Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Ve Önün Yüksek Mertebesi
Mü'minlerin Bu Savaştaki Tutumları:
Peygamber Ailesinin Edeplerinden Örnekler
Peygamber Ailesinin Adabı Ve Sıfatları
Cahş Kızı Zeyneb'in Zeyd Bin Harise İle Olan Kıssası
Cenab-I Allah'ın Mü'minleri Terbiye Edip Onlarla İlgilenmesi
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Bazı Hususiyetleri
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Çok Evliliği Hakkında Birkaç Söz:
Hicab Ayeti Nazil Olduktan Sonra:
Mü'minlerin Peygamber Hanesine Karşı Nasıl Davranmaları Gerekiyordu?
Peygamber (S.A.V.)'İn Mertebesi, Kendisine Ve Müminlere Eziyyet Edenin
Cezası
Kadınların Avret Yerlerini Örtemleri Gerekir
Münafıklar İşte Bunlardır, Cezaları Da Şudur:
Kafirlerin Cezasıda İşte Budur
Teklif Edilen Emanet Ve Bu Emanetin Omuzlanması
Bütün alimlerin ifadesine
göre Medeni bir suredir, 70 ayettir. Bu sûre nazil olmakla münafıkların iç
yüzlerini açığa çıkarmış, onları rezil rüsvay etmiş; Peygamber (S.A.V.)
efendimize yaptıkları eziyetleri, O'na dil uzatmalarını, ha-mmlarıyla
evlenmesini dillerine dolamalarını, Hendek (Ahzab) savaşında ve diğer gazalarda
kafirlerle münafıkların müslümanlara karşı takındıkları tavırları
açıklamıştır. Hane-İ Nübüvvet için peygamber adabını, Zeyd bin Ha-ris'e
kıssasını ve Medine'de yeni oluşan İslam toplumunun, özellikle büyük Bedir
savaşından sonra gelişme sürecine giren islam cemaatinin muhtaç olduğu İslami
edepleri açıklamıştır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Ey Peygamber! Allah'tan sakın,
inkarcılara ve iki yüzlülere uyma, Allah şüphesiz bilendir, hâkim'dir.
2- Sana Rabbinden vahyolunana uy;
şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
3- Allah'a güven, Allah, Vekil
olarak yeter.
4- Allah insanın içine iki kalb
koymamıştır. Allah, zihar yapmanız suretiyle eşlerinizi, anneleriniz gibi
(kendinize haram saymanız için) yaratmamıştır; evlatlıklarınızı da öz
oğullarınız gibi saymanızı meşru kutlamıştır. Bunlar sizin dillerinize
doladığınız boş sözlerdir. Allah gerçeği söylemektedir, doğru yola O eriştirir.
5- Evlatlıkları babalarına nisbet
edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu
bilmiyorsanız, bu takdirde onları diri kardeşi ve dostlarınız olarak kabul
edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bîr yana, yanılmalarınızda size bir
sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder. [2]
(Zihar yapıyorsunuz).
Zihar kelimesi, erkeğin kendi karısına: "Sen bana anamın sırtı
gibisin" demesi ve bu sözüyle onu kendine haram kılmayı kasd etmesidir.
"Daiy"
kelimesinin çoğulu olup evlatlıklar demektir. Babasından başkasına nisbet edilen
kimseler manasına gelir.Daha âdil ve daha düzgün.Dostlarınız. Ayet-i kerimede
bu kelime ile amca oğullan kast edilmiştir. Günah. [3]
Ey Peygamber!'Allah'a
karşı'gelmekten sakınma halini devam ettir. Ve Allah'a karşı daha çok takva
sahibi olmaya devam et. Çünkü bu, genişliği ve yüksekliği bilinmeyen büyük bir
kapıdır. Sen, bu hususta insanlar arasın- . da önceliğe sahipsin. Senin daha
fazla takva sahibi olman gerekir.
Kafirlerle münafıklara
itaat etme ve hiç bîr hususta onlara yardımcı olma. Görüşlerini kabul etme.
Onlardan dost ve arkadaş edinme. Onlardan ya-. na ümitlenme. Aksine onlara
karşı tedbirli ve uyanık ol. Çünkü onlar Allah'ın ve Resulünün düşmanlarıdır.
Şüphesiz Allah senin halini ve onların hallerini bilendir. Emrettiği herşeyi
hikmete muvafık olarak emredendir.
Rivayete göre
Resulullah (S.A.V.) efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman yahudilerin iman
etmelerini çok arzu etmiş idi. Çünkü onlar kitap ehl-i olup görüş sahiplen
idiler. Bu konuda sözlerine de kulak verilirdi, özellikle Araplar, onların
söylediklerine çok itibar ederlerdi. Peygamber (S.A.V.) efendimiz onların
içinde bazı münafıklar bulunduğunu biliyor, onlara yumuşak davranıyor, ikramda
bulunuyor, iyi muamele ediyordu. Sözlerine kulak veriyor emirlerine itaat
ediyordu. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayeti kerimeler nazil oldu.
Rivayete göre Ebu
Süfyan bin Harb ile ikrime bin Ebî Cehl ve Ebû AL ver Essülemi, kendileriyle
peygamber (S.A.V.) arasındaki bir anlaşmaya dayanarak peygamber efendimizin
yanma geldiler. Beraberlerinde münafıkların reisi Abdullah bin Übey ile
Muatteb bin Kuşeyr ve Ced bin Kays da bulunuyordu. Peygamber efendimize şöyle
dediler: Tanrılarımızı kötülemekten vaz geç. Taptığımız tanrıların bize şefaat
edip fayda veren tanrılar, olduklarını söyle. Biz de seni, Rabbinle başbaşa
bırakalım ve sana ilişmeyelim.
Bu sözler Peygamber
(S.A.V.) efendimiz ile diğer mü'mİnlerin çok ağırına gitti. Orada hazır
bulunan Hz. Ömer, onları öldürmeye kasd etti. Bunun üzerine yukardakf ayet-i kerimeler
nazil oldu. Bu ayet-İ kerimeler Peygamber (S.A.V.) efendimizi kafirlerle
münafıklara itaat etmekten yasaklıyor, onlara karşı soğuk savaş ilan etmesini,
onlara aldırış etmemesini ve iltifatta bulunmamasını emrediyordu. Onlara
iltifat etmesi akıllı kimselerce de çok tehlikeli görülen bir davranıştır.
İşte bu nedenle islamiyet bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için yukarıdaki
direktifleri peygambere yöneltmiştir. İslam yolunda yürüyen kimselerin, kör
yürüyüşü gibi yürümemeleri için sağlam ve dosdoğ-. ru yolun işaretleri Kur'an-ı
Kerim'de çizilmiştir.
Kur'an Müslümanların
kalplerinde onur ve üstünlük duygularını yerleştiriyor. Onları kafirlerle
münafıklara iltifat etmeme emrine muhatap kılıyor. Şüphesiz Allah müzminlerin
çıkarlarını ve doğru yolu bilendir. Hikmet sahibidir. Emir ve yasaklarını
sağlam bir hikmete dayanarak belirtir. Ey mü'min-ler! O'nun yasaklarına riayet
edin, emirlerini yerine getirin. Şüphesiz bu, sizin için daha hayırlıdır.
Peygamberin ve mü'minlerin kafirlerle münafıklara itaat etme hastalığına
mübtela olmamaları ve bu hususta oların tedavi edilmeleri İçin sunulan ikinci
manevi iİaçta şudur: Peygamber ile beraberindeki mü1 minier, kendisine
alemlerin Rabbi tarafından vahyedilen emirlere uymalıdırlar! Çünkü Allah sizin
yapmakta olduğunuz işlerden haberdardır. Bize faydalı olan herşeyi vahyeder.
Çünkü O, kullarından haber alan ve onların durumlarını görendir. Üçüncü ilaç
ise; Allah'a hakkıyla tevekkül edip itimad etmek, dayanmaktır. Bunda hiçbir
şüphe ve boş bir iddia yoktur. Her kim Allah'a tevekkül ederse o, ona kafidir.
Allah, kendisine bağlanan kuluna vekil olarak yeter.
Ey Allah'ım sen ne
büyüksün! Kur'an-ı Kerim, kâfirlerle münafıklara itaat etmekten, onlara
meyletmekten, bize karşı İnatkâr tavır takındıkları, üzerimize alçaklık ve
değersizlik tozlarını savurdukları müddetçe sözlerine kulak vermekten bizleri
sakındırmak ta ve bu hususta bize çağrıda bulunmaktadır. Bundan sonra bize
hiçbir zarar gelmez. Allah'ın bizim için yazdığından başkası da bize isabet
etmez. Sonra Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Siz Allah'a güvenin. O'na belbağlaym.
Çünkü o bilendir, hikmet sahibidir. O'nun emirlerini yerine getirin,
yasaklarından kaçının. Kur'an'a uyun. Büyük, küçük, bütün işlerinizde hem kendi
nefsinize, hem mü'min kardeşlerinize, hem de aile efradınıza O'nun emirlerini
tatbik edin. Sonra Allah'a tevekkül edin. Zira O, kendisine tevekkül eden
kullarını bütün kötülüklere karşı korur, kendisine iman eden kimseleri
savunur;
Şu halde Kur'an'a ve
peygambere iman ettiğimiz müddetçe bu hükmü uygulamamız, nefislerimizi ve
hastalıklarımızı Kur'an'a tabi ölüp Allah'a tevekkül etmekle tedavi etmemiz
gerekmektedir.
Bundan sonra Cenab-ı
Allah'ın şu kavli celiline dikkatle bakmak gerekiyor: Allah, her kim olursa
olsun bir kimsenin göğsüne iki kalp koymamıştır. Kalp tevcih mahallidir.
Duyguların ve yönetimlerin kaynağıdır. Ey insan! Sen Allah ve Resulü ile
birlikte olupta kalbinde zerre ağırlığınca kafirlik veya münafıklık yok ise,
mutlaka Kuran'a uyan, Kur'an'a davet eden, Allah'a1 tevekkül eden kamil ve
salih bir mü'min olursun. Bir kimsenin göğsünde iki kalp bulunamayacağı
sözünden Araplar şu manayı anlıyorlar: Bir göğüste iki kalbin bir araya gelmesi
mümkün olmadığı gibi bir kalpte de birbirine zıt iki inancın bir arada
bulunması mümkün değildir. Şu halde edep ve ahlakı mızın bir taraftan,
dinimizin bir başka taraftan alınması doğru değildir. Bu arada sağlam ve
hikmetli bir istidraç vuku bulmuştur. Çünkü ayet-İ kerime.-de kişinin
kendisiyle zi.har ettiği kadının artık kendi zevcesi olamayacağı, soyu belli
ve nesebi serih olan kimsenin başkasının evladı sayılamayacağı, aynı kalpte iki
zıt inancın bir arada bulunması reddedildikten sonra açıklanmıştır.
Cenab-ı Allah bir
kimsenin göğsünde İki kalp yaratmış değildir. Kendileri ile'zihar ettiğiniz eşleriniz
de analarınız değildir. Nitekim bazı kimseler, eşlerini kendilerine haram
kılmak amacıyla onlara hitaben "sen bana anamın sırtı gibisin, yani
anamın sırtının bana haram oluşu gibi sende bana haramsın!" derler. Böyle
diyen kimse karısını kendi anası gibi saymaktadır. Ama noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah, kişinin kendi karısını anası gibi saymamaktadır. Karısı ile zihar
yapan kimse, çok çirkin ve yalan söz söylemiş olur. Ziharmdan dönerse yani
boşaması mümkün olacak bir süre aradan geçtiği halde karısını boşamazsa zihar
keffareti ödemesi vacib olur. Bu keffarette; bir köle azat etmek veya peşpeşe
aralıksız iki ay oruç tutmak veya altmış düşküne yemek yedirmektir. Bununla
ilgili açıklama Mücadele Sûresi'nde gelecektir. "Evlatlarınızı da sizin
özoğullannızyapmadı" Kurtubi bu ayet-İ kerimeyi tefsir ederken şöyle der:
Tefsir ehl-i bu ayet-i kerimenin Zeyd bin Harise hakkında nazil olduğunu
ittifakla söylemişlerdir. İmamlar, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir: Biz Zeyd ibn-i Harise'yi Zeyd bin Muhammed diye çağırırdık. Ancak:
"Onları babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah yanında daha
adaletlidir" mealindeki ayet-i kerime nazil olunca biz onu bu şekilde
çağırmaktan vazgeçtik.
Şam tarafında esir
edilen Zeydi Tihameli bir gurup süvari esir almış, bilahare Hakim b. Hizam onu
satın almış ve halası Hatice'ye, Hatice de Peygamber (S.A.V.) Efendimize hibe
etmiş idi. Peygamber efendimiz ise onu azad edip evlatlık edinmişti. Zeyd,
özgürlüğüne kavuşup ailesi ve aşireti ile bir arada yaşamak istemeyip peygamber
efendimizin kölesi olarak kalmayı tercih etmişti. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz de onu kendine evlatlık edinmiş ve şöyle demişti: "Ey Kureyş
topluluğu şahid olun ki (Zeyd) benim oğlumdur. Bana mirasçı olacaktır. Ben de
ona mirasçı olacağım."
Bu sözlerden de
anlıyoruz ki evlatlık edinme işi cahİlîyet devrinde teamül halinde idi.
İslamiyyet geldikten sonra, bir süre bu teamül uygun görülmüş sonra ayet-i
kerime İnince yasaklanmıştı. Çünkü ayet-i kerime şöyle diyordu: Sizin evlatlık
edindiğiniz bu kimseleri çağırmanız sadece ağızla çağırmaktan başka bir anlam
taşımamaktadır. Çünkü evlatlık edinmenin şer'i yada akli bir.dayanağı yoktur.
Öyle ise bunları babalarından başkalarına nisbet ederek çağırmanız boş ve
anlamsız bir sözdür. Öyle ise onları evlatlık edinenlerin değil de, dünyaya
gelmelerine vesile olan babalarının nesebine mensup kılarak çağırın. Allah
doğru sözü söyler ye insanları doğru yola iletir. Sizin bu cahiliyet adetini
terk etmeniz ve insanı babasına nisbet ederek çağırmanız gerekir. Kutlu ve
yüce olan Allah şu hak sözü söylemiştir: Evlatlık edindiğiniz kimseleri
babalarına nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğru ve daha adilce
olur. Örneğin, insanların daha Önceleri Zeyd bin Muhammed dedikleri kimseye,
Zeyd bin Harise deyin. Eğer bu evlatlıkların asıl babasını bilmiyorsanız onlar,
Sizin dinde kardeşleriniz ve amcaoğullarınızdırlar. Mesela siz nesebi
bilinmeyen bir kimseye ey falan veya ey kardeşim yahut ey amcam oğlu dîye
sesleniyorsunuz. "Mü'minler ancak kardeştirler! İnsan, yanlışlıkla
kendisini evlat edinen babasına nisbet edilerek çağmlırsa bunun bir günah ve
sorumluluğu yoktur. "Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat
kalplerinizin bile bile yaptığında (günah vardır)". Kendisim evlatlık eden
adamın adı ile şöhret bulan kimselerin bu yeni adlarıyla çağırılmaian haramlık
kapsamına girmez. Nitekim Mikdat bin Amr için de böyle bir durum söz konusu
olmuştur. O kendisini evlatlık edinen kimsenin adıyla meşhur olmuş ve Mikdad
bin Esved olarak bilinir olmuştu. Esved bin Abdi Yağus onu cahili-yet devrinde
evlatlık edinmiş, kendisi de bu isimle tanınmıştı. Yukarıdaki ayet-i kerime
nazil olunca kendisine Mikdad bin Amr demeye başladılar. Bununla beraber Mikdad
bin Esved adı onun üzerinde kalmakta devam etti. Ona Mikdad bin Esved demeye
devam eden kimselerin yukarıdaki ayet-i kerimeye karşı geldiğine dair bir hüküm
verildiği hiçbir sahabiden duyulmuş değildir. Cenab-ı Allah çok bağışlayan ve
çok esirgeyendir. Yanlışlıkla işlenen günahları kaldırandır. [4]
6- Mü'mİnlerin, Peygamberi kendi
nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir; akraba
olanlar, miras hususunda, Allah'ın Kitab'ında birbirlerine mü'minler ve
muhacirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet
bunun dışındadır. Bu Kitab'ta yazılı bulunmaktadır.
7- Peygamberlerden söz almıştık. Ey
MuhammedJ Senden, Nuh'dan, İbrahim'den Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir
söz almışızdır.
8- Allah, doğrulardan
doğruluklarını sormak ve inkarcılara can yakıcı azab hazırlamak için bunu
yapmıştır. [5]
Yazih.Sağlam ahidleri
Kuvvetli söz. [6]
Dinî ve dünyevî
işlerde Peygamber (S.A.V.) mü'minlere canlarından daha da kıymetlid;r.
Mü'minlere Allah Resulünü, Allah'tan başka herşeyden hatta kendilerinden daha
çok sevmeleri, Allah'ın hükmünü kendi hükümlerinden daha çok tatbik etmeleri
vaciptir. O'nun hakkı kendi yanlarında öz nefislerinin haklarından daha ileri
olmalıdır. Nefisleri Allah ve Resulü için feda olmalı. Resulullah'ı
kötülüklerden koruyan birer kalkan olmalıdır. Kendi mülkiyetlerinde bulunan
herşeyi O'nun ayaklan altına bırakmalıdırlar. Verdiği emir ve yasaklara
inançlı olarak yönelmelidirler. Çünkü bu emir ve yasaklar onların doğru yola
iletilmelerini sağlar. Böylece İki cihan saadetini kazanırlar. Bazıları ise
ayet-İ kerimeyi şöyle manalaridırmışlardır: Peyamber onlara çok yakındır.
Onlara şefkat ve merhamet gösterir. Onlara kendi nefislerinden daha çok fayda
sağlar.
Ululama, sevgi,
hürmet, ağırlama ve evlenme yasağı bakımından Peygamberin hanımları,
mü'minlerin anneleridirler. "Sizin, Allah'ın Resulüne eziyet etmeniz ve
kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir!'[7]
Bu sadece Peygamber
hanımları için bir ikramdır. Onların hukukunu muhafaza etmektir. Ama onların
kızları mü'minlerin anaları değildirler. Bacıları da mü'minlerin teyzeleri
değildirler.
îslamîyetin ilk
zamanlarında müslümanlar dinde ve hicrette velayet esasına göre birbirlerine
mirasçı oluyorlardı. Akrabalıkta birbirlerine mirasçı olamıyorlardı. Cenab-ı
Allah akrabalık bağının, anlaşmalardan, din ve hicret adına veraseten daha
yakın ve öncelikli olduğunu açıkladı. Zevİl-erham,[8]
Allah'ın kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha
yakındırlar. Ama dostlarınıza, kendileriyle sevgi bağlan kurduğunuz, dostluk
te'sis ettiğiniz yabancı muhacirlere vasiyyet gibi herhangi bir iyilikte bulunmanız
caizdir, hiçbir sakıncası yoktur. Haram olan, miras bırakmak ve miras almaktır.
Yani iman ve hicret adına mü'minlerin birbirlerine mirasçı olmaları
yasaklanmıştır. Akrabalık ve zevi'l-erhamlık yönünden biribirleri-ne mirasçı
olabilirler ki, bu da Kur'an-ı Kerim'de yazılıdır.
Ey Muhammed, hatırla o
zamanı, biz Peygamberlerden misaklannı ve sağlam ahidlerini almıştık ki,
biribirlerinin geleceğini önceden insanlara müjdelesinler ve biribirlerini
doğrulayıp tasdik etsinler. Ya Muhammed! Senden de, ahit almıştık.
Bu ayet-i kerimede
özellikle bu adı sayılan peygamberlerden bahsedilmiştir. Çünkü bunların şeriat
ve kitapları vardır. Kendileri de Ulül Azim peygamberlerdirler. Bu da
kafirlerle mü'minler arasında miras hükümlerinin işlemesini kesinlikle
yasaklayan bir hükümdür. Bu, Nuh'un ve ayet-i kerimede Nuh Peygamber ile adı
bir arada zikredilen Peygamberlerin şeriatlerinde yer almakla beraber Muhammed
(S.A.V.) efendimizin şeriatına aykırı olmayan hususlardandır. [9]
İslamİyetin ilk
zamanlarında hicret sebebi ile muhacirler kendi aralarında birbirlerine
mirasçı olabiliyorlardı. Sonra iman ve akrabalık bağı dolayısıyla mü'minler
biribirine mirasçı olmaya başladılar. Kafir ile mü'min arasında miras
hükümlerinin cereyan ettiği, kendilerinden misak alınan Peygamberlerden
hiçbirinin dininde mevcut değildir. Ey müslümanlar, dinde müdahane etmeyin.
Gevşeklik göstermeyin. Kafirlere yaltaklanmayın.
Biz peygamberlerden,
yükümlülüklerini yerine getirmeleri, Peygamerlİk ve risaleti tebliğ etmeleri,
biribirlerini doğrulamaları hususunda sağlam bir ahit aldık. Cenab-ı Allah,
kendi dinine insanları davet etmeleri için peygamberlerden kuvvetli söz ve
ahid almıştır. Mü'minleri doğrulukları ve imanları dolayısıyla
mükafatlandırmak, kafirlerle isyankarları da elim azapla azaplandırmak için
peygamberlerden kuvvetli söz aldı. [10]
9- Ey İnananlar! Allah'ın size olan
nimetini anın, üzerinize ordular gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgar ve
göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görüyordu.
10- Onlar size yukarınızdan ve
aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü; yürekler ağızlara gelmişti; Allah
için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz.
11- İşte orada, inananlar denenmiş
ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.
12- İkiyüzlüler ve kalblerinde
hastalık olanlar: "Allah ve peygamberi. bize sadece kuru vaadlerde
bulundular" diyorlardı.
