AHZAB SÛRESİ 2

Edep Ve Direktifler. 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Ve Önün Yüksek Mertebesi 4

Bazı kelimeler: 4

Açıklama: 4

Özet: 5

Hendek Veya Ahzab Savaşı 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 6

Mü'minlerin Bu Savaştaki Tutumları: 8

Savaşın Sonu: 9

Peygamber Ailesinin Edeplerinden Örnekler. 9

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 10

Peygamber Ailesinin Adabı Ve Sıfatları 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Cahş Kızı Zeyneb'in Zeyd Bin Harise İle Olan Kıssası 14

Bazı Kelimeler: 14

Açıklama: 14

Cenab-I Allah'ın Mü'minleri Terbiye Edip Onlarla İlgilenmesi 16

Açıklama: 16

Bazı İslâmî Edepler. 17

Açıklama: 17

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Bazı Hususiyetleri 18

Bazı Kelimeler: 18

Açıklama: 18

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Çok Evliliği Hakkında Birkaç Söz: 20

Hicab Ayeti Nazil Olduktan Sonra: 21

Mü'minlerin Peygamber Hanesine Karşı Nasıl Davranmaları Gerekiyordu?  21

Bazı Kelimeler: 21

Nüzul Sebebi: 21

Açıklama: 22

Peygamber (S.A.V.)'İn Mertebesi, Kendisine Ve Müminlere Eziyyet Edenin Cezası 22

Bazı Kelimeler: 23

Açıklama: 23

Kadınların Avret Yerlerini Örtemleri Gerekir. 23

Bazı Kelimeler: 24

Açıklama: 24

Münafıklar İşte Bunlardır, Cezaları Da Şudur: 25

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Kafirlerin Cezasıda İşte Budur. 26

Bazı Kelimeler: 26

Açıklama: 26

Direktif Ve Öğütler. 27

Bazı Kelimeler: 27

Açıklama: 27

Teklif Edilen Emanet Ve Bu Emanetin Omuzlanması 28

Bazı Kelimeler: 28

Açıklama: 28


AHZAB SÛRESİ

 

Bütün alimlerin ifadesine göre Medeni bir suredir, 70 ayettir. Bu sûre nazil olmakla münafıkların iç yüzlerini açığa çıkarmış, onları rezil rüsvay etmiş; Peygamber (S.A.V.) efendimize yaptıkları eziyetleri, O'na dil uzatmalarını, ha-mmlarıyla evlenmesini dillerine dolamalarını, Hendek (Ahzab) savaşında ve diğer gazalarda kafirlerle münafıkların müslümanlara karşı takındıkları ta­vırları açıklamıştır. Hane-İ Nübüvvet için peygamber adabını, Zeyd bin Ha-ris'e kıssasını ve Medine'de yeni oluşan İslam toplumunun, özellikle büyük Bedir savaşından sonra gelişme sürecine giren islam cemaatinin muhtaç ol­duğu İslami edepleri açıklamıştır. [1]

 

Edep Ve Direktifler

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1- Ey Peygamber! Allah'tan sakın, inkarcılara ve iki yüzlülere uyma, Allah şüphesiz bilendir, hâkim'dir.

2- Sana Rabbinden vahyolunana uy; şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

3- Allah'a güven, Allah, Vekil olarak yeter.

4- Allah insanın içine iki kalb koymamıştır. Allah, zihar yapmanız su­retiyle eşlerinizi, anneleriniz gibi (kendinize haram saymanız için) yaratma­mıştır; evlatlıklarınızı da öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kutlamıştır. Bun­lar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir. Allah gerçeği söylemektedir, doğru yola O eriştirir.

5- Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olan­dır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları diri kar­deşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bîr yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merha­met eder. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

(Zihar yapıyorsunuz). Zihar kelimesi, erkeğin kendi karısı­na: "Sen bana anamın sırtı gibisin" demesi ve bu sözüyle onu kendine ha­ram kılmayı kasd etmesidir.

"Daiy" kelimesinin çoğulu olup ev­latlıklar demektir. Babasından başkasına nisbet edilen kimseler manasına gelir.Daha âdil ve daha düzgün.Dostlarınız. Ayet-i kerime­de bu kelime ile amca oğullan kast edilmiştir. Günah. [3]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber!'Allah'a karşı'gelmekten sakınma halini devam ettir. Ve Allah'a karşı daha çok takva sahibi olmaya devam et. Çünkü bu, genişliği ve yüksekliği bilinmeyen büyük bir kapıdır. Sen, bu hususta insanlar arasın- . da önceliğe sahipsin. Senin daha fazla takva sahibi olman gerekir.

Kafirlerle münafıklara itaat etme ve hiç bîr hususta onlara yardımcı ol­ma. Görüşlerini kabul etme. Onlardan dost ve arkadaş edinme. Onlardan ya-. na ümitlenme. Aksine onlara karşı tedbirli ve uyanık ol. Çünkü onlar Al­lah'ın ve Resulünün düşmanlarıdır. Şüphesiz Allah senin halini ve onların hallerini bilendir. Emrettiği herşeyi hikmete muvafık olarak emredendir.

Rivayete göre Resulullah (S.A.V.) efendimiz Medine'ye hicret ettiği za­man yahudilerin iman etmelerini çok arzu etmiş idi. Çünkü onlar kitap ehl-i olup görüş sahiplen idiler. Bu konuda sözlerine de kulak verilirdi, özellikle Araplar, onların söylediklerine çok itibar ederlerdi. Peygamber (S.A.V.) efen­dimiz onların içinde bazı münafıklar bulunduğunu biliyor, onlara yumuşak davranıyor, ikramda bulunuyor, iyi muamele ediyordu. Sözlerine kulak veri­yor emirlerine itaat ediyordu. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayeti kerimeler nazil oldu.

Rivayete göre Ebu Süfyan bin Harb ile ikrime bin Ebî Cehl ve Ebû AL ver Essülemi, kendileriyle peygamber (S.A.V.) arasındaki bir anlaşmaya da­yanarak peygamber efendimizin yanma geldiler. Beraberlerinde münafıkla­rın reisi Abdullah bin Übey ile Muatteb bin Kuşeyr ve Ced bin Kays da bulu­nuyordu. Peygamber efendimize şöyle dediler: Tanrılarımızı kötülemekten vaz geç. Taptığımız tanrıların bize şefaat edip fayda veren tanrılar, olduklarını söyle. Biz de seni, Rabbinle başbaşa bırakalım ve sana ilişmeyelim.

Bu sözler Peygamber (S.A.V.) efendimiz ile diğer mü'mİnlerin çok ağırı­na gitti. Orada hazır bulunan Hz. Ömer, onları öldürmeye kasd etti. Bunun üzerine yukardakf ayet-i kerimeler nazil oldu. Bu ayet-İ kerimeler Peygamber (S.A.V.) efendimizi kafirlerle münafıklara itaat etmekten yasaklıyor, onlara karşı soğuk savaş ilan etmesini, onlara aldırış etmemesini ve iltifatta bulun­mamasını emrediyordu. Onlara iltifat etmesi akıllı kimselerce de çok tehlike­li görülen bir davranıştır. İşte bu nedenle islamiyet bu tehlikeyi ortadan kal­dırmak için yukarıdaki direktifleri peygambere yöneltmiştir. İslam yolunda yürüyen kimselerin, kör yürüyüşü gibi yürümemeleri için sağlam ve dosdoğ-. ru yolun işaretleri Kur'an-ı Kerim'de çizilmiştir.

Kur'an Müslümanların kalplerinde onur ve üstünlük duygularını yerleş­tiriyor. Onları kafirlerle münafıklara iltifat etmeme emrine muhatap kılıyor. Şüphesiz Allah müzminlerin çıkarlarını ve doğru yolu bilendir. Hikmet sahi­bidir. Emir ve yasaklarını sağlam bir hikmete dayanarak belirtir. Ey mü'min-ler! O'nun yasaklarına riayet edin, emirlerini yerine getirin. Şüphesiz bu, sizin için daha hayırlıdır. Peygamberin ve mü'minlerin kafirlerle münafıklara ita­at etme hastalığına mübtela olmamaları ve bu hususta oların tedavi edilme­leri İçin sunulan ikinci manevi iİaçta şudur: Peygamber ile beraberindeki mü1 minier, kendisine alemlerin Rabbi tarafından vahyedilen emirlere uymalıdır­lar! Çünkü Allah sizin yapmakta olduğunuz işlerden haberdardır. Bize fay­dalı olan herşeyi vahyeder. Çünkü O, kullarından haber alan ve onların du­rumlarını görendir. Üçüncü ilaç ise; Allah'a hakkıyla tevekkül edip itimad etmek, dayanmaktır. Bunda hiçbir şüphe ve boş bir iddia yoktur. Her kim Allah'a tevekkül ederse o, ona kafidir. Allah, kendisine bağlanan kuluna ve­kil olarak yeter.

Ey Allah'ım sen ne büyüksün! Kur'an-ı Kerim, kâfirlerle münafıklara itaat etmekten, onlara meyletmekten, bize karşı İnatkâr tavır takındıkları, üze­rimize alçaklık ve değersizlik tozlarını savurdukları müddetçe sözlerine ku­lak vermekten bizleri sakındırmak ta ve bu hususta bize çağrıda bulunmakta­dır. Bundan sonra bize hiçbir zarar gelmez. Allah'ın bizim için yazdığından başkası da bize isabet etmez. Sonra Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Siz Allah'a güvenin. O'na belbağlaym. Çünkü o bilendir, hikmet sahibidir. O'nun emir­lerini yerine getirin, yasaklarından kaçının. Kur'an'a uyun. Büyük, küçük, bütün işlerinizde hem kendi nefsinize, hem mü'min kardeşlerinize, hem de aile efradınıza O'nun emirlerini tatbik edin. Sonra Allah'a tevekkül edin. Zi­ra O, kendisine tevekkül eden kullarını bütün kötülüklere karşı korur, kendi­sine iman eden kimseleri savunur;

Şu halde Kur'an'a ve peygambere iman ettiğimiz müddetçe bu hükmü uygulamamız, nefislerimizi ve hastalıklarımızı Kur'an'a tabi ölüp Allah'a te­vekkül etmekle tedavi etmemiz gerekmektedir.

Bundan sonra Cenab-ı Allah'ın şu kavli celiline dikkatle bakmak gere­kiyor: Allah, her kim olursa olsun bir kimsenin göğsüne iki kalp koymamış­tır. Kalp tevcih mahallidir. Duyguların ve yönetimlerin kaynağıdır. Ey insan! Sen Allah ve Resulü ile birlikte olupta kalbinde zerre ağırlığınca kafirlik veya münafıklık yok ise, mutlaka Kuran'a uyan, Kur'an'a davet eden, Allah'a1 te­vekkül eden kamil ve salih bir mü'min olursun. Bir kimsenin göğsünde iki kalp bulunamayacağı sözünden Araplar şu manayı anlıyorlar: Bir göğüste iki kalbin bir araya gelmesi mümkün olmadığı gibi bir kalpte de birbirine zıt iki inancın bir arada bulunması mümkün değildir. Şu halde edep ve ahlakı mızın bir taraftan, dinimizin bir başka taraftan alınması doğru değildir. Bu arada sağlam ve hikmetli bir istidraç vuku bulmuştur. Çünkü ayet-İ kerime.-de kişinin kendisiyle zi.har ettiği kadının artık kendi zevcesi olamayacağı, so­yu belli ve nesebi serih olan kimsenin başkasının evladı sayılamayacağı, aynı kalpte iki zıt inancın bir arada bulunması reddedildikten sonra açıklanmış­tır.

Cenab-ı Allah bir kimsenin göğsünde İki kalp yaratmış değildir. Kendileri ile'zihar ettiğiniz eşleriniz de analarınız değildir. Nitekim bazı kimseler, eşlerini kendilerine haram kılmak amacıyla onlara hitaben "sen bana ana­mın sırtı gibisin, yani anamın sırtının bana haram oluşu gibi sende bana ha­ramsın!" derler. Böyle diyen kimse karısını kendi anası gibi saymaktadır. Ama noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kişinin kendi karısını anası gibi say­mamaktadır. Karısı ile zihar yapan kimse, çok çirkin ve yalan söz söylemiş olur. Ziharmdan dönerse yani boşaması mümkün olacak bir süre aradan geçtiği halde karısını boşamazsa zihar keffareti ödemesi vacib olur. Bu keffarette; bir köle azat etmek veya peşpeşe aralıksız iki ay oruç tutmak veya altmış düş­küne yemek yedirmektir. Bununla ilgili açıklama Mücadele Sûresi'nde gele­cektir. "Evlatlarınızı da sizin özoğullannızyapmadı" Kurtubi bu ayet-İ keri­meyi tefsir ederken şöyle der: Tefsir ehl-i bu ayet-i kerimenin Zeyd bin Harise hakkında nazil olduğunu ittifakla söylemişlerdir. İmamlar, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biz Zeyd ibn-i Harise'yi Zeyd bin Muhammed diye çağırırdık. Ancak: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah yanında daha adaletlidir" mealindeki ayet-i kerime nazil olunca biz onu bu şekilde çağırmaktan vazgeçtik.

Şam tarafında esir edilen Zeydi Tihameli bir gurup süvari esir al­mış, bilahare Hakim b. Hizam onu satın almış ve halası Hatice'ye, Ha­tice de Peygamber (S.A.V.) Efendimize hibe etmiş idi. Peygamber efen­dimiz ise onu azad edip evlatlık edinmişti. Zeyd, özgürlüğüne kavuşup ailesi ve aşireti ile bir arada yaşamak istemeyip peygamber efendimizin kölesi ola­rak kalmayı tercih etmişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de onu ken­dine evlatlık edinmiş ve şöyle demişti: "Ey Kureyş topluluğu şahid olun ki (Zeyd) benim oğlumdur. Bana mirasçı olacaktır. Ben de ona mirasçı olacağım."

Bu sözlerden de anlıyoruz ki evlatlık edinme işi cahİlîyet devrinde tea­mül halinde idi. İslamiyyet geldikten sonra, bir süre bu teamül uygun görül­müş sonra ayet-i kerime İnince yasaklanmıştı. Çünkü ayet-i kerime şöyle di­yordu: Sizin evlatlık edindiğiniz bu kimseleri çağırmanız sadece ağızla çağır­maktan başka bir anlam taşımamaktadır. Çünkü evlatlık edinmenin şer'i ya­da akli bir.dayanağı yoktur. Öyle ise bunları babalarından başkalarına nis­bet ederek çağırmanız boş ve anlamsız bir sözdür. Öyle ise onları evlatlık edi­nenlerin değil de, dünyaya gelmelerine vesile olan babalarının nesebine men­sup kılarak çağırın. Allah doğru sözü söyler ye insanları doğru yola iletir. Sizin bu cahiliyet adetini terk etmeniz ve insanı babasına nisbet ederek çağır­manız gerekir. Kutlu ve yüce olan Allah şu hak sözü söylemiştir: Evlatlık edin­diğiniz kimseleri babalarına nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğru ve daha adilce olur. Örneğin, insanların daha Önceleri Zeyd bin Muhammed dedikleri kimseye, Zeyd bin Harise deyin. Eğer bu evlatlıkların asıl babasını bilmiyorsanız onlar, Sizin dinde kardeşleriniz ve amcaoğullarınızdırlar. Me­sela siz nesebi bilinmeyen bir kimseye ey falan veya ey kardeşim yahut ey amcam oğlu dîye sesleniyorsunuz. "Mü'minler ancak kardeştirler! İnsan, yan­lışlıkla kendisini evlat edinen babasına nisbet edilerek çağmlırsa bunun bir günah ve sorumluluğu yoktur. "Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile bile yaptığında (günah vardır)". Kendisim evlatlık eden adamın adı ile şöhret bulan kimselerin bu yeni adlarıyla çağırılmaian haramlık kapsamına girmez. Nitekim Mikdat bin Amr için de böyle bir durum söz ko­nusu olmuştur. O kendisini evlatlık edinen kimsenin adıyla meşhur olmuş ve Mikdad bin Esved olarak bilinir olmuştu. Esved bin Abdi Yağus onu cahili-yet devrinde evlatlık edinmiş, kendisi de bu isimle tanınmıştı. Yukarıdaki ayet-i kerime nazil olunca kendisine Mikdad bin Amr demeye başladılar. Bununla beraber Mikdad bin Esved adı onun üzerinde kalmakta devam etti. Ona Mik­dad bin Esved demeye devam eden kimselerin yukarıdaki ayet-i kerimeye karşı geldiğine dair bir hüküm verildiği hiçbir sahabiden duyulmuş değildir. Cenab-ı Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. Yanlışlıkla işlenen günahları kaldı­randır. [4]

 

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Ve Önün Yüksek Mertebesi

 

6- Mü'mİnlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gere­kir; onun eşleri onların anneleridir; akraba olanlar, miras hususunda, Allah'ın Kitab'ında birbirlerine mü'minler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Dost­larınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu Kitab'ta yazılı bulunmaktadır.

7- Peygamberlerden söz almıştık. Ey MuhammedJ Senden, Nuh'dan, İbrahim'den Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.

8- Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve inkarcılara can yakı­cı azab hazırlamak için bunu yapmıştır. [5]

 

Bazı kelimeler:

 

Yazih.Sağlam ahidleri Kuvvetli söz. [6]

 

Açıklama:

 

Dinî ve dünyevî işlerde Peygamber (S.A.V.) mü'minlere canlarından da­ha da kıymetlid;r. Mü'minlere Allah Resulünü, Allah'tan başka herşeyden hatta kendilerinden daha çok sevmeleri, Allah'ın hükmünü kendi hükümle­rinden daha çok tatbik etmeleri vaciptir. O'nun hakkı kendi yanlarında öz nefislerinin haklarından daha ileri olmalıdır. Nefisleri Allah ve Resulü için feda olmalı. Resulullah'ı kötülüklerden koruyan birer kalkan olmalıdır. Ken­di mülkiyetlerinde bulunan herşeyi O'nun ayaklan altına bırakmalıdırlar. Ver­diği emir ve yasaklara inançlı olarak yönelmelidirler. Çünkü bu emir ve ya­saklar onların doğru yola iletilmelerini sağlar. Böylece İki cihan saadetini ka­zanırlar. Bazıları ise ayet-İ kerimeyi şöyle manalaridırmışlardır: Peyamber onlara çok yakındır. Onlara şefkat ve merhamet gösterir. Onlara kendi nefislerin­den daha çok fayda sağlar.

Ululama, sevgi, hürmet, ağırlama ve evlenme yasağı bakımından Peygamberin hanımları, mü'minlerin anneleridirler. "Sizin, Allah'ın Resulüne ezi­yet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir!'[7]

Bu sadece Peygamber hanımları için bir ikramdır. Onların hukukunu mu­hafaza etmektir. Ama onların kızları mü'minlerin anaları değildirler. Bacıla­rı da mü'minlerin teyzeleri değildirler.

îslamîyetin ilk zamanlarında müslümanlar dinde ve hicrette velayet esa­sına göre birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Akrabalıkta birbirlerine mirasçı ola­mıyorlardı. Cenab-ı Allah akrabalık bağının, anlaşmalardan, din ve hicret adına veraseten daha yakın ve öncelikli olduğunu açıkladı. Zevİl-erham,[8] Allah'ın kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ama dostlarınıza, kendileriyle sevgi bağlan kurduğunuz, dost­luk te'sis ettiğiniz yabancı muhacirlere vasiyyet gibi herhangi bir iyilikte bu­lunmanız caizdir, hiçbir sakıncası yoktur. Haram olan, miras bırakmak ve miras almaktır. Yani iman ve hicret adına mü'minlerin birbirlerine mirasçı olmaları yasaklanmıştır. Akrabalık ve zevi'l-erhamlık yönünden biribirleri-ne mirasçı olabilirler ki, bu da Kur'an-ı Kerim'de yazılıdır.

Ey Muhammed, hatırla o zamanı, biz Peygamberlerden misaklannı ve sağlam ahidlerini almıştık ki, biribirlerinin geleceğini önceden insanlara müj­delesinler ve biribirlerini doğrulayıp tasdik etsinler. Ya Muhammed! Senden de, ahit almıştık.

Bu ayet-i kerimede özellikle bu adı sayılan peygamberlerden bahsedil­miştir. Çünkü bunların şeriat ve kitapları vardır. Kendileri de Ulül Azim pey­gamberlerdirler. Bu da kafirlerle mü'minler arasında miras hükümlerinin iş­lemesini kesinlikle yasaklayan bir hükümdür. Bu, Nuh'un ve ayet-i kerimede Nuh Peygamber ile adı bir arada zikredilen Peygamberlerin şeriatlerinde yer almakla beraber Muhammed (S.A.V.) efendimizin şeriatına aykırı olmayan hususlardandır. [9]

 

Özet:

 

İslamİyetin ilk zamanlarında hicret sebebi ile muhacirler kendi araların­da birbirlerine mirasçı olabiliyorlardı. Sonra iman ve akrabalık bağı dolayı­sıyla mü'minler biribirine mirasçı olmaya başladılar. Kafir ile mü'min ara­sında miras hükümlerinin cereyan ettiği, kendilerinden misak alınan Peygam­berlerden hiçbirinin dininde mevcut değildir. Ey müslümanlar, dinde müdahane etmeyin. Gevşeklik göstermeyin. Kafirlere yaltaklanmayın.

