Ölüm Sonrası Dirilişin İsbatı Ve Bunu Gerektiren Sebeplerin Açıklanması
Allah'tan Başkalarını Şefaatçi Edinen Müşriklerle Yapılan Tartışma
Müşriklerin Davranışları Ve Tutumları
Kafirlerin Dünya Ve Ahirettekî Bazı Durumları
Altıncı ayeti hariç,
bu surenin tamamı Mekki'dİr. Bazıları bu ayetin Mekkî, bazıları ise Medenî olduğunu söylemişlerdir. Sure,
54 ayettir. Ana tema, ölüm sonrası diriliştir. Ayrıca surede müşriklerle, amel
ve inançları hususunda, özellikle ölüm sonrası diriliş hakkında
tartışılmaktadır. Bu arada ibret ve teselli için bazı kıssalar da
anlatılmıştır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar kendisinin olan
Allah'a mahsustur. Hamd, ahirette
de O'na mahsustur. O, hakimdir, her şeyden hcbardardır.
2- Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya
yükseleni bilir, O, merhametlidir,, magrifet
sahibidir.
3- İnkâr
edenler: "Kıyamet bize gelmeyecektir" dediler. Ey Muhammedi De ki:
"Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbime and
olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar
olanlar bile O-nun ilminin dışında değildir. Bundan
daha küçüğü ve daha büyüğü de şüp-' hesiz apaçık Kitab'tadır!'
4-5- Allah'ın, inanıp yararlı iş işleyenlere —ki onlar
için mağfiret ve cömertçe verilmiş nztk vardır— ve
ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara —ki onlara iğrenç ve can
yakıcı azab vardır— işlerinin karşılıklarını vermesi
için Kıyamet saati gelecektir,
6- Kendilerine ilim verilenler, sana Rabbİnden indirilenin hak olduğunu, güçlü ve hamde layık olanın yolunu gösterdiğini bilirler.
7-8- İnkâr edenler, insanlara: "Size, siz parça parça dağılıp yok olduğunuz zaman yeniden dirileceğinizi
haber veren bir adam gösterelim mi? Allah'a karşı yalan mı uyduruyor, yoksa
kendisinde delilik mi vardır?" derler. Hayır; ahirete
inanmayanlar, azabta ve derin bir sapıklık içindedirler.
9- Önlerinde ve ardlarmda
olan göğü ve yeri görmezler mi? Dilesek. onları yere geçirir veya göğün bir
parçasını başlarına indiririz. Bunlarda, Allah'a yönelen her kul için dersler
vardır. [2]
İçine girer. Onda
yükselir, Gaip olmaz. Küçük küçük parçalara
ayrıldınız. Yere batırırız.Parçalar halinde. Rabbine dönen, Aciz bırakan geçip geride koyan, mağlub
edenler. [3]
Mekki bir sûre olan Sebe' sûresi
bu ayet-İ kerimelerle başlamış o!du. Bu sûrede ölüm
sonrası dirilişin isbatıyla ilgilenilmekte-ve bu
dirilişi inkâr eden-ler'redded.ilmektedir ki, bunu
sûrenin baş kısmında da anlatmıştık. Bu ayetlerden maksat ölüm sonrası
dirilişin isbatidır. K.Ttlu
ve yüce olan Allah gayet dakik güze! ve mükemmel bir girişle bu konuyu açmış
oldu. Yüce Allah'ın nimetleri iki sınıfa ayrılarak Özetlenebilir: Bunlardan birijcad edip dünyaya bırakma ve yaşatma nimetidir. Diğeri
İse bu nimetleri yok ettikten sonra yeniden meydana getirerek ahirette devam ettirmek nimetidir. Görüldüğü gibi hamd ile başlayan sûreler Kur'an-ı
Kerim'de 5 tanedir. Bunlardan ikisi Kur'an-ı Kerim'in
ilk yarısında bulunan'En'am ve Kehf
sûreleridirler. İkinci yarıda da iki sûre vardır ki, bunlardan biri Sebe', diğeride Fâ'tır süresidir. Beşincisi Fatiha süresidir ki, Kur'an-ı Kerim'in hem. başına hem de sonuna konulabilir. En'am sûresinin başında icad
nimetine işaret edilmektedir "O'dur sizi çamurdan yaratan". Kehf sûresinin başında da varlığı devam ettirme nimetine
işaret edilmektedir: "Kulunun üzerine kitabı indiren Allah'a hamd olsun". Bilindiği gibi dünya; kanunsuz, hakimsiz,
düstursuz ve nizamsız olarak var-hğını devam
ettiremez ve baki kalamaz. Bundan Ötürü bu sûrede Kur'an-j
Kerim'den söz edilmiştir. Sebe' sûresinde ise ölüm
sonrası dirilişe işaret edilmektedir. Bunada şu
ayet-i kerime bir delil.teşkiletmektedir: "Ahirette de hamd O'nadir." FâtiT sûresinin
başında da ahİret hayatının devamlılığına ve bakiliğine
işaret edilmektedir: "Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan
Allah'a hamd olsun". Evet, melekler ancak
kıyamet gününde elçilik görevini yapabilirler. ^'Melekler onları
karşılar". Fatiha sûresi ise hem başlangıcı hem de sonucu anlatır. Bu
sûre, Kur'an'ın evvelinde de sonunda da okunur. [4]
Nimetlerine parelel, lütfuna denk bir övgüyle
Allah'a hamd olsun. Kendisinden başka Tanrı yoktur.
Mutlak Övgü dünyada da, ahİrette de O'na mahsustur.
Hüküm yalnız O'na aittir. Sadece O'na döneceksiniz. Göklerdeki, yerdeki herşeyin mülkiyet, yaratma, kulluk ve tasarrufu kendisine
ait olan Allah'a hamd olsun. Nimetlerin sahibi
yalnızca O'dur. Çünki o herşeyin
malikidir. Şu halde dünyada da, ahirette de hemde lâyık olan O'dur. O herşeyİ
yerli yerince yapan ve her varlıktan haberdar olandır. Toprağa giren ye ona
dahil olan tohumu, suyu, ürünü, hazineyi, defineyi, cesedi ve vb. herşeyi bilir. Aynı zamanda yerden çıkan bitkiyi, ağacı,
canlıyı, suyu, madeni ve taşları da bilir. Göğe çıkan melekleri ve kulların
amellerini de bilir. Bütün bunların yamsıra o çok
bağışlayandır, esirgeyendir. Bu nimetlerin sahibine şükür ve övgü vazifenizi
yerine getirmekte kusur etmeyin. Bundan sonra, Kur'an-ı
Kerim, ahiret hayatını bazı kimselerin inkar edip
nankörlük ettiklerini açıklayarak şöyle bir ifade kullanmıştır: Ölüm sonrası
dirilişi ve ahiret hayatını inkâr eden müşriklerle
kafirler dediler ki: Bize kıyamet saati asla gelmeyecektir! Onların bu
sözlerini Cenab-ı Allah reddederek Peygamberine şu
emri verdi: Ey Muhammed onlara de ki: Ey inkarcılar, kıyamet saati mutlaka'size gelecektir. Bundan sonra Cenab-ı
Allah bu sözünü yeminle te'kid ederek şöyle
buyurmuştur: "Hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı
için o, size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey
O'ndan gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne bundan büyük hiçbir şey yoktur kî
apaçık bir kitapta olmasın". Ey kardeşim benimle birlikte sende şu ayet-i
kerimenin mânâsı üzerinde iyice düşün: "Göklerde ve yerde zerre miktarı birşey O'ndan gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne de bundan
büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın!' Bu ayet-i kerime bir Kur'an'î mucize değil midir?! Çünkü bundan 14 asır evvel
atomun (zerrenin) parçalanmasından söz ediyor. "Biz onlara, ufuklarda ve
kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'an)'m
gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun"[5]
Kıyamet gününün
geleceğini bildirme hususunda Cenab-ı Allah sadece
yemin etmekle yetinmemiş, bilakis buna ilişkin delili de anlatmış ve şöyle
buyurmuştur. "Ki, İnanıp iyi işler yapanları mükâfatlandırsın". Zaten
bundan öncede şöyle buyurmuştu: "Gaybı bilen
Rabbim hakkı için, O, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı
bir şey O'ndan gizli kalmaz". Bu ayet-i kerimelerde Cenab-ı
Allah'ın ilim ile nitelendirilmesinin bilgi sahibi olduğuna dair vasfının
özellikle burada anlatılmasının sırrı ve delâlet vechi
şu olsa gerek: Münkirler ölüm sonrası dirilişin, bedenlerin parçalanıp organların
kaybolması, dolayısıyla imkansız olduğunu düşünüyorlar ve dağılan cisimlerin
tekrar bir araya gelmesine akıl erdiremiyorlardı. Cenab-ı
Allah kendisinin gizliyi, gizlinin de gizlisini, göklerde ve yerde bütün cüz'iyatı bildiğini; kendisinin hikmet sahibi olduğunu, herşeyi yerli yerince yaptığını, iyilik yapanı iyiliğinden
dolayı mükâfatlandırma, kötülük yapanı da kötülüğünden dolayı cezalandırmak
gerektiğini, dünyanın ceza yeri değil de İmtihan yeri olduğunu söyleyerek
münkirlerin iddialarını ve görüşlerini reddetti: "Göklerde ve yerde
bulunanlar hep Allah'ındır (bunları yapmıştır) ki kötülük edenleri,
yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükafatlandırsın'[6]. Ey
Muhammedi Senin Rabbin kıyamet gününde, dünyada iken iman edip salih amel işlemiş olanları cennetle mükafatlandıracaktır.
