AHZAB SÛRESİ
Bu
sûre-i celîle Kur'ân-ı Kerîm'in 33. süresidir. Medine'de nazil olmuştur ve
yetmiş üç âyettir. Hendek muharebesinde birçok düşman birlikleri gelip
müslümanlara karşı cephe aldıkları için, o muharebeye «Ahzab» adı verilmiştir.
Bu sürede o muharebeye ait birçok âyet bulunduğu için *Ahzab sûresi» adını
almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır:
—
Islâmiyete karşı düşmanların nasıl çalıştıkları ve sonunda nasıl hüsrana
uğradıkları.
—
Aralarında d'n kardeşliği bulunan mü'minlerin Hakk'a nasıl tevekkül ettikleri
ve temiz kalble yakın akrabalığa nasıl riayet ettikleri.
—
Reaûl-i Ekrsm'in mü'minlere kendi nefislerinden daha evlâ ve mübarek
zevcelerinin mü'minlerin mânevi annesi olduğu.
—
Allahü Teâlâ'mn sevgili Peygamberinden almış olduğu ahdü mîsak.
—
Ahzab muharebesinia başlangıcında müslümanların büyük bir ordu karşısındaki
tereddütleri ve neticede galip gelmelsri.
—
Hendek muharebesinde mü'minlerin ne büyük bir imana sahip olup mükâfata nail
oldukları, kâfirlerin ise ne elim bir hezimete uğradıkları ve cezaya müstehak
olacakları.
—
Resûl-i Ekrem'in zevcelerinin ne gibi şerefi, vasfı ve ahlâkı haiz oldukları.
—
islâm ilfi müşerref olan erkek ve kadınların Allah katında ne büyük mükâfata
nail olacakları.
—
Resul-i Ekrem'in Hatemü'l-Enbiyâ olduğu.
10
— Müslümanların nasıl bir zikir, teşbih ve tehlil İle mükellef bulundukları.
İl
— Peygamberimiz (s.a.v.)'in ne gibi yüksek vasfı haiz olduğu ve müslumanlara
neleri müjdelediği.
—
Hanımlarını boşamış olan müslümanlarm nasıl hareket edecekleri.
—
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.)'e Allahü Teâlâ'nın,
meleklerin ve mü'minlerin salât ü selâm getirmeleri.
—
Mü'minlerin, Peygamber'in evine nasıl girecekleri ve kimlerin evlerine girmede
bir mesuliyetin bulunmadığı.
—
Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ve mü'minîere zulmedenlerin na büyük bir azaba müstehak
olacakları.
—
Peygamber (s.a.v.)'in muhterem zevcelerinin ve mü'minlerin hanımlarının
tesettüre nasıl riayet edecekleri.
—
Kalbleri nifak içinde olanların ne gibi bir cezaya müstehak olacakları.
—
Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başkasının bilemeyeceği ve o gün
kâfirlerin ne elîm bir azaba uğrayacakları.
—
Allah'ın emir ve yasaklarına riâyet eden mü'minlerin ne büyük bir mükâfata nail
olacakları.
—
Göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği bir emâneti insanların kabul ettiği.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlssinde şöyle buyuruyor:
«Ey
peygamber, Allah'tan kork. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz ki
Allan hakkıyle bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ebû Süfyân, tkrime bin Ebûcehl ve
Ebûlâveri Süllemî Uhud muharebesinden sonra Medine'ye gelirler ve münafıkların
reisi olan Abdullah bîn Übey'e uğrarlar. Abdullah da bunları alıp yine
münafıklardan olan Abdullah bin Serah ve Tûmetübni Abayrak'a getirir. Bunlar
hep beraber Paygam-berimiz (s.a.v.)'e gelirler ve şöyle derler: «Yâ Muhammed,
san bizim ilâhlarımızı inkâr etme, onları da an. Çünkü onlar da kıyamet günü
kendilerine tapanlara şefaat edeceklerdir. Biz de senin Rabbini zik-
(Cüz: 21. Âyet: 2-4) Ahzab Sûresi 87
redelim.»
Onların bu teklifine Peygamberimiz ts.a.v.) çok üzülür. O anda yanında Hz, Ömer
(r.a.) de vardır. O da bunların, teklifine çok kızar ve onları öldürmek için
Peygamber (s.a.v.)'den izin İster. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem «ben, bunlara
dokunmayacağıma söz verdim, ahdimi bozmak olmaz» diyerek Hz. Ömer'e izin
vermsz. Fakat onların Medine'den çıkarılmalarına izin verir. Hz. Ömer ds «Ey
Allah'ın düşmanları, Allah'ın laneti ve gadabı üzerinize olsun, buradan çıkın»
diyerek, onları Medine'den çıkartır. Bunun üzerine Yüce Hâl'k bu âyeti inzal
ederek şöyle buyurur: «Ey Peygamber, Allah'tan kork. Kâfirlere ve münafıklara
itaat etme. Şüphesiz ki, Allah hakkıyle bilendir, yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir.» Bazı tef-sircilere göre, müslüm anlar kâfirlerle aralarındaki
antlaşmayı bozmaya karar vermişler ve Peygamber'den bu hususta izin
istem'ş-lerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de müşriklerle aralarındaki antlaşmanın
bozulmasına meyletmiştir. Bunun üzerine bu âyet nazil olarak Hz. Muhammed
(s.a.v.)'i antlaşmanın müddeti bitene kadar bozmaktan men etmiştir. Yüce Halik,
Hakîm'dir, antlaşmayı tek taraflı bozmaktan men eder ve ahde vefa göstermesini
emreder. Alîm'-dir, kullarının ne yaptığını bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey
gizli kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Sana
Rabbinden vahyolunana uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.»
•Allah'a
güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sana Rabbinden
vahyolunana (Kur'an'a) uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a
güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.- Allah, sizin ahdinizi bozup
bozmadığınızı bilir. Her işinizde O'na güvenin, dayanın. Koruyucu olarak O
yeter. Sizi koruyan, muhafaza eden, besleyen, rızıklandıran, büyüten ve var
eden O'dur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
88 Ahzab Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 4)
«Allah
bir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerinden «zıhar» yaptığınız
eşlerinizi, anneleriniz gibi kendinize haram saymanız için yaratmamıştır.
Evlâtlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kümamıştır. Bunlar sizin
dillerinize doladığınız boş sözlerdir. Allah, hakkı söyler ve O, doğru yola
eriştirir.»
Bu
âyet-i celîle Hamid bin Ma'mer hakkında nazil olmuştur. Ma'-mer çok zeki,
hafızası çok kuvvetli, eskilerin masallarım çok iyi bilen ve Mekke'ye gelen
yabancılara yol gösteren, iz takibinde mahir olan birisi idi. Meşhur olduğu
kadar da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e düşmandı. Kendisini üstün göstermek İçin
halka iki kalbi olduğunu, birisi ile onların bildiklerini, diğeri ile de
onların bilmediklerini bildiğini söylerdi. Halk da onun zekiliğine aldanarak
gerçekten iki kalbi olduğuna inanmıştı. Böylece kendisini aklınca Peygamberimiz
(s. a.v.)'den üstün görmüş «onun bir kalbi var, benîm ise iki kalbim var, ben
her şeyi ondan daha iyi bilirim» demişti. Bedir muharebesine kadar Mekkeliler
gerçekten onun iki kalbi olduğuna inanmışlardı. Bedir muharebesine o da iştirak
etmiş, müşrik ordusu İslâm ordusu karşısında hezimete uğrayıp yetmiş ölü ve
yetmiş de esir vermiş, geri kalanlar ise kurtuluşu kaçmakta bulmuşlardı. Ma'mer
de kaçanlar arasındaydı. Hem Öylesine kaçar ki, ayakkabısının biri elinde, biri
de ayağmdadır. Fakat kendisi bunun farkında değildir. Bu şekilde, Mekke yolunda
Ebû Süfyân'a rastlar. Ebû Süfyân «bu halin nedir, ayakkabının biri elinde, biri
ayağında» der. Ma'mer de «ben ta Bedir'den beri böyle geliyorum, farkında
değilim» diys cevap verir. O zaman bunun iki kalbi olmadığını, halkı
kandırdığını anlarlar. Zaten o zamana kadar Hâlik-ı Zülcslâ! bu âyeti inzal
edip h'ç kimsenin iki kalbi olmadığını beyan ederek şöyle buyurmuştur: «Allah
bir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız
eşlerinizi, anneleriniz gibi kendinize haram saymanız için yaratmamıştır.
Evlâtlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kılmamıştır. Bunlar sizin
dilinize doladığınız boş sözlerdir. Allah, hakkı söyler ve O doğru yola
eriştirir.- İslâm'dan önce Araplar zeki insanlarda iki kalbin olduğuna
inanırlardı. Halbuki bir insanda iki kalbin bulunması, aklen muhaldir, mümkün
dsğildir.
Yine
İslâm'dan önce Araplar «zıhar> yaparak eşlerini haksız yere boşarlardı. Bu
âyetle zihar vasıtasıyle boşama da kaldırılmıştır. Zıhar: Bir kimse, hanımının
tamamını, boynunu, sırtını veya başka bir azasını, kendisine ebedi nikâhı haram
olan bir kadına veya onun bakılması haram olan bir yerine benzetmesine denir.
Meselâ: Bir insan, hanımına «sen bana anamın arkası gibisin, boynu gibisin»
demesi gibi. Bu söz ile «zıhar- meydana gelir. Bunu yapanların ceza
(Cûz: 21. Ayet: 5) Ahzab Sûresi 89
olarak
oruç tutmaları gerekir. Bunun geniş izahı Mücâdele süresinde gelecektir. Oraya
müracaat edilmelidir.
Evlât
edinen insanların edinmiş oldukları evlâtlıkları, mirasta ve mahremiyette asla
öz çocukları gibi olamaz. Evlât edinilen çocuk kız ise erkeğe, erkek ise evlât
edinen kadına bulûğ çağından itibaren nâmahremdir. Yabancı berinden farkı
yoktur. Bir çocuğu evlât edinmek, o çocuğu öz evlât gibi yapmaz. Bir yabancı ns
iss evlât edinilen çocuk da öyledir. Mahremiyet ancak üç durumda olur. 1 —
Neseben, 2 — Süt yoluyla, 3 — Nikâh yoluyla.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Evlâtlıkları
babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve
dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana,
yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarlıgayıcı, çok
esirgeyicidir.»
Hz.
Zeyd (r.a.J, Hatice validemizin kölesiydi. Peygamberimizle evlendikten sonra
kölesini ona bağışlar. Peygamberimiz (s.a.vj de onu azad ederek evlâtlık
edinir. Halk da onu Hz. Muhammed (s. a.v.)"e nisbet ederek -Zeyd,
Muhammed'in oğludur» derlerdi. Yüce Halik bu âyeti inzal ederek, evlâtlıkları,
evlât edinenlere nisbet etmeyi men ederek şöyle buyurmuştur: «Evlâtlıkları
babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi vs
dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kastederek yaptıklarınız bir yana,
yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarlıga-yıcı, çok
esirgeyicidir.» Evlâtlıkları unutarak ve hata ile başkalarına nisbet etmekte size
bir vebal yoktur. Şayet bilerek kasten başkasına nisbet ederseniz, o zaman
vebal vardır, günahtır. Allah hata ve bilmeyerek yapılan işleri afveder, fakat
kasten yapılan işleri af-vetmez, onlardan intikamını alır. Hatasn yapılan
işleri bağışlar, çünkü O çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
90 Ahzab Sûresi (Cttz; 21,
Âyet; 6-8)
«Mü'minlerin,
Peygamfaer'i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir, zevceleri de onların anneleridir. Akraba olanlar, miras
hususunda, Allah'ın kitabında birbirlerine mü'minler ve muhacirlerden daha yakındırlar.
Dostlarınıza yapacağınız uygun
bir vasiyet bunun dışındadır. Bu, kitapta yazılı bulunmaktadır.»
Mü'minlerin
Hz. Peygamber (s.a.v,)'i, kendi nefislerinden daha çok sevmesi gerekir. Onun
tebliğ ettiklerine tâbi olmak, emirlerine uymak ve yolundan gitmek mü'minlerin
en önemli görevidir. Çünkü mü'minlere kıyamet günü şefaat edecek olan odur.
Hanımları da mü'minlerin manevî anasıdır. Akraba olanlar miras hususunda, Allah
katında birbirlerine nıü'minlerden ve muhacirlerden daha ileri ve daha
yakındır. Mekkeli müslümanlar, müşriklerin baskısına ve zulmüne dayanamayarak
Medine'ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Hicret esnasında'her şeylerini
Mekke'de bırakıp çıkmışlardır. Medine'ye geldikleri vakit yemeye, içmeye ve
barınmaya hiçbir şeyleri yoktu. Msdineli müslümanlar onları bağrına- basıp
evlsrino almışlar, yerlerine yurtlarına ortak etmişlerdir. Hattâ Öldükleri
vakit kendi öz çocukları ve vârisleri gibi, onlar da vâris olmuşlardır. Bu
âyetls ölüye kendi çocuklarından ve akrabasından başkasının vâris elman
yasaklanmıştı. Ancak veraset iman ve karabetle olur. Mü'-mine, kafir olan
çocukları ve akrabaları vâris olamazlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«...Akraba olaaılar miras hususunda, Allah katında birbirlerine mü'minlerden ve
muhacirlerden daha. yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet
bunun dışındadır. Bu, kitapta yazılı bulunmaktadır.-
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
-Hatırla o zamanı ki, biz peygamberlerden söz
almıştık. Senden, Nûh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem ofelu İsa'dan sağlam
bir söz almıştık.»
(Ota:
21. Ay«t: 9) Ahi ab Sûre»! 91
«Allah,
doğrulardan doğruluklarını sormak ve inkarcılara can yakıcı azab hazırlamak
İçin bunu yapmıştır.»
