Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Medine'de inmiştir. 73
âyettir.
Ahzâb sûresi Medine'de
inen sûrelerdendir. Medine'de inen diğer sûreler gibi bu sûre de, İslâm toplum
hayatının, ahkâm yönünü ele alır. Müslümanların özel ve genel hayatlarını
anlatır. Bilhassa aile hayatını işler. Bu münasebetle topluma sağlık ve
mutluluk sağlayacak kanunlar koyar. Evlat edinme, zıhâr ve bir insanda iki
kalbin bulunmasına inanmak gibi, Câhiliyye döneminden kalma bazı âdet ve
gelenekleri kaldırır. Cahiliyye toplumunun bataklıklarını kurutur ve o zaman
yaygın olan hurafe ve kuruntuları yok eder.
Bu mübarek sûrenin ana
konularını üç noktada özetleyebiliriz.
1. İslâm
ahlâkı ve İslâmî yönlendirmeler,
2. İlâhî
hüküm ve kanunlar,
3. Hendek
(Ahzâb) ve Benî Kureyza savaşları
Birincide, ziyafet,
açılıp saçılmama, örtünme ve hicâb kaideleri, Peygamberimize (s.a.v.) karşı
davranış ve saygı kaideleri ve benzeri sosyal ahlâk kurallarından söz eder.
İkincide; zıhâr, evlat
edinme, veraset, evlatlığın boşadığı kadınla evlenme, Peygamber (s.a.v.)'in
çok kadınla evlenmesi, bundaki hikmet. Peygamberimize salavât getirme ve şer'î
örtünmenin hükmü, düğün ziyafetine davet işiyle ilgili hükümler ve diğer bazı
şer'î hükümlerden bahseder.
Üçüncüde, bir adı da Ahzâb
savaşı olan Hendek savaşını geniş bir şekilde anlatır. Bu savaşta, şer
kuvvetlerinin mü'minlere karşı nasıl birleştiklerini gayet güzel bir şekilde
tasvir eder. Münafıkların sırlarını ortaya çıkarır tuzak kurma, köstek olma ve
yardımsız bırakma gibi davranışlardan sakındırır. Sûrenin başında ve sonunda
onlardan o kadar çok söz eder ki, onların hiçbir gizli taraflarını ve
anlatmadık tuzaklarını bırakmaz. Melekler ve rüzgâr göndermek suretiyle düşmanların
tuzağını bozma hususunda, Allah'ın mü'minlere lütfettiği büyük nimeti
hatırlatır. Aynı zamanda, Benî Kureyza savaşından ve yahudilerin, Peygamber
(s.a.v.) ile yaptıkları anlaşmayı bozmalarından bahseder. [1]
Müşrikler her taraftan
inüslümanlara karşı birleşip grup grup toplandıkları için bu sûreye
"Ahzâb sûresi" denilmiştir. Mekke kâfirleri, Gatafan, Benî Kureyza ve
diğer Arap kabileleri ile müslümanlara karşı birleştiler. Fakat Yüce Allah
onları hor ve zelil yaptı. Müminlere, savaşta bu parlak mucize yetti. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey
Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara uyma. Elbette Allah her
şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.
2. Rabbinden
sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
3. Allah'a
güvenip dayan. Vekîl olarak Allah yeter.
4. Allah,
bir adamın içinde iki kalb yaratmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız
eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız
olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir.
Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
5. Onları
babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz
ve dostlarınız olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok;
fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
6. Peygamber,
mü'minlere kendi canlarından daha kıymetlidir.
Eşleri de onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına
göre, birbirlerine diğer mü'-minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar;
ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bu Kitap'ta yazılı
bulunmaktadır.
7. Hani biz
peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem
oğlu İsa'dan da. Biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.
8. Allah bu
sözü doğrulara sadâkatlerinden sormak
için aldı. Kâfirler
için de çok
acıklı bir azap hazırladı.
9. Ey îman
edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara
karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne
yaptığınızı çok iyi görmektedir.
10. Onlar
hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri zaman; gözler
yıldiğı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler
düşündüğünüz zaman;
11. İşte
orada îman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya
uğratılmışlardı.
12. Ve o
zaman, münafıklar ile kalblerinde hastalık bulunanlar, "Allah ve Resulü,
meğer bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar!" diyorlardı.
13. Onlardan
bir gurup da demişti ki: "Ey Yes-rib'liler; Artık sizin için durmanın
sırası değildir, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise "Gerçekten evlerimiz
emniyette değil" diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa evleri
tehlikede değildi sadece kaçmayı ar-zuluyorlardı.
14. Medine'nin
her yanından üzerlerine saldırıl-saydı da, o zaman savaşmaları istenseydi,
şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenemezlerdi.
15. Andolsun
ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz
vermişlerdi. Allah'a verilen söz mes'ûliyeti gerektirir!
16. De ki:
Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası
olmaz! O takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.
17. De ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı
sizi kim korur, ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar,
kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.
18. Allah,
içinizden savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, "Bize katılın"
diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.
19. Size
karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı' mı, üzerine ölüm baygınlığı
çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala
düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar îman etmiş
değillerdir; bunun için, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu,
Allah'a göre kolaydır.
20. Bunlar,
düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa,
isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek
savaşacak değillerdi.
Ed'iyâ, evlatlık
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Daîyy, başkasının oğullarından edinilen
evlatlıktır. İbn Manzûr: "Daîyy,
babasından başkasına nisbet edilen demektir" der. Şair şöyle der:
Kavmin evlatlığı,
babalığına yardım eder ki, babalığı onu temiz soylullara katsın. Onlar Kays
veya Temîm'e mensup olmakla iftihar ederken, ben İslam ile iftihar ederim.
Benim babam İslamdır, benim ondan başka babam yoktur.
Aksetu, daha âdil. Bir
kimse âdil davrandığında denir. Zulmettiğinde ise, denir. Adalet demektir.
Mestûran, silinmeyecek
şekilde yazılmış, demektir. Mîsâk, yeminle veya benzen şeylerle pekiştirilmiş
söz, ahit. Hanâcir, kelimesinin çoğuludur. Hançere; gırtlağın sonu, yiyecek ve
içeceklerin yemek borusuna girdiği yer,
Yesrib, Medine-i
Münevvere'nin adıdır. Rasulullah (s.a.v.) bu şehre, "Tayyİbe" de
demiştir.
Avrat; emniyetsiz,
koruyacak kimse yok. Kolayca girilebilen yere, denir. Cevheri şöyle der: Avrat;
"savaşta veya sınır boylarında düşmanın sızmasından korkulan her türlü
gedik, açıklık" demektir.[3]
Aktar, yan ve yöre
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Korur.
Muavvikîn;
köstekleyenler, alıkoyanlar. Bu kelime, "döndürdü" mânâsına gelen
fiilinden türemiştir. [4]
a. Rivayete
göre Kureyş'ten Cümeyl b. Ma'mer isimli bir adam zeki ve işittiğini ezberleyen
birisiydi. Kureyşliler, "bunun içinde iki kalbi olduğu için, bu şeyleri
ezberliyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah, bir insanın
içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini indirdi.[5]
b. Rivayete
göre, Peygamber (s.a.v.) Tebûk savaşma çıkmak istediğinde, müslümanlara hazırlanıp savaşa çıkmalarını emretti.
Bazıları: "Anne ve babamızdan izin alalım" dediler. Bunun
üzerine Yüce Allah:" Peygamber mü'minlere, kendi canlarından üstündür.
Eşleri de onların analarıdır..." âyetini indirdi.[6]
1. Ey
Peygamber! Allah'tan korkmada sebat ve devam et. Bu nida, Peygamberimizi
(s.a.v.) şereflendirmek ve değerini yükseltmek maksadıyla yapılmıştır. Çünkü,
"Peygamberlik" lafzı, yüceltme ve değer vermeyi ifade eder. Ebussuûd
şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'e, "Ey Peygamber!" diye seslenmek,
onun sânını yüceltmek ve makamının yüceliğine dikkat çekmek içindir. Burada
emredilen "takvâ"dan maksat, takvada sebat etmek ve daha çok
korkmaktır. Çünkü takvanın alam sonuna ulaşılamayacak kadar geniştir.[7] Kâfir
ve münafıkların, seni çağırdıkları yumuşaklık, hoşgörü ve ilahlarına dil
uzatmama gibi hususlarda onlara uyma. Söylediklerinin nasihat olduğunu
açıklasalar bile, sözlerini kabul etme. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler,
Rasulullah (s.a.v.)'ı ilâhlarına dil uzatmayı bırakmaya ve onların şefaat
edeceklerini kabul etmeye çağırdılar. Rasulullah (s.a.v.) bunu hoş karşılamadı.
Bunun üzerine bu âyet indi.[8] Şüphesiz
Yüce Allah, kulların yaptıklarım ve içlerinde gizlediklerini bilir. Onların
işlerini hikmetle idare eder. [9]
2. Rabbinin
sana vahyettiği dosdoğru şeriat ve hikmetli din ile amel et. Sana indirilen
Kur'an'a sarıl. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. İşlerinizden
hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, yaptıklarınızın karşılığını size verecektir. [10]
3. Allah'a
güven, bütün işlerinde Ona sığın. Sana ve arkadaşlarına, Allah'ın koruyucu ve
yardımcı olması yeter. Bundan sonra Yüce Allah, parlak gerçeği açıklayarak
Câhiliyye halkının iddialarını reddetti, Şöyle buyurdu. [11]
4. Allah,
kim olursa olsun, hiçbir insanın içinde iki kalp yaratmadı. Mücâhid şöyle der:
Bu âyet, Kureyş kabilesinden, dehâsından dolayı, "iki kalpli" diye
çağrılan bir adam hakkında indi. O, şöyle derdi:. Benim içimde iki kalp vardır.
Onlardan herbiri ile, Muhammed'den daha iyi düşünürüm.[12]
Zıhâr yaptığınız eşlerinizi de, analarınız yerinde tutmadı. İbnu'l-Cevzî şöyle
der: Yüce Allah, eşin anne olmayacağını bildirdi. Câhiliyye devrinde bir adam
karısına, "sen bana annemin sırtı gibisin" demesiyle karısını boşamış
olurdu.[13] Kendi sulbünüzden olmayan
evlatlıklarınız, gerçek oğullarınız değildir. Onlara "oğullar"
demeniz, sadece ağızla söylenen kuru bir laftır. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Allah
her yönüyle vakıaya uygun gerçeği söyler. O, doğru yolu gösterir. Ayetin
maksadı, Câhiliyye halkının iddialarının bâtıl olduğuna dikkat çekmektir. Bir
kimsenin göğsünde iki kalb olamayacağı gibi, zıhâr yapılan eşin anne;
evlatlığın da oğul olması mümkün değildir. Çünkü gerçek anne, çocuğu doğuran;
gerçek oğul ise, kişinin kendi sulbünden doğandır. Öyleyse, zıhâr yapılan
eşleri, nasıl anneler sayıyorlar. Kendi sulplerinden olmadıkları halde,
başkalarının oğullarına, nasıl "oğullarım" diyorlar?! Bundan sonra
Yüce Allah, evlatlıkların nesebinin babalarına verilmesini emrederek şöyle
buyurdu. [14]
5. Evlatlık
edindiğiniz o insanları, asıl babalarına nisbet ediniz. Allah'ın hükmü ve şeriatına
göre, bu daha âdildir.[15] İbn
Cerîr şöyle der: Onları babalarına nisbetle çağırmanız, Allah katında,
babalarından başkasına nisbetle çağırmanızdan daha âdil ve doğrudur.[16]
Gerçek babalarını bilip de onlara nisbet edemiyorsanız onlar sizin din
kardeşlerinizdir. Ve dinde dostlarımzdır. Öyleyse,, sizden biri onlara, din
kardeşliğini ve dostluğunu kastederek, "Ey kardeşim, ey dostum!"
desin, İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, evlatlıkların babalar biliniyorsa,
neseplerinin onlara bağlanmasını emretti bilinmiyorsa, yitirdikleri nesep
yerine, onların, mü'minlerin din kardeşleri ve dostları olduklarını bildirdi. Bundan dolayıdır ki, Rasulullah (s.a.v.) Zeyd b. Hârise'ye*:
"Sen, bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" dedi.[17] İbn Ömer de şöyle der: "Onları
babalarına nisbet ederek çağırın, Allah
yanında en doğrusu budur" mealindeki âyet ininceye kadar biz Zeyd b.
Harise'yi, Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık.[18] Ey mü'minler! Hatâ ile onları babalarından
başkasına nisbet etmenizde, size herhangi bir günah veya vebal yoktur. Fakat,
kasten babasından başkasına nisbet etmenizde günah vardır. Allah'ın mağfireti
geniş, rahmeti boldur. Hatâ edeni bağışlar, tevbe eden rnü'mine merhamet eder.
Bundan sonra Yüce
Allah, Peygamberimizin (s.a.v.) ümmetine karşı olan şefkatini ve onlara verdiği
nasihati açıklıyarak şöyle buyurdu. [19]
6.
Rasulullah (s.a.v.) mü'minlere karşı daha şefkatli ve merhametlidir. Bütün
dünya ve din işlerinde onlara kendilerinden daha yetkili söz sahibidir. Hükmü
daha geçerli, ona itaat daha çok gereklidir. Peygamberin temiz eşleri de,
kendilerine saygı gösterilmesi ve evlenmelerinin haram kılınması hususunda
mü'minlerin anneleridir. Ebussuûd şöyle der: Onlarla evlenmenin haram
kılınması ve hürmete layık olmaları hususunda, anneler gibidirler..[20] Bunun
dışında, yabancı kadınlar gibidirler. Allah'ın şeriatına ve dinine göre, akraba
olanlar, verasete, Muhacir ve Ensârdan daha hak sahibidirler. Ancak hayatınızda
iken, mü'min ve Muhacir kardeşlerinize iyilik yapar veya ölmek üzere iken,
onlara vasiyette bulunursanız bu da caizdir. Bol bol yardım etmek, Allah'ın,
kullarını teşvik ettiği iyi şeylerdendir. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet,
İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanmış olan iman, hicret ve benzeri kardeşlikler sebebiyle
müslümanlann birbirlerine vâris olmaları hükmünü nesheder.[21]
Akrabalar arasındaki
verasetin hükmü Yüce Kitapta yazılmıştır. Ne değiştirilir, ne de bozulur.?
Katâde şöyle der: Allah katında, kâfirin müslümana vâris olmayacağı
yazılmıştır.[22]
7.
Peygamberlerden, üzerlerine aldıkları görevi yerine getireceklerine,
birbirlerini tasdik edeceklerine ve hem birbirlerinin hem de Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğine iman edeceklerine dair yeminle pekiştirilmiş söz
aldığımız zamanı hatırla. Ey Muhammed! O sözü, özellikle senden, Nuh, İbrahim,
Musa ve İsa'dan aldık. Bunlar azim sahibleri, Ulu'1-azm olan meşhur peygamberlerdir.
Rasululiah (s.a.v.)'m üstünlüğünün ve yüceliğinin daha fazla olduğunu ifade
etmek için. Önce onun ismini söyledi. Beyzâvî şöyle der: Bunlar meşhur, şeriat
sahibi peygamberler oldukları için Allah özellikle bunların adım andı.
Peygamberimizin üstünlüğünü ve şanının yüceliğini ifade etmek için önce onu
zikretti.[23] İbn Kesir şöyle der: Son peygamberin yüceliği
ve mertebesinin üstünlüğünü göstermek için önce onu zikretti. Sonra da, zaman
içersindeki gelişlerine göre onları sırayla zikretti,[24] Üzerlerine
aldıkları peygamberliği tebliğ görevini tam anlamıyla yerine getireceklerine
dair peygamberlerden sağlam ve kesin bir söz aldık. [25]
8. Allah,
kıyamet gününde sadık peygamberlere, Allah'ın emirlerim kavimlerine tebliğ edip
etmediklerini sorması için söz aldı. Sâvî şöyle der: Allah'ın, peygamberlerin
doğruluğunu bilmesine rağmen onlara sormamasındaki hikmet, kıyamet gününde
kafirleri kınamak ve susturmattır.[26]
Kurtubî de şöyle der: Bu âyet, kıyamet gününde peygamberler sorguya
çekilirlerse, diğerlerinin durumlarının ne olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberlerin sorguya çekilmesinin faydası, kâfirleri kınamaktır. Nitekim
Yüce Allah, İsa'ya, (a.s.) "Ey İsa insanlara, beni ve anamı iki ilâh edinin
diye sen mi dedin?[27]
buyurmuştur.[28] Allah, inkârları ve hakkı kabul etmekten
yüzçevirmeleri sebebiyle, kâfirler için elem ve acı verici bir azap
hazırlamıştır.