Bunlar olgunluk ve kemal derecelerinde zirveye ulaşmış olup parmakla
gösterilirler. Çünkü bunlar Allah'a inanıp iyi işler yapmışlardır. Bunlar için
Allah katından bir bağışlanma, hoşnudluk ve bol bir rızık vardır. Minnetsiz ve elemsiz bir ikram vardır. Bu
rızkın sahibi yoksulluk veya ölümle tehdit edilmeyecektir. Bizi aciz
bırakacaklarına, yaptıkları işlerdbn haberdar
olmayacağımıza inanarak ayetlerimizi boşa çıkarmaya çabalayanlar.. Bir kıraate
göre bu ayet-i kerimede geçen kelimesi şeklinde okunmuştur. kelimesi Allah İle
yanşa girenler manasına gelir. Her ne kadar böyle bir şeyi tasavvur etmek
mümkün değilse de bazı kurralar, ayet-i kerimeyi bu
şekilde okumuşlardır. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar, kendi nefislerinde bir
hesap yaparak İslama karşı kurdukları tuzagm iyi sonuç vereceğine ümit bağladılar. Bu inançları
dolayısıyla, haşa Allah'a karşı yarışa giren kimselere benzetildiler.
Bizimle yanşa girercesİne ayetlerimizi iptal etmeye ve boşa çıkarmaya çabalayanlar
için elem verici, en kötü bir azap vardır. Çünkü dünyada yaptığı işlerin
karşılığını görmeleri İçin insanların ölümünden sonra mutlaka diriltil-meferi gereklidir. Buraya kadar anlatılanlar kafirlerin
sözleri ve bu sözlere karşı verilen red cevapları
idi.
Kendilerine ilim
verilen ve güzel sözü söyleme yeteneği olanlar, sana indirilenin hak olduğunu
görürler. Ey Muhammedi Sana indirilen kitap, insanları, güçlü ve her bakımdan
övgüye layık olanın yoluna iletir. Bu kitapta ölüm sonrası dirilişe ve ahiret gününün hallerine dair haberler vardır. Bu kitap
haktır ve içinde hiçbir şüphe yoktur.
Şu kafirlere bak, alay
ederek diyorlarki: Siz, öldükten, vücudunuz paramparça
olduktan sonra yeniden diriltileceğinizi haber veren bir adamı size gösterelim
mi?! Parçalanıp yer altında kaybolduktan sonra diriltilip yepyeni bir varlık
haline mi geleceğiz? Doğrusu bu çok tuhaf bir haldir!
Kafirler böyle
konuşuyor sonrada sözlerine şunları ekliyorlardı: Bu adam (Muhammed) kasıtlı
olarak Allah'a karşı iftirada mı bulunuyor, yoksa aklı karıştığı için ne
söylediğini bilmeyen deli bir adam mı bu?!
Hayır ey kafirler,
sizin kalbinizde ahirete İnanma istidadı yoktur. Amelleriniz
ve sapıklığınız dolayısıyla sizler azapta olacaksınız.
Bunlar kör mü oldular?
Önlerindeki, arkalarındaki, yanlarındaki göklerde ve yerde herşeye
muktedir olan Allah'ın kudretine, büyük küçük herşe-yi
kujatan eksiksiz İlmine delalet eden ve adeta
konuşurcasına şahitlik eden ayetlerle mucizeleri görmediler mi? Yine bu
ayetler; noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'ın; taşkınlık ve azgınlık
ettiği için Karun'u yere batırışı gibi kendilerini de yere batırmaya;
zulmettiklerinden dolayı Eykeli'lere yaptığı gibi
kendilerinin de üzerlerine gökten parçalar düşürmeye muktedir olduğuna
şahitlik etmektedirler. Doğrusu bütün bunlarda, tevbe
edip Allah'a dönen her kul için işaretler vardır. [7]
10-11- "Ey dağlar ve kuşlar! Davud
teşbih ettikçe siz de onu tekrarlayın" diyerek and
olsun ki, ona katımızdan lutufda bulunduk;
"Geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut" diye ona demiri yumuşak
kıldık. Ey insanlar! Yararlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.
12- Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da
bir aylık :ne-safeden gelen rüzgarı Süleyman'ın
buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinîn
izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde
buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
13- Süleyman için, o ne dilerse, mabedler,
heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar
yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin! Kullarımdan şükredenkr pek azdır.
14- Süleyman'ın Ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak
değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi.
O, Ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş
olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı. [8]
Teşbih edin. Te'vip, teşbih demektir. Mükemmel zırhlar.Takdir et,
ölçülü yap. Akıttık.Erimiş bakır pınarı.Sapıyor, uzaklaşiyor.
Mihrap kelimesinin çoğulu olup yüksek bina anlamına gelir. Bilinen mihrab da bu kelimeden alınmadır.Timsal kelimesinin çoğulu
olup heykeller anlamına gelir.Cene kelimesinin çoğulu
olup büyük çanaklar demektir.Cabıye kelimesinin
çoğulu olup içinde su biriken büyük çanaklar demektir. Sabit şeyler. Karada
yaşayan canlı hayvan, ağaç yiyen bir kurtçuk. Değneği. Düştü. [9]
Davud peygamber s-vaşlar asrında
yaşamıştı. Onun çağdaşı olan bazı hükümdarlar arasında çekişmeler olmuştu.
Nihayet kendisine fırsat verilince Calût'u öldürdü.
Allah ona hükümdarlık ve peygamberlik verdi. Sağlam zırhlar yapmak gibi savaşla
ilgili ilimleri ona öğretti.
Biz kendi katımızdan Davud'a büyük bir üstünlük verdik. Bu üstünlük birçok
alanlarda görülmektedir. En göze çarpanı ise bizim ona şöyle deme-mizdir: Ey dağlar Davud'la
birlikte teşbih edin, "Biz dağlan ona râm etmiştik; Akşam-sabah onunla
teşbih ederler (onun yaptığı teşbihle çwlarlar)dj. (Her tara ftan) toplanıp
gelen kuşları da (Ona râm etmiştik). Hepsi onun nağmesine katılır. (Beraber
teşbih ederler)di"[10]. Bu Davud Peygamberin şanının yüceliğine ve sahanının
büyüklüğüne delalet eden bir husustur. Çünkü Cenab-ı
Allah, dağlan onun emrine verip istediğini gerçekleştirmesine yardımcı olmuştur.
O teşbih ederken, dağlarda kendisi ile beraber teşbih eder. O tekbir getirirken
dağlar da kendisiyle birlikte tekbir getirirlerdi.
Biz Davud'a kuşları da râm ettik. Demiri onun için yumuşattık.
Şüphesiz demirin ateşsiz olarak yumuşatılması Davud'a
verilen bir mucize idî. Ve bu da onun durumuna uygun bir ayetti. O ve kavmi
buna şiddetle muhtaç idiler. Biz ona sağlam ve düşmanın saldırısına karşı
kişiyi koruyan zırhlar yapmasını emrettik. Fırın kızıştığı ve savaş
şiddetlendiği zaman ey Davud bu zırhlar seni muhafaza
edecek. Bu zırhları Ölçülü bir şekilde ve güzel birölçüyle
takdir edip doku. Hafif ve sağlam olsunlar, Halkaları peşpeşe
ve birbirine eklenmiş vaziyette olsunlar. cümlesindeki sır da bu olsa gerektir.
Zira serd kelimesi peşpeşe
olma manasını İfade eder.
Ey Davut ailesi,
bundan sonra iyi işler yapın. Zira düşmana karşı sadece maddi kuvvetle muzaffer
olmak ve başarıyı elde etmek mümkün değildin Bilakis nefisleri ayakta tutan,
ruhları temizleyen, tökezlemekten koruyan, nefislerin gizlilikerinden
haberdar olan Allah'a karşı insanı muhafaza eden sa-lih amelleri işlemek gerekir. Zira Allah, görülen ve
görülmeyen alemi bilmekte ve onlardan haberdar olmaktadır. O sizin yapmakta
olduğunuz işi görmektedir. O'na karşı gelmekten sakının.
Biz rüzgarı
Süleyman'ın emrine verdik. Onun emri ile dilediği yere sür1 atle
ve yumuşakça, sükûnet içersinde giderdi. Sabaha kadar bir aylık mesafe, akşama
kadar da bir aylık mesafe giderdi. Yani güçlü, kuvvetli yolcunun bir ayda alabiieceği yolu o bir sabahta yada bir akşamda kat'edebiliyordu. Allah herşeyi
yapmaya muktedirdir. Onun için, erimiş bakır kaynağını da erittik. Ateş
olmaksızın erimiş bakın onun İçin pınar gibi akıttık. Oda bu bakırı kendi amaçlan
uğrunda kullanıyordu. Bu da israiloğulları karşısında
onun için bir mucize oldu.
Doğruyu Aİlah bilir ya, öyle görülüyor ki
Davud Peygamber savaş ve mücadele vermiş, nihayet
mülk ve saltanatı düşmanların elinden kurtarmıştır. Onun dönemi savaş ve
mücadelelerle geçmiştir. Bu nedenle sağlam zırhlar yapmakla meşgul olmuştur.
Süleyman Peygamberin zamanında memleket huzur ve sükunet içersinde idi.
Süleyman Peygamber memleketin etrafını dolaşıyordu. Halkta bina, san'at, ev ve mabetler yapmakla meşguldü. Bu sebeple Cenab-i Allah bakın eriterek, cinleri de emrine vererek
Süleyman'a ihsanda bulundu. Cinler onun için mabedler,
heykeller, geniş çanaklar, yerinden kaldırılamayacak kadar ağır ve büyük
kazanlar yapıyorlardı. Bu kazanlar dağlar gibi yere çökmüş adeta oynatilamayacak kadar büyük idiler. Rab-binin izni ile
cinler Süleyman'ın Önünde ve kontrolü altında çalışıyorlardı. Cinler onun
tehdidi altında tutuluyorlardı. Cinlerden biri Allah'ın emrinden çıkıp sapacak
olunca, ona cehennemin çılgın, alevli ateşinden şiddetli bir azap taddınrdı.
