AHZAB SURESİ 2

 


AHZAB SURESİ

 

Ahzab Suresi yetmiş üç âyettir. Medine'de nazil olmuştur.

Bu mübarek surede, savaştan, aile hukukundan, soy al münasebetlerden ve daha birçok hususlardan bahsedilmekte, meseleler hakkında hükümler konul­makta ve insan hayatı için lüzumlu olan birçok kaideler vazedilmektedir.

Sure-i Celile öncelikle bazı ilahi gerçekleri beyan edip biz müminlerin dikkatini çekiyor.

Sure-i celilede, Zmar yapmanın hükmü, evlat edinmenin caiz olmadığı, Peygamber efendimizin hanımlarının müminlerin annelerinin sayıldığı, mirasçı olmaya kimlerin daha layık oldukları beyan ediliyor. Bundan sonra Hendek har­binin cereyanı anlatılıyor.

Bu savaş, Hicretin beşinci yılında meydana gelmiştir. Düşman gelip Medine'yi muhasara etmiş, müminler de şehrin etrafına Hende kazarak müdafa-ya geçmişlerdi. Müminlerin içinde bulunan münafık ve bozguncular, gelen düş­man ordusu karşısında müminlerin maneviyatını bozmaya çalışmışlar ve bu hu­susta çok uğraşmışlardır. Fakat sonunda Allah teala müminlere yardım etmiş, müdafa hatlarını aşamayan düşman, dehşetle esen soğuk bir rüzgarın tesiriyle dağılıp gitmiş ve mağlup olmuştur. İşte Sure-i Celile "Ahzab" adını buradan al­mıştır.

Sure-i Celilede bundan sonra Peygamber efendimizin hanımlarına hitab ediliyor ve onların diğer kadınlar gibi olmadıkları, cahiliye kadınları gibi açılıp saçilmamaaln, namazı kılıp, zekatı verip Allaha ve peygamberine itaat etmeleri emrediliyor.

Peygamber efendimizin, evlatlığı Zeyd'den boşanan Hz. Zeyneb'le evlen­diği beyan ediliyor. Böylece evlatlık ilişkinsinin şer1! bir hükmünün bulunmadı­ğı, evlat edinilen kimselerin boşadıkları hanımlarla evlat edenlerin evlenebile­cekleri hükme bağlanıyor.

Nikah akdedildikten sonra kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların iddet bekleme mecburiyetlerinin bulunmadığı beyan ediliyor. Ve evlenmekte, Peygamber (s.a.v.)in, diğer müminlere göre bazı ayrıcalıkları bulunduğu açıkla­nıyor.

Mümin kadınların kimlere mahrem oldukları, dolayısıyla hangi erkeklere görünüp hangilerine görünemeyecekleri beyan ediliyor.

Peygamber (s.a.v.)in hanımları, kızlan ve diğer bütün mümin kadınların, evlerinden dışarı çıktıklarında, çarşaf vb. dış örtülerini üzerlerine almaları emre­diliyor.

Peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu beyan edili­yor ve bunu, Allahtan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği haber veriliyor.

Emanetin, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği fakat onlann bunu ka­bul etmedikleri, insanın ise bu emaneti kabul ettiği çünkü insanın çok zulumkâr ve çok cahil olduğu, yani aldığı bu emanetin ve yükün ona ne gibi mükellefiyet­ler getireceğini düşünmeden bu ağır yükü kabullendiği beyan ediliyor ve bunun neticesinde de münafık ve müşriklerin cezalandırılacakları, Allanın, tevbe eden­leri ise affedeceği beyan edilerek Sure-i Celile sona eriyor.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla.

 

1-  Ey Peygamber, AHahtan kork. Kâfirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. [2]

 

2- Sen, sadece rab binden sana vah yol un ana uy. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [3]

 

3- Allaha tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ey Peygamber, Allaha itaat ederek, farz kıldığı emirleri yerine getirerek, haram kıldığı şeylerden kaçınarak Allahtan kork. Sana "Müminlerin zayıflarını yanından kov." diyen kâfirlere ve görünüşte sana öğüt verirgibi görünen müna­fıklara itaat etme. Onlann görüşlerini alma. Zira onîar senin düşmanlarındır. Al­lah onlann içlerinde gizlediklerini ve açıktan söyledikleri sözleriyle neyi kasdet-tiklerini çok iyi bilendir. Senin ve sahabilerinin ve bütün yarattıklarının işlerini sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir. Sen, rabbinden sana indirilen vahiy ile,, Kur'anın âyetleriyle amel et. Şüphesiz ki Allah, senin ve sahabilerinin ne ile amel ettiğinizden haberdardır. O size, amellerinizin karşılığını verecektir. Ey Muhammed, işini Allaha havale et ve ona güven. Allah, vekil olarak sana yeter. O seni korur. [4]

 

4- Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı. Allah (sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek "Zıhar" yaptığınız karılarınızı analarınız kıl­madı. Evlatlarınızı da (öz) oğullarınız yapmadı. Bunlar sizin ağzınıza gelen (boş) sözlerinizdir. Allah "Hakkı" söyler. Doğru yolu o gösterir.

Âyet-i Kerimede "Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı." bu-yuruluyor. Bu ifadeden neyin kasdedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.

Bazı müfessirlere göre bu ifadeden maksat, Allah tealanm, Resulullahı iki kalbli olarak vasıflandıran münafıkları yalanlamasıdır. Bu hususta Ebu Zab-yan diyor ki:

"Biz, Abdullah b. Abbas'tan "Allah teala bu sözüyle neyi kasdetti?" diye sorduk. O, şöyle dedi: "Birgün Resulullah kalkıp namaz kılmaya başladı. Bu sı­rada olduğu yerde bir harekette bulundu. Bunun üzerine onunla beraber namaz kılan münafıklar: "Görmüyor musunuz bunun iki kalbi var. Bîr kalbi sizinle be­raber bir kalbi de diğerleriyle beraber." Ve işte bunun üzerine Allah teala bu âyeti indirdi.[5]

Bazılarına göre ise bu ifadeden maksat, Kureyş'tent iki kalbli olduğu id­dia edilen bir adamm böyle olmadığını bildirmektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir rivayette deniyor ki: "Kureyş kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki kalbinin bulunduğu ve bunların herbiriyie özel şeyler idrak ettiği iddia ediliyor­du. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.

Mücahid, Katade, Hasan-ı Basrî ve îkrime bu âyeti bu şekilde izah etmiş­lerdir: Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Başka bir izah şekline göre ise bu ifadeden maksat, Resululîahın yanında büyüyen Zeyd b. Hârise'nin onun oğlu olmadığım açıklamaktır. Âyet-i Kerime olayı bir misalle açıklamaktadır. Yani, bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalb ol­madığı gibi bir kimsenin besleyip büyüttüğü çocuk da onun asıl evladı sayıla­maz. Bu görüş, Zührî'den rivayet edilmektedir.

Âyet-i kerimede: "Allah, (Sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek zıhar yaptığınız kanlarınızı analarınız kılmadı." buyuruluyor. Bu ifade cahiliye döne­mindeki bir adete işaret etmekte ve onun yasaklandığım beyan etmektedir. "Zı­har yapma" denen bu adet şöyle oluyordu:

ZIHAR: Bir kişinin, hanımına, "Sen benim için anamın sırtı gibisin." de-mesidir. Yani, anam bana nasıl haram ise sen de bana öyle haramsın." demektir. Âyet-i kerimede, bu sözün, ağızlarda gelişigüzel söylenen bir söz olduğu­nu bu sözü söyleyen bir kimseye, hanımının, annesi gibi olmayacağı beyan edi­liyor. Ancak bunu söyleyene, ceza olarak keffaret ödemesi ve böylece insanla­rın bu çeşit sözleri söylemekten men edildikleri beyan ediliyor.

Âyette: "Allah, evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmadı." buyuruluyor. Âyet-i kerimenin bu bölümü, islamdan önce insanların uyguladıkları "Evlatlık" müessesesini ortadan kaldırmaktadır. Bu cahiliye adetine göre kişi, başkasının çocuğunu alıp evlat edinirdi ve evlat edindiği çocuk o adamın öz evladı gibi ka­bul edilirdi. Evlat edinen kişi, evlatlığı ile evlenemezdi. Birbirlerine mirasçı olurlardı ve bunlar, birbirlerinin mahremi kabul edilirdi. İşte âyet-i kerime bu adeti kaldırmakta, evlatlığın, öz evlat olmadığını bildirmektedir.

Peygamber efendimizin yanında büyüyen Zeyd b. Harise de Peygamberi­mize nisbet ediliyor ve kendisine "Muhammed'in oğlu." deniyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra artık böyle söylenmesi yasaklandı. Daha sonra da izah edi­leceği gibi Resulullah (s.a.v.) Zeyd b. Hârise'nin boşadığı Zeyneb Bint-i Cahş iie, Allah tealanm bu husustaki emri gereği olarak evlendi. Böylece tatbiki ola­rak, evlatlığın, bir insanın öz evladı gibi olmayacağını gösterdi. [6]

 

5- Evlatlıkları babalarının adıyla çağırın. Bu, Allah nczdinde daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarımzdır. Yanlışlıkla babalarından başka bîrinin adıyla çağırmanız halinde size bir günah yoktur. Fakat bunu kasden yaparsanız günaha gi­rersiniz. Allah, çok affedicidir, çok merhametlidir.

Abdullah b. Ömer (r.anhüma) diyor ki:

"Bu âyet-i kerime ininceye kadar biz, Resulullahın azadh kölesi Zeyd b. Hârise'ye: "Muhammed'in oğlu Zeyd" diyorduk. [7]

Bu rivayetten de anlaşıldığı gibi, evlatlıklar, kendilerini büyütenlere "ba­ba", diyemezler. Bu kimseler, kendilerini büyütenlerin oğludur denemez. [8]

 

6- Peygamber, müminlere kendi öz nofislerinden daha üstündür. Peygamberin hanımları da müminlerin anneleridir. Allahin kitabında ak­raba olanlar (miras hususunda) birbirlerine, müminler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik, bunun d iş ida­di. Bu hüküm kitapta yazılıdır.

*Bu âyet-i kerimede çeşitli hükümler zikredilmiştir. Bunlan şöyle sırala­mak mümkündür:

"Peygamber müminlere kendi az nefislerinden daha üstündürler. Yani Resulullah, sevilmede ve sözünün dinlenmesinde kişiye bizzat kendisinden da­ha üstündür. Kişi Resulullahı kendisinden daha fazla sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz."

"Peygamber efendimiz (.s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Ben sizden birinize, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça o kimse iman etmiş olamaz. [9]

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: ,

"Hiçbir mümin yoktur ki ben onun için dünya ve âhirette diğer insanlar­dan daha üstün olmayayım. Dilerseniz "Peygamber, müminlere kendi Öz nefis­lerinden daha üstündür." âyetini okuyun. O halde hangi mümin ölür de geride mal bırakırsa o malı, mirasçıları kim ise onlar alsın. Şayet geriye borç veya zayi olacak birşey bırakırsa bana başvurulsun. Zira ben o kişinin veiisiyimdir[10]

Âyette zikredilen diğer bir hüküm ise: "Allanın kitabında akraba olanlar (Miras hususunda) birbirlerine, müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır­lar." hükmüdür.

Bu hüküm gelmeden önce müminler, aralarında anlaşma yaparak veya birbirlerini kardeş ilan ederek, aralarında akrabalık bağı bulunmasa da birbirle­rine mirasçı oluyorlardı. Resulullah, muhacirlerle Ensart kardeş yaptığında bun­lar bu kardeşliğin icabı olarak birbirlerinin mirasını alıyorlardı. Bu âyet-i kerime inince, mirasçı olacakları belirtilen akrabalar dışında, kimsenin kimseye mirasçı olmayacağı beyan edildi ve gerek sözleşmeyle gerekse kardeşlik kurmakla meydana gelen mirasçılık kaldınlmış oldu.

Âyette zikredilen diğer bir hüküm de: "Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik bunun dışındadır." hükmüdür. Âyet-i kerimenin bu bölümü, mirasta paylan olan akrabalar dışındaki insanlara mirastan pay verilemeyeceğini beyan eden hükmün bir istisnasıdır. Şöyle ki: Mirastan pay alma hakkına sahip olma­yan insanlara bir kısım iyiliklerde bulunul abileceği hükme bağlanmaktadır. Bu­na göre mirasçı olmayanlara iyilikte bulunulabilir, vasiyet edilebilir, ödeyecek­leri diyetlerde kendilerine yardım edilebilir.

Âyetin son bölümünde: "Bu hüküm kitapta yazılıdır." Duyuruluyor. Bu­radaki kitaptan maksadın, Levh-i Mahfuz olduğu zikredilmiştir. Buna göre ma­na şöyledir: "Akrabaların miras yönünden birbirlerine daha yakın oldukları hük­mü, Levh-i Mahfuzda yazılı olan bir hükümdür, değişmez." [11]

 

7- Hani bir zaman biz, Peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem'in oğlu İsa'dan da sağlam bir söz almıştık.