Bundan sonra Yüce
Allah, Hendek savaşını ve mü'minler için ondaki bol nimetlerle parlak
mucizeleri anlatmaya başladı: [29]
9. Ey
inananlar! Allah'ın size verdiği lütuf ve nimetlerini hatırlayın. Hani bir
zamanlar, bölük bölük oldular gelmiş, aleyhinize birleşmişlerdi. Ebussuûd şöyle
der: "Ordular"dan maksat, Kureyş, Gatafan, Benî Kureyza ve Benî Nadir
yahudilerinden oluşan birliklerdir. Bunlar 12.000 kişi kadardı. Rasululiah
(s.a.v.), onların gelmekte olduklarını duyunca, Selmân-ı Fârisî'nin
tavsiyesiyle Meame'nin etrafına hendek kazdı. Sonra 3.000 müslümanla çıkıp,
hendek, müşriklerle kendisi arasında olacak şekilde karargâhını kurdu.
Mü'minlerin korkusu arttı ve her türlü zanlarda bulundular. Münafıkların
münafıklıkları ortaya çıktı. Hattâ Muattıb b. Kuşeyr : "Muhammed, bize,
İran Kisrâsı ve Bizans Kayserinin hazinelerini va'dediyor. Halbuki biz,
korkumuzdan abdest boz-maya gidemiyoruz.[30] O ordular üzerine şiddetli bir rüzgâr ve
meleklerden sizin görmediğiniz bir ordu gönderdik. Bunlar bin kişi kadardı.
Tefsirciler şöyle der: Allah, onların üzerine şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Bu
rüzgâr, zifiri karanlık ve şiddetli soğuk bir gecede meydana gelen Sabâ
rüzgârıdır. Rüzgâr, onların çadırlarını söktü, tencerelerini devirdi. Adamları
yere savurmaya başladı. Yüce Allah melekleri de gönderdi. Melekler onlarla
savaşmadan, onları sarstı ve kalplerine korku saldılar.[31] Yüce
Allah, o zaman sizin hendek kazmanızdan ve peygambere yaptığınız yardımda
gösterdiğiniz sebattan haberdardır. [32]
10. Hani o
birlikler, doğu tarafından, vadinin üst tarafından size gelmişlerdi. O
taraftan Esed ve Gatafân kabileleri gelmişti. Vadinin alt tarafından, yani
batıdan da gelmişlerdi. Bu taraftan Kureyş, Kinâne ve diğer Arap kabileleri
gelmişti. Yani müşrikler doğudan ve batıdan geldiler ve bileziğin bileği
sardığı gibi müslümanları kuşattılar. Benî Kureyza yahudileri de, Peygamber
(s.a.v.) ile yapmış oldukları anlaşmayı bozarak müşriklere katıldılar ve
onlara yardım ettiler. Dolayısıyle korku arttı, musibet büyüdü. Onun içindir ki
Yüce Allah şöyle buyurdu: Hatırla ki, o zaman korkunun ve dehşetin şiddetinden,
gözler şaşkın ve belermiş bir vaziyette bakış istikametinden eğilmişti.[33] Kalpler, nerdeyse gırtlaklara gelecek şekilde,
göğüs içindeki yerlerinden oynamıştı. Bu, onların başlarına gelen korku ve heyecanın
şiddetini temsilî olarak anlatmaktadır. Korku o derece şiddetli idi ki,
onlardan her birinin basma gelen korkunun şiddetinden, sanki kalbi hance-resine
ulaşmıştı.[34] Siz bu şiddetli durum içersinde, Allah
hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. Hasan Basrî şöyle der: Münafıklar,
müslümanların tamamen yok olacağını; mü'minler ise kendilerine yardım
edileceğini sandılar.[35] Mü'minler, hayır; münafıklar ise şer düşündüler.
İbn Alıyye şöyle der: Nerdeyse mü'minler sıkıntıdan dolayı, "Bu, sözünde
durmama nedir?" diyeceklerdi. Bunlar, insanın atması mümkün olmayan
düşünceler olup mü'minlerin de aklına gelmiştir. Münafıklar ise acele edip
akıllarına geleni söylediler ve "Allah ve Rasûlü bize sadece kuru
vaadlerde bulunmuşlar'[36] dediler. [37]
11. O zaman
ve o yerde, samimi mü'min ile münafık birbirinden ayrılsın diye, mü'minler
imtihandan geçirildiler. Kurtubî der ki: Bu imtihan; korku, savaş, açlık,
muhasara ve vuruşma şeklinde olmuştur.[38]
Başlarına gelen musibetin korkunçluğundan şiddetli bir şekilde sarsıldılar.
Sanki yer onları sarsıyor ve ayaklarının altında deprem meydana geliyordu. İbn
Cüzeyy der ki: Zelzele'nİn asıl mânâsı, şiddetle sallamadır. Burada kalplerin
sıkışması ve sarsılmasından ibarettir.[39]
12. Hatırla
ki, bir zamanlar, münafıklar ve iman kalplerine yerleşmediği için, kalplerinde
nifak hastalığı bulunanlar şöyle demişlerdi: Allah ve Rasûlü bize sadece hile
ve boş şeyleri va'detmişler. Sâvî şöyle der: Bunu söyleyen Muattib b. Kuşeyr'dir.
O şöyle demişti: Muhammed bize İran ve Bizans'ın fethedileceğini
va'dediyor. Halbuki hiçbirimiz korkudan ortaya çıkamıyoruz. Bu, Muharnmed'in,
bizi aldattığı boş vaadden başka bir şey değildir.[40]
13. Hani bir
zaman, Evs b. Kayzî ve tabileri ile Übeyy b. Selül ve taraftarlarından oluşan
münafıklar güruhu şöyle demişti. Ey Yesrib halkı! Artık siz burada kalamazsınız.
Muhammed ve arkadaşlarını bırakın da evlerinize dönün. Bir grup münafık da,
sudan bahanelerle, evlerine dönmek için Peygamberden izin istiyordu. Evlerimiz
korunmasızdır, düşmanların ve hırsızların girmesinden korkuyoruz, diyorlardı.
Halbuki durum, onların iddia ettiği gibi değildir. Bu, Allah'ın onları
yalanlamasıdır. Peygamberden istedikleri izinle, savaş ve cihattan kaçmaktan
başka bir şey istemiyorlar. Fiilin, izin istiyor" şeklinde geniş zaman
olarak getirilmesi, olayın şeklini zihinde canlandırmak içindir. Âyeti dinleyen,
sanki o anda onları izin isterken görüyormuş gibi olur. Bundan sonra Yüce
Allah, yalan ve nifaklarını açıklamak suretiyle onları rezil etti. [41]
14. Eğer
düşmanlar Medine'nin her tarafından o münafıklara gelselerdi Sonra da Allah'ı
inkâr edip müslümanlara karşı savaşmaları istenseydi, bunu kendiliklerinden
yaparlardı, Onu hemen yaparlar; aşın fesatlarından ve kalplerinde iman
olmadığından hiç beklemezlerdi. İmanı korumazlar, en basit bi: korku ve endişe
anında onu bırakırlardı.[42] Bu, âyet, onları son derece yermektedir. [43]
15. O
münafıklar, Bedir savaşından sonra, Hendek savaşından önce, savaştan
kaçmayacaklarına dair sö: vermişlerdi. Allah'a verdikleri bu sözün, yerine
getirilmes gerekirdi. Çünkü onlar bundan mes'ûl olacaklar. Bu âyet, tehdit
ifade et mektedir. Katâde şöyle der: Münafıklar Bedir'de bulunmadıkları ve
Allah' in, Bedir savaşma katılanlara verdiği zafer ve değeri gördükleri için:
"Eğe Allah bize bir savaş gösterirse, mutlaka savaşırız" demişlerdi.[44]
16. Ey Peygamber!
hayatta kal mayı ve yaşamayı çok istedikleri için savaştan kaçan o münafıklara
de k Eğer kaçarsanız, bu sizin ömürlerinizi asla uzatmaz, ecellerinizi ertele
mez, ölümü sizden asla savamaz. Şu halde, kaçarsanız, taktirde, az bir zaman
yaşarsınız. Çünkü her canlının sonu Ölümdür. Kılıçl Ölmeyen başka bir şeyle
ölür. [45]
17. De ki A
lah sizin helak ve yok olmanızı veya kalmanızı ve zafer kazanmanızı tal dir
ederse, O'nun size bunu yapmasına kim engel olabilir?
Allah'tan başka onlan
koruyacak ve yardım edecek kimse yoktur. Ne, onlara fayda verecek bir
yakınları, ne de yardım edecek kimseleri vardır. [46]
18. Kuşkusuz
Allah azimleri kıran o münafıkların durumunu bilir. Onlar, insanları cihattan ve
savaştan alıkoyanlardır. Onlar, kâfir ve münafık kardeşlerine, "Muhammed'i
ve arkadaşlarını bırakın, helak olsunlar, Bize gelin, onlarla beraber
savaşmayın" diyenlerdir. Savaşa da onlardan, riya ve gösteriş için, sadece
az bir grup katılır. Sâvî şöyle der: Çünkü, başkasını savaştan alıkoyanın
âdeti, ona kendisinin, hiç yapmaması veya sadece âdi bir maksatla, çok az
yapmasıdır.[47] Ebu Hayyân şöyle der:
Yani, onlar savaşa çok az katılırlar. Mü'minlere, onlarla beraber oldukları
zannını vermek için, birlikte çıkarlar. Ama savaştıklarını göremezsin. Ancak
mecbur kaldıkları zaman çok az savaşırlar. Onların savaşı gerçek değil, sadece
bir gösteriştir.[48]
19. Size
karşı sevgi, şefkat ve nasihat hususunda cimridirler. Çünkü onlar, sizin
iyiliğinizi istemezler. Savaş başladığında, o münafıkları, görülmemiş bir korku
içinde görürsün. Hattâ onların gözlerinin, ölüm sarhoşluğu etkisiyle korku ve
endişeden bayılan kimsenin gözleri gibi, göz yuvalarında döndüğünü görürsün.
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah onları korkaklıkla niteledi. Korkakların âdeti
budur. Sağa sola dikkatlice bakarlar. Çoğu zaman da korkunun şiddetiyle
bayılırlar.[49] Savaş sona erip de
korkuları gittiğinde, saldırgan dillerle konuşarak size eziyet ederler. Sizi
aşırı derecede yerer ve incitirler. Katâde şöyle der: Ganimetleri taksime sıra
gel-ince, size dil uzatarak şöyle derler: "Bize verin, bize verin. Çünkü
biz sizinle beraberdik. Siz, ganimeti, bizden daha çok haketmiş
değilsiniz." Savaş anında, kavmin en korkakları ve hakkı en çok yardımsız
bırakanlar; ganimet bölüşürken ise, kavmin en cimrileri ve en çok konuşanlardır.[50]
Onlar, mal ve ganimete karşı aşırı düşkünlüklerinden, size bu şekilde hitap
ederler, Bu anlatılan kötü sıfatları taşıyan o münafıklar, her ne kadar
görünüşte müslüman olsalar da, kalben gerçekten inanmamışlardır. İnkârları ve
münafıklıkları sebebiyle, Allah, onların amellerini boşa çıkardı. Çünkü,
amellerin kabul edilmesi için iman şarttır. Onların amellerini boşa çıkarmak,
Allah için çok kolaydır. Bundan sonra Yüce Allah, onların korkak olduğunu
gösteren delilleri haber vererek şöyle buyurdu: [51]
20. O
münafıklar, korkularının şiddetinden dolayı, müşrik ordularının, yenildikten
sonra Medine'den çekip gitmediklerini sanırlar. Halbuki onlar çekip
gitmişlerdir. Bu ordular, Kureyş kâfirleri ve .onlarla birlikte toplanıp Medine'ye
gelmiş olan ordulardır, Kâfirler tekrar savaşmak üzere onlara dönecek olsalar,
o münafıklar, aşırı korkularından dolayı, çölde bedevilerle birlikte olmayı
isterler. Öldürülmekten korktukları ve başınıza musibetlerin gelmesini
tekledikleri için, sizinle birlikte Medine'de olmak istemezler. Sizin
hakkınızdaki haberleri ve başınıza gelenleri sorarlar. Bizzat görerek değil de,
haber alma yoluyla durumunuzu öğrenmek için, "Müslümanlar yok oldu mu?,
Ebu Sufyân galip geldi mi?" diye sorarlar Eğer onlar savaş kızıştığında aranızda
olsalardı, korkaklıkla rı, temlikleri ve hayata düşkünlükleri sebebiyle,
sizinle birlikte çok az sa v aşarlardı. [52]
Bu mübarek âyetler,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır.
Bunlaı aşağıda özetliyoruz:
1. "Allah,
hiçbir adamın içinde iki kal yaratmadı" cümlesindeki kelimesinin nekra getirilmesi, kapsam ve umum
ifade eder. Bu kelimenin başına zâid olarak bir harf-i cerrin getiri! mesi, bu umumiliği
pekiştirmek içindir, içinde" terkibinin söyler mesi ise, bunun
olmayacağını daha fazla tasvir etmek içindir.
2. "Allah'a
güvenip dayan. Vekîl olarak A lah yeter" cümlesinde, kelimeleri arasında
cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Hatâ
ettiniz" ile "kasten yaptınız" ve "kötülük" ile "rahmet"
arasında tıbâk vardır. Çünkü den maksat kötülük; den maksat da iyiliktir.
4. "Onun
eşleri, onların analarıdır" cümlesinde teşbih belîğ vardır. Burada vech-i
şebeh ile teşbih edatı hazfedilerek teşbîh-i bel olmuştur. Cümlenin aslı
şöyledir: "Onun eşleri, kendilerine hürmet, say ve değer vermenin vacip
olması hususunda, mü'minlerin analarj gibidir.
5. "Birbirlerine
daha yakındırlar" ifadesinde hazif yoluy mecaz vardır. "Birbirlerinin
mirasını almaya daha yakındırlar" demektir.
6. "Hani
biz, peygamberlerde söz almıştık. Senden, Nuh'tan..." cümlesinde, üstün
olduğunu vurgulam için, umumdan sonra husus söylenmiştir. Çünkü burada adı
geçen peyga:
berler de,
peygamberler topluluğu içersindedirler. Fakat bunların sânını yüceltmek ve
üstün olduklarını ifade etmek için özel olarak zikretti.
7. "Katı
bir söz" ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah, maddî şeylerin özelliği
olan katılığı, ahde saygıyı, onun büyüklüğünü ve ağırlığını açıklamak gibi
manevî bir şeyde müsteâr olarak kullandı.
8. "Doğrulara
sorması için" cümlesinde, I. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş
vardır. Bundan maksat, müşrikleri susturmak ve kınamaktır.
9.
"üstünüzden" ile "alt tarafınızdan" arasında tibâk vardır.
10. "Üzerine
ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri döner" cümlesinde teşbîh-i
temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır.
11. "Kalpler,
hancerelere ulaştı" cümlesindeki temsilde mübalağa vardır. Yüce Allah,
kalpleri, titreme ve çarpıntı hususunda sanki gırtlaklara ulaşmış gibi tasvir
etmiştir.
12. "Sırtlarını
çevirmeyecekler" cümlesi, savaştan kaçmaktan kinayedir.
13. "Sizi,
keskin dilleriyle incitirler" cümlesinde istiâre-i mekniyye vardır.
İstiâre-i mekniyye yoluyla, dil, keskin kılıca benzetilmiş, müşebbehun bih
söylenmemiş ve müşebbehun bih'in levazımından bir şey ile, yani
"vurmak" anlamına gelen ile ona işaret edilmiştir. "keskin"
kelimesinin söylenmesi ise, bunun istiâre-i müreşşeha olduğunu gösterir.
14. "ve
benzeri âyet sonlarında, fasıla harfleri birbirine uygundur. Bu, sözü daha
güzel ve parlak hale getirir. Çünkü bunun parlak bir etkisi ve tatlı bir nâmesi
vardır.[53]
Yüce Allah,' diğer
peygamberlere isimleri ile hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey Nuh! Selâmetimizle
in"[54] "Ey İbrahim! Rüyayı
doğruladm"[55] "Ey Musa! Ben,
risâletlerimle ve seninle konuşmamla seni insanlara üstün kıldım"[56] Ancak,
Rasulullah (s.a.v.)'a, sadece, nübüvvet ve risâlet lafızlarını kullanarak
hitap etti. "Ey Peygamber! Sana Allah yeter"[57] "Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni
tebliğ et"[58] Kur'an'm hiçbir yerinde, ona, ismiyle
seslenildiğini göremeyiz. Ona sadece, "Ey Nebî!" ve "Ey Rasûl!"