Ey Davut ailesi!
Bunlar, Allah'ın sîze bahşettiği nimetlerin bir kısmıdır. Bunlar geniş ve bol
nimetlerdirler. Kendisine bu nimetler verilen kimse Allah'a şükretsin. Ama
Allah'ın kullarından pek azı şükretmektedirler. Bu şükreden kimseler ne kadar
da azdırlar. Nefisleri saf, kalpleri temiz kimselerin sayısı gerçekten de
azdır. İhsana şükürle, nimete ise hamd ile karşılık
vermek gerekir. "Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür"[11]
Ey İnsanlar Davud ve Süleyman'ın kıssalarından ibret alın. Bunlar RabIerine ibadet edip şükrettiler. Allah da onlara sayısız
nimetlerle ihsanda bulundu. Onların ellerinde mucizeler icra etti...
Biz Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü emir altında çalışan cinler
bilemediler. Yalnız küçük bir kurtçuk onun değneğinin ucundan kemirip yemekte
idi. Nakledildiğine göre ölümünden bir sene sonra Süleyman Peygamber yere
düştü. Düşünce, cinler onun öldüğünü anladılar. Hem kendileri, hem de insanlar,
cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça Öğrendiler.
Eğer onlar gaybı bilselerdi Süleyman Peygamberin
Ölümünü de anında bilirlerdi. Ve içinde bulundukları alçaltıcı azaba da maruz
kalmazlardı. Bu azab kölelik ve emir altında çalışma
azabıdır. Bu ayet-i kerimeden ilham alarak cinler hakkında ve onların gaybı bildiklerine dair söylenen sözlerin kün-hünü öğrenebilelim ki,
saptırıcı fasiklarm vehimlerine maruz kalmayalım. Ey
basiret sahipleri bu kıssalardan ibret alın. Bunlar öğüt ve ibretten başka bir
şey değildirler. [12]
15- Sebe'lilerin yurtlarında
Allah'ın kudretine bir işaret vardır: Sağlı sollu iki bahçe vardı. Onlara:
"Rabbinİzin verdiği nzıktan
yiyin ve O'na şükredin, işte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab"
denmişti.
16- Fakat onlar yüz çevirdiler; bunun için Biz de
üzerlerine Arim selini gönderdik, onların
bahçelerini, buruk yemişli, ılgtnhk ve içinde biraz da
sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
17- İşte böylece, inkarlarından ötürü onları
cezalandırdık.Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?
18- Onlarla, kutlu kıldığımız şehirler arasında,
karşıdan karşıya görünen kasabalar var etmiş, oraları gezilecek belirli konak
yerleri yapmıştık. "Oralarda geceleri ve gündüzleri güven içinde
gezin" demiştik,
19- Ama onlar: "Rabbimiz! Yolculuklarımızın
mesafesini uzak kıl" deyip kendilerine yazık ettiler. Biz de onları efsane
yapıverdik, darmadağın ettik. Doğrusu bunlarda, pek çok sabreden ve çok
şükreden kimseler için dersler vardır.
20- And olsun ki İblis, onlar
hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi
ona uymuşlardı.
21- Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nü fuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan
kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi
gözetip koruyandır. [13]
Arab-i aribe kabilelerinden
biridir. Yemen beldelerinde yaşarlardı. Bunlar bir kök olarak kabul
edilmişlerdir. Arabistan yarımadasında bunların bazı kollan yaşamıştır. Arim seli, arim kelimesi, armet kelimesinin çoğulu olup baraj gibi suyu tutan binaya
denilir. Meyvesi olmayan, sadece tahtasından ve odunundan yararlanılan bir
ağaç. Sedir ağacı. Onları büsbütün parçalayıp dağıttık. Hüccet, delil. [14]
Yüce Allah kendisine
yönelen Mü'minlerin hallerini, Davud
ve Süleyman Peygamberlerin kıssalarını anlatırken açıklamıştı. Burada da
nimete isyanla mukabelede bulunan sapık kafirlerin hallerini açıklamaktadır.
Bunların cezaları mahrumiyet olmuştur. [15]
Sebe'lilerin Yemen'deki meskenlerinde; ölen toprağı canlandıran;
çekirdekten, olgun meyveli ve1 dalları yere yakın ağaçlar çıkaran Allah'ın
kudretinin sonsuzluğuna işaret eden ayetler vardır. Bu ayetler şunlardır:
Beldelerinin sağında ve solunda iki çeşit bahçe vardı. Bazı alimler ayet-i
kerimede geçen sözünü şöyle tefsir ederler: Bu, Sebe'lilerin
kıssasıdır. Onlar Allah'ın nimetine mazhar olmuş bir
kavim idiler. Sonra Hak'tan yüz çevirdiler. Allah'ta kendilerini mahvedecek ve
birliklerini darmadağın edecek azabı üzerlerine gönderdi. Bunda, anlayanlar
için öğüt ve ibretler vardır. Bunu düşüneniz var mıdır?!
Sebe'liler Yemen beldelerinde yaşamış olan bîr kavimdirler.
Orada yüksek kasırlı ve kaleli muazzam şehirler kurmuşlardı. Allah onlara iki
dağ arasında bir baraj yapma düşüncesini ilham etti. Onlar yaptıkları bu baraj
İle vadideki suyu topladılar. Hikmet ve hendese iblgisi
sayesinde o suları diledikleri mecralara akıttılar. Arazileri, bol verim
verdi. Çok miktarda ekin bitirdi. Geniş bahçeler yetiştirdiler. Bu bahçeler
onlara çok miktarda ürünlerle meyveler verdi.
Rivayete göre Sebe'li bir-kadın zembilini başına koyarak bahçeler arasında
geçerken, çok yürümekten dolayı ağaçlardan düşen meyvelerle zembili dolarmış.
Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetler bollaşti.
Hayır ve bereket, üzerlerinden taştı. Rablerinin ihsan ettiği rızkı yediler.
O'nun nimetlerinden yararlandılar. Peygamberlerin lisanlarıyla onlara şöyle
denildi: Bu nimetleri size bahşeden Rabbinize şükredin. Bu toprak parçası,
şüphesiz ki meyveleri ve havası hoş bir beldedir. İçinde fazlasıyla hayır ve
bereket vardır. Bunları size nimet olarak bahşeden Rabbiniz çok bağışlayandır.
Günahları örtendir. Kötülükleri affedendir.
Sebe'lilerin, kendilerini aç iken doyurmasına, korkulu iken güvene
erdirmesine, hoş ve helâl rızikları vermesinekarşilık Allah'a hamd
etmeleri ve nimetlerinden ötürü şükretmeleri gerekirken, onlar doğru yolda
yürümediler. Bilakis Peygamberleri yalanlayıp haktan yüz çevirdiler. Dünya,
içi boş süs-leriyle onları aldattı ve Allah'ın
azabına uğramayacakları ümidiyle baştan çıkardı. Onlar Peygamberlerini yalanladılar,
Peygamberlerin öğütlerine aldırış etmediler. Ey Muhammedi Senin Rabbin onlara,
yaptıklarının karşılığım tattırmak, küfürlerinin akıbetini başka insanlara
ibret olmaları için onlara göstermek İstedi. Onların yaptıkları işleri yapmayı
ve gittikleri yoldan gitmeyi arzu eden kimseler için ibret ve öğüt olsunlar.
Senin Rabbin onların Üzerine Arim Selini gönderdi. Bu
sel onların yaptıkları barajı yıktı. Suları tutan, sulara gem vuran yüksek
binalarım yerle bir etti. Onlar, bu taşkın seli durdura-madılar.
Çöl ortasında coşan bu sel, onların meskenlerini yıktı. Yaşamakta oldukları
vadi kurak bir çöl haline geldi. Artık o çölde ne bir bitki, ne de bir ağaç
kaldı. Sadece yemiş vermeyen acı Ilgın ve Sedir ağacı kaldı ki bunların da
onlara hiçbir yararı dokunmuyordu. Allah onların sevinçlerini tasaya,
nimetlerini perişanlığa, sürurlannı hüzne dönüştürdü.
Bahçelerinde ötüşen serçelerle bülbüller sağa sola kaçıp gittiler. O
bülbüllerle, serçelerin yerlerini kargalarla baykuşlar aldı. Yıkılan
köşklerinin harabeleri üzerinde bunlar ötmeye başladılar. Nimet ve istikrar
elbiseleri içinde böbürlenerek salınıp yürüyen halk, içinde yaşamakta
oldukları o güzelim diyardan uzaklaştılar. Darbı mesellere konu olacak kadar
oraya buraya dağılıp gittiler. Nimetten perişanlığa geçişleri,
onların yapmakta oldukları kötülüğün bir cezasıdır. Zira onlar
Hak'tan yüz
çevirdiler. Hak'kı yalanladılar. Allah'ı ve
Peygamberlerini inkâr ettiler. Bu sebeple o perişanlığa maruz kaldılar.
"Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?" Ey Mekke'liler
şu Sebe'lilerden ibret alın!
Onlar güvenlir ve huzur içinde köyler, şehirler arasında
zahmetsizce, korkusuzca emniyetli bir ortamda gidip gelirlerdi. Gerek göç,
gerek gezinti, gerek ticaret maksadıyla serbestçe ve korkusuzca dolaşırlardı.