Bu âyet-i kerimede, Allah tealanın, Peygamberlerden söz aldığı beyan edilmektedir. Ancak hangi hususlarda söz alındığı zikredilmemektedir. Bazı müfessirlerin izahına göre, Allafi teala, Peygamberlerden birbirlerini doğrulaya­caklarına dair söz almıştır. Bazılarına göre ise Allah teala, Peygamberlerden, di­nini ayakta tutmalarına, onu insanlara teklif etmelerine, birbirleriyle yardımlaş­malarına ve birlik ve beraberlik içinde olmalarına dair söz almıştır.

Bu hususta başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Allanın Nuh'a emrettiği, sana vahiyle bildirdiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emret­tiğimiz "Dini ayakta tutun, onda ihtilafa düşmeyin" emrini Allah size de şeriat kıldı. Ey Muhammed, davet ettiğin hususlar müşriklere ağır geldi. Allah, diledi­ğini o dine iman etmeye seçer. Kendine yöneleni o dine eriştirir. [12]

 

8-  Allah, doğrulara, samimiyetlerinden sormak için böyle yaptı. O, kâfirlere can yakıcı bir azap hazırlamıştır.

Allah, peygamberlerden söz almıştır ki, ümmetlerinin, kendilerine ne gibi cevaplar verdiklerini ve onlara karşı nasıl tavır takındıklarım sorsun, onlar da gerçeği söylesinler. [13]

 

9- Ey iman edenler, Allahin size olan nimetini hatırlayın. Hani bir zaman size düşman orduları saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görür.

Bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimeler Hendek savaşını anlatmakta­dır.

HENDEK SAVAŞI: Bu savaş, Hicret'in beşinci yılında meydana gelmiş­tir. Savaşın sebebi, Beni Nadr Yahud il erinden ileri gelenlerin, müşrikleri kış­kırtmalarıdır. Resulullah'm Medine'den kaoduğu Sellam İbn-i Ebil Hakık, Ke-nane b. er-Rebi, Sellam b. Mişkem vb. kişiler Medine'den göçüp Hayber Yahu-dilerenin arasına yerleşmişler ve daha sonra Mekke'ye gidip Kureyşlileri Resu-; lullahm aleyhine kışkırtmışlar, Resulullah ile savaşmalanm istemiş ve kendile­rine yardım edeceklerini vaadetrnışlerdir.

Beni Nadr'dan olan bu Yahudiler, daha sonra Necia bölgesinde oturan Gatafan oğullarına gittiler. Hayber'in gelirinin yansını onlara vaadederek kendi­leriyle birlikte savaşmalarını istediler. Ayrıca, Gatafan kabilesinin müttefiki-olan Beni Esed kabilesini de birlikte savaşmaya çağırdılar. Beni Süleym kabile­si de Kureyş'in akrabası olduğu için onlar da Kureyş'e katılmışlar böylece en , mühim kabileler müslümanlar aleyhine birleşerek büyük bir ordu meydana ge­tirmişlerdi. Bu ordu üç kola aynlıyordu. Birinci kol Gatafan askerlerinden mey­dana geliyordu ve komutanı da Uyeyne b. Hısn idi. İkinci kol Esed oğullarından meydana geliyordu ve kendilerine Tuleyhatul Esedî komuta ediyordu. Üçüncü kol ise Kureyşlilerden meydana geliyor bunlara da Ebu Süfyan komuta ediyor­du.

Resuiullah (.s.a.v.) bu kabilelerin savaş için hazirlandıklannı duyunca as-habıyia istişare etti. Neticede Selman-ı Farisî'nin teklifi kabul edilerek Medi­ne'nin çevresine Hendek kazıldı. Resulullah (s.a.v.) müşriklerin karşısına üç bin kişilik bir kuvvetle çıkmıştı. Birlikler arkalarını Sel1 denen yere vermiş yüzleri­ni ise düşmana çevirmişlerdi. Düşman orduları gelip hendeğin karşı tarafına konakladi. Müslümanlar, kadın ve çocuklarını Medine'nin kalelerine yerleştirmiş­lerdi. Bu arada Medine'nin doğusunda yaşayan Yahudilerden Kureyza oğullan, Huyey b. Ahtab'ın kışkırtmasıyla, Resulullah ile yaptıklan muahadeyi bozmuş­lar ve savaşı müşriklerin kazanmasını istemeye başlamışlardı. Böylece müslü-manlann sıkıntısı artmış ve âyet-i kerimenin de beyan ettiği gibi imtihana tabi tutulmuşlar ve şiddetli bir şekilde sarsılmışlardı.

Hendeğin karşı tarafında yer alan düşman ordusu, yaklaşık bir ay süre ile Resulullahı ve mümileri kışkırtmışlar ancak onlara sonuçta hiçbir zarar vereme­mişlerdir. Sadece Amr b. Abd-i Vüdd isimli kişi, yanındaki diğer süvari arka-daşlanyla birlikte hendeğin bir yerinden geçerek müslümanların içine sızmışlar­dır. Bunun üzerine Resulullah Hz. Ali'ye emretmiş Hz. Ali de Amr b. Abd-i Vüdd ile teke tek vuruşmuş ve sonunda onu öldürmüştür. Böylece galibiyetin ilk belirtileri görülmüştür.

Savaş kış mevsiminde cereyan ediyordu. Hava set ve rüzgarlı idi. Nihayet Allah teala bir gece çok soğuk bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar onları iyice üşütü­yor, onlan toz toprak içerisinde bırakıyor, ateşlerini söndürüyor ve çadırlarını söküp atıyordu. Hayvanlar, insanlar birbirlerine -karışmıştı. Müminlerin tarafın­da melekler tekbirlerle onlan destekliyor ve kendilerine manevî güç kazandm-yorlardı. Nihayet müşrikler kuşatmadan vazgeçip Mekke'ye dönmek zorunda kaldılar.

Huzeyfetül Yeman bu durumu şöyle anlatıyor:

"Ben, hendek savaşında bir gece Resulullah ile beraberdim. Şiddetli bir rüzgar esiyordu ve üşüyorduk. Resulullah: "Bu kavmin (düşmanın) haberini ba­na getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa Allah onu kıyamet gününde be­nimle beraber bulunduracaktır." buyurdu. Bizler hepimiz sustuk. Hiçbir kimse cevap vermedi. Tekrar: "Şu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa Allah onu kıyamet gününde benimle beraber bulundura­caktır." buyurdu. Biz yine sustuk. Hiçbir kimse Resulullaha cevap vermedi. Re­sulullah tekrar: "Şu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yokmu? Kim bunu yaparsa Allah onu kıyamet gününde benimle birlikte bulunduracak­tır." buyurdu. Biz yine sustuk kimse ona cevap vermedi. Bunun üzerine Resu­lullah: "Ey Huzeyfe kalk ve o kavmin haberini bize getir." dedi. Artık ben, kal­kıp gitmekten başka çare bulamadım. Zira o beni ismimle çağırmıştı. Resulullah şöyle dedi: "Hadi git, o kavmin haberini bana getir, sakın onları bana karşı kış­kırtıcı bir davranışta bulunma." Resulullamn yanından ayrıldığımda sanki ha­mamın içinde yürüyordum. (Resulullahm duası sayesinde Huzeyfe soğuğu his­setmez olmuştu) Nihayet onların yanına vardım. Ebu Süfyan sırtını ateşe vermiş ısınıyordu. Yayıma bir ok yerleştirdim ve onu atmak istedim. Fakat hemen Re-sulullahın: "Sakın onlan bana kaşı kiştırtma." sözünü hatırladım ve vazgeçtim. Eğer atmış olsaydım ona isabet ettirirdim.

Orada işimi bitirip döndüğümde kendimi yine hamamın içindeymiş gibi hissettim. Resulullaha gelerek düşmanın durumunu anlatıp bitirince tekrar üşümeye başladım. Bunun üzerine Resululiah, üzerinde namaz kıldığı bir cübbeyi sırtıma giydirdi. Böylece uykuya dalmışım ve sabaha kadar uyumuşum. Sabah olunca Resulullah bana: "Kalk ey uykucu." dedi. [14]

 

10- O vakit onlar size yukarı ve aşağı tarafınızdan gelmişlerdi. O za­man gözler, ümitsizlikten kaymış, yürekler korkudan ağızlara gelmişti. Siz­ler Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz.

O zaman Kureyza oğulları gibi bazı düşmanlarınız üst taraftan, Kureyş ve Gatafanlar gibi bazıları da alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz korkudan be-lermiş, kalbleriniz gırtlaklarınıza dayanmıştı. Allah hakkında çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. Münafıklar, Muhammedin ve arkadaşlarının kökünün kurutu­lacağım sanıyor müminler ise Allanın vaadinin hak olduğuna ve kesinlikle galip geleceklerine inanıyorlardı. [15]

 

11- İşte orada müminler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

Allah teala bu âyet-i kerimede, çeşitli gruplardan meydana gelen düş­man ordularının, Medine'nin çevresini kuşattıkları zaman müminlerin nasıl imti­han edildiklerini, sıkıntının şiddetinden dolayı büyük bir sarsıntı geçirdiklerini, böylece müminlerin münafıklardan ayrıldıklarını beyan ediyor ve münafıkların

şöyle dediklerini bildiriyor. [16]

 

12- O vakit münafıklar ve kalblcrinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Peygamberi bize ancak aldatıcı bir vaadde bulundu." diyorlardı.

Münafıklardan olan Mut'ab b. Keşeyr, Hendek savaşında müminlerin sı­kıntıya düştüklerini görünce şöyle demeye başlamıştı; "Muhammed bizlere, Acem kralları Kisra ve Bizans kralları Kayzerlerin hazinelerini vaadediyordu. Halbuki bizden herhangi bir kimse tuvalete gitmekten bile korkuyor."

Katade diyor ki: "Münafıklardan bir gurup Resulullahın,aleyhine şunları söylemişlerdir: "Muhammed bizlere Fars ve Rum'u fethedeceğimizi vaadediyor halbuki bizler burada kuşatıldık. Öyle ki herhangi birimizin def-i hacet için bile dışarı çıkmaya gücü yetmiyor. Aİlah ve Resulü bizlere, aldatmaktan başka bir şey vaadetmedi. [17]

 

13- Hani o zaman münafıklardan bir topluluk: "Ey Medineliler, bu­rası sizin için durulacak bir yer değildir. Hemen geri dönün." demişti. Mü-nafıklarda:n başka bir topluluk da, peygamberden izin isteyerek: "Evleri­miz düşman tehlikesine açıktır." demişlerdi. Halbuki evleri düşmanı tehli­kesine açık değildi. Sadece savaştan kaçmak istiyorlardı.

Allah teala bu âyet-i kerimede, münafıkların bir kısmının diğerlerine, Resulullahın ordusundan ayrılıp evlerine dönmelerim ve Resulullahı yalnız bı­rakmalarını söylediklerini zikretmektedir. Münafıkların diğer bir kısmının ise "Evlerimiz düşmana karşı savunmasız." bahanesini ileri sürerek Resulullahın ordusundan ayrılıp evlerine gitmek için izin istediklerini açıklamaktadır.

Allah teala bunların, savaştan kaçmaktan başka bir bahaneleri olmadığını beyan ederek kendilerini rüsvay ediyor ve buyuruyor ki: [18]

 

14- Eğer ordular, Medine'nin çeşitli taraflarından içeri girse de o münafıkların fitne çıkarmaları işlenseydi, hemen ona girişirlerdi. Bu hu­susta fazla gecikmezlerdi.

Şayet: "Evimiz düşman tehlikesine karşı açık." diyen münafıkların yaşa­dıkları Medine şehrine her taraftan düşman girecek olsa ve bunlardan, imanla­rından dönüp müşrik olma fitnesine düşmeleri istense elbette bunu yaparlar ve buna karar vermekte çok az beklerlerdi. O halde bunların ileri sürdükleri baha­neler uydurma şeylerdir. [19]

 

15- Halbuki onlar, daha önce, savaş meydanından kaçmayacaklarına dair Allaha söz vermişlerdi. Allaha verilen sözden mutlaka hesap sorula­cak! ir.

Halbuki savaştan kaçmak için Allanın Peygamberinden izin isteyen bu münafıklar, daha önce, düşmanın önünden kaçmayacaklarına dair Allaha söz vermişlerdi. Şüphesiz ki Allaha verilen sözden dolayı hesap sorulacaktır.

Bu âyet-i kerimenin, Harise oğullan hakkında nazil olduğu rivayet edil­miştir. [20]

 

16- Ey Muhammcd, sen onlara şöyle de: "Eğer ölmekten veya öldü­rülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Kaçsa­nız bile ancak az bir zaman yaşatılırsınız. [21]

 

17- Ey Muhammedj onlara şöyle de: "Allah size bir kötülük yapmak istese, sizi ondan kim koruyabilecektir? Veya size bir iyilik yapmak istese onun iyiliğine kim engel olabilecektir? Onlar, Allahtan başka kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler.