Biz peygamberlerden, yükümlülüklerini yerine getirmeleri, Peygamerlİk ve risaleti tebliğ etmeleri, biribirlerini doğrulamaları hususunda sağlam bir ahit aldık. Cenab-ı Allah, kendi dinine insanları davet etmeleri için peygam­berlerden kuvvetli söz ve ahid almıştır. Mü'minleri doğrulukları ve imanları dolayısıyla mükafatlandırmak, kafirlerle isyankarları da elim azapla azaplandırmak için peygamberlerden kuvvetli söz aldı. [10]

 

Hendek Veya Ahzab Savaşı

 

9- Ey İnananlar! Allah'ın size olan nimetini anın, üzerinize ordular gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiş­tik. Allah, yaptıklarınızı görüyordu.

10- Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dön­müştü; yürekler ağızlara gelmişti; Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyor­dunuz.

11- İşte orada, inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratıl­mışlardı.

12- İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar: "Allah ve peygamberi. bize sadece kuru vaadlerde bulundular" diyorlardı.

13- İçlerinden bir takımı: "Ey Medinelilerl Tutunacak yeriniz yok, ge­ri dönün" demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: "Evlerimiz düş­mana açıktır" diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaç-. mak istiyorlardı.

14- Eğer Medine'nin etrafından üzerine varılmış olsa, sonra da kendi­lerinden fitne çıkarmaları istense hemen buna girişip derhal yapmaktan geri-kalmazlardı.

15- And olsun ki, daha önce, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Al­lah'a ahd vermişlerdi. Allah'a verilen ahd sorulacaktır.

16- Ey Muhammedi De ki; "Eğer ölümden yahut öldürülmekten ka­çıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir; kaçsartız bile az bir za­mandan fazla yaşatılmazsınız."

17- De ki; "Allah size bir kötülük dilese veya bk rahmet istese, O'na karşı kim sizi koruyabilir? Allah'tan başka bîr dost ve yardımcı da bulamaz­sınız."

18-19- Allah, içinizden sizi alıkoyanları, size Allah'ın yardımım kıska­narak, kardeşlerine "Bize gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin" diyenleri bilir. Kalblerine korku gelince, ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözlen dö­nerek, —ey Muhammedi—sana baktıklarını görürsün. Korkuları gidince iyi­liğinize olanı çekemeyip sivri dilleriyle sizi incitirler. Bunlar inanmamışlar-dır, Allah, bu sebeble işlerini boşa çıkarmıştır; bu, Allah için kolaydır.

20- Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu bir­likler tekrar gelmiş olsalardı, kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulu-nuP, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.

21- Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler İçin Resulullah en güzel ör­nektir.

22- İnananlar, düşman birliklerini gördükleri zaman: "İşte bu, Allah ve Peygamberinin bize va'dettiğidir; Allah ve peygamberi doğru söylemiştir'' dediler. Bu onların ancak imanım ve teslimiyetlerini artırdı.

23- İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiş­tirmemişlerdir.

24- Bu sebeple Allah, doğrulan doğrulukları ile mükafatlandırır; iki­yüzlüleri de dilerse azablandırır veya tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

25- Allah inkâr edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadı­lar; savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

Üstünüzden, yani vadinin üst tarafından, Medine'nin do­ğu cihetinden.Alt tarafınızdan, yani vadinin alt tarafından Medine'nin batı cihetin den.Şiddetli korku ve dehşetten dolayı gözler kaydı ve düşmanlarından başkasına bakamaz oldu. Hançere kelimesinin çoğuludur. Bu savaş ile sınandılar. Şiddet­le sarsıldılar. Hastalık, zayıf İtikat, şek ve nifak.Aldan­ma, fayda vermeyen batıl.Medine halkı. Avret, sağlam ve muhafazalı olmayan, açık, içine kolayca girilebilen yer.Kaçmak.Yanlarından. Arkalarını dönmezler, yenik düşüp kaçmazlar, Müslümanları Resulullah ile savaşmaktan alıkoymaya çalışanlar.Savaş.Sahih, cimri kelime­sinin çoğuludur. Bunlar Hendek savaşında Hendek kazmaya veya bu husus­ta mali yardımda bulunmaya yaklaşmayan cimrilerdir.Dilleriy­le size eziyet ettiler. Gruplar, Resulullah (S.A.V.)'e karşı savaş verip O'nun işini bitirmek için bir araya gelen kabileler. Güzel ör­nek .ölümünü.

Bu ayet-i kerimelerde Hendek savaşı anlatılmaktadır. Hendek adını al­ması, Medine çevresine hendek kazılarak savaşılmasmdan ötürüdür. Ayrıca Kureyş, Gatafan, Necİd kabileleri ile Medine yahudileri çeşitli hizipler ve grup­lar oluşturup bir araya gelerek Resulullah'a karşı savaş verdiklerinden dolayı bu savaşa, hizipler anlamına gelen Ahzab savaşı da denilmiştir.

Bu surenin 9 ila 11. ayetleri savaşın genel tavsifini yapmaktadır. 12 ile 21. ayetler ise Yahudilerle münafıkların mtlslümanlara karşı tutumlarını açık­lamaktadır. 22 ila 25. ayetler mü'minlerin tutumlarım açıklamaktadır. 25. ayette  ise savaşın neticesi anlatılmaktadır.. 26. ila 27. ayetlerde de müşriklere destek veren Yahudilerin akıbetleri açıklanmaktadır. [12]

 

Açıklama:

 

Ey Allah'a ve Resulüne iman edenler! Allah'ın, sizin üzerinizdeki nime­tini hatırlayın. Hani sizin üzerinize, karşı koyamayacağınız ordular gelmişti. Sizi mahvetmek ve işinizi bitirmek için size karşı bir cephe oluşturmuşlardı. Cenab-ı Allah onların üzerlerine Öyle bir rüzgar saldı ki, çadırlarını kökten söktü. Atlarını sağa sola savurdu. Kazanlarım tersine döndürdü. Sizin gör­mediğiniz melek ordularını üzerlerine gönderdi. Sizin yapmakta olduğunuz işleri Allah görmektedir ve herşeyi yapmaya da muktedirdir.

Yahudiler, Arap kabilelerinin dağınık durumda olduğunu, Peygamber ve Ashabına karşı savaşacak güçte olmadıklarını görüyorlardı. Bunun üzerine cehpe oluşturmaya, birleşik bir grup meydana getirmeye çabaladılar ve işe koyuldular. Araplarla yahudiler islam'a karşı tek elden yönetilen bir ordu ve patlayan tek bir silah haline gelmek, böylece onları varlık alanından silip at­mak, rahata kavuşmak için anlaşma yaptılar. Yahudi liderlerinden Huyey bin Ahtap ile diğerleri bu iş için paçaları sıvadılar. Kureyş, Gatafan, Mürre oğul­ları, Eşca' ve diğer kabileleri birleştirmeye başladılar. Nihayet bu kabileler bir araya geldiler. Kureyş'e Ebu Süfyan, Gatafan'a Uyeyne bin Hısn, Mürre oğullarına Haris bin Avf, Eşca' kabilesine de Mis'ar kumanda ediyordu.

ResuluIIah {S.A.V.) efendimiz bu kabilelerin İslam'a karşı birleşik bir cep­he oluşturduklarını duyunca sahabüerini etrafına toplayarak onlarla müşa­vere etti. Ne yapmaları gerektiği hususunda onlara danıştı. Selman-ı Farisi, Ova tarafından Medine etrafına Hendek kazılmasını önerdi. Hendek kazmaya bütün gayret ve çabalarıyla müslümanlar iştirak ettiler. Başlarında da Pey­gamber (S.A.V.) efendimiz çalışıyordu. Kazı esnasında bir kayaya rastlanıldı­ğında Peygamber (S.A.V.) efendimiz gelerek onu kazmasryla parçalıyordu. Re-suîullah (S.A.V.) ile sahabileri Hendek kazma işini tamamladıktan sonra Ku-reyşliler ile beraberlerindeki Kinane ve Tihame kabileleri vadinin alt tarafın­dan, doğu cihetinden Medine'ye yöneldiler. Esad, Gatafan kabileleri İle Ne-cidliler vadinin üst tarafından, yani batı cihetinden Medine'ye yönelerek gel­diler, nihayet Uhud taraflarında konakladılar. ResuluİIah (S.A.V.) efendimiz­le Müslümanlar da Medine'den çıktılar, Zahr-i Sel' denilen Medine dağların­dan birinin yanına vardılar. Orada çadırlarını kurdular. Hendek de, müslü-manlarla müşrikler arasında bulunuyordu.

Bu zorlu vakitte Huyey bin Ahtap, Kureyza oğullarından Ka'b bin Esed'i, daha önce ResuluİIah ile kendi aralarında yapmış oldukları anlaşmayı bozmaya teşvik etti. İlk anda Ka'b anlaşmayı bozmaya yanaşmadı. Sonra bu işe meyledip anlaşmayı bozdu. Keşke bozmamış olsaydı. Ama onlar hiçbir za­man kendilerine güvenilemeyecek, anlaşma ve ahde riayet etmeyen yahudi-lerdir. islam'a karşı cephe oluşturan Müşriklerle Yahudiler, yerlerinde bir süre durdular. Müslümnlar da aynı biçimde onların karşılarında beklediler. Müslümanlar bu savaşta iki acılı durumu yaşadılar. Birincisi Arapların top-yekun İslama karşı birleşik bir cephe oluşturmaları, ikincisi de yahudilerin mü­nafıklık ederek ahidlerini bozmaları ve içlerinde gizledikleri düşmanlığı müs-lümanlara karşı açığa vurmalarıydı. Hatta bazıları dediler ki; Bizim Medi­ne'deki evlerimiz açıktır. Dönelim de evimizi muhafaza altına alalım. Çünkü biz burda sîzinle birlikte savaşmaktayken evlerimize saldırılmasmdan korku­yoruz. Diğer bir grupta şöyle dedi: Bugün bizler korkumuzdan def-i hacete bile. gidemezken Muhammed, Kisrânın ve Kayserin hazinelerini açıp bizim Önümüze sereceğini vaad ediyor!

Bu hal yaklaşık bir ay kadar devam etti. İki taraf arasında taş ve ok atış­maktan başka bir şey görülmüyordu. Bu durum peygamber efendimizin çok ağırına gitti. Nihayet Fezareli Uyeyne bin Hısn ile Haris bin Avf e! Müriyye haber gönderdi. Medine'nin ürünlerinden üçte birini kendilerine verme kar­şılığında beraberlerindeki adamlarını alarak cehpeden çekilmelerini ye Kureyşlileri yalnız başlarına bırakmalarını önerdi. Fakat Peygamber efendimi­zin bu Önerisini Ensar uygun görmeyip şöyle dediler: And olsun ki Allah, aramazda hükmünü verinceye kadar onlara kılıçtan başka birşey vermeyiz! Peygamber (S.A.V.) efendimiz Ensar'ın böyle demesinden ötürü sevindi ve on­lara muvafakat etti. Bununla ilgili olarak ta şu ayet-i kerime nazil oldu: "Göz­ler, şaşkınlıktan ötürü yerinden kaymış, (yürekler korkudan) hançereye da­yanmıştı. Allah hakkında türlü zanîarda bulunuyordunuz, İşte orada mü­minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı". Bu ayet-i kerime müs-lümanlann o andaki durumlarını çok ince bir şekilde tasvir etmektedir. Bazı Mekkeli süvariler muattal vaziyette beklemekten hoşlanmamışlar, Hendeğin etrafında dolaşmaya başlamışlar, karşı tarafa geçit verebilecek zayıf noktalar araştırmışlardı. Nihayet böyle bir yer tesbît edince de atlarını oraya sürdüler ve hendek de açılmış oldu. Müslümanlar bu durumu çok tehlikeli gördüler, derhal Hz. Ali ve beraberindeki birkaç süvari bu gediği kapatmak için olay yerine koştular. Q esnada Hz. Ali İle Amr bin Abdûd arasında bir çarpışma başladı. Çarpışma sonunda Amr öldü. Amr'ın düşüp öldüğünü gören İkri-me bin Ebi Cehil ile Dİrar bin Hattab gerisin geri kaçtılar. Müşriklerin atları mağlubiyet içersinde ürküp geriye doğru kaçmaya başladılar. İşte bu sıkıntılı zamanda kalpleri iman ile şenlenmiş, nefisleri de hakkı savunma uğrunda kayalardan daha da sertleşmiş olan ihlaslı mü'minlerin omuzları üzerine mu­kavemet ağırlığı çöktü. Müslümanlar bu anlatılan dirayetli tutumlarım de­vam ettirdiler. Kahramanca savundular. Allah onları imtihan etti. Onlar da bu imtihanda sebat ve metanet gösterdiler, sabrettiler, biribirlerine sabrı tav­siye ettiler. Ey Muhammedi Senin Rabbin onlardan kötülüğü savmak, perişan­lığı uzaklaştırmak istedi. Onlar üzerindeki nimetini tamamlamak diledi. En kötü ve şerli savaşı en güzel ve mükemmel bir surette kazanmaları İçin onlara destek verdi. Müşriklerin kalplerine korku, aralarına da fitne düşürdü. O sa­vaşta iki taraf arasında sevilen, önce müşrik olduğu halde sonra İslamiyetle şereflenen Nuaym bin Mes'ut Kureyzah yahudilerle müşrikler arasında çok önemli tir rol oynadı. Onun bu başarılı diplomatlığı sayesinde kafirlerin cep­hesi darmadağın hale geldi. Cenab-ı Allah onların kazanlarını ters çevire­cek, çadırlarını kökten sökecek, zehirli bir rüzgarı üzerlerine saldı. Şiddetli bir soğuğa ve yağmura yakalandılar. Hemen eşyalarım toplayıp Mekke'ye geri dönme hazırlığına başladılar. Dönmeleri de onlar için İyi oldu. İşte bu esna­da Ebu Süfyan şöyle diyordu: Ey Kureyş topluluğu! Siz durulacak yerde değil­siniz. Paçalar ile tabanlar mahvoldu. Kureyzahlar bize muhalefet ettiler. On­larla ilgili bize kötü haberler ulaştı. Neler yaptıklarını götdünüz. Ve yine gör­düğünüz gibi şiddetli bir fırtınaya yakalandık. Bu fırtına varken, bizim ka­zanlarımız ocak üstünde duramaz, ateşlerimiz de yanamaz, hiçbir çadır da bizi altında barındıramaz. Haydi Mekke'ye dönün, ben dönüyorum!

Böyle dedi ve Mekke'ye doğru yola koyuldu. Sabah oldu. Müslümanlar bir de ne görsünler: Birleşik cephe orduları ve karargahları kalmamış, hepsi çekip gitmişler. Kuşatma çözülmüş, mü'minlefin kalplerine huzur gelmiş, her­kes sükûnet İçinde bekliyordu. Müslümanlar şiddetli bir sarsıntıya uğradık­tan sonra bu imtihanda da başarılı olmuşlardı.

Yahudilerin müslümanlara karşı tutumlarına gelince bunu şöylece özet­leyebiliriz: Onlar savaşın şiddetlendiği esnada Peygamber (S.A.V.) efendimi­zin kendilerine Kisra ile Kayser'in hazinelerini vaad ettiğini duyduklarında Tu'me bin Ubeyrık, Muattep bin Kuşeyr ile Yahudilerden bir, münafıklardan bir grup şöyle dediler: Muhammed bizlere nasıl böyle bir vaadde bulunabi­lir?! Halbuki şu-anda bizler def-i hacete bile gidebilecek durumda değiliz. Emniyet ve güven içinde değiliz!

"Allah ve Resulü, bize sadece boş vaadlerde bulundu" derken, ne kadar da çirkin bir söz söylemişlerdi. Onlar bu sözlerine ek olarak şu rezilce tavsi­yelerde de bulunuyorlardı: Muhammed'den vazgeçin. Ondan aynim. Çünkü o helak olacaktır. Ebu Süfyan size galip gelirse hiçbirinizi sağ bırakmaz. İyi­si mi, siz evlerinize dönün. Muhammet'in askerlerinden kaçın. Ebu Süfyan ve beraberindekilerin eliyle ölmeye sizi sevkeden nedir? Başka işiniz mi yok? Evlerinize geri dönün.

Bir rivayete göre bu sözü söyleyenler, Yahudilerdi. Bu sözü münafikla-nn reisi Abdullah bin Selul'e söylemişlerdi. Münafıklarla Yahudİyelerİn bir kısmı savaşta Peygamber (S.A.V.) efendimize: Medine'de evlerimiz saldırıya ve içindeki eşyalarımız da çalınmaya müsait haldedir, diyerek izin istemişlerdir. Aslında evleri hiç de açık ve muhafazasız değildi. Onlar yalan söylüyor­lardı. Savaştan kaçmaktan başka bir maksatları yoktu. Savaş alanından kaç­mak İstiyorlardı. Şayet Medine'nin sınırlan çiğnenip içine girilmiş olsaydı da sonra kendilerinden fitnekârlık yapmaları ve müslümanları dilleriyle, silahla­rıyla vurmaları, arkadan saldırmaları İstenilseydi bütün bunları yaparlardı ve çok az bir süre bekledikten sonra derhal işe koyulurlardı. "Eğer içinizde (sizinle birlikte savaşa) çıkmış olsalardı size külfetten başka bir şey arttırmaz-lardı". Oysa daha önce savaştan firar etmeyeceklerine, arkalarını dönüp kaç­mayacaklarına, ihlasla, sadakatle Peygamberin yanında savaşacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi, ama onların sözleri ve ahidleri yoktur. Oysa Allah'a verilen ahidden dolayı kişi hesaba çekilir. Ey Muhammed, onlara deki: Sİz ölümden firar ettiğiniz zaman bu firarınızdan size bir fayda olmaz. Siz kaçıp nasıl firar ediyorsunuz? Sİz sağlam kalelere sığınmış olsanız bile eceliniz ta­mam olduğu zaman Ölüm mutlaka size kavuşur. Çünkü her ecelin Allah ka­tında yazılı bir vadesi vardır. "Ecelleri geldiği zamanda bir saat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler (derhal mahvolup giderler)"[13]

Sİz savaştan kaçtığınız zaman, yaşayacak ömrünüz varsa, o ömrünüz müd-detince kısa bir zaman yaşarsınız. Zira dünya, korkaklar için yaratılmış de­ğildir. Ey Muhammed, onlara deki: Sizler Allah'ın bir hükmünü bırakıp da diğer hükmüne nasıl kaçarsınız? O size bjr kötülük ya da iyilik, zafer ve afi­yet gibi rahmet dilediği zaman O'na karşı sizi kim koruyabilir. İşlerinizi yü­rütecek ve size şefaatçi olacak bir yardımcı ve dostta bulamazsınız. Allah'tan başka dost ve yardımcı yoktur.

Rivayete göre Abdullah bin Ubey İle münafık arkadaşları, müslümanlar arasındaki yandaşlarına şöyle dediler: Muhammed ve ashabı az bir gruptur. O ve beraberindekiler mutlaka mahvolacaklardır. Gelin Muhammed'den el çekin.

Bir rivayete göre bu sözü söyleyenler Yahudİlerdir. Yahudiler, bunu mü­nafıklara söylemişlerdi: Bize gelin. Muhammed'İ terk edin. O mutlaka helak olacaktır. Şayet Ebu Süfyan size galip gelirse hiçbirinizi hayatta bırakmaz! Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu; "Allah, içinizden (savaştan) alı­koyanları ve kardeşlerine: "Bizegelin" diyenleri biliyor". Bunlar korkak bir kavimdirler. Ölüm korkusundan dolayı savaşa çok az gelirler. Ancak riya­karlık yapmak ve adlarını duyurmak için savaşa gelirler. Bunlar yardım hu­susunda da çok cimridirler. Sıkıntı ve darlık zamanlarında size faydalan do­kunmaz. Ancak ganimet taksimi zamanında ortalarda görünür ve ganimet talebinde bulunurlar. Korku gelip de savaş alevleri kızıştığında, sağa sola bak­maya başlarlar. Korkudan gözleri döner. Akılları başlarından gider. Bu ür­kek ve korkak kimseler savaş korkusu ortadan kalkınca keskin dilleri ile size saldırır ve kötü sözleri size sarfederler. Ağır sözlerle size eziyette bulu­nurlar. Hayırda cimri, şerdfe cömerttirler. Bunlar kalben iman etmemişlerdir. Yaptıkları amelleri Allah boşa çıkarmıştır. Çünkü bunlar yaptıkları amelleri Allah rızası için yapmış değildirler. Onların nifakları ve amelleri Allah na­zarında çok basittir. Allah onları kahretsin. Nasıl da Hak'tan döndürülüyorlar! Şiddetli korkak ve kötü görüşlü olduklarından dolayı bu münafıklar Medi­ne'yi saran birleşik cephe ordularının henüz Medine'yi terk etmediklerini zan­nediyorlardı. Korkak kimseler işte böyledirler. Herhangi bir şeyi gördükleri zaman onu bir adam zannederler. Kendilerine saldıracak bir düşman zanne­derler. İnançları fasit, kalpleri kötü olduğu İçin.istiyorlar ki o birleşik cephe­yi oluşturan Arap kabileleri tekrar müslümanlarm üzerlerine saldırsınlar. Öl­dürülmek korkusuyla ve Peygamberin başına musibet gelmesi beklentisi İle o korkaklar size karşı birleşen Araplarla birlik içersindedirler. Sizin haberle­rinizi sorarlar. Aslında sizden değildirler. Onlar ne azın içinde ne de çoğun içindedirler. Eğer sizlerle beraber olsalardı, ordunuzun saflarında yer alsa­lardı bile yine de çok az savaşırlardı.