Bu komşu köylerle şehirler arasında birkaç gece ve birkaç günde gidip
gelirler, bu seferleri esnasında emniyetten ve sükunetten başka bir şeyle
karşılaşmazlardı. Bütün bunlardan sonra şımarıklıklarından ve küfürlerinden
dolayı şöyle dediler: Rab-bı'miz, seferlerimizin
arasını uzaklaştır. Daha uzun mesafelere gidelim. Evet böyle dedikten sonra
kendi nefislerine zulmettiler. Üzerlerine azap hak oldu. Ey Muhammed! Onları azaplandıracağına dair senin Rabbinin söylemiş olduğu söz,
onlar hakkında tamam oldu. Onları darbı mesellere konu ettik. İnsanlar onlardan
bahsederek darbı meseller verirlerdi. Onları darmadağın edip arap çöllerinin muhtelif köşelerine dağıttık. İşte Şam'daki
Gassaniler, . Yesrib'deki Enmar'blar. Tİhamedeki
Cüzamlılar, Amman'daki Ezdiler onlardandır.
İşte bütün bunlarda
nimetlere ve nimetlerin aldatmasına karşı sabrederr
kimseler için ayetler vardır. Allah'ın İhsanlarına karşı şükreden kimseler için
de ayetler vardır. İnsanların çoğu nimetten dolayı şımardılar. Malları ve servetleri
onları Hak'tan saptırdı. Onları, Allah hakkında aldattı. Ey Mekke'liler
bu kıssadan ibret alın ve hiçbir kimse sizi Allah hakkında aldatmasın. Allah'ın
sizi azap lan dır mıyacağını
söyleyerek sizi yoldan çıkarmasın!
Andolsun ki İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.
Çünkü o, ben insanları mutlaka azdıracağım demişti. Cennetten kovulurken de:
"Adem1 in zürriyetinî —pek azı hariç— süründüreceğim." demişti ve
onlar hakkındaki zannını da doğru çıkardı. O, insanları saptıracağını ve
insanların da bu hususta kendisinin çağrısına uyacaklarını zannetmişti ve bu
zannını doğru çıkardı. Tahmini gerçekleşti. İnsanlardan bir grup —ki onlarda mü'minlerdir— dışında herkes onun azdırmasına ve
saptırmasına tabi oldu. "Benim (halis) kullanma karşı senin bir gücün
yoktur. Ancak sana uyan azgınlar(ı azdırabi-Vırsin sen)"[16]
Şeytanın onlara karşı bir gücü ve dayanağı yoktur ki, onlara musallat olsun. Bu
böyle oldu ki, biz ahİrete gerçekten iman edenle ahiretin varlığı hususunda şüphe eden kimseleri müşahade ilmi ile bilelim. Senin Rabbin herşeyi
muhafaza edip kontrol etmekledir. Allah onların hüccetlerini ve emsallerinin
ileri sürdükleri delilleri kesip boşa çıkardı ki; ne yapalım şeytan bizi
azdırıp Hak'tan saptırdı, demesinler. Hayır Allah şeytana, onlara karşı bir
hüccet ve delil vermedi. Kusur varsa sizindir. Çünkü Rabbiniz sizi defalarca
uyarmış ve sakındirmıştır. Sizler azgınlığınızdan ve
sapıklığınızdan geri dönmediniz. [17]
22- Ey Muhammedi De ki: "Allah'ı bırakıp da
göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahib
olmadığı, her ikisinde efe bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a
yardımcı olmadığı halde tanrı olduklarım ileri sürdüklerinizi yardıma
çağırsanıza!"
23- Allah 'ın katında,
kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez. Sonunda, gönüllerindeki
korku giderilince birbirlerine "Rabbiniz ne söyledi?" diye sorarlar;
"Hak söyledi" derler. O, yücedir, büyüktür.
24- Ey Muhammed! De ki: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" De ki: "Allah'tir.Öyleyse doğruyolda veya
apaçık bir sapıklıkta olan ya biziz ya sizsiniz."
25- De ki: "İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu
olmazsınız, sîzin yaptıklarınızdan da biz sorumlu olmayız"
26- De ki: "Rabbimiz sonunda hepimizi toplar, sonra
aramızda adaletle hükmeder. Adaletle hükmeden, bilen ancak O'dur,"
27- Deki: "Ona taktığınız ortaklan bana gösterin,
yoktur ki! O güçlü olan, hakim olan Allah'tır".
28- Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci
ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.
29- "Doğru sözlü iseniz, söyleyin bu vaad ne zamandır?" derler.
30- De ki: "Size, bir gün tayin edilmiştir. Ondan
bir saat ne geri kala-bilirsiniz ne de öne geçebilirsiniz." [18]
Zerre ağırlığınca.Yardımcı.
Kalplerinden korku ve ürküntü giderildi. Günah ve suç işledik. Hüküm verir.
Asla. Bütün insanlar. [19]
Burada Davud ve Süleyman peygamberin kıssaları ile Allah'ın
kendilerine bahşetmiş olduğu nimetlerden, Sebe'
kavminin kıssasından söz edildikten sonra surenin baş kısmında geçen
kafirlerle müşriklere yapılmış olan hitaba tekrar geri dönülmektedir. Çünkü
bunda Allah'ın kudretinin varlığını ve sonsuzluğunu isbatlayan
ayetler vardır. Allah'ın birliğinden bahsetmeye ve bu konuda delil ileri
sürmeye hiçbir gerek yoktur. Bunu açıklamaya ihtiyaç da yoktur. [20]
Ey Muhammed! Doğru
yoldan sapan müşriklere de ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız, tanrı diye
adlandırdığınız, bir ve kahhar olan Allah'a ortak
olmaya müstehak olduklarına inandığınız şeyleri, Allah'ı
çağırır gibi sevinç ve tasa halinde çağırm.
Musibetler anında Allah'a sığındığınız gibi bunlara sığının. Bakın bakalım,
bunlar Allah'tan icabet ve rahmeti beklediğiniz gibi bu çağrınıza icabet
edecekler mi?!
Kutlu ve yüce Allah,
onlara verilmesi gereken yegane cevabı veriyor, insaf ehli kimseler de mutlaka
onlara bu şekilde cevap verir. Yüce Allah cevaben onlara şu anlamda karşılık
veriyor: Hayır o putlarla melekler hiçbir şeye sahip olamazlar ve hiçbir şey
yapamazlar. Zerre ağırlığınca hayır veya şerre sahip olamazlar. Göklerle yerin
bütün taraflarında onlar bu acizlik içerisindedirler. Göklerde ve yerdeki
bütün varlıkların yaratılışı ve mülkiyeti hususunda asla bana ortak olamazlar.
"Ben onları ne göklerin, ne yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin
yaratılmasında hazır bulundurmadım; yoldan saptırıcıları (kendime) yardımcı
tutmuş da değilim"[21].
Allah'tan onlara bir yardım ve destek gelmeyecektir. Nasıl gelsin ki?! Böyle
olunca da onların Allah'ı bırakıp da, hiçbir fayda ve zarara güçleri yetmeyen
varlıkları, putları tanrı edinmeleri boşa çıkmış oldu. Hatta o tanrılarından
sinek birşey kapıp götürecek olsa dahi o şeyi
sineğin elinden kurtaramazlar. İsteyen de istenen de, tapan da tapılan da ne
kadar zayıftır! Onlar, "Biz bunları kıyamet gününde Allah'ın yanında bize
şefaat edecek ortaklar olarak kabul ediyor ve ibadet edîyorvz"
diyorlardı. Cenab-i Allah onlarm
bu sözlerini ve davranışlarını şu beliğ ve te'kid'li
ifade ile reddediyordu: Kıyamet gününde Allah'ın şefaate izin verdiği kimseler
dışında hiç kimse şefaatte bulunamaz.
Bu, onların:
"Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" deyişlerini
yalanlıyor.
Zannedildiği gibi
şefaatte bulunmak için Allah'tan izin almak çok kolay ve basit midir? Hayır,
bu çok şiddetli ve zorlu bir durumdur. İnsanın dili tutulup, ürküntü ve
korkudan dolayı sanki bir örtü altına gizlenmiş olur. "Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunanların Rabbi, çok merhametli (Rab)dİr.
O'na hitab edemezler. (O'nun huzurunda konuşmaya
cesaret edemezler.) O gün ruh ve melekler sıta sıra
dururlar. Rahmanın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. (Rahman’ın konuşmasına izin verdiği de ancak) doğruyu söyler."[22]
Kıyamet günü insanlar,
hesap yerinde belli bir süre bekler, ürküntü ve korku içinde durur. Nihayet
kalplerindeki korku giderilir. Rabbin söyleyeceği bazı kelimeler sebebiyle,
şefaatçilerle kendilerine şefaat edilecek olan kimselerin kalpleri, ürküntü
bulutlarından temizlenip aydınlığa kavuşur. Bu durum meydana gelince biribirlerine müjde verip sevince gark olurlar,
etraflarındaki meleklere yada biribirlerine: "Rabbiniz
ne dedi?" diye sorarlar. Derler ki: Hak sözü söyledi. Bu söz O'nım dilediği ve hoşnut olduğu kimseye şefaat için izin
vermesidir. O, kutlu ve yüce olan Hak'tır. Üstünlük ve azamet sahibidir. Bu
günde O'nun izni olmadan hiçbir Peygamber konuşma ya
da sevdiği kimseler için şefaatte bulunma yetkisine sahip değildir.
Ey Mekkeliler, bakın
sizler hangi noktadasınız? Ve sizin o zorlu vakitte putlarınız nerede
olacaklar?! Onlar kendi güçleriyle size fayda veya zarar veremezler.