şeklinde hitap edilmiştir. Bu, onun şanının ve makamının yüce kılındığını ifade
eder. Onun, öncekilerin de sonrakilerin de efendisi nebî ve rasûllerin önderi
olduğunu gösterir. Aynı zamanda, Rasûlullah'a (s.a.v.) nasıl davranacağımızı
bize öğretir. Dolayısıyle biz Peygamberimizi (s.a.v.), sadece saygı ve hürmetle
anar ve onu sadece en mükemmel sıfatla vasıflandırırız.. "Peygamberi,
kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın"[59]
"Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın, kalplerini
takva ile imtihan ettiği kimselerdir."[60]
Soru: Rasulullah
(s.a.v.) takva sahiplerinin efendisi olduğu halde, Allah'ın ona, takvayı
emretmesinin anlamı nedir? Cevap: Bu, takvada sebat ve devam emridir. "Ey
iman edenler! Allah'a ve Peygamberine iman ediniz"[61]
mealindeki âyete benzer. Yani, "imanda sebat ediniz" demektir. Aynı,
şekilde müslümanm, doğru yolda olduğu halde, "bize doğru yolu göster"[62]
demesine benzer. Müslümanın bundan maksadı, "bizi doğru yolda sabit ve
dâim kıl" demektir. Yahut, bu soruya şöyle de cevap verebiliriz:
"Burada Rasulullah (s.a.v.)'a hitap edilmiş, ümmeti kastedilmiştir." [63]
21. Andolsun
ki, Rasûlullah'da, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve
Allah'ı çok zikredenlere en mükemmel bir Örnek vardır.
22. Mü'minler
ise, düşman birliklerini gördüklerinde, "İşte Allah ve Rasûlü'nün bize
vâdettiği! Allah ve itasûlü doğru söylemiştir" dediler. Bu, onların ancak
îmanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı.
23.
Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan
bazısı, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; bazısı da beklemektedir.
Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.
24. Çünkü
Allah, sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak,
münafıklara dilerse azab edecek, yahut da tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
25. Allah, o
inkâr edenleri hiçbir şey elde etmeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah
savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galibdir.
26. Allah,
Ehl-i kitaptan onlara yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kainlerine korku
düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.
27. Allah,
onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi
mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter.
28. Ey
Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız,
gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
29. "Eğer
Allah'ı, Peygamber'ini ve âhiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah,
içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."
30. Ey
peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki
katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.
31. Sizden
kim, Allah'a ve Rasûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona, mükâfatını iki
kat veririz. Ve ona bol bir rızık hazırlamışizdır.
32. Ey
peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi
biri gibi değilsiniz.
Eğer korkuyorsanız, (en yüksek makamdasınız) sözü, yumuşak
söylemeyin ki kalbinde hastalık bulunan kimse kötü ümide kapılmasın. Güzel söz
söyleyin.
33. Evlerinizde
oturun, ilk Câhiliyye devri (kadınlarının) yürüyüşü gibi açılıp saçılarak, zînetlerinizi
göstererek yürümeyin. Namazı
kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Ey
Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
34. Evlerinizde
okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç
yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.
35. Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar, itâata devam e-den erkekler ve itâata devam eden
kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevâzi kadınlar, zekat veren erkekler ve zekat
veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan
erkekler ve (namuslarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve
zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir
mükâfat hazırlamıştır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde Hendek savaşını ve bu savaşta cihada katılmamak ve katılmak
isteyenleri kösteklemek suretiyle, imanla küfür arasında mütereddit kalan
münafıkların tutumlarım anlatmıştı. Bu âyetlerde de, sabır, sebat, fedakârlık
ve cihad hususunda Rasulullah (s.a.v.)'a uyulmasını mü'minlere emretti. Daha
sonra söz, Rasulullah (s.a.v.)'m temiz eşlerine geldi. Onlara da zâhidâne
davranma ve dünya süsüne uymama hususunda Rasulullah (s.a.v.)'a uymayı emretti.
Çünkü onlar, diğer mü'minlerin kadınlarına örnektirler. [64]
Üsve, örnek demektir.
Bu kelime, hem hem de diye iki türlü okunur. Bir kimse diğer bir kimseye
uyduğunda denir.
Nahbehu; adağı, sözü.
adamak ve söz vermek demektir. Bir kimse, bir şey adadığında denilir. Geniş
zamanı dur. Geniş zamanı okunduğunda "ağlamak" mânâsına gelir. Lebîd
şöyle der:
O kişiye sormaz
mısınız? Ne için çabalıyor? Yerine getirilmesi gereken bir adak mı? Yoksa
sapıklık ve boş şey mi?[65]
Bir kimse öldüğünde
denir. Her canlı, mutlaka öleceği için bununla ölüm ifade edildi. Sanki ölüm,
insanın boynunun borcu olan bir adaktır. Öldüğünde, adağını yerine getirmiş
olur.[66]
Sayâsîhim, kaleleri.
Sayâsî, kendisiyle korunulan şey mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şair
şöyle der:
Öküzler öldü. Temim
kadınları, onların boynuzlarına koşuştular.[67]
Boşanma bedellerinizi
vereyim. Aslında, kendisiyle ye-tinilip geçinilecek azık demektir. Bu mânâda,
boşanan kadına verilen mala da denilir. Zira kadın, ondan yararlanır ve onunla
geçinir.[68]
Sizi boşayayım. Lügatte;
serbest bırakmak, salıvermek demektir.[69]
Açılıp zînetlerinizi
göstererek yürümeyin. Kadın, zinetlerini ve güzelliklerini yabancılara
gösterdiğinde denir.[70]
Aslında bu kelime, ortaya çıkmak manasınadır. Bu mânâda, burc'a da, genişliği
ve görünmesinden dolayı bu isim verilmiştir.
Evlerinizden
ayrılmayın. Bir kimse, bir yerde kalıp da oradan ayrılmadığı zaman der. Geniş
zamanı şeklindedir. Kalmak mânâsında mastardır. kelimesinin aslı, dir.
hazfedilmiş ve üstünü, bir önceki harf olan
verilmiştir. Hareke verilince, baştaki vasıl hemzesine ihtiyaç
kalmamıştır.[71]
Rics, lügatte; pislik
ve necaset demektir. Burada maksat, günahlardır. Çünkü, kişinin bedeni
necasetlerle kirlendiği gibi, günahları işlediği zaman da manevî şahsı onlarla
pislenir ve kirlenir.[72]
a.) Taberî'nin
Enes b. Mâlik'ten rivayetine göre, Enes şöyle der: Amcam Enes b. Nadr Bedir
savaşında bulunamadı. Dedi ki: "Rasulullah (s.a.v.)'la birlikte ilk
savaşta bulunamadım. Eğer Allah bana bir savaş gösterirse, bu savaşta ne
yapacağımı Allah mutlaka görecek". Uhud günü gelip de müslümanlar
yenilgiye uğrayınca şöyle dedi: Ey Allah'ım! Ben bu müşriklerin yaptıklarından
uzağım. Senin yanındayım. Müslümanların yaptığından dolayı da Senden özür dilerim.
Bundan sonra Enes, kılıcını kuşanıp yürüdü. Sa'd b, Muâz onun karşısına çıkınca
ona şöyle dedi: Ey Sa'd! Vallahi, Uhud'un arkasından cennet korkusunu alıyorum.
Bundan sonra, şehit oluncaya kadar savaştı. Sa'd, "Yâ Rasulallah!"
dedi. Ben, onun yaptığım yapamadım. Enes b. Malik şöyle devam ediyor: Amcamı
şehitler arasında bulduk. Kılıç, mızrak ve ok yaralarından 80 küsur yarası
vardı. Onu tanıyamadık. Nelicede kizkardeşi geldi de. parmak uçlarından tamdı.
Enes diyor ki: Biz, şu âyetin, o ve arkadaşları hakkında indiğini anlatırdık:
"Mü'minler içersinde, Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte
onlardan bazısı, sözünü tutup o yolda canını vermiştir. Bazısı da beklemektedir.[73]
b.) İmam
Ahmed'in rivayetine göre Câbir (r.a.) şöyle demiştir: «İnsanlar, Rasulullah
(s.a.v.)'ın kapısı önünde otururken, Ebubekir (r.a.) gelip içeri girmek için
izin istedi. Fakat izin verilmedi. Sonra Ömer (r.a.) gelip izin istedi, ona da
izin verilmedi. Sonra Ebubekir (r.a.) ile Ömer (r.a)'e izin verildi. İçeri girdiler.
Peygamber (s.a.v.), çevresinde hanımları olduğu halde, susmuş vaziyette
oturuyordu. Ömer dedi ki: "Rasulullah (s.a.v) ile konuşacağım, belki
güler" dedi ve ilâve etti. "Ey Allah'ın Rasulü! Şu Zeyd'in kızına
baksana -hanımını kastediyor- az Önce benden nafaka istedi, boynunu vurdum.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) o derece güldü ki, azı dişleri göründü.
Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: "İşte bunlar da, benim etrafımda, benden
nafaka istiyorlar." Bunun üzerine Ebubekir (r.a.), Aişe (r.a.)'yi dövmek
için kalktı. Ömer (r.a.) de Hafsa'yı (r.a.) dövmek için kalktı. Her ikisi de
şöyle diyorlardı: "Rasulullah (s.a.v.)'ta bulunmayan şeyi mi ondan istiyorsunuz?
Rasulullah (s.a.v.) her ikisine de engel oldu. Rasulullah (s.a.v.)'-ın eşleri
de: "Vallahi, bu meclisten sonra, Rasulullah (s.a.v.)'tan, onda olmayan
şeyi istemeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Allah (c.c), muhayyerlik
âyetini indirdi: "Ey Peygamber! Eşlerine de ki: Eğer, dünya dirliğini ve
süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi
güzellikle salıvereyim". Bu âyet inince Rasulullah (s.a.v.) Aişe'den
(r.a.) başlayarak şöyle dedi: "Sana bir şey söyleyeceğim. Ancak, anne ve
babana danışmadan, bu hususta acele etmeni istiyorum." Aişe: "Nedir o
yâ Rasu-lallah!" dedi. Rasulullah (s.a.v.) ona bu âyeti okudu. Aişe (r.a.)
"Senin hakkında, anne ve babama mı danışacağım?" dedi. "Bilakis
ben Allah'ı, Rasûlünü ve âhire! yurdunu tercih ederim. Ancak senden, benim
tercih ettiğimi, diğer hanımlarından herhangi birine söylememeni istiyorum".
Rasulullah (s.a.v.) da, "Allah beni, katı davranıcı olarak değil, öğretici
ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Hanımlarımdan hangisi bana sorarsa, ona
bildiririm" dedi.»[74]
c.) Ümmü
Seleme (r.a.)'nin rivayetine göre, o, Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle dedi: Ey
Allah'ın Rasûlü! Neden, Kur'an'da
erkeklerin anıldığını, indirdi. Kalplerine şiddetli korku saldı. Nihayet kalelerini
açıp teslim oldular. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyet, Kureyzaoğulları ya-hudileri
hakkında inmiştir. Onlar, Rasûlullah (s.a.) ile antlaşma yapmışlar, daha sonra
antlaşmayı bozup Kureyş tarafım tutmuşlardı. Müşrikler mağlup olup da Kureyş,
Medine'den çekip gidince, Rasûlullah (s.a.v) Kureyzaoğul1arını kuşattı. Sonunda
Sa'd b. Muaz (r.a.)'ın vereceği hükme razı olup kaleden indiler. Sa'd da,
erkeklerinin öldürülmesine, kadın ve çocukların esir alınmasına hükmetti.[75] İşte âyetin devamı bunu ifade etmektedir: Onlardan bir grubu, yani erkekleri öldürüyor,
bir grubu da, yani kadın ve çocukları esir alıyorsunuz. O gün,
Kureyzaoğullarından 800 ile 900 arası erkek öldürülmüştür.
27. Ey
rnü'minler topluluğu! Allah sizi Kureyzaoğullarınm yurduna, gayr-i
menkullerine, evlerine, atlarına ve bıraktıkları mallarına ve henüz ayak
basmadığınız diğer yurtlara vâris kıldı. Bu yurtlar, Kureyza'dan sonra alman
Hayber ve daha sonra müslümanlarm fethettiği bütün ülkelerdir. Allah, istediği
herşeyi yapar. Ne yerde, ne gökte hiçbir şeyO'nuâciz bırakamaz. Ebu Hayyân
şöyle der: Yüce Allah, herşeye gücünün yettiğini açıklayarak bu âyeti sona
erdirdi. Burada sanki, müslümanlara birçok fetih nasip edeceğine işaret
vardır. Onları bu yurtlara sahip kıldığı gibi, diğer ülkelere de sahip kılmaya
gücü yeter.[76]
28. Ey
Peygamber! Kendileri için daha fazla harcama istemelerinden dolayı üzülmene
sebep olan eşlerine de ki: Eğer dünya nimetini, onun bolluğunu ve geçici
güzelliğini istiyorsanız, Gelin size boşanma bedelim ödeyeyim ve herhangi bir
zarar vermeksizin sizi boşayayım. [77]
29. Eğer
Allah ve Rasulünün rızasını ve âhirette bolca nimetler elde etmeyi
istiyorsanız. Bilin ki Yüce Allah, güzel iş yapanlarınıza, yaptıklarının
karşılığında anlatılamayacak kadar büyük sevap verecektir. Sevap da içinde
hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın İşitmediği ve hiçbir insanın aklına
gelmediği nimetler bulunan cennettir. Ayetin bu bölümü, daha önce geçen şartın
cevabıdır. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah. Peygamberine (s.a.v.) yardım edip
düşman ordularını dağıtıp başından savınca Kureyza ve Nadîr'in yurtlarını
fethetmeyi nasip edince, eşleri, yahudilerin en değerli mallan ve stoklarını, sadece
Rasûlullah (s.a)'ın alacağım sanarak çevresinde oturdu ve şöyle dediler: Ey
Allah'ın Rasulü! İran Şahı ile Bizans İmparatorunun kızları (ve hanımları)
zînetler ve süslü elbiseler içinde yaşıyorlar. Biz ise, gördüğün gibi fakr u
zaruret içindeyiz! Eşleri ondan maddî imkânlarının daha da genişletilmesini,
kendilerine krallar ve ileri gelen devlet adamlarının eşlerine yaptıkları
muamele gibi muamele edilmesini istemek suretiyle kalbini incittiler. Bunun
üzerine Yüce Allah, Peygamber'e (s.a.s.), eşleri hakkında inen âyeti onlara
okumasını emretti. O sırada Peygamber'in (s.a.v.) dokuz eşi vardı.[78]
30. Ey
Peygamber hanımları! Sizden kim, büyük günahlardan bir günah veya haddi aşacak
şekilde çirkin bir iş yaparsa, ki, İbn Abbas'a göre bu geçimsizlik ve kötü
huydur,[79] Onun cezası, diğer kadınların cezasının iki
katı olur. Çünkü işlenen günahın büyüklüğü, fazilet ve mertebenin üstünlüğüne
tâbidir.[80] Bu cezayı vermek Allah için kolaydır. Onların
peygamberin eşleri olmaları, Allah'ın bu cezayı vermesine engel olamaz. Bu
âyette çeşitli hitap şekilleri kullanılmıştır. Daha önce onlara peygamber dili
ile hitap edildiği halde, burada, onların işlerine önem verildiğini göstermek
ve nasihat etmek maksadıyla, doğrudan doğruya kendilerine hitap edildi. Sâvî
şöyle der: Bu âyetler, Peygamber (s.a.v)'in eşlerinin faziletini ve Allah
katındaki derecelerinin büyüklüğünü göstermek için, Yüce Allah tarafından
kendilerine yapılmış bir hitaptır. Çünkü hitap ederken azarlama ve sert
konuşma, onların mertebelerinin yüceliğini gösterir. Zira onlar Rasûlullah
(s.a)'a çok yakındır ve aynı zamanda cennette de eşleridir. Allah'a yakınlık
Rasûlullah (s.a)'a yakınlık derecesine göre olur.[81]
31. Sizden
kim Allah'a ve Rasulüne itaate devam eder, iyi işler ve sâlih ameller yaparak
Allah'a yaklaşırsa Ona iki kat sevap veririz: Biri, itaat ve takvasından,
diğeri de;kanaat etmek ve iyi geçinmek suretiyle Rasûlullah (s.a)'m rızasını istemesinden
dolayı... Alacağı sevaptan fazla olarak da, cennette onun için, hoşuna gidecek
tükenmez güzel bir nzık hazırladık. Bundan sonra Yüce Allah, Rasûlullah
(s.a.)'ın eşlerinin diğer kadınlardat daha faziletli olduklarını açıklamak
üzere şöyle buyurdu: [82]
32. Ey,
Peygamberin hanımları! Siz, diğer kadınlardan daha faziletli ve şerefli olmanız
hasebiyle onlardaı farklısınız. Çünkü, insanların en üstünü ve son peygamber
Muhammet (a.s)'in eşlerisiniz. Sizden biri, diğer kadınlardan herhangi birine
benzeme. Eğer sakınırsanız... Bu bir şart cümlesidir. Önce geçen ifadelerden anlaşıldığı
için cevabı kaldırılmıştır. Yani, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten
sakınırsanız, en yüce makamda olursunuz. Kurtubî şöyle der: Allah, onlara
öncekilerin ve sonrakilerin efendisi olan Rasulullah (s.a.v)'a eş'olmayı nasip
ettiği için, faziletlerinin ancak takva şartıyla tamamlanacağını açıkladı.[83] İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah bu âyette şunu
demek istiyor: Benim katımda sizin değeriniz, diğer saliha kadınların değeri
gibi değildir. Siz, Benim katımda daha değerlisiniz. Eğer takvalı olursanız,
sevabınız daha büyüktür. Yüce Allah, onların faziletinin, Rasulullah (s.a)'ın
eşleri olmalarından değil sadece takvadan ileri geldiğini açıklamak için,
takvayı onlara şart kıldı.[84] Erkeklerle konuşurken yumuşak söylemeyin, Sonra, kalbinde kötülük, ki suizan ve
kadınlarla konuşma sevgisi bulunan kimse, ümide kapılır, Erkeklerle konuşurken,
zanna sebep olmayacak şekilde, yumuşaklık ve kırıtma olmaksızın iffetli ve
güzel konuşun.[85] İbn Kesîr şöyle der: Yani, kadın, yabancı
erkeklerle, yumuşak olmayan bir sesle konuşur. Yabancılarla, kocası ile
konuştuğu gibi konuşmaz. [86]
33. Evlerinizden
ayrılmayın, ihtiyacınız olmadan dışarı çıkmayın. Zaruret olmaksızın yollarda
şaşkın şaşkın dolaşan gaiil kadınların yaptığı gibi yap,navın. Cânıliyye
kadınlarının yaptıkları gibi, yabancı erkeklere zinetlerinizi ve
güzelliklerinizi göstermeyin. Câhiliyye döneminde kadın, güzelliklerini
göstermek için, vücudunun açılması uygun olmayan yerlerini açarak pazarlara
çıkardı. Katâde şöyle der: Câhiliyye kadınları kırıtarak ve cilve yaparak
yürürlerdi. Yüce Allah bunu yasakladı. Namazı kılmaya ve zekâtı vermeye devam
edin. tbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, önce onları kötülükten men etti, sonra
da onlara, bir olan Allah'a ibadet etmekten ibaret olan namaz kılmak ve
insanlara iyilik demek olan zekât vermek gibi hayırlı şeyleri emretti.[87]
Takva sahibi hanımların mertebelerini elde etmeniz için, bütün emir ve
yasaklarında Allah ve Rasûlüne itaat ediniz.
