SEB'E SÛRESİ 2

Ölüm Sonrası Dirilişin İsbatı Ve Bunu Gerektiren Sebeplerin Açıklanması 2

Bazı Kelimeler: 2

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 2

Açıklama: 2

Davud Ve Süleyman. 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Seb'e Kıssası Ve Seylül Arim.. 5

Bazı Kelimeler: 5

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 5

Allah'tan Başkalarını Şefaatçi Edinen Müşriklerle Yapılan Tartışma. 7

Bazı Kelimeler: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7

Müşriklerin Davranışları Ve Tutumları 8

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 9

Peygamber (S.A.V.)'İ Teselli 9

Bazı Kelimeler: 9

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 9

Açıklama: 10

Kafirlerin Dünya Ve Ahirettekî Bazı Durumları 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11


SEB'E SÛRESİ

 

Altıncı ayeti hariç, bu surenin tamamı Mekki'dİr. Bazıları bu ayetin Mekkî, bazıları ise Medenî olduğunu söylemişlerdir. Sure, 54 ayettir. Ana tema, ölüm sonrası diriliştir. Ayrıca surede müşriklerle, amel ve inançları hususunda, özel­likle ölüm sonrası diriliş hakkında tartışılmaktadır. Bu arada ibret ve teselli için bazı kıssalar da anlatılmıştır. [1]

 

Ölüm Sonrası Dirilişin İsbatı Ve Bunu Gerektiren Sebeplerin Açıklanması

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1-  Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar kendisinin olan Al­lah'a mahsustur. Hamd, ahirette de O'na mahsustur. O, hakimdir, her şey­den hcbardardır.

2- Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir, O, merhametlidir,, magrifet sahibidir.

3- İnkâr edenler: "Kıyamet bize gelmeyecektir" dediler. Ey Muham­medi De ki: "Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbime and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O-nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüp-' hesiz apaçık Kitab'tadır!'

4-5- Allah'ın, inanıp yararlı iş işleyenlere —ki onlar için mağfiret ve cömertçe verilmiş nztk vardır— ve ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için ya­rışanlara —ki onlara iğrenç ve can yakıcı azab vardır— işlerinin karşılıkları­nı vermesi için Kıyamet saati gelecektir,

6- Kendilerine ilim verilenler, sana Rabbİnden indirilenin hak olduğu­nu, güçlü ve hamde layık olanın yolunu gösterdiğini bilirler.

7-8- İnkâr edenler, insanlara: "Size, siz parça parça dağılıp yok oldu­ğunuz zaman yeniden dirileceğinizi haber veren bir adam gösterelim mi? Al­lah'a karşı yalan mı uyduruyor, yoksa kendisinde delilik mi vardır?" derler. Hayır; ahirete inanmayanlar, azabta ve derin bir sapıklık içindedirler.

9- Önlerinde ve ardlarmda olan göğü ve yeri görmezler mi? Dilesek. onları yere geçirir veya göğün bir parçasını başlarına indiririz. Bunlarda, Al­lah'a yönelen her kul için dersler vardır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

İçine girer. Onda yükselir, Gaip olmaz. Küçük küçük parçalara ayrıldınız. Yere batırırız.Parçalar halinde. Rabbine dönen, Aciz bırakan geçip ge­ride koyan, mağlub edenler. [3]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Mekki bir sûre olan Sebe' sûresi bu ayet-İ kerimelerle başlamış o!du. Bu sûrede ölüm sonrası dirilişin isbatıyla ilgilenilmekte-ve bu dirilişi inkâr eden-ler'redded.ilmektedir ki, bunu sûrenin baş kısmında da anlatmıştık. Bu ayet­lerden maksat ölüm sonrası dirilişin isbatidır. K.Ttlu ve yüce olan Allah gayet dakik güze! ve mükemmel bir girişle bu konuyu açmış oldu. Yüce Allah'ın nimetleri iki sınıfa ayrılarak Özetlenebilir: Bunlardan birijcad edip dünyaya bırakma ve yaşatma nimetidir. Diğeri İse bu nimetleri yok ettikten sonra ye­niden meydana getirerek ahirette devam ettirmek nimetidir. Görüldüğü gibi hamd ile başlayan sûreler Kur'an-ı Kerim'de 5 tanedir. Bunlardan ikisi Kur'an-ı Kerim'in ilk yarısında bulunan'En'am ve Kehf sûreleridirler. İkinci yarıda da iki sûre vardır ki, bunlardan biri Sebe', diğeride Fâ'tır süresidir. Beşincisi Fa­tiha süresidir ki, Kur'an-ı Kerim'in hem. başına hem de sonuna konulabilir. En'am sûresinin başında icad nimetine işaret edilmektedir "O'dur sizi ça­murdan yaratan". Kehf sûresinin başında da varlığı devam ettirme nimetine işaret edilmektedir: "Kulunun üzerine kitabı indiren Allah'a hamd olsun". Bilindiği gibi dünya; kanunsuz, hakimsiz, düstursuz ve nizamsız olarak var-hğını devam ettiremez ve baki kalamaz. Bundan Ötürü bu sûrede Kur'an-j Kerim'den söz edilmiştir. Sebe' sûresinde ise ölüm sonrası dirilişe işaret edil­mektedir. Bunada şu ayet-i kerime bir delil.teşkiletmektedir: "Ahirette de hamd O'nadir." FâtiT sûresinin başında da ahİret hayatının devamlılığına ve bakiliğine işaret edilmektedir: "Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamd olsun". Evet, melekler ancak kıyamet gününde elçilik görevini yapabilirler. ^'Melekler onları karşılar". Fatiha sûresi ise hem baş­langıcı hem de sonucu anlatır. Bu sûre, Kur'an'ın evvelinde de sonunda da okunur. [4]

 

Açıklama:

 

Nimetlerine parelel, lütfuna denk bir övgüyle Allah'a hamd olsun. Ken­disinden başka Tanrı yoktur. Mutlak Övgü dünyada da, ahİrette de O'na mah­sustur. Hüküm yalnız O'na aittir. Sadece O'na döneceksiniz. Göklerdeki, yer­deki herşeyin mülkiyet, yaratma, kulluk ve tasarrufu kendisine ait olan Al­lah'a hamd olsun. Nimetlerin sahibi yalnızca O'dur. Çünki o herşeyin mali­kidir. Şu halde dünyada da, ahirette de hemde lâyık olan O'dur. O herşeyİ yerli yerince yapan ve her varlıktan haberdar olandır. Toprağa giren ye ona dahil olan tohumu, suyu, ürünü, hazineyi, defineyi, cesedi ve vb. herşeyi bi­lir. Aynı zamanda yerden çıkan bitkiyi, ağacı, canlıyı, suyu, madeni ve taşla­rı da bilir. Göğe çıkan melekleri ve kulların amellerini de bilir. Bütün bunla­rın yamsıra o çok bağışlayandır, esirgeyendir. Bu nimetlerin sahibine şükür ve övgü vazifenizi yerine getirmekte kusur etmeyin. Bundan sonra, Kur'an-ı Kerim, ahiret hayatını bazı kimselerin inkar edip nankörlük ettiklerini açık­layarak şöyle bir ifade kullanmıştır: Ölüm sonrası dirilişi ve ahiret hayatını inkâr eden müşriklerle kafirler dediler ki: Bize kıyamet saati asla gelmeye­cektir! Onların bu sözlerini Cenab-ı Allah reddederek Peygamberine şu emri verdi: Ey Muhammed onlara de ki: Ey inkarcılar, kıyamet saati mutlaka'size gelecektir. Bundan sonra Cenab-ı Allah bu sözünü yeminle te'kid ederek şöyle buyurmuştur: "Hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı için o, size mutlaka gele­cektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey O'ndan gizli kalmaz. Ne bun­dan küçük, ne bundan büyük hiçbir şey yoktur kî apaçık bir kitapta olma­sın". Ey kardeşim benimle birlikte sende şu ayet-i kerimenin mânâsı üzerin­de iyice düşün: "Göklerde ve yerde zerre miktarı birşey O'ndan gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne de bundan büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir ki­tapta olmasın!' Bu ayet-i kerime bir Kur'an'î mucize değil midir?! Çünkü bun­dan 14 asır evvel atomun (zerrenin) parçalanmasından söz ediyor. "Biz onla­ra, ufuklarda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'an)'m gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun"[5]