13- İçlerinden bir takımı: "Ey
Medinelilerl Tutunacak yeriniz yok, geri dönün" demişti. İçlerinden bir
topluluk da Peygamberden: "Evlerimiz düşmana açıktır" diyerek izin
istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaç-. mak istiyorlardı.
14- Eğer Medine'nin etrafından
üzerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen
buna girişip derhal yapmaktan geri-kalmazlardı.
15- And olsun ki, daha önce, sırt
çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a ahd vermişlerdi. Allah'a verilen ahd
sorulacaktır.
16- Ey Muhammedi De ki; "Eğer
ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda
vermeyecektir; kaçsartız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız."
17- De ki; "Allah size bir
kötülük dilese veya bk rahmet istese, O'na karşı kim sizi koruyabilir?
Allah'tan başka bîr dost ve yardımcı da bulamazsınız."
18-19- Allah, içinizden sizi
alıkoyanları, size Allah'ın yardımım kıskanarak, kardeşlerine "Bize
gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin" diyenleri bilir. Kalblerine korku
gelince, ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözlen dönerek, —ey Muhammedi—sana
baktıklarını görürsün. Korkuları gidince iyiliğinize olanı çekemeyip sivri
dilleriyle sizi incitirler. Bunlar inanmamışlar-dır, Allah, bu sebeble işlerini
boşa çıkarmıştır; bu, Allah için kolaydır.
20- Bunlar, düşman birliklerinin
gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı,
kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulu-nuP, sadece sizin haberlerinizi
sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.
21- Ey inananlar! And olsun ki,
sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan
kimseler İçin Resulullah en güzel örnektir.
22- İnananlar, düşman birliklerini
gördükleri zaman: "İşte bu, Allah ve Peygamberinin bize va'dettiğidir;
Allah ve peygamberi doğru söylemiştir'' dediler. Bu onların ancak imanım ve
teslimiyetlerini artırdı.
23- İnananlardan, Allah'a verdiği
ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir.
Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.
24- Bu sebeple Allah, doğrulan
doğrulukları ile mükafatlandırır; ikiyüzlüleri de dilerse azablandırır veya
tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
25- Allah inkâr edenleri, kinleriyle
geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar; savaşta, inananlara Allah'ın yardımı
yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır. [11]
Üstünüzden, yani
vadinin üst tarafından, Medine'nin doğu cihetinden.Alt tarafınızdan, yani
vadinin alt tarafından Medine'nin batı cihetin den.Şiddetli korku ve dehşetten
dolayı gözler kaydı ve düşmanlarından başkasına bakamaz oldu. Hançere
kelimesinin çoğuludur. Bu savaş ile sınandılar. Şiddetle sarsıldılar.
Hastalık, zayıf İtikat, şek ve nifak.Aldanma, fayda vermeyen batıl.Medine
halkı. Avret, sağlam ve muhafazalı olmayan, açık, içine kolayca girilebilen
yer.Kaçmak.Yanlarından. Arkalarını dönmezler, yenik düşüp kaçmazlar, Müslümanları
Resulullah ile savaşmaktan alıkoymaya çalışanlar.Savaş.Sahih, cimri kelimesinin
çoğuludur. Bunlar Hendek savaşında Hendek kazmaya veya bu hususta mali
yardımda bulunmaya yaklaşmayan cimrilerdir.Dilleriyle size eziyet ettiler. Gruplar,
Resulullah (S.A.V.)'e karşı savaş verip O'nun işini bitirmek için bir araya
gelen kabileler. Güzel örnek .ölümünü.
Bu ayet-i kerimelerde
Hendek savaşı anlatılmaktadır. Hendek adını alması, Medine çevresine hendek
kazılarak savaşılmasmdan ötürüdür. Ayrıca Kureyş, Gatafan, Necİd kabileleri ile
Medine yahudileri çeşitli hizipler ve gruplar oluşturup bir araya gelerek
Resulullah'a karşı savaş verdiklerinden dolayı bu savaşa, hizipler anlamına
gelen Ahzab savaşı da denilmiştir.
Bu surenin 9 ila 11.
ayetleri savaşın genel tavsifini yapmaktadır. 12 ile 21. ayetler ise
Yahudilerle münafıkların mtlslümanlara karşı tutumlarını açıklamaktadır. 22
ila 25. ayetler mü'minlerin tutumlarım açıklamaktadır. 25. ayette ise savaşın neticesi anlatılmaktadır.. 26. ila
27. ayetlerde de müşriklere destek veren Yahudilerin akıbetleri açıklanmaktadır. [12]
Ey Allah'a ve Resulüne
iman edenler! Allah'ın, sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizin
üzerinize, karşı koyamayacağınız ordular gelmişti. Sizi mahvetmek ve işinizi
bitirmek için size karşı bir cephe oluşturmuşlardı. Cenab-ı Allah onların
üzerlerine Öyle bir rüzgar saldı ki, çadırlarını kökten söktü. Atlarını sağa
sola savurdu. Kazanlarım tersine döndürdü. Sizin görmediğiniz melek ordularını
üzerlerine gönderdi. Sizin yapmakta olduğunuz işleri Allah görmektedir ve
herşeyi yapmaya da muktedirdir.
Yahudiler, Arap
kabilelerinin dağınık durumda olduğunu, Peygamber ve Ashabına karşı savaşacak
güçte olmadıklarını görüyorlardı. Bunun üzerine cehpe oluşturmaya, birleşik bir
grup meydana getirmeye çabaladılar ve işe koyuldular. Araplarla yahudiler
islam'a karşı tek elden yönetilen bir ordu ve patlayan tek bir silah haline
gelmek, böylece onları varlık alanından silip atmak, rahata kavuşmak için
anlaşma yaptılar. Yahudi liderlerinden Huyey bin Ahtap ile diğerleri bu iş için
paçaları sıvadılar. Kureyş, Gatafan, Mürre oğulları, Eşca' ve diğer kabileleri
birleştirmeye başladılar. Nihayet bu kabileler bir araya geldiler. Kureyş'e Ebu
Süfyan, Gatafan'a Uyeyne bin Hısn, Mürre oğullarına Haris bin Avf, Eşca'
kabilesine de Mis'ar kumanda ediyordu.
ResuluIIah {S.A.V.)
efendimiz bu kabilelerin İslam'a karşı birleşik bir cephe oluşturduklarını
duyunca sahabüerini etrafına toplayarak onlarla müşavere etti. Ne yapmaları
gerektiği hususunda onlara danıştı. Selman-ı Farisi, Ova tarafından Medine
etrafına Hendek kazılmasını önerdi. Hendek kazmaya bütün gayret ve çabalarıyla
müslümanlar iştirak ettiler. Başlarında da Peygamber (S.A.V.) efendimiz
çalışıyordu. Kazı esnasında bir kayaya rastlanıldığında Peygamber (S.A.V.)
efendimiz gelerek onu kazmasryla parçalıyordu. Re-suîullah (S.A.V.) ile
sahabileri Hendek kazma işini tamamladıktan sonra Ku-reyşliler ile
beraberlerindeki Kinane ve Tihame kabileleri vadinin alt tarafından, doğu
cihetinden Medine'ye yöneldiler. Esad, Gatafan kabileleri İle Ne-cidliler
vadinin üst tarafından, yani batı cihetinden Medine'ye yönelerek geldiler,
nihayet Uhud taraflarında konakladılar. ResuluİIah (S.A.V.) efendimizle
Müslümanlar da Medine'den çıktılar, Zahr-i Sel' denilen Medine dağlarından
birinin yanına vardılar. Orada çadırlarını kurdular. Hendek de, müslü-manlarla
müşrikler arasında bulunuyordu.
Bu zorlu vakitte Huyey
bin Ahtap, Kureyza oğullarından Ka'b bin Esed'i, daha önce ResuluİIah ile kendi
aralarında yapmış oldukları anlaşmayı bozmaya teşvik etti. İlk anda Ka'b
anlaşmayı bozmaya yanaşmadı. Sonra bu işe meyledip anlaşmayı bozdu. Keşke
bozmamış olsaydı. Ama onlar hiçbir zaman kendilerine güvenilemeyecek, anlaşma
ve ahde riayet etmeyen yahudi-lerdir. islam'a karşı cephe oluşturan Müşriklerle
Yahudiler, yerlerinde bir süre durdular. Müslümnlar da aynı biçimde onların
karşılarında beklediler. Müslümanlar bu savaşta iki acılı durumu yaşadılar.
Birincisi Arapların top-yekun İslama karşı birleşik bir cephe oluşturmaları,
ikincisi de yahudilerin münafıklık ederek ahidlerini bozmaları ve içlerinde
gizledikleri düşmanlığı müs-lümanlara karşı açığa vurmalarıydı. Hatta bazıları
dediler ki; Bizim Medine'deki evlerimiz açıktır. Dönelim de evimizi muhafaza
altına alalım. Çünkü biz burda sîzinle birlikte savaşmaktayken evlerimize
saldırılmasmdan korkuyoruz. Diğer bir grupta şöyle dedi: Bugün bizler
korkumuzdan def-i hacete bile. gidemezken Muhammed, Kisrânın ve Kayserin
hazinelerini açıp bizim Önümüze sereceğini vaad ediyor!
Bu hal yaklaşık bir ay
kadar devam etti. İki taraf arasında taş ve ok atışmaktan başka bir şey
görülmüyordu. Bu durum peygamber efendimizin çok ağırına gitti. Nihayet
Fezareli Uyeyne bin Hısn ile Haris bin Avf e! Müriyye haber gönderdi.
Medine'nin ürünlerinden üçte birini kendilerine verme karşılığında
beraberlerindeki adamlarını alarak cehpeden çekilmelerini ye Kureyşlileri
yalnız başlarına bırakmalarını önerdi. Fakat Peygamber efendimizin bu
Önerisini Ensar uygun görmeyip şöyle dediler: And olsun ki Allah, aramazda
hükmünü verinceye kadar onlara kılıçtan başka birşey vermeyiz! Peygamber
(S.A.V.) efendimiz Ensar'ın böyle demesinden ötürü sevindi ve onlara muvafakat
etti. Bununla ilgili olarak ta şu ayet-i kerime nazil oldu: "Gözler,
şaşkınlıktan ötürü yerinden kaymış, (yürekler korkudan) hançereye dayanmıştı.
Allah hakkında türlü zanîarda bulunuyordunuz, İşte orada müminler denenmiş,
şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı". Bu ayet-i kerime müs-lümanlann
o andaki durumlarını çok ince bir şekilde tasvir etmektedir. Bazı Mekkeli
süvariler muattal vaziyette beklemekten hoşlanmamışlar, Hendeğin etrafında
dolaşmaya başlamışlar, karşı tarafa geçit verebilecek zayıf noktalar
araştırmışlardı. Nihayet böyle bir yer tesbît edince de atlarını oraya sürdüler
ve hendek de açılmış oldu. Müslümanlar bu durumu çok tehlikeli gördüler, derhal
Hz. Ali ve beraberindeki birkaç süvari bu gediği kapatmak için olay yerine
koştular. Q esnada Hz. Ali İle Amr bin Abdûd arasında bir çarpışma başladı.
Çarpışma sonunda Amr öldü. Amr'ın düşüp öldüğünü gören İkri-me bin Ebi Cehil
ile Dİrar bin Hattab gerisin geri kaçtılar. Müşriklerin atları mağlubiyet
içersinde ürküp geriye doğru kaçmaya başladılar. İşte bu sıkıntılı zamanda
kalpleri iman ile şenlenmiş, nefisleri de hakkı savunma uğrunda kayalardan daha
da sertleşmiş olan ihlaslı mü'minlerin omuzları üzerine mukavemet ağırlığı
çöktü. Müslümanlar bu anlatılan dirayetli tutumlarım devam ettirdiler.
Kahramanca savundular. Allah onları imtihan etti. Onlar da bu imtihanda sebat
ve metanet gösterdiler, sabrettiler, biribirlerine sabrı tavsiye ettiler. Ey
Muhammedi Senin Rabbin onlardan kötülüğü savmak, perişanlığı uzaklaştırmak
istedi. Onlar üzerindeki nimetini tamamlamak diledi. En kötü ve şerli savaşı en
güzel ve mükemmel bir surette kazanmaları İçin onlara destek verdi. Müşriklerin
kalplerine korku, aralarına da fitne düşürdü. O savaşta iki taraf arasında
sevilen, önce müşrik olduğu halde sonra İslamiyetle şereflenen Nuaym bin Mes'ut
Kureyzah yahudilerle müşrikler arasında çok önemli tir rol oynadı. Onun bu
başarılı diplomatlığı sayesinde kafirlerin cephesi darmadağın hale geldi.
Cenab-ı Allah onların kazanlarını ters çevirecek, çadırlarını kökten sökecek,
zehirli bir rüzgarı üzerlerine saldı. Şiddetli bir soğuğa ve yağmura
yakalandılar. Hemen eşyalarım toplayıp Mekke'ye geri dönme hazırlığına
başladılar. Dönmeleri de onlar için İyi oldu. İşte bu esnada Ebu Süfyan şöyle
diyordu: Ey Kureyş topluluğu! Siz durulacak yerde değilsiniz. Paçalar ile
tabanlar mahvoldu. Kureyzahlar bize muhalefet ettiler. Onlarla ilgili bize
kötü haberler ulaştı. Neler yaptıklarını götdünüz. Ve yine gördüğünüz gibi
şiddetli bir fırtınaya yakalandık. Bu fırtına varken, bizim kazanlarımız ocak
üstünde duramaz, ateşlerimiz de yanamaz, hiçbir çadır da bizi altında
barındıramaz. Haydi Mekke'ye dönün, ben dönüyorum!
Böyle dedi ve Mekke'ye
doğru yola koyuldu. Sabah oldu. Müslümanlar bir de ne görsünler: Birleşik cephe
orduları ve karargahları kalmamış, hepsi çekip gitmişler. Kuşatma çözülmüş,
mü'minlefin kalplerine huzur gelmiş, herkes sükûnet İçinde bekliyordu.
Müslümanlar şiddetli bir sarsıntıya uğradıktan sonra bu imtihanda da başarılı
olmuşlardı.
Yahudilerin
müslümanlara karşı tutumlarına gelince bunu şöylece özetleyebiliriz: Onlar
savaşın şiddetlendiği esnada Peygamber (S.A.V.) efendimizin kendilerine Kisra
ile Kayser'in hazinelerini vaad ettiğini duyduklarında Tu'me bin Ubeyrık,
Muattep bin Kuşeyr ile Yahudilerden bir, münafıklardan bir grup şöyle dediler:
Muhammed bizlere nasıl böyle bir vaadde bulunabilir?! Halbuki şu-anda bizler
def-i hacete bile gidebilecek durumda değiliz. Emniyet ve güven içinde değiliz!
"Allah ve Resulü,
bize sadece boş vaadlerde bulundu" derken, ne kadar da çirkin bir söz
söylemişlerdi. Onlar bu sözlerine ek olarak şu rezilce tavsiyelerde de
bulunuyorlardı: Muhammed'den vazgeçin. Ondan aynim. Çünkü o helak olacaktır.
Ebu Süfyan size galip gelirse hiçbirinizi sağ bırakmaz. İyisi mi, siz
evlerinize dönün. Muhammet'in askerlerinden kaçın. Ebu Süfyan ve
beraberindekilerin eliyle ölmeye sizi sevkeden nedir? Başka işiniz mi yok?
Evlerinize geri dönün.
Bir rivayete göre bu
sözü söyleyenler, Yahudilerdi. Bu sözü münafikla-nn reisi Abdullah bin Selul'e
söylemişlerdi. Münafıklarla Yahudİyelerİn bir kısmı savaşta Peygamber (S.A.V.)
efendimize: Medine'de evlerimiz saldırıya ve içindeki eşyalarımız da çalınmaya
müsait haldedir, diyerek izin istemişlerdir. Aslında evleri hiç de açık ve
muhafazasız değildi. Onlar yalan söylüyorlardı. Savaştan kaçmaktan başka bir
maksatları yoktu. Savaş alanından kaçmak İstiyorlardı. Şayet Medine'nin
sınırlan çiğnenip içine girilmiş olsaydı da sonra kendilerinden fitnekârlık
yapmaları ve müslümanları dilleriyle, silahlarıyla vurmaları, arkadan
saldırmaları İstenilseydi bütün bunları yaparlardı ve çok az bir süre
bekledikten sonra derhal işe koyulurlardı. "Eğer içinizde (sizinle
birlikte savaşa) çıkmış olsalardı size külfetten başka bir şey
arttırmaz-lardı". Oysa daha önce savaştan firar etmeyeceklerine,
arkalarını dönüp kaçmayacaklarına, ihlasla, sadakatle Peygamberin yanında
savaşacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi, ama onların sözleri ve ahidleri
yoktur. Oysa Allah'a verilen ahidden dolayı kişi hesaba çekilir. Ey Muhammed,
onlara deki: Sİz ölümden firar ettiğiniz zaman bu firarınızdan size bir fayda
olmaz. Siz kaçıp nasıl firar ediyorsunuz? Sİz sağlam kalelere sığınmış olsanız
bile eceliniz tamam olduğu zaman Ölüm mutlaka size kavuşur. Çünkü her ecelin
Allah katında yazılı bir vadesi vardır. "Ecelleri geldiği zamanda bir
saat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler (derhal mahvolup
giderler)"[13]
Sİz savaştan
kaçtığınız zaman, yaşayacak ömrünüz varsa, o ömrünüz müd-detince kısa bir zaman
yaşarsınız. Zira dünya, korkaklar için yaratılmış değildir. Ey Muhammed,
onlara deki: Sizler Allah'ın bir hükmünü bırakıp da diğer hükmüne nasıl
kaçarsınız? O size bjr kötülük ya da iyilik, zafer ve afiyet gibi rahmet
dilediği zaman O'na karşı sizi kim koruyabilir. İşlerinizi yürütecek ve size
şefaatçi olacak bir yardımcı ve dostta bulamazsınız. Allah'tan başka dost ve
yardımcı yoktur.
Rivayete göre Abdullah
bin Ubey İle münafık arkadaşları, müslümanlar arasındaki yandaşlarına şöyle
dediler: Muhammed ve ashabı az bir gruptur. O ve beraberindekiler mutlaka
mahvolacaklardır. Gelin Muhammed'den el çekin.
Bir rivayete göre bu
sözü söyleyenler Yahudİlerdir. Yahudiler, bunu münafıklara söylemişlerdi: Bize
gelin. Muhammed'İ terk edin. O mutlaka helak olacaktır. Şayet Ebu Süfyan size
galip gelirse hiçbirinizi hayatta bırakmaz! Bunun üzerine şu ayet-i kerime
nazil oldu; "Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve kardeşlerine:
"Bizegelin" diyenleri biliyor". Bunlar korkak bir kavimdirler.
Ölüm korkusundan dolayı savaşa çok az gelirler. Ancak riyakarlık yapmak ve
adlarını duyurmak için savaşa gelirler. Bunlar yardım hususunda da çok
cimridirler. Sıkıntı ve darlık zamanlarında size faydalan dokunmaz. Ancak
ganimet taksimi zamanında ortalarda görünür ve ganimet talebinde bulunurlar.
Korku gelip de savaş alevleri kızıştığında, sağa sola bakmaya başlarlar.
Korkudan gözleri döner. Akılları başlarından gider. Bu ürkek ve korkak
kimseler savaş korkusu ortadan kalkınca keskin dilleri ile size saldırır ve
kötü sözleri size sarfederler. Ağır sözlerle size eziyette bulunurlar. Hayırda
cimri, şerdfe cömerttirler. Bunlar kalben iman etmemişlerdir. Yaptıkları
amelleri Allah boşa çıkarmıştır. Çünkü bunlar yaptıkları amelleri Allah rızası
için yapmış değildirler. Onların nifakları ve amelleri Allah nazarında çok
basittir. Allah onları kahretsin. Nasıl da Hak'tan döndürülüyorlar! Şiddetli
korkak ve kötü görüşlü olduklarından dolayı bu münafıklar Medine'yi saran
birleşik cephe ordularının henüz Medine'yi terk etmediklerini zannediyorlardı.
Korkak kimseler işte böyledirler. Herhangi bir şeyi gördükleri zaman onu bir
adam zannederler. Kendilerine saldıracak bir düşman zannederler. İnançları
fasit, kalpleri kötü olduğu İçin.istiyorlar ki o birleşik cepheyi oluşturan
Arap kabileleri tekrar müslümanlarm üzerlerine saldırsınlar. Öldürülmek
korkusuyla ve Peygamberin başına musibet gelmesi beklentisi İle o korkaklar
size karşı birleşen Araplarla birlik içersindedirler. Sizin haberlerinizi
sorarlar. Aslında sizden değildirler. Onlar ne azın içinde ne de çoğun
içindedirler. Eğer sizlerle beraber olsalardı, ordunuzun saflarında yer alsalardı
bile yine de çok az savaşırlardı.
Ey savaştan geri
kalanlar! Sizin için Peygamber (S.A.V.) de güzel Örnek vardır. O'nun izinden
gitmeniz ve O'nu örnek almanız gerekir. Yaptığı işleri gözönünde bulundurmanız
icab eder. O şecaat ve cesarette, sabır ve metanette musibetlere karşı
direnmekte numune-i İmtİsaldir. O Allah'a bel bağlayıp güvenen, tevekkül eden
ve inanan biri idi. Allah'ın kıyamet gününde sevabını uman, azabından korkan,
O'nu çok sevdiği ve mükâfatını umduğu için fazlasıyla zikreden kimseler için
Peygamber (S.A.V.) de güzel bir örnek vardır.