Ey, Peygamberin aile
efradı (Ehl-i beyt)! Allah'ı sizi sadece günah kirlerinden kurtarmak ve insanın
bedeninin necasetle pislendiği gibi, manevî varlığının da kirlendiği
sunanlardan temizlemek istiyor. O sizi günah kirlerinden tamamen arındırmak
istiyor. [88]
34. Evinizde
okunan Kur'an âyetlerini ve peygamberin sünnetini okuyun. Çünkü kurtuluş başarı
onlardadır. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah onlara, evlerinin vahyin indiği
yer olduğunu hatırlattı ve evlerinde okunan Kitab'ı unutmamalarını emretti. O
kitap, Peygamberin (s.a.v.) doğruluğunu gösteren apaçık mucizeler ile semavî
kanunlar ilimler ve hikmetler gibi iki önemli şeyi kapsar.[89] Şüphesiz Allah, kulların durumuna uygun olanı
bilir, onların faydasına olan şeylerden haberdardır. İşte bunun içindir ki,
dünya ve âhirette insanları mutlu kılacak kanun ve kaideleri koymuştur.
Bundan sonra Yüce
Allah, ceza ve mükâfatta kadın ve erkeğin eşit olduğunu bildirmek üzere şöyle
buyurdu: [90]
35. Erkek
olsun, kadın olsun, İslamın emir ve ya saklarına sarılanlar ve onun ahlakıyla
ahlâklananlar, Allah'ı âyetlerini ve peygamberlerine indirdiklerini tasdik
edenler, ibadet ve itaata devam edenler, iman, niyet, söz ve işlerin de doğru
olanlar, Sıkıntılı ve rahat anlarda itaatlara vı nefsanî arzulardan uzak
durmaya sabredenler Allah'a bo yun eğip
ondan korkanlar, kalpleri ve azalarıyla Onun huzurunda eğilenleı iyilikte
bulunmak ve zekâtlarını edâ etmek maksadıyl mallarını fakirlere verenler, Ramazan ayında ve diğe günlerde, Allah rızası
için oruç tutanlar. Oruç, bedenin zekâtıdır, onu u mizler ve arındırır. Avret
yerlerini, haram v günahlardan, zînâ ve avret yerini açmak gibi, helâl olmayan
şeylerden kc ruyanlar, Her zaman ve her yerde, kalp ve dilli riyle Allah'ı
anmaya devam edenler var ya, Allah, o takva sahibi iyi ve bu yüce sıfatlarla
sıfatlanmış olan kinısels için, yaptıkları iyi işlerden dolayı günahlarını
bağışlayarak en büyük sev; ve mükafat olan cenneti hazırlamıştır. [91]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşa| özetliyoruz:
1. "İşte
bu, Allah'ın ve Rasûlünün bize va'dettiği şedir. Allah ve Rasûlü doğru
söylemiştir" âyetinde zahir isim tekrarlanmak suretiyle itnâb yapılmıştır.
Şereflendirme ve yüceltme için yüce isim tekrar edilmiştir.
2. "Adağını
yerine getirdi" cümlesinde istiare vardır. Nahb, adak mânâsına olup,
burada ölüm için müsteâr olarak kullanılmıştır. Çünkü ölüm, her canlının sonudur.
Sanki o, insanın boynundan hiç ayrılmayan bir adaktır.[92]
3. "Münafıkları
dilerse azaplandıracak, yahut onlara tevbe nasip edecektir." âyetinde,
"dilerse" bölümü ara cümlesi olup, azap veya merhametin Allah'ın
dilemesine bırakıldığına dikkat çekmek için gelmiştir.
4. "Eğer
dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız..." cümlesi ile "Eğer
Allah'ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız..." cümlesi arasında
mukabele vardır.
5. "Câhiliyye
yürüyüşü gibi yürümeyin" cümlesinde teşbih-i belîğ vardır. Burada teşbîh
edatı ile vech-i şebeh söylenmemiş, böylece teşbih-i beliğ olmuştur:
6. "Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin" cümlesi üzerine Allah'a ve Rasulüne itaat
edin" cümlesinin atfedilmesi, umûmun husus üzerine atfıdır. Çünkü Allah
ve Rasulüne itaat, daha Önce geçen bütün emir ve yasaklan kapsar.
7. "Allah, sizden sadece günahı gidermek
ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyetinde istiare vardır. Burada Yüce
Allah "günahlar" için (kir) i, "takva" için (temizlik) u
müsteâr olarak kullanmıştır. Çünkü günahları işleyen kimsenin manevî varlığı
kirlenir. İtaatla beraber ise, temiz elbise gibi, kirlerden korunmuş ve paktır.
8. "Koruyanlar"
ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Önceki ifadeden anlaşıldığı için mef'ûl
hazfedilmiştir. Avret yerlerini koruyan
kadınlar" demektir.
9. "Allah,
onlar için hazırladı" âyetinde tağlîb sanatı vardır. Yüce Allah erkekleri
çoğunluk saydı, kadınları onlarla bir araya getirdi. Sonra hepsini aynı zamirde
birleştirdi.
10. "gibi,
âyet sonlarında uygunluk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır. [93]
36. Allah ve
Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi
isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse,
apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
37. Allah'ın
nimet verdiği, senin de kendisine lütfettiğin kimseye: "Eşini yanında
tut, Allah'tan kork!" diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan
çekinerek içinde gizliyorsun. Oysa asıl korkulmağa lâyık olan Allah'tır. Zeyd,
o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki, evlâtlıkları,
karılarıy-le ilişkilerini kestiklerinde mü'minlere bir zorluk olmasın.
Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
38. Allah'ın
kendisine helâl kıldığı şeyde Peygam-ber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce
gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka
yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.
39. O
peygamberler, Allah'ın gönderdiği emirleri duyuranlar, Allah'tan korkanlar ve
O'ndan başka kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
40.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın
Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
41. Ey
inananlar, Allah'ı çokça zikredin.
42. Ve O'nu
sabah-akşam teşbih edin.
43. Sîzi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur.
Melekleri de size istiğfar eder. Allah, mü'minlere karşı çok merhametlidir.
44. Kendisine
kavuştukları gün, Allah'ın onlara iltifatı, "selâm" dır. Allah
onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.
45. Ey
Peygamber! Biz seni hakîkaten bir şâhid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak
gönderdik.
46. Allah'ın
izniyle, bir da'vetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.
47. Allah'tan
büyük bir lûtfa ereceklerini mü'minlere müjdele.
48. Kâfirlere
ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan,
vekil ve destek olarak Allah yeter.
49. Ey îman
edenler! Mü'min kadınları nikahlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsamz,
onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde
onları memnun edin ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın.
50. Ey
peygamber! melıiHerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak
verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve
teyzenin seninle beraber göç eden kızlarım sana helâl kıldık. Bir de Peygamber
kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygambere hibe eden mü'mine
kadını, diğer mü'minlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık.
Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan (cariyeleri) hakkında
mü'minlere neyi farz kıldığımızı biliriz.
Ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
51. Onlardan
dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Geriye
bıraktıklarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah
yoktur. Böyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına, üzül-nıemelerine ve
hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah,
hakkıyle bilendir, Halimdir.
52. Bundan
sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan hâriç,
güzellikleri hoşuna gitse bile, bunları başka hanımlarla değiştirmen sana helâl
değildir. Allah her şeyi gözetlemektedir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde mü'minlerin sıfatlarını ve kazandıkları yüksek dereceleri anlattıktan
sonra, burada da, Peygambere (s.a.v.) itaatin Allah'a itaat olduğunu, onun
emrinin Allah'ın emri olduğunu açıklamaktadır. Sonra da, mü'minlere büyük
nimeti hatırlatmaktadır ki o da, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan
aydınlatıcı nurun gönderilmesidir. [94]
Hıyera, seçme
mânâsında mastardır. "tıyera" kelimesinin, nin mastarı olduğu gibi,
bu da nin kaide dışı maştandır.[95]
Bir şeyi açığa
çıkaran. Bir kimse, bir şeyi açığa çıkardığında, denir.
Vatar, nefsanî ihtiyaç
demektir. Zeccâc şöyle der Vatar, önem verdiğin ihtiyaçtır. İnsan o ihtiyacını
giderdiğinde, denir Müberred de şöyle der: Vatar, şehvet demektir. "Canımın
istediği şekilde senden faydalanamadım" mânâsında, denir. Daha sonra
Müberred şu şiiri okudu:
Cürneyl b. Ma'mer
ondan ihtiyacını giderdikten sonra artık ben Medine'de nasıl kalabilirim?[96] Haraç, darlık ve günah, demektir. Geçip
gittiler.
Ezelde takdir edilmiş
bir kader. Bukre, gündüzün ilk vakitleridir. Asil, gündüzün son vakitleridir.
Ertelersin. Bir kimse
bir şeyi ertelediğinde. veya der.[97]
Yanına alırsın. "Kardeşini
yanma aldı"[98] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. [99]
Ibn Abbas şöyle der:
Rasulullah (s.a.v) Zeyneb bint Cahş'ı, azatlı kölesi Zeyd b. Harise için
istedi. Fakat Zeyneb bunu kabul etmeyip onunla evlenmeye razı olmayınca şu âyet
indi: Allah ve Rasulü bir İşe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına,
o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur..." Bunun üzerine Zeyneb
emre uyup Zeyd ile evlendi. Bir rivayete göre, Zeyneb Kureyş soyundan olduğu
için, kendisi de, kardeşi Abdullah da bu teklifi kabul etmedi. Fakat âyet
inince kardeşi gelerek: "Ey Allah'ın Rasû-lü! Bana dilediğini emret"
dedi. Rasulullah (s.a) da: "Zeyneb'i Zeyd ile evlendir" diye
emretti. Abdullah buna razı olup, onu Zeyd ile evlendirdi.[100]
36. Allah ve
Rasûlü, herhangi bir şey emredince, mü'min erkek ve kadınlardan hiçbirinin
herhangi bir görüş belirtmesi veya tercihte bulunması doğru ve uygun olmaz.
Aksine onların, boyun eğmeleri ve teslim olmaları gerekir. Sâvî şöyle der:
Burada Yüce Allah'ın adının söylenmesi. Onun şanını yüceltmek ve Rasıüullah
(s.a)'ın verdiği hükmün, Allah'ın verdiği hüküm olduğuna işaret içindir. Çünkü
Rasulullah (s.a), heva ve hevesine uyarak konuşmaz.[101] İbn Kesîr de şöyle der; Bu âyet, bütün işler
için geçerlidir. Yani, Allah ve Ra-sulü herhangi bir hüküm verdiklerinde,
hiçbir kimse ona muhalefet edemez. Hiç kimsenin tercih etme, görüş açıklama ve söz
söyleme yetkisi yoktur.[102]
Bunun içindir ki Yüce Allah, muhalefet edenlerin sonlarının çok kötü olacağını
söyleyerek şöyle buyurdu: Kim, Allah ve Rasulü'nün emrine aykırı davranırsa,
doğru yoldan çıkmış, yalnış yola girmiş ve apaçık bir sapıklığa düşmüştür. [103]
37. Ey
Peygamber! Allah'ın, İslama girmeyi nasip ettiği, senin de azat edip kölelikten
hürriyete kavuşturduğun kimseye nasihatta bulunduğun zamanı hatırla.
Tefsirciler şöyle der: Hz. Peygamber/in (s.a.v.) azat ettiği bu şahıs Zeyd b.
Hârise'dir. Zeyd, Cahiliyye dönemi kölelerinden idi. Hz. Hatice (r.a.) onu
satın alıp Rasulullah (s.a) bağışlamıştı. Rasulullah (s.a.)'m kölesi idi. Sonra
Rasulullah (s.a.) onu azat edip evlatlık edindi[104] ve
halasının kızı Zeyneb bint Cahş ile evlendirdi, Hani sen Zeyd'e, eşin Zeyneb'i
nikahında tut, onu boşama, ona yapacağın muamelede Allah'tan kork diyerek
nasihatte bulunuyordun. Ey Muhammedi Halbuki Allah'ın ortaya çıkaracağı şeyi
de içinde gizliyordun Rasulullah (s.a)'ın içinde gizlediği şey de Zeyneb'le
evlenme isteğidir.[105] İbn Cüzeyy şöyle der: Rasulullah (s.a)'m
gizlediği, caiz ve mubah olan bir şeydir. Günah sayılacak ve kınanacak bir
ş&y değildir. Fakat o, insanların, "Muhammed, oğlunun karısı ile evlendi"
demelerinden çekinmiştir. Zira, Rasulullah (s.a) Zeyd'i evlatlık edinmişti.
Utandığı, mahcup olduğu, şeref ve haysiyetini insanlardan korumak istediği
için olayı insanlardan gizledi. Gizlediği şey, evlat edinme hükmünü kaldırmak
için, Allah'ın emri üzerine Zeyneb'le evlenme isteğidir. Allah, Zeyneb'le
evlenmesini emretmek suretiyle bunu açıklamıştır. insanların," Muhammed,
oğlunun eşiyle evlendi" demelerinden korkuyorsun. Oysa tek olan Allah'tan
korkman ve sana vahyetmiş olduğu, "Zeyd boşadıktan sonra Zeyneb'le
evleneceksin" emrini açıklaman daha uygundur. İbn Abbas şöyle der: Rasullah
(s.a) münafıkların, "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi"
demelerinden çekindi, Zeyd onu boşayıp ilişiğini kesince, seni onunla
evlendirdik, İşte bu âyet, Rasulullah (s.a.s.)'m gizlediği şeyin, iftiracıların
iddia ettiği gibi, Zeyneb'e olan aşkı değil, Zeyd Zeyneb'i boşadıktan sonra,
vahyin emrini yerine getirmek için onunla evlenme isteği olduğunu gösteren
açık ve kesin bir delildir. "Onu sana eş kıldık" demektir.