Hâlİk-ı
Mutlak, bütün peygamberlerden, ümmetlerini imana ve Allah'a ibadete davet
edeceklerine dair söz almıştır. Bu misakı bütün peygamberlerden aldığı gibi,
Hz. Muhammed (s.a.v.)'den, Hz. Nuh'tan, İbrahim (a.s.)'den, Musa (a.s.)'dan,
Meryem Oğiu isa'dan da almıştır. Allahv
doğrulardan doğruluklarını sormak ve iman et-m'syen inkarcılara da can yakıcı
azabı hazırlamak için bunu yapmıştır. Peygamberlerin davetine uyanlar
mükâfatını, uymayanlar da cezasını göreceklerdir. Bundan dolayı Yüce Halik her
kavme bir peygamber göndermiş, o peygamberi vâsıtasıyle onlara imanı ve küfrü,
hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü, hakkı ve bâtılı, cennet ve cehennemi
bildirmiştir. O peygamberlere iman edenler kurtulmuşlar, iman etmeyenler ise
inkâr ve zulümleri yüzünden helak olmuşlardır. Çünkü Yüce Allah, peygamber
göndermeden hiçbir kavmi helak etmemiştir. Önce peygamber gönderip emir ve
yasaklarını bildirmiş, emir ve yasaklarına uymayanları helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ ayet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, üzerinize ordular
gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğimiz ordular göndermiştik.
Allah yaptıklarınızı görüyordu.»
Bu
ayet Hendek muharebesiyle ilgilidir.
Hendek
muharebesinin sebebi şudur: Yahudiler, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini
ve gün geçtikçe müslümanlarm sayısının artmasını, Bedir'de müşriklerin hezimete
uğramasını, Uhud'da :se bir şey elds edememelerine üzülerek, onları tekrar
müslümanlara karşı kışkırtmak için bir hey'et göndermişlerdir. Onlara gelen
hey'et «Ey Kureyşliler, gelin Muhammedi ve ona tâbi olanları yok etmek için
beraber onlarla savaşalım, Muhammed'i ve ona tâbi olanları yok edelim» diyerek
Kureyşlileri kandırırlar. Bunun üzerine Kureyş-Tler de «Ey Yahudi topluluğu,
siz ehl-i kitabın ilkisiniz, âlim ve bilgin sizdedir. Muhammed'in getirdiği din
mi, yoksa bizim dinimiz mi haktır? Hangisinin doğru olduğunu biz bilmiyoruz. Bu
yüzdsn de ihtilâfa düştük, bu dinlerin hangisinin hak olduğunu söyleyin, ona
göre hareket edelim» derler. Yahudi hey'eti bunu fırsat bilerek «si-
92 Ahzab Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 9)
z;n
dininiz haktır, Muhammed'in getirdiği dinin aslı yoktur» diyerek müşrikleri
kandırırlar. Sonra diğer Yahudi ve müşrik kabilsleri de savaşa razı ederler, her
kabile savaşa iştirak edeceğine söz verir. Yahudilerden, Kureyşlilerden vs
diğer kabilelerden on iki bin kişilik bir ordu oluştururlar, islâm
düşmanlarının büyük bir ordu hazırlığı içinde olduğunu Cebrâü, Peygamberimiz
(s.a.vJ'e haber verir. Re-sûl-i Ekrem bunun üzerine sahabeyi toplar, ist;şareds
bulunur. Kimisi düşmana karşı çıkmayı, kimisi düşmanı şehirde karşılamayı
söyler. Hz. Ömer (r.a.) de «Ey Allah'ın Resulü, sen neyi emredersen biz onu
yaparız» diyerek, Peygamber'in karar vermesini bskler. Son olarak da yeni
müslüman olmuş İranlı Selmân-ı Fârisi Hazretleri söz alır ve *biz İran'da
düşmana karşı şehri korumak için etrafına hendek kazar, öylece şehri
savunurduk. Acaba şimdi de öyle yapsak, sizce nasıl uygun görülür» diyerek
görüş bsyan eder. Peygamberimiz (s.a.v.) bu görüşü kabul eder, birlikte gidip
hendek kazılacak yari tesb:t ederler. Peygamberimiz (s.a.vJ hendek kazılacak
istikameti çizer ve her on. kişiye kırk arşm yer verir. Ömer bin Af fan,
Sslmân, Huzeyfe, Numan bin Müzeni ve Ensâr'dan on kişiye de kırk arşın yer
verir. Onlar kendilerine düşen yeri kazarken Zünâp kuyusunun yanma geldikleri
vakit kazdıkları yerin içinden beyaz b:r taş çıkar. Bütün
uğraşmalarına rağmsn onu kıramazlar, yorgun düşerler, bırakıp geçemezler da.
Neticede Peygamberimize durumu bildirmsye karar verirler. Sslmân gslip durumu
Allah Rssûlüne bildirir. Beraber taşın bulunduğu yere gelirler. Peygamberimi
(s.a.v.) hendeğa girer, eline balyozu alır «bismillah» diyerek taşa vurur. Taş
ortadan ikiye ayrılır ve içinden karanlık gecede etrafı aydınlatan bir nûr
çıkar. O nuru gören Peygamberimiz (s.a.v.) «Allahü ekber» diysrok tekbir
getirir, müslümanlar da onunla beraber aynı şekilde tekbir gotirirler. İkinci
defa balyozu tekrar vurur, taşm bir kısmı kopar, yine içinden etrafı aydınlatan
bir nür çıkar. Peygamberimiz (s.a.v.) yine tekbir getirir, yanındakiler de aynı
şekilds tekbir getirirler. Üçüncü defa taşa balyozu vurur, taş parça parça olur
ve içinden yine bir nûr çıkar. Rssûl-i Ekrem yine tekbir getirir, yanındakiler
de aynı şekilde tekbir getirirler.
Taşı
mübarek elleriyle kıran cihan Peygamberi, Selmân'm elini tutup hendektan çıkar.
Peygamber'in yanındakiler taştan çıkan bu nurun ne olduğuna bir anlam
veremezler. Fakat Hz. Selmân bunu sormadan edemez ve «Ey Allah'ın Resulü, anam-babam
sana feda olsun. Ben bugüne kadar görmediğim bir şey gördüm, bu nedir?» der.
Peygamberimiz ordusuna seslenerek *ey sahabem, Sslmân ne söylüyor bakın?»
buyurur ve şöyle devam eder: -Taşa vurduğum zaman çıkan birinci nûr Şam
tarafına sıçradı. Vallahi ben şimdi Şam'-
(Cüz;
21. Âyet: 9) Ahzab Sûresi 93
m
kırmızı köşklerini görüyorum, çünkü bana Şam'ın anahtarları verildi, tkinci
vuruşumda çıkan nur İran tarafına sıçradı, bana Fars ilinin anahtarları
verildi. Şu anda Medâin-i Kisra'nm beyaz köşklerini görüyorum. Üçüncü vuruşumda
çıkan nûr ise Yemsn tarafına sıçradı, bana Yemen'in. anahtarları verildi, ben
şimdi San'a'nm kapılarını görüyorum. Bütün buralar müslümanîara nasip
olacaktır. Z'ra bunları bana Cebrail haber verdi* diyerek, müslümanlar tarafından
bunların fethedileceğini sahabesine müjdelemiştir. Bu müj-dsyi duyan mü'minler
«elhamdülillah, Allah'a hamd olsun ki, bize zaferi müjdeledi, vaad etti. O'nun
vaadi haktır» diyerek, Allah'a hamd etmişlerdir.
Beklenen
gün gal'r. Yahudi'ler ve müşrikler on iki bin kişilik bir ordu ile Msdine
üzerine yürürler. Onlar müslümanları bir anda yok etmeyi tasarlıyorlardı. O
heyecan içinds geliyorlardı, fakat karşılarına, beklemedikleri şey çıktı. O da
Allah Resulünün işaretiyle kazılan hendek. Düşman böyle bir şey beklemiyordu,
zira bugüne kadar böyl& bir şey görmemişti. O dev gibi ordu hendeğe kadar
gelir, orada konaklar. Çokluğuna güvenen düşman ordusu, karşısında üç bin kadar
olan mücâhid İslâm ordusunu bir anda yok etmek ister. Çünkü zamanın her türlü
silâhı kendilerinde mevcuttur. Halbuki îslâm ordusunda onlardan daha farklı bir
şey vardı, o da müslü-manların sarsılmayan imanıydı. İşte onu hiçbir gücün ve
kuvvetin yok etmesi mümkün değildi.
Düşman
ordusu hendeğin dış kısmına karargâhım kurmuş, bütün hazırlıklarını yapmış
hücum emrini bekliyordu. Peygambsr ordusu da hazırlıklarım yapmış, emir
bekliyordu. Tam o sırada Halik-ı Zülcelâi iki bin melskle Peygamber ordusunu
takviye etmiş, o mânevi ordu, düşmanı kuşatmış, her taraftan manevî ordunun
takbir sesleri semaya yükselmiş ve semaya yükselen tekbir sesleri düşman
ordusunda korku ve heyecan meydana getirmiştir. İşte onlar korku ve heyecan
içinde beklerken Hâîik-ı Mutlak üzerlerine sabah rüzgârını da göndermiştir. O
rüzgâr çadırlarını başlarına geçirmiş, sürülerini ve hayvanlarını dağıtmış,
ateşlerini söndürmüş, kendilsrini yerden yere atmıştır. Bu manzara karşısında
düşman ordusu çareyi kaçmada bulmuştur. Sürülerini, eşyalarını ve birçok
silâhlarını bırakıp kaçmışlardır. Onların sürüleri ve geride bıraktıkları İslâm
ordusuna ganimet olarak kalmıştır. Yüce Allah bunu şöyle bsyan ediyor: -Ey iman
edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, üzerinize ordular gelmişti.
Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah
yaptıklarınızı görüyordu.»
Peygamberimiz
(s.a.v,) mü'minlere İran'ın, Şam'ın ve Yemen'-
94 Ahzafa
Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 9)
in
müslümanlar tarafından fethedileceği müjdesini verince münafıklar, onlarla alay
ederek «Muhammed sizi kandırıyor, siz hendekten çıkmaya bile cesaret edemiyorsunuz
da, nasıl oraları fethedeceksiniz? Muhammed size ümit veriyor, bu hayaldir»
derler. Bunun üzerine Allahü Teâla 12. âyeti inzal ederek münafıkların neler
söylediğini sevgili Peygamberine habsr vermiştir.
Enes
(r.a..'in rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) soğuk bir sabahta hsndek
kazısını kontrol ederken sahabenin çok yorgun ve açlıktan halsiz düştüğünü
görür ve onlara şu duayı yapar:
«Allahım,
hayat âhiret hayatıdır, Ensâr'ı ve Muhacirleri mağfiret et.» Mübarek
Peygamberimizin ağzından bu duayı duyan Ensâr
ve
Muhacir de şu cevabı verirler:
«Biz
hayatta olduğumuz müddetçe Allah yolunda cihad edeceğimize Muhammed'e biat
ettik ve söz verdik.»
Hendek
muharebesi bir ay kadar sürer. Bu bir ay zarfında düşman ordusu birkaç defa
saldırıya geçer, her defasında islâm müca-İrdleri tarafından püskürtülür. Uzun
bekleyişten bir netice elde edemeyen müşrik ordusunda bölünmeler baş gösterir.
Bu rolü müşrik ordusu arasında oynayan Gatafan kabilesinden Naim bin
Mes'ud'-du. O, Önce Beni Kureyza Yahudüerini, sonra Kureyş'i, daha sonra da
kendi kabilesi olan Gatafanlıları kandırmış ve onları birbirine düşürmüştür.
Müşrik ordusu arasında bu ihtilâf meydana geldikten sonra birçok harb
âletlerini, yiyeceklerini ve sürülerini bırakıp kaçmışlardır. Başkomutan olan
Ebû Süfyân devesine binip «Ben gidiyorum, siz ne yaparsanız yapın» diyerek
Mekke'nin yolunu tutmuştur. Kureyşliler de onu takip etmişler, bu ani panik
birçok ganimet mallarını geride bırakmalarına sebeb olmuştur. Bu zaferle
müslümanlar daha da kuvvetlenmiş, küfür bir defa daha hezimete uğramıştır.
Böylece müşriklerin bütün hayalleri suya düşmüş ve islâm'ın yeryüzüne hâkim
olacağına kanaat getirmişlerdir. Gerçekten de Hendek muharebesinden sonra sıra
müslümanlara gelmiş, onların önünde hiçbir güç ve kuvvet Allah'ın inâyetiyle
tutunamaz olmuştur. Çünkü Allah zaferi inananlara vaadetmişti.
Aliahü
Teâlâ âyet-i celilssinde şöyle buyuruyor:
(Cû*: 21. Ayet: 10-13) Ahzab SOrasi 95
«Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi,
gözler de dönmüştü ve yürekler de ağızlara gelmişti. Ve siz Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.-
«İşte
orada, inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.»
Hendek
muharebesinde düşman ordusu müslümanları yukardan ve aşağı taraftan kuşatmıştı.
Onların çokluğunu gören münafıkların korkudan gözleri dönmüş, yürekleri
ağızlarına gelmiş, titremey3 başlamışlardı, O zaman Allah ve Resulüne karşı
çeşitli zanlarda bulunmuşlar ve Allah'ın yardımından ümitlerini kesmişlerdi.
Halbuki Hâ-lik-ı Zülcelâl, gerçek iman edenlerle etmeyenleri denemek için bunu
yapmıştır. İman edenler çok şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardır. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «(Ey mü'minler), onlar sizs yukarınızdan ve
aşağınızdan gelmişlerdi, gözler de dönmüştü ve yürekler ds ağızlara gelmişti. Ve
siz Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz, tşte orada, inananlar
denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münafıklar hakkında şöylo buyuruyor :
«İki yüzlüler
ve kalblerinde hastalık olanlar: 'Allah ve Resulü bize kuru vaadlerde bulundular'
diyorlardı.»
