irşada gerek duyulmuştur:
"Ey iman edenler!
Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in
evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde
hemen dağılın, sohbete dalmayın." (Ahzâb: 53)
Bu düzenleme, büyük
evlerde ehlîleştirmedir. Bu, farklı yönlerden olabilir. Peygamber'in evi ise,
mescide bitişik, uzunluğu ve genişliği sınırlı olan odalardan ibarettir. Bu
yüzden mutlaka buralara gelen ziyaretin düzenlenmesi gerekir.
Mü'minlerin
annelerinden birini gören kimsenin şerefsiz biri oluşu, üzücü bir olaydır. O
şerefsiz adam, Muhammed ölünce onunla evleneceğini söylemişti. Bu saygın ev,
sokak serserilerinin davranışlarından korunmayacak mı?
İşte bunun için hicab
(örtü) sistemi getiriliyor:
...Peygamber'in
hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından is-
AhzSb Sûresi • 407
K u r ' â n - ı Kerîm'İn Konulu
Tefsiri
teyin. Bu hem sizin
kalbleriniz hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin
Allah'ın Resûlü'nü üzmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarını nikahlamanız
asla caiz olmaz. Çünkü bu Allah katında büyük (bir gü-nah)tır." (Ahzâb:
53)
Kendi evinin içinde
kadın, istediği şekilde elbise giyebilir. Belli bir giyim ile mükellef
değildir. Hiç kimsenin bahçe avlusunu atlayarak izinsiz eve girmesi ve kadına
bakması caiz değildir.
Bir çok kez münafıklar
ve kalbleri hasta olanlar tarafından Resul eziyete maruz kalmıştı. Belki de bu
eziyetlerin en tehlikelisi, Medine civarında olan şu hadisedir:
"Allah, İçinizden
(savaştan) alıkoyanları ve yandaşına: 'Bize katılın.' diyenleri gerçekten
biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. (Gelseler de) size karşı pek
hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi
gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük
göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler." (Ahzâb: 18-19)
Bunlar Medine
sokaklarında aylak aylak dolaşıp insanlarda şüphe uyandırmak isteyenlerdir.
Bunlar hakkında Resülü'ne Allah şöyle buyuruyor:
"Kâfirlere ve
münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip
dayan." (Ahzâb: 48)
Allah, bu kimseler
hakkında şu hükmü veriyor:
"Allah Resûlü'nü
incitenlere Allah, dünyada ve âhtrette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir
azâb hazırlamıştır. Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, yapmadıkları bir
şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir İftira ve apaçık bir günah
yüklenmişlerdir." (Ahzâb: 57-58)
Sel, yüksek yerleri
harab edip saygın insanlar, beyinsizlerin kötü niyetlerine âlet olmaya
başlayınca mü'minler bu davranışlardan sakmdınlmışlardır.
Bu sûrede Müslümanlara
yönelik olan beşinci çağrı, sokak serserilerinden peygamberlerin namuslarını
ve yaşamlarını korumak için gelmiştir:
"Ey iman edenler!
Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden
temize çıkardı. O, Allah yanında şerefli idi." (Ahzâb: 69)
Müslümanlara yönelik
olan altıncı çağrı da bu gerçeği vurgulamaktadır:
"Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi
düzeltir." (Ahzâb: 70-71)
Bu bağlamda kerîm
peygambere yapılan eziyetler anlatıldıktan sonra O'nu destekleyen Allah'ın
koruması ve himâyesi altında olduğunu belirten şu yüce müjde gelmiştir:
408 ■ Ahzâb
Sûresi
Muhammed Gazalî
"Allah ve
melekleri, Peyganıber'e çok salavât getirirler. Ey mii'minler! Siz de O'na
salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzâb: 56)
Ahzâb Sûresi,
yeryüzündeki insanların çalışmasını kısa öz bir şekilde özetleyerek son
bulmuştur. İnsanlar, İrâde hürriyeti ve iyiyi kötüyü ayırd etme melekesi ile
diğer yaratıklardan ayrılmaktadırlar. İnsanlar, dünyada içgüdüleriyle hareket
eden canlılardan veya yüce özelliklere sahib olan yaratıklardan değildirler.
İnsanlar, yükselebilen ve alçalabilen, sağ İle cennete ve sol ile cehenneme
yönelebilen özel bir türdürler. Teklif emânetini insan yüklenmiştir. İnsan,
Allah'ın ve insanların hukukuna ihanet edebildiği ve kötüye kullanabildiği gibi
bunu yerine de getirebilir.
Bu gerçeğe şu âyet
işaret etmektedir:
"Biz emâneti,
göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,
(sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok
câhildir." (Ahzâb: 72)
Âyet, beşere sunulan
teklifleri temsil getirmekte, bunlarda dengeleri sağlamayı tercih etmekte ve
bunların dışındakileri tutarsız kabul etmektedir.
AlızSb Sûresi • 409