FÂTİR SÛRESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

İsmi 2

Kelimelerin İzahı 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 6

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 7

Kelimelerin İzahı 7

Ayetlerin Tefsiri 8

Edebî Sanatlar. 10

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 11

Kelimelerin İzahı 11

Âyetlerin Tefsiri 11

Edebî Sanatlar: 14

 


FÂTİR SÛRESİ

 

Mekke’de inmiştir. 45 ayettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Fâtir Sûresi Rasulullah (s.a.v.)'m hicretinden önce Mekke'de inmiştir. Bu sûre, Mekke'de inen âyetlerin nüzulüne sebep olan genel hedef doğrultu­sunda yürür. Bu sûredeki âyetlerin çoğunluğunun, hedefi, her peygamberin gönderilmesinde birinci maksat olan büyük inanç meseleleridir ki bunlar da Allah'ın birliği inancına çağrı, varlığına delil getirme, şirkin temellerini yıkma, kötü huylardan kalpleri temizlemeye teşvik ve güzel ahlâk ile ahi aklanmadır.

Bu mübarek sûre, başlangıçta, kâinalı yoktan vareden, melekleri, in­sanları ve cinleri yaratan eşsiz yaratıcıdan bahseder. Gözler Önünde bulu­nan bu Kâinat sayfalarından, öldükten sonra dirilme ve haşre dair kesin de­liller getirir. Yağmuru indirerek ekinleri, sebze ve meyveleri çıkarmak suretiyle, daha önce ölmüş olan yerin dirilmesini, gece ile gündüzün birbi­rini takip etmesini, insanın merhaleler halinde yaratılması ile birliğini ve gücünü gösteren diğer delilleri ortaya koyar.

Yine bu sûre, mü'min ile kâfir arasındaki büyük farkı ele alır ve kör ile göreni, karanlıklarla aydınlığı, gölge ile sıcağı onlar için darb-ı mesel getirir.

Sonra bu sûre, meyvelerin çeşitli oluşunda, insanlar ve hayvanlar gibi diğer mahlûkların farklı farklı yaratılışında, dağların ve taşların muhtelif şekillerde oluşunda, bütün bunların bir kısmının beyaz, bir kısmının siyah, kimisinin de kırmızı bulunuşundaki Yüce Allah'ın kudretini gösteren delil­leri anlatır. Bütün bunlar, her şeye güç getiren, tek olan Allah'ın büyüklü­ğünü anlatır.

Yine bu mübarek sûre, bunlardan sonra, Allah'ın önceki kitaplarının faziletlerini kapsayan bu Yüce Kitabın indirilmesiyle, Ümmet-i Muham-med'in semavî risaletlerin en şereflisine mirasçı olduklarını belirtir. Daha sonra da bu ümmetin, "kulluk görevini eksik yapanlar", "orta yolda giden­ler" ve "hayırda yarışanlar" olmak üzere üçe ayrıldığını ifade eder.

Sûre putlara, taşlara ve heykellere tapmalarından dolayı müşrikleri azarlayarak sona erer. [1]

 

İsmi

 

Sûrenin baş taraflarında bu yüce isim ve bu güzel sıfat geçtiği için sûreye "Fâtır Sûresi" denilmiştir. Çünkü bu sıfatta, daha önce benzeri geçmeksizin var etme, meydana getirme ve eşsiz bir şekilde yaratmaya delâlet vardır. Aynı şekilde bu sıfat, Yüce Allah'ın büyüklüğüne, sonsuz gücüne ve eşsiz sanatına işaret eden ince bir tasviri gösterir. Melekleri ya­ratan ve onları eşsiz bir şekilde bu güzellikte yoktan var eden O'dur. [2]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, ya­ratışta dilediğini çoğaltır. Şüphesiz Allah, her şeye gü­cü yetendir.

2. Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup, hapseden olamaz. O'nun tuttuğunu O'ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir.

3. Ey insanlar! Allah'ın size olan ni'metini hatırla­yın; Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

4. Eğer seni yalanlıyorlarsa senden önceki peygam­berler de yalanlanmıştır. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir.

5. Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir, sakın dün­ya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi kandırmasın!

6. Çünkü şeytan, sizin düşmanımzdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlin­den olmaya çağırır.

7. İnkâr edenler için şüphesiz çetin bir azap var, îman edip iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.

8. Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse, (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğ­ru yola iletir. O halde onlar uğruna üzüntülere dalarak canın sıkılıp, yıpranmasın. Allah onların ne yaptıkları­nı biliyor.

9. Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçi­ren Allah'tır. Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de ölü­münden sonra toprağa onunla hayat veririz. Yeniden dirilmek de böyle olacaktır.

10. Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötü­lükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.

11. Allah sizi topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler, kıldı. Onun bilgisi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya uzun ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır.

12. İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu tatlıdır, su­suzluğu keser, içilmesi kolaydır. Şu da tuzludur, acı­dır. Hepsinden de taze et yersiniz ve giyeceğiniz süs eş­yası çıkarırsınız. Allah'ın lûtfundan arayıp da şükret­meniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün.

13. Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almış­tır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İş­te bu, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bıra­kıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek zarı­na bile sahip değillerdir.

14. Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işit­mezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kı­yamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler. Sana, her şeyden haberi olan gibi hiç kimse haber veremez.

 

Kelimelerin İzahı

 

Fâtır, yaratan elemektir. aslında "yarmak" manasınadır. Bir kimse bir şeyi yardığında denir. "Yarıldı" mânâsına da denir. "Gökyüzü bile o günün dehşetiyle yarılacaktır"[3] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. "Allah mahrukatı yarattı" mânâsına, denir.

Döndürülüyorsunuz. Bu kelime, "yalan" mânâsına gelen dil kokündendir. Yalana, doğru ve haktan çevrilmiş olduğu için den­miştir.

Haserât, bir fırsatın kaçırılmasından dolayı, kalpte meydana gelen üzüntü mânâsında olan kelimesinin çoğuludur. Muhtâru's-sıhah yazarı şöyle der: Hasret, elden çıkan şeye karşı duyulan şiddetli üzüntü de­mektir.[4]  

Nûşûr; mastarıdır. Ölü, dirildiğinde denilir. A'şâ şöyle der:

insanlar gördükleri şeylerden dolayı, "dirilen ölüye hayret!" deyinceye kadar.

Yok olur, helak olur. Bir şey yok olup boşa gittiğinde denilir. Geniş zamanı dur. Yok olmak manasınadır. Furât, çok tatlı demektir.

Ücâc, çok tuzlu. Firuzâbâdî şöyle der: Su çok tuzlu olduğunda denir. Mastarı dir.[5]