Ey savaştan geri kalanlar! Sizin için Peygamber (S.A.V.) de güzel Örnek vardır. O'nun izinden gitmeniz ve O'nu örnek almanız gerekir. Yaptığı işleri gözönünde bulundurmanız icab eder. O şecaat ve cesarette, sabır ve metanet­te musibetlere karşı direnmekte numune-i İmtİsaldir. O Allah'a bel bağlayıp güvenen, tevekkül eden ve inanan biri idi. Allah'ın kıyamet gününde sevabını uman, azabından korkan, O'nu çok sevdiği ve mükâfatını umduğu için faz­lasıyla zikreden kimseler için Peygamber (S.A.V.) de güzel bir örnek vardır.

Bu sözlerde, savaştan geri kalanlar kınanmakta, bütün insanlar irşad edil­mektedir. Çünkü hepsinin her hususta Peygamber (S.A.V.) efendimize uyma­ları ve izini takip etmeleri gerekir. O en yüksek ve en mükemmel örnektir.[14]

 

Mü'minlerin Bu Savaştaki Tutumları:

 

Kalplerinde hastalık bulunan, korkaklık ve bocalamanın etkisi altında kaldıkları için kötü karakterli, bozuk düşünceli ve fasid akideli olduklarını, davranışlarıyla ortaya koyan Yahudilerle münafıkların tutumlarını önceki sa­tırlarda okuduk. Kalplerine imân aydınlığı giren, nefislerine yakîn nûr'u do­lan ve Allah'a güvenen mü'minlere gelince; bu sıkıntılı ve zorlu tecrübe onla­ra çok faydalar verdi. Bu, Allah tarafından onların bir imtihan edilişi idi. Ya-kînlerine yakîn kattı. Onlar, müşriklerin İslama karşı birleşik bir cephe oluş­turduklarını, ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmek istediklerini görünce şöyle dediler: Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettikleri şeyler gerçektir.

Bu hal onların Allah'a imanlarını ve Resulallah'ı tasdiklerini daha da artırdı. Zaferin, güçlü ve hikmetli olan Allah katında bulunduğuna inandılar. Sabreden ve herşeyi kendisinden bekleyen müslümanlara Allah'ın destek olacağına da inandılar. Evet Allah ve Resulü onlara zafer vaadetmişti. Hire'nin, Medayİn'in, Kisra'nın, Kayser'in hazinelerini ele geçireceklerine ilişkin söz vermişti. Onlar bu söze güvenmekte idiler. Yeryüzünde vasıf ve niteliği ne olursa olsun, hiçbir kuvvetin Allah'ı aciz bırakamayacağına kesinlikle iman getir­mişlerdi. Allah kâfirler için mü'minlere mağlubiyet vermez, kâfirleri mü'min-lere üstün getirmez. Bu yığılan topluluklar, bir araya gelip cephe oluşturan kabileler, hariçte ve dahildeki yahudilerle müşrikler Allah'a karşı basit bir grup­tan başka bir şey değillerdi. Bunlar o mü'minlerin iman ve teslimiyetlerini daha da arttırmıştı.

Buharî ve Müslim, Enes (R.A.)'in şöyle dediğini rivayet ederler; "Am­cam Enes bin Nadr, Bedir savaşında Resulullah (S-.A.V.) efendimizle birlikte savaşmamıştı. Bu, onun çok ağrına gitti. Ve şöyle dedi: "Resuîullah'm hazır bulunduğu ilk savaşta ben bulunmadım. Ama Allah'a andolsun ki eğer Al­lah', Resulullah 7a birlikte savaşmayı bana gösterirse benim neler yapacağımı elbetteki Allah görecektir." Böyle dedi ve ertesi sene Uhud savaşında Resu­lullah (S.A.V.)'in yanında hazır bulundu. Sad bin Malik onu karşıladı ve ey Ebâ Amr, nereye böyle? dedi. O da: " 'Uhud'un gerilerinden cennetin koku­sunu alabiliyorum' dedi ve şehid oluncaya kadar savaştı. Vücudunda seksen­den fazla darbe vardı. Kız kardeşi onu ancak parmaklarının ucundan tanıyıp teşhis edebildi." Cenab-ı Allah: "Bazı mü'min erkekler var ki, Allah'a vaa-dettiklerİ sözü gerçekleştirdiler, ahidlerini yerine getirdiler, îslâmın hakkını ödediler. Kimi şehid oldu, kimi şehid olmayı beklemektedir. Onlar Allah'ın hükmünü değiştirmediler," mealindeki ayet-i kerimenin asıl manası işte bu­dur. Bu ayet-i kerime umumîdir. Zira itibar lafzın umumiliğinedir, sebebin hususîliğine değildir. Adamın biri çıkıp da şöyle diyebilir: Eğer müslümanlar hak yolda İseler, savaşta ve Öldürülmekte bu kadar azap ve işkence çekmele­rinin sebebi nedir?.Buna Cenab-ı Allah şöyle cevap veriyor: Bütün bunlar oluyor kİ; Cenab-ı Allah mü'minleri seçip ayırsın, kafirleri de mahvetsin. Doğru sözlüleri sadakatlarmdan ötürü mükâfatlandırsın. Münafıkları da dilediği tak­dirde azaplandırsın, yahut tevbelerinİ kabul buyursun. Ve onları gerçek tev-beye muvaffak eylesin. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [15]

 

Savaşın Sonu:

 

Allah küfredenleri —Ebu Süfyan ile Uyeyne bin Hısn ve beraberindekileri— öfkeleriyle gerisin geri çevirdi. Onlar hiçbir fayda elde ede­mediler. İşin daha da kötüsü onların içyüzleri açığa çıktı. Durumları belli ol­du. Bütün Araplar; parasız ve azıksız bir halde yurtlarından kovularak çıka­rılan Muhammed ile arkadaşlarının kuvvetinin, Yahudilerin parasal gücüyle birlikte bu birleşik Arap cephesinin gücüne denk olduğunu anladılar. Allah savaşta (meleklerin ve rüzgarın yardımıyla) mü'minlereyetti. O birleşik Arap cephesindeki savaşçıların kalplerine korku düşürdü. Mü'minlerin gönülleri­ne, hakta sebat etmeleri için cesaret bıraktı. Nihayet güçlü ve hikmetli olan Allah katından mü'minlere zafer geldi. [16]

 

Müşriklere Destek Olan Yahudilerin Sonu:

 

26- Allah, Kitab ehlinden, kafirleri destekleyenleri kalelerinden İn­dirmiş, kalblerine korku salmıştı; onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.

21 — Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığı­nız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.

Birleşik Arap cephesine katılan gruplar, Kureyş ve Gatafan gibi kabile-leler yurtlarına geri döndüler. Kalpleri kin, öfke ve üzüntü ile doluydu. Hiç­bir fayda elde edememişlerdi. Medine'deki Yahudiler de, suç unsurları ortaya çıkan mücrimler gibi kala kalmışlardı. Haklarında verilecek kararı bekliyor­lardı. Öte yandan müslümanların da bu Yahudilerle münafıklara karşı kalp­leri kin ve öfkeyle doluydu. Çünkü bunlar müslümanlarla yapmış oldukları anlaşmayı bozmuşlar, müslümanların düşmanları olan müşriklere destek ol­muşlardı. Özellikle Muhammed (S.A.V.) İle sahabilerinin etrafında iyilikten ve vefakârlıktan başka bir şey görmemiş olan Kureyza oğulları, müslümanla-n çok kızdırmışlardı. İşte bütün bu sebeplerden dolayı müslümanlar, kendi­lerine karşı birleşik cephe oluşturan kabilelerin hezimete uğrayıp def olduk­ları gecenin sabahında Kureyza oğullarıyla savaşmaya gittiler. Peygamber (S.A.V.) efendimiz Cebrail'in, "Melekler henüz silahı elden bırakmamışlar­dır!" dediğini müslümanlara duyurdu. Bundan sonra Peygamber efendimiz, Müslümanlardan, ikindi namazını Kureyza oğullarının yurdunda kılmaları­nı istedi. Müslümanlar Hz. Ali'nin taşımakta olduğu bir bayrağın etrafında biribirleriyle yarışa girercesine Kureyza oğullarının yurduna doğru koşmaya başladılar. Yahudilerin evlerine yaklaşan müsliimanlar, Yahudilerin Resulullah (S.A.V.) İle hanımlarına kötü küfürler yaptıklarını işittiler. Bundan ha­berdar olan Resulullah (S.A.V;) efendimiz onların kalelerine yaklaştıklarında şöyle dedi: "Ey maymunların kardeşleri! Allah sizi rezil etmedi mi ve üzeri­nize intikamım İndirmedi mi?" Onlar da dediler ki, Ey Muhammedi Sen ca­hil bîri değilsin. Bizim gücümüzü ve kuvvetimizi bilmiyor musun?!

Resulullah (S.A.V.) efendimiz yanlarına vardı, onları yirmi küsur gece kuşatma altında tuttu. Bu kuşatma Evs kabilesinin reisi ve cahiliyet devrinde Kureyzalıların müttefiki olan Sa'd bin Muaz'ın hakemliği ile sona erdi. Sa'd; erkeklerin öldürülmesi, çocuklarla kadınların esir alınması, malların taksim edilmesi şeklinde bir hüküm verdi.

Ey Muhammedi Senin Rabbin Kureyzalıların verimli topraklarını müsJü-manlara miras olarak bıraktı. Onların yurtlarını, kalelerini ve değerli malla­rını-da müslümanlara devretti. Allah herşeyi yapmaya muktedirdir.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz de Sa'd bin Muaz'm verdiği karara muva­fakat etti. Bununla ilgili olarak yukardaki ayet-i kerimeler nazil oldu. [17]

 

Peygamber Ailesinin Edeplerinden Örnekler

 

28- Ey peygamber! Eşlerine şöyle söyle; Eğer dünya hayatını ve süs­lerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim.

29- Eğer Allah'ı, peygamberini, aniret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.

30- Ey Peygamberin hanımları! Sizlerden biri açık bir hayasızlık ya­pacak olursa, onun azabı iki kat olur. Bu Allah'a kolaydır. [18]

 

Bazı Kelimeler:

 

Size müt'a vereyim. Mut'a, boşanan kadına verilen bir bedeldirSizi boşayayım.Açık bir fuhuş, zina.İki kat, iki defa. [19]

 

Açıklama:

 

Peygamber (S.A.V.) efendimize eziyet eden men etmeye teşvik edilmekte idi. Yine o ayet-i kerimede Peygamber hanesine karşı yüksek edeple edeplenilme-si gerektiği anlatılmaktaydı. Bu ayetlerde ise Peygamber kadınlarının iffetli ve üstün olmaları, Allah, ve Resulünü sevmeleri anlatılarak gerekli terbiye dersi verilmekte, Peygamber evinin sade bir hayat üzere olacağı da ince bir şekilde tasvir edilmektedir.

Ey Peygamber! Kendilerini serbest bırakarak dilediklerini seçebilmeleri için eşlerine de ki: Ey kadınlar! Eğer sizler dünya hayatını ve onun geçici ziy­netlerini istiyorsanız dünya hayatı ile dünyevi süsleri, Resulullah'ın yakının­da bulunup onun yanı başında durma nimetine tercih ediyorsanız, O'nun te­miz meclisinde bulunmaya yeğliyorsanız, gelin sizi boşayayım ve boşama be­delinizi de ödeyeyim.

Buharı ve Müslim, Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Ebu Bekir (R.A.) Peygamber (S.A.V.) efendimizin hane-i saadetlerinin önüne gelerek içeriye girmek için izin istedi. Kapı önünde içeriye girmek üzere bek­lemekte olup da giriş izni alamamış olan bazı kimseler gördü. Nihayet o es­nada içeriye girmesi için Hz. Ebu Bekir'e İzin verildi. Sonra Ömer de gelip girmek için izin istedi. Ona da İzin verildi. İçeriye girince Peygamber (S.A.V.) efendimizin oturmakta olduğunu ve çevresini de hanımlarının sarmış olduk­larını gördü. Peygamber (S.A.V.) efendimiz Öfkesinden dolayı susmuş idi. Neler söyledi ise söyledi. Sonra Ömer dedi ki: Vallahi ben öyle bir şey söyleyeceğim ki, ResuluIIah't güldüreyim. Şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü sen görmeliydin. Harice'nin kızı (eşim) benden nafaka istedi. Ben de kalkıp boynuna vurdum! Boğazını sıktım.

Hz. Ömer'in bu sözünden hoşlanan Peygamber (S.A.V.) efendimiz tebessüm etti ve: "İşte bunlar da benim etrafımda çevrelenmişler, gördüğü^ gibi benden nafaka istiyorlar!". Peygamber efendimizin bu sözü üzerine Hz. Ebu-bekir kalkıp Aişe'ye, Ömer de Hafza'ya yöneldiler. Herbirisi kendi kızlarının boynuna vurup boğazlarını sıkmaya kasd ettiler. Ve şöyle dediler: "Yanında bulunmadığı halde siz Resuîullah'tan nafaka mı istersiniz?" Kızları dediler ki: "Allah'a yemin olsun. Artık Peygamberin yanında bulunmayan bir şeyi ondan asla İstemeyeceğiz!".

Sonra Peygamber efendimiz,hanımlarından bir ay veya 29 gün kadar uzak kaldı. Sonunda şu ayet-i kerime nazil oldu: "Ey Peygamber! Eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız... Büyük bir mükâfat hazırlamıştır" Bu ayeî-i kerimelerin nüzulünden sonra Peygamber efendimiz hanımlarına varıp onlara seçim hakkı tanıdı. Önce Aişe'ye gidip şöyle dedi: "Ey Aişe ben sana bir öneride bulunmak istiyorum. Yalnız ana ve babana danışmadan bu hususta acelece karar vermemeni arzuluyorum." Aişe: önerin nedir ya Resulullah? diye sorunca Peygamber efendimiz, yukarıdaki ayeti ke­rimeleri ona okudu. Aişe, seni tercih edip etmeme konusunda mı anama ve babama danışacağım ey Allah'ın Resulü?! Hayır ben Allah ile Resulünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum, dedi. Peygamber efendimiz hanımlarının hep­sine ayrii öneriyi tekrarladı.

Alimler dediler ki; Peygamber (S.A.V.) efendimiz Aişe'yi çok sevdiği için bu öneriyle ilgili kararını vermeden mutlaka ana ve babasına danışmasını is­tedi. Zira biliyordu ki, ana ve babası, Peygamberden ayrılmasını kendisine asla tavsiye etmeyeceklerdir. Peygamber efendimizin diğer hanımlarına gelince; Bütün İnsanlar bilmektedirler ki, Peygamber efendimiz onlarla asla şehvet için evlenmiş değildir. Mü'minlerin anneleri olan Peygamber hanımları şun­lardır:

1- Huveylid kızı Hatice. Peygamber efendimizin evlendiği ilk kadın­dır. Onunla Mekke'de evlenmiş. Nübüvvetten sonra yanında yedi yıl kalmış­tı. Hz. Hatice ölünceye dek Peygamber efendimiz onun üzerine başka bir ka­dınla evlenmemişti. O, kadınlar içerisinde Peygamber efendimize ilk İman eden­dir. Faziletli, akıllı ve hayat görüşü olan, ayrıca Kureyş içerisinde şerefli yeri olan bir kadındı.

2- Şevde binti Zem'a binti Abdi'ş- Şems   el Amiriyye. Peygamber efen­dimiz Şevde ile Mekke'de gerdeğe girmişti. Şevde, Medine'de vefat etmiştir.

3- Hz. Ebu Bekir es-Sıddik'ın kızı Aişe. Resulullah {S.A.V.) efendimi­zin çok sevdiği'hanı mıdır. İlimde, anlayışta, dinde öncü kadınlardandı. Peygam­ber efendimiz onun faziletini ifade etmek için "Dininizin yansını bu Humeyra-dan alın" buyurmuştur. Peygamberimiz Hz. Aişe'den başka bakire bir kadınla evlenmiş değildir.

4- Hz. Ömer'in kızı Hafsa. Resulullah (S.A.V.) efendimiz Hafsa ile ev­lenmiş sonra da boşamıştı. Bilahare Cebrail gelerek şöyle dedi: "Allah, Haf-sa'ya geri dönmeni sana emrediyor. Çünkü o gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan bir kadındır" Cebrail'in getirdiği bu ilahî emir dolayısıyla Pey­gamber efendimiz Hafsa'ya geri döndü.

5- Ümmü Seleme: Peygamber (S.A.V.) efendimiz, sahih rivayete göre  oğlu Seleme'den alarak evlenmiştir.

6- Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe (Remle) -. Resulullah (S.A.V.) efen­dimiz hicretten yedi sene sonra bununla evlenip gerdeğe girmiştir. Mehrini peygamberimiz adına Necaşi vermişti. Peygamber efendimizin Ümmü Habi­be ile evlenmesi, kocasının ölümünden sonradır.

7- Zeynep benti Cahş. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, kocası Zeyd bin Harise'den boşandıktan sonra Zeynep'le evlenmiştir.

8- Zeynep binti Huzeyme bin Haris. Peygamber efendimiz bununla sekiz ay beraber kaldı. Sekiz ay kaldıktan sonra kadıncağız vefat etti.

9- Safiyye benti Huyey bin Ahtap el Haruniyye. Hayber savaşında Pey­gamber efendimiz bunu esir almış, azad ettikten sonra da kendisiyle evlen­miştir.

10- Reyhane binti Zeyd. Peygamber efendimiz Hicri 6. senede bu ka­dınla evlenmiş. Veda Haccından döndükten sonra kadıncağız vefat etmiştir.

11- Meymune binti Haris el Hüâliyye. Peygamber efendimiz bu kadın­la Serf'te evlenmiştir. Evlendiği son hanım budur.

Peygamber efendimizin evlendiği hanımların hepsi daha önce evlilik ha­yatı yaşamış olan dullardır. "VâşIılardır. Ya bir kabile reisinin kızıdır, yahut kocası savaşta şehit düşüp de çoluk çocuğu ile başbaşa kalan çaresiz kadınlardır. Pey­gamber efendimiz bunlara ve çocuklarına ikramda bulunmak için bunları ni­kahı altına almıştır. Sadece bir tek bakireyle evlenmiştir. Peygamber efendi­miz şehvetini tatmin etmek için evlenmiş değildir. Onun evlenmesi; kalpleri biribirine ısındırmak veya basiretli bir siyaset gereğini yerine getirmek, İslâm devletini kurmak ve îslamî mefkureyi birleştirmek, kabileler arasında birlik ve beraberliği temin etmek içindir.

Peygamber efendimizin nikahlayıp da kendileriyle gerdeğe girmediği ha­nımları da vardır. Mesela Kilâbiye, Esma binti Numan, İbnül Cevn, Kuteyle binti Kays ve Siyer kitaplarında adları sayılan daha başka kadınlar bunlara örnek gösterilebilir. Mariyetü'l-Kıbtiyye ile Reyhane adında iki cariyesi vardı.

Peygamber (S:A.V.) efendimiz hanımlarını serbest bir seçim yapma hak­kına sahip kılıp da kendilerine mezkur öneriyi sunduktan sonra onlar, Pey­gamberin yanında ve nikâhı altında kalmayı tercih ettiklerinde, Peygamber efendimiz onlara teşekkür edip ikramda bulundu. Bunun üzerine şu ayet-İ kerime nazil oldu: "Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar (la evlen­mek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir"[20]. "Sizin, Allah'ın Resulüne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir!''[21] Fakat bunun yanısıra Cenab-ı Allah onların itaatlerinin sevabını iki kat kıldığı gibi isyanlarının cezasını da iki kat kılmıştır. "Ey Pey­gamberin kadınları! Sizden kim bir açık edepsizlik yaparsa onun için azap iki kat yapılır”[22]. Şerefli bir mertebe ve faziletli bir derecede bulundukları, diğer bütün kadınlardan üstün oldukları için tabii ki bu şerefleri ile orantılı olarak azapları da iki kat olmalıdır. Bu nasıl olmasın ki! Onlar Peygamber evinde yetişmekte, O mübarek evin feyzinden istifade etmekte, o temiz çevre­de yaşama nimetine nail olmaktadırlar.

Böyle olunca da bu muazzam nimetin bedelini pahalıya ödemeleri gere­kir. Onlara günah işledikleri takdirde azaplarını kat kat vermek Allah'a göre çok kolay bir şeydir. [23]

 

Peygamber Ailesinin Adabı Ve Sıfatları

 

31- Sizlerden Allah'a ve peygamberine boyun eğip yararlı iş işleyene ecrini iki kat veririz; ona cömertçe rızık hazırlamişızdır.

32- Ey Peygamberin hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsi­niz. Allah'tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa, kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümid eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin.

33- Evlerinizde oturun; eski Cahih\yy_ede olduğu gibi açılıp saçılma­yın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey Pey­gamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yap­mak ister.

34- Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini hatırda tutun. Şüphesiz Allah haberdar olandır, latif olandır.

35- Doğrusu erkek ve kadın müsiümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı er­kekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren er­kekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkek­ler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hep-sine'mağrifet ve büyük ecir hazırlamıştır. [24]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kunut kelimesi sükûnet içerisinde taatte bulunmak, huşu içe­risinde İbadet etmek manasına gelir.Fısk-ı fücur hastalığı.Evlerinizde oturun.Açılıp saçılmayın.Maddi kir.ResuIullah efendimizin kutlu sözleri. [25]

 

Açıklama:

 

Peygamber (S.A.V.) efendimizin eşleri nübüvvet hanesinde, ilim ve mari­fet kaynağında, hikmet menbaında, hidayet temelinde bulunduklarına göre günah işlemeleri durumunda cezaları da büyük olmalıdır. Onların işledikleri küçük günahlar, büyük günahlar hükmünde olmalıdır. Bu nedenle Cenab-ı Allah, açık bir fuhuş ve günah işlemeleri durumunda cezalarını kat kat vere­ceğini onlara bildirmiştir. Bunun yamsıra onlardan kim Allah'a ve Resulüne gönülden itaat edip iyi işler yapar, huşu ve teslimiyyet içerisinde ihlasla salih amel işlerse; Resululİah'a yakm olup O'nun sohbeti ile şereflendiklerinden, vahiy nuruyla yararlandıklarından dolayı sevabı iki kat verilecektir. "Onun için bol bir nzık hazırlamişızdır". Evet Cenab-ı Allah onlar içîn bol bir nzık hazırlamıştır. Bu rızka cennette hiç kimsenin eli uzanamamıştır. Bunda hiç­bir gariplik yoktur. Çünkü onlar Resulullah (S.A.V.) efendimizin evindeki oda­larda yaşamaktadırlar. En yüksek mertebelerde, bütün insanların fevkindeki bir makamda yaşamaktadırlar. Peygamber efendimize ikramda bulunmak için Allah O'nun eşlerine cennette bol rızıklar hazırlamıştır.