Ama aslında sizler
için çok zararlıdırlar. Ey Resul onlara de ki: Göklerden ve yerden size rızkı
kim veriyor?!
Bu sorunun cevabını
yine Peygamberin vermesini Cenab-ı Ailah emir buyuruyor. Çünkü bunun cevabı bellidir. Şayet
üzerlerinden müşriklik kabusu kalkacak, inat ve küfür Örtüsü aralanacak,
kalpleri bütün sapıklıklardan arınıp temiz hale gelecek olursa şöyle
diyecekler: Rızkı veren, gücün ve kuvvetin sahibi olan Allah'tır. "De ki:
Sizi gökten ve yerden kim nziklandinyor? Ya da o kulak(lar)a ve gözlere
kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, dinden Ölüyü kim
çıkarıyor? (Yaratma) iş(in)i kim düzenleyip yönetiyor?".
"Allah" diyecekler. De ki: "O halde (O'nun) azabından korkmuyor
musunuz?"[23]
Hitap edebine ve hasma
süre tanınmasına dikkat edin. Hasma süre tanınır ki, o hem kendi haline
baksın, hem de onu halden hale çeviren durumuna baksın. "O halde ya biz ya siz (ikimizden biri)
doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindeyiz" Cenab-ı
Allah, kendi sözünün doğruluğuna ve hasımlarının sözlerinin fasidliğine
delalet eden ayetleri sevk ettikten sonra'burada da
böyle diyor.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Kıyamet gününde sizler bizim amellerimizden ve günahlarımızdan ötürü
sorguya çekilmezsiniz. Biz de sizin yapmakta olduğunuz işlerden ötürü sorguya
çekilmeyiz. Allah aramızı hak ile bulacaktır. Sonra bize adaletle hüküm
verecekti^. O yaratıklarının işlerini bİ-len hakimdir. Yaptıkları işlerin karşılığını eksiksizce
verecektir. Hayır işlemiş-Ierse sevap, şer
işlemişlerse azap verecektir. Şaşıyorum size! Allah'a kattığınız ortaklarınızı
ve Allah'a eş koştuğunuz tanrılarınızı bana gösterin. Onların nerede
olduklarını bana bildirin?
Hakka bakıp ta O'na
uymaları umuduyla müşriklerin nazarları gerçeklere döndürülmekte ve dikkatleri
çekilmektedir! Onların haktan ve adaletten uzak olan görüşleri bizden de
uzaktır. Sizin iddia ettiğiniz gibi gerçek, hiçte böyle değildir. O tek başına kaadir-i mutlak olan Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur.
Güçlüdür ve hiç kimse tarafından mağlup edilemez. Hiçbir fert O'nu gökte ve yerde
aciz bırakamaz. Bütün işlerini yerli yerince yapar. Yaratıklarının durumlarını
failin Noksanlıklardan münezzehtir. Sizin ortak koştukları-nızdanda
yücedir.
Sana gelince ey
Muhammed; Biz seni bütün insanlar için küfürden, fa-sıklıktan, isyandan men edici
bir Peygamber olarak gönderdik. Sen onları top-yekün İslama davet edersin. Davet ettikten sonra hidayete
gelmezlerse senin bir sorumluluğun kalmaz. "Dileyen iman etsin, dileyen
kafir olsun" Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Ve bu vaadin ne zaman
gerçekleşeceğini sizden soruyorlar. Ey müslümanlar!
Eğer sözünüzde doğru iseniz bu kıyamet saatinin ne zaman geleceğini söyleyin,
diye sizi ta'ciz ediyorlar. Onlara deyin ki: Şüphesiz
kıyamet saati gelecektir. Gelmesi muhakkaktır.
Ey Muhammed, onlara de
ki: Sizler için Allah katında belli bir günün miadı vardır. Belli bir vakitle
sınırlandırılmış ecel vardır. Eceliniz gelince, ne bir an geri kalabilir ne bir
an ileriye gidebilirsiniz. Herşeyin emri Allah'ın
elindedir. [24]
31- İnkâr edenler: "Bu Kur'an'a
ve ondan öncekilere İnanmayacağız" dediler. Sen bu zalimleri, Rablerinin
huzurunda dikilmiş oldukları zaman,suçu birbirine atıp dururken bir görsen!
Güçsüz sayılanlar, büyüklük taslayanla-ra: "Siz
olmasaydınız bir inanmış olacaktık" derler.
32- Büyüklük taslayanyar, güçsüz
sayılanlara: "Size doğruluk rehberi geldikten sonra ondan sizi biz mi
alıkoyduk? Hayır; zaten suçlu kimselerdiniz" derler.
33- Güçsüz sayılanlar da: "Hayır gece gündüz bile
kuruyor ve bize Allah'ı inkar etmemizi, O'na ortaklar koşmamızı
emrediyordunuz" derler. Azabı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar.
İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkaları vururuz. Yaptıklarından başka bir
şeyin mi cezasını ekerler? [25]
Tutuklanmış, alıkonmuşlar.Zayıf sayılanlar. Büyüklük' taslayan reis ve
kodamanlar. Mekir kelimesi, hile ve tuzak anlamına
gelir. Yani siz, gece gündüz durmadan hile ve tuzak kurardınız.
Nid kelimesinin çoğulu olup benzer ve eşjer
demektir.Yani pişmanlıklarım açığa vurdular. Gıl kelimesinin
çoğuludur. Boğaza konulan demir tasmalar demektir. [26]
Rivayet olunur ki
müşrikler ehl-i kitaba, Peygamber (S.A.V.) efendimizin,
onların kitaplarında yer alan sıfatlarını sordular. Ehl-i
kitap dediler ki: Evet onunla ilgili sıfatlar bizim kitaplarımızda kayıtlıdır.
Müşrikler dediler ki: Biz bu Kur'an'a ve bundan önce
indirilmiş olan Tevrat, İncil gibi semavi kitaplara da inanmıyoruz!
Halbuki bundan
önceleri müşrikler ehl-i kitaba müracaat eder, bu
gibi konularda onların sözlerine kulak verir, dinlerlerdi. Şimdi onların
dengesizliklerine ve görüşlerinin çatışmasına bakın. Bu onların dünyadaki
tutumları ve davranışlarıdır.
Şu zalimlerin hesap
için tutuklanışlarını, hareketten ve kaçıp kurtulmaktan alıkonuluşlarını
görmelisin ey Muhammedi Bunların, Rablerinin yanında tevkif edilmiş vaziyette
duruşlarını bir görsen: Bİribirlerine laf atar, içine
düştükleri halden dolayı biribirleriyle münakaşa
ederler. Onları bu haldeyken görmüş olsan çok tuhaf bir manzara ile
karşılaşırsın! Zayıf sayılanlarla tabi olan kimselerin; büyüklük taslayan,
kendilerini üstün gören liderlerle reislere; Ey reisler! Sizler olmasaydınız
biz iman ederdik. Bizim küfre girişimizin sebebi sizsiniz, sorumluluk sizin
üzerinizdedir. Sizler azabı kat kat hak etmişsiniz,
deyişlerini bir görmelisin.
Büyüklük taslayanlar,
kendilerini üstün görenler onlara nasıl cevap verecekler biliyor musun? Onlara
diyecekler ki: Hidayet geldikten sonra sizi biz mi ondan men edip geri
çevirdik? Hayır biz böyle bir şey yapmadık. Aslında sizler günah işlediniz ve
suç irtikâb ettiniz. Kendi eğilim ve seçiminizle
küfrü benimsediniz. Allah'a iman'dan geri çevrilişinizde bizim hiçbir etkimiz
olmadı. Allah'ı inkâr etmenize bizim hiçbir te'sirimiz
olmadı.
Zayıf sayılanlar,
büyüklük taslayanların bu sözlerini reddederek şöyle derler: Hayır sizin gece
ve gündüz kurduğunuz tuzaklardan ötürü bizler küfre itildik. Küfürle emrolunduk. Evet sizin zehirli propagandalarınız ve insanı
güçten düşürücü hileleriniz, ayrıca yönetim mekanizmasında bulunuşunuz, sorumlu
kimseler oluşunuz bizim kafir oluşumuza ve Allah'a ortak koşmamıza tesir etti.
Bilmediğimiz halde Allah'ı inkâr edip O'na ortaklar koştuk. Bu hale düşmemize
neden olan icraatlarınız gerçekten de hile ve tuzağa çok benzemektedir!
İşte o hesap yerinde
hem uyanlar, hem uyulanlar, hem liderler, hem uyruklar pişmanlık izhar
ettiler. Azabın hazır vaziyette kendilerini beklediğini görünce hasret
çektiler. Biz de boyunlarına demirden halkalar vurduk. Senin Rabbinİn azabından asla kurtulamazlar. Bunlar, onların
dünyada yaptıkları amellerin karşılığı değilse nedir? Evet onlar
yaptıklarından başka bir şey sebebiyle cezalandırılıyorlar mı?! [27]
34- Doğrusu uyana göndermiş olduğumuz her kasabanın
varlıklı kimseleri, onlara: "Biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr
ediyoruz" diyegelmişler-dir.
35- "Mallan ve çocukları en çok olkn
bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz" derlerdi.
36- De ki: "Şüphesiz Rabbim rızkı dilediğine
genişletir ve bir ölçüye göre verir, fakat insanların çoğu bilmezler!'
37- Ey İnsanlar! Sizi bana yaklaştıracak olan ne
mallarınız ve ne de çocuklannızdır; yalnız, inanıp
yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükafatlan
kat kattır; işte onlar, yüksek derecelerde, güven içindedirler.
38- Ayetlerimizde Bizi aciz bırakmağa yeltenenler, işte
onlar, azabla yüz yüze bırakılırlar.