Ey Muhammed, "Evlerimiz düşman tehlikesine karşı açık." diyerek sen­den izin isteyip savaştan kaçmak isteyen münafıklara de ki: "Eğer sizler, ölmek­ten veya öldürülmekten kaçıyorsanız elbette ki kaçmanız size hiçbir fayda sağ­lamayacaktır. Mutlaka ölecek ve öldürüleceksiniz. Sizlerin, ölmekten veya Öl­dürülmekten kaçmanız sizin ömrünüzü artırmaz; Biz sizleri bu dünya hayatın­da, eceliniz gelinceye kadar kısa bir süre yaşatırız. Sonra sizin için takdir edilen ecel gelip sizi götürür.

Ey Muhammed, yine harpten kaçmak için senden izin isteyen o insanlara de ki: "Şayet Allah sizin malınıza ve canınıza bir kötülük isabet ettirmek dileye­cek olsa veya sizlere bir rahmet dileyecek olsa Allaha kim karşı gelebilir? Alla-hin bu dileğine karşı sizi kim savunabilir? Veya size engel olabilir? Bil ki bu münafıklar, Allahtan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler. [22]

 

18- Allah, içinizde müminleri muharebeden alıkoyanları ve kardeşle­rine "Bize gelin" diyenleri çok iyi bilir. Zaten onlar savaşa çok az gelirler.

Şüphesiz ki Allah, insanları sizinle beraber savaşmaktan caydırmaya çalı­şan ve kendi yandaşlarına: "Bırakın savaşı da gelin bizimle beraber güven için­de yaşayın. Biz, sizin helak olacağınızdan korkarız." diyenleri çok iyi bilmekte­dir. Zaten bunlar savaşa çok az katılırlar. Sadece Medine'de müminler nezdinde kendilerini temize çıkarmak için bazan savaşırlar.

Katade diyor ki: "Bu âyette zikredilen insanlar bir kısım münafıklardır. Bunlar yandaşlarına şöyle diyorlardı: "Muhammed ve arkadaşları insanların ba­şını yiyenlerden başkaları değillerdir. Onlar et olsalar Ebu Süfyan ve arkadaşları onlan yutarlar. Bırakın bu adamı, bu helak olacaktır." [23]

 

19- (Geldiklerinde de) size karşı cimri olarak gelirler. Korku geldiği zaman da üzerine ölüm baygınlığı çökmüş bir insan gibi gözlerini döndüre­rek sana baktıklarını görürsün. Korku gittiğinde ise, mala düşkün olarak, iğneli dilleriyle sizi tenkid ederler. İşte bunlar, aslında iman etmemişlerdir. Allah da amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allaha çok kolaydır.

Peygamberle beraber savaşmaktan kaçan ve savaşa pek az gelenler, gel­diklerinde de samimi olarak gelmezler. Sizlere karşı içlerinde cimrilik taşıyarak gelirler. Ganimetin taksiminde, müminlerin zayıflarına infakta bulunmakta ve size herhangi bir hayınn gelmesinde bunlar size karşı cimridirler. Bunlar gelip savaşa katıldıklarında kendilerine öldürülme korkusu gelince, üzerlerine ölüm baygınlığı çökmüş bin insan gibi gözlerini döndürerek sana baktıklarını görür­sün. Zira bunlar iman etmedikleri için korkaktırlar. Savaş bitip ölüm korkusu gidince de bu münafıklar ganimet ve benzeri mallara çok düşkünlüklerinden do­layı Sizleri iğneli dilleriyle eliştirirler. İşte bunlar aslında iman etmiş değillerdir. Fakat bunlar görünüşte iman etmiş gibi olan münafıklardır. Bu sebeple Allah onlann yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu ise Allaha pek kolaydır. [24]

 

20- Münafıklar, çeşitli gruplardan oluşan düşman ordularının çekil­mediklerini sanıyorlardı. Eğer düşman orduları tekrar saldırıya geçecek olsa onlar çöllerde Bedeviler arasında bulunup haberlerini oradan sormak isterlerdi Şayet aranızda olsalardı ancak pek az savaşırlardı.

AIlah teala bu âyet-i kerimede, münafıkların korkaklıklarını ve mümin­lere destek olmayacaklarını beyan ediyor ve buyuruyor ki: "Bunlar, Kureyş ve Gatafan gibi çeşitli kabilelerden teşekkül etmiş düşman ordularının, Medine'nin çevresindeki Hendeği bırakıp gittiklerine inanmıyor, Medine'ye yakın bir yerde karargâh kurduklarını sanıyorlardı. Şayet düşman ordusu hendeği geçip Medi­ne'ye girecek olsaydı bu münafıklar çölde bulunup Bedeviler içinde yaşamayı ve oradan size ne olduğunu sormayı arzu ederlerdi. Yine onlar içinizde bulun-saydilar sadece kendilerini mazur gösterecek kadar pek az savaşırlardı. [25]

 

21- Muhakkak Allanın Resulünde, sizin için, Allahin rahmetini ve âhiretin nimetlerini arzulayanlar ve Allahı çokça zikredenler için güze! bir numune vardır.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Hendek savaşında, Resulullahm ordusu­na katılmayan münafıkları kınamakta biz müminlere de sözlerimizde, amelleri­mizde ve bütün davranışlarımızda Resulullahı örnek almamızı emretmektedir. Evet, biz müminler için en güzel örnek Resulullahtır. Zira o, bizleri yaratan Al­lah tarafından, bizlere doğru yolu göstermek için gönderilmiştir. O, Allah tara­fından, hata işlemekten korunmuş ve Cebrail (a.s.) vasıtasıyla devamlı olarak kontrol altında tutulmuştur. [26]

 

22- Müminler düşman ordularını görünce: "İşte Allanın ve Resulü­nün bize vaadettiği budur. Allah ve Resulü doğru söylemiş." dediler. Bu, ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.

Allaha ve peygamberine iman eden müminler, çeşitli fırkalardan meyda­na gelen düşman ordularını görünce, Allanın emrine boyun eğerek şöyle demiş­lerdir: "İşte Allah ve Resulünün bize: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin ben­zeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi jni zannediyorsunuz? Onla­ra yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu ve şiddetle sarsılmışlardı. Ö^le ki pey­gamber ve onunla beraber iman edenler "Allanın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki Allanın yardımı çok yakındır. [27] âyetinde vadettiği budur. Allah ve Resulü doğru söylemiştir.

Çeşitli fırkalardan meydana gelen ve Medine'yi kuşatan ordular bu mü­minlerin ancak iman ve teslimiyetlerini artırmış ve onlarda hiçbir sarsıntı mey­dana getirmemiştir. [28]

 

23- Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allaha vermiş oldukları sözde sadakat gösterdiler. Onlardan kimi bu uğurda canlarını feda etti. Ki­mi de bu şerefi beklemektedir. Onlar, Allaha verdikleri sözü asla değiştir­mediler.                                                                                   

Allah teala, münafıkların, verdikleri sözlerini bozduklarını zikrettikten sonra bu âyet-i krimede de müminlerin kahramanlarının, Allaha verdikleri söz­lerde durduklarım, cihad ederek bazılarının bu yolda canlarını verdiklerini diğer bazılarının ise şehadet şerbetini içmeyi içtenlikle beklediklerini beyan etmekte­dir.

Enes. b. Mâlik bu âyet-i kerimenin, amcası Enes b. Nadr hakkında nazil olduğunu söylemektedir. [29]

Enes b. Mâlik diyor ki: "Amcası Enes b. Nadr, Bedir savaşında bulunma­mış ve buna üzülerek şöyle demiştir: "Ben, Resuhıllahın yaptığı ille savaşta bu­lunmadım. Yemin olsun ki eğer Allah bana, Resulullah ile birlikte savaşmayı nasibedecek olursa benim nasıl gayrette bulunacağımı görecektir."

Enes b. Nadr Uhut savaşında bulundu. Müslümanlar mağlup durumday­dılar. Enes, Allaha yalvararak şöyle dedi:

"Ey Allahim, şu müslümanlann yaptıklarından dolayı senden özür dile­rim ve şu müşriklerin yaptıklarından da sana sığımnm." Enes kılıcı ile düşmanlann üzerine yürüdü. Bu arada Sa'd b. Muaz ile karşılaştı ve ona: "Nereye gidi­yorsun Sa'd? Ben, Uhut dağının eteklerinden cennet kokusu alıyorum." dedi ve yürüdü. Yapılan çarpışmalar sonunda öldürüldü. Onun vücudu tanınmaz hale gelmişti. Onu, kızkardeşi vcudundaki bir benden veya parmak uçlarından tani-yabilmişti. Onun vücudunda seksen küsur ok, mizrak ve kılıç yarası vardı. [30]

 

24- Allanın, sözünde duranları sadakatlanyla mükafatlandırması, münafıkları ise dilerse azaplandırmasi veya tevbelerini kabul etmesi için böyle oldu. Şüphesiz kî Allah, çok affedendir, çok merhametlidir.

Allah, kullarını böyle imtihan eder ki, kendisine verdikleri söze sadık ka­lanları sadakatlanndan dolayı mükafaatlandırsın. Münafıkları ise, nifak üzere ilmelerini dilediği takdirde cezalandırsın. Tevbe etmelerini nasibettiği takdirde ise onların tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok merha­met edendir. [31]

 

25- Allah, kafirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Hiçbir şey elde edemedi. Savaşta, iman edenlere Allahın yardımı yetti. Allah, güçlüdür, herşeye galiptir.

Allah, Hendek savaşında, Kureyş ve Gatafan kâfirlerini kinleriyle birlikte gerisin geri çevirdi. Müslümanlardan hiçbirşey koparamadılar. Allah, savaşta gökten melekler göndererek ve düşmanların üzerine fırtınalar estirerek onları mağlup etti. Böylece Allah müminlere yetti. Zira Allah, güçlüdür, herşeye ga­liptir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, kendisine, Resulüne ve müminlerine karşı savaşmak için, Medine'nin çevresinde kazılan hendekleri kuşatan müşrik­lerin, manevi orduları tarafından mağlup edildiğini bildirmikte ve böylece mü­minlere olan lütfunu zikretmektedir. Zira hendek savaşında müşrikler, fırtına ve soğuktan dolayı mağlup olup geri çekilmek zorunda kalmışlardır. [32]

 

26- Allah, kitap ehlinden, kâfirlere yardım edenleri sığındıkları kale­lerinden indirmiş ve kalblerinc korku salmıştı. Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını ise esir alıyordunuz.

Allah, kitap ehlinden olup Rureyş ve Gatafan müşriklerine yardım eden Yahudi Kureyza oğullarını, içlerine sığındıkları kalelerinden aşağı indirdi. On­ların kalblerine, müminlerden korkma duygusunu saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor diğerlerini ise esir alıyordunuz. [33]

 

27- Allah onların yerlerini yurtlarını, mallarını ve henüz ayak bas­madığınız bir toprağı size miras olarak verdi. Allah, herşeye kadirdir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Yahudi olan Kureyza oğullarının yerleri­ni, yurtlarını ve mallarını müminlere miras bıraktığını zikrediyor aynca o zama­na kadar ayak basmadıkları bazı yerleri de onlara vereceğini vaadediyor.

Bazı müfessirler bu yerlerden maksadın, Hayber topraklan olduğunu ba­zıları ise Mekke olduğunu diğer bazıları ise Fars ve Bizans arazileri olduğunu söylemişlerdir. Taberi ise, Allahın vaadettiği yerlerin,bunlanfr^epsinin olabile­ceğini söylemiştir.

Kureyza oğullarının, Hendek savaşında Resulullaha ihanet etmelerinin neticesi şöyle olmuştur:

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

"Resulullah Hendek savaşından döndü. Silahını çıkarıp banyo yaptıktan sonra ona Cebrail (a.s.) geldi ve: "Sen silahı bıraktın ama Allaha yemin olsun ki biz onu henüz bırakmadık. Hadi git onlara." dedi. Resulullah: "Nereye?" diye sordu. Cebrail: "Kureyza oğullarını göstererek: "Şuraya." dedi. Resulullah da onların üzerine gitti. [34]

Diğer bir rivayette de Hz. Aişe (r.anh.) şöyle diyor:

Sa'd b. Muaz Hendek savaşında yara almıştı. Kureyş'ten Hibban b. el-Arika adlı bir adam ok atarak Sa'dın bilek damarım koparmıştı. Resulullah onu yakından izlemek için mescitte ona özel bir çadır kurmuştu. Resulullah Hendek savaşından döndü. Silahım çıkarıp banyo yaptıktan sonra Cebrail geldi. O anda başındaki tozları siliyordu ve dedi ki: "Sen silahı bıraktın ama Allaha yemin ol­sun ki ben henüz bırakmadım. Hadi kit onlara[35] dedi. Resulullah (s.a.v.) "Nere­ye?" diye sordu. Cebrail, Kureyza oğullarını gösterdi. Kureyza oğullan Resulul-İahın hakemliğini kabul ettiler. Resulullah ise Sa'd b. Muaz'ın hakemlik yapma­sını istedi. Sa'd şöyle dedi; "Ben, onların savaşçılarının öldürülmelerine, kadın­larının ve çocuklarının esir alınmasına ve mallarının taksim edilmesine hüküm veriyorum. [36]

 

28- Ey Peygamber, hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle salıvereyim. [37]

 

29- Eğer Allahı, Peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız, iyi bi­lin ki Allah, içinizden iyilikte bulunanlar için büyük bir mükafaat hazırla-mıştır.