Peygamberin hanımlarına bu ilahi emirler ile, uymaları gereken edepler gösterilmiştir. Tabiiki müslümanlarm kadınları da bu emirlerde onlara tabii­dirler. Bütün bu emirler kadının tehlikeli mıntıkalardan uzaklaştjnlmasın] ve kendisini günaha düşürecek yola yaklaştırıl mamasını hedef almaktadırlar. Pey­gamber (S.A.V.) efendimizin hanımları bu gibi tehlikeli yerlerden elbetteki uzak­tırlar. Yalnız onlar nübüvvet hanesinde, komuta merkezinde bulundukların­dan bu emre öncelikle muhatap olmuşlardır. Ayrıca onlar mü'minlerin an­neleridirler. İnsanların şiddetle bilmek arzusunda ve ihtiyacında oldukları Pey­gamber efendimizin hayatına ilişkin haberler de yanlarında bulunmaktadır. Zira Peygamber efendimiz müslümanlar için en güzel bir örnektir. O'nun ka­dınları da kendisiyle konuşup sohbet ettikleri, vahiy ve hadisi ondan sorduk­ları için elbette ki bu yasaklara öncelikle muhatap olmalıdırlar ki, bütün in­sanlar yukarıdaki ayet-i kerimelerin, öncelikle kadınların en temizlerine en şerefli ve en iffetlilerine verilen birer ilaç olduğunu anlasınlar. İşte bu emirle­ri kabul etmek ve ilaçlan alıp kullanmak hususunda müslümanlar biribirle-riyle yarışsınlar.

Ey Peygamber kadınları! Sizler şeref, fazilet ve Resululİah'a yani hayır ile nurun kaynağına yakın olmak bakımından herhangi bir kadın gibi değil­siniz. Çünkü sizler mü'minlerin annelerisiniz ve Peygamberlerin en hayırlisi-sınm eşlerisiniz. Peygamber, diğer insanlar gibi değildir. O, onlardan bam­başka bir statüye ve özelliğe sahiptir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Peygamber efendimiz: "Ben sizlerden biri gibi değilim" diyor. Ey Peygamber kadınları, sizde takva şartı gerçekleşmiştir. Allah katında en şerefli ve en üstün olan, takva sahibi kimsedir. Sizler başkaları gibi değilsiniz. Hal böyle olunca sözü geveleyip yumuşak söylemeyin. Bilakis insanlarla konuşurken ciddiyet, sen­lik ve akıllılıkla konuşun. Kalbinde fasıklık ve facirlik hastalığı bulunan kimse sizin yumuşak konuşmanızdan ötürü ümitlenmesin.

Cenab-ı Allah Peygamber kadınlarına; sözlerinin açık seçik olmasını, yu­muşak ve tatlı bir edâ ile konuşmamaları gerektiğini bildiriyor ki, kalp­lerinde hastalık, akıllarında kıtlık, imanlarında zayıflık bulunan kimseler on­lardan ümitlenmesin. Ama bu, Peygamber kadınlarının her halükârda insan­lara eziyet verici bir eda ile çirkin söz söylemelerini gerektirmez. Hayır, Cenab-ı Allah, gerektiğinde iyi sözler söylemelerini, ancak kalplerinde hastalık bulu­nan basit kimselerin kendilerine tamahlanmasına neden olacak şüpheli şey­lerden kaçınmalarını emretmiştir.

Evlerinizde oturun. îlk cahiliyet devrindeki açılıp saçımlalar gibi açılıp saçılmayın. O devir kör bir sapıklık devri İdi. Araplar îslamiyetten önce o cahiliyet dönemini yaşadılar. Yasaklanan açılıp saçılmadan kasıt, İslamm uygun görmediği tesettürsüzlüktür. İslamiyet kadının iffetini muhafaza etmek ve ce­miyet İçindeki mevkiini korumak gayesiyle örtünmesini emretmiştir. Cenab-ı Allah peygamberinin kadınlarını açılıp saçılmaktan men etmiştir ki bütün in­sanlık, açılıp saçılmakta büyük tehlikeler bulunduğunu anlasın. Cenab-ı Al­lah —her ne kadar bütün müsiüman kadınlar kasd edilmiş ise de— örtünme emrini Peygamber hanımlarına özel olarak yöneltmiştir. Çünkü onlar, sevgi­lisi Mustafa'nın hanımlarıdırlar. Bu da gösteriyor ki yukarıdaki ayet-i keri­meler, Allah'ın katında yüksek mertebede bulunan, O'na en yakın olan ve çok sevdiği peygamber ailesi için yazılmış manevî birer reçetedirler. Biz müs­iüman kadınlarının Peygamber kadınlarına uyması gerekmez mi? Herşeyden haberdar olup herşeyi gören Allah'ın, sevgilisi ve elçisi Mustafa'nın kadınla­rına tavsiye ettiği manevî ilaçlan kendi kadınlarımıza da vermemiz ve onlara kullandırmamız gerekmez mi? Yukarıdaki hitabın sadece Peygamber kadın­larına yöneltilmesinden bazı sırlar herhalde bunlardır. Cenab-ı Allah,e!çisi-nİn kadınlarına; evlerinde oturmalarını, zorunluluk olmadıkça evden dışarı çıkmamalarını emretmiştir. Çünkü ev, kadının memleketidir. Çocuğunun be­şiğidir. Erkek yetiştiren bir atölyedir. Kocanın dinlenip istirahat ettiği yerdir. Kocanın üzerindeki yorgunlukları atması İçin vaktinin yansını geçirdiği yer­dir. Kadın, evde gayret ve faaliyetini gösterecek alanlar, canlılığını güçlendire­cek meşgaleler bulabilir. Koca, evde karısının bulunmasına, karısının çocuk­ları kontrol altında tutmasına şiddetle muhtaçtır. Ancak kadın bizler İçin ye­ni bir kuşak meydana getirebilir. Bizim için eşler, kardeşler vücuda getirebi­lir. Onun iyi bir terbiye ile yetiştirdiği eşler ve kardeşler. Vatanlarını, dinleri­ni, haklarını ve görevlerini bilirler.

İslamiyyet kadının evde oturmasını emretmekle onun ihtiyaç İçin olsa bile dışarı çıkamayacağını hükme bağlamış değildir. Yalnız, kadın zorunlu­luk halinde dışarı çıkarken cahiliyet devrindeki kadınların yaptıkları gibi açılıp saçılmamak mecburiyetindedir. Allah'a yemin olsun ki bu onun için daha ha­yırlıdır! Ey Allah'ım bu ne haldir! Sokaklarda kadınlar açılıp saçılmakta ya-n giyinik vaziyette arz-ı endam etmekte, erkeklere meyletmekte, erkekleri de kendilerine meylettirmekte, bacaklarını ve göğüslerini dahi açmaktadırlar. Yüz­lerini boyamakta, saçlarını, bacaklarını veya boyunlarını, gerdanlarını apa-Çîk bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Veyl olsun bu gibi kadınlara!

Ey kadınlar kendinizi koruyun.' Bu güzelliklerinizi, sahipleri için muha-raza edin. Çarşıda, pazarda, ona buna arzetmeyin. Böyle yaptığınız takdirde güzelliğinizin değeri azalır, hatta zayii olur. Oysa insan men olunduğu şeye daha çok düşkün olur. Siz güzelliğinizi olduğu gibi erkeklere sergiliyorsunuz. Onlara arzettiğiniz bu güzelliğinizin değeri kalmıyor!

Bu demek değildir ki İslam dînî kadının süslenmesini ya da temizlenme­sini hoş görmüyor. Hayır, bilakis İslamiyet, kadının elden geldiğince süsle­nip ziynetlenmesinİ tavsiye eder, ama kocası için... Evde kocasının yanında tabii halde durup da çarşıya pazara çıkarken bütün ziynetlerini takınıp bo­yanmasına ve vücudunun hemen hemen her tarafım erkeklere göstermek için çabalamasına gelince buna ne dersiniz?! Bunu kimler için yapıyor dersiniz?! Ey kadın, süsünü ve ziynetlerini öncelikle kocana göstermek mecburiyetİn-desin. Bir zaruret dolayısıyla sokağa çıkacak olursan edebinle ve de tesettüre riayet ederek çıkmalısın. Allah'ın gazap ettiği açılıp saçılmadan uzak dur­malısın. Çünkü bu cahiliyet devrindeki cariyelerle bazı düşük kadınların ade­tidir; Cahiliyet devri saçılmalarının, kötü ve kınanmış olduğunu ayrıca o za­manda yaşamakta olan insanların vahşi bir çevrede ve de İlkel şartlar, altında düşüncesiz bir toplum içinde yaşadıklarını bildiğimize göre bize ne olmuş da İslamî kentlerde kadınlarımızın çırılçıplak vaziyette dolaştıklarını görüyoruz?!

Cenab-ı Allah, Peygamber kadınlarını yumuşak bir edâ ile konuşmak­tan, açılıp saçılmaktan, gizlenmesi gereken yerlerini açmaktan men ettikten sonra; nefsi temizlendirip arındıran, şahsı kuvvetlendirip Allah'a ulaştıran namazı kılmalarını; toplumu düzene sokan, hased kirlerinden, kindarlık pis­liklerinden arındıran, yardımlaşmaya sevk eden, her hususta Allah'a ve Re­sulüne ittatte yönelten zekâtı vermelerini emretmiştir. Bu emirlerle yasakla­rın faydalan Allah'a dönecek değildir. Ancak ey Peygamber ailesi! Sizi pislik­lerden ve şahsınızı lekeleyecek olan kötülüklerden arındırmak şanınıza layık bir şekilde sizi temizlemek için Allah, emirlerle yasaklan sizlere yöneltiyor.

Peygamber ailesinden kasıt kimlerdir? Bunlar Peygamber efendimizin'eş-leri ile, Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin gibi neslidir. Eşlerinin bu kapsama gir­meleri, ayet-i kerimelerin siyakı ile sibakının O'nlardan bahsetmiş oimasin-dan dolayıdır. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in bu kapsama girişine gelince bunun sebebi şudur: Cenab-ı Allah ayet-i kerimede ifadesini kul­lanıyor.

"Tathir" fiilinin sonunda mim harfi yer alıyor. Eğer peygamber ailesin­den maksat sadece onun eşleri olsaydı Cenab-ı Allah ayet-i kerimede ifadesini kullanırdı. Ayrıca bu görüşümüzü isbatlayan sahih hadis-i şerifler de varid olmuştur. Kaldı ki bu, gayet basit bir meseledir. Peygamber ailesiyle ilgili olsa dahi sevmek ve sevmemekte aşırılığa gitmeyi islamiyet mutlak surette mekruh görmektedir. Ey Peygamber kadınları! Size okunan Allah'ın Kur'anî ayetlerini ve Resulullah'ın size söylediği hikmeti hatırlayın. Bütün bun­larla amel edin. Şüphesiz Allah latiftir, ilmi herşeye nüfuz eder. Kullarına karşı yumuşak davranır. Onlardan haberdardır. Allah'ın emredip teşvik ettiği herşey sonsuz hikmetin gereğidir. Bu emirleri kabul edin ve gereğince amel edin. Ey İslâm ümmetinin kadınları! Sizler dünyadaki diğer kadınlar gibi değilsi­niz. Allah'a karşı gelmekten sakının, O'nun azabından korunun. Sözlerinizi yumuşak bir eda ile söylemeyin ki zayıf imanlı ve aklı kıt kimseler sizlere ta-mahlanıpta size karşı ümitlenmesinler. Siz içinde hayır bulunan ve serden uzak olan sözler söyleyin, elden geldiğince iyi şeyler konuşun. Evlerinizde oturun. Zorunluluk olmadan dışarıya çıkmayın. Çıktığınız takdirde ilk cahiliyet dev­rindeki gibi açılıp saçılmayın. Islâmi adaba aykırı bir şekilde caddelerde ken­dinizi gösterip arz-ı endam etmeyin. Dinin direği olan namazı kılın. Zekat'ı verin. Allah ve Resulüne bütün emir ve nehiylerinde itaat edin. Şühesiz bü­tün bunlarda hayır vardır. Allah sizden pisliği giderip arındırmak ister. Sizler de gönüllerinizi ıslah edip nefislerinizi temizleyin. Ve iman nuru ile şenlendi­rin. Allah size karşı lütufkârdır. Bu emirleri size vermekle iyilik yapıyor. Hal­lerinizden ve nefislerinizden, nefislerinizin içinde gizli bulunan dürtülerden erkeklerle bir arada bulunduğunuzda harekete geçen güdülerinizden haber­dardır. En basit şeylerden ötürü harekete geçen dürtülerinizden yine Allah haberdardır.

Hz. Aişe'nin Ceme) vak'asında ortaya çıkması savaş maksadıyla olma-maştır. Ancak insanlar, kendisine müracaat ederek içinde bulundukları hal­den şikayetçi olmuşlar, bereketini ümit ederek İki tarafın arasını düzeltmesini dilemişlerdi. O da durumu düzelteceğini zannederek İnsanların arasını İslah etmek maksadıyla işi ele almak üzere ortaya çıktı: "Eğer inananlardan İki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin"[26] Neticede Hz. Aişe'nin bindiği deve vuruldu. Hz. AIİ, onunla birlikte otuz kadını deveye bindirerek Medi­ne'ye yolladı. Mü'mİnlerin anası Hz. Aişe temiz ve seçkin bir kadın olup müc-tehide idi. Te'vilinden dolayı sevap kazanmıştı yaptığı işten dolayı da ecir ve mükâfat elde etmiştir. Yine de işin doğru okip olmadığını en iyi bilen Allah-tır. Rivayete göre bazı kadınlar, herşeyİn erkeklere verilmiş olduğunu, kendi­lerinin hiçbir hususta hatırlanmadığını söyleyerek durumlarını Resulullah'a şikayet etmişlerdi. Bunun üzerine yukardaki ayet-i kerime nazil olmuştu. Kâ­mil insanın alâmetlerini taşımakta olan bu ayet-i kerimenin buraya konul­ması Peygamber ailesinin bilmek zorunda olduğu şeylere işaret içindir. Ayrı­ca bu sayılan hususları gerçekleştirmek için çaba sarfetmeleri gerektiğine, Pey­gamber (S.A.V.) efendimize yakın kimseler oluşlarına pek fazla güvenmeme­lerine işaret içindir. Zira herkes yaptığı animle karşı bir rehinedir. Doğrusu müs-lüman erkeklerle müslüman kadınlar, inanan erkeklerle İnanan kadınlar, gö­nülden ibadet eden erkeklerle gönülden ibadet eden kadınlar, doğru sözlü er­keklerle doğru sözlü kadınlar için Allah, bağışlanma ve yaptıkları işlerden dolayı da büyük bir mükafat hazırlamıştır. Bu sırada vasıflan anlatılan kim­selerin dizilişi güzel bir tertiptir. İslamiyet hem sözdür, hem de azalarla ameldir. Sonra islamiyet sabit olup insanın kalbine yerleşince iman ve itikad meydana gelir. Eksiksiz bir tasdik ortaya çıkar. Bundan sonra da kişinin sürekli ilahi emirlere uyarak salih amelde bulunması, Allah'a gönülden ibadet edip ona ihlasla teslim olması icab eder. Bundan sonra da nefsini şehadetler, iman ve amelle1 olgunlaştırması icab eder. îman ve amel, kişinin davasında dürüst ol­duğunu başkalarına karşı isbatlar. îman ve amel, dünya veya başka bir şey için değil de Allah için olmalıdır. Sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Al­lah'a karşı huşu içinde olan erkeklerle huşu içinde olan kadınlar, sadaka ve­ren erkeklerle sadaka veren kadınlar, zekat veren erkeklerle, zekat veren ka­dınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, İffetlerini muhafaza eden erkeklerle iffetlerini muhafaza eden kadınlar için Allah bağışlama ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Kişi başkalarını Allah'ın yoluna davet etmekte dürüst olduktan sonra bazı eziyetler ve elemlerle karşılaşacaktır. Davetçi kimselere bu eziyet ve elemlere karşı ancak sabrın faydası olur. Kişi bu hususta alçak gönüllü olmalı mıdır, olmamalı mıdır? Davet hususunda elbette mütevazı olmalıdır.

Allah'a karşı gönülden saygılı olan erkeklerle gönülden saygılı olan ka­dınlar.. Evet bundan sonra müslüman kendi nefsinin sahip olduğu şeylerle cö­mertlik yaparak sadaka vermelidir ki gönülleri İslama cezbetsin. Ve başkala­rını hoşnut etsin. Müslüman kişi her zaman için kendi nefsini terbiye etmeli­dir. Oruçla süslemelidir ki nefsinin serkeşliğini frenleyebilsin. Ve onu azgın­lıklarından alıkoyabilsin. Ayrıca ayaklanan şehvetine karşı iffetini korumalı­dır. İşte bütün bu hallerde müslüman kişi Allah'ı hatırında tutmalı mıdır, tut­mamalı mıdır? O'nu zekretmeli midir, zikretmerneli midir? Elbetteki Allah'ı zikretmelidir. O'nu hiçbir zaman için aklından çıkarmamalı, gönlünde bu­lundurmalıdır. Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ı zikretmekle sükûnete eri­şip mutmain olurlar. İşte bu vasıflara sahip olan mü'minler için Allah bağış­lama ve yaptıkları iyiliğe karşıda büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [27]

 

Cahş Kızı Zeyneb'in Zeyd Bin Harise İle Olan Kıssası

 

36- Allah ve Peygamberi bîr şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran Şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.

37- Ey Muhammedi Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdı-ğin kimseye: "Eşini bırakma, Allah'tan sakın" diyor, Allah'ın açığa vuraca­ğı ?eyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekmiyordun; oysa Allah'tan çekin­men daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek ko­nusunda mü'inlere bir sorumluluk olmadığını bilsinler. Allah'ın buyruğu ye­rine gelecektir.

38- Allah'ın Peygambere farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır, Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.

39- Allah 'm göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah 'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Allah-hesab görücü olarak yeter.

40- Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Allah'­ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur, Allah her şeyi bilendir. [28]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tercih ve seçme hakkı. Onu açığa çıkarır. İhtiyaç ve ilişki. Zorluk ve günah. [29]

 

Açıklama:

 

Zeyd bin Harise bin Şurahbil, Hz. Hatice'nin kölesi İdi. Onu, Peygam­ber (S.A.V.) efendimize hibe etti. Peygamberimiz de onu azad edip evlatlık edindi. İnsanlar Zeydi, "Muhammedin oğlu" diye çağırırlardı. "Onları ba­balarına nisbet ederek çağırın"[30] ayet-i nazil olunca insanlar onu Zeyd bin Harise olarak çağırmaya başladılar.

Ayet-i kerimede kendisinden bahsedilen Zeynep, Cahşm kızıdır. Karde-şide Abdullah bin Cahş'dır. Anası, Peygamber efendimizin halası olan Ab-dulmuttalip kızı Ümeyye'dİr. Kureyş'in önde gelenlerindendir.

Rivayete göre Resulullah (S.A.V.) efendimiz, halası kızı Zeynep'e talip ol­du. Zeynep, Peygamber efendimizin kendi şahsı için talip olduğunu zannet­mişti. Fakat kendisini Zeyd adına istediğini anlayınca bundan hoşnut olma-di; evlenmek istemedi. Kardeşi Abdullah da Kureyş kabilesi İçindeki merte­besinden ve soyluluğundan dolayı kardeşini Zeyd'e vermek istemedi. Çünkü Zeyd, daha düne kadar bir köle idi. Fakat "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi İsteklerine göre seçme hakkı yoktur" ayet-i kerimesi nazil olunca Zeyd ile evlenmeye hem ken­disi, hem de kardeşi razı oldular. Bunun üzerinde kardeşi, Peygamber efendi­mize, "bana dilediğin gibi emret ya Resulullah!" dedi. Peygamber efendimiz de Zeyneb'i Zeyd ile evlendirdi. Allah ve Resulü herhangi bir hususta hüküm verdikleri zaman, İnanmış erkeklerle inanmış kadınların bu hükme herhangi bir surette karşı gelmeleri mümkün değildir. Buna hakları yoktur. Böyle yapmalan kendilerine yaraşmaz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, mü'mİnlere kendi nefislerinden daha yakındır. Onu kendi nefislerinden daha üstün tutmaları gerekir. Çünkü O, mü'minlere karşı çok merhametli, ve şefkatli olup onlara düşkündür. Allah ve Resulünün emrine aykırı bir işi tercih eden kimse isyan­kâr olmuş, sapıklığa düşmüştür. O büyük bir günaha müstahak olmuştur.