Kıyamet gününün geleceğini bildirme hususunda Cenab-ı Allah sadece yemin etmekle yetinmemiş, bilakis buna ilişkin delili de anlatmış ve şöyle buyurmuştur. "Ki, İnanıp iyi işler yapanları mükâfatlandırsın". Zaten bundan öncede şöyle buyurmuştu: "Gaybı bilen Rabbim hakkı için, O, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey O'ndan gizli kalmaz". Bu ayet-i kerimelerde Cenab-ı Allah'ın ilim ile nitelendirilmesinin bilgi sahibi ol­duğuna dair vasfının özellikle burada anlatılmasının sırrı ve delâlet vechi şu olsa gerek: Münkirler ölüm sonrası dirilişin, bedenlerin parçalanıp organla­rın kaybolması, dolayısıyla imkansız olduğunu düşünüyorlar ve dağılan ci­simlerin tekrar bir araya gelmesine akıl erdiremiyorlardı. Cenab-ı Allah ken­disinin gizliyi, gizlinin de gizlisini, göklerde ve yerde bütün cüz'iyatı bildiği­ni; kendisinin hikmet sahibi olduğunu, herşeyi yerli yerince yaptığını, iyilik yapanı iyiliğinden dolayı mükâfatlandırma, kötülük yapanı da kötülüğünden dolayı cezalandırmak gerektiğini, dünyanın ceza yeri değil de İmtihan yeri olduğunu söyleyerek münkirlerin iddialarını ve görüşlerini reddetti: "Gök­lerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır (bunları yapmıştır) ki kötülük eden­leri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükafatlan­dırsın'[6]. Ey Muhammedi Senin Rabbin kıyamet gününde, dünyada iken iman edip salih amel işlemiş olanları cennetle mükafatlandıracaktır. Bunlar olgunluk ve kemal derecelerinde zirveye ulaşmış olup parmakla gösterilirler. Çünkü bunlar Allah'a inanıp iyi işler yapmışlardır. Bunlar için Allah katın­dan bir bağışlanma, hoşnudluk ve bol bir rızık vardır. Minnetsiz ve elemsiz bir ikram vardır. Bu rızkın sahibi yoksulluk veya ölümle tehdit edilmeyecek­tir. Bizi aciz bırakacaklarına, yaptıkları işlerdbn haberdar olmayacağımıza inanarak ayetlerimizi boşa çıkarmaya çabalayanlar.. Bir kıraate göre bu ayet-i kerimede geçen kelimesi şeklinde okunmuştur. ke­limesi Allah İle yanşa girenler manasına gelir. Her ne kadar böyle bir şeyi tasavvur etmek mümkün değilse de bazı kurralar, ayet-i kerimeyi bu şekilde okumuşlardır. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar, kendi nefislerinde bir hesap yaparak İslama karşı kurdukları tuzagm iyi sonuç vereceğine ümit bağladı­lar. Bu inançları dolayısıyla, haşa Allah'a karşı yarışa giren kimselere benze­tildiler.

Bizimle yanşa girercesİne ayetlerimizi iptal etmeye ve boşa çıkarmaya ça­balayanlar için elem verici, en kötü bir azap vardır. Çünkü dünyada yaptığı işlerin karşılığını görmeleri İçin insanların ölümünden sonra mutlaka diriltil-meferi gereklidir. Buraya kadar anlatılanlar kafirlerin sözleri ve bu sözlere karşı verilen red cevapları idi.

Kendilerine ilim verilen ve güzel sözü söyleme yeteneği olanlar, sana in­dirilenin hak olduğunu görürler. Ey Muhammedi Sana indirilen kitap, insanları, güçlü ve her bakımdan övgüye layık olanın yoluna iletir. Bu kitapta ölüm sonrası dirilişe ve ahiret gününün hallerine dair haberler vardır. Bu kitap haktır ve içinde hiçbir şüphe yoktur.

Şu kafirlere bak, alay ederek diyorlarki: Siz, öldükten, vücudunuz param­parça olduktan sonra yeniden diriltileceğinizi haber veren bir adamı size gös­terelim mi?! Parçalanıp yer altında kaybolduktan sonra diriltilip yepyeni bir varlık haline mi geleceğiz? Doğrusu bu çok tuhaf bir haldir!

Kafirler böyle konuşuyor sonrada sözlerine şunları ekliyorlardı: Bu adam (Muhammed) kasıtlı olarak Allah'a karşı iftirada mı bulunuyor, yoksa aklı karıştığı için ne söylediğini bilmeyen deli bir adam mı bu?!

Hayır ey kafirler, sizin kalbinizde ahirete İnanma istidadı yoktur. Amel­leriniz ve sapıklığınız dolayısıyla sizler azapta olacaksınız.

Bunlar kör mü oldular? Önlerindeki, arkalarındaki, yanlarındaki gök­lerde ve yerde herşeye muktedir olan Allah'ın kudretine, büyük küçük herşe-yi kujatan eksiksiz İlmine delalet eden ve adeta konuşurcasına şahitlik eden ayetlerle mucizeleri görmediler mi? Yine bu ayetler; noksanlıklardan münez­zeh olan yüce Allah'ın; taşkınlık ve azgınlık ettiği için Karun'u yere batırışı gibi kendilerini de yere batırmaya; zulmettiklerinden dolayı Eykeli'lere yap­tığı gibi kendilerinin de üzerlerine gökten parçalar düşürmeye muktedir ol­duğuna şahitlik etmektedirler. Doğrusu bütün bunlarda, tevbe edip Allah'a dönen her kul için işaretler vardır. [7]

 

 

Davud Ve Süleyman

 

10-11- "Ey dağlar ve kuşlar! Davud teşbih ettikçe siz de onu tekrarlayın" diyerek and olsun ki, ona katımızdan lutufda bulunduk; "Geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut" diye ona demiri yumuşak kıldık. Ey insanlar! Ya­rarlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.

12- Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık :ne-safeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinîn izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

13- Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şük­redin! Kullarımdan şükredenkr pek azdır.

14- Süleyman'ın Ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yi­yen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi. O, Ölü olarak yere düşünce, orta­ya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı. [8]

 

Bazı Kelimeler:

 

Teşbih edin. Te'vip, teşbih demektir. Mükemmel zırh­lar.Takdir et, ölçülü yap. Akıttık.Erimiş ba­kır pınarı.Sapıyor, uzaklaşiyor. Mihrap kelimesinin ço­ğulu olup yüksek bina anlamına gelir. Bilinen mihrab da bu kelimeden alın­madır.Timsal kelimesinin çoğulu olup heykeller anlamına gelir.Cene kelimesinin çoğulu olup büyük çanaklar demektir.Cabıye kelimesinin çoğulu olup içinde su biriken büyük çanaklar demektir. Sabit şeyler. Karada yaşayan canlı hayvan, ağaç yiyen bir kurtçuk. Değneği. Düştü. [9]

 

Açıklama:

 

Davud peygamber s-vaşlar asrında yaşamıştı. Onun çağdaşı olan bazı hükümdarlar arasında çekişmeler olmuştu. Nihayet kendisine fırsat verilince Calût'u öldürdü. Allah ona hükümdarlık ve peygamberlik verdi. Sağlam zırhlar yapmak gibi savaşla ilgili ilimleri ona öğretti.

Biz kendi katımızdan Davud'a büyük bir üstünlük verdik. Bu üstünlük birçok alanlarda görülmektedir. En göze çarpanı ise bizim ona şöyle deme-mizdir: Ey dağlar Davud'la birlikte teşbih edin, "Biz dağlan ona râm etmiş­tik; Akşam-sabah onunla teşbih ederler (onun yaptığı teşbihle çwlarlar)dj. (Her tara ftan) toplanıp gelen kuşları da (Ona râm etmiştik). Hepsi onun nağ­mesine katılır. (Beraber teşbih ederler)di"[10]. Bu Davud Peygamberin şanının yüceliğine ve sahanının büyüklüğüne delalet eden bir husustur. Çünkü Cenab-ı Allah, dağlan onun emrine verip istediğini gerçekleştirmesine yardımcı ol­muştur. O teşbih ederken, dağlarda kendisi ile beraber teşbih eder. O tekbir getirirken dağlar da kendisiyle birlikte tekbir getirirlerdi.

Biz Davud'a kuşları da râm ettik. Demiri onun için yumuşattık. Şüphe­siz demirin ateşsiz olarak yumuşatılması Davud'a verilen bir mucize idî. Ve bu da onun durumuna uygun bir ayetti. O ve kavmi buna şiddetle muhtaç idiler. Biz ona sağlam ve düşmanın saldırısına karşı kişiyi koruyan zırhlar yap­masını emrettik. Fırın kızıştığı ve savaş şiddetlendiği zaman ey Davud bu zırhlar seni muhafaza edecek. Bu zırhları Ölçülü bir şekilde ve güzel birölçüyle tak­dir edip doku. Hafif ve sağlam olsunlar, Halkaları peşpeşe ve birbirine ek­lenmiş vaziyette olsunlar. cümlesindeki sır da bu olsa gerek­tir. Zira serd kelimesi peşpeşe olma manasını İfade eder.

Ey Davut ailesi, bundan sonra iyi işler yapın. Zira düşmana karşı sadece maddi kuvvetle muzaffer olmak ve başarıyı elde etmek mümkün değildin Bi­lakis nefisleri ayakta tutan, ruhları temizleyen, tökezlemekten koruyan, ne­fislerin gizlilikerinden haberdar olan Allah'a karşı insanı muhafaza eden sa-lih amelleri işlemek gerekir. Zira Allah, görülen ve görülmeyen alemi bilmekte ve onlardan haberdar olmaktadır. O sizin yapmakta olduğunuz işi görmek­tedir. O'na karşı gelmekten sakının.

Biz rüzgarı Süleyman'ın emrine verdik. Onun emri ile dilediği yere sür1 atle ve yumuşakça, sükûnet içersinde giderdi. Sabaha kadar bir aylık mesafe, akşama kadar da bir aylık mesafe giderdi. Yani güçlü, kuvvetli yolcunun bir ayda alabiieceği yolu o bir sabahta yada bir akşamda kat'edebiliyordu. Allah herşeyi yapmaya muktedirdir. Onun için, erimiş bakır kaynağını da erittik. Ateş olmaksızın erimiş bakın onun İçin pınar gibi akıttık. Oda bu bakırı kendi amaçlan uğrunda kullanıyordu. Bu da israiloğulları karşısında onun için bir mucize oldu.