Hendek
muharebesinde münafıklar ve kalblerinde nifak ve hastalık olanlar Allah'ın
yardımından ümitlerini keserek «Allah ve Rs-sûlü bize sadece kuru vaadlerde
bulunmuşlardır- diyorlardı. Halbuki Allah vaadinden asla dönmez. Eğer onlar
gerçekten iman etmiş olsalardı böyle söylemezlerdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
96 Ahzab
Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 14-16)
«İçlerinden bir takımı 'ey Yesripliler, tutunacak
yeriniz yok, geri dönün1 demişti. İçlerinden bir topluluk da
Peygamber'den: 'Evlerimiz düşmana açıktır* diyerek isün istemişlerdi. Oysa
evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.»
«Yanlarından üzerlerine varılmış olsa, sonra da
kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen girişip derhal yapmaktan geri
kalmazlardı.^
Hendek
muharebesinde münafıklardan, bir gurub, Medine halkına: «Ey Medineliler, sizin
tutunacak yeriniz yok, geri evlerinize dönün, siz bunlarla savaşamazsmız-
diyerek içlerinde nifak dolu olanları savaşmaktan vazgeçirmeye çalışmışlardır.
Bunun üzerine içleri fitne dolu olanlar, Peygambsr'den izin isteyerek şöyle
demişlerdir: «Bizim evlerimiz düşmana açıktır. Ailelerimizi koruyacak kimse de
yoktur, eşkıya gelip onlara kötülük yapabilir. îzin ver de evlerimizi düşmana
ve yabancılara karşı koruyalım.» Halbuki onların evleri açık dsğildi. Böyle
bahaneler uydurarak savaştan kaçmak istiyorlardı. Mü'minlerin evlerinin
muhafızı, koruyucusu hiç şüphesiz Allah'tır. Fakat bunlara gelinip kendilerini
Allah'a şirk koşmaya ve din-dsn çıkmaya davet edilselerdi hemen dönerlerdi ve
müşriklerin istediklerini de yaparlardı. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan
ediyor:
-İçlerinden
bir takımı 'Ey Yesripîiler, tutunacak yeriniz yok, geri dönün' demişti.
İçlerinden bir topluluk da Peygamber'den: 'Evlerimiz düşmana açıktır' diyerek
izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.
Yanlarından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları
istense hemen girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.» Münafıkların durumu her
zaman böyledir. Onlardan hiçbir zaman müslümana hayır gelmez. İslâm'a en büyük
kötülüğü Yahudilerle onlar yapmışlardır. Bu durum, günümüz için de söz
konusudur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle Duyuruyor:
-And olsun ki, daha önce, sırt çevirip kaçmayacaklarına
dair Allah'a karşı taahhüt de etmişlerdi. Allah'a verilen söz sorulacaktır.»
-Ey Muhammed, de ki: Eğer ölümden yahut öldürülmekten ka-
(Cûz: 21. Âyet: 17-18) Ahzab Sûresi 97
çıyorsanız
bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir. Kaçsanız bile az bir zamandan fazla
yaşatılmazsınız.»
Allahü
Teâlâ, önceden onların savaştan sırt çevirip kaçmayacaklarına dair
kendilerinden söz almıştı. Onlar da bunu taahhüt etmişlerdi. Kıyamet günü,
ahdini bozanlara niçin bozdukları sorulacaktır. Ey iman edenler, eğer ölümden
yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermez ve ölümden
kurtarmaz. Kaçsanız bile dünyada az bir zamandan fazla yaşayamazsınız. Çünkü
dünya geçicidir, ondaki ömür de azdır. Savaştan kaçmak sizi ölümden kurtarmaz.
Allah'ın takdir ettiği ecel geldiği zaman, ne bir saniye ön-3 geçer ve ne de
bir saniye geri kalır.
Peygamberimiz
(s.a.v.) hicret etmeden önce Medineliler, kendisine biat ederek Allah'a eş
koşmayacaklarına, O'ndan başkasına ibadet etmeyeceklerine, Peygamber'i koruyacaklarına,
onu kendi canları gibi muhafaza edeceklerine, İslâm yolunda cihad edeceklerine,
savaştan asla kaçmayacaklarına söz vermişlerdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki: Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese, sizi O'na karşı kim
savunabilir? Allah'tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız.»
Ey
insanlar, Allah size bir kötülük verse veya bir rahmet dilese sizi O'na karşı
kim koruyabilir? Sizin O'ndan başka yardımcınız ve dostunuz yoktur. Ancak sizi
koruyan, besleyen, muhafaza eden, öldüren, dirilten, rızıklandıran O'dur. Yüce
Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, de ki: Allah
size bir kötülük veya bir rahmet istese, sizi O'na karşı kim savunabilir?
Allah'tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celbesinde şöyle buyuruyor:
C. : V — F. : 1
93 Ahzab Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 19)
«Allah,
içinizden sizi alıkoyanları, size Allah'ın yardımını kıskanarak, kardeşlerine:
'Bize gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin' diyenleri bilir.*
«Kalbine
korku gelince, ölüm baygınlığı ile gözleri dönerek, ey Muhammed, sana
baktıklarını görürsün. Korkuları gidince iyiliğinizi çekemeyip sivri dilleriyle
sizi incitirler. Bunlar iman etmemişlerdir. Allah, bu sebeble işlerini boşa
çıkarmıştır. Bu, Allah için kolaydır.»
Ey
iman edenler, Allah içinizden sizi savaştan alıkoyanları, yardımını sizden
kıskananları ve kardeşlerine «siz Muhammed'le savaşa çıkmayın, bize gelin,
sizin savaşta helak olmanızdan korkuyoruz. Muhammed, sizi helak ettirecektir,
onu yalnız başına bırakın da helak olsun- diyenleri, bilir. îmam-ı Katade'ye
göre bunu söyleyenler Medineli Ensâr'ın kardeşleri ve dostları olan
münafıklardır. Onlar müslümanlann kuvvetlenmesini ve düşmana kargı zafer
kazanmasını istemiyorlardı. Bundan dolayı da savaşa iştirak eden mü'minlsri
alıkoymak için çeşitli entrikalar çeviriyorlardı. Peygamber ordusunu korkutmak
için düşmanın çok güçlü olduğunu, Muhammed'jn ordusunun zayjf olduğunu, Ebû
Süfyân'm İslâm ordusunu yok edecek güçte olduğunu, Muhammed'in kendilerini
felâkete sürüklemek için savaşa soktuğunu söyleyerek müslümanlan yıldırmaya
çalışıyorlardı. Bununla da kalmayarak münafıkların çoğu özür beyan ederek
Peygamber'den evlerine dönmek için izin isterlerdi. Bütün niyetleri
müslümanlarm araşma fitne sokup onları da kendileri gibi savaştan alıkoymaktı.
Yüce Halik bu âyetleri inzal ederek onların mü1-minlere neler
söylediğini Peygamber'ine bildirmiş vs şöyle buyurmuştur :
«Allah,
içinizden sizi alıkoyanlara, size Allah'ın yardımını kıskanarak kardeşlerine: 'Bize
gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin' diyenleri bilir. Kalbine korku gelince,
ölüm baygınlığı ile gözleri dönerek, ey Muhammed, sana baktıklarını görürsün.
Korkuları gidince iyiliğinizi çekemeyip sivri dilleriyle sizi incitirler.
Bunlar iman etmemişlerdir. Allah, bu sebeble işlerini boşa çıkarmıştır. Bu,
Allah İçin kolaydır.. Münafıklar savaşta bir tehlikeye düştükleri zaman ölüm
korkusundan gözleri döner, kalbleri ağızlarına gelir. Peygam-
(Cûz:
21. Âyet; 20-21) Ahzab Sûresi 99
ber'in
kendilerini bırakmaları için gözlerini ona dikerler. Fakat savaş bitip ganimet
taksimine gelinoe hemen öne atılırlar, ganimetin çoğunu kendileri almak
isterler, Peygamber'in taksimine razı olmazlar, ona dil uzatarak üzerler.
Aslında onlar inanmamışlardır. Bu se-beble Allah, onların işlerini ve
amellerini boşa çıkarmıştır. Onların amellerini boşa çıkarmak Allah'a çok
kolaydır. İman edip sâlih amel işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler ise
cezasını çekeceklerdir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîîe sinde şöyle buyuruyor:
«Bunlar,
düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş
olsalar, kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizden haber
sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.»
Hendek
muharebesinden bir netice alamayan müşrik ordusu, kuşatmayı kaldırarak aniden
geri çekilmiştir Peygamber ordusunun içindeki münafıkların, bir kısmı daha
önceden özür beyan edip ayrılmış, b:r kısmı da gizlice kaçmıştı.
Düşman ordusunun çekildiğinden bunlar habersizdi, hâlâ düşman ordusunun
çekilmediğini zannediyorlardı. Halbuki düşman ordusu çoktan çekilmişti. Şayet
bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı o münafıklar göllerdeki bedevilerin
arasına kaçıp gelip geçenlerden müslümanlann durumunu sormayı arzu ederlerdi.
Müslümanların arasında olsalar bile pek azı savaşa iştirak ederdi. Çünkü onlar
Peygamber ordusunun hezimete uğramasını istiyorlardı. Bunun için de her
seferinde çeşitli bahaneler uydurarak Peygamber'den izin isteyip ordudan
ayrılmışlardır. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlar, düşman
birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalar,
kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizden haber sormayı
dilerlerdi, aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.»
Allahü
Teâiâ âyet-i celllesinde şöy'e buyuruyor:
100 Ahzab Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 22-24)
■Ey
iman edenler, and olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlül-lah en güzel örnektir.»
«İman
edenler, düşman birliklerini gördüğü zaman 'işte bu, Allah'ın ve Peygamberinin
bize vaad ettiğidir, Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir' dediler. Bu,
onların ancak imanını ve teslimiyetlerini artırdı.»
Ey
iman edenler, and olsun ki, Allah'a, âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı
çok zikredenler için Resulüllah'ta güzsl bir numune vardır ve o en güzel bir
örnektir. O neyi emrederse, ona gönülden sarılın, sizin için onda hayır vardır.
Neyi de sizden yasaklarsa, ondan kaçının, zira onda sizin için şer vardır. O,
sizi daim t.-kurtuluşa, rahmete ve saadete çağırır. Gerçek mü'minler Hendek
muharebesinde düşman birliklerini gördükleri zamiri «işte bu Allah ve
Peygamberinin vaad ettiğidir. O gün geldi. Allah ve Peygamberi doğru
söylemiştir- dediler. Bu, onların imanını ve Peygamber'e olan tesl'miyetini
artırır. Çünkü onlar Aka-be bîatında Peygamber'i koruyacaklarına söz
vermişlerdi. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: -Ey iman edenler, and olsun
ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan
kimseler için ResûlüHah en güzel örnektir. îman edenler, düşman birliklerini
gördüğü zaman 'işte bu, Allah'ın ve Peygamberinin bize vaad ettiğidir. Allah ve
Psy-gamberi doğru söylemiştir' dediler. Bu, onların ancak İmanını ve
t2s-limiyetlerîni artırdı.»
AUahü
Teâlâ âyet4 celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İman
edenlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda
canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahd-lerini hiç değiştirmemişlerdir.»
•Bu
sebeble Allah, doğruları, doğrulukları ile mükâfatlandırır. İki yüzlüleri de
dilerse azablandırır. Veya tevbelerini kabul eder. Şüphe yok ki, Allah çok
yarligayıcı. cidden esirgeyicidir.»
(Cüz:
21. Ayet: 25) Ahzab Sûresi 101
Yüce
Halik mü'minlerden ahdlerine vefa gösterenleri övmüştür. Medineîi müslümanlar
Akabe gecesi Peygamber'e biat ederek, onu mallarından, canlarından daha iyi
koruyacaklarına ve Allah'a şirk koşmayacaklarına söz vermişlerdi. Onlar Bedir,
Uhud ve Hendek savaşlarına iştirak ederek canlarıyle. mallarıyle Allah yolunda
Pey-gambsr'le beraber cihad etmişlerdir. Böylece verdikleri sözde durmuşlar,
içlerinden kimisi şehid olmuş, kimisi de salimen evlerine dönmüşlerdir. Fakat
ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bundan dolayı Allahü Teâlâ'nın övgüsüne
mazhar olmuşlar ve doğrulukları yüzünden de ebedî mükâfata nail olmuşlardır.
İki yüzlülük yapan münafıkları ise, düerse afveder. dilerse azab eder. Şayet
içlerinden tevbe edenler olursa onların da tevbesini kabul eder. Çünkü Allah
çok yarlıgayıcı, çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Herkese amelinin karşılığını
verir, hiç kimseye haksızlık yapmaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «îman
edenlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda
canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bu
sebeple Allah, doğruları doğrulukları ile mükâfatlandırır. İki yüzlüleri de
dilerse azab-landırır. Veya tevbelerini kabul eder. Şüphe yok ki, Allah çok
yarlıgayıcı, cidden esirgeyicidir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
-Allah
inkâr edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta,
inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kavidir, azizdir.»
Yüce
Halik, bütün şiddet ve kmleriyle Medine üzerine yürüyen kâfirleri emellerine
ulamadan geri çevirmiştir. Onlar Medine'deki müsiümanları yok etmek için
toplanıp gelmişlerdi. Bütün arzulan Allah'ın dinini ortadan kaldırmak,
Peygamber'! ve ona tâbi olanları yok etmekti. Allah, onların üzerine,
görmedikleri mânevi bir ordu göndermiş, çadırlarını başlarına geçirmiş,
sürülerini dağıtmış, ocaklarını söndürmüş ve kendilerini de dağıtmıştır. Onlar
öyle bir hezimete uğramışlar ki, arkalarına bakmadan kaçmışlardır. îman
edenlere ise Allah'ın yardımı yetişmişti. Onlar düşmanın bırakmış olduğu
ganimetlere sahip olmuşlar, düşman tehlikesinden kurtulmuşlardı. O, kavidir,
azizdir, hükmü galiptir. Kimse O'nun' yaptığına mani olamaz. Yüce Halik bunu
şöyle beyan ediyor: «Allah inkâr edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra
ulaşamadılar. Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kavidir,
azizdir.»