39- De ki: "Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin
nzkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir
ölçüye göre verir; sarfettiğiniz herhangi bir şeyin
yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rmk verenlerin
en hayirhsıdır!'[28]
Zenginleri, liderleri
ve kumandanları Rızkı genişletir. Yakınlık.Kat kat ceza.Boşa çıkarmaya
çalışanlar.Kısar ve daraltır. Yerine başkasını koyar. [29]
Bu ayet-i kerimelerde
Peygamber (S.A.V.) efendimize teselli veriliyor. Kafirlerin huylarının ve
amellerinin her zaman ve her yerde aynı olduğu açıklanıyor ki, Peygamber
efendimiz onların bu yaptıklarından dolayı incinmesin. Böylece Mekke
kafirlerinin bir başka tutum ve davranışlarını da öğrenmiş oluyoruz. [30]
Ey Muhammedi Senden
önce hiçbir kasabaya bir elçi ve uyarıcı göndermedik ki, oranın zenginleri,
kodamanları kendi içlerinden gelen bîr kıskançlık, azgınlık, aldatıcı bir
gurur dolayısıyla Peygamberi yalanlayarak şöyle demiş olmasınlar: Biz, sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz. Zira bunların iddia ettiği
şeyler hak olsaydı Çıma biz ondan daha yakın olur ve bu Peygamberliğe ondan
önce biz lâyık olurduk. Ve dediler ki: "Bu Kuran iki kentten (Mekke ve Taif'ten) büyük bir adama indirilmeli değil miydi?"[31].
Yine başka münkirler dediler ki; biz mal ve evlat bakımından daha çoğuz.
"İki topluluktan hangisinin makamı daha.hayırh,
meclisi (mevkii) daha güzeldir?"[32]
Madem ki dünyada biz böyleyiz
ve bu nzıkta bilindiği gibi Allah katından
veriliyor, şu halde bizler, Allah katında sizlerden daha şerefli ve daha
üstünüz. Çünkü sîzler, yoksul ve zayıf kimselersiniz. Hal böyle olunca, bizler
Kıyamet gününde asla azaba uğratılacak değiliz. Çünkü ölüm sonrası diriliş ve
ceza diye bir şey yoktur. Varsa bile bize güzel mükafatlar ve karşılıklar
verilecektir. Zira Allah, şerefimizden ve O'mın
katındaki yüksek mertebemizden dolayı bizlere ikramda bulunacaktır.
Şaşıyorum şunlara!
Fani dünyayı ebedi ahiret yurdu ile mukayese ediyorlar.
Sinek kanadı ağırlığınca değer taşımadığını bilmiyorlar. Şayet Dün-ya'nın Allah katında sinek kanadı ağırlığınca değeri
olsaydı kafire bir yudum su bile verilmezdi.
Şunlara şaşıyorum!
Dünyada verilen rızık, kişinin Allah katında şerefli
ve üstün olmasından dolayı değildir. Lakin Allah rızkı dilediğine bol bol verir. Dilediğine de Ölçülü, kısıtlı verir. Bu O'mın ancak kendisinin bileceği bir hikmetden
ötürüdür. Yoksa salih kimselerin iyi amellerinin, ya da kötü kimselerin pis amellerinin bunda hiçbir
fonksiyonu yoktur. îyi kimselerin salih amelleri ile fasık kimselerin kötü amelleri ancak kıyamet gününde
değerlendirilir. Asi kimse İle kâfire istidraç olsun
diye bu dünyada nzık verilir. Allah'a itaat eden
kimseye ise az rızık verilerek imtihan edilir ki, bu
dünyadaki haseneleri çoğalsın ve Allah katındaki
sevabı da'artsın. Ama insanların çoğu bunu
bilmiyorlar. Onlar geniş rızkın, kişinin Allah katından şerefli ve üstün
olmasından dolayı verildiğini; dar rızkında kişinin Allah katında fakir ve değersiz
oluşundan dolayı verildiğini zannetmektedirler. Ama onlar geniş rızkın, istidraç olsun diye asilerle kafirlere verildiğini
bilmiyorlar! Ne sîzin mallarınız, ne de evlatlarınız sizleri bize yakın
kılmaz. Mal ve evlat kişiyi Allah'a yaklaştırmaz. Ancak salih
mü'minler, mallarım Allah yolunda harcar, evlatlarına
hayır ve iyiliği öğretir, onları İslamİ bir terbiye
ile terbiye edip yetiştirir. Bu İslamİ terbiyenin
esası Allah sevgisidir. Üstünlüğün, Allah ve Resulü ile mü'minlere
ait olduğunun bilincine varılmasıdır. İşte bunlar için birden ona veya yedi
yüze kadar kat kat sevap verilir. Onlar cennet
odalarında huzur ve güvenlik içersinde yaşartan Böylelerİ
için korku ve hüzün yoktur.
Canlarını ve mallarım
feda ederek ayetlerimizi iptal etmek ve haşa Allah'ı kendi kısır zanlanna göre aciz bırakmak için çaba sarfedenler,
azap içerisinde hazır bulundurulacak ve Cehennem ateşinde edebi
bırakılacaklardır. Bu, onların yaptığı kötü işlerin karşılığıdır.
Ey Muhammedi Şu
mallarının ve evlatlarının çokluğuyla övünüp iftihar eden Mekke kafirlerine
deki: Rabbim dilediği kullarına rızkı bol verir, sonrada kısıp Ölçülü verir.
Bu İbare, te'kid için tekrarlanmıştır. Bazıları demişler ki; terkarlanan iki ibare arasında muhalefet vardır. Birinci
ibare; birisine bol diğerine kısıtlı n-zık verilen
iki şahıs hakkındadır. Bu ayet-i kerimede ise sözü edilen ibare aynı kişinin
iki vakitteki durumuyla ilgilidir. Zira (J*) deki zamir ( ti ) kelimesine
dönmektedir ki, bu da rızkın bolluğunun şeref ve mertebe ile, darhğı-nmda zillet ve hakirlikie alakalı olmadığım te'kid
etmektedir. Şayet böyle olsaydı, aynı şahıs hem rızık
bolluğu, hem de nz;k darlığıyla vasıflandırılmaz-dı. Mallardan kast edilen gaye, onlarla övünmek veya onlara
güvenmek değildir. Mal sahibinin, malını Allah yolunda harcayarak nemâlandirması gerekir. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir
hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır; "Senin malın; ancak yeyipte tükettiğin veya giyipte
eskittiğin veya sadaka olarak veripte baki bıraktığın
maldır" Ey insanlar bilinkİ, Allah yolunda sarf
ettiğiniz mallarınızın yerini Allah dolduracak, yerine başka mal koyacaktır.
Allah yolundan kasd edilen manâ geniştir. Sadaka,
zekat, çoluk çocuğa sarf edilen nafaka, hepsi Allah yolunda yapılan harcamalar
kabilin-dendirler. Evet bu gibi masrafları Allah
yolunda yaptığınız takdirde bunların yerine Allah başka mal koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısı ve en iyisidir. Ayet-i
kerimede geçen ( Uİ34') fiili ile kast edilen manâ şudur: Yani Allah yolunda
yaptığınız harcamaların yerini Allah doldurur. Bunun bedelini, size ya dünyada, ya da ahirette verir. Ebu Hüreyre (R.A.) Peygamber (S.A.V.) efendimizin şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Kulların sabahladığı her günde gökten İki
melek iner ve bunlardan biri şöyle der: Alllah'ım
malını harcayanın harcadığı malının yerini doldur" diğeride
der ki: "Allah'ım malını elinde tutan kimsenin malına telefiyet
ver". Yine Ebu Hüreyre
(R.A.) Resulullah (S.A.V.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir; "Allah bana dedi ki: Malını in fak et ki, sana da infak
edilsin'.' Bu kudsi hadîs, malını Allah yolunda sarf
eden kimsenin harcadığı malının bedelinin dünyada kendisine mal ya da kanaat ve rıza ile verileceğine işaret etmektedir ki
kanaat ve rıza iki tükenmez hazinedirler. Yine bu kudsi
hadis, malım Allah yolunda sarf eden kimsenin sarf ettiği malın bedelinin ahİrette kendisine ödenebileceğine İşaret etmektedir ki,
bu bedel de bol sevaptır. Bütün bunlar, yapılan harcamaların Allah yolunda
yapılmış olması şartına bağlıdır. Ve bütün bunlardan da öğreniyoruz ki;
kişinin harcadığı malın bedelinin mutlaka dünyada verilmesi şart değildir. [33]
40- Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra
meleklere: "Bunlar mı size tapıyordu?" der.
41- Melekler: "Haşa, bizim dostumuz onlar değil,
Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara
inanıyorlardı" derler.
42- Zalimlere: "Yalanladığınız ateşin azabını
tadın, bugün birbirinize ne fayda ve ne de zarar verebilirsiniz!' deriz.
43- Ayetlerimiz onlara apaçık olarak okunduğu zaman:
"Bu adam sizi babalarınızın taptıklarından alıkoymaktan başka bir şey
istemiyor" derlerdi. "Bu Kur'an düpedüz
bir uydurmadan başka bir şey değildir" derlerdi. Hak, inkar edenlere
geldiğinde, onun İçin: "Bu apaçık bir büyüdür" demişlerdi.
44- Oysa Biz, ey Muhammed, onlara okuyacakları bir kitap
vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik.
45- Kendilerinden önce gelenler de yalanlamışlardı; oysa
bunlar, onlara verdiklerimizin onda birine bile erişememişlerdi. Böyleyken
peygamberimizi yalanladılar; Beni inkâr etmek nasıl olur!