Doğruyu Aİlah bilir ya, öyle görülüyor ki Davud Peygamber savaş ve mücadele vermiş, nihayet mülk ve saltanatı düşmanların elinden kurtarmış­tır. Onun dönemi savaş ve mücadelelerle geçmiştir. Bu nedenle sağlam zırh­lar yapmakla meşgul olmuştur. Süleyman Peygamberin zamanında memle­ket huzur ve sükunet içersinde idi. Süleyman Peygamber memleketin etrafını dolaşıyordu. Halkta bina, san'at, ev ve mabetler yapmakla meşguldü. Bu se­beple Cenab-i Allah bakın eriterek, cinleri de emrine vererek Süleyman'a ih­sanda bulundu. Cinler onun için mabedler, heykeller, geniş çanaklar, yerin­den kaldırılamayacak kadar ağır ve büyük kazanlar yapıyorlardı. Bu kazan­lar dağlar gibi yere çökmüş adeta oynatilamayacak kadar büyük idiler. Rab-binin izni ile cinler Süleyman'ın Önünde ve kontrolü altında çalışıyorlardı. Cinler onun tehdidi altında tutuluyorlardı. Cinlerden biri Allah'ın emrinden çıkıp sapacak olunca, ona cehennemin çılgın, alevli ateşinden şiddetli bir azap taddınrdı.

Ey Davut ailesi! Bunlar, Allah'ın sîze bahşettiği nimetlerin bir kısmıdır. Bunlar geniş ve bol nimetlerdirler. Kendisine bu nimetler verilen kimse Al­lah'a şükretsin. Ama Allah'ın kullarından pek azı şükretmektedirler. Bu şük­reden kimseler ne kadar da azdırlar. Nefisleri saf, kalpleri temiz kimselerin sayısı gerçekten de azdır. İhsana şükürle, nimete ise hamd ile karşılık vermek gerekir. "Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür"[11]

Ey İnsanlar Davud ve Süleyman'ın kıssalarından ibret alın. Bunlar RabIerine ibadet edip şükrettiler. Allah da onlara sayısız nimetlerle ihsanda bu­lundu. Onların ellerinde mucizeler icra etti...

Biz Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü emir altında çalışan cinler bilemediler. Yalnız küçük bir kurtçuk onun değneğinin ucundan kemirip yemekte idi. Nakledildiğine göre ölümünden bir sene sonra Süleyman Peygamber yere düştü. Düşünce, cinler onun öldüğünü anladılar. Hem kendileri, hem de insanlar, cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça Öğrendi­ler. Eğer onlar gaybı bilselerdi Süleyman Peygamberin Ölümünü de anında bilirlerdi. Ve içinde bulundukları alçaltıcı azaba da maruz kalmazlardı. Bu azab kölelik ve emir altında çalışma azabıdır. Bu ayet-i kerimeden ilham ala­rak cinler hakkında ve onların gaybı bildiklerine dair söylenen sözlerin kün-hünü öğrenebilelim ki, saptırıcı fasiklarm vehimlerine maruz kalmayalım. Ey basiret sahipleri bu kıssalardan ibret alın. Bunlar öğüt ve ibretten başka bir şey değildirler. [12]

 

Seb'e Kıssası Ve Seylül Arim

 

15- Sebe'lilerin yurtlarında Allah'ın kudretine bir işaret vardır: Sağlı sollu iki bahçe vardı. Onlara: "Rabbinİzin verdiği nzıktan yiyin ve O'na şük­redin, işte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab" denmişti.

16- Fakat onlar yüz çevirdiler; bunun için Biz de üzerlerine Arim seli­ni gönderdik, onların bahçelerini, buruk yemişli, ılgtnhk ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.

17- İşte böylece, inkarlarından ötürü onları cezalandırdık.Biz nankör­den başkasına ceza mı veririz?

18- Onlarla, kutlu kıldığımız şehirler arasında, karşıdan karşıya görü­nen kasabalar var etmiş, oraları gezilecek belirli konak yerleri yapmıştık. "Ora­larda geceleri ve gündüzleri güven içinde gezin" demiştik,

19- Ama onlar: "Rabbimiz! Yolculuklarımızın mesafesini uzak kıl" deyip kendilerine yazık ettiler. Biz de onları efsane yapıverdik, darmadağın ettik. Doğrusu bunlarda, pek çok sabreden ve çok şükreden kimseler için ders­ler vardır.

20- And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.

21- Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nü fuzu yoktu; ama Biz ahirete ina­nan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır. [13]

 

Bazı Kelimeler:

 

Arab-i aribe kabilelerinden biridir. Yemen beldelerinde yaşar­lardı. Bunlar bir kök olarak kabul edilmişlerdir. Arabistan yarımadasında bun­ların bazı kollan yaşamıştır. Arim seli, arim kelimesi, armet keli­mesinin çoğulu olup baraj gibi suyu tutan binaya denilir. Meyvesi olmayan, sadece tahtasından ve odunundan yararlanılan bir ağaç. Sedir ağacı. Onları büsbütün parçalayıp dağıttık. Hüccet, delil. [14]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Yüce Allah kendisine yönelen Mü'minlerin hallerini, Davud ve Süley­man Peygamberlerin kıssalarını anlatırken açıklamıştı. Burada da nimete is­yanla mukabelede bulunan sapık kafirlerin hallerini açıklamaktadır. Bunla­rın cezaları mahrumiyet olmuştur. [15]

 

Açıklama:

 

Sebe'lilerin Yemen'deki meskenlerinde; ölen toprağı canlandıran; çekir­dekten, olgun meyveli ve1 dalları yere yakın ağaçlar çıkaran Allah'ın kudreti­nin sonsuzluğuna işaret eden ayetler vardır. Bu ayetler şunlardır: Beldelerinin sağında ve solunda iki çeşit bahçe vardı. Bazı alimler ayet-i kerimede geçen sözünü şöyle tefsir ederler: Bu, Sebe'lilerin kıssasıdır. Onlar Al­lah'ın nimetine mazhar olmuş bir kavim idiler. Sonra Hak'tan yüz çevirdiler. Allah'ta kendilerini mahvedecek ve birliklerini darmadağın edecek azabı üzerlerine gönderdi. Bunda, anlayanlar için öğüt ve ibretler vardır. Bunu düşüne­niz var mıdır?!

Sebe'liler Yemen beldelerinde yaşamış olan bîr kavimdirler. Orada yük­sek kasırlı ve kaleli muazzam şehirler kurmuşlardı. Allah onlara iki dağ ara­sında bir baraj yapma düşüncesini ilham etti. Onlar yaptıkları bu baraj İle vadideki suyu topladılar. Hikmet ve hendese iblgisi sayesinde o suları dile­dikleri mecralara akıttılar. Arazileri, bol verim verdi. Çok miktarda ekin bi­tirdi. Geniş bahçeler yetiştirdiler. Bu bahçeler onlara çok miktarda ürünlerle meyveler verdi.

Rivayete göre Sebe'li bir-kadın zembilini başına koyarak bahçeler ara­sında geçerken, çok yürümekten dolayı ağaçlardan düşen meyvelerle zembili dolarmış. Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetler bollaşti. Hayır ve bereket, üzerlerinden taştı. Rablerinin ihsan ettiği rızkı yediler. O'nun nimetlerinden yararlandılar. Peygamberlerin lisanlarıyla onlara şöyle denildi: Bu nimetleri size bahşeden Rabbinize şükredin. Bu toprak parçası, şüphesiz ki meyveleri ve havası hoş bir beldedir. İçinde fazlasıyla hayır ve bereket vardır. Bunları size nimet olarak bahşeden Rabbiniz çok bağışlayandır. Günahları örtendir. Kötülükleri affedendir.

Sebe'lilerin, kendilerini aç iken doyurmasına, korkulu iken güvene er­dirmesine, hoş ve helâl rızikları vermesinekarşilık Allah'a hamd etmeleri ve nimetlerinden ötürü şükretmeleri gerekirken, onlar doğru yolda yürümedi­ler. Bilakis Peygamberleri yalanlayıp haktan yüz çevirdiler. Dünya, içi boş süs-leriyle onları aldattı ve Allah'ın azabına uğramayacakları ümidiyle baştan çı­kardı. Onlar Peygamberlerini yalanladılar, Peygamberlerin öğütlerine aldırış etmediler. Ey Muhammedi Senin Rabbin onlara, yaptıklarının karşılığım tat­tırmak, küfürlerinin akıbetini başka insanlara ibret olmaları için onlara gös­termek İstedi. Onların yaptıkları işleri yapmayı ve gittikleri yoldan gitmeyi arzu eden kimseler için ibret ve öğüt olsunlar. Senin Rabbin onların Üzerine Arim Selini gönderdi. Bu sel onların yaptıkları barajı yıktı. Suları tutan, su­lara gem vuran yüksek binalarım yerle bir etti. Onlar, bu taşkın seli durdura-madılar. Çöl ortasında coşan bu sel, onların meskenlerini yıktı. Yaşamakta oldukları vadi kurak bir çöl haline geldi. Artık o çölde ne bir bitki, ne de bir ağaç kaldı. Sadece yemiş vermeyen acı Ilgın ve Sedir ağacı kaldı ki bunla­rın da onlara hiçbir yararı dokunmuyordu. Allah onların sevinçlerini tasaya, nimetlerini perişanlığa, sürurlannı hüzne dönüştürdü. Bahçelerinde ötüşen serçelerle bülbüller sağa sola kaçıp gittiler. O bülbüllerle, serçelerin yerlerini kargalarla baykuşlar aldı. Yıkılan köşklerinin harabeleri üzerinde bunlar öt­meye başladılar. Nimet ve istikrar elbiseleri içinde böbürlenerek salınıp yü­rüyen halk, içinde yaşamakta oldukları o güzelim diyardan uzaklaştılar. Darbı mesellere konu olacak kadar oraya buraya dağılıp gittiler. Nimetten perişan­lığa geçişleri, onların yapmakta oldukları kötülüğün bir cezasıdır. Zira onlar

Hak'tan yüz çevirdiler. Hak'kı yalanladılar. Allah'ı ve Peygamberlerini inkâr ettiler. Bu sebeple o perişanlığa maruz kaldılar. "Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?" Ey Mekke'liler şu Sebe'lilerden ibret alın!