102 Ahzab Sûresi (Cüz; 21,-Âyet; 26-27?
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah,
kitap ehlinden, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine
korku salmıştı. Onların kimini Öldürüyor, kimini esir alıyordunuz.»
«Yerlerini,
yurtlarım, mallarını ve henüz ayağınızı basmadığınız yerleri Allah size miras
olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Medine'de bulunan Benî Kureyza Yahudileri
Uhud muharebesinden sonra Peygamberimiz (s.a.v.) ile şehri her türlü tehlikeye
karşı koruyacaklarına dair bir antlaşma yapmışlardır. Fakat bu antlaşma çok
sürmemiş, tek taraflı olarak Yahudiler tarafından bozulmuş ve Hendek
muharebesine iştirak eden müşrikler arasında yer almışlardır. Düşman ordusu
Hendek muharebesinden bir netice alamayınca, geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Beni Kureyza Yahudileri de onlarla beraber geri çekilmiştir. Düşmanın tehlikesi
kalktıktan sonra, Hz. Peygamber (s.a.v.) ordusu ile birlikte Medine'ye,
evlerine dönerler. Henüz daha silâhını çıkarmadan Cebrail gelip «Ey Allah'ın
Resulü, silâhını çıkarma. Allahü Teâlâ senin Benî Kureyza üzerine yürümeni
emretti» demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber U.a.vJ evinden çıkar, sahabeyi
toplar -atlarınıza binin, ikindi namazını Beni Kureyzahların mahallesinde kılacağız»
emrini verir. Verilen talimata göre ordu toplanır, Allah Resulü ordunun önünde
ve sancak Hz. Ali'nin elinda Benî Kureyza istikametine doğru yola çıkarlar.
Beni Adî kabilesinden geçerken, o kab:lenin de müslümanları
silâhlanıp Peygamber ordusunu beklediklerini görürler ve kendilerine «biz, Benî
Kureyza kabilesine gidiyoruz, size bizim oraya gittiğimizi k™ haber verdi»
derler. Onlar da «bize "Dİhyetü'l-Kelbî" haber verdi» diye cevap
verirler ve Peygamber ordusuna iştirak ederler. Cebrail insan suretine girdiği
zaman Dihyetü'l-Kelbi'ye benzerdi. Yani onun suretine girerdi. Yine onun
suretine girip Benî Adî kabilesinin müslümanlarma Peygam-ber'in Benî Kureyza.
kabilesine yürüdüklerini haber vermiştir. Onlar da hazırlanıp Peygamber
ordusunu beklemeye koyulmuşlardır. Ordu gelince ona iştirak etmişlerdir. Hz.
Ali ordudan önce gidip san-
[Cüz:
21, Ayet; 27) Ahzab Sûresi 103
cağı
Beni Kureyza kalesin1 n kapısının önüne dikmiştir. Onlar bunu
görünce çok kızmışlar, ağızlarını bozarak küfretmeye başlamışlardır.
Benî
Kureyzahlar, çok kibirli, harb san'atını iyi bilen, bundan dan dolayı da diğer
kabilelerden çekinmeyen bir kavimdi. îslâm ordusuna da karşı geleceklerini
zannetmişlerdi. Hz. Ali'n;n arkasından Peygamberimiz Cs.a.v.) de
ordusu ile birlikte kalenin önüne gelir. Hz. Ali «ey Allah'ın Resulü, bunlarla
savaşmayı bana bırak, onların kötü sözlerini işitmemek iç;n buradan
uzaklaş» der. Hz. Peygamber (s.a.v.), Benî Kureyzalılarm taşkınlığını görünce
«ey domuz ve maymunun kardeşleri, kaleden aşağı inin ve Allah'ın hükmüne razı
clun* der. Onlar bu sözleri Peygamber'in söylediğini anlayınca «yâ Muhammed, yâ
Ebelkâsım, sen böyle kötü söz söylemezdin» derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.). Evs kabilesinden Ebû Lübâ-be'yi onlarla anlaşmak için arabulucu
olarak gönderir. Çünkü Evs kabilesiyle Beni Kureyzalılar ittifak halindeydiler,
Kureyzahlar Lü-bâbs'ye son derece itimat ediyorlardı. Lübâbe bunlara gelip
Peygamber'in söylediklerini haber verir. Onlar «ey Lübâbe, sen her zaman bizim
iyiliğimize ve yararımıza hükmedersin. Sen neyi istersen biz onu yaparız»
derler. Bunun üzerine Lübâbe parmağı ile boynunu işaret ederek, eli silâh
tutanların hepsinin katledileceğini ifade eder. Bu işareti veren Lübâbe, Allah
ve Resulüne ihanet ettiğini anlar. Sonra dönüp Peygamberimize gelir.
Peygamberimiz (s.a.v.) ona *Ey Lübâbe, Allah ve Resulüne İhanet ettin- der.
Lübâbe -Ey Allah'ın Resulü, ne söylersen haklısın» der. Bunun üzerin© şu âyet-i
celile nazil olur.
-Ey
iman edenler, Allah'a ve Peygamberine hainlik etmeyin. Siz, kendiniz bilip
dururken, kendi emânetlerinize hainlik eder misiniz?»
Lübâbs
yaptığına pişman olur, tevbe eder, Allahü Teâlâ onun tevbesin;,
kabul eder. Peygamberimiz (s.a.v.) onu huzurundan uzaklaştırır. Bsnî
Kureyzahların reisi Ka'b bin Üseyd'di. O, kavmine şöyle dar «bu işten kurtuluş
yok, bize kimseden yardım da gelmez. Biz yalnız başımıza Muhammed'e karşı
koyamayız. Çünkü o çok müthiş bir savaşçıdır, nice kaleleri yıkıp harap
etmiştir. Bütün Arap kabilelerini dağıtmış veya kendisine bağlamıştır. Sıra
bize geldi, bizim şu üç şeyden birisini yapmamız gerekir. Başka hiç bir
kurtuluş yolumuz yoktur.» Kavmi o üç şeyin ne olduğunu sorarlar. O da «biz,
Muhammed'in Haşimî kabilesinden gelecek olan son peygamber ol-
104 Ahzab Sûresi (Cüz; 21, Âyet; 27)
duğunu
ve sıfatlarını kitabımızda görüp okuduk. Gelin hep birlikte ona iman edip
müslûman olalım, onun dostları arasına girelim, böylece hem ölümden kurtulalım
hem de yerimizden - yurdumuzdan olmayalım» der. Kavmi bunu kabul etmeyerek
«biz, kendi milletimizden başkasına tâbi olmayız. Çünkü biz ehl-i kitabız, ümmi
bir peygambere asla tâbi olamayız. Bize böyle bir teklifte bulunma» derler.
Bunun üzerine Ka'b, ikinci görüşünü ortaya atar ve «bu fikrimi kabul etmediniz.
Bakalım buna ne diyeceksiniz. Bu gece cuma gecesidir, siz bu gece hiçbir şey
yapmayın, müslümanlar içn bu gece önemli bir gecedir. Onlar sizin bir şey
yapmadığınızı görünce kılıçlarını ve silâhlarını bırakıp gaflete dalarlar. Siz
onların bu gafletinden istifade ederek gizlice kaleden iner, onlara saldırır vs
dağıtırsınız» der. Kavmi bunu da kabul etmezler. Sonra onlara Ka'b şöyle der:
«Siz, cuma günü oğullarınızı, kanlarınızı, kızlarınızı öldürün. Eii silâh tutan
kaleden insin ve onlara saldırsın.» Onlar bunu da kabul etmeyerek «biz
ellerimizle karılarımızı, oğullarımızı ve kızlarımızı öldüremeyiz- derler.
Görüşlerini
kabul etmeyen kavmine Ka'b «siz bilirsiniz, bundan sonra bildiğinizi yapın»
der. Muhasara on beş gün sürer, yiyecek, içecek bir şeyleri kalmaz, bir an önce
bu işin bitmesini isteri sr. Vsy-gamberimiz de muhasaranın uzamasını
istemez ve onlara bir elçi göndererek kimin hakemliğine razı olacaklarını
sorar. Onlar Sa'd bin Muaz'ın hakemliğini ve onun vereceği hükme razı
olacaklarını bildirirler. Daha önce Sa'd, Benî Kureyzahlar tarafından
yaralanmıştı. O, Allahü Teâlâ'ya dua edip -yâ Rabbi, Benî Kureyzalıların başın
a bir musibetin geldiğini görmedikçe ruhumu kabzstme- diye dua st-misti. Sa'd
bin Muaz, Beni Kureyzalılar tarafından hakem tayin edildiğini duyunca bir
hayvana binip yola çıkar. Kureyzahları sevenler Sa'd'a onların lehine karar
vermesini isterler. Sa'd onlara cevap vermez. Benî Kureyzalıların kalesine
yaklaştığı zaman «Allah yolunda kınanarüarm kınanmasından korkmayın», der.
Sa'd'dan bu sözleri işitenlerin onlara hiçbir faydası olmayacağını anlarlar ve
geri dönüp giderler. Sa'd bin Muaz, Peygamberimiz (s.a.v.l'e yaklaştığı zaman,
Peygamberiniz yanında bulunan Ensar'a, «Seyyidinizi karşılayın ve onu indirin»
der. Sahabe de onu karşılar ve msrksbindsn indirir. Doğruca Peygamberimizin
yanma gelir. Peygamberimiz (s. a.v.) ona «yâ Ebâ Amr, Benî Kureyza hakkında
hükmünü ver. buyurur. Bunun üzerine Sa'd bin Muaz «ey Kureyzalılar, benim
vereceğim hükme razı olur musunuz?- der. Onlar razı olduklarını söylerler. Sa'd
tekrar «AUahü Teâlâ'nm ahdi ve misakı boynunuza olsun mu?* der. Onlar da -evet
boynumuza olsun- derler. Sonra Sa'd,
: 21. Ayet: 27) Ahzab Sûresi 105
Peygamberimize
iltifat ederek «onların, üzerine benim hükmettiğim gibi ahd olsun mu?» der. Bu
sözü Sa'd, Peygamberimize hitaben veya ona bakarak söylememiştir. Fakat
Peygamberimiz Cs.a.v.) bu hitabın kendilerine yapıldığını kabul ederek «evet,
bu ahit bizim üzerimize de olsun» buyurur.
Sonra
Sa'd Kureyzahlan çağırır, bunun üzerine onlar kaleden inerler. Peygamberimiz
Cs.a.v.), Sa'd'e «Yâ Ebâ Amr, bunlar hakkındaki hükmünü ver» buyurur. Sa'd de
«Ey Allah'ın Resulü, hsnim bunlar hakkındaki hükmüm, eli silâh tutanların
tamamım katletmeniz, çocuklarım ve ailelerini esir almanız, mallarını da
ganimet olarak taks'm etmenizdir» der. Peygamberimiz de «Ey Sa'd, Allah'ın
hükmüyle bunlara hükmet» der. Sa'd'in onlar hakkındaki bu hükmü bu şekilde
olur. Bunun üzerine ilk önce onların reisi olan Hay bin Ahtap esir olarak
alınır. Ensâr*dan bir zat onun sırtındaki elbisesini çıkarır, sırtında sadece
gömleği kalır. O, «ben Allah'ın hükmüne bağlıyım- der. Hz. Peygamber (s.a.v.)
«ey Allah'ın düşmanı gel, müslüman ol, Ölümden kurtul» der. Hay bin Ahtap da
«Ben bugüne kadar birçok izzet ve şerefe nail oldum. Bir defa hakarete
uğramakla müslüman olacağımı mı zannediyorsun? Bugüne kadar seninle yaptığım
hiçbir şeye pişman' değilim. Benden öncekiler ne büyük hakaretlere ve zulümlere
uğradılar, ben de uğrasam ne olur? Ben asla müslüman olmuyorum, elinden geleni
yap» der. Bu hareketiyle müslüman olmayacağı anlaşılmıştır. Müslüman olmayacağı
anlaşılınca, Peygamberimizin emriyle boynu vurulmuştur. Sonra Allah Rssûlü,
Sa'd'e «Ey Sa'd, bunlar hakkında dilediğini yap» buyurur. Bunun üzerine Sa'd
«Bana bir kılıç verin* der. Kılıcı alır, eli silâh tutanlardan yedi yüz kişinin
boynunu vurur. Dokuz yüz elli kiş:.yi de çocuklarıyla beraber esir
ederler. Mallarını ve yerlerini de ganimet olarak Peygamberimiz müslümanlar
arasında taksim eder. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah,
kitap ehlinden, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine
korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.
Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri
Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.» Allahü Teâlâ,
kadirdir, kudreti her şeye yeter. Kâfirleri kalelerinden indirip onların
yerine, yurduna, mallarına müslümanları miras kılar. Onları zillete düşürür,
iman edenlere esir eder. Kâfirleri dünyada da âhirette de zelil ve hakir eder.
Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını
göreceklerdir.
106 Ahzab
Suresi (Cüz; 21, Âyet; 28-29)
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Ey
Peygamber, hanımlarına şöyle söyle:
Eğer dünya hayatını ve zinetinî
istiyorsanız, gelin sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.»
«Yok eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret
evini istiyorsanız şüphe yok ki, Allah
içinizden iyilik edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz ts.a.v.)'-in hanımlarından
bazıları nafakalarının artırılmasını, zinetli elbiseler ve diğer z.;net
eşyaları verilmesini istemişlerdir. Bu hususta Allah Resulünü üzmüşlerdir,
Peygamberimiz Cs.a.v.) de bir ay onlarla görüşmemeye yemin etmiştir. Hattâ
eskisi gibi sahabenin yanına da çıkmaz olmuştur. Aralarında Peygamberlerini
göremeyen sahâ-b2 «Peygamber'e ns oldu, eskisi gibi bizim aramıza çıkıp
oturmuyor, bizimle konuşmuyor, herhalde hanımlarını boşadı da onun için aramıza
çıkıp, bizimle oturmuyor» derler.