46- Ey Muhammed! De ki: "Sİze
tek bk öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek
tek kalkınız, sonra düşününüz, göreceksiniz ki
arkadaşınızda delilik yoktur. O yalnız çetin bir azabın öncesinde sizi
uyarmaktadır?'
47- De ki: "Ben sizden bir ücret istersem, o sîzin
olsun; benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahiddir"
48- De ki: "Görünmeyenleri en iyi bilen Rabbİm, bâtılı hak ile ortadan kaldırır."
49- De ki: "Hak geldi; artık batıl ne yeniden
başlar, ne de geri gelir."
50- De ki: "Ben sapıtırsam, sapıtmakla ancak
kendime etmiş olurum. Doğru yolda olursam, bu Rabbimin bana vahyetmesiyledir.
Doğrusu O, işitendir, yakın olandır'
51-52- Onları korktukları zaman bir görsen; artık
kurtuluş yoktur; cehenneme yakın bir yerde yakalanmışlardır. O zaman,
"Allah'a inandık" derler ama, Ahiret gibi
uzak bir yerden imana nasıl kolayca ulaşırlar?
53- Oysa onu daha önce İnkar etmişler, uzak bir yer olan
dünyadan görünmeyene dil uzatmışlardı.
54- Kendileriyle, arzuladıkları şeyler arasına artık
engel konur; nitekim, daha önce, kendilerine benzeyenlere de aynı şey
yapılmıştı. Çünkü onlar şüphe ve endişe İçindeydiler. [34]
Sizi men eder ve geri
çevirir. Yalan. Uydurma ve esassız sözler. Onu. okuyorlar.Onda bir. Bazı
kimseler bu kelimenin yüzde bir, diğer bazı kimseler ise binde bir
anlamına" geldiğini söylemişlerdir. inkar ediş.Birer birer ve topluca.
Delilik.Feza' kelimesi korku ve ıstırap demektir. Kaçış ve kurtuluş yoktur.
Rahatlıkla ve kolayca ulaşıp almak.Atıyorlar. ŞiyaI
kelimesinin çoğulu olup bir mezhebe veya bir adama bağlanıp onun etrafında
toplanan grup demektir. [35]
Bu ayet-i kerimelerde
müşriklerin dünya ve ahiretteki durumları anlatılmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in onlar hakkında uzun uzadıya bahis
açması, onlarla tartışması ve durumlarını açık bir surette ortaya koyması, her
noktada onlan reddetmesi garipsenmemeHdir.
Çünkü bu sure Mekki'dir. Makam da bunu
gerdirmektedir. Belki Allah'a dönüp sapıklıklarından vazgeçer ve doğruyu
bulurlar diye Kur'an-ı Kerim onlardan uzun uzadıya
söz etmektedir.
Hatırla ey Muhammed, o
günü ki, onlar Rablerinin huzurunda toplu halde durur ve hep birlikte hesabı
beklerler. O ne korkulu, o ne zahmetli, o ne zorlu hesab
ve manzaradır. Sonra Rabbin meleklere bu toplantıda şahitler önünde şöyle der:
Bu kafirler mi size tapıyorlardı? Bunlar mı ibadet ederek size arzı teslimiyyet ediyor ve sizi kutsuyorlardı? Halbuki sizde
Allah'ın yarattıklarındansınız. Bunun üzerine melekler derler ki: Ey Rabbimiz
sen noksanlıklardan çok uzak ve münezzehsin. Sen bizim velimizsin. İşlerimizi
düzene koyansın. Bizden başka yarattiklarmmda
işlerini yürütürsün. Ey Rabbimiz biz seni dost ediniyor ve ibadetle sana
yaklaşıyoruz. Senin rahmetini ümit ediyoruz. Bizimle bu kafirler arasında
temeli bizim tarafımızdan atılmış bir dostluk yoktur.
Sonra melekler bu
kafirlerin Allah'tan başka varlıklara tapınmalarının sebebini açıklayarak şöyle
derler: Hayır, ey Rabbimiz bunlar cinlere tapıyorlardı. Bu hususta bîzim onlar
üzerinde hiçbir etkimiz olmamıştır. Buna se~ beb sadece cinlerdir. Çünkü bunlar Allah'tan başkasına
tapma hususunda onlara İtaat ettiler.
Denilir ki: Huzalılardan bir kabile cinlere tapar, cinlerin meleklerden
bir sınıf olduklarına ve Allah'ın kızları olduklarına inanırlardı. "Onlar
(Allah ile) cinler arasında bir nesep, (bir soy birliği) uydurdular"[36].
"Bunlar size mi
tapıyorlardı?" ayet-i keriraesindeki soru,
Allah'ı bira-kıpta başka varlıklara ibadet ettikleri
için kafirieri kınama ve azarlama türünden bir
sorudur. Bu, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" darb-ı
meseli türünden bir sözdür. Yine bu söz, Cenab-ı
Allah'ın Hz. İsa'ya hitaben söylemiş olduğu şu ilahi
kelama da benzemektedir: "Ey Meryem oğlu îsa! Sen mi insanlara: "Beni
ve annemi Allah'tan başka iki tanrı edinin mi de-din?"[37] Ey
kafirler, kıyamet gününde şefaat ve necat gibi birbirinize fayda verme
İmkanınız yoktur. Azap ve helak gibi birbirinize zarar verme gücünüzde yoktur.
Bilakis bu gün bütün emir Allah'ın kudret elindedir. Bütün işler sadece O'na
döner.
İşe o hangamede kafirlere kınama ve azarlama olsun diye şöyle
denir: Daha önce yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın işte!
Kıyamet gününde
kafirler İşte böyle şiddetli bir durumla kamaşacaklar ve bu durumları çok uzun
sürecektir!
Şimdi de bu uhrevî
azaba sebeb olan dünyevi tutumlarından size bir örnek
vermek istiyorum: Şu kafirlerle müşrikler var ya,
kendilerine güneş gibi hatta güneşten de açık ayetlerimiz okunduğu zaman derler
ki: Bu ayetleri size okuyan adam sizi, atalarınızın ve geçmişlerinizin
tapmakta oldukları tanrılara ibadetten alıkoymak ve sizi bundan caydırmak
istiyor. Bu adam sizin, geçmişlerinizin düşlerini bozan, tanrılarınızı kötülüyen birisidir,.. Ayetleri okunmakta olan Kur'an içinde; bu yalandan, iftiradan ve bühtandan başka
bir ey değildir, dediler. Kur'an'ın nefislere tesir
ettiğini ve kalpleri etkilediğini görünce dediler ki: Bu apaçık sihirden başka
bir şey değildir!
Onlar köi yürüyüşü gibi yürüyorlar ve ne söylediklerini bilemiyorlardı!
Bazen sihir olduğunu, bazen de yalan ve İftira olduğunu iddia ediyorlardı. Bu,
kuvvetli ışık karşısında gözü kamaşan şaşkın ve etrafını göremeyen kim-1 senin
halidir. Hakkın parlaklığıyla nefsi hayrete düşen ve ne söylediğini fark;,
edemeyen kimsenin durumudur.' Şaşıyorum şunlara! Nasıl olurda Peygamber
(S.A.V.) hakkında böyle bir hüküm verirler?! Onun yaşantısında, davetinde veya
şahsiyetinde böyle bir hüküm vermelerini gerektirecek bir husus varmidır? Allah korusun, böyle bir durum söz konusu
değildir. O doğru sözlü ve söyledikleri de tasdik edilen güvenilir, iffetli,
dünyadan ve onun geçici melaından alakasını kesmiş
bir şahsiyyettir. Onların böyle bir hüküm vermelerinin
mesnedi nedir?
Bu hususta yanlarında
okumakta oldukları bir kitap mı vardır? Yahut ey Muhammed, senden Önce
kendilerine gönderilipte onu onlara tebliğ eden
birisi mi vardır? Hayır, binlerce hayır. Peygamberi yalanlayacak bir kitap onların
yanlarında mevcud değildir. Senden Önce onlara gönderilipte seni yalanlayan elçi de yoktur! Senin
sihirbaz, yalancı ve deli olduğuna dair sözlerini doğrulayacak harici bir
delilleri de yoktur. Ama onlar hiçbir delile dayanmadan yalan söylemişler ve
senin elçiliğinin gerçek olduğuna delalet eden binlerce delil mevcud olduğu halde senîn hak davetinden ve senden yüz
çevirmişlerdir. Bunda bir gariplik yoktur. Onlardan önceki milletler de
kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanladılar. Mekkeliler, kendilerinden
Önceki ümmetlere verdiğimiz delillerin, hüccetlerin, burhanların onda birine
dahi ulaşamamışlardır. Önceki milletler benim Peygamberimi yalanladılar ve
kesin akıbetle karşılaştılar. Dünyada acil bir helake maruz kaldılar. Azabımın
nasıl olduğunu görün işte!
Bu sözlerde Mekkelİ inkarcılar için şiddetli bir tehdit vardır. Bundan
sonra Kur'an-ı Kerim o münkirlere süre tanıyor, dini
onlara arz ediyor; bu konuda akıllarını çalıştırmalarını, doğru yolu bulmaları
İçin kalp gözüyle bakmalarını İstiyor, Yüce Rab elçisine şu buyruğu veriyor:
Ey Muhammed! Onlara de ki: Ben sadece size öğüt ve nasihat veriyorum. Kötü
akıbete uğramaktan sizleri sakındırıyorum. Size bir tek Öğüt veriyorum. O da
şudur: Birer birer veya toplu olarak Allah'a divan
durun. Biribirinize danışın. Yani Hakkı, sırf Hak'km rızası için taleb edin.