Onlar güvenlir ve huzur içinde köyler, şehirler arasında zahmetsizce, kor­kusuzca emniyetli bir ortamda gidip gelirlerdi. Gerek göç, gerek gezinti, ge­rek ticaret maksadıyla serbestçe ve korkusuzca dolaşırlardı. Bu komşu köy­lerle şehirler arasında birkaç gece ve birkaç günde gidip gelirler, bu seferleri esnasında emniyetten ve sükunetten başka bir şeyle karşılaşmazlardı. Bütün bunlardan sonra şımarıklıklarından ve küfürlerinden dolayı şöyle dediler: Rab-bı'miz, seferlerimizin arasını uzaklaştır. Daha uzun mesafelere gidelim. Evet böyle dedikten sonra kendi nefislerine zulmettiler. Üzerlerine azap hak oldu. Ey Muhammed! Onları azaplandıracağına dair senin Rabbinin söylemiş ol­duğu söz, onlar hakkında tamam oldu. Onları darbı mesellere konu ettik. İnsanlar onlardan bahsederek darbı meseller verirlerdi. Onları darmadağın edip arap çöllerinin muhtelif köşelerine dağıttık. İşte Şam'daki Gassaniler, . Yesrib'deki Enmar'blar. Tİhamedeki Cüzamlılar, Amman'daki Ezdiler onlar­dandır.

İşte bütün bunlarda nimetlere ve nimetlerin aldatmasına karşı sabrederr kimseler için ayetler vardır. Allah'ın İhsanlarına karşı şükreden kimseler için de ayetler vardır. İnsanların çoğu nimetten dolayı şımardılar. Malları ve ser­vetleri onları Hak'tan saptırdı. Onları, Allah hakkında aldattı. Ey Mekke'li­ler bu kıssadan ibret alın ve hiçbir kimse sizi Allah hakkında aldatmasın. Al­lah'ın sizi azap lan dır mıyacağını söyleyerek sizi yoldan çıkarmasın!

Andolsun ki İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. Çünkü o, ben insanları mutlaka azdıracağım demişti. Cennetten kovulurken de: "Adem1 in zürriyetinî —pek azı hariç— süründüreceğim." demişti ve onlar hakkın­daki zannını da doğru çıkardı. O, insanları saptıracağını ve insanların da bu hususta kendisinin çağrısına uyacaklarını zannetmişti ve bu zannını doğru çıkardı. Tahmini gerçekleşti. İnsanlardan bir grup —ki onlarda mü'minlerdir— dışında herkes onun azdırmasına ve saptırmasına tabi oldu. "Benim (halis) kullanma karşı senin bir gücün yoktur. Ancak sana uyan azgınlar(ı azdırabi-Vırsin sen)"[16] Şeytanın onlara karşı bir gücü ve dayanağı yoktur ki, onlara musallat olsun. Bu böyle oldu ki, biz ahİrete gerçekten iman edenle ahiretin varlığı hususunda şüphe eden kimseleri müşahade ilmi ile bilelim. Senin Rabbin herşeyi muhafaza edip kontrol etmekledir. Allah onların hüccetlerini ve em­sallerinin ileri sürdükleri delilleri kesip boşa çıkardı ki; ne yapalım şeytan bi­zi azdırıp Hak'tan saptırdı, demesinler. Hayır Allah şeytana, onlara karşı bir hüccet ve delil vermedi. Kusur varsa sizindir. Çünkü Rabbiniz sizi defalarca uyarmış ve sakındirmıştır. Sizler azgınlığınızdan ve sapıklığınızdan geri dön­mediniz. [17]

 

Allah'tan Başkalarını Şefaatçi Edinen Müşriklerle Yapılan Tartışma

 

22- Ey Muhammedi De ki: "Allah'ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahib olmadığı, her ikisinde efe bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde tanrı olduklarım ileri sürdüklerinizi yardıma çağırsanıza!"

23- Allah 'ın katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat ede­mez. Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince birbirlerine "Rabbiniz ne söy­ledi?" diye sorarlar; "Hak söyledi" derler. O, yücedir, büyüktür.

24- Ey Muhammed! De ki: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" De ki: "Allah'tir.Öyleyse doğruyolda veya apaçık bir sapıklıkta olan ya biziz ya sizsiniz."

25- De ki: "İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmazsınız, sîzin yap­tıklarınızdan da biz sorumlu olmayız"

26- De ki: "Rabbimiz sonunda hepimizi toplar, sonra aramızda ada­letle hükmeder. Adaletle hükmeden, bilen ancak O'dur,"

27- Deki: "Ona taktığınız ortaklan bana gösterin, yoktur ki! O güçlü olan, hakim olan Allah'tır".

28- Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarı­cı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.

29- "Doğru sözlü iseniz, söyleyin bu vaad ne zamandır?" derler.

30- De ki: "Size, bir gün tayin edilmiştir. Ondan bir saat ne geri kala-bilirsiniz ne de öne geçebilirsiniz." [18]

 

Bazı Kelimeler:

 

Zerre ağırlığınca.Yardımcı. Kalp­lerinden korku ve ürküntü giderildi. Günah ve suç işledik. Hüküm verir. Asla. Bütün insanlar. [19]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Burada Davud ve Süleyman peygamberin kıssaları ile Allah'ın kendile­rine bahşetmiş olduğu nimetlerden, Sebe' kavminin kıssasından söz edildik­ten sonra surenin baş kısmında geçen kafirlerle müşriklere yapılmış olan hi­taba tekrar geri dönülmektedir. Çünkü bunda Allah'ın kudretinin varlığını ve sonsuzluğunu isbatlayan ayetler vardır. Allah'ın birliğinden bahsetmeye ve bu konuda delil ileri sürmeye hiçbir gerek yoktur. Bunu açıklamaya ihti­yaç da yoktur. [20]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammed! Doğru yoldan sapan müşriklere de ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız, tanrı diye adlandırdığınız, bir ve kahhar olan Allah'a ortak olmaya müstehak olduklarına inandığınız şeyleri, Allah'ı çağırır gibi sevinç ve tasa halinde çağırm. Musibetler anında Allah'a sığındığınız gibi bunlara sı­ğının. Bakın bakalım, bunlar Allah'tan icabet ve rahmeti beklediğiniz gibi bu çağrınıza icabet edecekler mi?!

Kutlu ve yüce Allah, onlara verilmesi gereken yegane cevabı veriyor, in­saf ehli kimseler de mutlaka onlara bu şekilde cevap verir. Yüce Allah ceva­ben onlara şu anlamda karşılık veriyor: Hayır o putlarla melekler hiçbir şeye sahip olamazlar ve hiçbir şey yapamazlar. Zerre ağırlığınca hayır veya şerre sahip olamazlar. Göklerle yerin bütün taraflarında onlar bu acizlik içerisin­dedirler. Göklerde ve yerdeki bütün varlıkların yaratılışı ve mülkiyeti husu­sunda asla bana ortak olamazlar. "Ben onları ne göklerin, ne yerin yaratıl­masında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurmadım; yoldan saptırıcıları (kendime) yardımcı tutmuş da değilim"[21]. Allah'tan onlara bir yardım ve destek gelmeyecektir. Nasıl gelsin ki?! Böyle olunca da onların Al­lah'ı bırakıp da, hiçbir fayda ve zarara güçleri yetmeyen varlıkları, putları tanrı edinmeleri boşa çıkmış oldu. Hatta o tanrılarından sinek birşey kapıp götü­recek olsa dahi o şeyi sineğin elinden kurtaramazlar. İsteyen de istenen de, tapan da tapılan da ne kadar zayıftır! Onlar, "Biz bunları kıyamet gününde Allah'ın yanında bize şefaat edecek ortaklar olarak kabul ediyor ve ibadet edîyorvz" diyorlardı. Cenab-i Allah onlarm bu sözlerini ve davranışlarını şu beliğ ve te'kid'li ifade ile reddediyordu: Kıyamet gününde Allah'ın şefaate izin verdiği kimseler dışında hiç kimse şefaatte bulunamaz.

Bu, onların: "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" deyişleri­ni yalanlıyor.

Zannedildiği gibi şefaatte bulunmak için Allah'tan izin almak çok ko­lay ve basit midir? Hayır, bu çok şiddetli ve zorlu bir durumdur. İnsanın dili tutulup, ürküntü ve korkudan dolayı sanki bir örtü altına gizlenmiş olur. "Gök­lerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi, çok merhametli (Rab)dİr. O'na hitab edemezler. (O'nun huzurunda konuşmaya cesaret edemezler.) O gün ruh ve melekler sıta sıra dururlar. Rahmanın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. (Rahman’ın  konuşmasına izin verdiği de ancak) doğruyu söy­ler."[22]

Kıyamet günü insanlar, hesap yerinde belli bir süre bekler, ürküntü ve korku içinde durur. Nihayet kalplerindeki korku giderilir. Rabbin söyleyece­ği bazı kelimeler sebebiyle, şefaatçilerle kendilerine şefaat edilecek olan kim­selerin kalpleri, ürküntü bulutlarından temizlenip aydınlığa kavuşur. Bu du­rum meydana gelince biribirlerine müjde verip sevince gark olurlar, etraflarındaki meleklere yada biribirlerine: "Rabbiniz ne dedi?" diye sorarlar. Der­ler ki: Hak sözü söyledi. Bu söz O'nım dilediği ve hoşnut olduğu kimseye şefaat için izin vermesidir. O, kutlu ve yüce olan Hak'tır. Üstünlük ve aza­met sahibidir. Bu günde O'nun izni olmadan hiçbir Peygamber konuşma ya da sevdiği kimseler için şefaatte bulunma yetkisine sahip değildir.