Zeynep, Zeyd ile evlenmeye razı olmamıştı. Çünkü kendisi şerefli bir ka­dındı. Zeyd ise henüz hürriyetine yeni kavuşmuş biri idi. Zeynep, Allah ve Resulünün emrine itaat etmek mecburiyetinde olduğundan dolayı Zeyd İle evlenmeye razı oldu. Zaten bu durumda başka ne yapabilirdi. Mti'mine bir kadın idi. Fakat, o da bir insandı. Kendisim arzularına sürüklemek isteyen bir nefsi vardı. Zeyd ile karı-koca hayatı sağlıklı olmadı. Çünkü ondan hoş­lanmıyor ve kendisini ondan üstün görüyordu. Zeyd ise imanı sayesinde üs­tünlük elde etmiş bir şahsiyetti. Ve Allah katında insanların en takvah olan­larının en üstün olabileceklerine inanmıştı. Yani O, takva unsuru olmadan bir kimsenin bir başkasına tercih edilemeyeceğini de bir itikad olarak kalbine yerleştirmişti. Bu sebeple evlilik hayatları mutlu olmadı. Zeyd bu durumu bir çok defalar Peygamberimize arz ederek halinden şikayetçi olmuştu.

Rivayet olunur ki Peygamber (S.A.V.) efendimize, Zeyd'in karısı Zeyneb'i boşayacağı ve kendisinin de Allah'ın emri üzerine onunla evleneceğine dair vahiy nazil olmuştur. Zeyd, Zeyneb'in huysuzluğundan ve kendisine itaat et­mediğinden dolayı Peygamber efendimize gelerek şikayette bulunduğunda ve karısını boşamak istediğini bildirdiğinde Peygamber efendimiz, iyilik tavsiye etme bakımından ona şöyle dedi: "Sen, bu sözü söylerken Allah'a karşı gel­mekten sakın ve karını nikahında tut". Peygamber efendimiz böyle söyler­ken, Zeyd'in ondan ayrılacağını ve kendisinin Zeynep'le evleneceğini biliyor­du. Fakat bunu içinde saklıyordu. Fakat buna rağmen Zeydin, karısı Zeynep'i boşamasını da istemiyordu. Peygamber efendimiz, Zeyd'in karısını boşaya­cağını, kendisinin onunla evleneceğini biliyordu. Münafıkların;' 'Muhammed, azadhsı Zeydin boşadığı Zeynep'le evlendi'' demelerinden çekiniyordu. Yük­sek bir hikmetten ve Kur'an'ın zikreceği: "(Bundan böyle) evlatlıkları, ka­dınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü­minlere bir güçlük olmasın" mealindeki ayetten dolayı Allah'ın kendisine mu­bah kıldığı bîr hususta insanlardan çekindiği için Cenab-i Allah Peygamber efendimizi kınamıştı. Zeydin karısını boşayacağını bildiği halde ona "Ey Zeyd, karım nikahında tut ve Allah'a karşı gelmekten sakın" dediği için de Allah onu kınamıştı. Peygamberimiz insanlardan çekinmişti. Oysa Allah'tan çekin­mesi daha uygun idi. Zeydin, karısını mutlaka boşayacağını bilmesine rağ­men Peygamber (S.A.V.) efendimizin ona, karısını nikâhında tutup boşama-ması için emir vermesinin bir anlamı yoktu. Allah, iman etmeleri İçin herke­se emir veriyor, ama onların bir kısmının bu emre uyup iman edeceğini,bir kısmınınsa bu emre uymasının imkânsız olup kâfir olacağını biliyor; onun emir vermesi insanların ahİrette kendisine karşı mazeret beyan edip hüccet ve delil ileri sürmesini önlemek içindir. Zeyneb'in İddeti sona erince Resulullah (S.A.V.) efendimiz izin almadan, Mehir vermeden, nikâh akdetmeden onun­la gerdeğe girdi. Çünkü onları yedikat göğün üzerinde Cenab-i Allah birbir­lerine nikahlamıştı. "Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahla­dık ki (bundan böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla İlişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'minîere bir güçlük olmasın." Allah'ın her husustaki buyruğu mutlaka yerine getirilecektir. Çünkü o, emir sahibi­dir. Ve herşey O'na dönecektir. Allah'ın izin verdiği, sünnet kıldığı hususlar­da Peygamber için bir sıkıntı, darlık ve günah yoktur. Bütün Peygamberler için bu durum söz'konusudur. Bu, Allah'ın O'ndan önce gelip geçmiş Pey­gamberlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri, hikmet sahibi olup herşeyden haberdar olan zatın nezdinde takdir edilen bir kaderdir. Bu kaderi takdir eden, herşeyi bilip herşey i görendir. Bu peygamberler, Rablerine tevekkül ederler, dayanırlar, O'nun elçiliğini insanlara tebliğ eder ve bu hususta O'ndan başka hiç kimseden çekinip korkmazlar. Davasında sadık olan mü'min, işte bu va­sıfta olmalıdır. Allah bu gibi kimseler için hesap görücü ve gözetleyİei olarak yeter. O herşeyi müşahede etmektedir.

Ey İnsanlar! Muhammed sizden bir adamın babası değildir ki Muham-med kendi oğlunun ve azadlısımn karısıyla evleniyor, diyesiniz. O ancak Al­lah'ın elçisi, Peygamberlerin sonuncusu ve Resullerin önderidir. O'ndan son­ra Peygamber gelecek değildir. Rİsalet O'nunla sona ermiştir. Gökten vahiy O'na inmiş ve artık bundan sonra da inecek değildir. Herşeyden haberdar olan hikmet sahibi katından Muhammed (S.A.V.)'in üzerine indirilen sağlam düs­tûr ve Kur'an-ı Kerim ile süreklilik arzeden emirler size gönderilmiş ve iş ke­sinleşmiştir. Allah herşeyi bilmektedir. Muhammed'İ de Peygamberlerin so­nuncusu kılmıştır. O'nun elçiliği umumîdir. Eksiksizdir, kapsamlıdır, içinde her hayır vardır. Ve O'nun Peygamberliği kıyamete değin devam edecektir.

Bazı Tefsirlerde büyük alimlere nisbet edilen bir takım uygunsuz sözle­rin yer alması gerçektende esef vericidir. Allah bilir ki o büyük alimler bu sözleri söylemekten uzaktırlar. Olsa olsa bu gibi haberler İsrailiyat zehirle­rinden başka bir şey değildir. Bu haberleri, islamı seçen bazı yahudİler gerek iyi niyetten veya kötü niyetten dolayı tefsirlere yerleştirmişlerdir. Bu tefsir­lerde yaratıkların en şereflisi ve bütün insanların yüksek ahlak ve sadakat sa­hibi bir kimse olduğuna tanıklık ettikleri Peygamber efendimiz hakkında kul­lanılan sözler, adî bir kimseye bile yakışmayacak İfadelerdir. Oysa Kur'an-ı Kerim'de Peygamber efendimizin yüksek ahlaklı bir kimse olduğu İfade bu-yuruluyor: "Ve şüphesiz sen, büyük bir ahlak üzerindesin"[31]

Peygamberimizle ilgili olarak "Muhammed Zeyneb'i gördü. Ona aşık ol­du. Sonra bu aşkını kalbine gizledi. Başka çaresi kalmayınca aşkını açığa vurdu. Zeyneb'e ilgi duydu. Kocası onu boşadı. Kendisi de'Zeyneb'Ie evlendi", şek­linde ifadeler kullanılmıştır. Peygamberin (S.A.V.) Zeyneb'e olan aşkını gizle­mesi sebebiyle kınandığım İddia edenler de vardır.

Zeyneb'in Zeyd ile evlenme tarihine ve içinde bulunduğu ortama basit nazarlarla baktığımızda şu İnanca varırız: Zeyneb'in, Zeyd ile geçinemeyeşi-nin sebebi, sosyal durumları bakımından aralarında büyük bir mesafe bu­lunmasından dolayıdır. Zeynep asaletli bir kadın. Zeyd ise, daha düne kadar köle olan bir erkek idi. Cenab-i Allah onu, Zeyd ile evlendirerek imtihan et­mek, kabüecilik asabiyyetinîn temellerini yıkmak, Cahiliyyetin aristokrasisi­ni ortadan kaldırmak, şerefin müslümanlıkta ve takvada olduğunu bildirmek  istedi. Zeyneb, bu ilahi emre kerhen boyun eğdi. Bedenini Zeyd'e teslim etti ama ruhunu ve gönlünü ona veremedi. Böyle olunca da kendisini sıkıntı ve elemden kurtaramadı.

Muhammed (S.A.V.) efendimiz Zeyneb'i, küçüklüğünden beri tanırdı. Onunla evlenmek isteseydi rahatlıkla evlenirdi. Buna engel olacak kimse de yoktu. Nasıl olurda bir kimse, bakire bir kadını bir başkasına verir, o adam o kadınla evlenip boşandıktan ve kadın dul hale geldikten sonra ona rağbet eder?! Bu mümkün değildir. Böyle bir düşünce gerçeğe uygun değildir. Söy­lediklerinizi iyi düşünün ve akıllıca konuşun. Hiçbir karışıklığa meydan ver­meden, hiç leke sürmeden hakkı, sırf hak için anlayıp kavrayın.

Bakınız bazıları da neler söylüyorlar: Muhammed Zeyneb'e olan aşkını gizlediği için Allah tarafından kınandı! Kişi komşusunun karısına olan aşkı­nı ve sevgisini gönlünün derinliklerine gizleyip açığa çıkarmadıkça hiç kına­nır mı? Ama gerçek olan şu ki Zeynep ile Zeyd'in evlenmesi, Zeynep İle kar­deşini imtihan etmek İçindi. Çünkü Cenab-ı Allah Zeyneb'i, Zeyd'İ kocalığa kabul etmeye zorlamıştı. Bu evlilik, sonunda da Peygamber (S.A.V.) efendi­miz için çok zorlu bir imtihan oldu. Çünkü Zeyneb henüz Peygamberin azadhsı olan Zeyd'in nikahı altında iken Peygamber efendimiz ne şekilde nihayetle-neceğini biliyordu ve bu esnada Allah, Zeyneb İle evlenmesini O'na emredi­yordu. Kur'an-ı Kerim1 in de ifade ettiği gibi bundaki hikmet, cahiliyet dev­rinde Araplar arasında meşhur ve teamülde olan bir ilkeyi, yani kişinin kendi evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenme yasağını yıkmak İdi. Evlatlık­ların kanlarını kendi öz oğullarının kanlan gibi kabul ediyorlardı. Bu adet, onların kalplerine iyice yerleşmişti. Bu durum ancak Peygamber efendimizin ve de azadhsı Zeyd bin Harise'nİn elleriyle yıkılabilirdi ve yıkıldı da. Peygamber (S.A.V.) efendimizin kendi içinde gizlediği bu zorunlu evlenme ona eziyyet veriyordu. Bu sebeple de Allah'ın kendisine verdiği evlenme emrini, yani Zey-neb'le evlenme işini gerçekleştirmeyi geciktiriyordu. Çünkü Öteden beri yer­leşmiş olan bid'adeti —evlatlık edinme ve evlatlıkların boşadıklan kadınlarla evlenmeme adetini— yıkacaktı. Bu adeti yıktığını gören insanlar, özellikle de münafıklar büyük bir gürültü çıkaracaklardı.

Peygamber efendimiz bundan çekiniyordu. Münafıklardan çekindiği için de Allah tarafından kınandı.

Bu hadiseyi müsteşrikler ve onlara benzeyen müslümanlar dillerine do­lamakta, içine daldıkça dalmakta ve buna. bazı İlavelerde bulunmaktadırlar. Başkalarının namusu hakkında derinlemesine konuşmayı kendi nefislerine mubah kılmakta ve kendilerini bu hususta serbest görmektedirler. Peygam­ber (S.A.V.) efendimiz hakkında konuşmakta ve O'nu birçok insanların te­nezzül edemeyeceği bir biçimde tasvir etmektedirler.

Bu rezaletleri irtikâb ederken de bazı Tefsir kitablannda yer alan, ger­çeklerden uzak'nakillere dayanmaktadırlar. Bilindiği gibi birçok şahitlerin de te'yid ettikleri hakikat, Peygamber efendimizin böyle süflî şeylerden nezih ve uzak olduğudur. [32]

 

Cenab-I Allah'ın Mü'minleri Terbiye Edip Onlarla İlgilenmesi

 

41- Ey İnananlar! Allah'ı çok anın.'

42- O'nu sabah akşam teşbih edin.

43- Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir. İnananlara merhamet eden O'dur.

44- O'na kavuştukları gün mii'minlere yapılacak dirlik temennileri "Selam" demek olacaktır. Onlara cömertçe verilecek ecir hazırlamıştır. [33]

 

Açıklama:

 

Ey iman edenler, Allah'ı zikredin. "Şu Allah'ı unuttuklarından dolayı (Allah'ında) onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın". Bun­lar nihayette yollarım kaybettiler. Ey iman edenler! Allah'ı ayakta, oturarak, yanınız üzerine yatarak, hülâsa her halükârda çokça anın. Müslüman kişinin her halükârda Rabbini anması, O'nu unutmaması, kalbiyle zikretmesi, O-nun ululuğunu hissetmesi, hesabından ve azabından çekinmesi, her zaman için O'nun gözetim ve kontrolü altında bulunduğunu bilmesi gerekir. Yaptığı işleri Allah'ın bildiğini ve söylediği sözleri de Allah'ın işittiğini idrâk etmesi icab eder. O'nu ululayıp yücelterek anın. Sabah akşam O'nu tenzih ve teşbih edin. Ayet-i kerimede geçen teşbih kelimeleri salât kelimesinden daha genel ve daha kapsamlıdır. Ayet-i kerimede geçen sabah ve akşam diye terceme et­tiğimiz S_^j ve J^1 kelimelerine gelince; bükre kelimesi gündüzün evvel vaktine; esil kelimesi de gündüzün son vaktine denilir. Her ne kadar maksat, Allah'ı bütün vakitlerde zikretmekse de, ayet-i kerimede bu ifadeler kullanıl­mıştır. "Öyle ise akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı teşbih (etmemiz gerekir). Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğinizde de hamd, O'na mahsustur"[34]

Ey Mü'minler! Allah size rahmet eder. Melekleri de sizin üzerinize sa-lâtta bulunurlar. Salât kelimesi Allah'a nisbet edildiğinde, O'nun bizlere rah­met etmesi manasını ifade eder. Meleklere nisbet edildiğinde, meleklerin biz­ler için istiğfarda bulunmaları manasını ifade eder. Ey mü'minler, Allah bü­tün bunları; sizleri, kötülükleri emreden nefsinizin karanlıklarından, aldatıcı dünyanın zulümatından, şeytanın vesveselerinden çıkarıp kurtarmak için ya­pıyor. Size doğru yolu gösteriyor. Nûr, ilim, islam ve hayır yoluna girmeniz için sizleri muvaffak kılıyor. Allah mü'mînlere çok merhamet edendir. "Al­lah, İnananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır"[35] Bize merhamet eden, bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran, şefkat edip bizleri esirgeyen Allah'ı çokça anamaz mıyız?! O bizlere şu emri veriyor: "Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin"[36]

Ey mü'minler Allah'ı zikredin. O, kıyamet gününde sizi asla unutma­yan ve noksanlıklardan münezzeh olandır. O lütuf sahibidir. Kullarına hoş ve güzel kelimelerle esenlikler ihsan eder. Onları mübarek kelimelerle selam­lar. Bu selâm Allah'tandır. Ve bu büyük bir lütuf tur. Bu esenliği ve selamı kulları için hazırlamıştır. Onlar İçin büyük bir mükâfaat hazırlayıp vücuda getirmiştir. O'nun kadrim kimseler takdir edemez. O'nun künhünü hiç kim­se idrak edemez. Bu büyük bir mükafattır. Kullan hiç bir talepte bulunma­dan, yorgunluk ve zahmet çekmeden elde edeceklerdir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tan dilediğimiz, bizleri kendisinin rızasına uygun amel­ler işlemekte muvaffak eylemesidir. Allah, bizi güzel amel işleyen kulları ara­sına katsın, bizde bu büyük sevaba kavuşan kimselerle beraber olalım. [37]

 

Bazı İslâmî Edepler

 

45-46- Ey peygamber! biz seni şahid, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniy­le O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.

47- İnananlara, Rablerİnden büyük bir lütuf olduğunu müjdele.

48- İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.

49- Ey İnananlar! Mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bu­lunmadan boşadığmızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın. [38]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Hallerini kontrol edesin, amellerini gözetleyesin, onlar­dan sadır olan tasdik ve yalanlama ile diğer işlerine dair şahitlik görevini üstlenesin, kıyamet gününde onlara karşı tanıklık görevini ifâ edesin diye biz seni insanlara bir şahit olarak gönderdik. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe iman etmeleri için onları gizlice ve alenen İs­lam'a davet edersin. "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun"[39]

Ey Peygamber! Şüphesiz Rabbin seni kıyamet gününde İnsanlara karşı şahitlik yapasm, sana İman edenleri cehennem ateşi İle korkutup uyarasın, Allah'a —ve O'na itaatte bulunmaya O'nun izni ile- davet edesin diye seni elçilikle görevlendirdik. Sen kuru bir iddiacı ve boş sözler söyleyen biri değil­sin. Hayır, bütün bunlar Allah'ın emri ve iznîyledir. Ve sen ey Peygamber! İnsanları hakka ve dosdoğru yola ileten aydınlık saçıcı bir lambasın. Kör göz­leri, sağır kulakları, kilitli kalpleri açasm diye Rsbbin seni gönderdi. Ağır baş­lılık senin elbisendir, iyilik senin şiarındır, takva senin azığındır, hikmet se­nin sözündür, doğruluk senin tabiatındır, yüksek ahlak senin ahlakındır. Hak ve adalet senin şeriatındır. Bu vasıflarınla, darmadağınık ümmetleri bir araya getirip onları birbirlerine ısındırdın. Biribirlerinden nefret eden kalpler ara­sında bir ülfet peyda ettin. Doğru yoldan sapmış birçok insanları böylelikle sapıklıktan kurtardın. Bu sayede onlar başkalarına iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, Allah'ı birleyen; O'na iman eden, ihlaslı, doğru sözlü ve hakkı doğrulayıcı, insanlar! da hak yoluna iletip hak ile hükmeden adil kimselerden oluşan hayırlı bir ümmet haline geldiler. Bu da Allah'ın dilediği kuluna ver­diği bir lütuftur. O, Iütfu bol ve büyük olandır. Gerçekten de Çenab-ı Allah ne güzel ve ne doğru söylemiş: Ey Muhammedi Allah'a,Peygamberlerine, ki­taplarına, ahiret gününe iman eden: Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti ile amel eden kimseleri Allah'ın lütuf ve nimeti ile müjdele. Bu lütfün miktarı hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Allah tarafından onlara büyük bir ni­met bahşedilecektir, muazzam bir mükafat verilecektir. Bol bir rızık ihsan edilecektir. Bütün bunlardan sonra ey Muhammed, sen kâfirlerle münafıkla­ra itaat etme. onlara iltifat etme, durumlarıyla ilgilenme. Onlara karşı nasıl bir tutum sergilemen gerektiğine dair sana bir emir verilinceye kadar eziyetlerine de aldırış etme. Sadece Allah'a tevekkül edip O'na dayan. O sana yar­dım edecek, seni destekleyecek, seni koruyacaktır. Her kim Allah'a tevekkül ederse Allah, ona yeter. Vekil olarak Allah sana kâfidir.

"Ey inananlar, inanan kadınları nikâhîayipta, henüz onlara dokunma­dan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur!' Bi­risi çıkıpta bu ayet ile önceki ayetler arasında ne münasebet vardır? diyebilir. Buna merhum Fahr-ı Razi'nin ağzından cevap veriyoruz: "Bu ayet-İ kerîme­nin, kendinden önceki ayetlerle ilintisine gelince diyeceğimiz söz şudur: Yüce Allah bu surede ahlâki üstünlükleri anlatmış, Peygamber (S.A.V.)'itıe  de edep ve terbiye derslerini vermiştir. Lâkin yüce Allah Peygamberine verdiği emri. kullarına da vermiştir. Peygamberi için bir üstünlük ve edep dersi verdi­ğinde, mü'minler için de buna uygun ders vermiştir. Cenab-ı Allah kendisi bakımından Peygambere edep dersi verirken önce O'na şu hitapta bulunmuş­tur: "Ey Peygamber Allah'tan kork". İkinci olarakta "Ey Peygamber 2evce-lerine de ki..." üçüncü olarakta —ümmetin avamı ile ilgili olarak— şu ifade­yi kullanmıştır: "Ey Peygamber biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gön­derdik." Evet böyle buyurduktan sonra kendi zâtı ile ilgili olarak mü'minleri İrşada şu emirle başlamıştır: "Ey inananlar Allah'ı çok anın". Daha sonra eşleriyle ilgili olarak mü'minlere şu buyruğu vermiştir: "Ey inananlar, ina­nan kadınları nikahlayıpta, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerlerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur" Üçüncü olarakta mü'mîn-lerin Peygamber (S.A.V.) efendimize karşı nasıl bir edep takınmaları gerekti­ğini anlatmıştır: "Ey inananlar, yemeğe çağrılmadan peygamberin evine gir­meyin." "Ey inananlar, siz de O'na (Peygambere) salât edin. (O'nun şamm yüceltmeye özen gösterin); içtenlikle selâm edin (O'na esenlik dileyin)".