Sahabenin
kendi aralarında böyle konuştuğuna şahit olan Hz. Ömer «ben size bu işin
neticesini bildiririm» diyerek arkadaşlarından ayrılıp Resûîüllah'ın evine
gider. Ona *ey Allah'ın Resulü, sen hanımlarını boşadm mı?» diye sorar. Allah
Resulü başamadığmı söyler. Hz. Ömer «bunu mesciddekilere haber vereyim mi?»
der. Peygamberimiz de «evet, dilersen haber ver» buyurur. Hz. Ömer mss-cide
gelip yüksek sesle «Peygamber, hanımlarını başamamıştır* diye bağırır. Bunun
üzerine bu âyet-i celîle nazil olur. Peygamberimiz Cs.a.v.) bu âyet nazil
olduktan sonra, ilk önce Âişs validemize gelir «sy Âişe, tana bir kelime
söylememi ister misin? Fakat bu kelimenin cevabını ana-baban ile görüşmeden
acele olarak vermeyeceksin» buyurur. Bunun üzerine Hz, Âişe validemiz «ey
Allah'ın Resulü, o n?dir?« diye sorar. Peygamberimiz ts.a.v.) de bu âyetleri
okur. Bu âyetleri d'nleyen Hz. Âişe validemiz «ey Allah'ın Rssûlü, ben bunu mu
ana-babama danışacağım? Vallahi ben Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu
isterim. Senden dileğim, benim tercihimi diğer hanımlarına haber verme, bakalım
onlar neyi tercih edecekler- der. Bu-
(Cüz:
21. Ayet: 30) Ahzab Süresi 107
nun
üzerine Peygamberimiz «onlardan hiçbiri bana böyle bir şey sormadı, fakat ben
umarım ki, Allah Aişe'ye Resulünü, cenneti ve âhiret yurdunu dünya nimetlerine
karşı tercih ettirdi» buyurur. Sonra diğer hanımlarını toplar, bu âyeti onlara
okur ve onları bu hususta muhayyer bırakır. Ve «Aişe, Allah'ı, Peygamber'i,
âhiret yurdunu dünya n-metlerine karşı tercih etti. Sizin tercihiniz nedir?»
der. Onlar da. Peygamberimiz (s.a.v.)'e şu cevabı verirler: «Biz de, Allah'ı,
Resulünü ve âhiret yurdunu tercih ederiz.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'in zevcelerinin sayısı on bir olup, şunlardır: 1 — Haticetü'l-Kübrâ
binti Hüveylid. 2 ->- Sevda bintl Zer'a. 3 — Âişe-i Sıddika. 4 — Hz.
H-afsa. 5 — Zeyneb binti Hüzeymstü'l-Hilâliye. 6 — Ümmi Seleme binti Ebi
Ümeyye. 7 — Zeyneb binti Cahş. 8 — Cüveyriye. 9 — Ümmi Habibe. 10 — Safiye. 11
— Mey-mune binti Haris.
Allahü
Teâla âyet-İ celilesinde Peygamber'in hanımları için şöyle buyuruyor:
«Ey
Peygamber'in hanımları, sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse onun azabı
iki kat olur. Bu, Allah'a göre kolaydır» [•).
Bu
âyet-i celüe Peygamber'in hanımlarını uyarıyor, ikaz ediyor, temkinli hareket
etmeye teşvik ediyor. Şayet onun hanımlarından bir hata veya çirkin bir fiil
meydana gelirse, onun azabı, cezası ?ki kat olur. Diğer kadmlarmki gibi olmaz.
Çünkü onların Allah katındaki mükâfatı, değeri, şerefi de çok büyüktür. Bu
bakımdan onların küçük hataları büyük olur. Her külfet bir nimete göredir.
Nimet arttıkça külfet de artar. Alimin işlediği bir hata ile cahilin işlediği
bir hatanın cezası bir değildir. Alim, bilerek işlediği için onun cezası
ca-hilinkinden daha fazladır. Peygamber'in hanımlarının durumu da böyledir.
Onlar Peygamber'in hanımı olmakla bütün mü'minler'n anasıdır ve kıyamete kadar
da rahmetle anılacaklardır. Bundan dolayı en küçük hataları büyük olur. Yüce
Halik bunu şöyle beyan ediyor: *Ey Peygamber'in hanımları, sizden her kim açık
bir terbiyesizlik ederse onun azabı iki kat olur. Bu, Allah'a göre kolaydır.»
Kullarını mükâfatlandırmak da, cezalandırmak da Allah'a kolaydır. O'nun için
bîr zorluk yoktur.
{•)
21. Cüz'ün sonu.
108 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 31-33)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Sîzden
her kim de Allah'a ve Resulüne itaat eder, iyi amel işlerse, ona da ecrini iki
kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir fizik da hazırlanmışızdır.»
Ey
iman edsnler, sizden her kim Allah'a ve Essûlüne itaat ed> rek iyi amel
işlerse, Allah ona iki kere ecir ve mükâfat verir. Can-nette de onlar için
sayısız nimetler hazırlamıştır. O nimetlerin hs-sabı yoktur. Yüce Halik, bunu
şöyle beyan ediyor. -Sizden her kim de Allah'a ve Resulüne itaat eder, iyi amel
işlerse, ona da ecrini iki ksre veririz. Hem biz ona çok şerefli bir nzık da
hazırlamışız-dır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ey
Peygamber'in hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer
korunur, takvâlı olursanız, .yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz
bulunanlar kötü ümide kapılmasınlar. Sözü uygun ve münâsip şekilde doğru
söyleyin.»
Allahü
Teâlâ, Peygamberinin hanımlarına şöyle buyurmuştur: «Ey Peygambsr'in hanımları,
sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer korunur, takvâlı olursanız
(yabancı erkeklere karşı) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbide bir maraz
bulunanlar (bundan dolayı] bir kötü ümide kapılmasınlar. Sözü uygun ve münâsip
şekilde doğru söyleyin.» Peygamber'in hanımları elbette diğer kadınlar gibi
olamaz. Çünkü onlar bütün mü'minlerin anasidır. Bu emir sadece Peygamber'in
hanımlarına mahsus değil, onların şahsında mü'mine kadınların hepsine
mahsustur. Bir kadının nâmahram bir erkeğe karşı süslenip püslenmesi, onu
celbsdecek şekilde sesini inceltmesi, kırıtarak konuşması, erkekle yalnız bir
yerde kalması ve evinde kimse yokken yabancı bir erkeği evine çağırması
yasaktır. Kadının erkeğe cevap vermesi gerektiği yerlerde çok kısa ve erkeğin
dikkatini çekmeyecek şekilde cevap vermesi gerekir. Diğer hususlar fitne ve
fücurun doğmasına sebeb olur. Zira insandaki nefs-i emmâ-re daima insanı
kötülüğe sevk eder. Şeytan da onun yardımcısıdır.
(Cüz:
22. Ayet: 33-34) Ahzab Sûresi 109
Bu
gibi hatalara düşmemek için, kadın ve erkeğin şehveti kamçılayacak hususlardan
daima kaçması lâzımdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
-Hem
de vakar ve haşmetinizle evlerinizde oturun da, evvelki cahiliye devri
kadınlarının kınla döküle zinetlerini göstererek yürüyüşü gibi süslenip
çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Allph ve Resulüne itaat edin. Ey
Ehli Beyt, Allah sizden sadece şunu istiyor: Sizden her türlü kiri gidermek ve
sizi tertemiz bir hâle getirmek.»
Bu
emir de Peygamber'in hanım] arının şahsında bütün mü'm in kadınlaradır. Yüce
Halik onlara şöyle hitap ediyor: «Ey Peygamfcar1-in hanımları, siz
vakarla, haya ve edeble evlerinizde oturun. Cahi-l!ye dönemi
kadınları gibi süslenip püslenip, zinetlerinizi takıp başkalarına göstermek için
sokaklara çıkmayın. Beş vakit namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin.
Allah ve Resulünün emirlerine ita at edin, yasaklarından sakının. Ey Ehl-i
Beyt, Allah sizden har türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz bir hâle getirmek
istiyor. Siz de Allah ve Resulünün emirlerine itaat ederek temizlenin. Allah ve
Resulünün emirlerine itaat edip yasaklarından sakınanlar her türlü kirden
temizlenip mükâfata nail olurlar. îtaat etmeyenler ise cezalarını görürler.
Vakar içinde evlerinde oturup Allah ve Resulünün emhierine itaat edip
yasaklarından sakınan kadınlara ne mutlu. Onlar için Allah katında büyük
mükâfat ve ecir vardır. Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Evlerinizde
okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmetlerini hatırlayın. Şüphesiz ki, Allah, her
şeyin mahiyetini bilendir, hakkıyle haberdardır.»
Ey
Peygambar'İn hanımları, siz evinizde okunan Allah'ın âyetlerini ezberleyin,
helâli ve haramı, iyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri, hakkı ve bâtılı,-şer'î
hükümleri beyan eden âyetleri ve hikmetlerini daima hatırlayın. Allah'ın ve
Peygamberin emirlerine sarılın. Şüp-
110 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 35)
he
yok ki, Allah her şeyin mahiyetini bilir ve her şeyden haberdardır. O'nun
bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Muhakkak
ki, erkek ve kadın bütün müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, Hakk'ın emrine
itaat eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden
erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzi erkeklerle mütevâzi kadınlar, sadaka
veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan
kadınlar, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı
çok zikreden erkekler ve kadınlar, işte bunlar için bir mağfiret ve bir büyük
mükâfat hazırlamıştır.»
Bu
âyet-i ceîîlenin nüzul sebebi şudur: Ümmü Seleme (r.aJ, Peygamberimiz
(s.a.v.)'e gelip *ey Allah'ın Resulü, Rabbimiz, kitabında hep erkekleri
zikrediyor, kadınları hiç zikretmiyor. Kadınların hayırlı b'r işi olmadığından
korkuyorum. Bundan dolayı mı Allah kadınları kitabında zikretmiyor?» der. Bunun
üzerine bu âyet nazil olur.
Bazılarına
göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.)'in hanımları hakkında
gelen âyetleri gören mü'min kadınlar, onlar şöyle derler; «Allah kitabında sizi
zikredip, övdü. Şayet bizde bir hayır olsaydı, bizi de kitabında zikredip
överdi. Bizde hayır olmadığı için kitabında zikretmemiştir.» Bunun üzerine
Allahü Teâlâ \3\\ âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Muhakkak ki,
erkek ve kadın bütün müslümanlar, erkek ve kadm mü'minler, Hakk'ın emrine itaat
eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler
ve sabreden kadınlar, mütevâzi erkeklerle mütevâzi kadınlar, sadaka veren
erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar,
iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok
zikreden erkekler ve kadınlar, işte bunlar için bir mağfiret ve bir büyük
mükâfat hazırlanmıştır.» fman edin sâlih amel yapan erkek ve kadınlar için Al-
(Cüz:
22. Âyet: 36-37} Ahzab Sûresi 111
lahü
Teâlâ cennette altlarından ırmaklar akan
köşkler hazırlamıştır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. îman
edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Allah ve Peygamberi bir şeye
hükmettiği zaman, gerek mü'min bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın için
işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne isyan
ederse, muhakkak İri, o apaçık bir şekilde sapmış olur.»
3u
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) halasının kızı
Zeyneb binti Cahş'ı, azatlı kölesi Zsyd bin Harise ile svlendirmek istemiş ve
«Ey Zeyneb, seni Zeyd bin Harise ile evlendirmek istiyorum, ne dersin?» diye
sormuştur. Zeyneb buna rıza göstermeyerek
şöyle der: «Ey Allah'ın Resulü, ben Kureyş'in ileri gelenlerinin kızı olduğum
gibi, senin de halanın kızıyım. Zeyd ise bir kc-led'r. Ben Zeyd'i kendime
münasip görmüyorum, beni sen ona nasıl lâyık görürsün?» Zeyneb, Peygamberindin
teklifini kabul etmediği için üzülür. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal
ederek şöyle buyurur: «Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, gerek
mü'min b;r erkek, gerek mü'min olan bir kadın için işlerinde
kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne isyan ederse, muhakkak
ki, o apaçık bir şekilde sapmış olur.. Cahş kızı Zeyneb bu âyeti işitince hemen
Peygamberimiz fs.a.vj'e gelip -Ey Allah'ın Resulü, senin emirlerine boyun eğip
itaat ediyorum. Hakkımda ne dilersen onu yap- der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Habibim, Allah'ın nimet verdiği ve senin de
nimetlendirdiğin kimseye: 'Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork' diyordun
da,
112 Ahzab
Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 37)
Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun. İnsanlardan
çekmiyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktı. Şimdi mademki
Zeyd o kadından alâkasını kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki,
evlâtlıkları, eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek hususunda
mü'minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri de yerine gelmiş bulunuyor.»
Bu
âyet-i celîle Cahş kızı Zeynep (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Bunun kıssası
şudur: Zeyd (r.a.) sekiz yaşmda Hatice validemiz tarafından Peygamberimiz
(s.a.v.)'e hibe edilmiş, Allah Resulü de onu çok sevdiği için azad etmiştir.
Evlilik çağına gsldiği zaman Peygamberimiz halasının kızı Zeyneb ile onu
evlendirmek istemiştir. Zeyneb, ilk anda Peygamberimizin kendisini istediğini
zannederek kabul etmiş, Zeyd'e istendiğini anlayınca, kendisi de, kardeşi de
bunu kabul etmemişlerdir. Çünkü Zeyneb, hem çok güzel, hem de Kureyş'in Jleri
gelenlerinin kızı idi. Zeyd ise
azadlı bir köleydi. Bu bakımdan onu kendisine denk görmüyordu. İsteğini geri
çevirdiği için, Allah Resulü üzülür. Sonra Zeyneb'in hakkında bu âyet nazil
olur. Hakkında âyet nazil olunca kendisi de, kardeşi ds Zeyd'le evlenmesine
razı olurlar. Peygamberimiz d9 onu Zeyd'e nikâhlar. Bu nikâhta ona on altın,
altmış dirhem dinar, bir gömlek, bir peştemal, bir ayakkabı, elli ölçek buğday,
otuz ölçek de harma verir.