Tefsirciler şöyle der: Zeyneb'i Rasulullah (s.a.v.) ile evlendiren
Allah'tır(c.c). Zeyneb'in id-deti sona erince Rasulullah (s.a.v.), izin, akit,
mehr ve şahit olmaksızın onunla zifafa girdi. Bu, sadece Rasulullah (s.a.v.)'a
mahsus bir olay idi. Buhârî,.Enes. b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Zeyneb, Rasulullah (s.a.v.)'in diğer eşlerine karşı şöyle diyerek ovunurdu:
Sizi, aileleriniz evlendirdi. Beni ise, yedi göğün üstünden Rabbim evlendirdi.[106] Bundan sonra Yüce Allah, bu evliliğin
sebeb-i hikmetini açıklamak üzere şöyle buyurdu: Evlatlıkların, kendileriyle
ilişkilerini keserek boşamış oldukları kadınlarla evlenme hususunda Allah'ın
koyduğu kanunlarda mü'minlere herhangi bir günah, zorluk ve vebal olmasın diye
bunu emretti. İbnu'l-Cevzî şöyje der: Yani,evlatlığm olan Zeyd'in karısı Zeyneb'le seni evlendirdik ki, evlatlığın,
boşamış olduğu karısı ile evlenmenin helal olmadığı sanılmasın. Allah'ın sana
verdiği emir ve Zeyneb'le evlenmene dair ettiği vahiy, kesinlikle yerine
getirilecek olan takdir edilmiş bir işti. Yüce Allah, önceki âyette
mü'minlerden zorluğu kaldırdıktan sonra, değer vermek ve şereflendirmek için,
özellikle, Peygamberlerin Efendisinden (s.a.v.) de zorluğu kaldırmak üzere
şöyle buyurdu:[107]
38. Allah'ın,
Rasûlü için, mubah kıldığı ve ona verdiği eşler hakkında, herhangi bir vebal,
günah ve kınama yoktur. Dahhâk şöyle der: Yahudiler, çok evliliğinden dolayı
Rasulullah (s.a.v.) kınamışlardı. Yüce Allah onlara cevap vermek üzere şöyle
buyurdu. Bu, Allah'ın önceki bütün peygamberlere uyguladığı bir kanunudur.
Şöyle ki, Allah, onlar için mubah kıldığı şeylerde, kendilerine rahat hareket
etme ruhsatı vermiştir. Kurtubî şöyle der: Allah (c.c), Davud ve Süleyman (a.s)
gibi, Önceki peygamberlere uyguladığı, çok kadınla evlenme ruhsatını Hz.
Peygamber'e (s.a.v.) de verdi: Cariyelerin dışında Davud (a.s)'un yüz, Süleyman
(a.s)'ın üçyüz karısı vardı.[108]
Allah'ın emri ezelde kesin olarak verilmiş bir hükümdür. Ne değişir, ne de
bozulur. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bütün peygamberleri övdü: [109]
39. Ey
Muhammedi Haklarında sana bilgi verdiğim ve kendilerini senin için Önder kıldığım o peygamberler
Allah'ın emirlerini, gönderildikleri kimselere ulaştıranlardır. Onlar, sadece
bir olan Allah'tan korkarlar.O'ndan başka kimseden korkmazlar. Ey Muhammedi
Onlara Bütün iş ve fiillerden hesaba çekipi olarak Allah yeter. Dolayısıyle
O'ndan başkasından korkulma-ması gerekir. Bundan sonra Yüce Allah, Câhiliyye
döneminde yaygın olan evlat edinme hükmünü kaldırmak üzere şöyle buyurdu: [110]
40.
Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. Tefsirciler şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.) Zeyneb (r.a.) ile evlenince, halk: "Muhammed, oğlunun
karısı ile evlendi" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.[111]
Zemahşeri şöyle der: Muhammed (s.a.v.), gerçekte sizden herhangi bir adamın
babası değildir ki, baba ile evlat arasındaki evlilik ve nikah akrabalığından
doğan haramlık, onunla Zeyd arasında da bulunsun.[112] Fakat
o, peygamberlerin sonuncusudur. Allah onunla, semavî emirlerini sona
erdirmiştir. Artık ondan sonra herhangi bir peygamber gelmeyecektir, İbn Abbas
şöyle der: Eğer peygamberleri onunla sona erdirmemiş olsaydım, ona mutlaka,
kendisinden peygamber olacak bir çocuk
verirdim.[113]
Allah sözlerinizi ve yaptıklarınızı bilendir. Hallerinizden hiçbir şey Ona
gizli kalmaz. [114]
41. Ey
inananlar! Gece, gündüz, seferde ve hazarda, "lâilâhe illallah"
diyerek, hamd ederek, yücelterek ve takdis ederek Allah'ı çok çok anın. [115]
42.
Rabbinizi sabah akşam teşbih edin. Âlimler şöyle der: Sabah akşam meleklerin
inmesinden dolayı, bu vakitler daha faziletli olduğu için Yüce Allah özellikle
onları zikretti.[116]
43. Yüce
Allah sürekli olarak size merhamet eder. İşlerinize ve sizin iyiliğinize ve
yararınıza olan her şeye önem verir. Melekleri de, aynı şekilde, dua, istiğfar
ve rahmet dilekleriyle sizin için yalvarırlar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce
Allah'ın salât etmesi, kulunu, meleklerin yanında övmesidir. Bir görüşe göre,
Allah'ın salâtı rahmet, meleklerin ki ise, dua ve istiğfar mânâsmdadır.[117] O sizi, sapıklıktan hidâyete, isyan
karanlıklarından itaat ve iman nuruna çıkarmak için böyle yapar. Allah,
mü'minlere karşı çok merhametlidir. Şöyle ki, onların az amellerini kabul
eder, imanlarındaki samimiyetten dolayı günahlarından çoğunu affeder. [118]
44. Rablerine
kavuşacakları gün mü'minlere yapılacak
dirlik temennisi, herşeyi bilen ve herşeyin sahibi olan Yüce Allah'ın cennette
onlara vereceği "selâm" ve "ikram"dır. Nitekim Yüce Allah:
"Merhametli olan Rab katından onlara selâm vardır"[119] buyurmuştur. Ve onlar için güzel bir mükâfat
hazırlamıştır ki, bu mükafat da cennet ve içinde bulunan sonsuz nimetlerdir.
İbn Kesîr şöyle der: Güzel mükâfattan maksat, cennet ve içinde bulunan yiyecek,
içecek, giyecek, barınacak, zevk alınacak şeyler ve seyredilecek manzaralardır
ki bunlar, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın
hatır ve hayalinden geçirmediği şeylerdendir.[120] Yüce Allah, mü'minleri inkâr ve sapıklık
karanlığından hidâyet ve iman nurlarına çıkardığını açıkladıktan sonra
ardından, kendisiyle kâinatı aydınlattığı o parlak kandilin niteliklerini
anlattı. [121]
45. Ey
Peygamber! Seni, ümmetine ve bütün ümmetlere şahit olarak gönderdik ki o
ümmetlerin peygamberlerinin rablerinin risaletini kendilerine tebliğ ettiğine
şahitlik edesin ve aynı zamanda seni mü'minlere naim cennetlerini müjdeleyici
ve kâfirleri cehennem azabıyla korkutucu olarak da gönderdik. [122]
46.
Kendiliğinden değil, Allah'ın emriyle, insanları Allah'ı birlemeye ve O'na
itaat ve ibadet etmeye çağıncı ve nurlu bir kandil olarak gönderdik yani, ey
Muhammedi Sen, insanlar için ışık saçan nurlu bir kandil gibisin. Karanlıklarda
parlak yıldızla yol bulunduğu gibi inkâr karanlıklarında da seninle doğru yol
bulunur. İbn Kesîr şöyle der: Ey Muhammedi
Sen, parlaklık ve aydınlatma hususunda güneş gibisin. Bunu, inatçıdan
başkası inkâr edemez.[123] Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah, peygamberi
nurlu kandile benzetti. Çünkü nurlu kandille gecenin karanlığı giderildiği ve
yol bulunduğu gibi, Allah, şirk karanlklarını peygamberle giderdi. Sapıklar da
onunla doğru yolu buldu.[124]
Yüce Allah peygamberi 5 sıfatla niteledi ki, bunların hepsi de olgunluk, güzellik,
övgü ve yücelik ifade eder. Son olarak da Rasulullah (s.a.v.)'ın, Allah'ın,
kendisiyle sapıklık karanlıklarını dağıttığı parlak bir kandil olduğunu
belirtti. Rabbimin salât ve selâmlan her zaman ve her ân onun üzerine olsun. [125]
47. Ey
Muhammedi Özellikle mü'minlere, Allah'ın
kendileri için nainı cennetlerinde büyük ve çok lütfü bulunduğunu müjdele. [126]
48. Din
işinde, münafık ve kâfirlerin kolaylık ve yumuşaklık hususundaki
isteklerine uyma. Aksine
sana vahy olunan şeylerde kararlı ol. Onların
sana eziyetlerine ve insanları sana gelmekten alıkoymalarına aldırış etme.
Bütün iş ve hallerinde Allah'a dayan. Allah, dünya ve âhiret işlerinde
kendisine dayanana yeter. Sâvî şöyle
der: Bu âyetle, tevekkül olayının çok önemli olduğuna işaret vardır. Kim
Allah'a tevekkül ederse, Üzüntü ve keder veren din ve dünya işlerinde Allah ona
yeter.[127] Konu,
Peygamber (s.a.v.)'m hanımları,
Zeyd kıssası ve onun Zeyneb'i boşaması olduğu için, söz, rnü'minlerin
hanımlarına ve onları boşama hususunda takip edilecek en güzel yolu anlatmaya
geldi. [128]
49. Ey,
Allah ve Rasulüne inanmış olan mü'minler!
Mü'min kadınlarla evlenme akdi yapıp onlarla evlenir, sonra da, cinsî ilişkide bulunmadan onları
boşarsanız, Onları sayacağınız bir iddet müddetince bekletme hakkınız yoktur.
Çünkü siz onlarla cinsî ilişkide bulunmadınız. Dolayısıyle hamile kalma
ihtimalleri yoktur ki, nesebinizi korumak mak-sadıyle kadım tutasınız. Ehl-i
kitap kadınları da bu hükmün içersine girmesine rağmen, Yüce Allah'ın
Özellikle mü'min hanımları zikretmesi, müslümanın, soyu için iyi eş seçmesinin
ve iffetli mü'min kadınlardan başkasıyla evlenmemesinin daha uygun olduğuna
dikkat çekmek içindir.[129] O halde, onları memnun edin. Yani size düşen,
gönüllerini hoş etmek ve boşanma olayının onlara verdiği sıkıntıları
hafifletmek için, mal ve elbiseden gönül rizasıyle onlara vermek suretiyle
İkram edin. Onlara zarar ve eziyet vermeksizin, haklarını yemeden, iyi bir
şekilde serbest bırakın. Ebu Hayyân şöyle der: Güzel bir şekilde serbest
bırakmak, eziyet vermeden ve alması gereken hakkını engellemeden güzel söz
söylemektir.[130] Bundan sonra Yüce Allah,
Rasulullah (s.a.v.)'m eşlerinin durumları ile ilgili konuları anlatarak şöyle
buyurdu: [131]
50. Ey
Muhammedi Biz senin için, İslamî tebliği kolaylaştırmak ve seni rahat hareket
ettirmek gayesiyle, kadınlardan birçok nev'ini sana, mubah kıldık. Bu cümleden
olmak üzere belirli bir mehirle evlendiğin ve nikâhın altına aldığın eşlerini
sana helal kıldık.[132] Savaşta kâfirlere karşı zafer kazanarak sahip
olduğun cariyeleri de sana mubah kıldık. Ganimet olarak alınan cariyeler, satın
alınanlardan daha üstün olduğu için, Yüce Allah burada, "ganimet yoluyla"
kaydını koydu. Zira bunları elde etmek için meşakkat çekilmiş ve sıkıntıya
düşülmüştür. Halbuki bu durum, ikinci grup cariyelerin elde edilmesinde yoktur.
Yine sana, seninle birlikte hicret etmiş olmaları şartıyla amcaların,
halaların, dayıların ve teyzelerin kızları gibi akrabalarınla evlenmeni mubah
kıldık, Ve yine, Allah ve Rasulü sevgisi ile ve sana yaklaşmak mak-sadıyle,
kendilerini sana hibe eden sâliha mü'min kadınları da sana helâl kıldık. Ey
Muhammedi Sen, bu kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak evlenmek istediğin
takdirde bunlar senin için mubahtır. Ey Muhammedi Bu durum, diğer mü'minlere
değil, sadece sana mahsustur. Çünkü mehirsiz evlenmek onlara helâl değildir.
Kadının kendisini hibe etmesi de sahih olmaz. Aksine "Mehr-i misil"
gerekir.. Mü'minlere farz kıldığımız nafakayı, mehri, akit sırasındaki
şahitleri, dört kadından fazla evlenemeyeceklerini ve hürlerin dışında onlar
için mubah kıldığımız cariyeleri biz biliriz. Sana gelince, kolaylık olsun
diye, birçok şeyi sadece sana verdik. Sana bir meşakkat veya sıkıntı olmasın
diye böyle yaptık. Allah'ın mağfireti büyük, rahmeti geniştir. [133]
51. Ev
Peygamber! Eşlerinden dilediğini boşamak ve dilediğini yanında tutmak
hususunda sen serbestsin.[134] Nöbet
dışı. tuttuklarından herhangi birini yanma almak istediğinde, sana bir vebal ve
kınama yoktur, İşİeri hakkında seni bu şekilde serbest bırakmamız, kalplerinin
rahat etmesi, üzülmemeicri ve senin yaptığına razı olmaları için daha
elverişlidir. Çünkü onlar, bunun Allah'tan gelen bir emir olduğunu bilirlerse,
gönülleri daha hoş olur, üzüntü ve keder hissetmezler. Allah, kalplerinizde olanları
bilir. Bu, yüceltmek maksadıyla
Peygambere (s.a.v.) yapılmış bir hitaptır. Yani, ey Muhammedi Allah senin ve
her insanın kalbindeki adalet veya taraf tutma, sevgi veya nefreti bilir.
İstediğin hususlarda sana kolaylık olsun diye hanımların hakkında seni serbest
bıraktık. Allah'ın ilmi geniştir. Açığa vurduğunuz veya gizlediğiniz her şeyi
bilir. O, halimdir. İşleri yerli yerine kor, cezalandırmada acele etmez. Aksine
erteler ve mühlet verir, fakat ihmal etmez. Buhârî, Hz. Âişe'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Ben,
kendilerini Peygambere (s.a.v.) hibe eden
kadınları kıskanır ve şöyle
derdim: "Kadın da kendini hibe eder mi?" "Ey Muhammedi Onlardan
istediğini bırakır, istediğini yanma alırsın. Sırasını geri bırakmış
olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur"
mealindeki âyet inince dedim ki; Görüyorum ki, Rabbin, senin arzunu hemen
yerine getiriyor.[135] Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: [136]
52. Ey
Peygamber! Nikâhında bulunan bu dokuz kadından sonra, artık kadınlar sana helâl
değildir. Bunlardan herhangi birini boşayıp, yerine başka bir kadınla evlenmen
senin için helal olmaz, Diğer kadınların güzelliği hoşuna gitse de durum budur,
Ancak cariyelerin hariç. Onları almanda bir beis yoktur. Çünkü onlar zevce
değildir. Allah yaptıklarınızdan haberdar ve onları görmektedir. Bu âyet,
Allah'ın koyduğu sınırları aşmaktan, helal ve haramını çiğneyip geçmekten
sakındırmaktadır. Tefsirciler şöyle der: Allah, Rasûlüne dört sınıf kadını
mubah kıldı. Bunlar, mehirleri verilenler, ganimet olarak almanlar, hicret
etmiş olan akrabalar ve kendini bağışlayan kadınlardır. Bunları, risaleti
yaymak ve İslamı tebliğ etmek hususunda Rasûlüne kolaylık ve serbestlik olsun
diye mubah kıldı. "Ey Peygamber! Eşlerine de ki: Eğer dünya hayatını
istiyorsanız..." mealindeki tahyîr âyeti indiğinde, Rasûlullah (s.a.v.)
onları serbest bırakmış, onlar da Allah ve Rasûlü ile âhiret yurdunu tercih
etmişlerdi. Allah da, onların bu davranışlarına mükâfat olarak Rasülünü, sadece
mevcut eşlerine ait kıldı ve onların dışındaki kadınlarla evlenmesini haram
kıldı. [137]
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1.
"Hiçbir mü'min erkek ve kadın için seçme hakkı yoktur" terkibinde, ve
kelimeleri umum ifade etmek için nekra getirilmiştir. Çünkü olumsuz ifadeden
sonra gelen nekra umum ifade eder.
Yani, onlardan hiçbir kimsenin, Allah
ve Rasûlünün isteğinden başkasını isteme hakkı yoktur.
2. "gizliyorsun
ile onu ortaya çıkarıcıdır." karanlıklar" ile nur ve müjdeleyici"
ile korkutucu arasında tıbâk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
3.
"kader" ile "takdir edilmiş" arasında cinâs-ı i ştikâk
vardır
4. "Ondan
korkarlar. Ondan başkasından korkmazlar" cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.
5. "Nurlu
bir kandil" ifadesinde teşbîh-i belîğ vardır. Bu teşbihin ash şöyledir:Ey
Muhammedi Sen, hidâyet ve irşâd hususunda parlak bir kandil gibisin. Buradan
teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur.
Bu, Arapların, "Ali, bir aslandır' "Muhammed bir aydır"
sözlerine benzer.
6.
"Onlara dokunmadan önce" ifadesinde kinaye vardır. Yüce Allah, cinsî
ilişkiden kinaye olarak "dokunma" kelimesini kul lanmıştır. Bu,
meşhur kinayelerden ve övülmüş Kur'ânî edeplerdendir Çünkü Kur'an, âdî
lafızlardan uzaktır.