Ayet-i kerimeden kast ediîen mana şudur: Ey inananlar, mü'min kadın­ları —aynı şekilde kitabî kadınları— nikahladığınız zaman (ayet-i kerimede sadece mü'min kadınlardan bahsedilmiş, kitabî kadınlardan sözedilmemiş ol­ması, mü'min erkeklere, mü'min kadınları nikahlamanın daha evlâ olduğu­nu belirtmek içindir) onları gerdeğe girmeden boşarsanız, onlar üzerinde.si-zİn sayacağınız iddet hakkınız yoktur. Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan kadın, rahmini ibra etmek ihtiyacında değildir. Yalnız kocası vefat eden kadın, rahmini ibra etmek için değilde kocasının ölümünden dolayı elem çekmek için 4 ay 10 gün süreyle İddet beklemek mecburiyetindedir. Bu idde-tİn gerekçesi rahmin ibrası değildir. Çünkü rahim bir ay beklemek ya da bir adet görmekle ibra edilmiş olur. Kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan ka­dına kocasının boşanma bedeli vermesi gerekir ki, bu da mehrin yansıdır. Tabii nikah akdi yapılırken mehrin miktarı belirtilmişse bu miktarın yarısı verilecektir. Şayet böyle bir şey söz konusu değilse, gönlünün kırıklığını onar­mak onunla bazı ihtiyaçlarını gidermek için, kendisine bir miktar boşanma bedeli verilir. Kendilerine acı ve işkence çektirmeden güzellikle salıverilirler. [40]

 

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Bazı Hususiyetleri

 

50- Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah 'm sana gani­met olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber ni-kahlanmayı dilediği takd'.Je —mü'minlerdcn ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere— kendisinin meh^nipeygambere hibe eden mü'min kadını almam he­lal kilmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için mü'minlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine 'neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah ba­ğışlayandır, merhamet edendir.

51- Ey Muhammedi Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına ala­bilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanma alman­da sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydm olmasını, üzüî-memelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalb-lerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır.

52- Ey Muhammedi Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir. Allah her şeyi gözetmektedir. [41]

 

Bazı Kelimeler:

 

Melikleri.Allah   onu   sana   geri   verdi.Onu nikahlamak İster. Günah ve darlık. Erteliyorsun. Yanına alırsın. Talep ettin. Ayırdın. [42]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Şüphesiz ki Allah, mehirierini verdiğin kadınlarla, gani­metten eline geçen cariyelerle evlenmeni sana helal kılmıştır. Ayrıca seninle birlikte hicret etmiş olan akraba kızlarından (örneğin amca kızlarından, ha­la kızlarından, teyze kızlarından, dayı kızlarından), dilediğinle evlenebilirsin. Kendini sana hibe eden ve senin de gönüllü olarak nikahlamak isdediğin mü1 min kadınları almanı da Allah sana helâl kılmıştır. Yalnız bu hükümler diğer mü'minlere değil sırf sana mahsustur.

Sıkıntıya ve günaha düşmeyesin diye Allah sana bu hükmü özel olarak vermiştir. Cenab-ı Allah, kendi hanımlarını seçmesi için bir esas Ölçü olarak Peygambere genel bir tavsifte bulunuyor: Mehri verilen ve mehir almayı ka­bul eden bir kadın her ne vasıfta olursa olsun mehir almayan kadından daha evla ve daha faziletlidir. Kişinin bizzat esir aldığı cariye, başkalarından satın aldığı cariyelerden daha iyidir. Peygamber(S.A.V.) efendimizle birlikte hicret etmiş olanlara amcası kızı, dayısı kızı, halası kızı ve teyzesi kızı diğer kadın­lardan daha iyi ve önceliklidir. Zira hicret edenler, hicret etmeyenlerden daha şerefli ve daha üstündürler.        

Süddî, Ebu Talip kızı Ümmü Hanî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Re-sulullah (S.A.V.) efendimiz benimle evlenme talebinde bulundu. Ben de ken­disiyle evlenemeyeceğimi söyleyerek Özür diledim; çünkü ben çoluk çocuğu olan bir kadındım. O da benim özürümü kabul buyurdu ve bunun üzerine. Cenab-i Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. Ben Peygambere helal olamazdım. Çünkü ben hicret etmiş değildim vebenboşananlardandım.Yukarıda sayilıpta hicret edilen kadınların üstün ve öncelikli olduklarını şu ayet-i kerime de teL yid etmektedir: "Birde kendisini (mehirsiz olarak) Peygambere hibe eden ve Peygamberin de, sırf kendisine eş ve mü'minîere de ana olsun diye kendisini almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minîere değil, sırf sana mahsus ol­mak üzere (helal kıldık)".

Kurtubî merhum, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken, iki.görüş ileri sür­mektedir: Birinci vecih şudur: Bu ayet-i kerime Peygamber (S.A.V.) efendimi­zin, mehirlerini ödediği takdirde bütün kadınlarla evlenmesinin helâl oldu­ğunu açıklamaktadır. Şu halde Peygamber efendimiz, mehremleri dışında di­lediği herhangi bir kadınla evlenme serbestiyetine sahiptir. Burada, berabe­rinde ve nikahı altında bulunan eşlerinin kendisine helâl olduğunun kastedil­diğini anlamamızı sağlayacak bir ifade yoktur. Çünkü helallik kelimesi ken­disinden önce bir memnûiyyetin geçmemiş olmasını gerekli kılar. Aynı za­manda mevcud bir sakıncanın bulunmamasını da icap ettirir. Ayrıca ayet-i kerime nazil olurken Peygamber efendimizin nikahında amcası kızı, halası kızı, dayısı ve teyzesi kızı yoktu. Şu halde ayet-i kerime bu gibi kadınlarla Peygamber efendimizin evlenmesinin öncelikle helâl olduğunu isbat etmek-. tedir. Böyle olunca da ayet-İ kerime her ne kadar kendisinden sonra zikredil­mekte ise de, şu ayet-i kerimeyi nesh etmektedir: "Bundan sonra artık sana (başka) kadmlarfla evlenmek) helâl değildir". Bazı kimseler ayet-i kerimeden kasd edilen mananın şu olduğunu söylemişlerdir: Ey Peygamber, sadece şu anda nikâhın altında bulunan ve mehirlerini verdiğin kadınlar sana helaldir­ler. Çünkü onlar seni seçtiler. Seninle yaşamayı dünyaya ve dünyanın ziynet­lerine tercih ettiler.

Ayet-İ kerimeyi bu şekilde manalandırmamızı kuvvetle gerektiren husus, "Mehirlerini verdiğin" ifadesidir. Çünkü verdiğin fiili mazidir, gelecekle İl­gisi yoktur. Bu te'vili İbni Abbas'm şu sözü de desteklemektedir: Resululîah (S.A.V.) efendimiz daha öncekileri dilediği kadınla evlendirdi. Bu, onun di­ğer hanımlarının zoruna giderdi. Bu ayet-i kerime nazil olunca ayette sözü edilen kadınlardan başkaları kendisine haram kılındı ve hanımları da bun­dan memnun olup sevindiler.

Bu, cumhurun görüşüdür. Bu ayet-i kerime ile Peygamber (S.A.V.) efen­dimizin evliliklerine bir kısıtlama getirilmiş olmaktadır. Kendisinden naklet­tiğimiz ifadelerinden dolayı Kurtubî, birinci görüşü tercih etmiştir. Ayrıca Aişe (R-A.) da şöyle demiştir: Resululîah (S.A.V.) efendimiz, Allah kadınları kendişine helâl kılıncaya dek ölmedi.

Ayet-i kerimede sözü edilen amcası ve halası kızlarının durumuna gelin­ce cumhur-û ulema derler ki: Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin eşlerinle ca­riyelerine ek olarak Cenab-i Allah bu kadınlarla evlenmeni de sana helâl kıl­dı. Zira Cenab-ı Allah mezkur ayet-İ kerime ile; evlenmiş olduğun ve mehir­lerini verdiğin kadınları sana helâl kıldık, demeyi kasdetmiş olsaydı, bu ka­dınlardan bahsetmenin bir faydası olmazdı.

Birinci görüşün sahipleri derler ki: Ayet-i kerimenin nüzulünden kasıt, Peygamber efendimizin evlilik alanını daraltmak değil de genişletmektir. Bu ona mahsus bir özelliktir. Bu kadınlardan ayet-i kerimede söz edilişinin maksadı onları şereflen di rmektir. Bu ayet-i kerimeye sanat bakımından benzer olan bir ayet-İ kerime de Rahman suresindekidİr: "O ikisinde de meyva, hurma ve nar var"[43]. Sadece hicret eden akraba kadınlarıyla Peygamber efendimi­zin evlenmesine cevaz verilmiştir. Çünkü hicret etmeyen, mükemmel değildir. Mükemmel olmayanın da, olgun, şerefli ve azametli Peygambere zevce olma­sı uygun değildir.

Nikah hibesi caiz midir? Alimler, kadının kendi nefsini bir erkeğe hibe etmesinin caiz olmadığı hususunda birleşmişlerdir. Bu lafızla yapılan hibe üze­rine akdedilen nikâh, tamam değildir. Ebu Hanife ile Ebu Yusuf'a göre bir kadın kendi nefsini hîbe eder de kocası mehir ile kendi aleyhinde şehadette bulunursa bu caiz olur. Kadınların bir çoğu kendi nefislerini Peygamber (S.A.V.) efendimize hibe etmişlerdi. Konuyla ilgili olarak Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir; Kendilerini Peygamber (S.A.V.)'e hibe eden kadınları kıskanı­yor ve bir kadm kendini bîr erkeğe hibe etmekten utanmıyor mu? diyordum. Nihayet Cenab-ı Allah şu ayet-İ kerimeyi inzal buyurdu: "Onlardan dilediği­ni geri bırakır, dilediğini yanma alırsın." Bu ayet nazil olunca Hz.. Aİşe, Pey­gamber efendimize hitaben şöyle dedi: Vallahi Öyle görüyorum ki Rabbİm senin hevesini tatmin etmek için çok acele ediyor!

Buhariden rivayet: Havle binti Hakim, kendisini Peygamber (S.A.V.)'c hibe eden kadınlardandı. Kendilerini Peygamber efendimize hibe eden kadın­ların sayısı dörttür:

1  — Meymunet binti El Haris

2  — Zeyneb bintî Huzeyme

3  — Ümmü Şüreyk binti Cabir

4  — Havle  binti Hakim.

Şabî, "Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanma ahrsm" ayet-i kerimesiyle ilgili olarak der ki: Bu ayette sözü edilen kadınlar, kendi nefislerini Peygamber (S.A.V.) efendimize hibe eden kadınlardır. Peygamber (S.A.V.) de onların bir kısmı ile evlendi, bîr kısmını terketti.

Zühri der ki: Peygamber (S.A.V.) efendimizin, zevcelerinden hiçbirini geri bıraktığını bilmiyoruz. Ancak hepsini kendi yanına almıştır. Makul olan da budur. Ayet-i kerime, evlilik hususunda Resulullah (S.A.V.) efendimize geniş­lik getirmek için sevk olunmuştur.

Bazıları dediler ki: Ayet-i kerimeden kasdedilen mana şudur: Peygam­ber (S.A.V.) efendimiz, eşleri'arasmda eşit bir şekilde kasm yapmak yada yap­mamak hususunda muhayyerdir. Dilerse onları geri bırakır dilerse yanına alır ve bir kısmını kendi yanında tutar. Bu hususta o tam bir serbestiyet içerisin­de idi. Ama yine de karıları arasında eşit bir şekilde kasm yapardı. Yani gece­leme sırasına riayet ederdi. Hepsini yanına alırdı. Ama bunu Cenab-ı Allah ona daha önceden farz kılmış değildi. O, bunu, hanımlarının gönüllerini hoş tutmak ve nahoş sonuçlara yol açacak kıskançlıklarını önlemek için yapıyordu.

Muvakkat olarak yanından ayırdığın zevcelerinden birini tekrar yanına almak istersen bunun bir sakıncası yoktur. Onlarla beraber bulunup bulun­mama hususunda seni serbest bırakmamız, onları razı ve memnun etmeye, yaptığın her işinden hoşnut olmalarına daha yakındır.

Bu, Peygamber (S.A.V.) efendimize Özgü bir durumdur. Ama herhangi bir erkeğin iki kadınla evli olması durumunda, eşit bir şekilde her hususta aralarında adaleti gözetmesi serî hükümlerindendir.

Ey insanlar, Allah sizin kalplerinizde olanları bilir. Allah herşeyi bilen­dir. Yumuşak huyludur. Hükümlerinde katı değildir.

"Bundan sonra artık sana 0aşka) kadm!ar(la evlenmek), helal değildir." Bu ayet-i "kerimeyi manalandırma hususunda alimler, "Ey Peygamber, biz, ücretlerini (metihlerini) verdiğin eşlerini sana helal kıldık" ayet-i kerimesini tefsir ederken söyledikleri sözlere bağlı olarak ihtilaf etmişlerdir. Bazıları de­diler ki: Ey Peygamber! Sana açıkladığımız vasıflardan sonra başka kadınlar­la evlenmen helâl değildir. Bu vasıflara sahip olmayan hicret etmemiş akra­baların ile, kitabî kadınlarla evlenmen asla hejal değildir. Diğer bazıları der­ler ki: Bu ayet-i kerime kendisinden sonra gelen ayet ile nesh edilmiştir. Bu­nun okunuşta ondan Önce gelmesinin bir sakıncası yoktur.

Bazıları da dediler ki: Peygamber (S.A.V.) efendimizin kadınları, O'nun şerefli zatını koca olarak tercih ettiklerinden dolayı boşanmamayı ve üzerle­rine kuma getirilmemesini, mü'minlerin anaları olmayı hak ettiler ki; bu da onlar için büyük bir münâfattır.

Ey Peygamber! Bunları başka eşlerle değişme, yani bunları boşayıpta yer­lerine başka kadınlarla evlenme. Bu senin için helâl değildir. Başka kadınların güzellikleri senin hoşuna gitse bile onlardan ayrılıpta yenileriyle evlenme. Ancak sağ elinin sahip olduğu ve Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cari­yeler hariç. Onlardan dilediğini alabilirsin. Allah yapmakta olduğun her şeyi kontrol etmektedir. Ve seni gözetmektedir. [44]

 

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Çok Evliliği Hakkında Birkaç Söz:

 

Bazı kimseler, Peygamber, (S.A.V.) efendimizin zevcelerinin çokluğunu dillerine dolayarak, onun şehvetli bir erkek olduğunu söylemekte ve böyle bİ-risînin de Peygamber olmasının makul olmadığını iddia etmektedirler!

Gerçekten Peygamber (S.A.V.) efendimiz vefat ettiğinde geriye dokuz ha­nım bıraktı. Bunlardan herbiri ile evlenirken bazı özel durumlar onu bu evli­liğe itmişti. Eğer bu özel durumları bilirsek bu konuda sağlıklı bir yargıya varırız.

Hz. Hatic'e ile evlenirken yaşı yirmibeş idi. Hatice ise kırk yaşında İdî. Aradaki bu büyük yaş farklılığına rağmen Hz. Hatice'nin vefatına kadar mutlu bir evlilik hayatı yaşamışlardı. Peygamber efendimiz onun yanında gençliği­nin baharını geçirmişti. Hatice 65 yaşında vefat etmiş buna rağmen arada hiçbir engel bulunmamakla birlikte Hatice'nin sağlığında başka bir kadınla evlenmemişti, Hatice'nin vefatından sonra yaşı küçük olmakla birlikte Aişe ile evlenmişti. Güzel olmamakla birlikte Hafsa ile evlenmişti. Çoluk çocuğu çok sayıda olmakla birlikte Ümmü Seleme ile evlenmişti. Ayrıca Ümmü Se­leme yaşlı bir kadındı. Bütün bunları, kendi sahabilerini ve davet adamlarım hoşnut etmek için nikahlamıştı. Kocası ile birlikte Habeşistan'a ve Medine1 ye hicret eden, kocası ölünce de yapayalnız kalan Ümmü Seleme ile evlenme­si, onun hatırım tamir etmesi, insanlığın gereği değil midir. Ortada kimsesiz ve yapayalnız kalan kadınları çocuklarıyla perişan bir hayatı yaşamaya mec­bur olmamaları için nikahı altına alıyordu. Acuze diyecek kadar yaşlı olan Şevde ile evlenmesinin herhalde şehvet için olduğunu söyleyemezsiniz. Zey­nep binti Cahş ile evlenmesinin kıssasını da daha önce anlatmıştık. Diğer ha­nımlarına gelince Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe, Kureyş'in liderlerinin bi­rinin kızı oiup babasından Önce müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret et­mişti. Kocası vefat edince, bir ikramda bulunup fedakarlığını takdir etmek için Ümmü Habibe'yi nikahlamıştı. Yahudilerin lideri Huyey bin Ahtab'ın kızı Safiyye ile evlenmişti. Mustalık oğullan kabilesinin lideri Haris'in kızı Cüvyriye ile evlenmişti. Bu iki kadının kabileleri mağlubiyete uğramışlardı. Peygamber efendimiz Safiyye ile Cüveyriye'nin gönüllerindeki kırıklığı onar­mak için, ayrıca bir cemaat liderinin ve davet sahibinin aşikâr bir surette fark edebileceği bazı siyasi sebeplerden dolayı bunları nikahı altına almıştı. Hiç kimse zannetmesin ki, Peygamber (S.A.V.) efendimiz evinde müreffeh bir ha­yat yaşıyordu. Bakınız Hz. Aişe ne diyor: "Biz hİlate baktığımızda iki ay içinde gökte üç hilali görürdük ve bu süre zarfında Resulullah (S.A.V.)'m evinde (ye­mek pişirmek amacıyla) ateş yakılmazdı!" Zübeyrin oğlu Urve ona sordu: Peki siz ateş yakmadığınız, yemek pişirmediğiniz halde ne ile geçinirdiniz?

Aişe şu cevabı verdi: "İki siyah hurma ve su ile geçinirdik".

Bilerek veya bilmeyerek Peygamberi eleştirenler! Birazcık yavaş olun ve kendinize gelin. Kalpleri Allah'ın nurundan uzaklaştırıp perde altına koyan bu taassup sizi şuursuzlaştirmış. İşte size Peygamberin hayatı ve zevcelerinin yaşadıkları şartlar. Bakın da ibret alın. O, bunlarla güzellik veya gençlik için yahut refah elde etmek gayesiyle evlenmiş değildir. Peygamber (S.A.V.) efen­dimiz yeme, içme ve mesken bakımından hiçte refah içinde değildi. Bakınız Hz. Aişe (R.A.) ne diyor: "ResuluHah (S.A.V.) efendimiz vefat ettiğin de ra­fımda, canlı birinin yiyeceği birşey yoktu. Sadece pek az arpa vardı."

ResuluHah (S.A.V.) efendimiz yatarken bir hasırın üstünde uzanırdı ve hasır onun böğründe İz yapardı. [45]

 

Hicab Ayeti Nazil Olduktan Sonra:

Mü'minlerin Peygamber Hanesine Karşı Nasıl Davranmaları Gerekiyordu?

 

53- Ey inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağmlmaksizm va­kitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edİhrseniz girin ve yemeği yeyince, dağı-lın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bun­dan sonra ne Allah'ın peygamberini üzmeniz ve ne de onun eşlerini nikahla­manız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük-şeydir.

54- Bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir.

55- Kadınların; babalan, oğullan, erkek kardeşleri, erkek kardeşleri­nin oğullan, kız kardeşlerinin oğullan, hizmetçi kadınları ve cariyeleri hak­kında bir sorumluluk yoktur. Ey Kadınlar! Allah'tan sakının, çünkü Allah her şeye şahiddir. [46]

 

Bazı Kelimeler:

 

Dağılırı, yayılın. Yemeğin pişme vakti. Kendisine ihtiyaç duyulan ve kendisinden yararlanılan şey. [47]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayet-i kerimeler iki önemli hususu tazammun etmektedirler: Bunlar­dan birincisi yemekte oturulduğu esnada uyulması gereken umumi edep ku­rallarıdır. İkincisi ise kadınların örtünmesi ve erkeklerle bir arada bulunma­malarıdır. Bu ayetler Peygamber zevceleri hakkında nazil olmuştur. Ama iti­bar sebebin hususiliğine değil, lafzın umumiliğinedir. Birinci duruma gelin­ce; müfessirlerin çoğunluğu ayet-i kerimenin nüzul sebebini şöyle anlatırlar: Resulullah (S.A.V.) efendimiz Cahş kızı Zeyneb'Ie evlendiğinde düğün yeme­ği verdi ve insanları yemeğe çağırdı. Yemeği yediklerinde bazı kimseler otu­rup Resulullah (S.A.V.)'İn evi hakkında konuştular. O esnada zevcesi de yü­zünü duvara çevirmişti. Çünkü Resulullah'ın evi tek hücreden ibarettir. Bu durum, O'nun ağırına gitti.

Enes bin Malik der ki: Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) efendimiz kal­kıp dışarı çıktı. Bende, diğer oturanlar dışarı çıksınlar diye onunla birlikte çıktım. Fakat orada bulunanlar oturmakta devam ettiler ve çıkışlarını gecik­tirdiler.

Ben milletin dışarı, çıktığını Peygamber efendimize haber verdim. O da koşup eve girdi, ben de kendisiyle birlikte içeriye girmek üzere gittim, benim­le arasına perde bıraktı ve Cenab-i Allah şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Ey inananlar, yemeğe çağmlmadan Peygamberin evlerine girmeyin. Bu Al­lah katında büyük (bir günah)tir"

Yukarıda zikredilen hadis-i şerif mana olarak rivayet edilmiştir, aslı Bu-harî ve Müslim'de mevcuttur.