Bu sözlerde, savaştan
geri kalanlar kınanmakta, bütün insanlar irşad edilmektedir. Çünkü hepsinin
her hususta Peygamber (S.A.V.) efendimize uymaları ve izini takip etmeleri
gerekir. O en yüksek ve en mükemmel örnektir.[14]
Kalplerinde hastalık
bulunan, korkaklık ve bocalamanın etkisi altında kaldıkları için kötü
karakterli, bozuk düşünceli ve fasid akideli olduklarını, davranışlarıyla
ortaya koyan Yahudilerle münafıkların tutumlarını önceki satırlarda okuduk.
Kalplerine imân aydınlığı giren, nefislerine yakîn nûr'u dolan ve Allah'a
güvenen mü'minlere gelince; bu sıkıntılı ve zorlu tecrübe onlara çok faydalar
verdi. Bu, Allah tarafından onların bir imtihan edilişi idi. Ya-kînlerine yakîn
kattı. Onlar, müşriklerin İslama karşı birleşik bir cephe oluşturduklarını,
ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmek istediklerini görünce şöyle dediler:
Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettikleri şeyler gerçektir.
Bu hal onların Allah'a
imanlarını ve Resulallah'ı tasdiklerini daha da artırdı. Zaferin, güçlü ve
hikmetli olan Allah katında bulunduğuna inandılar. Sabreden ve herşeyi
kendisinden bekleyen müslümanlara Allah'ın destek olacağına da inandılar. Evet
Allah ve Resulü onlara zafer vaadetmişti. Hire'nin, Medayİn'in, Kisra'nın,
Kayser'in hazinelerini ele geçireceklerine ilişkin söz vermişti. Onlar bu söze
güvenmekte idiler. Yeryüzünde vasıf ve niteliği ne olursa olsun, hiçbir
kuvvetin Allah'ı aciz bırakamayacağına kesinlikle iman getirmişlerdi. Allah
kâfirler için mü'minlere mağlubiyet vermez, kâfirleri mü'min-lere üstün getirmez.
Bu yığılan topluluklar, bir araya gelip cephe oluşturan kabileler, hariçte ve
dahildeki yahudilerle müşrikler Allah'a karşı basit bir gruptan başka bir şey
değillerdi. Bunlar o mü'minlerin iman ve teslimiyetlerini daha da arttırmıştı.
Buharî ve Müslim, Enes
(R.A.)'in şöyle dediğini rivayet ederler; "Amcam Enes bin Nadr, Bedir
savaşında Resulullah (S-.A.V.) efendimizle birlikte savaşmamıştı. Bu, onun çok
ağrına gitti. Ve şöyle dedi: "Resuîullah'm hazır bulunduğu ilk savaşta ben
bulunmadım. Ama Allah'a andolsun ki eğer Allah', Resulullah 7a birlikte
savaşmayı bana gösterirse benim neler yapacağımı elbetteki Allah
görecektir." Böyle dedi ve ertesi sene Uhud savaşında Resulullah
(S.A.V.)'in yanında hazır bulundu. Sad bin Malik onu karşıladı ve ey Ebâ Amr,
nereye böyle? dedi. O da: " 'Uhud'un gerilerinden cennetin kokusunu
alabiliyorum' dedi ve şehid oluncaya kadar savaştı. Vücudunda seksenden fazla
darbe vardı. Kız kardeşi onu ancak parmaklarının ucundan tanıyıp teşhis
edebildi." Cenab-ı Allah: "Bazı mü'min erkekler var ki, Allah'a
vaa-dettiklerİ sözü gerçekleştirdiler, ahidlerini yerine getirdiler, îslâmın
hakkını ödediler. Kimi şehid oldu, kimi şehid olmayı beklemektedir. Onlar
Allah'ın hükmünü değiştirmediler," mealindeki ayet-i kerimenin asıl manası
işte budur. Bu ayet-i kerime umumîdir. Zira itibar lafzın umumiliğinedir,
sebebin hususîliğine değildir. Adamın biri çıkıp da şöyle diyebilir: Eğer
müslümanlar hak yolda İseler, savaşta ve Öldürülmekte bu kadar azap ve işkence
çekmelerinin sebebi nedir?.Buna Cenab-ı Allah şöyle cevap veriyor: Bütün
bunlar oluyor kİ; Cenab-ı Allah mü'minleri seçip ayırsın, kafirleri de
mahvetsin. Doğru sözlüleri sadakatlarmdan ötürü mükâfatlandırsın. Münafıkları
da dilediği takdirde azaplandırsın, yahut tevbelerinİ kabul buyursun. Ve
onları gerçek tev-beye muvaffak eylesin. Şüphesiz Allah bağışlayandır,
esirgeyendir. [15]
Allah küfredenleri
—Ebu Süfyan ile Uyeyne bin Hısn ve beraberindekileri— öfkeleriyle gerisin geri
çevirdi. Onlar hiçbir fayda elde edemediler. İşin daha da kötüsü onların
içyüzleri açığa çıktı. Durumları belli oldu. Bütün Araplar; parasız ve azıksız
bir halde yurtlarından kovularak çıkarılan Muhammed ile arkadaşlarının
kuvvetinin, Yahudilerin parasal gücüyle birlikte bu birleşik Arap cephesinin
gücüne denk olduğunu anladılar. Allah savaşta (meleklerin ve rüzgarın
yardımıyla) mü'minlereyetti. O birleşik Arap cephesindeki savaşçıların
kalplerine korku düşürdü. Mü'minlerin gönüllerine, hakta sebat etmeleri için
cesaret bıraktı. Nihayet güçlü ve hikmetli olan Allah katından mü'minlere zafer
geldi. [16]
26- Allah, Kitab ehlinden,
kafirleri destekleyenleri kalelerinden İndirmiş, kalblerine korku salmıştı;
onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.
21 — Yerlerini, yurtlarını,
mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak
verdi. Allah her şeye kadir olandır.
Birleşik Arap
cephesine katılan gruplar, Kureyş ve Gatafan gibi kabile-leler yurtlarına geri
döndüler. Kalpleri kin, öfke ve üzüntü ile doluydu. Hiçbir fayda elde
edememişlerdi. Medine'deki Yahudiler de, suç unsurları ortaya çıkan mücrimler
gibi kala kalmışlardı. Haklarında verilecek kararı bekliyorlardı. Öte yandan
müslümanların da bu Yahudilerle münafıklara karşı kalpleri kin ve öfkeyle
doluydu. Çünkü bunlar müslümanlarla yapmış oldukları anlaşmayı bozmuşlar,
müslümanların düşmanları olan müşriklere destek olmuşlardı. Özellikle Muhammed
(S.A.V.) İle sahabilerinin etrafında iyilikten ve vefakârlıktan başka bir şey
görmemiş olan Kureyza oğulları, müslümanla-n çok kızdırmışlardı. İşte bütün bu
sebeplerden dolayı müslümanlar, kendilerine karşı birleşik cephe oluşturan
kabilelerin hezimete uğrayıp def oldukları gecenin sabahında Kureyza
oğullarıyla savaşmaya gittiler. Peygamber (S.A.V.) efendimiz Cebrail'in,
"Melekler henüz silahı elden bırakmamışlardır!" dediğini
müslümanlara duyurdu. Bundan sonra Peygamber efendimiz, Müslümanlardan, ikindi
namazını Kureyza oğullarının yurdunda kılmalarını istedi. Müslümanlar Hz.
Ali'nin taşımakta olduğu bir bayrağın etrafında biribirleriyle yarışa
girercesine Kureyza oğullarının yurduna doğru koşmaya başladılar. Yahudilerin
evlerine yaklaşan müsliimanlar, Yahudilerin Resulullah (S.A.V.) İle hanımlarına
kötü küfürler yaptıklarını işittiler. Bundan haberdar olan Resulullah (S.A.V;)
efendimiz onların kalelerine yaklaştıklarında şöyle dedi: "Ey maymunların
kardeşleri! Allah sizi rezil etmedi mi ve üzerinize intikamım İndirmedi
mi?" Onlar da dediler ki, Ey Muhammedi Sen cahil bîri değilsin. Bizim
gücümüzü ve kuvvetimizi bilmiyor musun?!
Resulullah (S.A.V.)
efendimiz yanlarına vardı, onları yirmi küsur gece kuşatma altında tuttu. Bu
kuşatma Evs kabilesinin reisi ve cahiliyet devrinde Kureyzalıların müttefiki
olan Sa'd bin Muaz'ın hakemliği ile sona erdi. Sa'd; erkeklerin öldürülmesi,
çocuklarla kadınların esir alınması, malların taksim edilmesi şeklinde bir
hüküm verdi.
Ey Muhammedi Senin
Rabbin Kureyzalıların verimli topraklarını müsJü-manlara miras olarak bıraktı.
Onların yurtlarını, kalelerini ve değerli mallarını-da müslümanlara devretti.
Allah herşeyi yapmaya muktedirdir.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz de Sa'd bin Muaz'm verdiği karara muvafakat etti. Bununla ilgili
olarak yukardaki ayet-i kerimeler nazil oldu. [17]
28- Ey peygamber! Eşlerine şöyle
söyle; Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta
bulunayım ve güzellikle salıvereyim.
29- Eğer Allah'ı, peygamberini,
aniret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük
ecir hazırlamıştır.
30- Ey Peygamberin hanımları!
Sizlerden biri açık bir hayasızlık yapacak olursa, onun azabı iki kat olur. Bu
Allah'a kolaydır. [18]
Size müt'a vereyim.
Mut'a, boşanan kadına verilen bir bedeldirSizi boşayayım.Açık bir fuhuş, zina.İki
kat, iki defa. [19]
Peygamber (S.A.V.)
efendimize eziyet eden men etmeye teşvik edilmekte idi. Yine o ayet-i kerimede
Peygamber hanesine karşı yüksek edeple edeplenilme-si gerektiği
anlatılmaktaydı. Bu ayetlerde ise Peygamber kadınlarının iffetli ve üstün
olmaları, Allah, ve Resulünü sevmeleri anlatılarak gerekli terbiye dersi
verilmekte, Peygamber evinin sade bir hayat üzere olacağı da ince bir şekilde
tasvir edilmektedir.
Ey Peygamber!
Kendilerini serbest bırakarak dilediklerini seçebilmeleri için eşlerine de ki:
Ey kadınlar! Eğer sizler dünya hayatını ve onun geçici ziynetlerini
istiyorsanız dünya hayatı ile dünyevi süsleri, Resulullah'ın yakınında bulunup
onun yanı başında durma nimetine tercih ediyorsanız, O'nun temiz meclisinde
bulunmaya yeğliyorsanız, gelin sizi boşayayım ve boşama bedelinizi de
ödeyeyim.
Buharı ve Müslim,
Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Ebu Bekir (R.A.)
Peygamber (S.A.V.) efendimizin hane-i saadetlerinin önüne gelerek içeriye
girmek için izin istedi. Kapı önünde içeriye girmek üzere beklemekte olup da
giriş izni alamamış olan bazı kimseler gördü. Nihayet o esnada içeriye girmesi
için Hz. Ebu Bekir'e İzin verildi. Sonra Ömer de gelip girmek için izin istedi.
Ona da İzin verildi. İçeriye girince Peygamber (S.A.V.) efendimizin oturmakta
olduğunu ve çevresini de hanımlarının sarmış olduklarını gördü. Peygamber
(S.A.V.) efendimiz Öfkesinden dolayı susmuş idi. Neler söyledi ise söyledi.
Sonra Ömer dedi ki: Vallahi ben öyle bir şey söyleyeceğim ki, ResuluIIah't
güldüreyim. Şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü sen görmeliydin. Harice'nin kızı
(eşim) benden nafaka istedi. Ben de kalkıp boynuna vurdum! Boğazını sıktım.
Hz. Ömer'in bu
sözünden hoşlanan Peygamber (S.A.V.) efendimiz tebessüm etti ve: "İşte
bunlar da benim etrafımda çevrelenmişler, gördüğü^ gibi benden nafaka
istiyorlar!". Peygamber efendimizin bu sözü üzerine Hz. Ebu-bekir kalkıp
Aişe'ye, Ömer de Hafza'ya yöneldiler. Herbirisi kendi kızlarının boynuna vurup
boğazlarını sıkmaya kasd ettiler. Ve şöyle dediler: "Yanında bulunmadığı
halde siz Resuîullah'tan nafaka mı istersiniz?" Kızları dediler ki:
"Allah'a yemin olsun. Artık Peygamberin yanında bulunmayan bir şeyi ondan
asla İstemeyeceğiz!".
Sonra Peygamber efendimiz,hanımlarından
bir ay veya 29 gün kadar uzak kaldı. Sonunda şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Ey Peygamber! Eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun
süsünü istiyorsanız... Büyük bir mükâfat hazırlamıştır" Bu ayeî-i
kerimelerin nüzulünden sonra Peygamber efendimiz hanımlarına varıp onlara seçim
hakkı tanıdı. Önce Aişe'ye gidip şöyle dedi: "Ey Aişe ben sana bir öneride
bulunmak istiyorum. Yalnız ana ve babana danışmadan bu hususta acelece karar
vermemeni arzuluyorum." Aişe: önerin nedir ya Resulullah? diye sorunca
Peygamber efendimiz, yukarıdaki ayeti kerimeleri ona okudu. Aişe, seni tercih
edip etmeme konusunda mı anama ve babama danışacağım ey Allah'ın Resulü?! Hayır
ben Allah ile Resulünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum, dedi. Peygamber
efendimiz hanımlarının hepsine ayrii öneriyi tekrarladı.
Alimler dediler ki;
Peygamber (S.A.V.) efendimiz Aişe'yi çok sevdiği için bu öneriyle ilgili
kararını vermeden mutlaka ana ve babasına danışmasını istedi. Zira biliyordu
ki, ana ve babası, Peygamberden ayrılmasını kendisine asla tavsiye
etmeyeceklerdir. Peygamber efendimizin diğer hanımlarına gelince; Bütün
İnsanlar bilmektedirler ki, Peygamber efendimiz onlarla asla şehvet için
evlenmiş değildir. Mü'minlerin anneleri olan Peygamber hanımları şunlardır:
1- Huveylid kızı Hatice. Peygamber
efendimizin evlendiği ilk kadındır. Onunla Mekke'de evlenmiş. Nübüvvetten
sonra yanında yedi yıl kalmıştı. Hz. Hatice ölünceye dek Peygamber efendimiz
onun üzerine başka bir kadınla evlenmemişti. O, kadınlar içerisinde Peygamber
efendimize ilk İman edendir. Faziletli, akıllı ve hayat görüşü olan, ayrıca
Kureyş içerisinde şerefli yeri olan bir kadındı.
2- Şevde binti Zem'a binti Abdi'ş-
Şems el Amiriyye. Peygamber efendimiz
Şevde ile Mekke'de gerdeğe girmişti. Şevde, Medine'de vefat etmiştir.
3- Hz. Ebu Bekir es-Sıddik'ın kızı
Aişe. Resulullah {S.A.V.) efendimizin çok sevdiği'hanı mıdır. İlimde,
anlayışta, dinde öncü kadınlardandı. Peygamber efendimiz onun faziletini ifade
etmek için "Dininizin yansını bu Humeyra-dan alın" buyurmuştur.
Peygamberimiz Hz. Aişe'den başka bakire bir kadınla evlenmiş değildir.
4- Hz. Ömer'in kızı Hafsa.
Resulullah (S.A.V.) efendimiz Hafsa ile evlenmiş sonra da boşamıştı. Bilahare
Cebrail gelerek şöyle dedi: "Allah, Haf-sa'ya geri dönmeni sana emrediyor.
Çünkü o gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan bir kadındır"
Cebrail'in getirdiği bu ilahî emir dolayısıyla Peygamber efendimiz Hafsa'ya
geri döndü.
5- Ümmü Seleme: Peygamber (S.A.V.)
efendimiz, sahih rivayete göre oğlu
Seleme'den alarak evlenmiştir.
6- Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe
(Remle) -. Resulullah (S.A.V.) efendimiz hicretten yedi sene sonra bununla
evlenip gerdeğe girmiştir. Mehrini peygamberimiz adına Necaşi vermişti.
Peygamber efendimizin Ümmü Habibe ile evlenmesi, kocasının ölümünden sonradır.
7- Zeynep benti Cahş. Peygamber
(S.A.V.) efendimiz, kocası Zeyd bin Harise'den boşandıktan sonra Zeynep'le
evlenmiştir.
8- Zeynep binti Huzeyme bin Haris.
Peygamber efendimiz bununla sekiz ay beraber kaldı. Sekiz ay kaldıktan sonra
kadıncağız vefat etti.
9- Safiyye benti Huyey bin Ahtap el
Haruniyye. Hayber savaşında Peygamber efendimiz bunu esir almış, azad ettikten
sonra da kendisiyle evlenmiştir.
10- Reyhane binti Zeyd. Peygamber
efendimiz Hicri 6. senede bu kadınla evlenmiş. Veda Haccından döndükten sonra
kadıncağız vefat etmiştir.
11- Meymune binti Haris el
Hüâliyye. Peygamber efendimiz bu kadınla Serf'te evlenmiştir. Evlendiği son
hanım budur.
Peygamber efendimizin
evlendiği hanımların hepsi daha önce evlilik hayatı yaşamış olan dullardır.
"VâşIılardır. Ya bir kabile reisinin kızıdır, yahut kocası savaşta şehit
düşüp de çoluk çocuğu ile başbaşa kalan çaresiz kadınlardır. Peygamber
efendimiz bunlara ve çocuklarına ikramda bulunmak için bunları nikahı altına
almıştır. Sadece bir tek bakireyle evlenmiştir. Peygamber efendimiz şehvetini
tatmin etmek için evlenmiş değildir. Onun evlenmesi; kalpleri biribirine
ısındırmak veya basiretli bir siyaset gereğini yerine getirmek, İslâm devletini
kurmak ve îslamî mefkureyi birleştirmek, kabileler arasında birlik ve
beraberliği temin etmek içindir.
Peygamber efendimizin
nikahlayıp da kendileriyle gerdeğe girmediği hanımları da vardır. Mesela
Kilâbiye, Esma binti Numan, İbnül Cevn, Kuteyle binti Kays ve Siyer
kitaplarında adları sayılan daha başka kadınlar bunlara örnek gösterilebilir.
Mariyetü'l-Kıbtiyye ile Reyhane adında iki cariyesi vardı.
Peygamber (S:A.V.)
efendimiz hanımlarını serbest bir seçim yapma hakkına sahip kılıp da
kendilerine mezkur öneriyi sunduktan sonra onlar, Peygamberin yanında ve
nikâhı altında kalmayı tercih ettiklerinde, Peygamber efendimiz onlara teşekkür
edip ikramda bulundu. Bunun üzerine şu ayet-İ kerime nazil oldu: "Bundan
sonra artık sana (başka) kadınlar (la evlenmek), bunları başka eşlerle
değiştirmek helal değildir"[20].
"Sizin, Allah'ın Resulüne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun
eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir!''[21]
Fakat bunun yanısıra Cenab-ı Allah onların itaatlerinin sevabını iki kat
kıldığı gibi isyanlarının cezasını da iki kat kılmıştır. "Ey Peygamberin
kadınları! Sizden kim bir açık edepsizlik yaparsa onun için azap iki kat
yapılır”[22]. Şerefli bir mertebe ve
faziletli bir derecede bulundukları, diğer bütün kadınlardan üstün oldukları
için tabii ki bu şerefleri ile orantılı olarak azapları da iki kat olmalıdır.
Bu nasıl olmasın ki! Onlar Peygamber evinde yetişmekte, O mübarek evin
feyzinden istifade etmekte, o temiz çevrede yaşama nimetine nail
olmaktadırlar.
Böyle olunca da bu
muazzam nimetin bedelini pahalıya ödemeleri gerekir. Onlara günah işledikleri
takdirde azaplarını kat kat vermek Allah'a göre çok kolay bir şeydir. [23]
31- Sizlerden Allah'a ve
peygamberine boyun eğip yararlı iş işleyene ecrini iki kat veririz; ona
cömertçe rızık hazırlamişızdır.
32- Ey Peygamberin hanımları!
Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah'tan sakınıyorsanız edalı
konuşmayın, yoksa, kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümid eder; daima ciddi ve
ağırbaşlı söz söyleyin.
33- Evlerinizde oturun; eski
Cahih\yy_ede olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin;
Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah
sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.
34- Evlerinizde okunan Allah'ın
ayetlerini ve hikmetini hatırda tutun. Şüphesiz Allah haberdar olandır, latif
olandır.
35- Doğrusu erkek ve kadın
müsiümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru
sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan
erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler
ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan
erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hep-sine'mağrifet ve büyük ecir
hazırlamıştır. [24]
Kunut kelimesi sükûnet
içerisinde taatte bulunmak, huşu içerisinde İbadet etmek manasına gelir.Fısk-ı
fücur hastalığı.Evlerinizde oturun.Açılıp saçılmayın.Maddi kir.ResuIullah
efendimizin kutlu sözleri. [25]
Peygamber (S.A.V.)
efendimizin eşleri nübüvvet hanesinde, ilim ve marifet kaynağında, hikmet
menbaında, hidayet temelinde bulunduklarına göre günah işlemeleri durumunda
cezaları da büyük olmalıdır. Onların işledikleri küçük günahlar, büyük günahlar
hükmünde olmalıdır. Bu nedenle Cenab-ı Allah, açık bir fuhuş ve günah
işlemeleri durumunda cezalarını kat kat vereceğini onlara bildirmiştir. Bunun
yamsıra onlardan kim Allah'a ve Resulüne gönülden itaat edip iyi işler yapar,
huşu ve teslimiyyet içerisinde ihlasla salih amel işlerse; Resululİah'a yakm
olup O'nun sohbeti ile şereflendiklerinden, vahiy nuruyla yararlandıklarından
dolayı sevabı iki kat verilecektir. "Onun için bol bir nzık
hazırlamişızdır". Evet Cenab-ı Allah onlar içîn bol bir nzık
hazırlamıştır. Bu rızka cennette hiç kimsenin eli uzanamamıştır. Bunda hiçbir
gariplik yoktur. Çünkü onlar Resulullah (S.A.V.) efendimizin evindeki odalarda
yaşamaktadırlar. En yüksek mertebelerde, bütün insanların fevkindeki bir
makamda yaşamaktadırlar. Peygamber efendimize ikramda bulunmak için Allah O'nun
eşlerine cennette bol rızıklar hazırlamıştır.