7.
"sabah" ile akşam", geriye bırakırsın" ile yanma
alırsın" ve diledin" ile ayırdın" arasında tıbâk vardır.
8. Kulağa
daha hoş gelen ve daha güzel olan, âyet sonları uygunluğı vardır: gibi. Bu
Kur'an-ı Kerim'in hususiyetlerinden
olup güzelleştirici edebî
sanatlar dandır. [138]
53. Ey îman
edenler! Size izin verilmedikçe Peygamberin evlerine girmeyin. Kendiniz
yemeğin pişmesini beklemediğiniz halde, yemeğe çağrılmanız hariç. Fakat
çağrıldığınızda girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın.
Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzüyor, fakat o utanıyor. Ama Allah, hakkı
söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde
arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için
daha temiz bir davranıştır. Sizin, Allah'ın Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden
sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında
büyük (bir günahtır).
54. Birşeyi
açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi
bilmektedir.
55. Onlara
babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin
oğulları, kadınları ve ) ellerinin altında bulunan (câriye)lerinden dolavı
bir günah yoktur. Allah'tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şâhiddir.
56. Allah ve
melekleri, Peygambere çok salavât getirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salavât
getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.
57. Allah ve
Resulünü incitenlere Allah, dünyâda ve âhirette lanet etmiş ve onlar için
horlayıcı bir azap hazırlamıştır.
58. Mü'min
erkeklere ve mü'min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler,
şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
59. Ey
Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'-minlerin kadınlarına cilbâblarını
üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli
olan budur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
60.
Andolsun, münafıklar, kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber
yayanlar, vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz; sonra orada, senin
yanında ancak az bir zaman kalabilirler.
61. Hepsi de
lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve öldürülürler.
62. Allah'ın
önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir
değişiklik göremezsin.
63. İnsanlar
sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah kalındadır.
Kıyametin yakın bir zamanda kopacağını sen nerden biliyorsun?
64. Şu
muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş
hazırlamıştır.
65. Orada
ebedî olarak kalacaklar, ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.
66. Yüzleri
ateşte evrilip çevrildiği gün, "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik,
Peygamber'e de itaat etseydik!"
derler.
67. "Ey
Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan
saptırdılar" derler.
68.
"Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden
kov."
69. Ey îman
edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi
olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında
şerefli idi.
70. Ey îman
edenler! Allah'dan korkun ve doğru söz söyleyin.
71. Allah
işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasûlüne itaat
ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.
72. Biz
emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi çünkü o çok zâlim çok câhildir.
73. Sonunda
Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik
kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini
kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde Peygamber (s.a.v.)'in eşleri ile olan durumlarını anlattı. Burada
da, mü'minlerin, Peygamber (s.a)'in evlerine girecekleri zaman izin isteme ve
sıkıntı vermeme gibi, uymaları, gereken edep kurallarını zikretti. Sonra da
Allah'ın ve meleklerin salât ve selâm etmesi sebebiyle Peygamberin (s.a.v.)
şerefinin yüceliğini anlattı. Bu mübarek sûreyi kıyametten ve ondan sonra
inkarcıların ve sapıkların başlarına gelecek musibetlerden ve ebedîlik
yurdunda mutlu ve mutsuz kişilerin hallerinden bahsederek sona erdirdi. [139]
Onun pişmesi. İbn
Manzur şöyle der: Bir şeyin varması ve erişmesidir. Oleunlaşmak demektir.[140]
Müste'nisîn, sohbete
dalanlar. Söze dalmak istemek demektir. Bir kimse birisiyle sohbet etmek ve
neşelenmek istediğinde der. Evde sana arkadaşlık edecek ve seni rahatlatacak
kimse bulunmadığı zaman, dersin.
Meta', kapkacak ve
benzeri ihtiyaç duyulan araç ve gereç.
Bühtan, iftira ve açık
yalan demektir. Bunun aslı, asılsız şeyi atmak mânâsına gelen
kökündendir."[141]
Celâbîb, bütün bedeni
örten elbise anlamındaki kelimesinin çoğuludur. Zamanımızdaki çarşafa benzer.
Şair şöyle der:
Akbabalar dalgın bir şekilde oynayarak ona doğru,
üzerlerinde çarşarflar bulunan bakire kızların yürüyüşü gibi yürüyorlar.[142] Mürcifûn, yalan haber yayanlar. Bu, kelimesinin
çoğuludur. Mürcif, insanları korkutmak için yalan ve bâtıl haberler yayan, demektir.
Şair şöyle der:
Bize gelince, her ne
kadar onun öldürülmesinden dolayı bizi ayıplasanız ve azgın ve hasetciler İslam
hakkında yalanlar ortaya atsa da..."[143] Seni
musallat ederiz, Onu teşvik etti ve onu ona musallat etti" demektir.
Saîr, alevi şiddetli
ateş. [144]
a. Enes b.
Mâlik'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Zeyneb bint
Cahş (r.a.) ile evlendiğinde, onun için bir düğün ziyafeti verdi. İnsanları
davet etti. Yemekten sonra davetlilerden bir gurup Rasulullah (s.a)'m evinde
oturup.sohbet etmeye başladılar. Rasulullah (s.a.v.yın eşi de yüzünü duvara doğru
çevirmişti. Bu tutumlarıyla Rasulullah (s.a.v.)'ı üzdüler. Eneş diyor ki:
Davetlilerin çıkıp gittiğini, ben mi Rasulullah'a haber verdim, yoksa o mu
bana haber verdi bilmiyorum. Rasulullah (s.a.v.) gidip eve girdi. Ben de onunla
beraber, girmek üzere gittim. Fakat oT be-nimle kendisi arasına perdeyi gerdi
ve "Hicâb" âyeti indi. İnsanlara, gerekli nasihat yapıldı. Yüce Allah
şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler! size izin-verilmeden Peygamberin
evlerine girmeyin."[145]
b. İbn Abbas
şöyle der: Mü'minlerden bir gurup, Peygamber (s.a.v.)'in yemek zamanını
gözetlerdi. Yemek pişmeden önce eve girer, pişinceye kadar otururlardı. Sonra yemeği yerler, fakat evden çıkmazlardı. Bunun üzerine bu âyet indi.[146]
c. Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre
Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: Ya Rasûlallah! Eşlerinin yanma iyi ve kötü insanlar
giriyor. Onlara perde arkasında durmalarım emretsen. Bunun üzerine
"Hicâb" âyeti indi: "Peygamberin hanımlarından bir şey
istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin, hem onların kalpleri
için daha temiz bir davranıştır."[147]
d. Süddî'den
rivayet edildiğine göre, kadınlar geceleyin sokağa çıktıklarında fâsık
kimseler onlara eziyet veriyordu. Peçeli bir kadın gördüklerinde onu
bırakıyorlar, bu hürdür, diyorlardı. Kadını peçesiz gördüklerinde, bu câriyedir
diyorlar ve eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, şu mealdeki âyeti
indirdi "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına,
dış Örtülerini üzerlerine almalarını söyle"[148]
53. Ey müminler!
Peygamberin hanımlarının haklarına riayet etmek, ona eziyet etmemeye ve onu
üzmemeye dikkat etmek için, size izin verildiği haller hariç, hiçbir du rumda
Peygamberin evlerine girmeyin. Peygamberin
evleri" izafeti şereflendirme ve değer verme ifade eder. Âyet,
mü'minleri bu yüce ahlâka yönlendirmektedir. Ancak, kendiniz gidip yemeğin
pişmesini beklemeden, herhangi bir yemeğe çağrıldığınızda gidebilirsiniz. Ama
davet edildiğiniz ve size girme izni verildiğinde girin, Yemeği bitirdiğinizde
orada kalmayın, evlerinize dağılın. Sohbet etmek üzere, Peygamberin evine
girmeyin. Bu terkip, terkibi üzerine atfedilmiştir. Mânâ şöyledir: Ne yemeği
beklemek ve ne de birbirinizle sohbet etmek üzere Peygamberin evlerine
girmeyin. Ebu Hayyân şöyle der: Birbirleriyle sohbet etmek üzere uzun süre
oturmaları yasaklandı.[149] Bu
yaptığınız Peygamberi üzüyor. Canını sıkıyor ve ona ağır geliyor. Birçok işini
yerine getirmesine de engel oluyor. Sizi evinden çıkarmaktan utanıyor. Yüce
ahlâkı merhametli kalbi, ve sahip olduğu haya duygusu, size gitmenizi
emretmesini engelliyor. Allah ise, gerçeği açıklamaktan vazgeçmez. O'nun size
gerçeği açıklamasını ve beyan etmesini hiçbir şey engelleyemez. Kurtubî öyle
der: Bu bir ahlâk kâidesidir. Yüce Allah bununla, başkalarına sıkıntı verenleri
terbiye etmiştir. Sa'lebî'nin kitabında öyle yazılıdır: Başkalarına sıkıntı
verenlere şeriat'm tahammül etmemesi onlar hakkında sana yeter.[150] Onun temiz ellerinden herhangi bir
ihtiyacınızı istediğinizde, perde arkasından isteyin. Onlardan isteyeceğiniz
şeyi, perde arkasından istemeniz, hem sizin, hem de onların kalpleri için daha
temiz ve pâk bir davranıştır. Fitneyi ve sû-i zanni daha çok gidericidir.
Hayatında Peygamberinize eziyet vermeniz size yakışmaz ve yaraşmaz. Allah, onun
sayesinde size hidayet nasip etmiştir. Vefat ettikten sonra da, asla onun
eşleriyle evlenme hakkınız yoktur. Çünkü onlar sizin anneleriniz, kendisi de
babanız gibidir. Hal böyle olunca, hem kendisi hem de ailesi ile ilgili
hususlarda ona eziyet etmek size nasıl yakışır? Eziyet etmek ve ondan sonra
eşleriyle evlenmek, Allah katında büyük bir hâdise ve büyük bir günahtır.
Allah, bu günahınızı bağışlamaz. Ebussuûd şöyle der: Bu âyette Yüce Allah'ın,
Rasulünün (s.a.v.) şeref ve haysiyetini yücelttiği, sağ iken de öldükten sonra
da kendisine saygı gösterilmesinin gerektiği apaçık görülmektedir.[151] Yüce
Allah daha sonra şöyle buyurdu: [152]
54. Herhangi
bir şeyi açığa vursanız da, kalplerinizde gizleseniz de, şüphesiz Allah onu
bilir. Ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Beyzâvî şöyle der: "Âyetteki
genel ifade, maksat için bir delil olmakla birlikte, tehditin şiddetini de
vurgular."[153] Yüce Allah "Hicâb" âyetini
indirdikten sonra, mahremleri bu âyetin hükmünün dışında tutarak şöyle buyurdu: [154]
55. Peygamberin
eşlerine babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğullan,
kizkardeşlerinin oğulları, mü'min kadınlar ve ellerinin altında bulunan
cariyeleri gibi mahrem kimselerle perdesiz görüşmelerinde herhangi bir günah
yoktur. Kurtubî şöyle der: Hicâb âyeti inince, babalar ve oğullar Rasulullah
(s.a.v.)'a: "Biz de mi onlarla perde arkasından konuşacağız?"
dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Âyette geçen den maksat, mü'minlerin
kadınlarıdır.[155] İbn Abbas şöyle der: Çünkü yahudi ve
hristiyanlarm kadınları müslüman hanımlardan kocalarına bahsederler. Bu nedenle
gayr-i müslim kadınların, kâfir kocalarına anlatmaması için müslüman hanımın,
bedeninden herhangi bir yerini açması helâl değildir.[156] Ey kadınlar topluluğu! Allah'tan korkun. Gizli
ve açık hallerde O'ndan sakının. İşlerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O
azaların hareketlerini bildiği gibi, kalpten geçenleri de bilir. Râzî şöyle
der: Buradaki ifade, son derece güzeldir. Çünkü geçen âyette, belirtilen
mahremlerle yalnız kalmanın ve onların yanında açılmanın cevazına işaret vardır.
Dolayısıyle Yüce Allah, birbirleriyle yalnız kaldıkları zamanlarda da onları
gördüğünü bildirerek âyeti sona erdirdi. Allah katında, yalnız kalmak,
başkalanyle birlikte kalmak gibidir. Allah ikisini de bilir. Öyleyse, onlar
Allah'tan korkmalılar.[157] Bundan sonra Yüce Allah, o yüce peygamberin
değerini açıklayarak şöyle buyurdu: [158]
56. Muhakkak
Allah, Peygamberine merhamet eder, şanını yüceltir ve makamını yükseltir. Onun
itaatkâr melekleri de, Peygamber için dua eder ve bağışlanmasını dilerler. Allah'tan,
kulu ve elçisi olan Muhammed (s.a.v.)'i yüceltmesini ve en yüksek mertebeye erdirmesini
isterler. Kurtubî şöyle der: Allah'ın salâtı, O'nun rahmeti ve rızası demektir.
Meleklerin salâtı, dua ve istiğfar mânâsmdadır. Ümmetin salâtı ise, dua ve Onun
emrine saygı göstermek demektir.[159] Sâvî şöyle der: Bu âyette. Peygamber
(s.a.v.)'in üzerine rahmet inen bir kimse olduğuna ve mutlak olarak öncekilerin
ve sonrakilerin en üstünü olduğuna en büyük delil vardır. Çünkü, Allah'ın
Peygamberine salâtı, yüceliğini ifade ile birlikte rahmetidir. Peygamber'in
(s.a.v.) dışındakilere salâtı ise, mutlak rahmettir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Allah size salât edendir. Melekleri de salât eder"[160] İki salât arasındaki farka ve iki makam
arasındaki üstünlüğe bak. İşte bu sebeple, Hz. Muhammed (s.a.v.) rahmetlerin
kaynağı ve tecellilerin menbaı olmuştur.[161] siz de ey mü'minler! Peygambere çokça salât
ve selâm getiriniz. Onun, sizin üzerinizde çok hakkı vardır. Sizi sapıklıktan
hidayete ileten, karanlıklardan nura çıkaran odur. Öyleyse, onun şerefli ismi
ne zaman anılırsa, Allah'ım! Muhammed'e ve âline rahmet et. Ona çokça selâm
et" deyin. Kâ'b b. Ucre'den şöyle rivayet edilmiştir: Dedik ki, yâ
Rasulallah! Sana selâm vermeyi biliyoruz, sana salât nasıl olur? Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım! İbrahim'e salât ettiğin gibi,
Muhammed'e ve âline de saiât et..." deyin.[162] Sâvî şöyle der: Meleklerin ve mü'minlerin
Peygambere (s.a.v.) salât etmelerinin hikmeti, onları bununla
şereflendirmektir. Şöyle ki, onlar Peygambere (s.a.v.) salat ve onu yüceltme
hususunda Allah'a uymuşlardır. Aynı zamanda, onun insanlar üzerindeki bazı
haklarından dolayı bir mükâfattır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), insanlara
ulasan bütün nimetlerde en büyük vasıtadır. Bir kimseye herhangi bir şahıstan
bir nimet gelirse, o şahsı mükâfatlandırması onun üzerine bir haktır. Ancak
insanlar Rasulullah (s.a.v.)'a mükâfat vermekten âciz oldukları için, herşeyin
sahibi ve herşeye güç yetiren Allah'tan ona mükâfat vermesini istediler. İşte,
"Allah'ım! Muhammed'e salât et" sözünün sırrı budur.[163]
57. İnkâr
etmek, kendisine eş ve çocuk nisbet etmek ve yahudilerin, "Allah'ın eli
bağlıdır"[164] hristiyanların da "Mesih, Allah'ın
oğludur"[165] dedikleri gibi, O'na lâyık olmayan şeylerle
O'nu nitelemek suretiyle Allah'a eziyet edenler; peygamberliğini yalanlamak,
şeriatını kötülemek, daveti ile alay etmek suretiyle Peygambere (s.a.v.)