Ey Mekkeliler, bakın sizler hangi noktadasınız? Ve sizin o zorlu vakitte putlarınız nerede olacaklar?! Onlar kendi güçleriyle size fayda veya zarar ve­remezler.

Ama aslında sizler için çok zararlıdırlar. Ey Resul onlara de ki: Gökler­den ve yerden size rızkı kim veriyor?!

Bu sorunun cevabını yine Peygamberin vermesini CenabAilah emir bu­yuruyor. Çünkü bunun cevabı bellidir. Şayet üzerlerinden müşriklik kabusu kalkacak, inat ve küfür Örtüsü aralanacak, kalpleri bütün sapıklıklardan arı­nıp temiz hale gelecek olursa şöyle diyecekler: Rızkı veren, gücün ve kuvvetin sahibi olan Allah'tır. "De ki: Sizi gökten ve yerden kim nziklandinyor? Ya da o kulak(lar)a ve gözlere kim sahiptir (onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölü­den diriyi, dinden Ölüyü kim çıkarıyor? (Yaratma) iş(in)i kim düzenleyip yö­netiyor?". "Allah" diyecekler. De ki: "O halde (O'nun) azabından korkmu­yor musunuz?"[23]

Hitap edebine ve hasma süre tanınmasına dikkat edin. Hasma süre tanı­nır ki, o hem kendi haline baksın, hem de onu halden hale çeviren durumu­na baksın. "O halde ya biz ya siz (ikimizden biri) doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindeyiz" Cenab-ı Allah, kendi sözünün doğruluğuna ve hasımlarının sözlerinin fasidliğine delalet eden ayetleri sevk ettikten sonra'bu­rada da böyle diyor.

Ey Muhammedi Onlara de ki: Kıyamet gününde sizler bizim amelleri­mizden ve günahlarımızdan ötürü sorguya çekilmezsiniz. Biz de sizin yap­makta olduğunuz işlerden ötürü sorguya çekilmeyiz. Allah aramızı hak ile bulacaktır. Sonra bize adaletle hüküm verecekti^. O yaratıklarının işlerini -len hakimdir. Yaptıkları işlerin karşılığını eksiksizce verecektir. Hayır işlemiş-Ierse sevap, şer işlemişlerse azap verecektir. Şaşıyorum size! Allah'a kattığı­nız ortaklarınızı ve Allah'a eş koştuğunuz tanrılarınızı bana gösterin. Onla­rın nerede olduklarını bana bildirin?

Hakka bakıp ta O'na uymaları umuduyla müşriklerin nazarları gerçek­lere döndürülmekte ve dikkatleri çekilmektedir! Onların haktan ve adaletten uzak olan görüşleri bizden de uzaktır. Sizin iddia ettiğiniz gibi gerçek, hiçte böyle değildir. O tek başına kaadir-i mutlak olan Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Güçlüdür ve hiç kimse tarafından mağlup edilemez. Hiçbir fert O'nu gökte ve yerde aciz bırakamaz. Bütün işlerini yerli yerince yapar. Yaratıkları­nın durumlarını failin Noksanlıklardan münezzehtir. Sizin ortak koştukları-nızdanda yücedir.

Sana gelince ey Muhammed; Biz seni bütün insanlar için küfürden, fa-sıklıktan, isyandan men edici bir Peygamber olarak gönderdik. Sen onları top-yekün İslama davet edersin. Davet ettikten sonra hidayete gelmezlerse senin bir sorumluluğun kalmaz. "Dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun" Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Ve bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini sizden soruyorlar. Ey müslümanlar! Eğer sözünüzde doğru iseniz bu kıyamet saatinin ne zaman geleceğini söyleyin, diye sizi ta'ciz ediyorlar. Onlara deyin ki: Şüphesiz kıyamet saati gelecektir. Gelmesi muhakkaktır.

Ey Muhammed, onlara de ki: Sizler için Allah katında belli bir günün miadı vardır. Belli bir vakitle sınırlandırılmış ecel vardır. Eceliniz gelince, ne bir an geri kalabilir ne bir an ileriye gidebilirsiniz. Herşeyin emri Allah'ın elindedir. [24]

 

Müşriklerin Davranışları Ve Tutumları

 

31- İnkâr edenler: "Bu Kur'an'a ve ondan öncekilere İnanmayacağız" dediler. Sen bu zalimleri, Rablerinin huzurunda dikilmiş oldukları zaman,suçu birbirine atıp dururken bir görsen! Güçsüz sayılanlar, büyüklük taslayanla-ra: "Siz olmasaydınız bir inanmış olacaktık" derler.

32- Büyüklük taslayanyar, güçsüz sayılanlara: "Size doğruluk rehberi geldikten sonra ondan sizi biz mi alıkoyduk? Hayır; zaten suçlu kimselerdiniz" derler.

33- Güçsüz sayılanlar da: "Hayır gece gündüz bile kuruyor ve bize Allah'ı inkar etmemizi, O'na ortaklar koşmamızı emrediyordunuz" derler. Azabı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkaları vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını  ekerler? [25]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tutuklanmış, alıkonmuşlar.Zayıf sayılan­lar. Büyüklük' taslayan reis ve kodamanlar. Mekir kelimesi, hile ve tuzak anlamına gelir. Yani siz, gece gündüz durma­dan hile ve tuzak kurardınız.

Nid kelimesinin çoğulu olup benzer ve eşjer demektir.Yani pişmanlıklarım açığa vurdular. Gıl kelimesinin çoğuludur. Boğaza konulan demir tasmalar demek­tir. [26]

 

Açıklama:

 

Rivayet olunur ki müşrikler ehl-i kitaba, Peygamber (S.A.V.) efendimi­zin, onların kitaplarında yer alan sıfatlarını sordular. Ehl-i kitap dediler ki: Evet onunla ilgili sıfatlar bizim kitaplarımızda kayıtlıdır. Müşrikler dediler ki: Biz bu Kur'an'a ve bundan önce indirilmiş olan Tevrat, İncil gibi semavi kitaplara da inanmıyoruz!

Halbuki bundan önceleri müşrikler ehl-i kitaba müracaat eder, bu gibi konularda onların sözlerine kulak verir, dinlerlerdi. Şimdi onların dengesiz­liklerine ve görüşlerinin çatışmasına bakın. Bu onların dünyadaki tutumları ve davranışlarıdır.

Şu zalimlerin hesap için tutuklanışlarını, hareketten ve kaçıp kurtulmaktan alıkonuluşlarını görmelisin ey Muhammedi Bunların, Rablerinin yanında tevkif edilmiş vaziyette duruşlarını bir görsen: Bİribirlerine laf atar, içine düştükle­ri halden dolayı biribirleriyle münakaşa ederler. Onları bu haldeyken görmüş olsan çok tuhaf bir manzara ile karşılaşırsın! Zayıf sayılanlarla tabi olan kimselerin; büyüklük taslayan, kendilerini üstün gören liderlerle reislere; Ey reis­ler! Sizler olmasaydınız biz iman ederdik. Bizim küfre girişimizin sebebi sizsi­niz, sorumluluk sizin üzerinizdedir. Sizler azabı kat kat hak etmişsiniz, de­yişlerini bir görmelisin.

Büyüklük taslayanlar, kendilerini üstün görenler onlara nasıl cevap ve­recekler biliyor musun? Onlara diyecekler ki: Hidayet geldikten sonra sizi biz mi ondan men edip geri çevirdik? Hayır biz böyle bir şey yapmadık. Aslında sizler günah işlediniz ve suç irtikâb ettiniz. Kendi eğilim ve seçiminizle küfrü benimsediniz. Allah'a iman'dan geri çevrilişinizde bizim hiçbir etkimiz ol­madı. Allah'ı inkâr etmenize bizim hiçbir te'sirimiz olmadı.

Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanların bu sözlerini reddederek şöyle der­ler: Hayır sizin gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardan ötürü bizler küfre itildik. Küfürle emrolunduk. Evet sizin zehirli propagandalarınız ve insanı güçten düşürücü hileleriniz, ayrıca yönetim mekanizmasında bulunuşunuz, so­rumlu kimseler oluşunuz bizim kafir oluşumuza ve Allah'a ortak koşmamı­za tesir etti. Bilmediğimiz halde Allah'ı inkâr edip O'na ortaklar koştuk. Bu hale düşmemize neden olan icraatlarınız gerçekten de hile ve tuzağa çok ben­zemektedir!

İşte o hesap yerinde hem uyanlar, hem uyulanlar, hem liderler, hem uy­ruklar pişmanlık izhar ettiler. Azabın hazır vaziyette kendilerini beklediğini görünce hasret çektiler. Biz de boyunlarına demirden halkalar vurduk. Se­nin Rabbinİn azabından asla kurtulamazlar. Bunlar, onların dünyada yap­tıkları amellerin karşılığı değilse nedir? Evet onlar yaptıklarından başka bir şey sebebiyle cezalandırılıyorlar mı?! [27]

 

Peygamber (S.A.V.)'İ Teselli

 

34- Doğrusu uyana göndermiş olduğumuz her kasabanın varlıklı kim­seleri, onlara: "Biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz" diyegelmişler-dir.

35- "Mallan ve çocukları en çok olkn bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz" derlerdi.

36- De ki: "Şüphesiz Rabbim rızkı dilediğine genişletir ve bir ölçüye göre verir, fakat insanların çoğu bilmezler!'