Peygamberin
hanımlarına bu ilahi emirler ile, uymaları gereken edepler gösterilmiştir.
Tabiiki müslümanlarm kadınları da bu emirlerde onlara tabiidirler. Bütün bu
emirler kadının tehlikeli mıntıkalardan uzaklaştjnlmasın] ve kendisini günaha
düşürecek yola yaklaştırıl mamasını hedef almaktadırlar. Peygamber (S.A.V.)
efendimizin hanımları bu gibi tehlikeli yerlerden elbetteki uzaktırlar. Yalnız
onlar nübüvvet hanesinde, komuta merkezinde bulunduklarından bu emre öncelikle
muhatap olmuşlardır. Ayrıca onlar mü'minlerin anneleridirler. İnsanların
şiddetle bilmek arzusunda ve ihtiyacında oldukları Peygamber efendimizin
hayatına ilişkin haberler de yanlarında bulunmaktadır. Zira Peygamber efendimiz
müslümanlar için en güzel bir örnektir. O'nun kadınları da kendisiyle konuşup
sohbet ettikleri, vahiy ve hadisi ondan sordukları için elbette ki bu
yasaklara öncelikle muhatap olmalıdırlar ki, bütün insanlar yukarıdaki ayet-i
kerimelerin, öncelikle kadınların en temizlerine en şerefli ve en iffetlilerine
verilen birer ilaç olduğunu anlasınlar. İşte bu emirleri kabul etmek ve
ilaçlan alıp kullanmak hususunda müslümanlar biribirle-riyle yarışsınlar.
Ey Peygamber
kadınları! Sizler şeref, fazilet ve Resululİah'a yani hayır ile nurun kaynağına
yakın olmak bakımından herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Çünkü sizler
mü'minlerin annelerisiniz ve Peygamberlerin en hayırlisi-sınm eşlerisiniz.
Peygamber, diğer insanlar gibi değildir. O, onlardan bambaşka bir statüye ve
özelliğe sahiptir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Peygamber efendimiz:
"Ben sizlerden biri gibi değilim" diyor. Ey Peygamber kadınları,
sizde takva şartı gerçekleşmiştir. Allah katında en şerefli ve en üstün olan,
takva sahibi kimsedir. Sizler başkaları gibi değilsiniz. Hal böyle olunca sözü
geveleyip yumuşak söylemeyin. Bilakis insanlarla konuşurken ciddiyet, senlik
ve akıllılıkla konuşun. Kalbinde fasıklık ve facirlik hastalığı bulunan kimse
sizin yumuşak konuşmanızdan ötürü ümitlenmesin.
Cenab-ı Allah
Peygamber kadınlarına; sözlerinin açık seçik olmasını, yumuşak ve tatlı bir
edâ ile konuşmamaları gerektiğini bildiriyor ki, kalplerinde hastalık,
akıllarında kıtlık, imanlarında zayıflık bulunan kimseler onlardan
ümitlenmesin. Ama bu, Peygamber kadınlarının her halükârda insanlara eziyet
verici bir eda ile çirkin söz söylemelerini gerektirmez. Hayır, Cenab-ı Allah,
gerektiğinde iyi sözler söylemelerini, ancak kalplerinde hastalık bulunan
basit kimselerin kendilerine tamahlanmasına neden olacak şüpheli şeylerden
kaçınmalarını emretmiştir.
Evlerinizde oturun.
îlk cahiliyet devrindeki açılıp saçımlalar gibi açılıp saçılmayın. O devir kör
bir sapıklık devri İdi. Araplar îslamiyetten önce o cahiliyet dönemini
yaşadılar. Yasaklanan açılıp saçılmadan kasıt, İslamm uygun görmediği tesettürsüzlüktür.
İslamiyet kadının iffetini muhafaza etmek ve cemiyet İçindeki mevkiini korumak
gayesiyle örtünmesini emretmiştir. Cenab-ı Allah peygamberinin kadınlarını
açılıp saçılmaktan men etmiştir ki bütün insanlık, açılıp saçılmakta büyük
tehlikeler bulunduğunu anlasın. Cenab-ı Allah —her ne kadar bütün müsiüman
kadınlar kasd edilmiş ise de— örtünme emrini Peygamber hanımlarına özel olarak
yöneltmiştir. Çünkü onlar, sevgilisi Mustafa'nın hanımlarıdırlar. Bu da
gösteriyor ki yukarıdaki ayet-i kerimeler, Allah'ın katında yüksek mertebede
bulunan, O'na en yakın olan ve çok sevdiği peygamber ailesi için yazılmış
manevî birer reçetedirler. Biz müsiüman kadınlarının Peygamber kadınlarına
uyması gerekmez mi? Herşeyden haberdar olup herşeyi gören Allah'ın, sevgilisi
ve elçisi Mustafa'nın kadınlarına tavsiye ettiği manevî ilaçlan kendi
kadınlarımıza da vermemiz ve onlara kullandırmamız gerekmez mi? Yukarıdaki
hitabın sadece Peygamber kadınlarına yöneltilmesinden bazı sırlar herhalde
bunlardır. Cenab-ı Allah,e!çisi-nİn kadınlarına; evlerinde oturmalarını,
zorunluluk olmadıkça evden dışarı çıkmamalarını emretmiştir. Çünkü ev, kadının
memleketidir. Çocuğunun beşiğidir. Erkek yetiştiren bir atölyedir. Kocanın
dinlenip istirahat ettiği yerdir. Kocanın üzerindeki yorgunlukları atması İçin
vaktinin yansını geçirdiği yerdir. Kadın, evde gayret ve faaliyetini
gösterecek alanlar, canlılığını güçlendirecek meşgaleler bulabilir. Koca, evde
karısının bulunmasına, karısının çocukları kontrol altında tutmasına şiddetle muhtaçtır.
Ancak kadın bizler İçin yeni bir kuşak meydana getirebilir. Bizim için eşler,
kardeşler vücuda getirebilir. Onun iyi bir terbiye ile yetiştirdiği eşler ve
kardeşler. Vatanlarını, dinlerini, haklarını ve görevlerini bilirler.
İslamiyyet kadının
evde oturmasını emretmekle onun ihtiyaç İçin olsa bile dışarı çıkamayacağını
hükme bağlamış değildir. Yalnız, kadın zorunluluk halinde dışarı çıkarken
cahiliyet devrindeki kadınların yaptıkları gibi açılıp saçılmamak
mecburiyetindedir. Allah'a yemin olsun ki bu onun için daha hayırlıdır! Ey
Allah'ım bu ne haldir! Sokaklarda kadınlar açılıp saçılmakta ya-n giyinik
vaziyette arz-ı endam etmekte, erkeklere meyletmekte, erkekleri de kendilerine
meylettirmekte, bacaklarını ve göğüslerini dahi açmaktadırlar. Yüzlerini
boyamakta, saçlarını, bacaklarını veya boyunlarını, gerdanlarını apa-Çîk bir
şekilde ortaya koymaktadırlar. Veyl olsun bu gibi kadınlara!
Ey kadınlar kendinizi
koruyun.' Bu güzelliklerinizi, sahipleri için muha-raza edin. Çarşıda, pazarda,
ona buna arzetmeyin. Böyle yaptığınız takdirde güzelliğinizin değeri azalır,
hatta zayii olur. Oysa insan men olunduğu şeye daha çok düşkün olur. Siz
güzelliğinizi olduğu gibi erkeklere sergiliyorsunuz. Onlara arzettiğiniz bu
güzelliğinizin değeri kalmıyor!
Bu demek değildir ki
İslam dînî kadının süslenmesini ya da temizlenmesini hoş görmüyor. Hayır,
bilakis İslamiyet, kadının elden geldiğince süslenip ziynetlenmesinİ tavsiye
eder, ama kocası için... Evde kocasının yanında tabii halde durup da çarşıya
pazara çıkarken bütün ziynetlerini takınıp boyanmasına ve vücudunun hemen
hemen her tarafım erkeklere göstermek için çabalamasına gelince buna ne
dersiniz?! Bunu kimler için yapıyor dersiniz?! Ey kadın, süsünü ve ziynetlerini
öncelikle kocana göstermek mecburiyetİn-desin. Bir zaruret dolayısıyla sokağa
çıkacak olursan edebinle ve de tesettüre riayet ederek çıkmalısın. Allah'ın
gazap ettiği açılıp saçılmadan uzak durmalısın. Çünkü bu cahiliyet devrindeki
cariyelerle bazı düşük kadınların adetidir; Cahiliyet devri saçılmalarının,
kötü ve kınanmış olduğunu ayrıca o zamanda yaşamakta olan insanların vahşi bir
çevrede ve de İlkel şartlar, altında düşüncesiz bir toplum içinde yaşadıklarını
bildiğimize göre bize ne olmuş da İslamî kentlerde kadınlarımızın çırılçıplak vaziyette
dolaştıklarını görüyoruz?!
Cenab-ı Allah,
Peygamber kadınlarını yumuşak bir edâ ile konuşmaktan, açılıp saçılmaktan,
gizlenmesi gereken yerlerini açmaktan men ettikten sonra; nefsi temizlendirip
arındıran, şahsı kuvvetlendirip Allah'a ulaştıran namazı kılmalarını; toplumu
düzene sokan, hased kirlerinden, kindarlık pisliklerinden arındıran,
yardımlaşmaya sevk eden, her hususta Allah'a ve Resulüne ittatte yönelten
zekâtı vermelerini emretmiştir. Bu emirlerle yasakların faydalan Allah'a
dönecek değildir. Ancak ey Peygamber ailesi! Sizi pisliklerden ve şahsınızı
lekeleyecek olan kötülüklerden arındırmak şanınıza layık bir şekilde sizi
temizlemek için Allah, emirlerle yasaklan sizlere yöneltiyor.
Peygamber ailesinden
kasıt kimlerdir? Bunlar Peygamber efendimizin'eş-leri ile, Fatıma, Ali, Hasan
ve Hüseyin gibi neslidir. Eşlerinin bu kapsama girmeleri, ayet-i kerimelerin
siyakı ile sibakının O'nlardan bahsetmiş oimasin-dan dolayıdır. Ali, Fatıma,
Hasan ve Hüseyin'in bu kapsama girişine gelince bunun sebebi şudur: Cenab-ı
Allah ayet-i kerimede ifadesini kullanıyor.
"Tathir"
fiilinin sonunda mim harfi yer alıyor. Eğer peygamber ailesinden maksat sadece
onun eşleri olsaydı Cenab-ı Allah ayet-i kerimede ifadesini kullanırdı. Ayrıca
bu görüşümüzü isbatlayan sahih hadis-i şerifler de varid olmuştur. Kaldı ki bu,
gayet basit bir meseledir. Peygamber ailesiyle ilgili olsa dahi sevmek ve
sevmemekte aşırılığa gitmeyi islamiyet mutlak surette mekruh görmektedir. Ey
Peygamber kadınları! Size okunan Allah'ın Kur'anî ayetlerini ve Resulullah'ın
size söylediği hikmeti hatırlayın. Bütün bunlarla amel edin. Şüphesiz Allah
latiftir, ilmi herşeye nüfuz eder. Kullarına karşı yumuşak davranır. Onlardan
haberdardır. Allah'ın emredip teşvik ettiği herşey sonsuz hikmetin gereğidir.
Bu emirleri kabul edin ve gereğince amel edin. Ey İslâm ümmetinin kadınları!
Sizler dünyadaki diğer kadınlar gibi değilsiniz. Allah'a karşı gelmekten
sakının, O'nun azabından korunun. Sözlerinizi yumuşak bir eda ile söylemeyin ki
zayıf imanlı ve aklı kıt kimseler sizlere ta-mahlanıpta size karşı
ümitlenmesinler. Siz içinde hayır bulunan ve serden uzak olan sözler söyleyin,
elden geldiğince iyi şeyler konuşun. Evlerinizde oturun. Zorunluluk olmadan
dışarıya çıkmayın. Çıktığınız takdirde ilk cahiliyet devrindeki gibi açılıp
saçılmayın. Islâmi adaba aykırı bir şekilde caddelerde kendinizi gösterip
arz-ı endam etmeyin. Dinin direği olan namazı kılın. Zekat'ı verin. Allah ve
Resulüne bütün emir ve nehiylerinde itaat edin. Şühesiz bütün bunlarda hayır vardır.
Allah sizden pisliği giderip arındırmak ister. Sizler de gönüllerinizi ıslah
edip nefislerinizi temizleyin. Ve iman nuru ile şenlendirin. Allah size karşı
lütufkârdır. Bu emirleri size vermekle iyilik yapıyor. Hallerinizden ve
nefislerinizden, nefislerinizin içinde gizli bulunan dürtülerden erkeklerle bir
arada bulunduğunuzda harekete geçen güdülerinizden haberdardır. En basit
şeylerden ötürü harekete geçen dürtülerinizden yine Allah haberdardır.
Hz. Aişe'nin Ceme)
vak'asında ortaya çıkması savaş maksadıyla olma-maştır. Ancak insanlar,
kendisine müracaat ederek içinde bulundukları halden şikayetçi olmuşlar,
bereketini ümit ederek İki tarafın arasını düzeltmesini dilemişlerdi. O da
durumu düzelteceğini zannederek İnsanların arasını İslah etmek maksadıyla işi
ele almak üzere ortaya çıktı: "Eğer inananlardan İki grup vuruşurlarsa
onların arasını düzeltin"[26]
Neticede Hz. Aişe'nin bindiği deve vuruldu. Hz. AIİ, onunla birlikte otuz
kadını deveye bindirerek Medine'ye yolladı. Mü'mİnlerin anası Hz. Aişe temiz
ve seçkin bir kadın olup müc-tehide idi. Te'vilinden dolayı sevap kazanmıştı
yaptığı işten dolayı da ecir ve mükâfat elde etmiştir. Yine de işin doğru okip
olmadığını en iyi bilen Allah-tır. Rivayete göre bazı kadınlar, herşeyİn
erkeklere verilmiş olduğunu, kendilerinin hiçbir hususta hatırlanmadığını
söyleyerek durumlarını Resulullah'a şikayet etmişlerdi. Bunun üzerine yukardaki
ayet-i kerime nazil olmuştu. Kâmil insanın alâmetlerini taşımakta olan bu
ayet-i kerimenin buraya konulması Peygamber ailesinin bilmek zorunda olduğu
şeylere işaret içindir. Ayrıca bu sayılan hususları gerçekleştirmek için çaba
sarfetmeleri gerektiğine, Peygamber (S.A.V.) efendimize yakın kimseler
oluşlarına pek fazla güvenmemelerine işaret içindir. Zira herkes yaptığı animle
karşı bir rehinedir. Doğrusu müs-lüman erkeklerle müslüman kadınlar, inanan
erkeklerle İnanan kadınlar, gönülden ibadet eden erkeklerle gönülden ibadet
eden kadınlar, doğru sözlü erkeklerle doğru sözlü kadınlar için Allah,
bağışlanma ve yaptıkları işlerden dolayı da büyük bir mükafat hazırlamıştır. Bu
sırada vasıflan anlatılan kimselerin dizilişi güzel bir tertiptir. İslamiyet
hem sözdür, hem de azalarla ameldir. Sonra islamiyet sabit olup insanın kalbine
yerleşince iman ve itikad meydana gelir. Eksiksiz bir tasdik ortaya çıkar.
Bundan sonra da kişinin sürekli ilahi emirlere uyarak salih amelde bulunması,
Allah'a gönülden ibadet edip ona ihlasla teslim olması icab eder. Bundan sonra
da nefsini şehadetler, iman ve amelle1 olgunlaştırması icab eder. îman ve amel,
kişinin davasında dürüst olduğunu başkalarına karşı isbatlar. îman ve amel,
dünya veya başka bir şey için değil de Allah için olmalıdır. Sabreden
erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a karşı huşu içinde olan erkeklerle huşu
içinde olan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, zekat
veren erkeklerle, zekat veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan
kadınlar, İffetlerini muhafaza eden erkeklerle iffetlerini muhafaza eden
kadınlar için Allah bağışlama ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Kişi
başkalarını Allah'ın yoluna davet etmekte dürüst olduktan sonra bazı eziyetler
ve elemlerle karşılaşacaktır. Davetçi kimselere bu eziyet ve elemlere karşı
ancak sabrın faydası olur. Kişi bu hususta alçak gönüllü olmalı mıdır, olmamalı
mıdır? Davet hususunda elbette mütevazı olmalıdır.
Allah'a karşı gönülden
saygılı olan erkeklerle gönülden saygılı olan kadınlar.. Evet bundan sonra
müslüman kendi nefsinin sahip olduğu şeylerle cömertlik yaparak sadaka
vermelidir ki gönülleri İslama cezbetsin. Ve başkalarını hoşnut etsin.
Müslüman kişi her zaman için kendi nefsini terbiye etmelidir. Oruçla
süslemelidir ki nefsinin serkeşliğini frenleyebilsin. Ve onu azgınlıklarından
alıkoyabilsin. Ayrıca ayaklanan şehvetine karşı iffetini korumalıdır. İşte
bütün bu hallerde müslüman kişi Allah'ı hatırında tutmalı mıdır, tutmamalı
mıdır? O'nu zekretmeli midir, zikretmerneli midir? Elbetteki Allah'ı
zikretmelidir. O'nu hiçbir zaman için aklından çıkarmamalı, gönlünde bulundurmalıdır.
Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ı zikretmekle sükûnete erişip mutmain
olurlar. İşte bu vasıflara sahip olan mü'minler için Allah bağışlama ve
yaptıkları iyiliğe karşıda büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [27]
36- Allah ve Peygamberi bîr şeye
hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek
yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran Şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış
olur.
37- Ey Muhammedi Allah'ın nimet
verdiği ve senin de nimetlendirdı-ğin kimseye: "Eşini bırakma, Allah'tan
sakın" diyor, Allah'ın açığa vuracağı ?eyi içinde saklıyordun.
İnsanlardan çekmiyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd
eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki, evlatlıkları eşleriyle
ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'inlere bir sorumluluk
olmadığını bilsinler. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.
38- Allah'ın Peygambere farz
kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş
geçmişlere uyguladığı yasasıdır, Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine
gelecektir.
39- Allah 'm göndermiş olduklarını
tebliğ edenler, Allah 'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar.
Allah-hesab görücü olarak yeter.
40- Muhammed içinizden herhangi bir
adamın babası değil, o Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur, Allah
her şeyi bilendir. [28]
Tercih ve seçme hakkı.
Onu açığa çıkarır. İhtiyaç ve ilişki. Zorluk ve günah. [29]
Zeyd bin Harise bin
Şurahbil, Hz. Hatice'nin kölesi İdi. Onu, Peygamber (S.A.V.) efendimize hibe
etti. Peygamberimiz de onu azad edip evlatlık edindi. İnsanlar Zeydi,
"Muhammedin oğlu" diye çağırırlardı. "Onları babalarına nisbet
ederek çağırın"[30]
ayet-i nazil olunca insanlar onu Zeyd bin Harise olarak çağırmaya başladılar.
Ayet-i kerimede
kendisinden bahsedilen Zeynep, Cahşm kızıdır. Karde-şide Abdullah bin Cahş'dır.
Anası, Peygamber efendimizin halası olan Ab-dulmuttalip kızı Ümeyye'dİr.
Kureyş'in önde gelenlerindendir.
Rivayete göre
Resulullah (S.A.V.) efendimiz, halası kızı Zeynep'e talip oldu. Zeynep,
Peygamber efendimizin kendi şahsı için talip olduğunu zannetmişti. Fakat
kendisini Zeyd adına istediğini anlayınca bundan hoşnut olma-di; evlenmek
istemedi. Kardeşi Abdullah da Kureyş kabilesi İçindeki mertebesinden ve
soyluluğundan dolayı kardeşini Zeyd'e vermek istemedi. Çünkü Zeyd, daha düne
kadar bir köle idi. Fakat "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman,
artık inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi İsteklerine göre seçme hakkı
yoktur" ayet-i kerimesi nazil olunca Zeyd ile evlenmeye hem kendisi, hem
de kardeşi razı oldular. Bunun üzerinde kardeşi, Peygamber efendimize,
"bana dilediğin gibi emret ya Resulullah!" dedi. Peygamber efendimiz
de Zeyneb'i Zeyd ile evlendirdi. Allah ve Resulü herhangi bir hususta hüküm
verdikleri zaman, İnanmış erkeklerle inanmış kadınların bu hükme herhangi bir
surette karşı gelmeleri mümkün değildir. Buna hakları yoktur. Böyle yapmalan
kendilerine yaraşmaz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, mü'mİnlere kendi
nefislerinden daha yakındır. Onu kendi nefislerinden daha üstün tutmaları
gerekir. Çünkü O, mü'minlere karşı çok merhametli, ve şefkatli olup onlara
düşkündür. Allah ve Resulünün emrine aykırı bir işi tercih eden kimse isyankâr
olmuş, sapıklığa düşmüştür. O büyük bir günaha müstahak olmuştur.
Zeynep, Zeyd ile
evlenmeye razı olmamıştı. Çünkü kendisi şerefli bir kadındı. Zeyd ise henüz
hürriyetine yeni kavuşmuş biri idi. Zeynep, Allah ve Resulünün emrine itaat
etmek mecburiyetinde olduğundan dolayı Zeyd İle evlenmeye razı oldu. Zaten bu
durumda başka ne yapabilirdi. Mti'mine bir kadın idi. Fakat, o da bir insandı.