İbn-i Abbas der ki: Bu ayet-i kerime; Peygamber (S.A.V.)'in evinde ye­mek zamanını gözetleyen ve yemek pişmeden evine girip oturan, yemeğin piş­mesini bekleyen, hazırlanan yemeği yiyip sonra hemen dışarı çıkmayan bazı mü'minler hakkında nazil olmuştur. Bazıları derler ki; bu ayet-i kerime, ağır davranan ve oturdukları evde ev sahiplerini rahatsız edecek derecede fazla oturan kimseleri uyarmak için Allah tarafından bir edep ayeti olarak nazİi olmuştur. [48]

 

Açıklama:

 

Ey İman edenler! Hiçbir durumda Peygamberin evine girmeyin. Ancak siz pişmesini beklemeden, herhangi bir zamanda yemeğe çağrıldığınız tak­dirde Peygamberin evine girin. Yemeğe çağrılıkta içeri girmenize izin verildi--ği zaman evine girin. Yemeğinizi yedikten sonra da dağılıp mekânlarınıza gi­din. Bazı kimselerin Zeyneb'in düğün yemeğinde yaptıkları gibi sohbete da-lıpla fazla beklemeyin. Çünkü böyle yapmanız Peygambere eziyet veriyor. Halk­tan bazı kimselerin gerdek odasında oturup beklemelerinden Peygambere daha çok eziyet veren bir şey düşünebiliyor musunuz?! Halbuki o odada, karısı ile birlikte oturup dinlenmesi O'nun hakkıdır. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, sizin bu yaptıklarınızdan dolayı duyduğu üzüntü ve acıyı açığa vurmaktan utanıyor. Ama Allah, gerçeği ortaya çıkarmaktan çekinmez. Bilâkis Kur'an edebiyle edepleneceği hususları insanlara açıklar. Bilinki sizin Peygamber evin­de oturup sopbete dalmanız ve onları rahatsız etmeniz sizin için haramdır. Bir daha böyle davranışta bulunmayın!

Rivayete göre Hz. Ömer (R.A.) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Senin yanma iyi kimse de geliyor kötü kimse de. Sen, mü'minlerin annelerine emretsen de Örtimseler? Hz. Ömer'in bu sözü üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu.- Kur'an-ı Kerim'e dikkatle bakın. O, örtünme hususunu önce.mü'minlerin annelerine emrederek ele alıyor. Oysa onlar kadınların en temizi ve en iffetlileridirler. Örtünme emri önce onlara veriliyor: Biz kadınlar, erkeklerle bir arada yaşı­yoruz ve birbirimizin yanına girip çıkıyoruz ama hiçbir şey de olduğu yok, denildiği zaman kendi durumumuzu inceden inceye gözden geçirelim. Anla­mıyor musunuz gazetelerde okumakta olduğunuz cinayetler, hıyanetler, öl­dürme ve boşamalar hep dini inancın zayıflamasından, kadınlarla erkeklerin evlerde, caddelerde, sokaklarda, kahvelerde, tiyatrolarda ve sayfiye yerlerinde bir arada yaşamalarından biribirlerinin arasına girip çıkmaktan kaynak­lanmıyor mu?!

İçeriye girmeden izin istemek, konuşmak için sohbete dalmamak, birşey istenildiği zaman perde arkasından istemek gibi size anlatılan bu hususlar kalp­lerinizin daha da temizlenmesini, her erkekle kadının gönlüne gelebilecek kötü düşünceleri silip yok etmeyi, böylece şüpheleri bertaraf etmeyi, insanların töh­met altında kalmamalarını ve ırzların korunmasını temin eder. Bir kimsenin ken­disine helal olmayan bir şahısla başbaşa kalması durumunda kendi nefsine güvenmemesi gerektiğine dair bu ayet-i kerimede bir delil mevcud değil mi­dir? Halbuki kişinin kendisine helâl olmayan kadınlardan uzak durması hem kendi durumu açısından güzel olur, hem iffetini ve ırzını lekelerden korumuş olur. İlk müslümanların durumu böyle olduğuna göre bugünkü müslüman-ların durumu nicedir?! Allah'ım senden lütuf, hidayet rahmet diliyoruz.

Sizin, Resulullaha eziyet etmeniz yaraşmaz ve kendisinden sonra eşlerini nikahlamanız da caiz olmaz. Çünkü onlar mü'minlerin anneleridirler. Bu işi yapmak size yaraşmaz. Bu ayet-i kerime, Resululîah (S.A.V.J efendimiz vefat ettikten sonra "Aişe evlenecek midir?" diyenlere verilen bir red cevabıdır.

İzin almadan evine girmeniz, ya da evindeyken bir iş olmaksızın boş ye­re beklemeniz, yahut kendisinin vefatında sonra eşleriyle evlenmeyi talep et­meniz Allah katında büyük bir günahtır. Bundan daha büyük bir günah dü­şünülemez.

Bu ifadeler yukarıda sayılan işlerin büyük günahlardan olduklarını ifa­de etmektedir. Ey mü'minler! Bilin ki Allah-ü Zülcelal, görülen ve görülme­yen alemleri bilir. O, göğüslerde gizlenen hususları da bilir. Birşeyi açığa vur-sanız da, gizleseniz de şüphesiz Allah herşeyi bilendir ve yaptıklarınızdan ötürü sizleri cezalandıracaktır.

Hicab ayeti nazil olduğunda mü'minlerin annelerinin bazı yakınları sor­dular: Bizde mi bu kadınlarla perde gerisinden konuşacağız?

Cenab-ı Allah onlara şu cevabı gönderdi: Onların bu kadınlarla yüzyü-ze konuşmalarında bir sakınca yoktur. Bu kadınların babalarıyla veya oğul­larıyla veya kardeşleriyle veya kardeşlerinin oğullarıyla veya kız kardeşleri­nin oğullarıyla perdesiz olarak yüzyüze konuşmalarının bir günahı yoktur. Mü'min kadınlarla konuşmalarında herhangi bir mahzuru yoktur. Sağ elle­rinin malik olduğu kölelerle yüzyüze konuşmalarının, Nûr suresinde anlatı­lan amca ve dayı gibi diğer mahremleriyle konuşmalarının da bir sakıncası yoktur..

Ey kadınlar! Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve O'nun aza­bından korunun. Sizler karışıklığın sebeplerisiniz. Büyük günah sizin üzeri-nizdedir. Çünkü erkeği reddetme gücüne sahip olan, ancak kadındır. Kadı­nın gönlü olmadıkça erkeğin ondan bir fayda görmesi mümkün değildir. Bu sebeple Cenab-ı Allah özellikle onların, kendisinin emirlerine karşı gelmekten sakınmalarını emir buyurmuştur; şüphesiz Allah herşeyi görmekte ve kont­rol etmektedir. O'nun yasaklarım çiğnemekten korkun ve O'na karşı gelmekten sakının. Bilinki O sizi görmekte ve yaptığınız işleri kayda geçirmektedir. [49]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Mertebesi, Kendisine Ve Müminlere Eziyyet Edenin Cezası

 

56- Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed'i överler; ey inananlar! Siz de O'nu övün. O'na salat ve selam getirin,

57- Allah 'i ve Peygamberini incitenlere, Allah, dünyada da ahirette de lanet eder; onlara alçaltıcı bir azab hazırlar.

58- İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları bk şeyden Ötürü inciten­ler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar. [50]

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah onları rahmetinden kovup uzaklaştırdı. Açık seçik. Çok alçaltıcı. [51]

 

Açıklama:

 

Bu ayet-i kerime, Resulullah (S.A.V.) efendimizi yüceltmiş olup Allah ka­tında ve melekler nezdindeki mertebesini açıklamıştır. Bu, Allah'ın, dilediği kuluna ihsan ettiği bir lütfudur. Allah, lütfü büyük olandır. Salât kelimesi Allah'tan Peygamberine olunca Rahmet ve hoşnutluk aniamma gelir. Melek­lerden olunca dua ve bağışlanma dileme manasına gelir. Ümmetten olunca dua ve Peygamberi ululama manasına gelir. Allah'ın ona saîatta bulunmasindan sonra meleklerin ve bizim de ona salâtta bulunmamız, O'nun yüksek şeref sahibi olduğunu bildirmek ve Allah katındaki mertebesinin yüksekliği­ni açıklamak içindir. Ayrıca ona salatta bulunan kimseler de şereflenip bü­yük mükâfatlarla sevaplara nail olurlar. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: "bir kimse bana bir salat getirirse Allah ona on salat getirir". Allah ile meleklerinin O'na salat getirmeleri onun için şeref olarak yeter. Her ne kadar imamiarın çoğu kendisine muhalefet etmişlerse de İrnam-ı Şafiî'nin namazda son teşehhütde Peygamber (S.A.V.) efendimize saiat getirmeyi namazın rükünlerinden biri olarak vacip kılmasında bir ga­riplik yoktur. Bu sebepledir ki kutlu ve yüce olan Allah mü'minlere, Peygamber (S.A.V.) efendimize yani sevgilisine ve Peygamberlerin sonuncusuna salat ge­tirmelerini emretmiştir: "Ey İnananlar, siz de O'na salat edin".

Salat'm keyfiyetine gelince dilediğiniz kimselerle ve cümlelerle Peygam­ber efendimize salat getirebilirsiniz. Bu konuda İmam Malik'in, ibni Mes'ut el Ensarî'den naklettiği bir rivayeti vardır. İbni Mes'ut der ki: Resulullah (S.A.V.) efendimiz bize geldi. Geldiğinde, biz Sad bin Ubade'nin meclisinde oturuyorduk. Sad'ın oğlu Beşîr ona sordu: Ey Allah'ın resulü, Allah bize, sana saiat etmemizi emrediyor, sana nasıl salatta bulunacağız? Peygamber efendimiz onun bu sorusu karşısında sustu, öylekî, biz, keşke bunu ona sor-masaydi, dedik. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: Deyin ki "Allahümme sallı alâ Muhammedİn ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âlî İbrahime ve barik alâ Muhammedİn ve alâ âli Muhammed'in kemâ bâ-rekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime fil-âle-mîne inneke hamidün mecid". Peygamber efendimiz böyle dedikten sonra şu cümleyi.ekledi: "Bildiğiniz gi­bi birde selâm vardır "Yani teşehhütte Peygamber efendimize hitaben şöyle denilmelidir "Essetamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetuîlahi ve berakâtü-hû". İşte yaratıkların en şereflisinin Allah katındaki mertebesi budur. O'na salat getirmenin fazileti de yukarıda anlattığımız gibidir.

Kelâm-ı kibarda denildiği gibi, zıt şeyler hatıra daha çabuk gelir. Peygam­ber efendimize saiât getirmenin fazileti bu kadar çok olduğuna göre O'na eziyet eden ve O'na salat getirmeyenin cezası acaba ne kadardır? Allah'a ve Resulüne eziyet edenlere gelince vay onların hallerine! Binlerce defa milyon­larca defa vay onların hallerine!., bunların cezaları İçin, yaptıkları suça uy­gun çok ağır ve şiddetli bir ceza vardır. Ahirette de onları çok küçültecek şid­detli ve katı azap hazırlanmıştır. Allah'a ortak koşarak ve şanına layık olma­yan şeyleri O'na nisbet edip iftirada bulunan, emirlerine uymayan, elçilerine muhalefet eden, yine şanına layık olmayan vasıflarla Peygamber efendimize isnadda bulunup eziyyet eden, O'na hücum edip emrine uymayan, ailesine dil uzatıp O'nu yalanlayan, hakkında ileri geri konuşan, yaptığı işlerden hoşnud olmayan kimselere gelince, bunlar için dünyada ve ahirette şiddetli bir ceza vardır! Bunların yaptıkları işler de, Allah ve Resulüne eziyyetten başka birşey değildir. İşledikleri bir cürüm, irtikâb ettikleri bir günah olmaksızın mü'min erkeklerle mü'min kadınlara eziyet eden kimselere gelince, bunların yaptık­ları iş haklı yere değil de haksız yere yapılan bir eziyyettten başka bir şey de­ğildir. Sırf iman vasfına sahip oldukları, yani mü'min oldukları için müslü-manlara eziyette bulunan kimseler büyük bir günah İşlemişlerdir. Bunun ce­zası da Allah'a karşı bühtan ve İftira atan kimselerin cezası gibidir. Ama ter­biye etmek maksadıyla başkasına eziyyet eden kimse şerefli bir gaye uğruna sert davrandığı için bu azap ayetinin kapsamına girmez. [52]

 

Kadınların Avret Yerlerini Örtemleri Gerekir

 

59- Ey Peygamberi Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, dı­şarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bi­linmelerini ve bundan dolayı incitil memelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar

ve merhamet eder. [53]

 

Bazı Kelimeler:

 

Salsınlar. Cilbab kelimesinin çoğulu olup bedenin ta­mamını örten bir örtü ve giysi. [54]

 

Açıklama:

 

Resululah (S.Â.V.) efendimiz vefat ettiğinde geride kalan hanımlarının sayısı dokuzdu. Bu kadınların İsimleri şunlardır: Aişe, Hafs'ı, Ümmü Habi-t>e, Şevde, Ümmü Seleme, Meymune, Zeynep bİtni Cahş, Cüveyriy Safıyye binti Huyey bin Ahtap el Haruniyye. Peygamber efendimizin çocuklarına ge­lince üçü erkek olmak üzere 7 tanedir. Erkekler şunlar: Kasım, Abduilah ve İbrahim. Kasım ve Abdullah'ın anaları Hz. Hatice'dir. İbrahim'in anası da Mısır hükümdarı Mukavkıs'm Peygamber efendimize hediye etmiş olduğu Ma-riyetül Kıbtıyye'dir. Peygamber efendimizin çocuklarının dördü de kızdır. Bun­ların adları şöyledir: Fatımatüz-Zehra (R.A.), kocası Ebu Talib oğlu Ali'dir.

Hz. Fatıma, Hz. Hatice'nin kızıdır. Peygamber efendimizin ikinci kızı Zey­nep'tir. Zeynep, teyzesi oğlu Ebul As b. Errabî ile evlenmiştir. Peygamber efen­dimizin üçüncü kızı Rukiyye'dir. Hz. Osman bin Affan'la evlenmiştir. Pey­gamber efendimiz Bedir Gazvesi'nde iken Rukiyye vefat etmiştir. Peygamber efendimizin dördüncü kızı Ümmü Külsüm'dür. Bu da kardeşinin vefat etme-. sinden sonra Hz. Osman bin Affan İle evlenmiştir. Peygamber efendimizin iki kerimesi ile evlendiğinden dolayı Hz. Osman'a iki nûr anlamına gelen "Zinnûreyn" lakabı verilmiştir. Ümmü Külsüm de Peygamber efendimizin sağlığında vefat etmiştir. Peygamber efendimizin İbrahim dışında bütün ço­cukları Hz. Hatice'den doğmuşlardır. Yalnız İbrahim'in anası Mariyetül Kıb-tiyye'dir. Fatıma dışındaki çocuklarının tümü Peygamber efendimizin sağlı­ğında vefat etmişlerdir. Fatıma'da Peygamber efendimizin vefatından sonra, ailesi içinde kendisine ilk olarak kavuşandır. Allah hepsinden razı olsun. Pey­gamber efendimizin ailesi çok mükerrem ve müşerreftir. Bunlar birbirinden türeyen bir nesildir.

Cahiliyet devrinde araplar açılıp saçılmayı zinetlerini ve ziynet yerlerini açığa çıkarmayı, Örtülmesi gereken yerleri başkalarına göstermeyi adet hali­ne getirmişlerdi. Nitekim cariyelerde böyle yaparlardı. Barış, hakka davet, kör taklit bağından kurtulma, yüce ideallere doğru koşma, temiz ve iyi bir toplumu oluşturma, yani Allah'tan sakınıp O'nun rızasını hedef alan, bir ce­miyeti teşkil eden İslamiyyet geldiğinde öncelikle, eşleri, kızları ve mü'mîn-lerin kadınları hakkında Peygamber (S.A.V.)'e hitapta bulundu ki, herkes bu örtünme emrinin acı bir İlaç olduğunu, bu ilacı ancak azim sahibi erkeklerin tatbik edebileceklerini bilsin. Gerçekten de karışım, kardeşini, kızını terbiye etmeyi açılıp saçılmaya sevk eden şehevî güdüleri firenlemeyi, dirayetli erkek­lerden başkaları beceremez! Bu kadarını söylemek kâfidir!

Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'miminlerin kadınlarına de ki: Örtülerini üzerlerine salsınlar. Bedenlerinin tümünü örtsünler. Yolu gös­terebilecek kadarı müstesna olmak üzere yüzlerini de örtsünler. Bazı kimse­ler ancak fitne zamanında yüzü örtmek gerektiğini söylemişlerdir. Ziynetle­rini —yani ziynet mahallerini— mahremlerinden başkalarına göstermesinler. Mahremlerinin kimler olduğu, Nûr suresinin 31. ayetinde açıklanmıştır. Cenab-ı Allah kadınlara, örtünmelerini emretmiştir. Bu da ancak bedenlerini örtecek bir örtü ile mümkün olur. Fakat kadın kendi evinde kocası ile beraber bulun­duğu sırada dilediği giysileri giyebilir. Örtünmekle yükümlü değildir. Çünkü kocası ondan dilediği şekilde yararlanma hakkına sahiptir.

Ey rriü'minlerin kadınları! Peygamber (S.A,V.) efendimizin bazı sahabi-Ierine verdiği öğütlere siz de kulak verin: Rivayet olunur ki Dihyetül Kelbİ elçi olarak gittiği Heraklius'un yanından döndükten sonra Peygamber (S.A.V.) efendimiz ona ince ve beyaz ketenden bir kumaş verdi ve şöyle dedi: "Yansı­nı kendine gömlek yap. Yansım da refikana ver. Onu baş örtüsü yapsın. Bu örtünün altına birşey koymasını ona emret ki, altında bulunan kısım görün­mesin." Yine rivayete göre Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadis-i şerifle­rinde şöyle buyurmuştur: "Giyinik çıplak kadınlar başkalarına meyleden ve başkalarını meylettiren, başlan deve hörgücü gibi olan kadınlar Cennet'e gi­remezler ve Cennet'in kokusunu bulamazlar!'

Hz. Ömer (R.A.) dedi ki: "İhtiyâcı olduğu zaman gerek kendisinin, ge­rek komşusunun örtüsüne bürünerek, kimseler tarafından tanınmayacak şe­kilde tesettüre riayet ederek müslüman kadın evden dışarı çıkıp ihtiyacını gö­rür ve eve dönebilir. Onu bundan hiç kimse men edemez."

Ey mü'min kadınlar! Rabbinizin size vermiş olduğu bu örtünme emri; mü'mine, gönülden saygılı, ibadet eden, iffetlerini koruyan kadınlar olduğu­nuzun başkaları tarafından bilinmesine, dolayısıyla" eziyete uğramanıza en­gel olan bir emirdir. Bu^ sizin eziyete uğramamanız için en elverişli bir emir­dir. Örtündüğünüz takdirde cahillerin sövgü dolu sözleriyle eziyete uğramaz­sınız. İyirve salih kimseler de sizleri tanır. îşte bu ayet-i kerimeye riayet ettiği­niz takdirde kâmil bir müslüman evi oluşur. Ey mü'min kadınlar, dininiz size hicabı farz ediyor. Bedeninizi tam olarak örtmenizi emrediyor. Din bu emri vermekle sizin eziyete uğramamanızı amaç ediniyor. Açık saçık olarak cad­deye çıkan nice iffetli kadınlar var ki, başkaları tarafından eziyetlere maruz kalmışlardır. Bazı müslüman kadınların açık saçık bir şekilde caddeye çıkıp da başkalarının nazarı dikkatlerini üzerlerinde toplayacak şekilde bedenleri­nin bazı yerlerini açıkta bıraktıklarını gördüğümde doğrusu ben çok şaşıyo­rum.

Çünkü bunu yapmaları onlara asla yaraşmıyor! Mü'min bir kadının sa­çını, başını, göğüslerini, bacaklarını ve koltuk altlarını gösterecek şekilde çar­şıya, pazara çıkması, göğüslerini tamamen ortaya çıkaracak şekilde şeffaf el­biselerle bedenini örtmesi yakışık alır mı? Allah'a yemin olsun ki onlar bu. elbise içindeyken meme uçları ile göbek çukurları dahi fark edilebiliyor! Ey Allah'ım, şu müslümanların başlarına gelen rezalete bak da onlara acı! Ey müslüman kadınlar, bu kılıkla başka kadınların dolaşması normal İse de siz müslüman kadınların bu gibi yarı çıplak bir vaziyette sokağa çıkmanız asla caiz değildir. Ey müslüman kadınlar! Avret mahallerinizi açmanızın hiçbir yararı yoktur. Aksine bunda oldukça zatar vardır! Bedeninizin tümü avret­tir. Sadece yüzlerinizle elleriniz bunun dışında bırakılmıştır. Avret mahallini­zi örtmekle fitneyi Önlemiş, iffetinizi korumuş, töhmet zanlarından uzak kal­kış, fasıklarm saldırılarından ve kötü sözlerle size sataşmalarından, eziyet vermelerinden korunmuş olursunuz.

Ey mü'minler bilin ki,, kadınlarınızı örtmek sizin de yükümlülükleriniz arasındadır. Peygamberle birlikte sizler de şu hitaba hedefsiniz: "Ey Peygamber, eşlerinize, kızlarınıza ve inananların kadınlarına söyle, örtülerini üstlerine sal­sınlar."

Hiç kimse bu konuda mazeret İleri sürmesin. Tesettür zorunluluğunun . sadece kadınların omuzunda olduğunu söyleyerek mes'uliyet'İ onların üzer­lerine atmasın!