âyet-i
celîlesi gelene kadar ona -Zeyd bin Mu-
hammed»
denirdi. Zeyneb ve Zeyd bunlarla bir müddet geçinirler, fakat aralarında bir
ülfet meydana gelmez. Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün bir ihtiyaçtan dolayı
Zeyd'in evine gider, evde Zeyneb'i gecelikle görür ve eve girmeden
«sübhânallah» diyerek geri döner. O anda Zeyd (r.a,) de evde yoktur. Zeyd eve
döndüğü zaman, Zeynsb (r.a.), Peygamber'in gelip kendisini gecelikle görünce
«sübhânallah-diyerek eve girmeden geri döndüğünü söyler. Bundan sonra aralarındaki
bağ daha da çözülür. Çünkü Zeyd (r.a.) baştan beri, Zeyneb (r.a.)'in şerefli
bir aileye mensup olduğunu, kendisinin ise böyle b'r aile hayatım devam
ettiremsyeceğini biliyor ve zaman zaman Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek bundan
ayrılmak istediğini söylüyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) de ona «hanımını tut»
buyuru-yordu. Bu evliliğin yürümeyeceğini anlayan Zeyd (r.a.) kendi isteği ile
Zeyneb (r.a.)'den ayrılmıştır. Şerefli bir aileye mensup, aynı zamanda
Peygamberimizin halasının kızı olan Zeyneb (r.a.) 'e bu ayrılık ağır gelmiştir.
Onun bu üzüntüsünü gidermek için Allah Fte-sûlü onu kendi nikâhına almıştır.
Böylece o lâyık olduğu yeri bul-
(Cûz:
22. Âyet: 37) Atuab Sûresi 113
muş
böylece Araplar arasında, oğullukların boşamış olduğu kadınlarla evlenilmez
fikri ilâhi emirle ortadan kalkmış olur.
Peygamberimiz
(s.a.v.)'in, Zeyneb (r.a.)'e kalben bir temayülde bulunduğu söylenemez. Onun
ulvi yaratılışı, ahlâk güzelliği ve ismet sıfatı buna manidir. Şayet böyle bir
temayül olsaydı, daha. önce onu kendisi alırdı, hiç oğulluğuna vermezdi. Fakat
o mübarek vâl:demiz, vaktiyle Peygamberimizin emrine itaat ederek
Zeyd ile evlenmiştir. Daha sonra bu evliliğin yürümeyerek Zeyd'den ayrılması
onu bir hayli üzmüştür. Bu üzüntüsünü gidermek, ona bir iltifat ve bir ts-selli
olmak üzere Allah Resulü onu nikâhı altına almıştır, Bu ona olan temayülünden
değil, onun ezikliğini ve üzüntüsünü gidermek içindir. Yüce Halik, bunu şöyle
beyan ediyor; «Habibim, Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin
kimseye: 'Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork' diyordun da, Allah'ın
açığa vuracağı Ş2-yi içinde gizliyordun. İnsanlardan çekmiyordun. Halbuki Allah
kendisinden korkmana daha çok lâyıktır. Şimdi mademki Zeyd o kadından alâkasını
kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki, evlâtlıkları, eşleriyle ilgilerini
kestiklerinde onlarla evlenmek hususunda mü'minler üzerine günah olmasın,
Allah'ın emri yerine getirilmiştir.»
Hz.
Âişe validemiz, Zeyneb (r.a.) hakkında şöyle demiştir: «Di-yânetee Zeyneb'den
hayırlı kadın yoktur. O, muttaki ve doğru sözlü idi. Sadakayı çok verir ve
sıla-i rahme çok riâyet ederdi.» Bu mübarek validemiz hicretin yirminci yılında
vefat etmiştir.
Arapîarda
evlât edinmek onların hayatına o kadar girmiş ki, bir hamlede bunu söküp atmak
çok zordu. Hele hele evlâtlığının boşamış olduğu hanımla evlenmek bundan daha
da ağırdı. Allahü Te-âlâ evlâtlık edinme nizamının toplumda bıraktığı derin
izleri silme görevim de sevgili Peygamberine tevcih etmiştir, Bu görevi yerine
getirmek için ilâhi emir gereği evlâtlığı Zeyd bin Harise'nm boşa-dığı Zeyneb
(r.a.) ile evlenmiştir. Böylece evlâtlıklardan boşanan kadınlarla evlenmede bir
mahzur olmadığı belirtilmiştir. Zeyneb (r. a), Peygamberimizin diğer
kadınlarına karşı Övünerek «sizi Pey-gambsr ile ebeveyniniz evlendirdi, beni de
Rabbim nikahladı» dermiş.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
C.
; V — F. : 8
114 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 38-42)
«Allah'ın
Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın Öteden
beri, gelmiş geçmişlere tatbik ettiği bir kanundur. Allah'ın emri mutlak
surette gereği gibi yerine gelecektir.»
«Allah'ın
göndermiş olduğunu tebliğ edenler, O'ndan korkarlar, Allah'tan başka kimseden
korkmazlardı. Allah hesap gören olarak yeter.»
«Muhammed,
içinizden herhangi bir adamın babası değil, fakat o Allah'ın Resulü ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyle bilendir.»
Allahü
Teâlâ'nın Peygamber'e, farz kıldığı, takdir ettiği şeylerde ona bir güçlük,
bir,vebal ve bir günah yoktur. Cahş kızı Zeyneb'ls evlenmek de böyledir. Bu,
Hâlik-ı Zükelâl'in öteden beri gslmiş geçm/'ş peygamberlere tatbik ettiği bir
kanundur. Nitekim önceki peygamberler arasında da çok kadınla evlenenler
olmuştur. Allah'ın takdiri, emri mutlak surette yerine gelecektir. Allah'ın
göndermiş olduklarını insanlara tebliğ edenler O'ndan başkasından korkmazlar.
Ancak Allah'tan korkarlar. Allah hesap gören olarak ystsr. Ey insanlar,
Muhammed (s.a.v.) hiç kimsenin babası değildir. O. Allah'ın kulu, Resulü ve
Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra asla peygamber gelmeyecektir. O son
peygamberdir. Allah, kinrn peygamberliğe lâyık olduğunu, kimin lâyık olmadığını
bilir. Kullarının gönüllerinde sakladıklarını da, açığa vurduklarını da bilir.
O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
iman edenler, Allah'ı çok zikredin.» -O'nu sabah akşam teşbih edin.»
Ey
iman edenler, gece gündüz Allah'ı çok zikredin. O'nun zikrini dilinizden
bırakmayın. Baş vakit namazınızı dosdoğru kılm. O'nu bütün noksan sıfatlardan
tenzih ederek, tazimde bulunun. Peygamberimiz ts.a.vJ'den şöyle rivayet
edilmiştir: «Gönüller, demirin pas tuttuğu gibi pas tutar. Siz Allah'ı
zikretmekle onu cilâlandırm. Zira
[Cüz.
22. Âyet: 43-47) Ahrab Sûresi 115
zikirden
daha büyük ibadet yoktur. Her ibadetin bir miktarı vardır, zikrin miktarı
yoktur. Her hâlinizde Allah'ı çok zikredin.» Hakiki mü'min gece gündüz Allah'ın
zikrini dilinden bırakmayandır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: *Ey iman
edenler, Allah'ı çok zikredin. O'nu sabah akşam teşbih edin.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-O,
sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleri ile beraber
rahmetini gönderendir. O, mü'minlere çok merhametli olandır.»
-Kendisine
kavuşacakları gün, onlara olacak iltifatı selâmdır. Allah, onlar için çok
şerefli mükâfat hazırlamıştır.»
Ey
iman edenler, Allahü Teâlâ sizi küfür karanlığından iman nuruna çıkarıp iman
üzere sabit kılmış ve gönlünüzü de mağfiret nuruyla aydınlatmıştır. O, size
rahmet edip günahlarınızı bağışlar, melekler afvınız için O'ndan mağfiret
dilerler. O, mü'min kullarına çok merhametlidir, kıyamet günü kendisine
kavuşacakları an onlara iltifatı ve hediyesi selâmdır. Cennetin bekçileri de
mü'nrnleri cennetin kapısında böyle karşılarlar. Bu, onların iman ve
amellerinin karşılığıdır. İşte iman edenleri Hâlik-ı Mutlak, böyle
mükâfat-landıracaktır. O, bunu şöyle beyan ediyor: «O, sizi karanlıklardan nura
çıkarmak için üzerinize melekleri ile beraber rahmetini gönderendir. O,
mü'minlere çok merhametli olandır. Kendisine kavuşacakları gün, onlara olacak
iltifatı selâmdır. Allah onlar için çok şerefli mükâfat hazırlamıştır.» O,
mü'min kullarına cennette sayısız nimetler hazırlamıştır.
Allahü
Tedlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Peygamber, biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı gönderdik.»
«Allah'ın
izniyle bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak gönderdik.»
116 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 48-49)
«Mü'minlere
müjdele: Onlara Allah'tan büyük bir lütuf vardır.»
Allahü
Teâlâ, Peygamberini insanlara emirlerini tebliğ edan bir şahid, iman edenlere
Allah'ın yardımını ve cennet nimetlerini müj-deleyici, iman etmeyenleri ise
elîm bir azab ile korkutucu ve uyarıc] olarak göndermiştir. O, Allah'ın izniyle
bir davetçi, iman edenler içir-bir önder, bir rehber ve nurlar saçan bir
kandildir. O, hidâyet rehberidir. Ona tâbi olanlar dünyada da, âhirette de
karanlıklardan, küfürden, masiyetten kurtulup ebedî nura, saadete kavuşurlar.
Mü'minlere Allah'tan büyük bir lütuf ve büyük bir mükâfat vardır. Bu, onların
iman ve amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik bunu şöyb beyan ediyor: «Yâ
Muhammed, mü'minlere müjdele: Onlara Allah'tan büyük bir lütuf vardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor ;
-Kâfirlere
ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırış etme. Allah'a
güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Yâ Muhammed, kâfirlere ve
münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırış etme. Allah'a güvenip
dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.» Bu âyet-i celilede mü'minlerin, kâfirlere
ve münafıklara asla itaat etmemeleri emredilmiştir. Şayet mü'minler onlardan
bir eziyet görürlerse, onların eziyetlerine ve işkencelerine boyun eğmeyerek
Allah'a güvenip dayansınlar. Kâfirlerden ve münafıklardan medet ummasınlar.
Koruyucu olarak Allah yetsr, Allah mü'min kullarının yar-dımcısıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyls buyuruyor :
«Ey
iman edenler, mü'min kadınlarla nikahlanıp onları, temasta bulunmadan
boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine
bağışta bulunarak onları güzel bir şekilde serbest bırakın.»
Ey
iman edenler, siz mü'min kadınlarla nikahlanıp şayet onları, temas etmeden
boşarsanız, iddet beklemeleri gerekmez. Kendile-
:
22. Âyet: 50} Ahzab Sûresi 117
rine
bağışta bulunarak en güzel şekilde onları serbest bırakın. Halvet olmayınca
duhul olması da mümkün değildir. Eğer halvet olduktan sonra boşanma olursa İbn
Mes'ud ve Abbas (r.a.)'m rivayetine göre yine icidet beklemek gerekmez. Çünkü
duhûl vâki olmamıştır. Fakat Hz. Ömer, Ali, Muaz, Zeyd bin Sabit ve bir gurub
sahabmin rivayetine göre halvetten sonra boşanan kadının iddet beklemesi
gerekir. Halvet esnasında duhûl olma ihtimali söz konusudur. Sahih olan görüş
de budur. O zaman, boşanan kadının tam mshrin: alması gerekir ve başayan erkeğe
de mehrin tamamını vermesi vâcibtir. Şayet halvet sırasında kadın hayızlı,
hasta, nifaslı ise, o halvet sahih olmaz. Böyle bir halvetten sonra boşanma
vuku bulursa, boşayana mehir lâzımdır, boşanan kadının ise ihtiyaten iddet
beklemesi gerekir. Bu âyet-i celilede mü'min kadınların zikredilmesi, mü'min
erkeklerin mü'min kadınlarla evlenmeyi tercih etmelerine işaret vardır.
Sahih
olan halvet Erkekle kadının bir evde, bir odada veya kapısı kapalı bir yerde
yalnız başlarına kalmasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ey
Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak
verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının
kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını, ve Peygamber,
nikâhlanmayı dilediği takdirde -mü'-mînlerden ayrı yalnız sana mahsus olmak
üzere - kendi mehrini Pey-gamber'e hibe eden mü'min kadını almanı helâl
kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için mü'minlerin zevceleri ve cariyeleri
hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah çok
yarhğayıcı, çok esirgeyicidir.-
Bu
âyet-i celile Peygamberimiz (s.a.v.)'in hangi kadınlarla ev-
118 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 51)
lenebileceklerini
beyan buyurmaktadır. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor:
-Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak
verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının
kızlarını,' dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını, ve Peygamber,
nikâhlanma-yı dilediği takdirde - mü'minlerden ayrı yalnız sana mahsus .olmak
üzere - kendi mehrini Peygamber'e hibe eden mü'min kadını almanı helâl
kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için mü'minlerin zevceleri ve cariyeleri
hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allan çok
yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.» Peygambsr'in dört kadından fazlası ile
evlenmesine müsaade edilmesine rağmen, ümmetinin ancak bir nikâhta dört kadın
ile evlenmesine müsaade edilmiştir. Çünkü peygamberlerin dörtten fazla
evlenmesinin hikmetleri vardır.
Allahü
Tealâ âyet-İ celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Onlardan
kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri
bıraktıklarından kimi istersen onu almanda bir mahzur yoktur. Bu, onların
gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı
obualarını daha iyi sağlar. Allah kalbinizde olanı bilir. Allah hakkıyle
büendir, ukubette acele etmeyendir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, sevgili Peygamberini hanımları hususunda ser-bsst bırakmıştır.