37- Ey İnsanlar! Sizi bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de çocuklannızdır; yalnız, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yap­tıklarına karşılık mükafatlan kat kattır; işte onlar, yüksek derecelerde, güven içindedirler.

38- Ayetlerimizde Bizi aciz bırakmağa yeltenenler, işte onlar, azabla yüz yüze bırakılırlar.

39- De ki: "Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin nzkını hem ge­nişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarfettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rmk verenlerin en hayirhsıdır!'[28]

 

Bazı Kelimeler:

 

Zenginleri, liderleri ve kumandanları Rızkı ge­nişletir. Yakınlık.Kat kat ceza.Boşa çı­karmaya çalışanlar.Kısar ve daraltır. Yerine başkasını koyar. [29]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimelerde Peygamber (S.A.V.) efendimize teselli veriliyor. Ka­firlerin huylarının ve amellerinin her zaman ve her yerde aynı olduğu açıkla­nıyor ki, Peygamber efendimiz onların bu yaptıklarından dolayı incinmesin. Böylece Mekke kafirlerinin bir başka tutum ve davranışlarını da öğrenmiş oluyoruz. [30]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Senden önce hiçbir kasabaya bir elçi ve uyarıcı gönder­medik ki, oranın zenginleri, kodamanları kendi içlerinden gelen bîr kıskanç­lık, azgınlık, aldatıcı bir gurur dolayısıyla Peygamberi yalanlayarak şöyle de­miş olmasınlar: Biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz. Zi­ra bunların iddia ettiği şeyler hak olsaydı Çıma biz ondan daha yakın olur ve bu Peygamberliğe ondan önce biz lâyık olurduk. Ve dediler ki: "Bu Kur­an iki kentten (Mekke ve Taif'ten) büyük bir adama indirilmeli değil miydi?"[31]. Yine başka münkirler dediler ki; biz mal ve evlat bakımından daha çoğuz. "İki topluluktan hangisinin makamı daha.hayırh, meclisi (mevkii) daha güzeldir?"[32]

Madem ki dünyada biz böyleyiz ve bu nzıkta bilindiği gibi Allah katın­dan veriliyor, şu halde bizler, Allah katında sizlerden daha şerefli ve daha üstünüz. Çünkü sîzler, yoksul ve zayıf kimselersiniz. Hal böyle olunca, biz­ler Kıyamet gününde asla azaba uğratılacak değiliz. Çünkü ölüm sonrası di­riliş ve ceza diye bir şey yoktur. Varsa bile bize güzel mükafatlar ve karşılık­lar verilecektir. Zira Allah, şerefimizden ve O'mın katındaki yüksek merte­bemizden dolayı bizlere ikramda bulunacaktır.

Şaşıyorum şunlara! Fani dünyayı ebedi ahiret yurdu ile mukayese edi­yorlar. Sinek kanadı ağırlığınca değer taşımadığını bilmiyorlar. Şayet Dün-ya'nın Allah katında sinek kanadı ağırlığınca değeri olsaydı kafire bir yudum su bile verilmezdi.

Şunlara şaşıyorum! Dünyada verilen rızık, kişinin Allah katında şerefli ve üstün olmasından dolayı değildir. Lakin Allah rızkı dilediğine bol bol ve­rir. Dilediğine de Ölçülü, kısıtlı verir. Bu O'mın ancak kendisinin bileceği bir hikmetden ötürüdür. Yoksa salih kimselerin iyi amellerinin, ya da kötü kim­selerin pis amellerinin bunda hiçbir fonksiyonu yoktur. îyi kimselerin salih amelleri ile fasık kimselerin kötü amelleri ancak kıyamet gününde değerlen­dirilir. Asi kimse İle kâfire istidraç olsun diye bu dünyada nzık verilir. Al­lah'a itaat eden kimseye ise az rızık verilerek imtihan edilir ki, bu dünyadaki haseneleri çoğalsın ve Allah katındaki sevabı da'artsın. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Onlar geniş rızkın, kişinin Allah katından şerefli ve üstün olmasından dolayı verildiğini; dar rızkında kişinin Allah katında fakir ve de­ğersiz oluşundan dolayı verildiğini zannetmektedirler. Ama onlar geniş rız­kın, istidraç olsun diye asilerle kafirlere verildiğini bilmiyorlar! Ne sîzin mal­larınız, ne de evlatlarınız sizleri bize yakın kılmaz. Mal ve evlat kişiyi Allah'a yaklaştırmaz. Ancak salih mü'minler, mallarım Allah yolunda harcar, evlat­larına hayır ve iyiliği öğretir, onları İslamİ bir terbiye ile terbiye edip yetişti­rir. Bu İslamİ terbiyenin esası Allah sevgisidir. Üstünlüğün, Allah ve Resulü ile mü'minlere ait olduğunun bilincine varılmasıdır. İşte bunlar için birden ona veya yedi yüze kadar kat kat sevap verilir. Onlar cennet odalarında hu­zur ve güvenlik içersinde yaşartan Böylelerİ için korku ve hüzün yoktur.

Canlarını ve mallarım feda ederek ayetlerimizi iptal etmek ve haşa Al­lah'ı kendi kısır zanlanna göre aciz bırakmak için çaba sarfedenler, azap içe­risinde hazır bulundurulacak ve Cehennem ateşinde edebi bırakılacaklardır. Bu, onların yaptığı kötü işlerin karşılığıdır.

Ey Muhammedi Şu mallarının ve evlatlarının çokluğuyla övünüp ifti­har eden Mekke kafirlerine deki: Rabbim dilediği kullarına rızkı bol verir, sonrada kısıp Ölçülü verir.

Bu İbare, te'kid için tekrarlanmıştır. Bazıları demişler ki; terkarlanan iki ibare arasında muhalefet vardır. Birinci ibare; birisine bol diğerine kısıtlı n-zık verilen iki şahıs hakkındadır. Bu ayet-i kerimede ise sözü edilen ibare ay­nı kişinin iki vakitteki durumuyla ilgilidir. Zira (J*) deki zamir ( ti ) keli­mesine dönmektedir ki, bu da rızkın bolluğunun şeref ve mertebe ile, darhğı-nmda zillet ve hakirlikie alakalı olmadığım te'kid etmektedir. Şayet böyle ol­saydı, aynı şahıs hem rızık bolluğu, hem de nz;k darlığıyla vasıflandırılmaz-. Mallardan kast edilen gaye, onlarla övünmek veya onlara güvenmek de­ğildir. Mal sahibinin, malını Allah yolunda harcayarak nemâlandirması ge­rekir. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuş­lardır; "Senin malın; ancak yeyipte tükettiğin veya giyipte eskittiğin veya sadaka olarak veripte baki bıraktığın maldır" Ey insanlar bilinkİ, Allah yo­lunda sarf ettiğiniz mallarınızın yerini Allah dolduracak, yerine başka mal koyacaktır. Allah yolundan kasd edilen manâ geniştir. Sadaka, zekat, çoluk çocuğa sarf edilen nafaka, hepsi Allah yolunda yapılan harcamalar kabilin-dendirler. Evet bu gibi masrafları Allah yolunda yaptığınız takdirde bunların yerine Allah başka mal koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısı ve en iyisidir. Ayet-i kerimede geçen ( Uİ34') fiili ile kast edilen manâ şudur: Yani Allah yolunda yaptığınız harcamaların yerini Allah doldurur. Bunun bedelini, size ya dünyada, ya da ahirette verir. Ebu Hüreyre (R.A.) Peygamber (S.A.V.) efen­dimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kulların sabahladığı her günde gök­ten İki melek iner ve bunlardan biri şöyle der: Alllah'ım malını harcayanın harcadığı malının yerini doldur" diğeride der ki: "Allah'ım malını elinde tu­tan kimsenin malına telefiyet ver". Yine Ebu Hüreyre (R.A.) Resulullah (S.A.V.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Allah bana dedi ki: Malını in fak et ki, sana da infak edilsin'.' Bu kudsi hadîs, malını Allah yolunda sarf eden kimsenin harcadığı malının bedelinin dünyada kendisine mal ya da ka­naat ve rıza ile verileceğine işaret etmektedir ki kanaat ve rıza iki tükenmez hazinedirler. Yine bu kudsi hadis, malım Allah yolunda sarf eden kimsenin sarf ettiği malın bedelinin ahİrette kendisine ödenebileceğine İşaret etmekte­dir ki, bu bedel de bol sevaptır. Bütün bunlar, yapılan harcamaların Allah yolunda yapılmış olması şartına bağlıdır. Ve bütün bunlardan da öğreniyo­ruz ki; kişinin harcadığı malın bedelinin mutlaka dünyada verilmesi şart de­ğildir. [33]

 

Kafirlerin Dünya Ve Ahirettekî Bazı Durumları

 

40- Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: "Bun­lar mı size tapıyordu?" der.

41- Melekler: "Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; on­lar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı" derler.

42- Zalimlere: "Yalanladığınız ateşin azabını tadın, bugün birbirinize ne fayda ve ne de zarar verebilirsiniz!' deriz.

43- Ayetlerimiz onlara apaçık olarak okunduğu zaman: "Bu adam si­zi babalarınızın taptıklarından alıkoymaktan başka bir şey istemiyor" der­lerdi. "Bu Kur'an düpedüz bir uydurmadan başka bir şey değildir" derlerdi. Hak, inkar edenlere geldiğinde, onun İçin: "Bu apaçık bir büyüdür" demiş­lerdi.

44- Oysa Biz, ey Muhammed, onlara okuyacakları bir kitap vermemiş ve senden önce de onlara bir uyarıcı göndermemiştik.