Ey müslüman bacı! Müslüman kadınlar için bir örnek teşkil et. Şeytan­dan ve İçinde yaşamakta olduğunuz toplumun fitnesinden sakının. Sabır zır­hını giyin. Ve bilin ki bu toplumun içinde iffetli, güzel edep ve yaşantıyı tak­dir eden kimseler yok olmuş değildir!

Bu sözlerimi, bizlere tevfik ve doğruluğu-nasip etmesini Allah'tan niyaz ederek kapatıyorum. O bizim Rahman ve Rahim olan Rabbimizdir. Kadın­larla erkeklerin bir arada bulunmaları, iç içe girip çıkmaları, kadınların açı­lıp saçılmaları, halk sınıfları arasında genel bir ahlâkî çöküntünün baş gös­termesi, salgın bir hastalık ve umumî bir fesat haline gelmiştir. Bunu vaaz ve irşatla tedavi etmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu hastalığı tedavi etmek, ancak Kur'an'dan ilham alan otorite sahibi kimseler sayesinde müm­kün olur. Bu da Allah'a göre zor bir iş değildir. O ne güzel mevlâ ve ne güzel bir yardımcıdır. [55]

 

Münafıklar İşte Bunlardır, Cezaları Da Şudur:

 

60- İkiyüzlüler, kalblerinde fcsad bulunanlar, şehirde bozguncu ha­berler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mü­cadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan daha fazla kalamaz­lar.

61- Lenetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öl­dürülürler.

62- Allah'ın geçmişlere uyguladığı yasası budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın.. [56]

 

Bazı Kelimeler:

 

Fasıklık ve günah hastalığı Ayıp yayanlar. Bununla fitne ve yalan yaymak isteyenler kast edilmiştir. Seni onlara musallat ederiz. [57]

 

Açıklama:

 

Bu ayet-i kerimeler münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onların halle­rini açıklamakta, iç yüzlerini açığa vurmakta, onları tehdit etmektedir. ''Se­ni onlara musallat kılarız. Sonra senin yanında ancak çok az bir zaman kalabilirler" sözünden daha kuvvetli bir tehdit var mıdır?! Münafıklık, kalp hastalığı ve fitne yolu ile batılı yaymak hep aynı şeylerdir. Şüphesiz bu üç vasıf münafıklığın ayrılmaz unsurlanndandıriar. Münafıklık ile kalpteki ma­nevî hastalık biri biri erinin ayrılmaz parçalarıdırlar. Fitne peşine düşmek, kö­tülüğü yaymak ise münafıklığın zirve noktasıdır. Münafıklar bu üç vasfı üzer­lerinde toplamışlardır. Bu hususta müfessirler hemen hemen görüş birliği içe­risindedirler. Kaldı ki münafıklar, her türlü fasıklık ve isyan ile günahın doğ­duğu bir yer olan kalp hastalığım izhar etmekte ileri gitmişlerdir. Özellikle kadınları araştırıp onlara kötülükle saldırmakta, onları fuhşa teşvik etmek­tedirler. Yine münafıkların bir kısmı var ki, fitnekârlık peşine düşüp kötülü­ğü yaymak, cemaatın kuvvetini azaltan ve onlardaki şehamet ruhunu öldü­ren yalanı yaygın hale getirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Savaş ve saldırı fırsatlarım kollamakta, müslüman cemiyet için zararlı ve bozucu olan hususları toplum içersinde yaymaktadırlar. Cenab-ı Allah kendi-zatına yemin ederek buyurmuş ki: Şu münafıklar nifaklarından vazgeçmez ve kalp hastalığı ile kötü niyyetten, bozuk şahsiyyetten kaynaklanan çirkin amelleri­ne son vermezlerse, Medine'de kötülük İle fitneyi yaymaktan uzak durmaz­larsa, evet bütün bu kötülüklerinden vazgeçmezlerse ey Muhammed seni on­lara musallat kılarız! Bu ayet-i kerimedeki tasvir gerçekten sanatkârânedir. Çünkü bu ifadelerde Peygamber (S.A.V.) efendimiz; önünde beklemekte olan zayıf ve güçsüz, ama eline teslim edilmeyen bir av karşısındaki arslana ben­zetilmektedir.

Sonra bunlar ey Muhammed, senin muhacir.olarak geldiğin Medine'de pek fazla duramazlar.

Gerçekten de kısa sürede çekip gittiler. Onlar mel'undurlar. Allah'ın rah­metinden kovulmuşturlar. İnsanlar tarafından terk edilmiştirler. Çünkü her­kes tarafından tanınmaktadırlar: "Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma"[58]. Onlar nerede görülürl'erse yakalanıp döğülür, tahkir edilir ve ceza­landırılırlar.

İşte münafıklığın cezası budur. Her nerede görülürse öldürülürler. Bun­da bir gariplik yoktur. Zamanımızdaki milletler, acıma nedir, bilmiyorlar. Ca­suslar ve diplomatlar aracılığıyla, sevmedikleri ülkeleri arkadan vurmaya uğ­raşmakta, dost görünerek düşmanlarıyla işbirliği İçine girmektedirler.

Allah'ın her zamanki münafıklara karşı uyguladığı yasası işte budur. Sen Allah'ın yasasında bir değişiklik göremezsin.

Bu ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak Kurtubî şöyle söylemiştir: "Bu ayet-i kerimede, münafıklara yapılan tehdidi infaz etmemeye cevaz vardır. Buna delil olarak da vefat edinceye kadar Peygamber (S.A.V.) efendimizin yanında münafıkların da mevcut oluşunu gösterebiliriz." Bu ayet-i kerimenen buraya konuluşundakİ sırra gelince bununla; kavlî veya fiili olarak Peygamber (S.A.V)e eziyet vermenin, kadınlarına ve aile efradına kötülük yapmanın, her hususta ve özellikle kadınların avretlerini örtme hususunda Allah'ın emirlerine uy­mamanın amelî nifakın gereklerinden olduğuna işaret edilmektedir. Halbuki amelî nif iki Allah reddetmektedir. Bu nifak, İslamın hakikatine ters düşmek­tedir. Günümüz müslümanlannın, kadınlarının avretini örtmeye dair ilahi emre uymalarını umarız ki, münafıklık vasfı üzerimize intibak etmesin. [59]

 

Kafirlerin Cezasıda İşte Budur

 

63- Ey Muhammedi insanlar senden kıyametin zamanını soruyorlar; de ki: "Onun bilgisi ancak Allah katmdadır; ne bilirsin belki de zamanı ya­kındır."

64-65- Allah şüphesiz, İnkarcılara lanet etmiş ve onlara —içinde son­suz olarak temelli kalacakları— çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar,

66- Yüzleri ateşte çevrildiği gün: "Keski Allah'a İtaat etseydik, keski Peygambere itaat etseydik!" derler.

67-68- "Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize İtaat etmiş­tik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar!' Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver, onları büyük bir lanete uğrat" derler. [60]

 

Bazı Kelimeler:

 

Önderlerimiz. Seyyid kelimesinin çoğulu olup kavmin büyükle­ri anlamında kullanılır. İki kat. [61]

 

Açıklama:

 

Peygamber (S.A.V.) efendimiz kafirlerle fasıkları kıyamet saatinin şid­detli azabıyla tehdit ediyordu. Onlar imkansız gibi görerek ve de Peygamberi yalanlayarak kıyamet saatinin ne zaman geleceğini soruyorlardı. Çünkü on­lar ölüm sonrası dirilişi inkâr ediyor ve: "Bizi ancak zaman helak edip öldürür" diyorlardı.

Cenab-ı Allah Peygamberine, kendilerine şöyle demesini emrederek on­ların bu sözlerini reddetti: Ey Muhammedi Onlara de ki: Kıyamet saatinin ne zaman geleceğine dair bilgi ancak Allah kalındadır. Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini sadece Allah bilir. Ben yalnızca bir uyarıcı ve müjdeciyim. Gaybe dair bilgim yoktur. Ancak Allah'ın bana bildirdiklerini bilirim. Ayrı­ca kıyamet saatinin gizlenmesi ve ne zaman geleceğinin bilinemeyişi, dünya­da hayatın istikrar içinde olmasının ana unsurlarındandır. Dünya hayatından ne zaman el çekeceğimizi bilecek olsak, yaşamımız ve geçimimiz bir başka düzen içinde olur. Ama hikmet ve ilim sahibi olan yüce Allah, kendisinin bil­mekte olduğu bazı sırlardan ve hikmetlerden Ötürü kıyametin ne zaman ko­pacağına dair bilgiyi gizlemiştir. Kıyamete ve Ahiret hayatına hazırlıklı ola­lım diye ne zaman kıyamet kopacağım bizden gizlemiş ve bize bildirmemiş­tir. Ne bilirsin, belki de kıyamet saatinin gelişi yakındır. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bir hadis-i şeriflerinde bu konuda şöyle buyurduğu rivayet edi­lir: "ben (İşaret ve orta parmağını göstererek) şu ikisinin biribirine yakın oluşu kadar, kıyamet saatine yakın bir zamanda gönderildim."

Şüphesiz Allah kafirlere lanet etmiş, onları rahmetinden kovmuş, onlar İçin çılgın ve ateşli cehennem azabını hazırlamıştır. Orada temelli kalacakIardır. Yakıtı insanlarl, aşlar .olan cehennem ateşinde yüzleri pişirilecek o günde kendilerine yardım edecek ve İşlerini düzene sokacak bir velî bîr yar­dımcı bulamayacaklardır.

Bu ayet-i kerimede özellikle yüzden bahsedilmiştir. Çünkü yüz, Rabbine isyan etmiş, Rabbinin elçisine eziyet etmiş, Rabbinin inanmış kullarına karşı büyüklük taslamıştir. Ey Muhammedi Hatırla o günü ki, kâfirler şöyle der­ler: "Keşke Allah'a itaat etseydik ve Resule uysaydık!" Kendileri için hazır­lanmış azabı gördükleri zaman elden kaçırdıkları fırsatlardan dolayı pişmanlık duyarlar, ama artık pişmanlığın kendilerine fayda veremeyeceği bir durum­dadırlar! Özür beyan ederek derler ki: Ey Rabbimiz! Bizler efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlar bizi azaba sürüklediler, doğ­ru yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azabı iki kat ver. Birinci katı ka­firliklerinden ve kötü amellerinden, ikinci katı da bizi saptırıp bu azaba sü­rüklediklerinden dolayı olsun. Ey Rabbimiz onları rahmetinden kov ve kendi çevrenden uzaklaştır. Onlar buna müstehaktırlar.

Böyîe diyerek biribirleriyle çekişirler ve herbiri sorumluluğu-diğerinin üzerine atar. Ama alçaltıcı ve tahkir edici azapta hepsi de eşit durumda olur­lar. Çünkü Cenab-ı Allah herbirisi için akıl ve fikir yaratmıştı. Onlar şeyta­nın ve heveslerinin yolunu, Hakkın ve hidayetin yoluna tercih etmişlerdi. Bu da onların cezası ve akıbetleridir. Kâfirlerin barınağı ne kötü bir barınaktır! [62]

 

Direktif Ve Öğütler

 

69- Ey İnananlar! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi.

70-71- Ey İnananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah içlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim Allah'a  ve peygamberine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur. [63]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gözde, itibarlı ve iyi işler yapmakla bilinen kimse. Doğru. [64]

 

Açıklama:

 

Allah ve Resulüne eziyet etmenin laneti ve ilahî rahmetten kovulmayı mu­cip olduğu daha önceki ayetlerde kutlu ve yüce Allah tarafından açıklandı. Bu eziyet, insanı küfre sürükler. İşte bu ayetlerde de Allah'ın yasakladığı ve insanı günaha sürüklediğini belirttiği bir başka eziyyet türü vardır. Bununla ilgili olarak yüce Allah buyuruyor ki: Ey iman edenler! Her ne türden olursa olsun Resulünüze eziyetle yanaşmayın. Ve Musa'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. Allah Musa'yı, onların söylediklerinden uzak tuttu. Ona eziyet eden­ler İçin de, şiddetli bir azap hazırladı. Çünkü Musa Allah katında itibarlı ve gözde birisi idi.

Nakledildiğine göre bazı insanlar Peygamber (S.A.V.) efendimizin gani­met taksim etmesini beğenmemişler ve adaletli bir dağıtım yapmadığını id­dia etmişlerdi ki şüphesiz bu da ona yapılan bir eziyet demekti.

Musa Peygambere kavmi tarafından yapılan eziyete gelince bu hususta yeterli açıklamayı Kur'an-ı Kerim vermektedir şöyle ki: İsrail oğullarından bazıları Musa Peygambere: "Git, sen ve Rabbin savaşın" demişlerdi. Ayrıca; "Allah'ı açıkça görmedikçe biz sana iman edecek değiliz" demişlerdi. Yine "Biz sadece bir çeşit yemeğe tahammül edemeyiz. Bize başka çeşit yemekler vermesi için Rabbinden talepte bulun" demişlerdi. Bir rivayete göre de onu, testisleri şişkin biri olarak nitelemişlerdi.

Noksanlıklardan münezzeh ve yüce Allah mü'mînlere hayır yollarım gös­termek ve tehlikeli yerlere karşı onları uyarmak diledi ki İsrail oğullarının Mu­sa'ya yaptıkları gibi, Peygamber (S.A.V.) efendimize eziyette bulunmasınlar. Resuîullah kendilerine savaşmayı emrettiği zaman ona: Gİt sen ve Rabbin sa-' vaşın, demesinler. Kendilerine izin verilmeyen bir şeyi sormaları mü'minlere yaraşmaz. Kendilerine bir emir verildiği zaman, o emirleri yerine getirmeleri gerekir.

İsrail oğullarının isnad ettikleri nitelemelerden Musa'yı. Rabbi istisna tut­tu. Onlar, Musa'nın testislerinin şişkin olduğunu söylemişlerdi. Ama kendi­sinin eübde olmayarak avret mahalli açılınca onun sağlıklı olduğunu gördü-icr. Böylece Allah onların nitelemelerinden Musa'nın uzak olduğunu kendi­lerine göstermiş oldu. Ona karşı ileri sürdükleri hüccetlerini boşa çıkardı. Tu­zaklarını geçersiz kıldı. Sonra üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgasını vurdu. Musa, Allah katında şerefli, sevgili ve itibarlı birisi idi.

Ey mü'mînler sakının. Sizden önceki ümmetler gibi sapıklık içerisine gir­meyin. İşte bu şerefli Peygamber Allah katında itibarlıdır. Her türlü kirden, ayıptan ve pislikten uzaktır. O ve aile efradı her türlü kusurdan uzaktırlar. Onlara eziyet etmekten sakının. Üzerinize indirilen Kur'an'a uyun. Allah'a ye Resulüne itaat edin ki kurtuluşa eresiniz. Ey mü'minler Allah'ın azabın­dan korunun ve takvalı olun. Doğru sözler söyleyin. Yararımaa olan kelime­leri telaffuz edin. Sizi sapıklığa götürecek, azaba maruz bırakacak, içinde zi­na, fuhuş, yalan ve iftira bulunan sözleri söylemekten sakının. Eğer sakınır, kendinizi düzeltir, emr-i bi'1-maruf ve nehy-i anil münker gibi hayırlı sözler söylerseniz, Allah da dünya ve ahirette sizin işlerinizi düzeltir, günahlarınızı bağışlar.

Ey Allah'ın kulları! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız ve azabından korunursanız, O da sizin amellerinizi düzeltir işlerinizi yoluna koyar. Belli ecelinize varıncaya kadar sizleri güzelce yaşatır. Her fazilet sahibine ahirette kendi fazlından ihsanda bulunur. Allah herşeyi yapmaya muktedirdir. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse büyük kurtuluşa ermiş olur. [65]

 

Teklif Edilen Emanet Ve Bu Emanetin Omuzlanması

 

72- Doğrusu Biz, sorumluluğu göklere, yere,dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu yüklenmiştir.

73- Bunun sonucu olarak, Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara, Allah'a ortak koşan erkek ve kadınlara azab verecektir, Allah inanan erkek ve kadın­ların tevbelerini kabul buyuracaktır. Allah bağışlar ve merhamet eder. [66]

 

Bazı Kelimeler:

 

Mükellefiyet. Çekindiler, yani korkularından dolayı emanet yüklenmekten kaçındılar.

Yüksek emirleri ve yüce edepleri islam'ın mükellefiyetlerinden, hatta özünden olan hikmetlerle öğütleri içeren bu sûrenin parlak ifadelerle sona erdiğini görüyoruz. Bu ayet-i kerimelerde, mükellefiyetlerin kolay olmadık­ları, bilakis göklerle yerlerin kabullenmekten kaçındıkları büyük işler oldu­ğunu açıklanmaktadır. [67]

 

Açıklama:

 

Doğrusu biz emaneti (taat ve farizalardan ibaret olan mükellefiyetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Onlar bunu kabullenmeye güç yetireme-diler. Yüklenmekten kaçındılar. Ama çok zalim ve cahil olmakla birlikte in­sanoğlu bu emaneti yüklendi.

Yüce Allah mükellefiyetleri göklere ve İçindeki varlıklara, yere ve üze­rindeki dağlara, ovalara, bitkilere ve diğer varlıklara teklif etti. Bunlar ken­dilerinden istenileni hemen yerine getirdiler. Emaneti yüklenmekten kaçındı­lar. İstenileni yerine getirmeyi ertelemekten ve geciktirmekten sakındılar. Me­lekleri görmez misiniz ki, emaneti yüklenmiyorlar? Onlar emaneti yükleni­yorlar mı, yoksa kendilerinden istenilen hususları hemen yerine mi getiriyor­lar ve hiçbir şeyi uhdelerinde bırakmıyorlar?! Bu itibarla melekler üzerlerin­de hiçbir yük bırakmamakta ve emaneti om uzamamaktadırlar. Size bu konuda çok basit bir örnek vereceğim: Mesela öğlen namazı üzerinize farz olduğu zaman bu namazı vaktinde kılmanız gerekir. Vaktinde eda ettiğiniz zaman sizin için, "öğlen namazının emanetini yüklenmedi" demek doğru olur. Çünkü namazı tam vaktinde eda etmişsiniz. Bu halinizle, belli bir süreye kadar yanı­na bir eşyanın emanet bırakıldığı bir adama benzersiniz. Emaneti iade etmek zamanı geldiğinde bu adam emaneti sahibine iade eder. Sorumluluğu altın­da bırakıpta bekletmez. Sizde vakti geçinceye kadar öğlen namazını erteledi­ğiniz takdirde, öğlen namazının emanetini yüklenmiş olursunuz. Hülasa her-şeyin doğrusunu en iyi bilen Allah'tır: Gökler, yer, dağlar, bu saydıklarınızın içinde ve üzerinde bulunan herşey, emaneti asla yüklenmiyorlar. Bilakis ken­dilerinden istenilen hususları anında yerine getiriyorlar.

İnsana, yani bazı insanlara gelince onlar emaneti yüklenmişlerdir. Ge­çen satırlardaki anlamıyla amel sahiplerinin mükâfatlanması, kusurlu kim­selerin azaplandınlması şartı ile birlikte bu insanlar emaneti yüklenmiş ve yüklenmekten kaçınmamış, korkmamışlardır. Azabından da çekfrımemişler­dir. Çünkü bunlar kendi nefislerine çok yazık eden cahil kimselerdirler. Ema­nete hıyanet eden, ahde vefa göstermeyenler İçin ahirette hazırlanmış olan azaptan kendilerini korumak hususunda gerekli amelleri işlememişlerdir.

Cenab-ı Allah'ın bu mükellefiyetlerle emanetinin insanların omuzlarına yüklenmesinin bir neticesi olarak O; kötü amel işlemelerinden, emanete hiyanet etrneterinden, ahde vefa etmeyişlerinden dolayı müşriklerle münafık­ları azaplandıracaktır. Yine emanetin ve mükellefiyetlerin insanların omuzu-na yüklenmesinin bir neticesi olarak yüce Allah mü'minlerin tevbelerini ka­bul buyuracak, emanetin gereğini yerine getirip muhafaza eden, verdikleri teahhütleri yerine getiren, salih amel işleyen kimseleri de mükafatlandiracaktır. A.İIah çok bağışlayandır, esirgeyendir. [68]



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/59.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/59-60.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/60.

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/61-64.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/64-65.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/65.

[7] Ahzab: 53.

[8] Asabe olmayan, farz sahibi de bulunmayan, fakat ölüye neseben bir yakınlığı olan kimselere Zevil-erham denir. (Danışman).

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/65-66.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/66.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/67-70.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/70-71.

[13] Nahl:61.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/71-75.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/75-76.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/76-77.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/77-78.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/78-79.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/79.

[20] Ahzâb: 52.

[21] Ahzâb: 53.

[22] Ahzâb: 30.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/79-82.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/82-83.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/83.

[26] Hucurât: 9.

[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/83-88.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/89-90.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/90.

[30] Ahzâb: 5.

[31] Kalem: 4.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/90-94.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/94.

[34] Rûm: 17-18.

[35] Bakara: 257.

[36] Bakara: 152.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/94-96.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/96.

[39] Bakara: 143.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/96-98.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/99-100.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/100.

[43] Rahman: 68, (Bu ayet-i kerimede meyva kelimesi geçtiği halde daha sonra yine nardan ve hurmadan söz edilmesi, bu iki meyvenin değerlerini yücdimek amacına yöneliktir. (Mütercim) ).

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/100-104.

[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/104-105.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/105-106.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/106.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/016-107.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/107-109.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/109.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/109.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/109-111.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/111.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/111.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/111-114.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/114-115.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/115.

[58] Tevbe: 84.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/115-116.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/116-117.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/117.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/117-118.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/118.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/119.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/119-120.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/120.

[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/120-121.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/121-122.