Kendisim arzularına sürüklemek isteyen bir nefsi vardı. Zeyd ile karı-koca
hayatı sağlıklı olmadı. Çünkü ondan hoşlanmıyor ve kendisini ondan üstün
görüyordu. Zeyd ise imanı sayesinde üstünlük elde etmiş bir şahsiyetti. Ve
Allah katında insanların en takvah olanlarının en üstün olabileceklerine
inanmıştı. Yani O, takva unsuru olmadan bir kimsenin bir başkasına tercih
edilemeyeceğini de bir itikad olarak kalbine yerleştirmişti. Bu sebeple evlilik
hayatları mutlu olmadı. Zeyd bu durumu bir çok defalar Peygamberimize arz
ederek halinden şikayetçi olmuştu.
Rivayet olunur ki
Peygamber (S.A.V.) efendimize, Zeyd'in karısı Zeyneb'i boşayacağı ve kendisinin
de Allah'ın emri üzerine onunla evleneceğine dair vahiy nazil olmuştur. Zeyd,
Zeyneb'in huysuzluğundan ve kendisine itaat etmediğinden dolayı Peygamber
efendimize gelerek şikayette bulunduğunda ve karısını boşamak istediğini
bildirdiğinde Peygamber efendimiz, iyilik tavsiye etme bakımından ona şöyle
dedi: "Sen, bu sözü söylerken Allah'a karşı gelmekten sakın ve karını
nikahında tut". Peygamber efendimiz böyle söylerken, Zeyd'in ondan
ayrılacağını ve kendisinin Zeynep'le evleneceğini biliyordu. Fakat bunu içinde
saklıyordu. Fakat buna rağmen Zeydin, karısı Zeynep'i boşamasını da
istemiyordu. Peygamber efendimiz, Zeyd'in karısını boşayacağını, kendisinin
onunla evleneceğini biliyordu. Münafıkların;' 'Muhammed, azadhsı Zeydin
boşadığı Zeynep'le evlendi'' demelerinden çekiniyordu. Yüksek bir hikmetten ve
Kur'an'ın zikreceği: "(Bundan böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla
ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir
güçlük olmasın" mealindeki ayetten dolayı Allah'ın kendisine mubah
kıldığı bîr hususta insanlardan çekindiği için Cenab-i Allah Peygamber
efendimizi kınamıştı. Zeydin karısını boşayacağını bildiği halde ona "Ey
Zeyd, karım nikahında tut ve Allah'a karşı gelmekten sakın" dediği için de
Allah onu kınamıştı. Peygamberimiz insanlardan çekinmişti. Oysa Allah'tan çekinmesi
daha uygun idi. Zeydin, karısını mutlaka boşayacağını bilmesine rağmen
Peygamber (S.A.V.) efendimizin ona, karısını nikâhında tutup boşama-ması için
emir vermesinin bir anlamı yoktu. Allah, iman etmeleri İçin herkese emir
veriyor, ama onların bir kısmının bu emre uyup iman edeceğini,bir kısmınınsa bu
emre uymasının imkânsız olup kâfir olacağını biliyor; onun emir vermesi
insanların ahİrette kendisine karşı mazeret beyan edip hüccet ve delil ileri
sürmesini önlemek içindir. Zeyneb'in İddeti sona erince Resulullah (S.A.V.)
efendimiz izin almadan, Mehir vermeden, nikâh akdetmeden onunla gerdeğe girdi.
Çünkü onları yedikat göğün üzerinde Cenab-i Allah birbirlerine nikahlamıştı.
"Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan
böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla İlişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla
evlenmek hususunda mü'minîere bir güçlük olmasın." Allah'ın her husustaki
buyruğu mutlaka yerine getirilecektir. Çünkü o, emir sahibidir. Ve herşey O'na
dönecektir. Allah'ın izin verdiği, sünnet kıldığı hususlarda Peygamber için
bir sıkıntı, darlık ve günah yoktur. Bütün Peygamberler için bu durum
söz'konusudur. Bu, Allah'ın O'ndan önce gelip geçmiş Peygamberlere uyguladığı
yasasıdır. Allah'ın emri, hikmet sahibi olup herşeyden haberdar olan zatın
nezdinde takdir edilen bir kaderdir. Bu kaderi takdir eden, herşeyi bilip
herşey i görendir. Bu peygamberler, Rablerine tevekkül ederler, dayanırlar,
O'nun elçiliğini insanlara tebliğ eder ve bu hususta O'ndan başka hiç kimseden
çekinip korkmazlar. Davasında sadık olan mü'min, işte bu vasıfta olmalıdır.
Allah bu gibi kimseler için hesap görücü ve gözetleyİei olarak yeter. O herşeyi
müşahede etmektedir.
Ey İnsanlar! Muhammed
sizden bir adamın babası değildir ki Muham-med kendi oğlunun ve azadlısımn
karısıyla evleniyor, diyesiniz. O ancak Allah'ın elçisi, Peygamberlerin
sonuncusu ve Resullerin önderidir. O'ndan sonra Peygamber gelecek değildir.
Rİsalet O'nunla sona ermiştir. Gökten vahiy O'na inmiş ve artık bundan sonra da
inecek değildir. Herşeyden haberdar olan hikmet sahibi katından Muhammed
(S.A.V.)'in üzerine indirilen sağlam düstûr ve Kur'an-ı Kerim ile süreklilik
arzeden emirler size gönderilmiş ve iş kesinleşmiştir. Allah herşeyi
bilmektedir. Muhammed'İ de Peygamberlerin sonuncusu kılmıştır. O'nun elçiliği
umumîdir. Eksiksizdir, kapsamlıdır, içinde her hayır vardır. Ve O'nun
Peygamberliği kıyamete değin devam edecektir.
Bazı Tefsirlerde büyük
alimlere nisbet edilen bir takım uygunsuz sözlerin yer alması gerçektende esef
vericidir. Allah bilir ki o büyük alimler bu sözleri söylemekten uzaktırlar.
Olsa olsa bu gibi haberler İsrailiyat zehirlerinden başka bir şey değildir. Bu
haberleri, islamı seçen bazı yahudİler gerek iyi niyetten veya kötü niyetten
dolayı tefsirlere yerleştirmişlerdir. Bu tefsirlerde yaratıkların en şereflisi
ve bütün insanların yüksek ahlak ve sadakat sahibi bir kimse olduğuna tanıklık
ettikleri Peygamber efendimiz hakkında kullanılan sözler, adî bir kimseye bile
yakışmayacak İfadelerdir. Oysa Kur'an-ı Kerim'de Peygamber efendimizin yüksek
ahlaklı bir kimse olduğu İfade bu-yuruluyor: "Ve şüphesiz sen, büyük bir
ahlak üzerindesin"[31]
Peygamberimizle ilgili
olarak "Muhammed Zeyneb'i gördü. Ona aşık oldu. Sonra bu aşkını kalbine
gizledi. Başka çaresi kalmayınca aşkını açığa vurdu. Zeyneb'e ilgi duydu.
Kocası onu boşadı. Kendisi de'Zeyneb'Ie evlendi", şeklinde ifadeler
kullanılmıştır. Peygamberin (S.A.V.) Zeyneb'e olan aşkını gizlemesi sebebiyle
kınandığım İddia edenler de vardır.
Zeyneb'in Zeyd ile
evlenme tarihine ve içinde bulunduğu ortama basit nazarlarla baktığımızda şu
İnanca varırız: Zeyneb'in, Zeyd ile geçinemeyeşi-nin sebebi, sosyal durumları
bakımından aralarında büyük bir mesafe bulunmasından dolayıdır. Zeynep
asaletli bir kadın. Zeyd ise, daha düne kadar köle olan bir erkek idi. Cenab-i
Allah onu, Zeyd ile evlendirerek imtihan etmek, kabüecilik asabiyyetinîn
temellerini yıkmak, Cahiliyyetin aristokrasisini ortadan kaldırmak, şerefin
müslümanlıkta ve takvada olduğunu bildirmek istedi. Zeyneb, bu ilahi emre kerhen boyun
eğdi. Bedenini Zeyd'e teslim etti ama ruhunu ve gönlünü ona veremedi. Böyle
olunca da kendisini sıkıntı ve elemden kurtaramadı.
Muhammed (S.A.V.)
efendimiz Zeyneb'i, küçüklüğünden beri tanırdı. Onunla evlenmek isteseydi
rahatlıkla evlenirdi. Buna engel olacak kimse de yoktu. Nasıl olurda bir kimse,
bakire bir kadını bir başkasına verir, o adam o kadınla evlenip boşandıktan ve
kadın dul hale geldikten sonra ona rağbet eder?! Bu mümkün değildir. Böyle bir
düşünce gerçeğe uygun değildir. Söylediklerinizi iyi düşünün ve akıllıca
konuşun. Hiçbir karışıklığa meydan vermeden, hiç leke sürmeden hakkı, sırf hak
için anlayıp kavrayın.
Bakınız bazıları da
neler söylüyorlar: Muhammed Zeyneb'e olan aşkını gizlediği için Allah
tarafından kınandı! Kişi komşusunun karısına olan aşkını ve sevgisini gönlünün
derinliklerine gizleyip açığa çıkarmadıkça hiç kınanır mı? Ama gerçek olan şu
ki Zeynep ile Zeyd'in evlenmesi, Zeynep İle kardeşini imtihan etmek İçindi.
Çünkü Cenab-ı Allah Zeyneb'i, Zeyd'İ kocalığa kabul etmeye zorlamıştı. Bu
evlilik, sonunda da Peygamber (S.A.V.) efendimiz için çok zorlu bir imtihan
oldu. Çünkü Zeyneb henüz Peygamberin azadhsı olan Zeyd'in nikahı altında iken
Peygamber efendimiz ne şekilde nihayetle-neceğini biliyordu ve bu esnada Allah,
Zeyneb İle evlenmesini O'na emrediyordu. Kur'an-ı Kerim1 in de ifade ettiği
gibi bundaki hikmet, cahiliyet devrinde Araplar arasında meşhur ve teamülde
olan bir ilkeyi, yani kişinin kendi evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla
evlenme yasağını yıkmak İdi. Evlatlıkların kanlarını kendi öz oğullarının
kanlan gibi kabul ediyorlardı. Bu adet, onların kalplerine iyice yerleşmişti.
Bu durum ancak Peygamber efendimizin ve de azadhsı Zeyd bin Harise'nİn
elleriyle yıkılabilirdi ve yıkıldı da. Peygamber (S.A.V.) efendimizin kendi
içinde gizlediği bu zorunlu evlenme ona eziyyet veriyordu. Bu sebeple de
Allah'ın kendisine verdiği evlenme emrini, yani Zey-neb'le evlenme işini
gerçekleştirmeyi geciktiriyordu. Çünkü Öteden beri yerleşmiş olan bid'adeti
—evlatlık edinme ve evlatlıkların boşadıklan kadınlarla evlenmeme adetini—
yıkacaktı. Bu adeti yıktığını gören insanlar, özellikle de münafıklar büyük bir
gürültü çıkaracaklardı.
Peygamber efendimiz
bundan çekiniyordu. Münafıklardan çekindiği için de Allah tarafından kınandı.
Bu hadiseyi
müsteşrikler ve onlara benzeyen müslümanlar dillerine dolamakta, içine
daldıkça dalmakta ve buna. bazı İlavelerde bulunmaktadırlar. Başkalarının
namusu hakkında derinlemesine konuşmayı kendi nefislerine mubah kılmakta ve
kendilerini bu hususta serbest görmektedirler. Peygamber (S.A.V.) efendimiz
hakkında konuşmakta ve O'nu birçok insanların tenezzül edemeyeceği bir biçimde
tasvir etmektedirler.
Bu rezaletleri irtikâb
ederken de bazı Tefsir kitablannda yer alan, gerçeklerden uzak'nakillere
dayanmaktadırlar. Bilindiği gibi birçok şahitlerin de te'yid ettikleri hakikat,
Peygamber efendimizin böyle süflî şeylerden nezih ve uzak olduğudur. [32]
41- Ey İnananlar! Allah'ı çok
anın.'
42- O'nu sabah akşam teşbih edin.
43- Karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir. İnananlara
merhamet eden O'dur.
44- O'na kavuştukları gün mii'minlere
yapılacak dirlik temennileri "Selam" demek olacaktır. Onlara cömertçe
verilecek ecir hazırlamıştır. [33]
Ey iman edenler,
Allah'ı zikredin. "Şu Allah'ı unuttuklarından dolayı (Allah'ında) onlara
kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın". Bunlar nihayette
yollarım kaybettiler. Ey iman edenler! Allah'ı ayakta, oturarak, yanınız
üzerine yatarak, hülâsa her halükârda çokça anın. Müslüman kişinin her
halükârda Rabbini anması, O'nu unutmaması, kalbiyle zikretmesi, O-nun ululuğunu
hissetmesi, hesabından ve azabından çekinmesi, her zaman için O'nun gözetim ve
kontrolü altında bulunduğunu bilmesi gerekir. Yaptığı işleri Allah'ın bildiğini
ve söylediği sözleri de Allah'ın işittiğini idrâk etmesi icab eder. O'nu
ululayıp yücelterek anın. Sabah akşam O'nu tenzih ve teşbih edin. Ayet-i
kerimede geçen teşbih kelimeleri salât kelimesinden daha genel ve daha
kapsamlıdır. Ayet-i kerimede geçen sabah ve akşam diye terceme ettiğimiz S_^j
ve J^1 kelimelerine gelince; bükre kelimesi gündüzün evvel vaktine; esil
kelimesi de gündüzün son vaktine denilir. Her ne kadar maksat, Allah'ı bütün
vakitlerde zikretmekse de, ayet-i kerimede bu ifadeler kullanılmıştır.
"Öyle ise akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı teşbih (etmemiz
gerekir). Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğinizde de hamd, O'na
mahsustur"[34]
Ey Mü'minler! Allah
size rahmet eder. Melekleri de sizin üzerinize sa-lâtta bulunurlar. Salât
kelimesi Allah'a nisbet edildiğinde, O'nun bizlere rahmet etmesi manasını
ifade eder. Meleklere nisbet edildiğinde, meleklerin bizler için istiğfarda
bulunmaları manasını ifade eder. Ey mü'minler, Allah bütün bunları; sizleri,
kötülükleri emreden nefsinizin karanlıklarından, aldatıcı dünyanın
zulümatından, şeytanın vesveselerinden çıkarıp kurtarmak için yapıyor. Size
doğru yolu gösteriyor. Nûr, ilim, islam ve hayır yoluna girmeniz için sizleri
muvaffak kılıyor. Allah mü'mînlere çok merhamet edendir. "Allah,
İnananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır"[35] Bize
merhamet eden, bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran, şefkat edip bizleri
esirgeyen Allah'ı çokça anamaz mıyız?! O bizlere şu emri veriyor: "Öyle
ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin"[36]
Ey mü'minler Allah'ı
zikredin. O, kıyamet gününde sizi asla unutmayan ve noksanlıklardan münezzeh
olandır. O lütuf sahibidir. Kullarına hoş ve güzel kelimelerle esenlikler ihsan
eder. Onları mübarek kelimelerle selamlar. Bu selâm Allah'tandır. Ve bu büyük
bir lütuf tur. Bu esenliği ve selamı kulları için hazırlamıştır. Onlar İçin
büyük bir mükâfaat hazırlayıp vücuda getirmiştir. O'nun kadrim kimseler takdir
edemez. O'nun künhünü hiç kimse idrak edemez. Bu büyük bir mükafattır. Kullan
hiç bir talepte bulunmadan, yorgunluk ve zahmet çekmeden elde edeceklerdir.
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tan dilediğimiz, bizleri kendisinin
rızasına uygun ameller işlemekte muvaffak eylemesidir. Allah, bizi güzel amel
işleyen kulları arasına katsın, bizde bu büyük sevaba kavuşan kimselerle
beraber olalım. [37]
45-46- Ey peygamber! biz seni
şahid, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık
olarak göndermişizdir.
47- İnananlara, Rablerİnden büyük
bir lütuf olduğunu müjdele.
48- İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat
etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
49- Ey İnananlar! Mü'min kadınlarla
nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığmızda, artık onlar için size
iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle
serbest bırakın. [38]
Ey Peygamber!
Hallerini kontrol edesin, amellerini gözetleyesin, onlardan sadır olan tasdik
ve yalanlama ile diğer işlerine dair şahitlik görevini üstlenesin, kıyamet
gününde onlara karşı tanıklık görevini ifâ edesin diye biz seni insanlara bir
şahit olarak gönderdik. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine,
ahiret gününe iman etmeleri için onları gizlice ve alenen İslam'a davet
edersin. "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız,
Peygamber de size şahit olsun"[39]
Ey Peygamber! Şüphesiz
Rabbin seni kıyamet gününde İnsanlara karşı şahitlik yapasm, sana İman edenleri
cehennem ateşi İle korkutup uyarasın, Allah'a —ve O'na itaatte bulunmaya O'nun
izni ile- davet edesin diye seni elçilikle görevlendirdik. Sen kuru bir iddiacı
ve boş sözler söyleyen biri değilsin. Hayır, bütün bunlar Allah'ın emri ve
iznîyledir. Ve sen ey Peygamber! İnsanları hakka ve dosdoğru yola ileten
aydınlık saçıcı bir lambasın. Kör gözleri, sağır kulakları, kilitli kalpleri
açasm diye Rsbbin seni gönderdi. Ağır başlılık senin elbisendir, iyilik senin
şiarındır, takva senin azığındır, hikmet senin sözündür, doğruluk senin
tabiatındır, yüksek ahlak senin ahlakındır. Hak ve adalet senin şeriatındır. Bu
vasıflarınla, darmadağınık ümmetleri bir araya getirip onları birbirlerine
ısındırdın. Biribirlerinden nefret eden kalpler arasında bir ülfet peyda
ettin. Doğru yoldan sapmış birçok insanları böylelikle sapıklıktan kurtardın.
Bu sayede onlar başkalarına iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, Allah'ı
birleyen; O'na iman eden, ihlaslı, doğru sözlü ve hakkı doğrulayıcı, insanlar!
da hak yoluna iletip hak ile hükmeden adil kimselerden oluşan hayırlı bir ümmet
haline geldiler. Bu da Allah'ın dilediği kuluna verdiği bir lütuftur. O, Iütfu
bol ve büyük olandır. Gerçekten de Çenab-ı Allah ne güzel ve ne doğru söylemiş:
Ey Muhammedi Allah'a,Peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe iman eden:
Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti ile amel eden kimseleri Allah'ın lütuf ve
nimeti ile müjdele. Bu lütfün miktarı hiç kimse tarafından bilinmemektedir.
Allah tarafından onlara büyük bir nimet bahşedilecektir, muazzam bir mükafat
verilecektir. Bol bir rızık ihsan edilecektir. Bütün bunlardan sonra ey
Muhammed, sen kâfirlerle münafıklara itaat etme. onlara iltifat etme,
durumlarıyla ilgilenme. Onlara karşı nasıl bir tutum sergilemen gerektiğine
dair sana bir emir verilinceye kadar eziyetlerine de aldırış etme. Sadece
Allah'a tevekkül edip O'na dayan. O sana yardım edecek, seni destekleyecek,
seni koruyacaktır. Her kim Allah'a tevekkül ederse Allah, ona yeter. Vekil
olarak Allah sana kâfidir.
"Ey inananlar,
inanan kadınları nikâhîayipta, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların
üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur!' Birisi çıkıpta bu ayet ile
önceki ayetler arasında ne münasebet vardır? diyebilir. Buna merhum Fahr-ı
Razi'nin ağzından cevap veriyoruz: "Bu ayet-İ kerîmenin, kendinden önceki
ayetlerle ilintisine gelince diyeceğimiz söz şudur: Yüce Allah bu surede ahlâki
üstünlükleri anlatmış, Peygamber (S.A.V.)'itıe
de edep ve terbiye derslerini vermiştir. Lâkin yüce Allah Peygamberine
verdiği emri. kullarına da vermiştir. Peygamberi için bir üstünlük ve edep
dersi verdiğinde, mü'minler için de buna uygun ders vermiştir. Cenab-ı Allah
kendisi bakımından Peygambere edep dersi verirken önce O'na şu hitapta bulunmuştur:
"Ey Peygamber Allah'tan kork". İkinci olarakta "Ey Peygamber
2evce-lerine de ki..." üçüncü olarakta —ümmetin avamı ile ilgili olarak—
şu ifadeyi kullanmıştır: "Ey Peygamber biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik." Evet böyle buyurduktan sonra kendi zâtı ile ilgili
olarak mü'minleri İrşada şu emirle başlamıştır: "Ey inananlar Allah'ı çok
anın". Daha sonra eşleriyle ilgili olarak mü'minlere şu buyruğu vermiştir:
"Ey inananlar, inanan kadınları nikahlayıpta, henüz onlara dokunmadan
boşarsanız, onların üzerlerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur"
Üçüncü olarakta mü'mîn-lerin Peygamber (S.A.V.) efendimize karşı nasıl bir edep
takınmaları gerektiğini anlatmıştır: "Ey inananlar, yemeğe çağrılmadan
peygamberin evine girmeyin." "Ey inananlar, siz de O'na (Peygambere)
salât edin. (O'nun şamm yüceltmeye özen gösterin); içtenlikle selâm edin (O'na
esenlik dileyin)".
Ayet-i kerimeden kast
ediîen mana şudur: Ey inananlar, mü'min kadınları —aynı şekilde kitabî
kadınları— nikahladığınız zaman (ayet-i kerimede sadece mü'min kadınlardan
bahsedilmiş, kitabî kadınlardan sözedilmemiş olması, mü'min erkeklere, mü'min
kadınları nikahlamanın daha evlâ olduğunu belirtmek içindir) onları gerdeğe
girmeden boşarsanız, onlar üzerinde.si-zİn sayacağınız iddet hakkınız yoktur.
Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan kadın, rahmini ibra etmek
ihtiyacında değildir. Yalnız kocası vefat eden kadın, rahmini ibra etmek için
değilde kocasının ölümünden dolayı elem çekmek için 4 ay 10 gün süreyle İddet
beklemek mecburiyetindedir. Bu idde-tİn gerekçesi rahmin ibrası değildir. Çünkü
rahim bir ay beklemek ya da bir adet görmekle ibra edilmiş olur. Kendisiyle
gerdeğe girilmeden boşanan kadına kocasının boşanma bedeli vermesi gerekir ki,
bu da mehrin yansıdır. Tabii nikah akdi yapılırken mehrin miktarı belirtilmişse
bu miktarın yarısı verilecektir. Şayet böyle bir şey söz konusu değilse,
gönlünün kırıklığını onarmak onunla bazı ihtiyaçlarını gidermek için,
kendisine bir miktar boşanma bedeli verilir. Kendilerine acı ve işkence
çektirmeden güzellikle salıverilirler. [40]
50- Ey Peygamber! Mehirlerini
verdiğin eşlerini, Allah 'm sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle
beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının
kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber ni-kahlanmayı dilediği takd'.Je
—mü'minlerdcn ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere— kendisinin meh^nipeygambere hibe
eden mü'min kadını almam helal kilmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için
mü'minlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine 'neyi farz kılmış
olduğumuzu bildirmiştik. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
51- Ey Muhammedi Bunlardan
istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış
olduklarından da arzu ettiğini yanma almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu
onların gözlerinin aydm olmasını, üzüî-memelerini, hepsine verdiğin şeylere
razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalb-lerinizde olanı bilir; Allah
bilendir, Halim olandır.
52- Ey Muhammedi Bundan sonra sana
hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse
gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir. Allah her
şeyi gözetmektedir. [41]
Melikleri.Allah onu
sana geri verdi.Onu nikahlamak İster. Günah ve darlık.
Erteliyorsun. Yanına alırsın. Talep ettin. Ayırdın. [42]
Ey Peygamber! Şüphesiz
ki Allah, mehirierini verdiğin kadınlarla, ganimetten eline geçen cariyelerle
evlenmeni sana helal kılmıştır. Ayrıca seninle birlikte hicret etmiş olan
akraba kızlarından (örneğin amca kızlarından, hala kızlarından, teyze
kızlarından, dayı kızlarından), dilediğinle evlenebilirsin. Kendini sana hibe
eden ve senin de gönüllü olarak nikahlamak isdediğin mü1 min kadınları almanı
da Allah sana helâl kılmıştır. Yalnız bu hükümler diğer mü'minlere değil sırf
sana mahsustur.
Sıkıntıya
ve günaha düşmeyesin diye Allah sana bu hükmü özel olarak vermiştir. Cenab-ı
Allah, kendi hanımlarını seçmesi için bir esas Ölçü olarak Peygambere genel bir
tavsifte bulunuyor: Mehri verilen ve mehir almayı kabul eden bir kadın her ne
vasıfta olursa olsun mehir almayan kadından daha evla ve daha faziletlidir.
Kişinin bizzat esir aldığı cariye, başkalarından satın aldığı cariyelerden daha
iyidir. Peygamber(S.A.V.) efendimizle birlikte hicret etmiş olanlara amcası
kızı, dayısı kızı, halası kızı ve teyzesi kızı diğer kadınlardan daha iyi ve
önceliklidir. Zira hicret edenler, hicret etmeyenlerden daha şerefli ve daha
üstündürler.
Süddî, Ebu Talip kızı
Ümmü Hanî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Re-sulullah (S.A.V.) efendimiz
benimle evlenme talebinde bulundu. Ben de kendisiyle evlenemeyeceğimi
söyleyerek Özür diledim; çünkü ben çoluk çocuğu olan bir kadındım. O da benim
özürümü kabul buyurdu ve bunun üzerine. Cenab-i Allah bu ayet-i kerimeyi
indirdi. Ben Peygambere helal olamazdım. Çünkü ben hicret etmiş değildim
vebenboşananlardandım.Yukarıda sayilıpta hicret edilen kadınların üstün ve
öncelikli olduklarını şu ayet-i kerime de teL yid etmektedir: "Birde
kendisini (mehirsiz olarak) Peygambere hibe eden ve Peygamberin de, sırf
kendisine eş ve mü'minîere de ana olsun diye kendisini almak dilediği inanmış
kadını, diğer mü'minîere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal
kıldık)".
Kurtubî merhum, bu
ayet-i kerimeyi tefsir ederken, iki.görüş ileri sürmektedir: Birinci vecih
şudur: Bu ayet-i kerime Peygamber (S.A.V.) efendimizin, mehirlerini ödediği
takdirde bütün kadınlarla evlenmesinin helâl olduğunu açıklamaktadır. Şu halde
Peygamber efendimiz, mehremleri dışında dilediği herhangi bir kadınla evlenme
serbestiyetine sahiptir. Burada, beraberinde ve nikahı altında bulunan
eşlerinin kendisine helâl olduğunun kastedildiğini anlamamızı sağlayacak bir
ifade yoktur. Çünkü helallik kelimesi kendisinden önce bir memnûiyyetin
geçmemiş olmasını gerekli kılar. Aynı zamanda mevcud bir sakıncanın
bulunmamasını da icap ettirir. Ayrıca ayet-i kerime nazil olurken Peygamber
efendimizin nikahında amcası kızı, halası kızı, dayısı ve teyzesi kızı yoktu.
Şu halde ayet-i kerime bu gibi kadınlarla Peygamber efendimizin evlenmesinin
öncelikle helâl olduğunu isbat etmek-. tedir. Böyle olunca da ayet-İ kerime her
ne kadar kendisinden sonra zikredilmekte ise de, şu ayet-i kerimeyi nesh
etmektedir: "Bundan sonra artık sana (başka) kadmlarfla evlenmek) helâl
değildir". Bazı kimseler ayet-i kerimeden kasd edilen mananın şu olduğunu
söylemişlerdir: Ey Peygamber, sadece şu anda nikâhın altında bulunan ve
mehirlerini verdiğin kadınlar sana helaldirler. Çünkü onlar seni seçtiler.
Seninle yaşamayı dünyaya ve dünyanın ziynetlerine tercih ettiler.
Ayet-İ kerimeyi bu
şekilde manalandırmamızı kuvvetle gerektiren husus, "Mehirlerini
verdiğin" ifadesidir. Çünkü verdiğin fiili mazidir, gelecekle İlgisi
yoktur. Bu te'vili İbni Abbas'm şu sözü de desteklemektedir: Resululîah
(S.A.V.) efendimiz daha öncekileri dilediği kadınla evlendirdi. Bu, onun diğer
hanımlarının zoruna giderdi. Bu ayet-i kerime nazil olunca ayette sözü edilen
kadınlardan başkaları kendisine haram kılındı ve hanımları da bundan memnun
olup sevindiler.
Bu, cumhurun
görüşüdür. Bu ayet-i kerime ile Peygamber (S.A.V.) efendimizin evliliklerine
bir kısıtlama getirilmiş olmaktadır. Kendisinden naklettiğimiz ifadelerinden
dolayı Kurtubî, birinci görüşü tercih etmiştir. Ayrıca Aişe (R-A.) da şöyle
demiştir: Resululîah (S.A.V.) efendimiz, Allah kadınları kendişine helâl
kılıncaya dek ölmedi.
Ayet-i kerimede sözü
edilen amcası ve halası kızlarının durumuna gelince cumhur-û ulema derler ki:
Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin eşlerinle cariyelerine ek olarak Cenab-i
Allah bu kadınlarla evlenmeni de sana helâl kıldı. Zira Cenab-ı Allah mezkur
ayet-İ kerime ile; evlenmiş olduğun ve mehirlerini verdiğin kadınları sana
helâl kıldık, demeyi kasdetmiş olsaydı, bu kadınlardan bahsetmenin bir faydası
olmazdı.
Birinci görüşün
sahipleri derler ki: Ayet-i kerimenin nüzulünden kasıt, Peygamber efendimizin
evlilik alanını daraltmak değil de genişletmektir. Bu ona mahsus bir özelliktir.
Bu kadınlardan ayet-i kerimede söz edilişinin maksadı onları şereflen di
rmektir. Bu ayet-i kerimeye sanat bakımından benzer olan bir ayet-İ kerime de
Rahman suresindekidİr: "O ikisinde de meyva, hurma ve nar var"[43].
Sadece hicret eden akraba kadınlarıyla Peygamber efendimizin evlenmesine cevaz
verilmiştir. Çünkü hicret etmeyen, mükemmel değildir. Mükemmel olmayanın da,
olgun, şerefli ve azametli Peygambere zevce olması uygun değildir.
Nikah hibesi caiz
midir? Alimler, kadının kendi nefsini bir erkeğe hibe etmesinin caiz olmadığı
hususunda birleşmişlerdir. Bu lafızla yapılan hibe üzerine akdedilen nikâh,
tamam değildir. Ebu Hanife ile Ebu Yusuf'a göre bir kadın kendi nefsini hîbe
eder de kocası mehir ile kendi aleyhinde şehadette bulunursa bu caiz olur.
Kadınların bir çoğu kendi nefislerini Peygamber (S.A.V.) efendimize hibe
etmişlerdi. Konuyla ilgili olarak Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir;
Kendilerini Peygamber (S.A.V.)'e hibe eden kadınları kıskanıyor ve bir kadm
kendini bîr erkeğe hibe etmekten utanmıyor mu? diyordum. Nihayet Cenab-ı Allah
şu ayet-İ kerimeyi inzal buyurdu: "Onlardan dilediğini geri bırakır,
dilediğini yanma alırsın." Bu ayet nazil olunca Hz.. Aİşe, Peygamber
efendimize hitaben şöyle dedi: Vallahi Öyle görüyorum ki Rabbİm senin hevesini
tatmin etmek için çok acele ediyor!
Buhariden rivayet:
Havle binti Hakim, kendisini Peygamber (S.A.V.)'c hibe eden kadınlardandı.
Kendilerini Peygamber efendimize hibe eden kadınların sayısı dörttür:
1 — Meymunet binti El Haris
2
— Zeyneb bintî Huzeyme
3
— Ümmü Şüreyk binti Cabir
4
— Havle binti Hakim.
Şabî, "Onlardan
dilediğini geri bırakır, dilediğini yanma ahrsm" ayet-i kerimesiyle ilgili
olarak der ki: Bu ayette sözü edilen kadınlar, kendi nefislerini Peygamber
(S.A.V.) efendimize hibe eden kadınlardır. Peygamber (S.A.V.) de onların bir
kısmı ile evlendi, bîr kısmını terketti.
Zühri der ki:
Peygamber (S.A.V.) efendimizin, zevcelerinden hiçbirini geri bıraktığını
bilmiyoruz. Ancak hepsini kendi yanına almıştır. Makul olan da budur. Ayet-i
kerime, evlilik hususunda Resulullah (S.A.V.) efendimize genişlik getirmek
için sevk olunmuştur.
Bazıları dediler ki:
Ayet-i kerimeden kasdedilen mana şudur: Peygamber (S.A.V.) efendimiz,
eşleri'arasmda eşit bir şekilde kasm yapmak yada yapmamak hususunda
muhayyerdir. Dilerse onları geri bırakır dilerse yanına alır ve bir kısmını
kendi yanında tutar. Bu hususta o tam bir serbestiyet içerisinde idi. Ama yine
de karıları arasında eşit bir şekilde kasm yapardı. Yani geceleme sırasına
riayet ederdi. Hepsini yanına alırdı. Ama bunu Cenab-ı Allah ona daha önceden
farz kılmış değildi. O, bunu, hanımlarının gönüllerini hoş tutmak ve nahoş
sonuçlara yol açacak kıskançlıklarını önlemek için yapıyordu.
Muvakkat olarak
yanından ayırdığın zevcelerinden birini tekrar yanına almak istersen bunun bir
sakıncası yoktur. Onlarla beraber bulunup bulunmama hususunda seni serbest
bırakmamız, onları razı ve memnun etmeye, yaptığın her işinden hoşnut
olmalarına daha yakındır.
Bu, Peygamber (S.A.V.)
efendimize Özgü bir durumdur. Ama herhangi bir erkeğin iki kadınla evli olması
durumunda, eşit bir şekilde her hususta aralarında adaleti gözetmesi serî
hükümlerindendir.
Ey insanlar, Allah
sizin kalplerinizde olanları bilir. Allah herşeyi bilendir. Yumuşak huyludur.
Hükümlerinde katı değildir.
"Bundan sonra
artık sana 0aşka) kadm!ar(la evlenmek), helal değildir." Bu ayet-i
"kerimeyi manalandırma hususunda alimler, "Ey Peygamber, biz,
ücretlerini (metihlerini) verdiğin eşlerini sana helal kıldık" ayet-i
kerimesini tefsir ederken söyledikleri sözlere bağlı olarak ihtilaf
etmişlerdir. Bazıları dediler ki: Ey Peygamber! Sana açıkladığımız vasıflardan
sonra başka kadınlarla evlenmen helâl değildir. Bu vasıflara sahip olmayan
hicret etmemiş akrabaların ile, kitabî kadınlarla evlenmen asla hejal
değildir. Diğer bazıları derler ki: Bu ayet-i kerime kendisinden sonra gelen
ayet ile nesh edilmiştir. Bunun okunuşta ondan Önce gelmesinin bir sakıncası
yoktur.
Bazıları da dediler
ki: Peygamber (S.A.V.) efendimizin kadınları, O'nun şerefli zatını koca olarak
tercih ettiklerinden dolayı boşanmamayı ve üzerlerine kuma getirilmemesini,
mü'minlerin anaları olmayı hak ettiler ki; bu da onlar için büyük bir
münâfattır.
Ey Peygamber! Bunları
başka eşlerle değişme, yani bunları boşayıpta yerlerine başka kadınlarla
evlenme. Bu senin için helâl değildir. Başka kadınların güzellikleri senin
hoşuna gitse bile onlardan ayrılıpta yenileriyle evlenme. Ancak sağ elinin
sahip olduğu ve Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeler hariç. Onlardan
dilediğini alabilirsin. Allah yapmakta olduğun her şeyi kontrol etmektedir. Ve
seni gözetmektedir. [44]
Bazı kimseler,
Peygamber, (S.A.V.) efendimizin zevcelerinin çokluğunu dillerine dolayarak,
onun şehvetli bir erkek olduğunu söylemekte ve böyle bİ-risînin de Peygamber
olmasının makul olmadığını iddia etmektedirler!
Gerçekten Peygamber
(S.A.V.) efendimiz vefat ettiğinde geriye dokuz hanım bıraktı. Bunlardan
herbiri ile evlenirken bazı özel durumlar onu bu evliliğe itmişti. Eğer bu
özel durumları bilirsek bu konuda sağlıklı bir yargıya varırız.
Hz. Hatic'e ile
evlenirken yaşı yirmibeş idi. Hatice ise kırk yaşında İdî. Aradaki bu büyük yaş
farklılığına rağmen Hz. Hatice'nin vefatına kadar mutlu bir evlilik hayatı
yaşamışlardı. Peygamber efendimiz onun yanında gençliğinin baharını
geçirmişti. Hatice 65 yaşında vefat etmiş buna rağmen arada hiçbir engel
bulunmamakla birlikte Hatice'nin sağlığında başka bir kadınla evlenmemişti,
Hatice'nin vefatından sonra yaşı küçük olmakla birlikte Aişe ile evlenmişti.
Güzel olmamakla birlikte Hafsa ile evlenmişti. Çoluk çocuğu çok sayıda olmakla
birlikte Ümmü Seleme ile evlenmişti. Ayrıca Ümmü Seleme yaşlı bir kadındı.
Bütün bunları, kendi sahabilerini ve davet adamlarım hoşnut etmek için
nikahlamıştı. Kocası ile birlikte Habeşistan'a ve Medine1 ye hicret eden,
kocası ölünce de yapayalnız kalan Ümmü Seleme ile evlenmesi, onun hatırım
tamir etmesi, insanlığın gereği değil midir. Ortada kimsesiz ve yapayalnız kalan
kadınları çocuklarıyla perişan bir hayatı yaşamaya mecbur olmamaları için
nikahı altına alıyordu. Acuze diyecek kadar yaşlı olan Şevde ile evlenmesinin
herhalde şehvet için olduğunu söyleyemezsiniz. Zeynep binti Cahş ile
evlenmesinin kıssasını da daha önce anlatmıştık. Diğer hanımlarına gelince Ebu
Süfyan kızı Ümmü Habibe, Kureyş'in liderlerinin birinin kızı oiup babasından
Önce müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret etmişti. Kocası vefat edince, bir
ikramda bulunup fedakarlığını takdir etmek için Ümmü Habibe'yi nikahlamıştı.
Yahudilerin lideri Huyey bin Ahtab'ın kızı Safiyye ile evlenmişti. Mustalık
oğullan kabilesinin lideri Haris'in kızı Cüvyriye ile evlenmişti. Bu iki
kadının kabileleri mağlubiyete uğramışlardı. Peygamber efendimiz Safiyye ile Cüveyriye'nin
gönüllerindeki kırıklığı onarmak için, ayrıca bir cemaat liderinin ve davet
sahibinin aşikâr bir surette fark edebileceği bazı siyasi sebeplerden dolayı
bunları nikahı altına almıştı. Hiç kimse zannetmesin ki, Peygamber (S.A.V.)
efendimiz evinde müreffeh bir hayat yaşıyordu. Bakınız Hz. Aişe ne diyor:
"Biz hİlate baktığımızda iki ay içinde gökte üç hilali görürdük ve bu süre
zarfında Resulullah (S.A.V.)'m evinde (yemek pişirmek amacıyla) ateş
yakılmazdı!" Zübeyrin oğlu Urve ona sordu: Peki siz ateş yakmadığınız,
yemek pişirmediğiniz halde ne ile geçinirdiniz?
Aişe şu cevabı verdi:
"İki siyah hurma ve su ile geçinirdik".
Bilerek veya
bilmeyerek Peygamberi eleştirenler! Birazcık yavaş olun ve kendinize gelin.
Kalpleri Allah'ın nurundan uzaklaştırıp perde altına koyan bu taassup sizi
şuursuzlaştirmış. İşte size Peygamberin hayatı ve zevcelerinin yaşadıkları
şartlar. Bakın da ibret alın. O, bunlarla güzellik veya gençlik için yahut
refah elde etmek gayesiyle evlenmiş değildir. Peygamber (S.A.V.) efendimiz
yeme, içme ve mesken bakımından hiçte refah içinde değildi. Bakınız Hz. Aişe
(R.A.) ne diyor: "ResuluHah (S.A.V.) efendimiz vefat ettiğin de rafımda,
canlı birinin yiyeceği birşey yoktu. Sadece pek az arpa vardı."
ResuluHah (S.A.V.)
efendimiz yatarken bir hasırın üstünde uzanırdı ve hasır onun böğründe İz
yapardı. [45]
53- Ey inananlar! Peygamberin
evlerine, yemeğe çağmlmaksizm vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet
edİhrseniz girin ve yemeği yeyince, dağı-lın. Sohbet etmek için de girip
oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye
çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey
isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de,
onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın peygamberini
üzmeniz ve ne de onun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu,
Allah katında büyük-şeydir.
54- Bir şeyi açıklasanız da
gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir.
55- Kadınların; babalan, oğullan,
erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan, kız kardeşlerinin oğullan,
hizmetçi kadınları ve cariyeleri hakkında bir sorumluluk yoktur. Ey Kadınlar!
Allah'tan sakının, çünkü Allah her şeye şahiddir. [46]
Dağılırı, yayılın.
Yemeğin pişme vakti. Kendisine ihtiyaç duyulan ve kendisinden yararlanılan şey. [47]
Bu ayet-i kerimeler
iki önemli hususu tazammun etmektedirler: Bunlardan birincisi yemekte
oturulduğu esnada uyulması gereken umumi edep kurallarıdır. İkincisi ise
kadınların örtünmesi ve erkeklerle bir arada bulunmamalarıdır. Bu ayetler
Peygamber zevceleri hakkında nazil olmuştur. Ama itibar sebebin hususiliğine
değil, lafzın umumiliğinedir. Birinci duruma gelince; müfessirlerin çoğunluğu
ayet-i kerimenin nüzul sebebini şöyle anlatırlar: Resulullah (S.A.V.) efendimiz
Cahş kızı Zeyneb'Ie evlendiğinde düğün yemeği verdi ve insanları yemeğe
çağırdı. Yemeği yediklerinde bazı kimseler oturup Resulullah (S.A.V.)'İn evi
hakkında konuştular. O esnada zevcesi de yüzünü duvara çevirmişti. Çünkü
Resulullah'ın evi tek hücreden ibarettir. Bu durum, O'nun ağırına gitti.
Enes bin Malik der ki:
Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) efendimiz kalkıp dışarı çıktı. Bende, diğer
oturanlar dışarı çıksınlar diye onunla birlikte çıktım. Fakat orada bulunanlar
oturmakta devam ettiler ve çıkışlarını geciktirdiler.
Ben milletin dışarı,
çıktığını Peygamber efendimize haber verdim. O da koşup eve girdi, ben de
kendisiyle birlikte içeriye girmek üzere gittim, benimle arasına perde bıraktı
ve Cenab-i Allah şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Ey inananlar, yemeğe
çağmlmadan Peygamberin evlerine girmeyin. Bu Allah katında büyük (bir
günah)tir"
Yukarıda zikredilen
hadis-i şerif mana olarak rivayet edilmiştir, aslı Bu-harî ve Müslim'de
mevcuttur.