Onlardan dilediğini tatlik etmesinde, dilediğini de yanında bulundurmasında,
kendisine bir vebal yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olmasını,
üzülmemelerini, hepsine verdiği şeylere razı olmalarını daha İyi sağlamak
içindir. Çünkü Peygamber (s.'a.vj yaptığı her şeyi Allahü Teâlâ'nm hükmüyle
yapar. İlâhî emir olmadan bir şey yapmaz. Bundan dolayı hanımlarından hiçbirini
boşama-mış ve nafakalarını da kesmemiştir. Onları dünya ve âhiret nimetleri
hususunda muhayyer bırakmış, hepsi de dünya nimetlerine karşı âhiret yurdunu
tercih etmiştir.
Ey
insanlar, Hâlik-ı Mutlak, sizin kalblerinizde gizlediklerinizi de, açığa
vurduklarınızı da bilir. Çünkü O, her şeyi hakkıyle bilen-
(Cûz:
22. Ayet: 52-53) Ahzab Sûresi 119
dir.
Kâfirlerin ve kendisine isyan edenlerin cezalarını hemen vermez. Belki dönerler
diye bir müddet cezalarını tehir eder. Bu müddet iç:nde yaptıklarına
pişman olup küfürden dönmezlerse o zaman cezalandırır. Nitekim geçmiş
ümmetlerde olduğu gibi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
«Bundan
sonra kadınları alman ve bunları başka bir zevce ile değiştirmen, güzellikleri
hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Cariyelerin müstesna. Allah her şeyi
gözetendir.»
İmam-ı
Mücahid'e göre bu âyetin mânâsı şudur: Allahü Teâlâ, sevgili Peygamberine
Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla nikâhlanma-smı yasaklamıştır. Çünkü onun
nikâhlanacağı kadın mü'minlerin anası olacaktır. Yahudi ve Hıristiyan kadınlar,
mü'minlerin anası olmaya- lâyık değillerdir. Allah Resulünün, müslüman bJr
kadını bo-şayıp da, güzelliğinden ötürü de olsa Yahudi ve Hıristiyan bir kadını
müslüman bir kadın üzerine tercih etmesi caiz değildir. Ancak ganimet olarak
alınan köleler veya kendisine hibe edilen köleler müstesnadır. Çünkü onlar
ganimet malıdır, ganimet mallan ise helâldir. Bazı tefsircilere göre ise bu
âyetin mânâsı şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) hanımlarını dünya nimetleri ile
âhiret yurdu arasında serbest bırakmıştır. Onlar dünya nimetlerine karşı âhiret
yurdunu tercih etmişlerdir. Âhiret yurdunu tercih ettikleri için, onlardan
birisini boşayıp y«rine Yahudi veya Hıristiyan br kadınla evlenmeyi Yüce Halik
sevgili Peygamberine yasaklamıştır. îbn Abbas ve Ka-tâde'nin görüşü budur.
Fakat diğer sahabi bu görüşe katılmamıştır Ömer bin Dinar ile Atâ'mn Hz. Âişe
(r.a.Vden rivayetlerine göre, Peygamberimiz (s.a.vJ dünyadan ayrılana kadar
kendisine nikâh yasaklanmamıştır.
Aîlahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
120 Ahzab Sûresi {Cüz; 22, Âyet; 53-54)
*Ey
mü'minler. Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmak-sızan girip de yemeyin,
pişmesini beklemeye kalkışmayın. Fakat davet edilirseniz girin ve yemeği
yiyince dağılın. Söz diniemek veya fohbet etmek için de - izinsiz - girmeyin.
Çünkü bu hâliniz Peygam-ber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu.
Allah ise hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey
isteyeceğiniz vakit, onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalb-Ieriniz
de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de
onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Bu, Allah katında büyük bir
günahtır.»
Bu
âyet-i celîlenîn nüzul sebebi şudur: Müslümanlardan bir gu-rub Peygamber
(s.a.v.rin yemek saatini gözetip o yemeğe başladığı zaman izinsiz eve girip
oturmuşlar ve yemeğe iştirak etmişler, hattâ bazan da yemeğin pişmesini
beklemişlerdir. Yemekten sonra da uzun müddet beklemişler ve Peygamber'in
huzurunda varlıklarından, mal ve mülklerinden bahsetmişlerdir. Onların bu
hareketleri Allah Resulünü huzursuz etmiş, fakat kendilerine bir şey
söyleyememiştir. Bunun üzerine Aliahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle
buyurmuştur: «Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın
girip de yemeyin, pişmesini beklemeye kalkışmayın. Fakat davet edilirseniz
girin ve yemeği yiyince dağılm. Söz dinlemek veya sohbet etmek.için de -
izinsiz- girmeyin. Çünkü bu hâliniz Pey-gamber'i üzüyor, o da size bir şey
söylemeye çekiniyordu. Allah isa hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in
hanımlarından bir şsy isteyeceğiniz vakit, onu perde arkasından isteyin. Bu sayede
sizin kalbleriniz de daha tsmiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini
üzmeniz ve ne de onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Bu. Allah
katında büyük bir günahtır.» Bu âyet-i celîleds mü'minlerin edebli olmasına
işaret vardır. Mü'min çağrılmadığı yere gitmemeli, gittiği zaman ev sahibini
usandıracak harekette bulunmamalı ve ev sahibini üzecek her türlü hareketten
kaçınmalıdır. Bu âyetteki emir bütün mü'minleredir,
Aliahü
Teâlâ âyet-i celilgsin.de sövle buvuruvor
(Cüz:
22. Âyet: 55-56) Ahzab Sûresi 121
-Bir
şeyi açıklasanız da, gîzleseniz de şüphe yok ki Allah her şeyi hakkıyle
bilendir.»
Ey
mü'minler, siz bir şeyi açıklasanız da, gizle seniz de hiç şüphesiz Allah her
şeyi hakkıyle bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzat verir.
AHahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kadınların:
Babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan, kız
kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve cariyeleri hakkında bir vebal,
bir mesuliyet, yoktur. Ey kadınlar, Allah'tan korkun, çünkü Allah her şeye
şahiddîr.»
Bu
âyet-i celîle, müslüman kadınların kimlerle bir arada oturup
görüşebileceklerini beyan ediyor: Kadınların, babaları, oğulları, erkek
kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi
kadınları ve cariyeleri ile bir arada bulunmalarında vebal yoktur. Müslüman
kadınların da bir arada bulunmasında b:r vebal, bir mesuliyet
yoktur. Ey kadınlar, Allah'ın hükmüne itaat edin. Bu, zikredilenlerden
başkasına kendinizi göstermeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah her şeye
şahiddir. O, sizin yaptıklarınızı görür, gönüllerinizde gizled'klerinizi de
bilir. Ona göre mükâfatınızı ve co-zamzı verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Şüphesiz
ki Allah ve melekleri Peygamber'e çok salât ve sena ederler. Ey mü'minler, siz
de ona salât edin. Tam bir teslimiyetle selâm verin.»
Hâlik-ı
Mutlak, sevgili Peygamberi için şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Allah ve
melekleri Peygamber'e çok salât ve selâm ederler. Ey mü'minler, siz de ona
salât edin. Tam bir teslimiyetle selâm verin.- Salât: Allahü Teâlâ'dan
kullarına rahmettir, mağfirettir. Meleklerden istiğfardır. Mü'minlerden ise
duadır. Böylece Yücs Halik, Peygamberine rahmet ve mağfiret edip meleklerine
ona istiğfar etmelerini, mü'miniere ise salât ve selâm getirmelerini
buyurmuştur.
122
Ahssab
Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 57-58)
Nitekim
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre, Peygamberimiz Cs.a.vJ «bana salâvat getirin.
Bana salât getirmeniz, günahlarınızın afvına ve derecelerinizin yükselmesine
sebeb olur. Benim için vesile dileyin.» buyurmuştur. «Ey Allah'ın Resulü,
vesile nedir?» diye sorulunca, «Vesile cennet içinde en yüce bir makamdır ki,
oraya, ancak bir kişi ulaşacaktır. Umarım ki o kişi de ben olayım» demiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: -Kim benim üzerime bir salât ü selâm
getirirse, Allah da ona on salâvat getirir ve on günahını af-veder.» İsta
Peygamber (s.a.v.) 'e salât ve selâm getirmenin mükâfatı bu kadar
büyüktür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ı
ve Peygamberini incitenlere, Allah, dünyada da, âhiret-te de lanet eder ve
onlara horlayıcı bir azab hazırlamıştır.»
-Erkek
mü'minlerle, kadın mü'minlere yapmadıkları bir şeyden ötürü eziyet edenler de
şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar.»
Allahü
Teâlâ'ya çocuk isnat ederek, «Allah'ın eli hayra yanaşmıyor, Muhammed,
sihirbazdır, delidir ve kâhindir» diyenler üze-r"ne Allah dünyada da,
âhirette de lanet eder ve onlar için elim bir azab hazırlar. Mü'min erkeklere
ve mü'min kadınlara da yapmadıkları şeyleri isnat ederek iftira etmek suretiyle
eziyet edenler büyük bir günaha girmişlerdir. Onlar, Allah'a, Peygamber'e ve
mü'minLere yaptıkları iftiraların ve eziyetlerin cezasını göreceklerdir.
Bazılarına göre Allah'ı incitenler, heykel yaparak «işte biz de Allah'ın yarattığı
gibi yaratıyoruz» demek suretiyle, Allah'a eş koşanlardır. Onlar bu
hareketleriyle kendilerine yaratıcılık isnat etmişlerdir. Halbuki Allah'tan
başka yaratıcı yoktur. Onlar kendilerine yaratıcılık isnat ettiklerinden dolayı
elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr vb zulümlerinin karşılığıdır.
Müslümanları kandıranlar, iftira edenler, yalan söyleyenler, namusa göz
dikenler, hakları gasp edenler, eziyette bulunanlar en ağır şekilde cezalarım
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
(CO/T 22. Ayet: 59-61) AKzab Sûresi 123
•Ey
Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü mirilerin kadınlarına dışarı çıkarken
üstlerine örtü almalarını söyle. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı
incitîlmemelerini sağlar. Allah çok yar-lıgayıcı, çok esirgeyicidir.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Muhacirler Medine'ye gelip Ensâr'ın
evlerine, yerlerine yerleşirler. Bunların, Medineliler!n evlerine yerleşmesiyle
evler ihtiyaca cevap veremez hale gelir. Bundan mütevellit kadınlar gündüzleri
ihtiyaçlarını gideremez olurlar ve gece ihtiyaçlarını gidermek için evden çıkıp
boş olan yerlere giderlerdi. Bunu fırsat bilen Medine'nin ayak takımı ve
fâsıkları mü'min kadınların geçtikleri yerleri gözetler veya geçtikleri yollara
saklanıp onları köle zannederek kendilerine fuhuş yapmayı teklif ederler veya
bu hususta rahatsız ederlerdi. Çünkü onlar hür kadınlarla cariyeleri gece
karanlığında, birbirinden ayırtedemezlerdi. Zira her ikisinin giydiği elbise de
o âna kadar birdi. Şayet kadınlardan bir tepki gelirse arkasından ayrılırlardı,
tepki gelmezse ardınca giderlerdi. Müslüman kadınlar bu durumdan rahatsız olup
kocalarına veya babalarına durumu bildirmişlerdir. Onlar da. Peygamberimiz
(s.a.v.Ve gelip bu olayı haber vermişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik, bu âyeti
inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve
mü'minlerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını "söyle.
Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilme-melerini sağlar. Allah çok
yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.» Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarının ve
kızlarının ve mü'min kadınların örtünmeleri, kendilerini cariyelerden,
kölelerden ayırteder. Başkaları tarafından eziyete uğramamalarını ve rahatsız
edilmemelerini sağlar, örtü, mü'min kadınları her türlü kem gözden ve rahatsız
edilnuk-ten korur. Onu muhafaza eder. Mü'min kadın örtünmekle, hem Al-lahü
Teâlâ'mn emrini yerine getirmiş olur, hem de kendisini korumuş olur. Bu
bakımdan örtü kadının zinetidir, namusudur, koruyu-cusudur, Allah'ın emirlerine
itaatin bir ifadesidir, dininin tamaml?. yicisıdır. Allah, tevbe edip
yaptıkları kötü fiillerden dönenlsri af-veder. Onların günahlarını ve
kusurlarını bağışlar. Çünkü O, çok yariigayıcı, çok esirgeyicidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesiiîde şöyle buyuruyor:
124 Ahzab Sûresi (Cüz; 22, Âyet;
62-63)
«And
olsun, eğer münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar, şehirde bozguncu haber
yayanlar, bundan vazgeçmezlerse, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat
ederiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.»
«Hepsi
de lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak, nerede ele geçirilirlerse
yakalanırlar ve öldürülürler.»
Allah
ve Resulüne düşmanlık yapanlar, münafıklar, kalblerinde İslâm'a ve mü'minlere
karşı hastalık bulunanlar ve müslüma-nlar arasında fitne fücur çıkarmak için
asılsız haber yayanlar, şayst bu yaptıklarından vazgeçmezlerse Allah onların
üzerine öytls bir şey musallat kılar ki, onları târ u mar ederek
helak eder. Hepsi de lanetlenmiş, Aîlah'ın rahmetinden koğulmuş olarak
yakalandıkları yarde öldürülürler. Bulundukları yerlerde pek az kalırlar. Yücs
Halik bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun, eğer münafıklar, kalblsiindo maraz
bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar bundan vazgeçmezlerse, mutlak ve
muhakkak seni kendilerine musallat ederiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla
kalmazlar. Hepsi de lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak, nerede
ele geçirilirlsrse yakalanırlar ve öldürülürler.»
Allahü
Teâla âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
«Allah'ın
bundan evvel geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununu değiştirmeye
imkân bulamazsın.»
-İnsanlar
sana kıyametin zamanını sorarlar, de ki: Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir.
Ne bilirsin belki de zamanı yakındır.»