Ey Muhammed, hanımlarına de ki: "Eğer sizler, dünya hayatını ve dünya süsünü arzul uy orsanız, gelin ben sizlere, boşanan erkeğin hanımına verdiği eş­yayı vereyim vesizi boşayarak sizden güzellikle ayrılayım. Şayet sizler, Allahın ve Resulünün rızasını ve onlara itaat etmeyi istiyorsanız bilin ki Allah, sizler­den, emirlerini tutarak iyilik yapanlara büyük bir mükafaat hazırlamıştır.

Hz. Aişe (r.anh.) bu âyetlerin izahında diyor ki:

"Resulullaha, hanımlarına, kendisiyle beraber kalıp kalmamakta serbest olduklarını tebliğ etme emri gelince, Resulüllah benden başladı ve şöyle dedi: "Ben sana birşey söyleyeceğim. Baban ve annenle istişare etmeden önce acele olarak cevap vermen gerekmez. "Resulullah, babamın ve annemin, benim ken­disinden ayrılmamı istemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Resulullah devamla: "Allah teala şöyle buyurdu." dedi ve: "Ey Peygamber, hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin, boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle salıvereyim." "Eğer Allahı, Peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız, iyi bilin ki Allah, içinizden iyilikte bulunanlar için büyük bir mü-kafaat hazirlamıştir." âyetlerini okudu. Bunun üzerine dedim ki: "Ben, hangi hu­susta babam ve annemle istişare edeyim? Ben, Allahi, Resulünü ve âhiret yur­dunu istiyorum." Sonra Resulullahın diğer hanımları da aynen benim gibi yaptılar. [38]

 

30- Ey Peygamberin hanımları, sizden kim, apaçık bir hayasızlıkta bulunursa, azabı iki kat artırılır. Bu, Allaha çok kolaydır.

AIIah teala, peygamberin, Allahı ve Resulünü tercih eden hanımlarına, iffetli olmalarını, onların, diğer hanımlara benzemediklerini, onlardan herhangi birinin bir hayasızlığa düşmesi halinde cezalarının iki kat olacağım beyan et­mektedir. Cezanın iki kat oluşundan maksat, âhirette azaplarının iki kat olması­dır. Veya hem dünyada hem de âhirette cezalandırılmalarıdır.

Abdullah b. Abbas, âyette zikredilen "Hayasızlık11!, kötü ahlaklı olmak ve itaatsizlik göstermek." olarak izah etmektedir. Taberi, buradaki "Ahlaksızhk"ı "Zina etme" olarak izah etmiştir. [39]

 

31- Sizden kim de Allaha ve Resulüne itaat eder ve salih amel işlerse, ona da mükafaatıni iki kat veririz. Ayrıca biz, onun için üstün bir rızık ha­zırladık,

Resulullahın hanımları diğer kadınlardan farklıdırlar. Günah işledikle­rinde cezalan, sevap işlediklerinde de mükafaatları diğer kadınlara göre iki kat­tır. Aynca Allah teala bu âyetin sonunda onlar için büyük bir nzık hazırladığını belirtmiştir. Bundan da maksat cennettir. Zira onlar Resulullah ile beraber en yüce makamlarda bulunacaklardır. [40]

 

32- Ey Peygamberin hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsi­niz. Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız konuşurken hoş bir eda ile konuş­mayın ki kalbinde hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Daima doğru ve ciddi konuşun.

Ey Peygamber hanımları, siz bu ümmetin kadınlarından herhangi biri de­ğilsiniz. Eğer Allaluan korkuyor ve onun emir ve yasaklanna boyun eğiyorsa­nız, konuşurken nâzik bir şekilde konuşmayın. Bundan dolayı, kalbinde müna­fıklık hastalığı veya şehvetine köle olma illeti bulunan kişiler sizden bir haya­sızlık ümit etmesinler. Sizler her zaman, Allanın, konuşmanıza izin verdiği şey­leri söyleyin. [41]

 

33- Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye devri kadınlarının açılıp sa­çılması gibi açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin. Allaha ve peygam­berine itaat edin. Ey ehl-i beyt, şüphesiz Alahsizi günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister.

Ey Peygamber hanımları, evlerinizde durun. Oralarda vakarlı olun. Önce­ki cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın, böbürlenmeyin, gayri ciddi dav­ranmayın. Farz olan namzlan kılın. Mallarınızdan, farz olan zekatı verin. Alla-hın ve Resulünün emir ve yasaklarında Allaha ve Resulüne itaat edin. Ey ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü ve hayasızlığı kaldırmak ve sizleri günahlardan te­mizlemek ister.

Âyet-i kerimede "Ehl-i Beyt" ifadesi zikredilmektedir. Hz. Ali Hz. Fatı-ma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in bu ifadeye girdikleri muhakkaktır. Resululla-hın üvey oğlu Ömer b. Seleme diyor ki:

"Bu âyet Resulullaha, hanımı Ümmü Seleme'nin (annemin) evinde inince Resulullah, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve onlan cübbesinin altına al­dı. AH de arkasında bulunuyordu. Onların hepsini cübbesiyle kapladı ve şöyle dedi: "Ey Allahım işte bunlar benim ehl-i Beytim'dir. Sen onlardan murdarlığı gider ve onları tertemiz kıl." Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: "Ey Al-lahin Resulü, ben de onlarla beraber miyim?" Resulullah: "Sen yerindesin, sen hayır üzeresin." dedi. [42]

Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) altı ay sabah namzina Fatima'nın kapısından geçerek gitti. Resulullah oradan geçerken: "Ey ehl-i beyt; namaz." der ve: "Ey Ehl-i Beyt, şüphesiz Allah sizi kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister..." âyetini okurdu. [43]

Ancak bu zikredilenlerin Ehl-i Beyt'ten olmaları, bunların dışında bulu­nan kimselerin Ehl-i Beyt'ten sayılmayacaklan manasına gelmez. Nitekim âyet-i kerimeler, Resulullahin hanımlarını zikretmektedir. Dolayısıyla "Ehl-i Beyt" ifadesine onun hanımlarının öncelikle girmesi gerekir.

Aynca, Ehl-i Beyt'ten bahseden âyetteki zamirlerin erkek sıygasının kul­lanılması, ehl-i beyt'in içine, Resululahın hanımları ve kızının yanında Hz. Ali gibi erkeklerin de girmesindendir. Yoksa Resulullahm hanımlarını ehl-i Beyt'in dışında kabul etmek için değildir. Nitekim Hz. Fatıma da kadındır fakat ehl-i beyt'ten olduğuna itiraz edilmemiştir. [44]

Alkame diyor ki: "fecrime: "Ey Peygamber ailesi, şüphesiz Allah sizi, gü­nah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister." âyetini çarşılarda yüksek sesle okur ve "Bu âyet özellikle Resulullahın hanımları hakkında nazil olmuş­tur." derdi. İkrime'nin bu sözü, âyetin nüzul sebebini bildirmektedir. Dolayısıyla bu söze dayanarak ehl-i beyt'e, Resulullahın kızları ve diğer hanımlarının gir­mediği söylenemez. [45]

 

34- Evlerinizde okunan Allanın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüp­hesiz ki Allah, herşeyin inceliğini ve gizli tarafını bilir, herşeyden haber­dardır.

Ey Peygamber hanımları, Allahın, size olan Iütuflannı hatırlayın. Evleri­nizde Allanın âyetlerinin ve peygambere vahyedilen sünnetin okunduğunu dü­şünün. Bu nimetler karşılığında rabbinize şükredip hamdedin. Şühhesiz ki Al­lah, büyük lütuf sahibidir. Sizleri bu evlere yerleştirmek de onun lütuflanndan-dır. Allah, herşeyden haberdardır. Sizlerin, Allahı ve Resulünü seçtiğinizi çok iyi bilir. [46]

 

35- Müslüman erkeklerle müslüman kadınlara, mümin erkeklerle mümin kadınlara, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlara, sadık erkek­lerle sadık kadınlara, sabırlı erkeklerle sabırlı kadınlara, Allatılan hakkıy­la korkan erkeklerle hakkıyla korkan kadınlara, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlara oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, iffetle­rini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlara, Allahı çokça zikre­den erkeklerle Allahı çokça zikreden kadınlara, şüphesiz ki Allah, mağfiret ve büyük bir muafa a t hazırlamıştır.

Ümmü İmare el-Ensarî'den rivayet ediliyor ki, kendisi Resulullaha gidip ona: "Herşeyin erkekler için olduğunu görüyorum, kadınların herhangi bir hu­susta anıldıklarını görmüyorum." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

Taberi ise bu soruyu Ümmü Selem'nin sorduğunu ve âyetin bunun üzeri­ne nazil olduğunu rivayet etmektedir. [47]

 

36- Allah ve Resulü, herhangi bîr hususta hüküm verdiği zaman mü­min bir erkeğin ve mümin bir kadının işlerinde başka yolu seçme haklan yoktur. Kim, A İlaha ve Resulüne isyan ederse, şüphesiz ki o, açıkça sapıl­mıştır.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, İkrime bu âyetin, Zeyneb Bint-i Cahş hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abas diyor ki: "Resulullah, Zeyneb Bint-i Cahş'ı, azadh kö­lesi Zeyd b. Hârise'ye istemeye gitti. Zeyneb'i Zeyd'e isteyince o Resulullaha: "Ben, Zeyd'le evlenmem." dedi. Resulullah "Evlen." dedi Zeyneb "Ey Allanın Resulü, bana, kabul edip etmeme hakkiverilmiş midir?" dedi. İşte o ikisi böyle konuşurken bu âyet-i kerime nazil oldu ve bunun üzerine Zeyneb: "Ey Allanın Resulü, sen beni onunla evlendirmeye razı mısın?" dedi. Resulullah da "Evet." dedi. Bunun üzerine Zeyneb, "O halde ben, Allahm Resulüne karşı gelmem, ben onunla (Zeydle) evlenmeyi kabul ettim." dedi.

Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem ise bu âyet-i kerimenin, Ukbe b. Ebi Mu-ayt'ın kızı Ümmü gülsüm hakkında nazil olduğunu söylemiş ve hadiseyi şöyle özetlemiştir. "Ümmü Gülsüm, Hudeybiye musalanasından sonra hicret eden ilk kadın olmuştur. Bu kadın kendisini Resulullaha hibe etmiş Resulullah da onu-Zeyd b. Harise ile evlendirmiştir. Bunun üzerine hem kadın hem de kardeşi Re­sulullaha kızmışlar ve şöyle demişlerdir: "Biz Resulullahı istedik o size bizi kö-lesiyle evlendirdi." İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. [48]

 

37- Ey Muhammcd, hani bir zaman, Allahm kendisini nimctlendir-diğin senin de nimetlendirdiğîn kimseye: Hanımını bırakma, Allahtan kork diyordun. Fakat AHahın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki AHah, kendisinden korkmana daha layıktı. Zeyd, karısından ilişiğini kesip boşanınca, biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkla­rın, ilişiklerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte müminlere bir güçlük olmasın. Allahm emri mutlaka yerine gelir.

Ey Muhammed, hatırla o zamanı ki, AHahın, kendisim müslüman yapa­rak lütufta bulunduğu, senin de kölelikten azad ederek lütufta bulunduğun Zeyd b. Hârise'ye: "Hanımın Zeyneb'i boşama, tut. Hanımının haklan hususunda Al­lahtan kork." diyordun ve sen, Allahm açığa vuracağı, Zeyneb'ie evlenmen ko­nusunu içinde gizliyordun. İnsanların dedikodulanndan korkuyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha layıktır. Zeyd, kansı Zeyneb'den ilişkisini kesip onu boşayınca biz seni Zeyneb'ie evlendirdik ki, evlatlıkların ilişkilerini kesip boşadıklan eşleriyle evlat edinenlerin evlenmesinde müminler için bir güçlük olmasın. Artık müminler böyle evlilikleri rahatlıkla yapabilsinler. Zira Allahm emri mutlaka yerine gelir.

Bu âyet-i kerime, Resulullahın, azadh kölesi Zeyd b. Hârise'yi, halasının kızı Zeyneb Bint-i Cahş'la evlendirdikten sonra 'ayrılmalarını ve ayrılmalarından sonra, Resulullahın, Zeyneb'ie, Allahm emri gereğince evlenmesini zikretmek­tedir.

Resulullah (s.a.v.) halası, Abdülmuttalib'in kızı olan Emine'nin kızı Zey­neb'i, azadh kölesi olan Zeyd b. Hârise'yle, güçlükle ikna ederek evlendirmiştir. Zeyneb, bir yıldan fazla bir müddet Zeyd'le yaşadıktan sonra aralarında anlaş­mazlık çıkmış ve Zeyd, Resulullaha, hanımı Zeyneb'i şikayet etmiştir. Resulul­lah ise Zeyd'e, hanımım tutmasını ye haklarını korumasını emretmiştir. Buna rağmen Zeyd, hanımıyla geçinememiş. ve sonunda boşamiştır.