Bundan daha beliğ ve
daha güçlü bir tasvir düşünülebilir mi? Bu,şüphe-siz ki alemlerin Rabbinin bir
tasviridir. Tembellik ve meskenet ile taklidi, nefsin Ölümü ile aklın gafletini
terk edin, Rabbinizin huzurunda divan durun. Kalp ve akıl zindeliği ile
silahlanın. Şu Peygamberlik müesesesi hakkında düşünün.
Peygamber hakkında akıllarınızı çalıştırın. Onun nasıl biri olduğunu düşünün.
Serbest bir araştırmayı engelleyen şeylerden nefislerinizi tecrid
edin. Heves ve kaprislerden kurtulmuş, salim bir düşünceyi engelleyecek manaları
ortadan kaldırın, sonra Peygamber Muhammed'in şahsiyeti ve O'nun daveti
hakkında düşünün! Siz bu güne kadar O'nun yalan söylediğine şahit oldunuz mu?
Hayır, o doğru sözlü biridir. Siz bu güne kadar O'nun hiyanette
bulunduğuna tanık oldunuz mu? Hayır, o emin bir kimsedir. Bu güne kadar O'nun
dünyaya meylettiğini gördünüz mü ki O'nun hakkında mal ve mülk talep ettiği
söylensin? Hayır, O dünyadan ve dünya ehlinden alakasını kesmiş birisidir. Siz
O'nda fesat, çöküntü, ahlaksızlık ve serkeşlik gördünüz mü? Hayır, bilakis O;
işleri yerli yerince yapan, davranışlarında dengeli olan bir adamdır. Şu halde
O'nun peygamberliğini düşünün. O sizi fasıklıjğa ve facirliğe mi davet ediyor, yoksa sizi Hakka, nura, ilim ve
irfana mı çağırıyor? Sizi taklit, cahiliyyet taassubu,
kötü amel zincirine vurulmaya mı çağırıyor, yoksa sizi düzenli bir hürriyete,
kutsal bir medeniyete, faydalı bir ilme, salih bir
toplumu oluşturmaya, dünya ve ahiretin faydası için
çalışan kamil bir ferdi meydana getirmeye mi davet ediyor?
Evet o, fert, toplum
ve devleti kurmaya; Rezilliklerle, istibdat ile savaşmaya; güçlü ve
zenginlerin zulmü ile yöneticilerin zorbalığım men etmeye davet ediyor. Yoksula
yardım etmeye, mazluma destek olmaya, darda kalanın imdadına yetişmeye
çağırıyor, O, ileride gelecek olan şiddetli bir azap ile sizleri uyarıp
korkutuyor. O sizleri her türlü hayır ve iyiliğe davet ediyor. Her çeşit
kötülüğü yasaklıyor. Bu hususları basiret ve kalp gözünüzle düşünün, umulur ki
Rabbiniz sizi Hak'ka ve nura iletir.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Dünyayı ve dünya metaını isteyen biri değilim. Bu davatime
karşılık bir ücret, mal, İtibar ve saltanat istemiyorum. Benim ücretimi ancak
Allah verir. O herşeyi görmektedir.
Ey Muhammed! Sana tabi
olan mü'minlerin kalplerini tatmin etmek ve onları
davetinde sebatkâr kılmak, aynı zamanda muhalifleri tehdit etmek için o
münkirlere de ki: Benim Rabbim batılı alt etmek için Hakk'kı
ortaya atar. O gayb alemini bilendir.
Allah İçin bu ne güçlü
bir ifadedir! Hakkı, ilim ve hikmet sahibi yüksek zekalı bir mühendis
tarafından atılan bir bombaya benzetiyor. Bu nitelikteki bir mühendis kendi
sanatının İnceliklerini elbetteki bilir. Bu mühendisin attığı bomba hedefinden
şaşar mı hiç? Öyleyse ey müslümanlar sabredin, yine
sabredin.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Hak geldi batıl zail oldu. Artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de
geri getirebilir. O tamanen yok olup gitmişe tir.
"Köpük yok olup gider. İnsanlara yararlı olan ise yeryüzünde kahr"[38] Ey
Muhammed onlara de ki: "Eğer ben saparsam kendi aleyhime sapmış olurum.
Çünkü bana kötülüğü emreden kendi nefsimdir. Şayet doğru yolu bulursanı da bu, bana Rabbim tarafından vahyedilen
Kur'an sebebiyledir. Doğrusu benîm Rabbim işitendir,
yakın olandır.
Bu ayet-i kerimelerden
anlıyoruz ki; sapıklığın yolu kötülüğü emreden nefistir, tnsanı
çevreleyen, kötü olan ve Alİah'ın gazabına uğramış
olan toplumdur. Hayır ve hidayet ile nur ve felaha gelince, bunlar da vahiy ve
Kur'an yoluyla elde edilebilen üstünlüklerdir, iman
edip, Peygamberin tabiileri ve Kur-an'm ümmeti
olduklarım iddia eden kimseler için kalplerinin Hak nuru ile Allah'a saygı
duymaları ve nefislerinin Kur'an hükmüne boyun eğemelerinin hâlâ zamanı gelmedi mi? Cihad
edip başlarını kaldırarak, Rahman'm yolunda
yürüyerek, şeytan ve heveslerinin direktiflerini terk ederek Hakkı talep etme
zamanlan hâlâ gelmedi mi? Müslüman milletlerin tekrar dinlerine dönmeleri,
doğru yolu bulmalarının zamanı hala gelmedi mi? Oysa Kur'an'm
gölgesinden başka hiçbir yerde mutluluk ve hidayet yoktur. Allah'ın hükmünden
başkasını talep edenler sapıklığa düşenlerin ta kendileridirler. "Yoksa ca-hîliye hükmünü mü arıyorlar?
İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm verecek kim olabilir?
"[39]
Bizler Kur'an'ı ancak müslümanların
yararına olsun, fitnenin kökünü kazısın, laubalilerin laubalİilİklerine
son versin diye istiyoruz. Bunu İsterken de Peygamber (S.A.V.) efendimizin Kur'an'da ifadesini bulan şu sözünü kendimize düstur
ediniyoruz: "De ki: ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim,
ücretim yâlnız Allah'a aittir. O, herşeye şahitdir".
İnkarcıların korkulu
durumlarından bir başkası... Ey Peygamber veya ey görebilen insan! o
münkirlerin ürküp korktukları ve Allah'ın huzuruna çıktıkları günde çektikleri
ıstırabı bir görmelisin. Bu hallerini görünce çok muazzam bir manzara İle
karşılaşır ve korkulu durumlar müşahede edersin. Dünyada iken onların
yaptıkları kötülüklerden dolayı nefsi hüzünlenen ve kalbi incinen kimseler bu
manzaraları görünce müsterih olurlar. Korktukları ve kaçıp kurtulmanın mümkün
olmadığım anladıkları zaman da onlan görmelisin.
Güçlü ve muktedir olan Allah'ın huzurunda bulunan bu insanlar nasıl kaçıp
kurtulurlar. Yakın bir yerden yakalanmışlardır. Onlar uzaktan değii, çok yakın bir mesafeden yakalanmışlardır. Nasıl
kaçıp kurtulacaklar? İşte tam bu esnada: Kur'an'a ve
Peygambere iman ettik derler. Dünyada iken zalimlik yapanların bu vakitte iman
etmeleri kendilerine fayda sağlar mı? Asla! Dünya gibi uzak bir yerden imanı
almak, onlar için nasıl mümkün olur?! Bu ortamda imanlarının, dünyada iman
etmiş mü'minlere imanlarının fayda verişi gibi
kendilerine de fayda vermesini temenni ederler. Birşeyi
uzak bir yerden gayret sarfederek kendi eliyle alan
kimse ile, arada hiçbir engel olmaksızın yakın bir yerden kolayca^labilen kimse aynı olur mu hiç? Nasıl eşit olsunlar? Onlar
daha önce dünyada iken Kur'an'ı ve Peygamberi inkâr
ettiler. Uzak yerden gaybı taşladılar. Örneğin
Peygamber hakkında sihirbaz, şair ve yalancı dediler. Böyle konuşmalar,
görülmeyen yere çok uzak mesafeden taş atmaya benzer. Zira Peygamber
(S-A.V.)'in insanlıca getirmiş olduğu hakikatler, sihirden, şiirden ve
yalandan çok uzaktır, bu iftiralanyla onlar görmedikleri
uzak mekanlara taş atan kimseleri andırmaktadırlar. Görülmeyen hedeflere taş
atanlar o hedeflere attıkları taşları isabet ettirebilirler mi? Onlarla,
dünyaya geri dönme ve ahîret azabından kaçıp kurtulma
istedikleri arasına engel konulmuştur. Nitekim kendilerinden önceki inkarcı
milletlere de böyle muamele edilmiştir. Ey Muhammedi Sen bu durumu tuhaf
karşılama, çünkü onlar ölüm sonrası diriliş ile sevap ve ikab
ilkesine inanmamış, şüpheye düşmüşlerdi! [40]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/125.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/125-127.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/127.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/127-128.
[5] Fussilet: 53.
[6] Necm: 31.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/128-130.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/130-131.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/131.
[10] Sâd: 18-19.
[11] Âdiyât: 6.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/132-133.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/134-135.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135.
[16] Hicr: 42.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135-137.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/138-139.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139.
[21] Kehf: 51.
[22] Nebe: 37-38.
[23] Yunus: 31.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139-142.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/142-143.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/143.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/143-144.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/144-145..
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/145.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/145.
[31] Zuhruf: 31.
[32] Meryem: 73.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/146-148.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/148-150.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/150.
[36] Saffat: 158.
[37] Maide: 116.
[38] Raad: 17.
[39] Maide: 50.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/150-155.