eziyet edenleri Allah lanetlemiştir. İbn Abbas şöyle der: Âyet, Rasulullah
(s.a.v.), Safiyye bint Huyey ile evlendiğinde onu kötüleyenler hakkında
inmiştir.[166] Allah, onları rahmetinde
kovmuş ve dünyada horluk ve hakirlik vermek, âhirette de cehennem azabında
edebî bırakmak suretiyle üzerlerine gazap ve öfkesini indirmiştir. Onlar için
şiddetli bir azap da hazırlamıştır. Bu azap, son derece küçültücü ve
alçaltıcıdır. [167]
58. Mü'min
erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şey ve işlemedikleri bir cinayet, hak
etmedikleri bir eziyet sebebiyle üzenler var ya, Onlar da, kendilerine iftira,
yalan, bâtıl ve apaçık günah yüklemişlerdir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah,
Kendisine (c.c.) ve Rasulüne (s.a.v.) yapılan eziyeti mutlak olarak1 ifade
etti. Mü'min erkek ve kadınlara yapılan eziyeti ise, "Yapmadıkları bir
şeyden dolayı" kaydıyla ifade etti. Bunun sebebi şudur: Allah ve Rasulüne yapılan eziyet,
kesinlikle haksız yere olur. Fakat mü'min
erkek ve kadınlara yapılan
eziyet, haklı da olabilir, haksız da.[168]
Yüce Allah eziyet
etmeyi haram kılınca, değerli Peygamberine (s.a.v.), bütün ümmetini, İslama ve
onun irşâd edici öğretilerine, özellikle önemli sosyal bir emir olup kadının,
fâşıkların eziyetine ma'ruz kalmaması için, onun şeref ve haysiyetini koruyan,
iffetini muhafaza eden, onu kötü bakışlar, çirkin sözler ve kötü niyetlerden
koruyan hicâb emrine uymaya çağırmasını emretti. [169]
59. Ey Muhammed!
Mü'minlerin anneleri sayılan senin temiz eşlerine, faziletli kızlarına ve mü'minlerin
kadınlarına söyle: Güzelliklerini ve süslerini örten, kötü dillerden onları
koruyan ve Cahiliyye kadınlarının sıfatlarından ayıran geniş elbiselerini
giysinler. Taberî, İbn Abbas'm bu âyetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet
eder: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, herhangi bir ihtiyaç için evden
çıktıklarında, "cübâb"larla başlarının üstünden yüzlerini Örtmelerini
ve bir tek gözü açık bırakmalarını emretti.[170] İbn Kesîr, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: Ubeyde es-Selmâni'ye, Yüce Allah'ın, "Cilbâb"larını
üzerlerine örtsünler" âyetini sordum. Ubeyde başını ve yüzünü örttü ve sol
gözünü açık bıraktı.[171] Bu örtünme, onların iffetli, örtülü ve kendini
koruyan kimseler olarak tanınmasına daha elverişlidir. Böylece kötü ve ahlâksız
kimseler onlar hakkında ümide kapılmazlar. Bir görüşe göre de, onların hür
oldukları daha iyi bilinir ve cariyelerden daha iyi ayrılırlar, Yüce Allah,
onların Önceki kusurlarını bağışlayıcı, kullarına merhamet edicidir. Zira o,
kulların bu cüz'î işlerini ve yararlarım gözetmektedir. Bundan sonra Yüce
Allah, eziyet veren her cins insanı çeşitli azaplarla tehdit ederek şöyle
buyurdu: [172]
60. İman
ettiklerini söyleyip, kalplerinde inkârı gizleyen o münafıklar nifaklarını,
kalplerinde kötülük hastalığı bulunan zina edenler de kötülüklerini
bırakmazlarsa, Fikirleri karıştırmak, safları bozmak ve kötü haber yaymak
maksadıyle Medine'de yalan ve asılsız haberler yayanlar bu işi bırakmazlarsa, Ey
Muhammed! Mutlaka seni onlara musallat edeceğiz. Sonra onlar Medine'den
çıkarlar ve çıkmak için hazırlanacakları az bir süre hariç bir daha senin yanma
dönemezler. Râzî şöyle der: Yüce Allah, Rasûlünün gücünü göstermek için,
düşmanlarını onun eliyle Medine'den çıkarıp sürgün edeceğini va'detti.[173]
61. Onlar,
Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmışlardır. Nerede bulunurlar ve nerede ele
gecirilirlersc, şiddet ve zorla yakalanıp, Allah'ı inkâr ettiklerinden dolayı
öldürülürler. [174]
62. Bu, daha
önce gelip geçmiş olan münafıklar hakkında uygulana gelen, Allah'ın kanunu ve
âdetidir. Kurtubî der ki: Yüce Allah,
peygamberler hakkında yalan haber yayan
v açıkça münafıklık yapan kimsenin yakalanıp öldürülmesini emretmiştir.[175] Allah'ın
kânunu asla değişmez. Çünkü o, sağlam bir temel üzerine kurulmuştur. Savı şöyle
der: Bu âyet, Peygamberi (s.a.-v.) teselli etmektedir. Yani, ey Muhammed!
Münafıkların varlığına üzülme. Çünkü bu, Allah'ın ezelî
bir kanunudur. Onların
bulunmadığı hiçbir zaman olmamıştır.[176] Bundan sonra Yüce Allah kıyameti ve ondaki
korkunç halleri anlatarak şöyle buyurdu: [177]
63. Ey
Muhammed! müşrikler, Alay ve eğlence yollu, sana kıyametin ne zaman kopacağını
soruyorlar, Onlara de ki: Ben onun zamanını bilmiyorum. Onu, ancak gaybları çok
iyi bilen Allah bilir. Allah, bir hikmete binaen onun vaktini gizlemiş, onu, ne
derecesi yüksek yakın bir meleğe, ne de gönderilmiş bir peygambere bildirmiştir.
Kıyametin yakın bir zamanda kopacağını sen nerden bileceksin? Ebussuûd şöyle
der: Burada acelecileri tehdit ve yanlışını bulmak için soru soranları
susturmak vardır. Zamir yerinde açık ismin kullanılması, meseleyi daha açık
ifade etmek ve korkunçluğunu göstermek içindir.[178]
64. Şüphesiz
Allah inkarcıları kovup rahmetinden uyaklaştırmıştır. Ve onlar için alevli
şiddetli ateş hazırlamıştır.[179]
65. Onlar
cehennemde ebedî olarak kalıcıdırlar, Onları cehennemden çıkarıp Allah'ın
azabından kurtaracak bir
yardımcı ve dost
bulamazlar. [180]
66. Yüzleri,
ateşte kızartılan et gibi, bir yönden diğer yöne çevrildiği gün, Kaçırmış oldukları fırsatların hasretini
çekerek şöyle derler: Keşke Allah'a ve Rasûlüne itaat etseydik de bu horlayıcı
azabı çekmeseydik. [181]
67. Derler
ki: Ey Rabbimiz! Biz, aramızdaki önderlere ve ileri gelenlere uyduk. Onlar da
bizi hidayet ve iman yolundan saptırdılar. [182]
68. Ey
Rabbimiz! Onlara bizim azabımızın iki katını çektir. Çünkü onlar, bizim yoldan
çıkmamıza sebep oldular.
Onları, lanetin en
büyüğü ve en şiddetlisi ile lanetle.
Bundan sonra Yüce
Allah, yahudilerin, peygamberlerine eziyet verdikleri gibi, mü'minleri
Rasulullah'a eziyet vermekten sakındırarak şöyle buyurdu. [183]
69. Ey
İnananlar! İsrailoğulları gibi olmayın. Onlar, peygamberleri Musa'ya eziyet
ettiler. Aşırı derecede utangaç olduğu ve vücudunu iyice örttüğü için Musa'yı
de-belik veya alaca hastalığı ile itham ederek üzmüşlerdi. Yüce Allah da onun
bu gibi hastalıklardan uzak olduğunu ortaya koydu ve kendisini itham ettikleri
hususta yahudileri yalancı çıkardı. Buhârî, Ebu Hureyre (r.a)'dan, Rasu-lullah
(s.a.v.)'ın şöyle dediğini rivayet eder: Musa (a.s.) çok utangaç, vücudunu çok
örten bir adam idi. Haya duygusandan dolayı iyice Örtündüğü için teninden
hiçbir şey görünmezdi. Tsrailoğullarından bazıları ona eziyet etti. Dediler ki:
O, sadece tenindeki bir kusurdan dolayı bu şekilde örtünüyor. Onda ya alaca
hastalığı, veya debelik ya da bir âfet var. Yüce Allah, Hz. Musa'yı (a.s.),
onların dedikodusundan kurtarmak istedi. Musa (a.s.), bir gün tek başına kaldı.
Elbisesini çıkarıp taşın üzerine
koyarak
yıkandı. Yıkanmayı bitirince
elbisesini almak için
yöneldi. Taş, elbisesini
kaçırıyordu. Musa (a.s.) asasını alarak taşın peşine düştü. "Ey taş,
elbisem! Ey taş, elbisem" demeye başladı. Neticede, İsrailoğullarından bir
grubun yanından geçti. Onu çıplak
olarak, Allah'ın en
güzel yaratığı halinde gördüler.
Allah, yahudilerin dedikodusundan onu böylece aklamıştı..."[184] Hz. Musa, Allah katında yüksek bir dereceye,
makama ve şerefe sahipti. İbn Kesîr şöyle der: Rabbi katında onun şeref ve
itibarı vardı. Ne istediyse Allah ona verdi.[185]
70. Ey iman
edenler! Bütün söz ve fiillerinizde Allah'ın gözetiminde olduğunuzu bilin.
O'nun razı olacağı doğru söz söyleyin. Taberî şöyle der: Yani, haksız değil,
âdil bâtıl değil hak söz söyleyin.[186]
71. Böyle
yaparsanız, Allah sizi iyi amel işlemeye muvaffak kılar ve yaptığınız bu iyi
amelleri kabul eder. İbn Abbas şöyle der: Güzel amellerinizi kabul eder, Günahlarınızı siler. Kim Allah'a ve Rasûlüne
itaat ederse, istediği gayeye ulaşır.
Yüce Allah, kullarına güzel ahlâkı
gösterdikten sonra, insanlığı mükellef kıldığı şer'î tekliflerin
yüceliğine dikkat çekerek şöyle buyurdu: [187]
72. Biz,
farzları ve şer'î teklifleri göklere, yere ve oturmuş dağlara arzettik. Fakat
onlar bu emaneti yüklenmeyi kabul etmediler, ağırlığından ve şiddetinden
korktular. Bundan maksat, emanetin büyüklüğünü ve yükün ağırlığını tasvir
etmektir. Ebussuûd şöyle der: Yani, bu emanetin sânı o kadar yücedir ki, kuvvet
ve sağlamlıkta darb-ı mesel olan o büyük cisimler, emaneti gözetecek şuur ve
idrake sahip olsalar ve bununla mükellef kılmsalardı, kabul etmezler ve bundan
kaçınırlardı.[188] İbn Cüzeyy şöyle der:
Emanet; itaatlere sarılmak ve masiyetleri terketmek gibi, şer'î tekliflerdir.
Bir görüşe göre, mâlî emanettir. Sahih olan, tekliflerin umumî olmasıdır.
Emanetlerin arzedilmesi, iki türlü tefsir edilebilir: Biri, Allah bu varlıklar
için anlayış melekesi yaratmış ve emanetler hakîkî mânâda onlara verilmiş,
fakat onlar bundan korkmuş ve onu yüklenmekten kaçınmışlardır. Diğeri ise,
bundan maksat, emanetin şanını yüceltmek ve onun ağır bir sorumluluk olduğunu
vurgulamaktır. Şöyle ki, eğer bu emanet göklere, yere ve dağlara yüklenseydi,
bunlar mutlaka onu yüklenmeyi kabul etmez ve ondan korkarlardı. Bu, bir nevi
mecazdır. Bu, senin şu sözüne benzer: Büyük yükü hayvana yükledim. Fakat o,
taşımayı kabul etmedi. Bundan maksat, hayvan onu taşıyamadı" demektir.[189] İnsan o emaneti yüklendi. Şüphesiz o nefsine
çok zulnıedici, işlerin sonucu hususunda da çok câhildir. Ibnu'l-Cevzî şöyle
der: Yüce Allah, kabul etmediler' sözüyle, onların muhalefet ettiklerini
kastetmedi. Onlar sadece korktukları için kabul etmediler. Çünkü emaneti arz,
zarurî değil, ihtiyarî idi.[190]
73. Bunun
sonucu olarak Allah, münafık erkek ve kadınlar ile Allah'a ortak koşan erkek ve
kadınlara azap edecektir. İbn Kesîr der ki: Allah emaneti yani teklifleri
Âdemoğullanna yükledi ki, sonunda, İman ettiklerini açıklayıp inkâr ettiklerini
gizleyen münafıklar ile, açıktan ve gizlice İnkâr eden müşrikleri
cezalandırsın. Allah iman edenlere merhamet etsin, tevbelerini kabul edip
günahlarını bağışlasın ve kendilerinden razı olsun. Allah'ın, mü'minler için
mağfireti geniştir. Şöyle ki, geçmiş günahlarını affetmiştir. Onlara karşı
merhametli olup çeşitli ikramlarla lütufta bulunmuş ve sevap vermiştir. [191]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. Peygamber'in
evlerine girmeyin cümlesindeki izafet evlerin şereflendirilmesi içindir. Çünkü
evler Peygambere (s.a.v.) nisbet edilince şeref kazanmıştır.
2.
"girin" ile "dağılın" "açığa çıkarırsanız" ile
veya gizlerseniz" ve lya
bulundular" ile yakalandılar" arasında tıbâk vardır.
3. "Sizden
utanır" ile Allah hakkı açıklamaktan
haya etmez" arasında tıbâk-ı selb vardır.
4. "Eğer
münafıklar son vermezlerse..." den sonra "yalan haber
yayanlar"in söylenmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesidir. Çünkü yalan
haber yayanlar münafıkların kendileridir. Yüce Allah, yaptıklarının çok çirkin
olduğunu vurgulamak ve adiliklerini göstermek için, önce genel, sonra özel
olarak zikretti.
5.
"Mübalağa ifade etmek için ve kalıpları kullanılmıştır. Mesela: insan oğlu
çok zalim ve çok câhildir." "Allah, herşeyi bilendir" "Allah, herşeyi görendir."...
6. Te'kîd
için (vurgulamak fiille birlikte mastarı getirilmiştir. Mesela: "şiddetle
öldürüldüler", "ona tam bir selâm verin" gibi.
7. "Eyvah
bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik, derler"
âyetinde, temennî yoluyla, üzüntü ve hasret ifadesi vardır.
8.
"Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın" cümlesinde mürsel mücmel teşbih
vardır.
9. "Emaneti,
göklere, yere ve dağlara teklif ettik" cümlesinde istiâre-i temsîliyye
vardır. Yüce Allah, büyüklüğü, şanının yüceliği ve önemi hususunda emânetin,
ağır şeylerden olduğunu temsili olarak anlattı. Şöyle ki, bu emânet eğer
göklere, yere ve dağlara verilseydi, onlar, en kuvvetli ve muhkem varlıklar
olmalarına rağmen almaktan kaçınır ve korkarlardı. İşte bu ifâde, emaneti
yüklenmenin dikkat ve itina isteyen bir konu olduğunu, neticesinden korkulması
gerektiğini vurgulayan parlak bir misaldir.
10. "Sonunda
Allah, münafık erkek ve kadınları cezalandırsın" cümlesi ile Allah,
mü'min erkek ve kadınların tevbesini kabul etsin" cümlesi arasında latîf
mukabele vardır. Sûrenin bu âyetle sona erdirilmesi, edebiyatçıların "Reddu'1-acez
ale's-sadr" dedikleri edebî sanatlardandır. Çünkü sûrenin başlangıcı münafıkları
yerme hakkında idi. Sonu da, münafıkların sonunun kötülüğünü açıklamaktadır.
Dolayısıyle başlangıçla son arasındaki uygunluk münasebetiyle söz güzel
olmuştur.
1l."Allah
ve melekleri Peygambere salât ederler" cümlesinde Peygambere (s.a.v.) övgü
vardır. Cümlenin bu kalıpta gelmesinde, beyan ilmi bakımından birkaç edebî
incelik vardır:
a. Önemine binâen, haber cümlesi edatıyla te'kîd
edilmiştir.
b. Süreklilik ifade etmesi için, isim cümlesi
ile söylenmiştir.
c. Cümle,
başlangıçta ile, İsim cümlesi olarak başlamış, sonunda ile fiil cümlesi olarak
bitmiştir. Bu durum,Yüce Allah'ın, Rasûlünü övnıcsinip /.aman /aman yenilenerek
devam ettiğine işaret eder. Bu ince sırrı bir düşünün.
12. "gibi,
âyet sonlarının birbirine uygunluğu vardır. Çünkü bu dutum kulağa hoş
gelmektedir. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [192]
"Ey Peygamber!
Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına şöyle..." mealindeki âyet
güzel bir nükteye işaret eder. Bu nükte de şudur: Davet ancak, davetçi o
davete kendinden ve aile fertlerinden başlarsa meyve verir, İşte şer'î
örtünmeye, peygamberin eşleri ve kızları ile başlanmasının sim budur. [193]
1. İbn
Kesir, şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, herhangi bir ihtiyaç
İçin evlerinden çıktıklarında, başlarının üstünden cilbâblarla yüzlerini
örtmelerini emretti.
2. İbnu'l-Cevzî, "Cilbâblarım üstlerine alsınlar"
mealindeki âyetin tefsirinde şöyle der: Hür oldukları anlaşılsın diye başlarını
ve yüzlerini örtsünler.
3. Ebussuûd
şöyle der: Ayetin mânâsı şöyledir: Herhangi bir sebeple dışarı çıkmak istediklerinde,
cilbâblarla yüzlerini ve bedenlerini örtsünler.
4. Taberî
şöyle der: İhtiyaçları için dışarı
çıktıklarında, kendilerine herhangi bir fâşığın kötülük etmemesi için,
saçlarını ve yüzlerini açıp giyimlerinde cariyelere benzemesinler.