Cahiliye döneminde evlat edinen insanlar, evlatlıklarının boşadıklan ha-nımlanyla evlenmezlerdi. Allah teala bu âdeti ortadan maldırmak için Resulul­laha, Zeyd'den ayrılan Zeyneb Bint-i Cahş ile evlenmesini emretmiş Resulullah da bunun üzerine Zeyneb'ie evlenmiştir.

Hz. Aişe (r.anh:) diyor ki:

"Eğer Resulullah kendisine inen vahiyden birşey saklayacak olsaydı el­bette bu âyeti saklardı. [49]

 

38- Allanın kendisine takdir ettiği birşeyi yerine getirmede Peygam­bere hiçbir vebal ve güçlük yoktur. Daha önce geçmiş Peygamberlere de Allah bu kanunu koymuştu. Allanın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

Allahın Peygambere, evlatlığının boşadığı hanımla evlenmeyi farz kılma­sından dolayı peygamberin onunla evlenmesinde kendisine bir günah yoktur. Allahın, daha önce geçmiş olan peygamberlere koymuş olduğu kanunu da böy­ledir. Onlara da helal kıldığı şeyleri yapmalannan dolayı bir güçlük ve günah yoktur. Zira, Allahın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. [50]

 

39- O Peygamberler, Allahın emirlerini insanlara tebliğ ederler. Al-lahtan korkarlar ve ondan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter.

Ey Muhammed, sen de geçmiş peygamberler gibi ol. Sana emredilenleri tebliğ et. Allahtan başka kimseden korkma. Zira Allah, hesaba çeken olarak ka­fidir. [51]

 

40- Muhammed, içinizdeki adamlardan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allahın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi çok iyi bilir.

Ey insanlar, Muhammed ne Zeyd b. Hârise'nin ne de sizlerden herhangi bir adamın babasıdır. Fakat o, Allanın, insanlara gönderdiği'elçisi ve peygam­berlerin sonuncusudur. Onunla peygamberlik sona ermiştir. Allah, yaptığınız amellerin ve söylediğiniz sözlerin hepsini bilendir.

*Katade ve Ali b. el-Hüseyin, bu âyet-i kerimenin, Zeyd b. Harise hak­kında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Resulullah (s.a.v.)in, Kasım, Tayyib, Tahir ve İbrahim isimli dört erkek çocuğu, Zeyneb, Rukiyye, ümmügülsum ve Fatıma isimlerinde dört de kızı ol­muştur. Erkek çocukları çok küçükken vefat etmişler, Hz. Fatıma'nm dışında kızlar da Resulullah hayattayken vefat etmişlerdir. Hz. Fatıma ise Resulullahm vefatından altı ay sonra vefat etmiştir.

Âyet-i kerime, Resulullahın, yanında büyüttüğü Zeyd b. Hârise'ye: "Mu-hammed'in oğlu" diye çğmlmasını reddediyor ve Resulullahm, yaşayan herhan­gi bir erkeğin babası olmadığını beyan ediyor ki böylece münafıklar "Muham­med, oğlunun hanımıyla evlendi." sözlerinden vazgeçsinler.

Ayet-i kerime, Resulullahm son peygamber olduğunu bildiren bir delil­dir. Bu konuyla ilgili olarak birçok mütevatir hadis de bulunmaktadır.

Übey b. Kâ'b, Cabir b. Abdullah, Ebu Said el-Hudrî ve Ebu Hureyre'den ufak tefek farklarla şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir: "Resulullah buyurdu ki:

"Ben.ve benden önceki peygamberlerin durmu, güzel ve hoş bir bina ya­pan bir adamın binasının durumuna benzemektedir. Adam, binasını çok güzei yapmış ancak bir köşesinde bir kerpicin yerini boş bırakmıştır. İnsanlar o binayı gezer, beğenir ve şöyle derler: "Bu kerpiç de yerine konsaydı ya." İşte o kerpiç benim ve ben peygamberlerin sonuncusuyum. [52]

Enes b. Mâlik ve Ebu Tufeyl ise şu hadisi bazı farklılıklarla rivayet et­mişlerdir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Resulluk ve Nebilik artık sona ermiştir. Benden sonra ne Resul ne de Nebil gelecektir." Resulullahın bu hadisi insanların ağırına gitmiş­tir. (Artık insanları ikaz edecek birinin gelmeyeceğini duyunca endişelenmişler-dir) Bunun üzerine Resululiah: "Fakat müjdeleyenler bulunacaktır." buyurmuş­tur. İnsanlar: "Ey allahın Resulü, müjdeleyenler nedir?" diye sormuşlar Resulul­lah da: "Müslümanm rüyasıdır. Zira o, peygamberliğin parçalarından bir parça­dır." buyurmuştur. [53]

Diğer bir hadis-i şerifte de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ben, diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım. Bana veciz ko­nuşma verildi, düşmanın kalbine korku salınmakla yardım olundum, bana gani­metler helal kılındı. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı. Ben, bütün yaratıkla­ra Peygamber gönderildim. Peygamberler benimle sona erdi. [54]

Peygamber efendimiz bir diğer hadisinde de şöyle buyuruyor:

Ben Muhammed'im, Ahmed'im, ben silenim, Allahın kendisiyle inkarı yok ettiği, silip götürdüğü kimseyim. Ben toplayanım, insanlar benim arkamda toplanacaklardır ve ben, arkadan gelenim. (Peygamberlerin sonuncusuyum.) [55]

 

41- Ey iman edenler, Aİlahı çok zikredin. [56]

 

42- Onu sabah akşam teşbih edin.

Ey iman edenler, Aİlahı, kalblerinizle, dillerinizle ve bütün azalarınızla devamlı olarak ve çokça zikredin. Sabah ve ikindi namazlarım kılarak Aİlahı teşbih edin. [57]

 

43- Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah rahmet bahşe­der. Mclckîcr de dua eder. Allah, müminlere çok merhametlidir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah teala kullarına farz kıldığı her ibade­te belli bir sınır koymuştur. Kulların Özürlerine* göfe de onları bu ibadetlerden muaf tutmuştur. Ancak Aİlahı zikretmeyi bunların dışında tutmuştur. Zira Aİla­hı zikretmeye bir sınır koymamış ve Aİlahı zikretme hususunda delilerden baş­ka hiçbir kimsenin özürünü kabul etmemiştir. Kulların, Aİlahı ayakta iken, otu­rurken, yatarken, gece ve gündüz, karada ve denizde, yolcu iken, mukim iken anmalarını istemiş, zengin olanın, fakir olanın, hasta olanın, sağlıklı olanın da onu gizli veya açıkça zikretmesini emretmiştir. Sabah akşam kendisinin teşbih edilmesini istemiş bunu yapan kullarına ise Allahın ve meleklerin merhametli davranacaklarını ve Allahın onları, sapıklığın karanlıklarından çıkarıp hidayetin aydınlığına sevkedeceğini beyan etmiştir. Zira Allah, müminlere pek merhamet­lidir.

Hz. Ömer (r.a.) diyor ki:

"Resulullaha esirler getirildi. Onlann içerisinden bir kadın memesinden sütünü sağıyor ve çocuklara içiliyordu. Esirlerden bir bebek gördüğünde onu alıyor bağrına basıyor ve.emziriyordu. Bunu gören Resulullah bize şöyle dedi: "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağını tahmin eder misiniz?" Biz: "Hayır, onun, çocuğu atmamaya gücü yettiği müddetçe bunu yapmaz." dedik. Bunun üzerine Resulullah "Allah, kullarına işte bu kadının, çocuğuna olan merhametinden da­ha merhametlidir." buyurdu. [58]

 

44-  Allaha kavuştukları gün "Selam" diyerek selamlasınlar. Allah onlara güzel bir mükafaat hazırlamıştır.

Müminlerin, kıyamet gününde cennete girip rablerini gördükleri zaman birbirleriyle selamlaşmaları: "Selam olsun sana, güvenlik içinde ol." şeklinde olacaktır. Allah onlar için güzel bir mükafaat olan cenneti hazırlamıştır. Zira orada, gözlerin görmediği, kulakların işimediği ve hatıra gelmeyen nimeüer var­dır. [59]

 

45-46- Ey Peygamber, şüphesiz ki biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allahın izniyle Allaha davet eden bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. [60]

 

47- Allahtan kendilerine büyük bir lütuf olduğunu müminlere müde-1c. [61]

 

48- Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldır­ma. Allaha tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ey Muhammed, şüphesiz ki biz seni, gönderdiğimiz dini ümmetine tebliğ ettiğine dair bir şahid ve Allahın emirlerine itaat edenleri cennetle müjdeleyen bir müjdeci, Allahın emirlerine karşı gleenleri, cehennemde yanacakları ikazıyla uyaran bir uyarıcı, Allahın emirleriyle onu birlemeye ve sadece ona kulluk et­meye çağıran bir davetçi ve yaratıkları, Allahın sana verdiği nur ile aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. Ey Muhamed, sen, iman ehlini, Allah katında ken­dileri için büyük bir lütuf bulunduğuna dair müjdele. Sakın, kâfirlere ve müna­fıklara uyma. Onlann sözlerini dinleyerek peygamberliğini tebliğde kusur işle­me. Onlann sana yaptığı eziyet ve işkenceler, seni, Allahın emirlerini yerine ge­tirmekten ve ona kulluk etmekten alıkoymasın. Sen, işini Allaha bırak ve ona güven. Allah, bütün yaratıktan karşısında senin için yeterlidir.

Ata b. Yesar diyor ki:

"Ben, Abdullah b. Amr b. As ile karşılaştım. Ve ona: "Söyler misin bana, Resulullahın sıfatlan tevratta nasıl anlatılıyor?" dedim. Abdullah dedi ki: "Evet anlatayım. Allaha yemin olsun ki, o, Tevratta Kur'anda bir kısmı anlatılan bir­çok sıfatlarla zikredilmektedir. Kur'anda: "Ey Peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik." buyuruluyor. Tevratta ise şöyle zikerdilmiştir: "Ey peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit bir müjde­leyici, bir uyarıcı ve okur yazarlığı olmayanları himaye edici olarak gönderdik. Sen benim kulum ve peygamberimsin." Ben seni "Mütevekkil" diye isimlendir­dim." diye hitabedilmiş ve şu şekilde de vasıflandırılmıştır: O, kaba ve katı kalbli bir kimse değildir. Çarşılarda bağınp çağıran biri de değildir. Kötülüğe karşı kötülük yapmaz, affeder ve hoşgörülü olur. Allah onunla eğri olan bir üm­meti düzeltip "Lâilahe illallah" demelerine kadar onun canını almayacaktır. Al­lah onunla kör olan gözleri açacak, sağır olan kulakları duyuracak ve perdeli olan kalbleri duyarlı kılacaktır. [62]

 

49- Ey iman edenler, mümin kadınları nikahlar sonra da kendilerine dokunmadan boşarsanız artık sizin, onların üzerinde iddet sayma hakkınız yoktur. Derhal onlara boşanma bedellerini verin ve onları güzellikle salıve­rin.

Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Eğer bir kimse bir kadınla evlenir de ona hiç dokunmadan onu boşayacak olursa, kadının iddet bekleme mükellefiyeti yoktur. Boşanmadan sonra, beklemeden evlenebi­lir. Böyle bir kadın için mehir takdir edilmiş olursa, Bakara suresinde de beyan edildiği gibi, mehirin yarısı kadının olur. Şayet mehir takdir edilmemiş olursa erkek, fakirlik veya zenginliğine göre kadına bazı eşyalar verir ki bunlara "Mut'a" denilmektedir. "Başanan kadınları güzellikle- salıverin." ifadesi de bunu beyan etmektedir.

Katade ve Said b. el-Müseyyeb ise bu âyet-i kerimenin, Bakara suresinin ikiyüz otuz yedinci âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir.

Mut'a verme hakkında Sehl ve Ebu Üseyd; Resulullah'dan şunu naklet­mektedirler. Onlar diyorlar ki:

"Resuîullah, Şerahilin kızı Ümeyme ile nikahlandı. Kadın, zifaf için Re­sulullahın yanına konulunca Resuîullah elini ona değdirmek istemiş kadın ise Resulullahi istemiyormuş gibi davranmıştır. Bunun üzerine Resuîullah, Ebi Üseyd'e, kadını (gönderilmesi için) hazırlamasını ve ona ketenden iki elbise giydirilmesini emretmiştir. [63]

 

50- Ey Peygamber, mehirlcrini verdiğin hanımlarını, Allahın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kız­larını halaların.n kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını sana tıclal kıldık. Eğer mümin bir kadın, kendisini peygambere bağışlar ve pey­gamber de onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm müminlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur. Biz, müminlere, eşleri ve sahibolduklan cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı bilmekteyiz. Sana da bunları helal kıldık ki sıkıntıya düşmeyesin. Allah, çok affedendir, çok merhamet edendir.