45- Kendilerinden önce gelenler de yalanlamışlardı; oysa bunlar, onla­ra verdiklerimizin onda birine bile erişememişlerdi. Böyleyken peygamberi­mizi yalanladılar; Beni inkâr etmek nasıl olur!

46- Ey Muhammed! De ki: "Sİze tek bk öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız, sonra düşününüz, göreceksiniz ki arkadaşı­nızda delilik yoktur. O yalnız çetin bir azabın öncesinde sizi uyarmaktadır?'

47- De ki: "Ben sizden bir ücret istersem, o sîzin olsun; benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahiddir"

48- De ki: "Görünmeyenleri en iyi bilen Rabbİm, bâtılı hak ile orta­dan kaldırır."

49- De ki: "Hak geldi; artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir."

50- De ki: "Ben sapıtırsam, sapıtmakla ancak kendime etmiş olurum. Doğru yolda olursam, bu Rabbimin bana vahyetmesiyledir. Doğrusu O, işi­tendir, yakın olandır'

51-52- Onları korktukları zaman bir görsen; artık kurtuluş yoktur; ce­henneme yakın bir yerde yakalanmışlardır. O zaman, "Allah'a inandık" der­ler ama, Ahiret gibi uzak bir yerden imana nasıl kolayca ulaşırlar?

53- Oysa onu daha önce İnkar etmişler, uzak bir yer olan dünyadan görünmeyene dil uzatmışlardı.

54- Kendileriyle, arzuladıkları şeyler arasına artık engel konur; nite­kim, daha önce, kendilerine benzeyenlere de aynı şey yapılmıştı. Çünkü on­lar şüphe ve endişe İçindeydiler. [34]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sizi men eder ve geri çevirir. Yalan. Uydur­ma ve esassız sözler. Onu. okuyorlar.Onda bir. Bazı kimseler bu kelimenin yüzde bir, diğer bazı kimseler ise binde bir anlamına" geldiğini söylemişlerdir. inkar ediş.Birer birer ve topluca. Delilik.Feza' kelimesi korku ve ıstırap demektir. Kaçış ve kurtuluş yoktur. Rahatlıkla ve kolayca ulaşıp almak.Atıyorlar. ŞiyaI kelimesinin çoğulu olup bir mezhe­be veya bir adama bağlanıp onun etrafında toplanan grup demektir. [35]

 

Açıklama:

 

Bu ayet-i kerimelerde müşriklerin dünya ve ahiretteki durumları anlatıl­maktadır. Kur'an-ı Kerim'in onlar hakkında uzun uzadıya bahis açması, on­larla tartışması ve durumlarını açık bir surette ortaya koyması, her noktada onlan reddetmesi garipsenmemeHdir. Çünkü bu sure Mekki'dir. Makam da bunu gerdirmektedir. Belki Allah'a dönüp sapıklıklarından vazgeçer ve doğ­ruyu bulurlar diye Kur'an-ı Kerim onlardan uzun uzadıya söz etmektedir.

Hatırla ey Muhammed, o günü ki, onlar Rablerinin huzurunda toplu halde durur ve hep birlikte hesabı beklerler. O ne korkulu, o ne zahmetli, o ne zorlu hesab ve manzaradır. Sonra Rabbin meleklere bu toplantıda şahit­ler önünde şöyle der: Bu kafirler mi size tapıyorlardı? Bunlar mı ibadet ederek size arzı teslimiyyet ediyor ve sizi kutsuyorlardı? Halbuki sizde Allah'ın yarattıklarındansınız. Bunun üzerine melekler derler ki: Ey Rabbimiz sen nok­sanlıklardan çok uzak ve münezzehsin. Sen bizim velimizsin. İşlerimizi dü­zene koyansın. Bizden başka yarattiklarmmda işlerini yürütürsün. Ey Rabbi­miz biz seni dost ediniyor ve ibadetle sana yaklaşıyoruz. Senin rahmetini ümit ediyoruz. Bizimle bu kafirler arasında temeli bizim tarafımızdan atılmış bir dostluk yoktur.

Sonra melekler bu kafirlerin Allah'tan başka varlıklara tapınmalarının sebebini açıklayarak şöyle derler: Hayır, ey Rabbimiz bunlar cinlere tapıyor­lardı. Bu hususta bîzim onlar üzerinde hiçbir etkimiz olmamıştır. Buna se~ beb sadece cinlerdir. Çünkü bunlar Allah'tan başkasına tapma hususunda onlara İtaat ettiler.

Denilir ki: Huzalılardan bir kabile cinlere tapar, cinlerin meleklerden bir sınıf olduklarına ve Allah'ın kızları olduklarına inanırlardı. "Onlar (Allah ile) cinler arasında bir nesep, (bir soy birliği) uydurdular"[36].

"Bunlar size mi tapıyorlardı?" ayet-i keriraesindeki soru, Allah'ı bira-kıpta başka varlıklara ibadet ettikleri için kafirieri kınama ve azarlama tü­ründen bir sorudur. Bu, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" darb-ı me­seli türünden bir sözdür. Yine bu söz, Cenab-ı Allah'ın Hz. İsa'ya hitaben söylemiş olduğu şu ilahi kelama da benzemektedir: "Ey Meryem oğlu îsa! Sen mi insanlara: "Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı edinin mi de-din?"[37] Ey kafirler, kıyamet gününde şefaat ve necat gibi birbirinize fayda verme İmkanınız yoktur. Azap ve helak gibi birbirinize zarar verme gücünüzde yoktur. Bilakis bu gün bütün emir Allah'ın kudret elindedir. Bütün işler sa­dece O'na döner.

İşe o hangamede kafirlere kınama ve azarlama olsun diye şöyle denir: Daha önce yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın işte!

Kıyamet gününde kafirler İşte böyle şiddetli bir durumla kamaşacak­lar ve bu durumları çok uzun sürecektir!

Şimdi de bu uhrevî azaba sebeb olan dünyevi tutumlarından size bir ör­nek vermek istiyorum: Şu kafirlerle müşrikler var ya, kendilerine güneş gibi hatta güneşten de açık ayetlerimiz okunduğu zaman derler ki: Bu ayetleri si­ze okuyan adam sizi, atalarınızın ve geçmişlerinizin tapmakta oldukları tan­rılara ibadetten alıkoymak ve sizi bundan caydırmak istiyor. Bu adam sizin, geçmişlerinizin düşlerini bozan, tanrılarınızı kötülüyen birisidir,.. Ayetleri okun­makta olan Kur'an içinde; bu yalandan, iftiradan ve bühtandan başka bir ey değildir, dediler. Kur'an'ın nefislere tesir ettiğini ve kalpleri etkilediğini görünce dediler ki: Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir!

Onlar köi yürüyüşü gibi yürüyorlar ve ne söylediklerini bilemiyorlardı! Bazen sihir olduğunu, bazen de yalan ve İftira olduğunu iddia ediyorlardı. Bu, kuvvetli ışık karşısında gözü kamaşan şaşkın ve etrafını göremeyen kim-1 senin halidir. Hakkın parlaklığıyla nefsi hayrete düşen ve ne söylediğini fark;, edemeyen kimsenin durumudur.' Şaşıyorum şunlara! Nasıl olurda Peygam­ber (S.A.V.) hakkında böyle bir hüküm verirler?! Onun yaşantısında, dave­tinde veya şahsiyetinde böyle bir hüküm vermelerini gerektirecek bir husus varmidır? Allah korusun, böyle bir durum söz konusu değildir. O doğru söz­lü ve söyledikleri de tasdik edilen güvenilir, iffetli, dünyadan ve onun geçici melaından alakasını kesmiş bir şahsiyyettir. Onların böyle bir hüküm verme­lerinin mesnedi nedir?

Bu hususta yanlarında okumakta oldukları bir kitap mı vardır? Yahut ey Muhammed, senden Önce kendilerine gönderilipte onu onlara tebliğ eden birisi mi vardır? Hayır, binlerce hayır. Peygamberi yalanlayacak bir kitap on­ların yanlarında mevcud değildir. Senden Önce onlara gönderilipte seni ya­lanlayan elçi de yoktur! Senin sihirbaz, yalancı ve deli olduğuna dair sözleri­ni doğrulayacak harici bir delilleri de yoktur. Ama onlar hiçbir delile dayan­madan yalan söylemişler ve senin elçiliğinin gerçek olduğuna delalet eden bin­lerce delil mevcud olduğu halde senîn hak davetinden ve senden yüz çevir­mişlerdir. Bunda bir gariplik yoktur. Onlardan önceki milletler de kendileri­ne gönderilen Peygamberleri yalanladılar. Mekkeliler, kendilerinden Önceki ümmetlere verdiğimiz delillerin, hüccetlerin, burhanların onda birine dahi ula­şamamışlardır. Önceki milletler benim Peygamberimi yalanladılar ve kesin akı­betle karşılaştılar. Dünyada acil bir helake maruz kaldılar. Azabımın nasıl ol­duğunu görün işte!

Bu sözlerde Mekkelİ inkarcılar için şiddetli bir tehdit vardır. Bundan sonra Kur'an-ı Kerim o münkirlere süre tanıyor, dini onlara arz ediyor; bu konuda akıllarını çalıştırmalarını, doğru yolu bulmaları İçin kalp gözüyle bakmala­rını İstiyor, Yüce Rab elçisine şu buyruğu veriyor: Ey Muhammed! Onlara de ki: Ben sadece size öğüt ve nasihat veriyorum. Kötü akıbete uğramaktan sizleri sakındırıyorum. Size bir tek Öğüt veriyorum. O da şudur: Birer birer veya toplu olarak Allah'a divan durun. Biribirinize danışın. Yani Hakkı, sırf Hak'km rızası için taleb edin.