5. Ebu Hayyân
şöyle der: sözünden maksat,
"yüzlerinin üzerine"dir. Çünkü, Câhiliyye döneminde onların açık olan
yeri yüzleriydi.
6. Cessâs
şöyle der: Ayet, genç kadına, kalbinde eğrilik bulunanlani kendisinden herhangi
bir ümide kapılmamalan için, yabancılara karş yüzünü örtmesinin
emredildiğini gösterir, İşte bunlar, kadının, yüzünü örtmesinin gerekli
olduğuna dair, tefsi imamlarının görüşlerinden bir özettir.
Allah hakkı söyler ve
doğruya iletir.[194]
Yüce Allah'ın
yardımıyle "Ahzab sûresi"nin tefsiri bitti. [195]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/55.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/56.
[3] Cevheri, Sıhâh, J3c maddesi.
[4] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/61.
[5] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mcsîr, 6/349
[6] ÂlÛsî, Ruhu'l-meânî, 21/151
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/61.
[7] Ebussuûd, 4/201
[8]Kurtubî, 14/115; Zâdu'l-mesîr, 6/347
[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/62.
[10] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/62.
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/62.
[12] Kurtubî, 14/116
[13] Zâdu'l-mesîr, 6/350
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/62-63.
[15] Tefsmı âyâti'l-ahkâm adlı kitabımızdan (2/254) naklen.
[16] Taberî, 21/76
[17] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/81
[18] Buharı-Tefsir, 33/2
[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/63.
[20] Ebussuûd, 4/203
[21] İbmı'l-Cevzî, Zâdu'l mesîr, 6/354
[22] Kurtubî, 14/162
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/63-64.
[23] Beyzâvî, 2/114
[24] Muhtasara İbn Kesir, 3/S3
[25] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/64.
[26] Sâvî Haşiyesi, 3/269
[27] Mâıde sûresi, 5/116
[28] Kurtubî, 14/128
[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/64-65.
[30] Ebussuûd, 4/304
[31] Sâvî Haşiyesi, 3/271
[32] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/65.
[33] Keşşaf, 3/426
[34] Kurtubî şöyle der: Bu tefsir, İkrime'den
nakledilmiştir. Daha açik olan şudur: Yüc
Allah, kalbin sıkışmasını ve çarpmalarını kastetmiştir. Kalp,
çarpıntının şiddetinden dolayı, sanki hancereye ulaşmıştır. (Kurtubî, 14/145)
[35] Kurtubî, 14/145
[36] el-Bahr, 7/217
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/60-66.
[38] Kurtubî, 14/146
[39] Teshil, 3/134
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/66.
[40] Savî Haşiyesi, 3/272
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/66.
[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/66-67.
[42] Bu, Katâde, ve İbn Zeyd'in görüşüdür. îbn Cerîr'in
tercihi de budur. Kurtubî İse şöyle di Süddî, Hasan Basrî ve Ferrâ dediler kî:
Âyetin mânâsı şudur: Onlar, inkâr ettikten sonra M dİne'deçok az-bir zaman
kalırlar ve yok olurlardı. Birinci görüş, tefsircilerin çoğunluğum görüşüdür.
Onların bu tutumu, niyetlerinin zayıflığı ve nifaklarının aşırılığından dolayıd
İçlerine düşman girse, hemen inkârlarını açığa vururlar. Kurtubî, 14/150
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/67
[44] Kurtubî, 14/150
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/67
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/67.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/67-68.
[47] Sâvî Haşiyesi, 3/273
[48] cl-Bahr, 7/220
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/68.
[49] Kurtubî, 14/153
[50] Zâdu'l-mesîr, 6/366; Kurtubî, 14/154
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/68.
[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/69.
[53] Biz burada edebî sanatların hepsini değil de, misal
yoluyla özet olarak anlattık ki, okuyucu, bazı parlak ifadelerin tadını tatsın.
Yoksa, Allah'ın kelâmı mucizedir. Bu kelâmda öyle edebî sanatlar ve ifade
sırlan vardır ki insan onun zevkini alır, dil ise onu anlatamaz.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/69-70.
[54] Nuh sûresi. 11/48
[55] Sâffât sûresi. 37/104,105
[56] A'raf sûresi, 7/144
[57] Enfâl sûresi, 8/64
[58] Mâide sûresi, 5/67
[59] Nûr sûresi, 24/63
[60] Hucurât sûresi, 49/3 Bkz. Ebu Hayyân, el-Bahr, 7/210,
Kâdî İyâz, eş-Şifa, Bunların her ikisi de konuyu gayet güzel anlatmışlardır.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/70-71.
[61] Nisa sûresi, 4/136
[62] Fatiha sûresi, 1/6
[63] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/71.
[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/75.
[65] Kurtubî, 14/158
[66] Keşşaf, 3/421
[67] Kurtııbî, 14/161. Öküzü, düşmanlarına karşı koruduğu
için, "koruyanlar" mânâsına, boynuzlara denilmiştir. Kadınlar da
boynuzları dokumacılıkta mekik olarak kullanırlardı. (Mütercimler).
[68] el-Misbâhu'1-münîr, 2/226
[69] el-Mu'cemu'1-vasît, i/427.
[70] el-Misbâbu'1-münîr, 1,48
[71] Kurtubî, 14/178
[72] Keşşaf, 3/425
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/75-76.
[73] Taberî, 20/85; Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 237; Buhârî,
Tefsir, 33/3; Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/193
[74] Ahmed b, Hanbel, Müsned 3/328; Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/92
[75] İbn Cüzeyy, Teshil, 3/136. Geni bilgi için bkz, İbnu'l
Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 6/373
[76] el-Bahr, 7/225
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/80.
[77] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/80.
[78] el-Bahr, 7/227
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/80-81.
[79] Îbnu'l-Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 6/378
[80] Zemahşerî, Keşşaf, 3/424
[81] Sâvî Haşiyesi, 3/276
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/81.
[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/81.
[83] Kurtubî 14/177
[84] İbnu'i-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 6/378
[85] Ben derim ki: Kuran kadına, kötüler ve fâsıklann,
kendisinden herhangi bir ümide kapılmaması için, yabancı (nâmahrem) erkeklerle
yumuşak konuşmayı yasaklıyorsa, pis gece konserlerinde erkek ve kadın
şarkıcıların beraber söylediği, radyoların naklen yayınladığı, tamamen
gevşeklik ve çözülmeden ibaret olup İç güdüleri ve nefsanî arzuları gıdıklayan
lâubâlî şarkıları söyleyenler hakkındaki tulumu ne olur? Bütün bunlardan sonra,
ilim adamı olduklarını iddia eden bazı kimselerden, kadın sesinin nâmahrem
olmadığını delil getirerek bunu övdüklerini işitiyoruz. Allah'ım! Gençlerin
yoldan çıktığı, kadınların azdığı, kötünün İyi, iyinin de kötü kabul edildiği
bu zamanın şerrinden sana sığınırız. Güç ve kuvvet Allah'tandır.
[86] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/81-82.
[87] Muhtasar-i tbn Kesîr, 3/94
[88] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/82-83.
[89] Zemahşeri, Keşşaf, 3/425
[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/83.
[91] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/83.
[92] Bkz. Beyzâvî, 2/116; Keşşaf, 3/421
[93] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/83-84.
[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/88.
[95] Ebu Hayyân, el-Bahr, 7/233
[96] Age, 7/209
[97] Kurtubî, 14/214
[98] Yusuf sûresi. 12/69
[99] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/88-89.
[100] Kurtubî 14/187
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/89.
[101] Sâvî Haşiyesi, 3/278
[102] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/97
[103] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/89-90.
[104] Zeyd kıssası hakkında bilgi için, bkz. Rcvâiu'l-beyân
adlı kitabımız, 2/334.
[105] Bazı İslâm düşmanları Rasulullah (s.a.)a dil uzatmak
ve yüce makamına kusur atmak için, bazı tefsir kitaplarında bulunan, ele
alınacak ve tutulacak bir tarafı olmayan son derece zayıf rivayetlere sarılırlar.
Müsteşriklerin mal bulmuş mağribî gibi kapıp aldıkları, fırtınalar koparıp
fitne çıkardıkları rivayetlerden biri de şudur: Rasulullah (s.a), Zeyneb'i,
Zeyd b. Harise İle evli iken gördü. Hoşuna gitti ve sevgisi kalbine düştü.
Bunun üzerine:' "Kalpleri döndüren Allah, noksan sıfatlardan
münezzehtir" dedi. Zeyneb bu sözü işitti, sonra Zeyd'e haber verdi. Bunun
üzerine Zeyd, Zeyneb'i boşamak istedi. Fakat Rasulullah (s.a) ona: "Eşini
yanında tut" dedi. Neticede, Kur'an inerek, bu olayı gizlediğinden dolayı
onu azarladı...". Bunlar, içinde hiçbir doğru şey bulunmayan bâtıl
rivayetlerdir. Nitekim büyük âlim Ebubekir b. el-Arabî de böyle demiştir. Bu
iftiranın reddi hususunda âyet açıktır. Çünkü Yüce Allah, peygamberin gizlemiş olduğu
şeyi açığa çıkaracağını haber vermiştir: "Allah'ın açığa çıkaracağını içinde gizliyorsun".
Allah, neyi ortaya çıkarmıştır? Allah, Peygamberin Zey-neb'e karşı sevgisini ve
aşkını mı ortaya çıkardı, yoksa ortaya çıkardığı şey, büyük bir hikmete
binaen, Peygamberin (s.a.v.) Zeyneb'le evlenmesini emretmesi mi dir? Bundaki
hikmet, Câhiliyye döneminde yaygın olan, "Evlat edinme" hükmünü
kaldırmaktır. Bunun içindir ki Yüce Allah, olayı açık ve seçik bir şekilde
ifade ederek şöyle buyurdu: "Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu
sana nikahladık ki, evlatlıkları,,,kanları ile ilişkilerini kestiklerinde, (o
kadınlarla evlenmek isterlerse) mü'minlere bir zorluk
olmasın." Ey
insanlar! Aklınızı başınıza alın ve düşünün. Saptırmaksızın ve yanlışlarla
karıştırmaksızın hak için anlamaya çalışın. Ne söylediğinizin şuurunda olmaya
gayret edin. Bir kimsenin, komşusunun eşini sevdiğini açıklamamasından dolayı
kınanması akıl işi değildir. O mübarek, tertemiz Peygamber (s.a.v.), başka bir
erkeğin nikahında bulunan bir kadına aşık olmaktan ve bu aşkı, Kur'an İnip de
bundan dolayı kendisini kmayıncaya kadar gizlemekten uzaktır. Çünkü böyle bir
şey, mahlûkâtın en şereflisi olan Peygamberden de öte, herhangi bîr erkek için
dahi uygun değildir. el-Bahru'1-muhit'te Ali b. el-Hüseyn'den nakledildiği
gibi, olaydan maksat şudur: Yüce Allah (c.c), Peygamberine (s.a.v.), Zeyd,
Zeyneb'le evlenmeden önce, Zeyneb'in, hanımlarından biri olacağım bildirmişti.
Zeyd gelip de Zeyneb'i Rasulullalı'a şikâyet ettiğinde ona: "Allah'tan
kork ve eşini nikahında tut" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onu kınadı ve
: Ben seni Zeyneb'le evlendireceğimi sana bildirdim. Sen ise, Allah'ın açığa
çıkaracağını içinde gizliyorsun" buyurdu. Bu iftiranın reddi için bkz.
en-Nübuvve ve'1-enbiyâ adlı kitabımız, s-99.
[106] Buhârî, Tevhîd, 9/152.
[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/90-92.
[108] Kürmbî, 14/195
[109] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/92.
[110] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/92.
[111] Tirmizî, Tefsir, 3207.
[112] Keşşaf, 3/430
[113] Zâdu'l-mesîr, 6/393
[114] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/92-93.
[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/93.
[116] Sâvİ Haşiyesi, 3/281
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[117] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/101
[118] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/93.
[119] YâsînSarcsi, 36/58
[120] Muhtasar-ı Tbn Kesîr 3/102
[121] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/93.
[122] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/93.
[123] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/103
[124] Keşşaf, 3/432
[125] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/94.
[126] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/94.
[127] Sâvî Haşiyesi, 3/282
[128] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/94.
[129] Keşşaf, 3/433
[130] el-Bahru'1-muhît, 7/240
[131] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/94-95.
[132] Bu, tefsircilerin İki görüşünden biridir. Diğeri ise,
bundan maksat bütün kadınlardır. Allah (c.c), Peygamberine (s.a.v.), mehrîni
vereceği her kadınla evlenmeyi mubah kılmıştır. Bu görüş öncekinden daha
geniştir. Kurtubî Hz. Aişe'nin (r.a.) hadisini delil getirerek bunu tercih
etmiştir. Hadis şudur: "Rasululİah (s.a.v.) ölmeden, Allah ona bütün
kadınları helal kıldı. Kurtubî 14/207
[133] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/95-96.
[134] Bu, İbn Abbas'm görüşüdür. Mucâhid ve Dahhâk ise şöyle
der: Dilediğini nöbete tabi tutarsın, dilediğini de ertelersin. Dilediğinin
yanında az kalırsın, dilediğinin yanında çok. Bu hususta sana herhangi bir
vebal yoktur. el-Bahr'da da böyledir. Bkz. el-Bahr, 7/247
[135] Buharı, Tefsir, 33/6
[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/96.
[137] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/96-97.
[138] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/97.
[139] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/102.
[140] Lisânu'l-arab, maddesi.
[141] el-Misbâhu'î-munîr, 1/71
[142] İbn Manzur, Lisânu'l-A'rab, u*. maddesi.
[143] Kurtubî, 14/246
[144] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/102.
[145] Kurtubî, 14/224. Olayın tamamı için bkz. Buhârî ve
Müslim. Buhârî, Tefsir, 33/8 Müslim, Nikâh, 4. Bu olayda Rasulullah (s.a.v.)'ın
apaçık bir mucizesi vardır,
[146] İbn Cüzeyy, Teshil, 3/142 İbn Cüzeyy şöyle der:
Enes'ten nakledilen ilk görüş dalı meşhurdur. İbn Abbas'in görüşü ise,
âyetteki, kendilerine izin verilinceye kadar içeri girrney yasaklayan bölüm
hakkındadır.
[147] Buhârî, Tefsir 33/8
[148] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 6/422
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/103.
[149] el-Baht\ 7/247
[150] Kurtubî, 14/224
[151] Ebussuûd, 4/218
[152] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/103-104.
[153] Beyzâvî, 2/120
[154] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/104-105.
[155] Kurtubî, 14/231
[156] Savı Haşiyesi, 3/287
[157] Tefsir-i kebir, 25/227
[158] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/105.
[159] Kurtubî, 14/232
[160] Ahzâb sûresi, 33/43
[161] Sâvî Haşiyesi, 3/287
[162] Buhârî, Tefsir, 33/10
[163] Sâvî Haşiyesi, 3/287
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/105-106.
[164] Mâİde sûresi, 5/64
[165] Tevbe sûresi, 9/30
[166] Zâdu'l-mesîr, 6/420
[167] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/106.
[168] Kurtubî, 14/238
[169] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/107.
[170] Yüzün örtülmesinin şart oluşu hususunda İbn Abbas'tan
rivayet edilen bu nas açıktır. Tbn Kesîr'in Muhammed b. Sîrîn'den naklettiği
rivayet ve bunların dışında, kadının yüzünü örtmesinin şart olduğunu açıklayan
Sahih rivayetler de böyledir. Selef-i Sâlihîn ve büyük tefsir âlimlerinin
imamlarının görüşleri nerde, yabancıların karşısında, kadının, yüzünü açmasını
mubah gören bu asır ve zamanda, âlim olduğunu iddia edenlerin görüşleri nerde!
Bu hususta, müfessirlerin görüşleri için bkz, Revâiu'l-beyân adlı kitabımız,
2/382
[171] İbn Kesîr, 3/114
[172] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/107.
[173] Tefsir-i kebîr, 25/23 )
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[174] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/108.
[175] Kurtubî, 14/247
[176] Sâvî Haşiyesi, 3/288
[177] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/108.
[178] Ebussuûd, 4/220
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[179] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/108.
[180] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/109.
[181] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/109.
[182] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/109.
[183] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/109.
[184] Buhârî, Tefsir, 33/11, Enbiyâ sûresi, 28.
[185] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/116
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[186] Taberî, 22/32
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/110.
[187] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/110.
[188] Ebussuûd, 4/221 .
[189] Teshîl, 3/145
[190] Zâdu'l-mesîr, 6/428
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/110.
[191] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/111.
[192] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/111-112.
[193] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/112.
[194] Şer'î tesettürün şartlan, nasıl Örtünüleccği ve bunun
emredilmesindeki hikmetle İİ bilgi için, bkz, "Revâiu'l-beyân fî tefsiri
ayâti'l-ahkâm m ine'1-Kur'an" adlı kitabımız 2/387
[195] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/113.