Ey Peygamber, biz sana, mehirlerini vererek evlendiğin hanımlarını ve Allanın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle birlikkte hicret eden am­canın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını helal kıldık. Bir de mümin bir kadın kendisini peygambere hediye eder peygamber de onunla evlenmek isterse, sadece sana mahsus olmak üzere o kadını da sana-helal kıldık. Biz, müminlere, eşleri ve cariyeleri iie evlenmeleri hususunda nele­ri farz kıldığımızı bilmekte ve sizlere de bildirmekteyiz. Onlar, dörtten fazla ka­dınla evlenemezler, evlenirken mehİr vennek zorundadırlar, evlenme akdini şa­hitler huzurunda yaparlar, gerektiğinde kadının velisinin iznini alırlar. Ey pey­gamber, biz sana bu şekilde evlenmeyi helal kıldık ve müminleri evlenme husu­sunda sorumlu tuttuğumuz birçok yükümlülüklerden seni beri kıldık ki senin için bir zorluk olmasın. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir. [64]

 

51- Ey Peygamber, hanımlarından dilediğini geri bırakıp dilediğini yanına alabilirsin. Kendilerinden uzaklaştıklarından birini istemende sana bir günah yoktur. Bu, sevinmeleri, üzülmemden ve hepsinin, verdiğin şey­lere razı olmaları için en elverişli yoldur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, yarattıklarına çok yumuşak davranandır.

Âyet-i kerimede: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğini geri bırakır dilediğini yanına alabilirsin." buyurulmaktadır. Bu ifadeden kasdedilen mana hakkında şu görüşler zikredilmektedir:

Abdullah b. Abbas, Katade.Mücahid, Dehhak ve Ebu Rez'in bunun ma­nasının: "Ey Peygamber, hanımlarından dilediğinin sırasını erteleyip dilediğinin sırasını Öne alabilisin. Onlar arasında günleri taksim etme mecburiyetin yoktur." demek olduğunu söylemişlerdir. Şöyle ki: Resulullahın, hanımlarım, boşanma­ları veya kendi istekleriyle yanında kalmaları hususunda onları serbest bırakınca hanımlair boşanmak istememişler ve Resulullaha: "Ey Allanın Resulü, malın­dan dilediğini ver, kendin de dilediğin zaman bize gel" demişlerdir. Resulullah, hanımlarından, Şevde, Cüveyriye, Safiye, ümmü Habibe ve Meymune'nin sıra­larını ertelemiş, Aişe, Ümmü Seleme, Hafsa ve Zeyneb'in sıralarını geçinnemiş-tir, âyetin bu ifadesi işte bu hususu beyan etmektedir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin bu ifadesinin manası şöyledir: "Ey Muhammed, hanımlarından dilediğini boşayıp dilediğini tutabilirsin."

Hasan-ı Basrîden nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadenin manası şöyledir: "Ey Muhammed, mümin kadınlardan dilediğinle evlenip dilemediğinle evlenmeyebilirsin. Bir kadınla evlenmek istediğinde sen kararını vermeden mü­minlerden kimse onunla evlenemez."

Taberi ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmektedir: "Ey Peygam­ber, sana kendilerini hibe eden kadınlardan ve benim sana, evlenmeyi helal kıl­dığım kadınlardan dilediğini erteleyip kabul etmeyebilir, onlarla evlenmeyebi­lirsin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğine yaklaşmayabilirsin. Kendilerini sana hibe eden kadınlardan dilediğini kabul edip onlarla evlenebilir­sin ve nikahın altında bulunan kadınlardan dilediğinin yanma varabilirsin dile­diğinin de yanına varmayabilir, günleri taksim etmeyebilirsin."

Âyet-i kerimenin devamında: "Kendilerinden uzaklaştıklarından birini is­temende sana bir günah yoktur." buyurulmuştur.

Katade ve İbn-i Zeyd bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir: Hanımların­dan, kendilerinden uzaklaştıklarına tekrar yaklaşmanda senin için bir mahzur yoktur. Dilediğine yaklaşmakta dilediğinden uzaklaşmakta serbestsin. Taberi bu izah şeklini kabul etmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat şudur: "Hanımlarından boşadıklarmın veya ölenlerin yerine, sana helal kıldığımız kadınlardan almanda senin için bir mahzur yoktur. Ancak, halen ni­kahın altında bulunan kadınların sayısından fazla kadınla evlenemezsin."

Bütün bu rivayetleri naklettikten sonra âyet-i kerimeyi şöyle açıklamak mümkündür: "Ey Muhammed, hanımlarından dilediğini yanına alıp dilediğini geriye bırakman hususunda seni serbest bırakmamız, o hanımların sevinmeleri, üzülmemeleri ve hepsinin, senin verdiğin şeylere razı olmaları için en elverişli yoldur. Zira bu hükümlerin Allah tarafından olduğunu bilerek ona uymuş ola­caklardır. Allah, erkeklerin, hanımlarından bir kısmına kalbinin daha fazla mey­lettiğini bilir. Bu sebeple seni hanımlarından dilediğini erteleyip dilediğini yanı­na almakta serbest bıraktı. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, yarattıklarına karşı çok yumuşak davranandır."

Hz. Aişe (r.anh,) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) hanımları arasında taksimat yapar ve adaletli davra­nırdı. Sonra şöyle derdi: "Ey Allahım, bu benim gücümün yettiği kadarıyla yap-tığımdir. Sen beni, benim gücümün yetmediği ve senin gücünün yettiği şeyler­den dolayı kınama. [65]

 

52- Artık bundan sonra senin için başka kadınlar helal değildir. Gü­zellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiştirmen caiz değildir. An­cak, sahib olduğun cariyeler hariç. Allah herşeyi murakabe edendir.

Müfessirler bu âyet-i kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir.

Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir; "Ey Peygamber, serbest bıraktığın hanımların, Aljahi, Resulünü ve âhiret yurdunu seçtikten sonra artık bunların üzerine senin evlenmen veya bunlardan biriyle başka bir hanımı değiştirmen sana helal değildir."

Bu hanımlar, Resulullah vefat ettiği zaman geride kalan dokuz hanımdir.

Übey b. Kâ'b, İkrime, Dehhak ve Ebu Salih bu âyeti şöyle izah etmişler­dir. "Ey Muhammed, sana helal olduğunu zikrettiğimiz hanımlar dışındaki ha­nımlarla evlenmen helal değildir." Bu izah tarzına göre, Resulullahın, bu sure­nin ellinci âyetinde zikredilen hanımlar dışındaki kadınlarla evlenmesi yasak­lanmış fakat bu zikredilen hanımlar gibi kadınlarla evlenmesi serbest bırakıl­mıştır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Mücahid ise bu ayeti şu şekilde izah etmiştir: Müslüman olmayan kadın­lar sana helal değildir. Yani Yahudi, Hıristiyan ve müşrik kadınlar sana haram­dır.

Âyet-î kerimede: "Güzellikleri hoşuna gitse de onları başkalarıyla değiş­tirmen caiz değildir." Duyurulmaktadır. Mücahid ve Ebu Rezin âyetin bu bölü­münü şöyle izah etmişlerdir: Ey Muhammed, sen, müslîiman olan hanımlarını, Hıristiyan, Yahudi ve müşrik olan kadınlarla değiştiremezsin. Onların güzelliği senin hoşuna gitse dahi bu böyledir."

Dphhak ise şöyle izah etmiştir: "Ey Muhammed, halen senin nikahın al­tında bulunan hanımlarını, güzellikleri hoşuna gitse dahi başka hanımlarla de­ğiştirmen helal değildir. Yani hanımlarından birini boşayıp yerine başkasını ala­mazsın." Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izah şekline göre Resulullah, kendisiyle beraber kalmayı tercih eden hanımlarım boşayıp yerlerine başka ha­nımlar alamayacaktır. Ancak bu hanımlarının üzerine başka hanımlarla evlen­mesi mümkündür. Nitekim Hz. Aişe (r.anh.) şöyle demektedir:

"Resulullah (s.a.v.) vefat etmeden önce kadınlar ona helal kılınmıştı. (Ya­ni kadınlardan dilediği ile evlenebilirdi.) [66]

Taberi bu âyet-i kerimenin, bundan önce geçen ellinci ve elli birinci ayet­lerle izahını bağdaştırabildiği için bu son âyetin neshedildiğini iddia etmenin doğru olmayacağım söylemiştir.

Fakat bir kısım âlimler, bundan önce geçen âyetin bu âyeti neshettiğini, dolayısıyla Resulullahın, dilediği kadınla evlenmesinin serbest bırakıldığını söylemişlerdir. [67]

 

53- Ey iman edenler, Peygamberin evlerine, yemeğe davet edilmeksi­zin girip de yemek vaktini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yeyince de hemen dağılırı. Orada sohbete dalmayın. Çünkü bu ha­reketiniz Peygambere eziyet veriyordu. O da size birşey söylemekten utanı­yordu. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımla­rından birşey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davran­mak, gerek sizin kalbiniz gerekse onların kalblcri için daha temizdir. Sizin, Peygambere eziyet etmeniz ve ölümünden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyyen caiz değildir. Şüphesiz ki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır.

Bu âyet-i kerimeye "Hicab âyeti" denmekte ve nüzul sebepleri hakkında çeşitli rivayetler zikredilmektedir. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:

Bu âyet-i kerimenin, Resululullahm, Zeyneb Bint-i Cahş'la evlenmesi sı­rasında düğün yemeği verirken, sahabilerin geç vakitlere kadar oturmaları üzeri­ne nazil olduğu rivayet edilmektedir.

Enes b.Mâlik diyor ki:

Ben bu ayetin nüzul sebebini çok iyi biliyorum. Zeyneb Bint-i Cahş (r. anh.) Allah tarfmdan Resullulaha hediye edilince (onunla evlenmesini emredin­ce) Resullullah ile Zeyneb bir araya geldiler. Resullalah yemek yapıp insanları1 yemeğe davet itti, Onlar oturup konuşmaya daldılar. Onlar oturup konşurken Resulullah (s.a.v.) dışan çıkıp içeri giriyordu. Bunun üzerine Allah teala: "Ey iman edenler...perde arkasından isteyin.," âyetini gönderdi. Artık bundan sonra kadınlarla erkekler arasına perde çekilir oldu. (Haramlık selamlık başladı) <25>

Diğre bir görüşe göre ise Enes b Mâlik şöyle diyor:

Resullah (s.a.v.) Zeyneb Bİnt-i Cahş ile evlenince insanları düğün yeme­ğine edavet etti. İnsanlar yemek yedikleri sortra oturup konuşmaya başladılar Resullullah kalkıp gidecek gibi oldu. Fakat oturanlar kalkıp gitmediler. Resulul­lah bu durumu görünce kalkıp dışan çıktı. Oturanların bir kısmı da onunla bera­ber kalkıp gittiler. Fakat içlerinden üç kişi oturmaya devam ettiler. Kesulullah içeri girmek istedi. Ben de koşup Resulullaha herkesin gittiğini söyledim. Resu­lullah gelip içeri girdi. Ben de içeri girmek istedim Resulullah benimle kendi ansna perde çekti. Bunun üzerine Allah teala bu âyeti gönderdi. [68]

Enes b. Mâlik diğer bir rivayette bu âyetin nüzul sebebi olarak I iz. Ömer'in Resulullahtan hanımlarını örtmesini istemesini zikretmiş ve şöyle diniştir.

Ömer (r.a) dedi. ki: Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, senin yanına takva sa­hibi de giriyor fâtir de giri>or. Müminlerin annelerine emretsen araya perde çekse­ler nasıl olur? Bunun üzerine Allah teala hicab âyetini (Kadınlarla erkeklerin arası­na perde çekilmesini emreden âyeti) indirdi. [69]

Âyet-i kerimede, müminlerin, izinsiz olarak Resuluflahın evine girmeme­leri, yemek için davet edildiklerinde yemek yedikten sonra oturup sohbeti uzat­mamaları, Peyamberin hanımlarından birşey istendiğimde, perde arkasından is­lenmesi ve Peygamber (s.a.v.) in vefatından sonra onun hammlanya cvlenilc-meyeceği beyan edilmektedir. [70]

 

54- Siz birşeyi açığı vursanız da gizleseniz de şüphesiz ki Allah, her-şeyi çok iyi bilendir.

Ey insanlar, sizler herhangi birşeyi dilinizle açığı vursanız da veya içiniz­de gizleseniz de Allah onu bilir. Zira o herşeyi çok iyi bilendir. Sizlerin açığa vurduğnuz günahları da görür ve bilir gizlice yaptığınız kusur ve hatalamızı da bilir ve sizleri yaptıklarınızdan hesaba çeker. [71]

 

55- Mümin hanımların, babalarına, oğulllarma, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kı.şkardcşlcrinnin oğullarına, mümin hanımlara ve sahibolmduklan cariyelere görünmelerinde hiçbir güneh yortur. Ey mü­min hanımlar, Allahtan korkun, şüphesiz ki Allah herşoyc şahittir.

Taberi bu âyet-i kerimenin şu iki şekilde izah edildiğini zikretmiştir. Bunlardan biri Mücahidin görüşüdür, ve şöyledir: "Peygamberin hamlarının, ba­balarına, oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kızkar-deşlerinin oğullarına, kendileri gibi mümin olan kadınlara ve ellerinin altında bulunan kölelerine karşı dış örtüleriyle Örtünmemelerinin bir mahzuru yortur. Mümin kadınlar adıgeçen bu insanların yanında çarşafsız olarak bulunabilirler.