Allahü
Teâlâ, önceki milletlerden iman etmeyenlerin, münafıklık yapanların ve
kalblerinde maraz bulunanların üzerine peygamberlerini musallat kılıp onları
helak etmiştir. Allah'ın kanunu budur. O'nun kanununu değiştirmeye kimsenin
gücü yetmez. Allah, imandan yüz çevirip, münafıklık yaparak kalblerinde maraz
bulunanlar üzerine peygamberlerini musallat kılarak onları helak eder. Bu,
onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.
Peygamberimiz
(sa.v.)'e kıyametin ne zumun koptıcngı »orulıır. O da -sorulan kisl kıyamet
RHfUlnl scımnrtnn ciftim 1yı bilmiyor- et» vahini v»rlr. Hunun ü/srlne AlluhU
TeAlft bu Ayeti iıı/ttl erlöiel» $rty le bLiyurtnLi>|Uij'i -insanlar, ımm
kıyametin mamutum »utatltu, de ki
(Cüz:
22. Âyet: 64-68) Ahzab Sûresi 125
Onun
ilmi ancak Allah'm nezdindedir. Ne bil'rsin belki de zamanı yakındır.» Abdullah
bin Ömer, kıyamet alâmetlerini şöyle bslirtmiş-tir: Boş sözlerin çoğaldığı,
amellerin azaldığı, şerir insanların rağbet gördüğü, hayra koşanların azaldığı,
yağmurun azalıp bağların-bahçelerin ve otlakların kuruduğu, yer altı sularının
azaldığı, mos-cidlerde fâşıkların çoğaldığı, zinanın alenîleştlği, gayrim eşru
çocukların meydana çıktığı, ani ölümlerin çoğaldığı zaman kıyamet yakındır.
Bugün bunların hemen hepsi zuhur etmiştir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
>lj
*r \ '
«Şu
muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş, onlara çılgın bir ateş
hazırlamıştır.»
«Kendileri
orada ebedi kalıcı olarak. Onlar ne bir yâr, np de bir yardımcı
bulamayacaklardır.»
«O
gün yüzleri ateşte evrilip çevrilirken *Eyvah bize, keşke Allah'a itaat
etseydik, Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir.»
«'Ey
foabbimiz, hakikaten biz reislerimize ve büyüklerimize uy duk. Onlar da bizi
yoldan saptırdılar' diyeceklerdir.»
«Ey
Rabbimiz, onlara iki kat azab ver, onları büyük bir İftnnt le rahmetinden kov.»
Yüce
Halik, iman etmeyenleri rahmetinden kovar, düuyu'ln (inin rm başına daima bir
şeyi musallat eder. Böylece onları yıı luM.lHilnr veya esir ettirir. Âhirette
ise kendilerine elim bir azn.li hu/ırlumış-tır. Onlar kıyamet günü kendilerine
yardımcı olacak kimse bulamayacaklardır. O gün yüzleri ateşte evrilip
çevrilerek yaptıklarına pişman olacaklar ve «Eyvah bize, keşke biz de Allah'a
ve Peygamber'e iman edip emirlerine itaat etseydik de bugün azaba uğramasaydık.
Ey Rabbimiz, bizi hakikaten büyüklerimiz ve reislerimiz, senin yolundan
çevirdiler, bizi sapıttılar, sana iman ettirmediler, onlara iki kat azab ver.
Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov, ksndilari-ne lâyık oldukları cezayı
ver.» diyeceklerdir. Yüce Halik bunu şöy-lı> beyan ediyor: -Şu muhakkak ki,
Allah kâfirleri rahmetinden kovmuştur, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.
Kendileri orada ebedi kalın nlıırak katacaklardır. Onlar ne bîr yâr, ne de bir
yardımcı bu-
126 Ahzab Sûreai (Cüz; 22, Âyet; 69)
lamayacaklardır.
O gün yüzleri eteşte evrilip çevrilirken: 'Eyvah bize, keşke Allah'a itaat
etseydik, Peygamberce itaat etseydik' diyeceklerdir. 'Ey Rabbimiz, hakikaten
biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar'
diyeceklerdir. Ey Rabbimiz, onlara iki kat azab ver, onları büyük bir lanetle
rahmetinden kov.» tşte Allah'ın yolundan insanları sapıtanlar, sapıttıkları
insanlar tarafından kıyamet günü Allah'ın huzurunda böyle dava olunacaklardır.
Bu âyet-i celile, insanları kötü yola sevk edenlerin, o insanların işlemiş
oldukları günaha ortak olacaklarına, delâlet eder. Bir insanı hayra teşvik
eden, o hayrı yapmış gibi mükâfat görür, şerre teşvik eden de o şerri yapmış
gibi ceza görür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*Ey
iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi ohnayın. Nihayet Allah onu
dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın katında değerli bir zat idi.»
Yüce
Halik, îsrailoğullarmm Peygamberleri Mûsâ (a.s.)'yı incittikleri gibi, iman
edenlere Peygamberlerini incitmemelerini emrediyor. Allahü Teâlâ, Mûsâ
(a.s.)'yı kavminin dediği şeyden temize çıkarmıştır. Gerçekten Mûsâ (a.s.),
Allah katında değerli bir zat idi. Kavminin haksız yere kendisine iftira etmesi
Mûsâ (a.s.)'yi çok üzmüştü.
Ebûlleys
Semerkandî Hazretlerİ'nin rivayetine göre, îsrailoğul-lan herkes'n gözü önünde çırılçıplak
yıkanırlarmış. Bu şekildeki yıkanma onların âdetlerindenmiş. Mûsâ (a.s.) ise
kimsenin olmadığı kapalı bir yerde yıkanırmış. Zaten bir peygambere yakışan da
budur. Onlar bunu fırsat bilerek Hz. Mûsâ hakkında dedikodu etmeye başlamışlar
ve şöyle demişlerdir: «Mûsâ özürlü olduğu için bizim aramızda yıkanmıyor. Şayet
özürlü olmasaydı bizim gibi açıkta yıkanırdı» demişlerdir. Hakkında bu şekilde
konuşulması Mûsâ Aley-hisselâm'ı üzmüştü. Buna rağmen yine kavmini imana davet
etmekten geri durmadı. Bir gün yıkanmak için bir nehrin kenarına gider, elb:selerini
çıkarıp bir taşın üzerine kor, yıkanırken taş yuvarlanıp elbisesini alır
götürür. Müsâ (a.s.) da aryan olarak taşın arkasından koşar. O zaman kendisini
görenler özürlü olmadığım anlarlar ve söyledikleri sözlerden dolayı utanırlar.
Bazı
tefsircilere göre ise kavminin Hz. Musa'yı Incİtmeıt |öyl( olmuştur: Mûsâ
(a,s.) ila kardeşi ftarun {a.s) b'r yolculuğu çıkar
(Cûz. 22. Ayıtl. 70 !'l) Alımlı Siten*! İÜ/
lar.
O yolculukta Harun Ca.s.) ölür. Kavmi, -Harun'u Mûsâ öldürdü» diyerek her
tarafta yaygara etmeye başlarlar. Buna çok üzülen Mûsâ (a.s.) kavminin ileri
gelenlerinden bir kısmım alıp Harun (a.s.)'-un kabrinin başına giderler. Mûsâ
(a.s.) orda Eabbine dua vs niyaz eder. Allahü Teâlâ duasını kabul ederek Harun
(a.s.)'u diriltir. O, kavnrne Allah'ın emriyle canını teslim ettiğini söyler ve
tekrar ölür. Bunu gören kavmi yaptıklarına pişman olurlar. Böylece Mûsâ (a.s.)
onların dedikodularından, iftiralarından kurtulur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
iman edenler, Allah'tan korkun ve sözü doğru söyleyin.» «Ki, Allah işlerinizi
iyiye götürsün ve günahlarınızı afvetsin. Kim
Allah'a
ve Resulüne itaat ederse, muhakkak ki, o hakikaten murada
ermiş,
kurtulmuştur.»
Yüce
Halik iman eden kullarına şoylö buyuruynr, .fty iiıihıi edenler, Allah'tan
korkun, emirlerine itaat edin. r»ft/.tl dnftru eüylo yin, adaletten ayrılmayın.
Şayet bftylfi yanarmuu/ Alkili lirinizi iyiye, hayra götürür ve günahlarınızı
nrvntl<!r. Kim Allah'a va Resulüne :taat ederse muhakkak ki, o hakikaten
muradına ermiş kurtulmuştur., îbn Abbas (r.a.t şöyle demiştir: «Her kim,
kalbinden vs dilinden ihlâs ile 'La ilahe İllallah Muhammedün resûlüllah'
dsr-se, Allah o kimsenin amellerini ihlâs ile kabul eder, günahlarını bağışlar,
derecesini artırır.» Allah'ın ve Resulünün emirlerine itaat edenleri Allah,
bütün hayırlara ulaştırır.»
Allahü
Teâlâ âvet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Biz
emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten
çekindiler, bundan endişeye düştüler de, insan onu yüklendi. Çünkü o, çok
zulümkâr, çok cahildir.»
İmam-ı
Mücahid'in rivayetine göre, Allahü Teâlâ emâneti ya-ı-ııtıp göklere, yere ve
dağlara teklif etmiştir. Onlar, bu yükü hak-luyle taşıyamayacaklarından
korktukları için, bu teklifi kabulet-
128 Ahzab
Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 72)
memelerdir.
Sonra o emâneti insanoğluna teklif etmiş, onlar İse hemen kabul etmiştir. Bu
emâneti kabul ettikten sonra Hz. Adem öğle İîe ikindi vakti arası kadar bir
zamanda cennetten çıkarılmıştır. Ibn Ab-bas (r.a.)'m rivayetine göre, bu emânet
farzlardır. Allahü Teâlâ bu emâneti içindekilerle beraber göklere, yere ve
dağlara teklif edip «bu emâneti içindekilerle beraber kabul din- buyurmuştur.
Gökler,
yer ve dağlar bu emâneti yüklenmekten imtina ederek •Ey Rabbimiz, bu emânetin
içindekiler nedir?» derler. Yüce Halik onlara şu cevabı verir: «Şayet bu
emânetin içindekileri iyi muhafaza eder, saklarsanız hayırlara ulaşıp mükâfat
görür, sayısız nimetlere nail olursunuz. Onu muhafaza etmez, onda bir noksanlık
yaparsanız, o zaman cezalandırılırsınız.» Bunun üzerine onlar şöyle derler: «Ey
Babbimiz, bu teklif ihtiyarî ise bizim onu götürmeye gücümüz yetmez. Şayet bu
teklif icbarı ise elimizden hiçbir şey gelmez, onu götürmeye ve muhafaza etmeye
gayret gösterir, çalışırız.» Bu teklif ihtiyari olduğu için Allahü Teâlâ şuur
sahibi olmayanlardan onu kaldırmıştır. Bu teklifi şuur sahibi insanoğlu kabul
ettiği için onlara yüklenmiştir. Ibn Abbas'ın rivayetine göre, emâneti bir taş
şeklinde yaratıp bırakmış, sonra göklere, yere ve dağlara onu yüklenmeleri için
emretmiştir. Gökler, yer ve dağlar «bizim bunu götürmeye gücümüz yetmez»
diyerek, onu götürmekten çekinirler. Sonra Adem Aleyhisselâm gelip a taşa
yapışır, yerinden kaldırır ve «şayet bana emredilirse, ben onu taşırım» der.
Bunun üzertne Âdem (a.s.)'e «emaneti götür» denir. O da alıp dizine kadar
kaldırır tekrar yerine bırakır, «eğer daha fazla götürmem emredilirse, daha
fazla götürürüm» der. Bunun üzerine daha fazla götürmesi istenir, o da taş
şeklindeki emâneti alıp beiine kadar kaldırır ve «şayet daha fazla götürmem
emredilirse, daha fazla götürürüm» der. Bu defa daha fazla götürmesi emredilir.
O zaman emâneti alıp ağzının üstüne kadar kaldırır, tekrar yere bırakmak ister,
o zaman Hâlik-ı Zülcelâl, «Ey Âdem, emâneti bırakma, yerinde dursun. Biz onu
kıyamete kadar sana ve zürriyyetine yükledik» buyurur. Böylece bu emânet
âdemoğluna yüklenmiş olur. Bunu kabul etmekle Adem kendisine zulmetmiştir.
Çünkü o, yüklenmiş olduğu emânetin sonunun ne olacağını bilmiyordu. O, öyle bir
emânet ki, gökler, yerler ve dağlar onu yüklenmekten imtina etmiştir.
Ibn
Abbas (r.a.)'a göre bu emânet şunlardır: Beş vakit namase, oruç, zskât, hacc,
doğru söylemek, adaletli ve her işde âdil olmak, borcu zamanında ödemek, ölçü
ve tartıyı tam yapmak, cünüplük-ten yıkanmak. Bu emânetleri iyi muhafaza edip,
noksansız yor'ne getirmek lâzımdır. Bunlarda noksanlık yapan emânete İhanet
etmiş
(Cüz:
22. Âyet: 72-73) Ahzab Sûresi 129
olur.
Bazılarına göre kişinin azaları da kendisine emânettir. Onları en iyi yerlerde
kullanmak görevidir. Şayet bunları meşru olmayan yerlerde kullanırsa, o zaman
kendisine zulmedip emânete ihanet etmiş olur. O zaman Hâlik-ı Zülceîâl, emânete
ihanet edenlere hesa--bini sorar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Bunun
akıbeti şudur: Allah erkek münafıklarla kadın münafıkları, erkek müşriklerle
kadın müşrikleri azaba uğratacak, erkek mü'minlerle kadın müminlerin de
tevbelerini kabul edecektir. Allah çok yarhgayıcı, çok esirgeyicidir.»
Allahü
Teâlâ, bu emâneti kullarına şunun için emretmiştir: Münafıklarla müşriklerin,
iman edenlerden ayrılıp azaba uğratılmaları içindir. Allahü Teâlâ kullarına
emâneti emretmekle iman edenleri ve etmeyenleri bilir. Ona göre iman edenlere
mükâfat, etmeyenlere ise mücâzatını verir, iman edenlerin tevbesini kabul eder.
Çünkü O tevbeleri kabul edendir.
C.
: V — F. : 9