İbn-i Abbas der ki: Bu
ayet-i kerime; Peygamber (S.A.V.)'in evinde yemek zamanını gözetleyen ve yemek
pişmeden evine girip oturan, yemeğin pişmesini bekleyen, hazırlanan yemeği
yiyip sonra hemen dışarı çıkmayan bazı mü'minler hakkında nazil olmuştur.
Bazıları derler ki; bu ayet-i kerime, ağır davranan ve oturdukları evde ev
sahiplerini rahatsız edecek derecede fazla oturan kimseleri uyarmak için Allah
tarafından bir edep ayeti olarak nazİi olmuştur. [48]
Ey İman edenler!
Hiçbir durumda Peygamberin evine girmeyin. Ancak siz pişmesini beklemeden,
herhangi bir zamanda yemeğe çağrıldığınız takdirde Peygamberin evine girin.
Yemeğe çağrılıkta içeri girmenize izin verildi--ği zaman evine girin.
Yemeğinizi yedikten sonra da dağılıp mekânlarınıza gidin. Bazı kimselerin
Zeyneb'in düğün yemeğinde yaptıkları gibi sohbete da-lıpla fazla beklemeyin.
Çünkü böyle yapmanız Peygambere eziyet veriyor. Halktan bazı kimselerin gerdek
odasında oturup beklemelerinden Peygambere daha çok eziyet veren bir şey
düşünebiliyor musunuz?! Halbuki o odada, karısı ile birlikte oturup dinlenmesi
O'nun hakkıdır. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, sizin bu yaptıklarınızdan dolayı
duyduğu üzüntü ve acıyı açığa vurmaktan utanıyor. Ama Allah, gerçeği ortaya
çıkarmaktan çekinmez. Bilâkis Kur'an edebiyle edepleneceği hususları insanlara
açıklar. Bilinki sizin Peygamber evinde oturup sopbete dalmanız ve onları
rahatsız etmeniz sizin için haramdır. Bir daha böyle davranışta bulunmayın!
Rivayete göre Hz. Ömer
(R.A.) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Senin yanma iyi kimse de geliyor kötü kimse
de. Sen, mü'minlerin annelerine emretsen de Örtimseler? Hz. Ömer'in bu sözü
üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu.- Kur'an-ı Kerim'e dikkatle bakın. O,
örtünme hususunu önce.mü'minlerin annelerine emrederek ele alıyor. Oysa onlar
kadınların en temizi ve en iffetlileridirler. Örtünme emri önce onlara
veriliyor: Biz kadınlar, erkeklerle bir arada yaşıyoruz ve birbirimizin yanına
girip çıkıyoruz ama hiçbir şey de olduğu yok, denildiği zaman kendi durumumuzu
inceden inceye gözden geçirelim. Anlamıyor musunuz gazetelerde okumakta
olduğunuz cinayetler, hıyanetler, öldürme ve boşamalar hep dini inancın
zayıflamasından, kadınlarla erkeklerin evlerde, caddelerde, sokaklarda,
kahvelerde, tiyatrolarda ve sayfiye yerlerinde bir arada yaşamalarından
biribirlerinin arasına girip çıkmaktan kaynaklanmıyor mu?!
İçeriye girmeden izin
istemek, konuşmak için sohbete dalmamak, birşey istenildiği zaman perde
arkasından istemek gibi size anlatılan bu hususlar kalplerinizin daha da
temizlenmesini, her erkekle kadının gönlüne gelebilecek kötü düşünceleri silip
yok etmeyi, böylece şüpheleri bertaraf etmeyi, insanların töhmet altında
kalmamalarını ve ırzların korunmasını temin eder. Bir kimsenin kendisine helal
olmayan bir şahısla başbaşa kalması durumunda kendi nefsine güvenmemesi
gerektiğine dair bu ayet-i kerimede bir delil mevcud değil midir? Halbuki
kişinin kendisine helâl olmayan kadınlardan uzak durması hem kendi durumu
açısından güzel olur, hem iffetini ve ırzını lekelerden korumuş olur. İlk
müslümanların durumu böyle olduğuna göre bugünkü müslüman-ların durumu
nicedir?! Allah'ım senden lütuf, hidayet rahmet diliyoruz.
Sizin, Resulullaha eziyet
etmeniz yaraşmaz ve kendisinden sonra eşlerini nikahlamanız da caiz olmaz.
Çünkü onlar mü'minlerin anneleridirler. Bu işi yapmak size yaraşmaz. Bu ayet-i
kerime, Resululîah (S.A.V.J efendimiz vefat ettikten sonra "Aişe evlenecek
midir?" diyenlere verilen bir red cevabıdır.
İzin almadan evine
girmeniz, ya da evindeyken bir iş olmaksızın boş yere beklemeniz, yahut
kendisinin vefatında sonra eşleriyle evlenmeyi talep etmeniz Allah katında
büyük bir günahtır. Bundan daha büyük bir günah düşünülemez.
Bu ifadeler yukarıda
sayılan işlerin büyük günahlardan olduklarını ifade etmektedir. Ey mü'minler!
Bilin ki Allah-ü Zülcelal, görülen ve görülmeyen alemleri bilir. O, göğüslerde
gizlenen hususları da bilir. Birşeyi açığa vur-sanız da, gizleseniz de şüphesiz
Allah herşeyi bilendir ve yaptıklarınızdan ötürü sizleri cezalandıracaktır.
Hicab ayeti nazil
olduğunda mü'minlerin annelerinin bazı yakınları sordular: Bizde mi bu
kadınlarla perde gerisinden konuşacağız?
Cenab-ı Allah onlara
şu cevabı gönderdi: Onların bu kadınlarla yüzyü-ze konuşmalarında bir sakınca
yoktur. Bu kadınların babalarıyla veya oğullarıyla veya kardeşleriyle veya
kardeşlerinin oğullarıyla veya kız kardeşlerinin oğullarıyla perdesiz olarak
yüzyüze konuşmalarının bir günahı yoktur. Mü'min kadınlarla konuşmalarında
herhangi bir mahzuru yoktur. Sağ ellerinin malik olduğu kölelerle yüzyüze
konuşmalarının, Nûr suresinde anlatılan amca ve dayı gibi diğer mahremleriyle
konuşmalarının da bir sakıncası yoktur..
Ey kadınlar! Allah'ın
emirlerine karşı gelmekten sakının ve O'nun azabından korunun. Sizler
karışıklığın sebeplerisiniz. Büyük günah sizin üzeri-nizdedir. Çünkü erkeği
reddetme gücüne sahip olan, ancak kadındır. Kadının gönlü olmadıkça erkeğin
ondan bir fayda görmesi mümkün değildir. Bu sebeple Cenab-ı Allah özellikle
onların, kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakınmalarını emir buyurmuştur;
şüphesiz Allah herşeyi görmekte ve kontrol etmektedir. O'nun yasaklarım
çiğnemekten korkun ve O'na karşı gelmekten sakının. Bilinki O sizi görmekte ve
yaptığınız işleri kayda geçirmektedir. [49]
56- Şüphesiz Allah ve melekleri
Peygamber Muhammed'i överler; ey inananlar! Siz de O'nu övün. O'na salat ve
selam getirin,
57- Allah 'i ve Peygamberini
incitenlere, Allah, dünyada da ahirette de lanet eder; onlara alçaltıcı bir
azab hazırlar.
58- İnanan erkek ve kadınları,
yapmadıkları bk şeyden Ötürü incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir
günah yüklenmiş olurlar. [50]
Allah onları
rahmetinden kovup uzaklaştırdı. Açık seçik. Çok alçaltıcı. [51]
Bu ayet-i kerime,
Resulullah (S.A.V.) efendimizi yüceltmiş olup Allah katında ve melekler
nezdindeki mertebesini açıklamıştır. Bu, Allah'ın, dilediği kuluna ihsan ettiği
bir lütfudur. Allah, lütfü büyük olandır. Salât kelimesi Allah'tan Peygamberine
olunca Rahmet ve hoşnutluk aniamma gelir. Meleklerden olunca dua ve bağışlanma
dileme manasına gelir. Ümmetten olunca dua ve Peygamberi ululama manasına
gelir. Allah'ın ona saîatta bulunmasindan sonra meleklerin ve bizim de ona
salâtta bulunmamız, O'nun yüksek şeref sahibi olduğunu bildirmek ve Allah
katındaki mertebesinin yüksekliğini açıklamak içindir. Ayrıca ona salatta
bulunan kimseler de şereflenip büyük mükâfatlarla sevaplara nail olurlar.
Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: "bir
kimse bana bir salat getirirse Allah ona on salat getirir". Allah ile
meleklerinin O'na salat getirmeleri onun için şeref olarak yeter. Her ne kadar imamiarın
çoğu kendisine muhalefet etmişlerse de İrnam-ı Şafiî'nin namazda son teşehhütde
Peygamber (S.A.V.) efendimize saiat getirmeyi namazın rükünlerinden biri olarak
vacip kılmasında bir gariplik yoktur. Bu sebepledir ki kutlu ve yüce olan
Allah mü'minlere, Peygamber (S.A.V.) efendimize yani sevgilisine ve
Peygamberlerin sonuncusuna salat getirmelerini emretmiştir: "Ey
İnananlar, siz de O'na salat edin".
Salat'm keyfiyetine
gelince dilediğiniz kimselerle ve cümlelerle Peygamber efendimize salat getirebilirsiniz.
Bu konuda İmam Malik'in, ibni Mes'ut el Ensarî'den naklettiği bir rivayeti
vardır. İbni Mes'ut der ki: Resulullah (S.A.V.) efendimiz bize geldi.
Geldiğinde, biz Sad bin Ubade'nin meclisinde oturuyorduk. Sad'ın oğlu Beşîr ona
sordu: Ey Allah'ın resulü, Allah bize, sana saiat etmemizi emrediyor, sana
nasıl salatta bulunacağız? Peygamber efendimiz onun bu sorusu karşısında sustu,
öylekî, biz, keşke bunu ona sor-masaydi, dedik. Sonra Resulullah şöyle buyurdu:
Deyin ki "Allahümme sallı alâ Muhammedİn ve alâ âli Muhammedin kemâ
salleyte alâ İbrahime ve alâ âlî İbrahime ve barik alâ Muhammedİn ve alâ âli
Muhammed'in kemâ bâ-rekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime fil-âle-mîne inneke
hamidün mecid". Peygamber efendimiz böyle dedikten sonra şu cümleyi.ekledi:
"Bildiğiniz gibi birde selâm vardır "Yani teşehhütte Peygamber
efendimize hitaben şöyle denilmelidir "Essetamü aleyke eyyühennebiyyü ve
rahmetuîlahi ve berakâtü-hû". İşte yaratıkların en şereflisinin Allah
katındaki mertebesi budur. O'na salat getirmenin fazileti de yukarıda
anlattığımız gibidir.
Kelâm-ı kibarda
denildiği gibi, zıt şeyler hatıra daha çabuk gelir. Peygamber efendimize saiât
getirmenin fazileti bu kadar çok olduğuna göre O'na eziyet eden ve O'na salat
getirmeyenin cezası acaba ne kadardır? Allah'a ve Resulüne eziyet edenlere
gelince vay onların hallerine! Binlerce defa milyonlarca defa vay onların
hallerine!., bunların cezaları İçin, yaptıkları suça uygun çok ağır ve
şiddetli bir ceza vardır. Ahirette de onları çok küçültecek şiddetli ve katı
azap hazırlanmıştır. Allah'a ortak koşarak ve şanına layık olmayan şeyleri
O'na nisbet edip iftirada bulunan, emirlerine uymayan, elçilerine muhalefet
eden, yine şanına layık olmayan vasıflarla Peygamber efendimize isnadda bulunup
eziyyet eden, O'na hücum edip emrine uymayan, ailesine dil uzatıp O'nu
yalanlayan, hakkında ileri geri konuşan, yaptığı işlerden hoşnud olmayan
kimselere gelince, bunlar için dünyada ve ahirette şiddetli bir ceza vardır!
Bunların yaptıkları işler de, Allah ve Resulüne eziyyetten başka birşey
değildir. İşledikleri bir cürüm, irtikâb ettikleri bir günah olmaksızın mü'min
erkeklerle mü'min kadınlara eziyet eden kimselere gelince, bunların yaptıkları
iş haklı yere değil de haksız yere yapılan bir eziyyettten başka bir şey değildir.
Sırf iman vasfına sahip oldukları, yani mü'min oldukları için müslü-manlara
eziyette bulunan kimseler büyük bir günah İşlemişlerdir. Bunun cezası da
Allah'a karşı bühtan ve İftira atan kimselerin cezası gibidir. Ama terbiye
etmek maksadıyla başkasına eziyyet eden kimse şerefli bir gaye uğruna sert
davrandığı için bu azap ayetinin kapsamına girmez. [52]
59- Ey Peygamberi Eşlerine,
kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını
söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitil
memelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar
ve merhamet eder. [53]
Salsınlar. Cilbab
kelimesinin çoğulu olup bedenin tamamını örten bir örtü ve giysi. [54]
Resululah (S.Â.V.)
efendimiz vefat ettiğinde geride kalan hanımlarının sayısı dokuzdu. Bu
kadınların İsimleri şunlardır: Aişe, Hafs'ı, Ümmü Habi-t>e, Şevde, Ümmü
Seleme, Meymune, Zeynep bİtni Cahş, Cüveyriy Safıyye binti Huyey bin Ahtap el
Haruniyye. Peygamber efendimizin çocuklarına gelince üçü erkek olmak üzere 7
tanedir. Erkekler şunlar: Kasım, Abduilah ve İbrahim. Kasım ve Abdullah'ın
anaları Hz. Hatice'dir. İbrahim'in anası da Mısır hükümdarı Mukavkıs'm
Peygamber efendimize hediye etmiş olduğu Ma-riyetül Kıbtıyye'dir. Peygamber
efendimizin çocuklarının dördü de kızdır. Bunların adları şöyledir:
Fatımatüz-Zehra (R.A.), kocası Ebu Talib oğlu Ali'dir.
Hz. Fatıma, Hz.
Hatice'nin kızıdır. Peygamber efendimizin ikinci kızı Zeynep'tir. Zeynep,
teyzesi oğlu Ebul As b. Errabî ile evlenmiştir. Peygamber efendimizin üçüncü
kızı Rukiyye'dir. Hz. Osman bin Affan'la evlenmiştir. Peygamber efendimiz
Bedir Gazvesi'nde iken Rukiyye vefat etmiştir. Peygamber efendimizin dördüncü
kızı Ümmü Külsüm'dür. Bu da kardeşinin vefat etme-. sinden sonra Hz. Osman bin
Affan İle evlenmiştir. Peygamber efendimizin iki kerimesi ile evlendiğinden
dolayı Hz. Osman'a iki nûr anlamına gelen "Zinnûreyn" lakabı
verilmiştir. Ümmü Külsüm de Peygamber efendimizin sağlığında vefat etmiştir.
Peygamber efendimizin İbrahim dışında bütün çocukları Hz. Hatice'den
doğmuşlardır. Yalnız İbrahim'in anası Mariyetül Kıb-tiyye'dir. Fatıma dışındaki
çocuklarının tümü Peygamber efendimizin sağlığında vefat etmişlerdir.
Fatıma'da Peygamber efendimizin vefatından sonra, ailesi içinde kendisine ilk
olarak kavuşandır. Allah hepsinden razı olsun. Peygamber efendimizin ailesi
çok mükerrem ve müşerreftir. Bunlar birbirinden türeyen bir nesildir.
Cahiliyet devrinde
araplar açılıp saçılmayı zinetlerini ve ziynet yerlerini açığa çıkarmayı,
Örtülmesi gereken yerleri başkalarına göstermeyi adet haline getirmişlerdi.
Nitekim cariyelerde böyle yaparlardı. Barış, hakka davet, kör taklit bağından
kurtulma, yüce ideallere doğru koşma, temiz ve iyi bir toplumu oluşturma, yani
Allah'tan sakınıp O'nun rızasını hedef alan, bir cemiyeti teşkil eden
İslamiyyet geldiğinde öncelikle, eşleri, kızları ve mü'mîn-lerin kadınları
hakkında Peygamber (S.A.V.)'e hitapta bulundu ki, herkes bu örtünme emrinin acı
bir İlaç olduğunu, bu ilacı ancak azim sahibi erkeklerin tatbik
edebileceklerini bilsin. Gerçekten de karışım, kardeşini, kızını terbiye etmeyi
açılıp saçılmaya sevk eden şehevî güdüleri firenlemeyi, dirayetli erkeklerden
başkaları beceremez! Bu kadarını söylemek kâfidir!
Ey Peygamber!
Zevcelerine, kızlarına ve mü'miminlerin kadınlarına de ki: Örtülerini
üzerlerine salsınlar. Bedenlerinin tümünü örtsünler. Yolu gösterebilecek
kadarı müstesna olmak üzere yüzlerini de örtsünler. Bazı kimseler ancak fitne
zamanında yüzü örtmek gerektiğini söylemişlerdir. Ziynetlerini —yani ziynet
mahallerini— mahremlerinden başkalarına göstermesinler. Mahremlerinin kimler
olduğu, Nûr suresinin 31. ayetinde açıklanmıştır. Cenab-ı Allah kadınlara,
örtünmelerini emretmiştir. Bu da ancak bedenlerini örtecek bir örtü ile mümkün
olur. Fakat kadın kendi evinde kocası ile beraber bulunduğu sırada dilediği
giysileri giyebilir. Örtünmekle yükümlü değildir. Çünkü kocası ondan dilediği
şekilde yararlanma hakkına sahiptir.
Ey rriü'minlerin
kadınları! Peygamber (S.A,V.) efendimizin bazı sahabi-Ierine verdiği öğütlere
siz de kulak verin: Rivayet olunur ki Dihyetül Kelbİ elçi olarak gittiği
Heraklius'un yanından döndükten sonra Peygamber (S.A.V.) efendimiz ona ince ve
beyaz ketenden bir kumaş verdi ve şöyle dedi: "Yansını kendine gömlek
yap. Yansım da refikana ver. Onu baş örtüsü yapsın. Bu örtünün altına birşey
koymasını ona emret ki, altında bulunan kısım görünmesin." Yine rivayete
göre Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Giyinik çıplak kadınlar başkalarına meyleden ve başkalarını meylettiren,
başlan deve hörgücü gibi olan kadınlar Cennet'e giremezler ve Cennet'in
kokusunu bulamazlar!'
Hz. Ömer (R.A.) dedi
ki: "İhtiyâcı olduğu zaman gerek kendisinin, gerek komşusunun örtüsüne
bürünerek, kimseler tarafından tanınmayacak şekilde tesettüre riayet ederek
müslüman kadın evden dışarı çıkıp ihtiyacını görür ve eve dönebilir. Onu
bundan hiç kimse men edemez."
Ey mü'min kadınlar!
Rabbinizin size vermiş olduğu bu örtünme emri; mü'mine, gönülden saygılı,
ibadet eden, iffetlerini koruyan kadınlar olduğunuzun başkaları tarafından
bilinmesine, dolayısıyla" eziyete uğramanıza engel olan bir emirdir. Bu^
sizin eziyete uğramamanız için en elverişli bir emirdir. Örtündüğünüz takdirde
cahillerin sövgü dolu sözleriyle eziyete uğramazsınız. İyirve salih kimseler
de sizleri tanır. îşte bu ayet-i kerimeye riayet ettiğiniz takdirde kâmil bir
müslüman evi oluşur. Ey mü'min kadınlar, dininiz size hicabı farz ediyor.
Bedeninizi tam olarak örtmenizi emrediyor. Din bu emri vermekle sizin eziyete
uğramamanızı amaç ediniyor. Açık saçık olarak caddeye çıkan nice iffetli
kadınlar var ki, başkaları tarafından eziyetlere maruz kalmışlardır. Bazı
müslüman kadınların açık saçık bir şekilde caddeye çıkıp da başkalarının nazarı
dikkatlerini üzerlerinde toplayacak şekilde bedenlerinin bazı yerlerini açıkta
bıraktıklarını gördüğümde doğrusu ben çok şaşıyorum.
Çünkü bunu yapmaları
onlara asla yaraşmıyor! Mü'min bir kadının saçını, başını, göğüslerini, bacaklarını
ve koltuk altlarını gösterecek şekilde çarşıya, pazara çıkması, göğüslerini
tamamen ortaya çıkaracak şekilde şeffaf elbiselerle bedenini örtmesi yakışık
alır mı? Allah'a yemin olsun ki onlar bu. elbise içindeyken meme uçları ile
göbek çukurları dahi fark edilebiliyor! Ey Allah'ım, şu müslümanların başlarına
gelen rezalete bak da onlara acı! Ey müslüman kadınlar, bu kılıkla başka
kadınların dolaşması normal İse de siz müslüman kadınların bu gibi yarı çıplak
bir vaziyette sokağa çıkmanız asla caiz değildir. Ey müslüman kadınlar! Avret
mahallerinizi açmanızın hiçbir yararı yoktur. Aksine bunda oldukça zatar
vardır! Bedeninizin tümü avrettir. Sadece yüzlerinizle elleriniz bunun dışında
bırakılmıştır. Avret mahallinizi örtmekle fitneyi Önlemiş, iffetinizi korumuş,
töhmet zanlarından uzak kalkış, fasıklarm saldırılarından ve kötü sözlerle
size sataşmalarından, eziyet vermelerinden korunmuş olursunuz.
Ey mü'minler bilin
ki,, kadınlarınızı örtmek sizin de yükümlülükleriniz arasındadır. Peygamberle
birlikte sizler de şu hitaba hedefsiniz: "Ey Peygamber, eşlerinize,
kızlarınıza ve inananların kadınlarına söyle, örtülerini üstlerine salsınlar."
Hiç kimse bu konuda
mazeret İleri sürmesin. Tesettür zorunluluğunun . sadece kadınların omuzunda
olduğunu söyleyerek mes'uliyet'İ onların üzerlerine atmasın!