Bu görüşlerden biri de Katadenin görüşdür ve izahı şöyledir: Peygambe­rin "e müminlerin hamlarının, babalarına oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kızkardeşlerinin oğullarına, kendileri gibi olan mümin kıdınlara ve elleri altında bulunan kölelere karşı aralarına perde çekmemelerin­de bir mahzur yoktur."

Taberi bu âyet-i kerimenin, kadınlarla namahrem erkekler arasına perde çekilmesini emreden âyetin hemen arkasından gelmsesi hasebiyle bu son izah şeklini tercih etmiştir.

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

Perde çekilmesini emreden âyet indikten sonra Ebi Kuays' in kadeşi Ef-lah bana geldi. Dedim ki: "Ben, Resulullahtan izin almadıkça seni içeri alamam. Zira beni Ebi Kuays emzirmedi, Beni Ebi Kuays'ın hanımı emzirdi. " Bundan sonra yanıma Resulullah geldi. Dedim ki: "ey Allanın Resulü, Ebu Kuays'ın kardeşi Eflah, benden, içeri girmek için izin istedi. Ben, sana sormadan onun içeri girmesine izin vemıedim. "Bunun üzerine Resuiullah şöyle buyurdu: "Am­canın, yanına gelmesine izin vermene engel nedir?" Dedim ki: "Ey Allanın Re­sulü, adam beni emzirmedi ki.beni Ebu Kuays'ın hanımı emzirdi." Resulullah şöyle buyurdu:" Onun, yanına grimesine zin ver Allah hayınnı versin o senin amcandır. [72]

 

56- Muhakkak Allah, Peygambere rahmet bahşeder Melekler de onun için dua ederler., Ey iman edenler siz de ona salât ve selamda bulu­nun ve ona tam bir teslimiyetle boyun eğin.

Allah teala bu âyet- i kerimede, Peygamberi Hz. Muhammedin kendi nezdinde ve yüce varlıklar olan Melekler katında üstün bir makamı olduğunu bildiriyor. Kendisinin Hz. Muhammed (s.a.v.) i övdüğünü, Meleklerin de onun için duada bulundurklannı bildiriyor ve yeryüzünde yaşayan biz insanların da onu övmemizi emrediyor.

Âyet-i kerimede "Salât" kelimesi geçmektedir. Bu kelime, Allaha isnad edildiğinde 'Rahmet", Meleklere isnad edilginde "Dua ve af dileme" anlamına gelmektedir.

Abdullah b. Abbas ise bu kelimenin burada "Tcrbirk eteme ve övme" mânâsına geldiğini söylemiştir.

Kâb'b b. Ucre diyor ki:

"Ey Allanın Resulü, sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz. Sana salavat nasıl getirilir? Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Deyin ki" AHahümme Salli Alfı Muhammedin ve Alâ Âli Muhmammcdin Kema salleyte Alâ îbrahime İnnnekke Hamidün Mecid.-AHahümme bârik Alâ Muhammedin ve alâ hali Mu­hammed. Kema börekte alâ İbrahime inneke hamidün mecid "Ey Allahım, sen, Muhammede ve ailesine, İbrahime merhametli davrandığın gibi merhametli davran, Şüphesizi ki sen, çok övülensin çok şereflisin." "Eş Allahım, sen, Mu­hammed ve ailesini, İbrahimi mübarek kıldığın gbi mübarek kıl. Şphesiz ki sen, çok övülensin, çok şereflisn. [73]

Peygamber efendimize salavat getirmenin fazileti hakkında birçok Hadis rivayet edilmektedir. İmam Şafii bu âyete ve,Hedis-i Şeriflere dayanarak, na­maz kılarken son tahiyyatta "AHahümme Salli ve Allahümme Barik" okunanın farz olduğunu söylemiştir.

Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadtr:

Kim bana bir defa salavat getirirse Allah ona on defa salavat getirir ve on hatasını bağışlar. [74]

Peygamberimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Kim bana salavat getirirse, bana salavaüt getirdiği müddetçe Melekler de ona salavat getirirler. Kişi salavatı isrterse çoğaltsın isterse azaltsın.

Başka bir Hadis- Şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"Cimri o kimsedir ki ben yanında anılırım da bana salavat getirmez." Peygamberimiz yine bir Hadis- Şerifinde de şöyle buyuruyor:

"Yanında zirred ildiği m halde bana salavat getirmeyenin bumu yere sürül­sün, Ramazan gelip çıkıncaya kadar kendisini affettiremeyen adamın bumu yere sürülsün» Baba ve annesi yanında yaslandığı halde onların vasıtasıyla (oniann duasiyla) cenneti kazanamayanın burnu yere sürülsün. [75]

 

57. Şüphesiz Allaha (karşı gelen) ve Resulüne c/.iyct edenleri AH lalı dünyada da âhirette de lanetlemiş ve onlar için hor ve hakir yapan bir azap hazırlamıştır.

Allanın emir ve yasaklarına karşı çıkarak ona isyan eden ve Resulünün evliliğine dil uzatarak ona recide edenleri Allah, dünyada da âhirette de lanete uğratmış ve onları hor ve hakir düşüren bir azap hazırlamıştır. O azap ta cehen­nem azabıdır.

Âyette zikredilen "Resulullaha eziyet" ten maksat, Resulullahın Safiye ile evlenmesine dil uzatılması hadisesi olduğu rivayet edilmektedir. [76]

 

58- Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları birşeyden ölürü c/.iyct edenler, şüphesi/ İftira (etmişler) ve apaçık bir günah yüklen­mişlerdir.

Bu âyet-i kerime, mümin erkek ve mümin kadınlara, yapmadıkları şey­leri isnad ederek onlara iftirada bulunan veya onları ayıplamaya çalışan yahut onların itibarını üüşümek isteyen, kâfir, münafık ve zındıklar! yermekte ve onhı-nn, bu halleriyle büyük günah işlediklerini beyan etmektedir.

Bir kısım beyinsizler, müminlerin seçkinleri olan Sahabe^ Kirama çeşitli şekillerde dil uzatmışlar ve onların şahsiyetlerini rencide etmeye çalışmışlardır. Peygamber ethedimiz bu şekilde davarananlara hitaben buyuruyor, ki:

"Sahabiler hakkında Allahtan korkun Allahtan, Şahabilerim hakkında Al­lahtan korkun Allahtan. Benden sonra onları hedef edinmeyin Onlan seven beni sevdiği için onlan sevmiş olur. Onlara buğzeden de bana buğzeltiği için onlara buğzetnıiş olur. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş olur. Bana eziyet veren de Allaha eziyet etmiş olur, kim de Allah eziyet ederse Allanın onu yakalamasaı pek yakındır. [77]

 

59- Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımları­na söyle (Herhangi bir  ihtiyaç için dışarı çıkarken) dış örtülerini üzerleri­ne alıp örtünsünler Bu onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edil- ' memeleri için daha uygundur. Allah, çok bağışlayan, çok mehamet eden­dir.

Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, herhangibir ihtiyaçları için dışarı çıktıkları zaman elbiselerini, cariyetlerin kıya­fetlerine benzetmesinler. Saçlarını ve yüzlerini açmasınlar. Dış örtüleriyle ör­tünsünler ki fâsık olanlar onları rahatsız etmesin. Allah, çok affeden ve çok . merhemetli olandır.

Bu âyet-i Kerime ve Nur Suresinin otuz birinci âyeti kerimesi, mümin ka­dınların örtünmelerini emreden âyetelerdir.

Bu âyet-i Kerimede, kadınların, dış örtüleryle örtünmeleri em red i ilmekte­dir. "Dış örtüsü" diye tercüme edilen "Cilbaba" kelimesi, Abdullah b. Mes'ud,. Ubeyde es- Sclmanî, Katade, Hasan-ı Basmrî, Saidb. CÜbeyr, İbrahim en-Nehaî ve Atfı el-Horasâî, ye göre, böşürtüsünü üstünden örtünlen "Aba" "Cüb-be" demektir, bu gibi örtülerle kadınların, yüzlerini 6de örtme zorunda olup Ol­madıkları hususunda iki görüş zikredilmektedir:

Ali b. Talha, Abdullah b. Abbasın bu âyeti kerimeyi şöyle izah ettiğini bildirmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah, müminlerin kadınlarına, bir ihtiyaçları için dışan çıktıklarında, başlarının üzerinden örtecekleri örtüleriyle yüzlerini örtmelerini ve sadece bir gözlerini açmalaraını emretmektedir."

Yine, Muhammed b. Şîrîn diyor ki: "Ben, Ubeyde es- Selmâni'ye bu âyet ten sordum. Ubeyde başını ve yüzünü örttü, Sadece sol gözünü açık bıraktı ve âyetin, o şekli ifade ettiğini söyledi."

Abdullah Abbastan nakledinlen diğer bir görüşe göre, kadınlar bu örtüle­riyle kaşlarının üstüne kadar olan bölümü Örterler.

İk-rime ise, kadının bu tür örtülerle boyun ve boğazını da örtmek zorunda oldğunu söylemektedir. Cariyelerin ise sadece başörtüieriyle yetinmelerinin bir mahzuru yoktur. [78]

 

60- Yemin olsun ki, eğer münafıklar, kalblcrindc hastalık bulunan­lar, Mcdincyi yalan haberleriyle ayağa kaldıranlar, bu hallerinden vezgeç-mczlcrsc mutlaka seni başlarına musallat ederiz: Sonra orada sana ancak çok az bir zaman komşuluk cdbilirlcr.

Yemin olsun ki, kâfirlerliklerini gizleyip kendilerini mümin gösteren mü­nafıklar, kainlerinde zina etme ve fısk-u fücur işleme hastalığı bulınanlar ve Medineyi dedikodularıyla karıştıranlar bu huylarından vazğçmezlerse, Ey Mu­hammed, mutlaka seni onlara musallat edeceğiz. Seni onlara galip getireceğiz. Sonra onlar sana Medinede pek az bir zaman komşuluk edebileceklerdir. [79]

 

61- O az zamanda da lanetlenmiş olarak kalırlar. Nerede bulunur­larsa bulunsunlar derhal yakalanırlar ve kıyasıya öldürülürler.

Münafıklar Mcdinede lanete uğratılmış olarak kalacaklar, nerede bulu­nurlarsa yakalanacaklar ve kıyısıya öldürüleceklerdir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, hicret diyarı olan Medine-i Münevvere­nin, münafıklardan ve kalblerinde hastalık bulunan mücrimlerden arındıracağını haber veriyor. Bu ilahi haber gerçekleşmiştir. Zira , Resululluhın da buyurduğu gibi[80]

Medine-i Münevvere bir körüğe benzer. Posaları dışan atargüel olanları ise parlatır. [81]

 

62- Daha öncekiler hakkında Allanın kanunu budur. Elbette ki sen, Allanın kanununda bir değişme bulamazsın.

Evet, Allahın, nifak ve inkârlarlannda ısrar eden münafıklar hakkında sü­regelen kanunu budur. İman ehlini onlara musallat eder ve onlan kahrettirir. Ey Muhaemmed, sen, Allahın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. [82]

 

63- Ey Muhammcd, insanlar sana kıyametin ne zaman kopacağını so­ruyorlar. Sen onlara şöyle de: "Onun bilgisi ancak Allahın katındadır. Ne bilirsin belki de kıyamet çok yakındır.

Allah îeala bu âyet-i kerimede, Peygamber (s.a.v.) in, kıyametin ne za­man kopacağını bilemeyeceğini, insanlımı bu hususta soru sormalarının da boş şeyler olduğunu beyan-etmektedir. Zira kıyametin ne zaman kopacağını sadece kendisi bilmektedir. Kuyamet aniden dekopabilir. [83]

 

64-65- Şüphesiz ki Allah, Kafirleri lanetlemiş onlar için alev alev ya-nanbir ateş hazırlamıştır. Onlar orda ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.

Şüphesiz ki Allah, kâfirleri, hertürlü hayırdan ve rahmetinden uzaklaştır-nıış, onlar için âhirette ebedi olarak içinde kalacakları, alev alev yanan bir ce­hennem hazırlamıştır. Onlar ne kendilerini koruyacak bir dost bulabilecekler ne de Allahın azabından kurtulabilecek bir yardımcı bulabilceklerdir. [84]

 

66- Yüzleri ateşe çcvirildiği gün onlar: "Keşke Allaha itaat etseydik,-Peygambere itaat etseydir." derler.

Allah teala bu âyeti kerimede, kâfirlerin, cehennem ateşine çevirilerek yakılacakları zaman nasıl pişman olacaklarını, Allah ve Resulüne itaat etmiş ol­mayı temenni edeceklerini beyan ediyor. [85]

 

67-68- "Ey Rabbimiz, biz, efendilerimize ve büyüklerimize uymuş­tuk, Onlar ise bizi doğru yoldan saptırmışlar. Ey Rabbimiz, onların azabını iki kat ver. Onları büyük bir lanete uğrat." derler

Allah teala bu âyetlerde ise kâfirlerin, suçlarını başkalarının üzerine at­maya çalıştıklarını ve kendilerine uydukları liderlerinin kendilerini saptırdıkları­nı söyleycek lerini bildirmekte ve onların bu tür bahanelerle Ailahın cezaların­dan kurtulamayacaklarını, bu nedenle kemlerini saptıranlara kat kat azap veril­mesini islemekten başka bir çareleri kalmayacağını beyan etmektedir. [86]

 

69- Ey iman edenler, Musaya eziyet edenler gibi olmayın, Allah, Mu-sayı onların iftiralarından temize çıkardı. O, Allah nezdinde itibarlı bir kul idi.