Bundan daha beliğ ve daha güçlü bir tasvir düşünülebilir mi? Bu,şüphe-siz ki alemlerin Rabbinin bir tasviridir. Tembellik ve meskenet ile taklidi, nefsin Ölümü ile aklın gafletini terk edin, Rabbinizin huzurunda divan durun. Kalp ve akıl zindeliği ile silahlanın. Şu Peygamberlik müesesesi hakkında düşü­nün. Peygamber hakkında akıllarınızı çalıştırın. Onun nasıl biri olduğunu dü­şünün. Serbest bir araştırmayı engelleyen şeylerden nefislerinizi tecrid edin. Heves ve kaprislerden kurtulmuş, salim bir düşünceyi engelleyecek manaları ortadan kaldırın, sonra Peygamber Muhammed'in şahsiyeti ve O'nun daveti hakkında düşünün! Siz bu güne kadar O'nun yalan söylediğine şahit oldu­nuz mu? Hayır, o doğru sözlü biridir. Siz bu güne kadar O'nun hiyanette bulunduğuna tanık oldunuz mu? Hayır, o emin bir kimsedir. Bu güne kadar O'nun dünyaya meylettiğini gördünüz mü ki O'nun hakkında mal ve mülk talep ettiği söylensin? Hayır, O dünyadan ve dünya ehlinden alakasını kesmiş birisidir. Siz O'nda fesat, çöküntü, ahlaksızlık ve serkeşlik gördünüz mü? Ha­yır, bilakis O; işleri yerli yerince yapan, davranışlarında dengeli olan bir adam­dır. Şu halde O'nun peygamberliğini düşünün. O sizi fasıklıjğa ve facirliğe mi davet ediyor, yoksa sizi Hakka, nura, ilim ve irfana mı çağırıyor? Sizi taklit, cahiliyyet taassubu, kötü amel zincirine vurulmaya mı çağırıyor, yoksa sizi düzenli bir hürriyete, kutsal bir medeniyete, faydalı bir ilme, salih bir toplu­mu oluşturmaya, dünya ve ahiretin faydası için çalışan kamil bir ferdi mey­dana getirmeye mi davet ediyor?

Evet o, fert, toplum ve devleti kurmaya; Rezilliklerle, istibdat ile savaş­maya; güçlü ve zenginlerin zulmü ile yöneticilerin zorbalığım men etmeye davet ediyor. Yoksula yardım etmeye, mazluma destek olmaya, darda kalanın im­dadına yetişmeye çağırıyor, O, ileride gelecek olan şiddetli bir azap ile sizleri uyarıp korkutuyor. O sizleri her türlü hayır ve iyiliğe davet ediyor. Her çeşit kötülüğü yasaklıyor. Bu hususları basiret ve kalp gözünüzle düşünün, umu­lur ki Rabbiniz sizi Hak'ka ve nura iletir.

Ey Muhammedi Onlara de ki: Dünyayı ve dünya metaını isteyen biri de­ğilim. Bu davatime karşılık bir ücret, mal, İtibar ve saltanat istemiyorum. Benim ücretimi ancak Allah verir. O herşeyi görmektedir.

Ey Muhammed! Sana tabi olan mü'minlerin kalplerini tatmin etmek ve onları davetinde sebatkâr kılmak, aynı zamanda muhalifleri tehdit etmek için o münkirlere de ki: Benim Rabbim batılı alt etmek için Hakk'kı ortaya atar. O gayb alemini bilendir.

Allah İçin bu ne güçlü bir ifadedir! Hakkı, ilim ve hikmet sahibi yüksek zekalı bir mühendis tarafından atılan bir bombaya benzetiyor. Bu nitelikteki bir mühendis kendi sanatının İnceliklerini elbetteki bilir. Bu mühendisin attı­ğı bomba hedefinden şaşar mı hiç? Öyleyse ey müslümanlar sabredin, yine sabredin.

Ey Muhammed! Onlara de ki: Hak geldi batıl zail oldu. Artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir. O tamanen yok olup gitmişe tir. "Köpük yok olup gider. İnsanlara yararlı olan ise yeryüzünde kahr"[38] Ey Muhammed onlara de ki: "Eğer ben saparsam kendi aleyhime sapmış olu­rum. Çünkü bana kötülüğü emreden kendi nefsimdir. Şayet doğru yolu bulursanı da bu, bana Rabbim tarafından vahyedilen Kur'an sebebiyledir. Doğ­rusu benîm Rabbim işitendir, yakın olandır.

Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki; sapıklığın yolu kötülüğü emreden nefistir, tnsanı çevreleyen, kötü olan ve Alİah'ın gazabına uğramış olan top­lumdur. Hayır ve hidayet ile nur ve felaha gelince, bunlar da vahiy ve Kur'an yoluyla elde edilebilen üstünlüklerdir, iman edip, Peygamberin tabiileri ve Kur-an'm ümmeti olduklarım iddia eden kimseler için kalplerinin Hak nuru ile Allah'a saygı duymaları ve nefislerinin Kur'an hükmüne boyun eğemelerinin hâlâ zamanı gelmedi mi? Cihad edip başlarını kaldırarak, Rahman'm yolun­da yürüyerek, şeytan ve heveslerinin direktiflerini terk ederek Hakkı talep et­me zamanlan hâlâ gelmedi mi? Müslüman milletlerin tekrar dinlerine dön­meleri, doğru yolu bulmalarının zamanı hala gelmedi mi? Oysa Kur'an'm gölgesinden başka hiçbir yerde mutluluk ve hidayet yoktur. Allah'ın hükmün­den başkasını talep edenler sapıklığa düşenlerin ta kendileridirler. "Yoksa ca-hîliye hükmünü mü arıyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha gü­zel hüküm verecek kim olabilir? "[39] Bizler Kur'an'ı ancak müslümanların yararına olsun, fitnenin kökünü kazısın, laubalilerin laubalİilİklerine son versin diye istiyoruz. Bunu İsterken de Peygamber (S.A.V.) efendimizin Kur'an'da ifadesini bulan şu sözünü kendimize düstur ediniyoruz: "De ki: ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim, ücretim yâlnız Allah'a aittir. O, herşeye şahitdir".

İnkarcıların korkulu durumlarından bir başkası... Ey Peygamber veya ey görebilen insan! o münkirlerin ürküp korktukları ve Allah'ın huzuruna çıktıkları günde çektikleri ıstırabı bir görmelisin. Bu hallerini görünce çok muazzam bir manzara İle karşılaşır ve korkulu durumlar müşahede edersin. Dünyada iken onların yaptıkları kötülüklerden dolayı nefsi hüzünlenen ve kalbi incinen kimseler bu manzaraları görünce müsterih olurlar. Korktukları ve kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığım anladıkları zaman da onlan görmelisin. Güçlü ve muktedir olan Allah'ın huzurunda bulunan bu insanlar nasıl kaçıp kurtulurlar. Yakın bir yerden yakalanmışlardır. Onlar uzaktan değii, çok ya­kın bir mesafeden yakalanmışlardır. Nasıl kaçıp kurtulacaklar? İşte tam bu esnada: Kur'an'a ve Peygambere iman ettik derler. Dünyada iken zalimlik ya­panların bu vakitte iman etmeleri kendilerine fayda sağlar mı? Asla! Dünya gibi uzak bir yerden imanı almak, onlar için nasıl mümkün olur?! Bu ortam­da imanlarının, dünyada iman etmiş mü'minlere imanlarının fayda verişi gi­bi kendilerine de fayda vermesini temenni ederler. Birşeyi uzak bir yerden gayret sarfederek kendi eliyle alan kimse ile, arada hiçbir engel olmaksızın yakın bir yerden kolayca^labilen kimse aynı olur mu hiç? Nasıl eşit olsunlar? Onlar daha önce dünyada iken Kur'an'ı ve Peygamberi inkâr ettiler. Uzak yer­den gaybı taşladılar. Örneğin Peygamber hakkında sihirbaz, şair ve ya­lancı dediler. Böyle konuşmalar, görülmeyen yere çok uzak mesafeden taş atmaya benzer. Zira Peygamber (S-A.V.)'in insanlıca getirmiş olduğu haki­katler, sihirden, şiirden ve yalandan çok uzaktır, bu iftiralanyla onlar gör­medikleri uzak mekanlara taş atan kimseleri andırmaktadırlar. Görülmeyen hedeflere taş atanlar o hedeflere attıkları taşları isabet ettirebilirler mi? On­larla, dünyaya geri dönme ve ahîret azabından kaçıp kurtulma istedikleri ara­sına engel konulmuştur. Nitekim kendilerinden önceki inkarcı milletlere de böyle muamele edilmiştir. Ey Muhammedi Sen bu durumu tuhaf karşılama, çünkü onlar ölüm sonrası diriliş ile sevap ve ikab ilkesine inanmamış, şüphe­ye düşmüşlerdi! [40]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/125.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/125-127.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/127.

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/127-128.

[5] Fussilet: 53.

[6] Necm: 31.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/128-130.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/130-131.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/131.

[10] Sâd: 18-19.

[11] Âdiyât: 6.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/132-133.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/134-135.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135.

[16] Hicr: 42.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/135-137.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/138-139.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139.

[21] Kehf: 51.

[22] Nebe: 37-38.

[23] Yunus: 31.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/139-142.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/142-143.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/143.

[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/143-144.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/144-145..

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/145.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/145.

[31] Zuhruf: 31.

[32] Meryem: 73.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/146-148.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/148-150.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/150.

[36] Saffat: 158.

[37] Maide: 116.

[38] Raad: 17.

[39] Maide: 50.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/150-155.