Ey müslüman bacı!
Müslüman kadınlar için bir örnek teşkil et. Şeytandan ve İçinde yaşamakta
olduğunuz toplumun fitnesinden sakının. Sabır zırhını giyin. Ve bilin ki bu
toplumun içinde iffetli, güzel edep ve yaşantıyı takdir eden kimseler yok
olmuş değildir!
Bu sözlerimi, bizlere
tevfik ve doğruluğu-nasip etmesini Allah'tan niyaz ederek kapatıyorum. O bizim
Rahman ve Rahim olan Rabbimizdir. Kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmaları,
iç içe girip çıkmaları, kadınların açılıp saçılmaları, halk sınıfları arasında
genel bir ahlâkî çöküntünün baş göstermesi, salgın bir hastalık ve umumî bir
fesat haline gelmiştir. Bunu vaaz ve irşatla tedavi etmek neredeyse imkânsız
hale gelmiştir. Bu hastalığı tedavi etmek, ancak Kur'an'dan ilham alan otorite
sahibi kimseler sayesinde mümkün olur. Bu da Allah'a göre zor bir iş değildir.
O ne güzel mevlâ ve ne güzel bir yardımcıdır. [55]
60- İkiyüzlüler, kalblerinde fcsad
bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse,
and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir
zamandan daha fazla kalamazlar.
61- Lenetlenmiş olarak, nerede
bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.
62- Allah'ın geçmişlere uyguladığı
yasası budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın.. [56]
Fasıklık ve günah
hastalığı Ayıp yayanlar. Bununla fitne ve yalan yaymak isteyenler kast
edilmiştir. Seni onlara musallat ederiz. [57]
Bu ayet-i kerimeler
münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onların hallerini açıklamakta, iç
yüzlerini açığa vurmakta, onları tehdit etmektedir. ''Seni onlara musallat
kılarız. Sonra senin yanında ancak çok az bir zaman kalabilirler" sözünden
daha kuvvetli bir tehdit var mıdır?! Münafıklık, kalp hastalığı ve fitne yolu
ile batılı yaymak hep aynı şeylerdir. Şüphesiz bu üç vasıf münafıklığın
ayrılmaz unsurlanndandıriar. Münafıklık ile kalpteki manevî hastalık biri biri
erinin ayrılmaz parçalarıdırlar. Fitne peşine düşmek, kötülüğü yaymak ise
münafıklığın zirve noktasıdır. Münafıklar bu üç vasfı üzerlerinde
toplamışlardır. Bu hususta müfessirler hemen hemen görüş birliği içerisindedirler.
Kaldı ki münafıklar, her türlü fasıklık ve isyan ile günahın doğduğu bir yer
olan kalp hastalığım izhar etmekte ileri gitmişlerdir. Özellikle kadınları
araştırıp onlara kötülükle saldırmakta, onları fuhşa teşvik etmektedirler.
Yine münafıkların bir kısmı var ki, fitnekârlık peşine düşüp kötülüğü yaymak,
cemaatın kuvvetini azaltan ve onlardaki şehamet ruhunu öldüren yalanı yaygın
hale getirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Savaş ve saldırı
fırsatlarım kollamakta, müslüman cemiyet için zararlı ve bozucu olan hususları
toplum içersinde yaymaktadırlar. Cenab-ı Allah kendi-zatına yemin ederek
buyurmuş ki: Şu münafıklar nifaklarından vazgeçmez ve kalp hastalığı ile kötü
niyyetten, bozuk şahsiyyetten kaynaklanan çirkin amellerine son vermezlerse,
Medine'de kötülük İle fitneyi yaymaktan uzak durmazlarsa, evet bütün bu
kötülüklerinden vazgeçmezlerse ey Muhammed seni onlara musallat kılarız! Bu
ayet-i kerimedeki tasvir gerçekten sanatkârânedir. Çünkü bu ifadelerde
Peygamber (S.A.V.) efendimiz; önünde beklemekte olan zayıf ve güçsüz, ama eline
teslim edilmeyen bir av karşısındaki arslana benzetilmektedir.
Sonra bunlar ey
Muhammed, senin muhacir.olarak geldiğin Medine'de pek fazla duramazlar.
Gerçekten de kısa
sürede çekip gittiler. Onlar mel'undurlar. Allah'ın rahmetinden
kovulmuşturlar. İnsanlar tarafından terk edilmiştirler. Çünkü herkes
tarafından tanınmaktadırlar: "Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma"[58].
Onlar nerede görülürl'erse yakalanıp döğülür, tahkir edilir ve cezalandırılırlar.
İşte münafıklığın
cezası budur. Her nerede görülürse öldürülürler. Bunda bir gariplik yoktur.
Zamanımızdaki milletler, acıma nedir, bilmiyorlar. Casuslar ve diplomatlar
aracılığıyla, sevmedikleri ülkeleri arkadan vurmaya uğraşmakta, dost görünerek
düşmanlarıyla işbirliği İçine girmektedirler.
Allah'ın her zamanki
münafıklara karşı uyguladığı yasası işte budur. Sen Allah'ın yasasında bir
değişiklik göremezsin.
Bu ayet-i kerimenin
tefsiri ile ilgili olarak Kurtubî şöyle söylemiştir: "Bu ayet-i kerimede,
münafıklara yapılan tehdidi infaz etmemeye cevaz vardır. Buna delil olarak da vefat
edinceye kadar Peygamber (S.A.V.) efendimizin yanında münafıkların da mevcut
oluşunu gösterebiliriz." Bu ayet-i kerimenen buraya konuluşundakİ sırra
gelince bununla; kavlî veya fiili olarak Peygamber (S.A.V)e eziyet vermenin,
kadınlarına ve aile efradına kötülük yapmanın, her hususta ve özellikle
kadınların avretlerini örtme hususunda Allah'ın emirlerine uymamanın amelî
nifakın gereklerinden olduğuna işaret edilmektedir. Halbuki amelî nif iki Allah
reddetmektedir. Bu nifak, İslamın hakikatine ters düşmektedir. Günümüz
müslümanlannın, kadınlarının avretini örtmeye dair ilahi emre uymalarını umarız
ki, münafıklık vasfı üzerimize intibak etmesin. [59]
63- Ey Muhammedi insanlar senden
kıyametin zamanını soruyorlar; de ki: "Onun bilgisi ancak Allah katmdadır;
ne bilirsin belki de zamanı yakındır."
64-65- Allah şüphesiz, İnkarcılara lanet etmiş ve onlara —içinde sonsuz
olarak temelli kalacakları— çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir
dost ve yardımcı bulamazlar,
66- Yüzleri ateşte çevrildiği gün:
"Keski Allah'a İtaat etseydik, keski Peygambere itaat etseydik!"
derler.
67-68- "Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize İtaat
etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar!' Rabbimiz! Onlara iki kat azab
ver, onları büyük bir lanete uğrat" derler. [60]
Önderlerimiz. Seyyid
kelimesinin çoğulu olup kavmin büyükleri anlamında kullanılır. İki kat. [61]
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz kafirlerle fasıkları kıyamet saatinin şiddetli azabıyla tehdit ediyordu.
Onlar imkansız gibi görerek ve de Peygamberi yalanlayarak kıyamet saatinin ne
zaman geleceğini soruyorlardı. Çünkü onlar ölüm sonrası dirilişi inkâr ediyor
ve: "Bizi ancak zaman helak edip öldürür" diyorlardı.
Cenab-ı Allah
Peygamberine, kendilerine şöyle demesini emrederek onların bu sözlerini
reddetti: Ey Muhammedi Onlara de ki: Kıyamet saatinin ne zaman geleceğine dair
bilgi ancak Allah kalındadır. Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini sadece Allah
bilir. Ben yalnızca bir uyarıcı ve müjdeciyim. Gaybe dair bilgim yoktur. Ancak
Allah'ın bana bildirdiklerini bilirim. Ayrıca kıyamet saatinin gizlenmesi ve
ne zaman geleceğinin bilinemeyişi, dünyada hayatın istikrar içinde olmasının
ana unsurlarındandır. Dünya hayatından ne zaman el çekeceğimizi bilecek olsak,
yaşamımız ve geçimimiz bir başka düzen içinde olur. Ama hikmet ve ilim sahibi
olan yüce Allah, kendisinin bilmekte olduğu bazı sırlardan ve hikmetlerden
Ötürü kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgiyi gizlemiştir. Kıyamete ve
Ahiret hayatına hazırlıklı olalım diye ne zaman kıyamet kopacağım bizden
gizlemiş ve bize bildirmemiştir. Ne bilirsin, belki de kıyamet saatinin gelişi
yakındır. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bir hadis-i şeriflerinde bu konuda
şöyle buyurduğu rivayet edilir: "ben (İşaret ve orta parmağını
göstererek) şu ikisinin biribirine yakın oluşu kadar, kıyamet saatine yakın bir
zamanda gönderildim."
Şüphesiz Allah
kafirlere lanet etmiş, onları rahmetinden kovmuş, onlar İçin çılgın ve ateşli
cehennem azabını hazırlamıştır. Orada temelli kalacakIardır. Yakıtı insanlarl,
aşlar .olan cehennem ateşinde yüzleri pişirilecek o günde kendilerine yardım
edecek ve İşlerini düzene sokacak bir velî bîr yardımcı bulamayacaklardır.
Bu ayet-i kerimede
özellikle yüzden bahsedilmiştir. Çünkü yüz, Rabbine isyan etmiş, Rabbinin
elçisine eziyet etmiş, Rabbinin inanmış kullarına karşı büyüklük taslamıştir.
Ey Muhammedi Hatırla o günü ki, kâfirler şöyle derler: "Keşke Allah'a
itaat etseydik ve Resule uysaydık!" Kendileri için hazırlanmış azabı
gördükleri zaman elden kaçırdıkları fırsatlardan dolayı pişmanlık duyarlar, ama
artık pişmanlığın kendilerine fayda veremeyeceği bir durumdadırlar! Özür beyan
ederek derler ki: Ey Rabbimiz! Bizler efendilerimize, beylerimize ve
büyüklerimize itaat ettik. Onlar bizi azaba sürüklediler, doğru yoldan
saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azabı iki kat ver. Birinci katı kafirliklerinden
ve kötü amellerinden, ikinci katı da bizi saptırıp bu azaba sürüklediklerinden
dolayı olsun. Ey Rabbimiz onları rahmetinden kov ve kendi çevrenden uzaklaştır.
Onlar buna müstehaktırlar.
Böyîe diyerek
biribirleriyle çekişirler ve herbiri sorumluluğu-diğerinin üzerine atar. Ama
alçaltıcı ve tahkir edici azapta hepsi de eşit durumda olurlar. Çünkü Cenab-ı
Allah herbirisi için akıl ve fikir yaratmıştı. Onlar şeytanın ve heveslerinin
yolunu, Hakkın ve hidayetin yoluna tercih etmişlerdi. Bu da onların cezası ve
akıbetleridir. Kâfirlerin barınağı ne kötü bir barınaktır! [62]
69- Ey İnananlar! Musa'yı
incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O,
Allah'ın katında değerli bir kişiydi.
70-71- Ey İnananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah
içlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim
Allah'a ve peygamberine itaat ederse,
şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur. [63]
Gözde, itibarlı ve iyi
işler yapmakla bilinen kimse. Doğru. [64]
Allah ve Resulüne
eziyet etmenin laneti ve ilahî rahmetten kovulmayı mucip olduğu daha önceki
ayetlerde kutlu ve yüce Allah tarafından açıklandı. Bu eziyet, insanı küfre
sürükler. İşte bu ayetlerde de Allah'ın yasakladığı ve insanı günaha
sürüklediğini belirttiği bir başka eziyyet türü vardır. Bununla ilgili olarak
yüce Allah buyuruyor ki: Ey iman edenler! Her ne türden olursa olsun Resulünüze
eziyetle yanaşmayın. Ve Musa'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. Allah
Musa'yı, onların söylediklerinden uzak tuttu. Ona eziyet edenler İçin de,
şiddetli bir azap hazırladı. Çünkü Musa Allah katında itibarlı ve gözde birisi
idi.
Nakledildiğine göre
bazı insanlar Peygamber (S.A.V.) efendimizin ganimet taksim etmesini
beğenmemişler ve adaletli bir dağıtım yapmadığını iddia etmişlerdi ki şüphesiz
bu da ona yapılan bir eziyet demekti.
Musa Peygambere kavmi
tarafından yapılan eziyete gelince bu hususta yeterli açıklamayı Kur'an-ı Kerim
vermektedir şöyle ki: İsrail oğullarından bazıları Musa Peygambere: "Git,
sen ve Rabbin savaşın" demişlerdi. Ayrıca; "Allah'ı açıkça görmedikçe
biz sana iman edecek değiliz" demişlerdi. Yine "Biz sadece bir çeşit
yemeğe tahammül edemeyiz. Bize başka çeşit yemekler vermesi için Rabbinden
talepte bulun" demişlerdi. Bir rivayete göre de onu, testisleri şişkin
biri olarak nitelemişlerdi.
Noksanlıklardan
münezzeh ve yüce Allah mü'mînlere hayır yollarım göstermek ve tehlikeli
yerlere karşı onları uyarmak diledi ki İsrail oğullarının Musa'ya yaptıkları
gibi, Peygamber (S.A.V.) efendimize eziyette bulunmasınlar. Resuîullah
kendilerine savaşmayı emrettiği zaman ona: Gİt sen ve Rabbin sa-' vaşın,
demesinler. Kendilerine izin verilmeyen bir şeyi sormaları mü'minlere yaraşmaz.
Kendilerine bir emir verildiği zaman, o emirleri yerine getirmeleri gerekir.
İsrail oğullarının
isnad ettikleri nitelemelerden Musa'yı. Rabbi istisna tuttu. Onlar, Musa'nın testislerinin
şişkin olduğunu söylemişlerdi. Ama kendisinin eübde olmayarak avret mahalli
açılınca onun sağlıklı olduğunu gördü-icr. Böylece Allah onların
nitelemelerinden Musa'nın uzak olduğunu kendilerine göstermiş oldu. Ona karşı
ileri sürdükleri hüccetlerini boşa çıkardı. Tuzaklarını geçersiz kıldı. Sonra
üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgasını vurdu. Musa, Allah katında şerefli,
sevgili ve itibarlı birisi idi.
Ey mü'mînler sakının.
Sizden önceki ümmetler gibi sapıklık içerisine girmeyin. İşte bu şerefli
Peygamber Allah katında itibarlıdır. Her türlü kirden, ayıptan ve pislikten
uzaktır. O ve aile efradı her türlü kusurdan uzaktırlar. Onlara eziyet etmekten
sakının. Üzerinize indirilen Kur'an'a uyun. Allah'a ye Resulüne itaat edin ki
kurtuluşa eresiniz. Ey mü'minler Allah'ın azabından korunun ve takvalı olun.
Doğru sözler söyleyin. Yararımaa olan kelimeleri telaffuz edin. Sizi sapıklığa
götürecek, azaba maruz bırakacak, içinde zina, fuhuş, yalan ve iftira bulunan
sözleri söylemekten sakının. Eğer sakınır, kendinizi düzeltir, emr-i bi'1-maruf
ve nehy-i anil münker gibi hayırlı sözler söylerseniz, Allah da dünya ve
ahirette sizin işlerinizi düzeltir, günahlarınızı bağışlar.
Ey Allah'ın kulları!
Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız ve azabından korunursanız, O da sizin
amellerinizi düzeltir işlerinizi yoluna koyar. Belli ecelinize varıncaya kadar
sizleri güzelce yaşatır. Her fazilet sahibine ahirette kendi fazlından ihsanda
bulunur. Allah herşeyi yapmaya muktedirdir. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat
ederse büyük kurtuluşa ermiş olur. [65]
72- Doğrusu Biz, sorumluluğu
göklere, yere,dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve
ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu
yüklenmiştir.
73- Bunun sonucu olarak, Allah,
ikiyüzlü erkek ve kadınlara, Allah'a ortak koşan erkek ve kadınlara azab
verecektir, Allah inanan erkek ve kadınların tevbelerini kabul buyuracaktır.
Allah bağışlar ve merhamet eder. [66]
Mükellefiyet.
Çekindiler, yani korkularından dolayı emanet yüklenmekten kaçındılar.
Yüksek emirleri ve
yüce edepleri islam'ın mükellefiyetlerinden, hatta özünden olan hikmetlerle
öğütleri içeren bu sûrenin parlak ifadelerle sona erdiğini görüyoruz. Bu ayet-i
kerimelerde, mükellefiyetlerin kolay olmadıkları, bilakis göklerle yerlerin
kabullenmekten kaçındıkları büyük işler olduğunu açıklanmaktadır. [67]
Doğrusu biz emaneti
(taat ve farizalardan ibaret olan mükellefiyetleri) göklere, yere ve dağlara
teklif ettik. Onlar bunu kabullenmeye güç yetireme-diler. Yüklenmekten
kaçındılar. Ama çok zalim ve cahil olmakla birlikte insanoğlu bu emaneti
yüklendi.
Yüce Allah
mükellefiyetleri göklere ve İçindeki varlıklara, yere ve üzerindeki dağlara,
ovalara, bitkilere ve diğer varlıklara teklif etti. Bunlar kendilerinden
istenileni hemen yerine getirdiler. Emaneti yüklenmekten kaçındılar.
İstenileni yerine getirmeyi ertelemekten ve geciktirmekten sakındılar. Melekleri
görmez misiniz ki, emaneti yüklenmiyorlar? Onlar emaneti yükleniyorlar mı,
yoksa kendilerinden istenilen hususları hemen yerine mi getiriyorlar ve hiçbir
şeyi uhdelerinde bırakmıyorlar?! Bu itibarla melekler üzerlerinde hiçbir yük
bırakmamakta ve emaneti om uzamamaktadırlar. Size bu konuda çok basit bir örnek
vereceğim: Mesela öğlen namazı üzerinize farz olduğu zaman bu namazı vaktinde
kılmanız gerekir. Vaktinde eda ettiğiniz zaman sizin için, "öğlen
namazının emanetini yüklenmedi" demek doğru olur. Çünkü namazı tam
vaktinde eda etmişsiniz. Bu halinizle, belli bir süreye kadar yanına bir
eşyanın emanet bırakıldığı bir adama benzersiniz. Emaneti iade etmek zamanı
geldiğinde bu adam emaneti sahibine iade eder. Sorumluluğu altında bırakıpta
bekletmez. Sizde vakti geçinceye kadar öğlen namazını ertelediğiniz takdirde,
öğlen namazının emanetini yüklenmiş olursunuz. Hülasa her-şeyin doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır: Gökler, yer, dağlar, bu saydıklarınızın içinde ve üzerinde
bulunan herşey, emaneti asla yüklenmiyorlar. Bilakis kendilerinden istenilen
hususları anında yerine getiriyorlar.
İnsana, yani bazı
insanlara gelince onlar emaneti yüklenmişlerdir. Geçen satırlardaki anlamıyla
amel sahiplerinin mükâfatlanması, kusurlu kimselerin azaplandınlması şartı ile
birlikte bu insanlar emaneti yüklenmiş ve yüklenmekten kaçınmamış,
korkmamışlardır. Azabından da çekfrımemişlerdir. Çünkü bunlar kendi
nefislerine çok yazık eden cahil kimselerdirler. Emanete hıyanet eden, ahde
vefa göstermeyenler İçin ahirette hazırlanmış olan azaptan kendilerini korumak
hususunda gerekli amelleri işlememişlerdir.
Cenab-ı Allah'ın bu
mükellefiyetlerle emanetinin insanların omuzlarına yüklenmesinin bir neticesi
olarak O; kötü amel işlemelerinden, emanete hiyanet etrneterinden, ahde vefa
etmeyişlerinden dolayı müşriklerle münafıkları azaplandıracaktır. Yine
emanetin ve mükellefiyetlerin insanların omuzu-na yüklenmesinin bir neticesi
olarak yüce Allah mü'minlerin tevbelerini kabul buyuracak, emanetin gereğini
yerine getirip muhafaza eden, verdikleri teahhütleri yerine getiren, salih amel
işleyen kimseleri de mükafatlandiracaktır. A.İIah çok bağışlayandır,
esirgeyendir. [68]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/59.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/59-60.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/60.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/61-64.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/64-65.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/65.
[7] Ahzab: 53.
[8] Asabe olmayan, farz sahibi de bulunmayan, fakat ölüye
neseben bir yakınlığı olan kimselere Zevil-erham denir. (Danışman).
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/65-66.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/66.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/67-70.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/70-71.
[13] Nahl:61.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/71-75.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/75-76.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/76-77.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/77-78.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/78-79.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/79.
[20] Ahzâb: 52.
[21] Ahzâb: 53.
[22] Ahzâb: 30.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/79-82.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/82-83.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/83.
[26] Hucurât: 9.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/83-88.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/89-90.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/90.
[30] Ahzâb: 5.
[31] Kalem: 4.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/90-94.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/94.
[34] Rûm: 17-18.
[35] Bakara: 257.
[36] Bakara: 152.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/94-96.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/96.
[39] Bakara: 143.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/96-98.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/99-100.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/100.
[43] Rahman: 68, (Bu ayet-i kerimede meyva kelimesi geçtiği
halde daha sonra yine nardan ve hurmadan söz edilmesi, bu iki meyvenin
değerlerini yücdimek amacına yöneliktir. (Mütercim) ).
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/100-104.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/104-105.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/105-106.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/106.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/016-107.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/107-109.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/109.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/109.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/109-111.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/111.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/111.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/111-114.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/114-115.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/115.
[58] Tevbe: 84.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/115-116.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/116-117.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/117.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/117-118.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/118.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/119.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/119-120.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/120.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/120-121.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 5/121-122.