İsrailoğuiları Hz. Musa hakkında bir takım dedikodular yaparak ona ezi­yet etmişlerdir. Bu dedikoduları, onun hakkında "Fıtıklı" Alaca hastalığına ya­kalanmış" veya "Kardeşi Harunun katili" gibi zözler söylemeleridir.

ResuluHah (s.a.v.) buyuruyor ki:

"İsrailoğullan, çıplak olarak yıkanır ve birbirlerinin edep yerlerine bakar­lardı. Hz. Musa ise bunlardan uzak durur ve tek başına yıkanırdı. Bu sebeple İs­railoğullan aralarında şöyle konşuflardı. "Vallahi Musanın bizim aramızda yı­kanmasına engel olan şey onun yumurtalarında fıtık olmasıdır. "Bir defasında Musa yine yıkanmaya gitmiş, çıkardığı elbiselerini de bir taşın üzerine koymuş­tu. Taş, Musanın elbisesini alıp kaçmaya başladı. Musa, taşın peşinden hızla ko­şarak: "Taş elbisemi bırak. Taş elbisemi bırak." diye bağırıyordu. İsrailoğullan Musaya bakıp onu çıplak bir vaziyette gördüler ve "Vallahi Musada birşey (has­talık) yokmuş, "dediler. Bunun üzerine taş durdu. Musa elbiselerini aldı ve taşı dövmeye başladı. [87]

Resulullah (s.a.v.) diğer bir Hadis-i Şerifnde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Musa çok haya sahibi ve kendisini örtmeye çok dikkat eden bir ki­şiydi. Hayasından dolayı derisinden birşey gözülmezdi. İsrailoğullanndan bazı­ları şunu söyleyerek ona eziyet etmişlerdi:

"Bunun bu kadar örtünmesi ancak derisindeki bir ayıptan dolayıdır. Bun­da ya alaca hastalığı var veya yumurat fıtığı var yahut da başka bir dert van " Allah teaia Musayi bunların iftiralarından arındırmak istedi. Musa birgün yal-nızbaşına kaldığı elbiselirini çıkardı ve bir taşın üzerine koydu. Sonra yıkandı. Yıkandıktan sonra elibiselerini almaya gitti. Taş, elbiseleri alıp kasmaya başla­dı. Musa asasını alıp taşın peşine düştü ve ona:"Ey taş elbisemi bırak, ey taş el­bisemi bırak." Dedi. Fakat taş, İ s rai loğll arının içine girinceye kadar gitti. İsrai-loğuulları Musayı çıplak olar gördüler. Onun vücudunun çok güzel olduğunu bizzat gözleriyle görmüş oldular. Taş orada durmuştu. Musa elbiselerini alıp giydi ve âsâsıyla taşa vurmaya başladı. Allaha yemin olsun ki taşta Musanın âsâsınun eseri olarak iki üç veya dört tane iz meydana gelmişti. İşte Allah teala-nm: "Ey iman edenler, Musaya eziyet edenler gibi olmayın. Allah Musayı onla­rın iftiralarından temize çıkardı. O, Allah nezdinde itibarlı bir ku idi." sözü bunu açıklamaktadır. [88]

Hz. AIİ(r.a.) bu âyet-i izah ederken şöyle demiştir: "Musa ile Harun bir-likta dağa çıkmışlar Harun orada vefat etmiştir. İsrailoğuiları Musaya : "Onu sen öldürdün. O, bizi senden daha çok seviyor ve bize senden daha yumuşak davranıyordu." dediler. Ve böylece Muusaya eziyet etmiş oldular. Alla, Melek­lerine emrederek Hanımı getirtti İsrailoğullanna gösterdi. Melekler Hanınım kendiliğinden öldüğünü bildirdiler. Böylece Allah, Hz. Musayı onların iftirala­rından kurtardı.        [89]      

 

70-71- Ey iman edenler, Allahtan korkun ve doğru söz söyleyin ki Al­lah ta amellerinizi salih kılsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allaha ve Resulüne itaat ederse, şüphesiz o en büyük kurtuluşa ermiş olur.

Ey iman edenler, Allaha karşı gelmekten konkun ki cezalandırmasına la­yık olmayasınız. Aliahin Peygamberi ve müminler hakkında doğru sözler söyle­yin, Bâtıl iddialarada bulanmayın. Böylece Allah sizleri, salih ameller işlemeye muvaffak kılsın , davranışlarınızı yüceltsin, günahlarınızı affedip onlardan dola­yı sizi cezalandırmasın, Kim, Allahın emirlerini tutup yasaklarından kaçınacak olursa şüphesiz ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuş olur. [90]

 

72- liiz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik te onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki insan, çok zalim ve çok cahildir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, göklere yere ve dağlara vereceği emaneti yüklenmelerini teklif ettifini fakat bunların, emaneti yülenmekten doğacak mes' uliyetten korkarak onu yüklenmekten kaçındıkalannı buna mukabil sonucunu neye varacağını idrak edemeyen cahil insanın, bu emaneti yüklenmeyi kabu etti­ğini ve böylece kendisine ağır yükler yükleyerek zulmettiğini beyan ediyor.

Âyette zikredilen "Emanet" den neyin kastedildiği hakkında farklı görüş­ler zikredilmiştir.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki emanet, Aliahın, kullanna ver­miş olduğu emanettir. Bu da Allahın, kullanna emrettiği farzlar veya kulların­dan istediği itaat yahut kullarına gönderdiği diri veya kulun, cünüplükten yıkan­ması yahut kadının, kenisine bir emanet olan iffitini koruması veya Allahın koy­duğu cezalardır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu emanetler Âdeme arzedildi ve ona:" "Bunlan al, eğer bunlara itaat edersen seni bağışlanın, şayet ihanet edersen sa­na azabederim."denildi. Âdem:" ettim." dedi. Ancak kabul ettiği gün ikindi vak­tiyle gecesi arasında hata işledi."

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise buradaki "Emanet" den maksat in­sanların birbirlerine emanet ettikleri şeylerdir. Zira kul hakkı tevbe etmekle ödenmez ancak hak sahibinin hakkını helal etmesiye ödenmiş olur. Bu itibarla insanlığın yüklendiği, ağır bir yüktür.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur.:

Şehidin her günahı affedilir. Ancak bocu (kul hakkı) hariç. [91]

Diğer bir rivayette: "Allah yolunda öldürülmek herşeyi affettirir. Borç (kul hakkı) hariç." buyurulmuştur. [92]

Taberi buradaki "Emanef'den maksadın, "bütün emanetler" olduğunu, hem Allanın kullarına gönderdiği dini emanetleri hem de kulların birbirlerine verdikleri emanetleri kapsadığını söylemiştir. [93]

 

73- Bunun neticesi olarak Allah, münafık erkeklere ve münafık ka­dınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azab cedccck, mümin er­keklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul edecektir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir,

Allah, emaneti insana yükledi ki buna ihanet eden münafık erkek ve ka­dınları, müşrik erkek ve kadınları, hak ettikleri cezaya çarptırsın, Emanet riayet eden mümin erkek ve kadınların da tevbelerini kabul edip günahlarını bağışla­sın. Allah, çokça affeden ve çok merhamet edendir. [94]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/467-468.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/469.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/469.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/469.

[5] Tirmizî,K. Tefsir d-Kur'an. Sure 33, bab: 1, Hadb no: 3199 Ahmed b. Hanbel, MUsned, C.l S.268.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/470-472.

[7] Buharı, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 33, bab: 2

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/472-473.

[9] Buharî, K.el-lman, bab: 8 / Müslim, K.el-îman, bab: 70, Hadis no: 44

[10] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure 33, bab: 1 / Müslim, K.el-Feraiz, bab: 15, Hadis no: 1619 / Ebu Davud, K.el-İman, bab: 15, Hadis no: 2954

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/473-474.

[12] Şura Suresi, âyet: 13.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/475.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/475.

[14] Müslim, KxI~Cihad, bab: 99, Hadis no: 1788.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/476-479.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/479.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/479.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/480.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/480-481.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/481

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/481-482.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/482.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/482.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/483.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/483-484.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/484.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/485.

[27] Bakara Suresi, âyet: 214

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/485.

[29] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure 33, bab:3

[30] Buhari, K.el-Magazi, bab: 17 /Timüzî, K.Tcfsir el-Kur'an, Sure: 33, bab: 2-3, Hadis no: 320i.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/486-487.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/487.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/487-488.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/488.

[34] Buhari, K.el-Magazi, bab: 30

[35] Buharı, K.el-Magazi, bab:30

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/488-490.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/491.

[38] Tİrmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 33, bab: 7, Hadis no: 3204.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/491492.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/492.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/493.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/493.

[42] Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 33,bab: 7, Hadis no: 3205

[43] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sure, 33, bab: 7, hadis no: 3206.

[44] Tirmizi, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 33, bab: 9, Hadis no: 3207-3208.

Bu hususta merhum Elmaülı Muhammed Hamdı Yazır, "Hak Dini Kur'an Dili" adlı eserinde şöyle diyor: "Fakat ne tuhaftır ki Şia, âyetin mevzuunu teşkil eden ezvac-i Tahiratı dahi hesaba katmayarak ehl-i beyt'in, Hz Peygamberin kendisiyle, Ali, Hasan, Hüseyin, Falıma, radiyallahi anhüma'dan ibaret olduğunda ısrar etmek istemişler ve bu yüzden Tarih-i İs­lam'da çok büyük gürültüler koparmışlardır. "Selman bezden ve ehl-i heyttendir." Hadisiy-\c, intİsab-ı mahsus ile Selman bile ehl-i beytten sayıldığı halde peygamberle beraber bey-lııtet eden (gece gündüz beraber olan) ezvac-ı tâhiratın (Peygamberin temiz hanımlarının) ehl-i beytten hariç sayılması ne garip bir taassuptur! (Hak Dini Kur'an Dili, C.6, S .3892)

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/494-496.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/496.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/497.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/497-498.

[49] Buharı, K.ol-Menakıb, bab: 18 /Müslim, K.el-Fadail, bab: 20-23, Hadis no: 2286-2287 / Tirmizî, K.ol-Menakıb, bab: 1, Hadis no: 3613 / Ahmed b. Hanbcl, Müsncd, C.5, S.137.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/498-500.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/500.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/500-501.

[52] Tirmizî, K.er-Rüya, bab:2. Hadis no: 2272 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, S.267.

[53] Tirmizî, K.es-Siyer, bab: 5, Hadis no: 1553

[54] Buharı. K.el-Menakıb. bab: 17 / Müslim, K.el-Fadail. bab: 124-125, Hadis no: 2354.

[55] Buhari, K.el-Edeb, bab: 18 / Müslim, K.et-Tevbe, bab: 22, IIHadis no: 2754.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/501-503.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/503.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/503.

[58] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 48, bab: 3.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/503-504.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/505.

[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/505.

[62] Buhari, K. ct-Talak, bab:3

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/505-506.

[63] Nesi K. I’şref^ünnisa, bab: 2/İbn-i Mace, K. en-Nikah, bab: 47

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/506-507.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/507-508.

[65] Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 33,bab: İ9 Hadis No 3216

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/508-510.

[66] Buhar!, K. Tefsir el- Kur'an sure: 33, bab: 8

[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/510-511.

[68] Buharı, K. Tefsir el- Kuran sure: 33,, hah: 8

[69] Buharı, K. Tefsir el- Kuran sure: 33,, bah: 8

[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/512-514

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/514.

[72] Bulum, K. Tefsir el, Kuran sure: 33, balı: 9

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/515-516.

[73] Buharı, K. Tefsir el- KurU'an sure,: 33, bab: 10/Müslim K. es- salah, hah: 66, II7N? 406

[74] Ahmcd b. Hambel, Müsned, C: 3 S. 102,261

[75] Timıizî, K. ccl-Dfivflt, hah: KM. ilmi» No 3545/Ahmed b. Ilanbcl Müsncd C. 2 -S. 254

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/516-518

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/519.

[77] Tirmizî. K. el- Mcnakıb. bab: 59. Hadis No 3862/Ahmcd b. Ilambd, Müsncd C.4 S. 87, C.5S. 54,5

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/519-520.

[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/520-521.

[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/521.

[80] Buhaıî, K. Fııdail d-Mcdinc. hah: 10

[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/522.

[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/522.

[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/523.

[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/523.

[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/523-524.

[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/524.

[87] Müslim, K. cj Fudail, hfih: 155 , II:ıdis NoO 339

[88] Tirmizi, K. Tcfis r el- Kur'an, sure: 33, bah: 23. Hadis No 3221

[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/524-526.

[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/527.

[91] Müslim, K. cl-Jınuna, bab: 119, Hadis No 1886

[92] Müslim. K. cl-lmana, bab: 119, Huclis No 1H86

[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/527-528.

[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/528.