Kitmîr, çekirdekle hurma arasındaki ince beyaz zar. [6]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Ta'zîm ve yüceltme ile birlikte tam övgü ve güzel anma, gökleri ve yeri yaratan, daha önce benzeri geçmediği halde onları yoktan var eden Allah'a mahsustur. Beyzâvî şöyle der. Benzeri olmaksızın onları meydana getiren ve yaratan demektir.[7]  Hamd, Allah'ın emirlerini tebliğ etmeleri için, melekleri, Allah'la peygamberleri arasında vasıta kılan Allah'a mahsustur. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Allah, melekleri, peygamberlere ve dilediği işleri yapmaya gönderir.[8]  Meleklerin kanatlan vardır. Katâde şöyle der: Bazısının iki, bazısının üç, bazısının da dört kanadı vardır. Ka-natlanyle gökten yere inerler. Yine onlar sayesinde göğe çıkarlar.[9] Meleklerin yaratılışında dilediği artırmayı yapar. Cüsselerinin büyüklüğü, şekillerinin farklılığı  ve kanatlarının  sayısını  istediği  gibi artırır. Rasûlullah (s.a.v.), Miraç gecesinde Cebrail'i altıyüz kanatlı gördü.[10]  Her iki kanat arası, doğu ile batı arası kadar genişti, Katâde şöyle der: dan maksat, gözler ve burunda güzellik ile ağızda tatlılık ya­ratmaktır.[11] Kuşkusuz Yüce Allah, dilediğini yapabilir. Emir, güç ve idare O'nundur. İstediğini yapmak, Onun için imkânsız değildir. İstediğini mutlaka yaratır. Yüce Allah bu âyetlerde, kendisini, herbiri kud­ret ve sonsuz ihsanını ifade eden iki yüce sıfatla niteledi. Birincisi şudur: Yüce Allah, gökleri ve yeri, örnek alacağı benzeri ve dayanacağı bir plan olmaksızın yoktan yaratandır. Bu, Onun sonsuz kudretini ve engin nimetini gösterir. Gökleri direksiz olarak yükselten, onları eğri büğrü olmadan düm­düz yaratan ve yıldızlarla süsleyen O'dur. Yeri yayan, onda nzık ve azık saklayan, denizleri ve nehirleri serpiştiren, pınarları ve kuyuları fışkırtan O'dur. Yeıyüzünde yüce kudretinin ve eşsiz sanatının daha nice alâmetleri­ni yaratmıştır. Yüce Allah bütün bunları, o sözüyle ifade etti. İkinci sıfatı da kendisiyle peygamberleri arasında elçilik yapmaları için melekleri seçmesidir. Yüce Allah, büyüklüğünün ve gücünün sonsuz­luğunun bir yönüne işaret etti. Şöyle ki, melekleri güzel şekillerde, hayret verici suretlerde ve çok kanatlı olarak yarattı. Bazılarının iki, bazılarının üç, bazılarının dört, bazılarının da altıyüz kanadı vardır. Her iki kanal arasındaki  mesafe  doğu  ile  batı  arası  kadardır.  Nitekim  Cebrail  (a.s. böyledir. Onlardan Öylesi de vardır ki, onların yaratılışının hakikatini vt şekillerinin büyüklüğünü  Allah'tan başkası bilmez.  Zührî şöyle rivaye etmiştir:  Cebrâîl  (a.s) Peygamber (s.a.v.)'e dedi ki: Ey Allah'ın elçis İsrafil'i bir görsen nasıl şaşarsın! Onun onikibin kanadı var. Bu kanatlarda biri doğuda biri batıdadır. Arş ise, onun omuzundadır.[12] Bu perde bize açılsa mutlaka çok şaşırtıcı şeyler görürüz. Sübhânallah! Yarattıkları ne büyüt yaptıkları ne güzel!... Bundan sonra Yüce Allah, içindekilerle birlikte ya rattığı, irade ve tasarrufuna boyun eğdirdiği bu âlemde, emrinin ve iradesi nin yerine getirileceğini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [13]

 

2. Allah'ın, kullarına verdiği ve on­lara lütfettiği rahmet hazinelerini yani nimet, sağlık, emniyet, bilgi, hik­met, rızık, insanlara hidayet için peygamberler göndermek ve bunların dışında sayılamayacak kadar çeşitli nimetleri hiç kimse önleyemez ve Allah'ın nıahlûkâtmı ondan mahrum edemez. Herşeyin sahibi O'dur. O öyle bir bağışçıdır ki verdiğine hiçkimse engel olamaz. Vermediğini de hiç kim­se veremez. O, dünya ve âhiret nimetlerinden neyi kullarına vermez de onu mahrum ederse, O vermedikten sonra, hiçkimse onu kullarına veremez. O, her şeye gücü yeten ve yaptığında hikmet sahibi olandır. O, hikmet ve maslahat gereği, dilediğini yapar. Tef-sirciler şöyle der: Feth ve imsak, vermek ve vermemekten iba­rettir. Zarar veren de, yarar veren de O'dur. Veren de vermeyen de O'dur. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kulun, ki hepimiz Senin kulunuz, söylediği en doğru söz, şudur: Ey Allah'ım! Senin verdiğini engelleyecek yoktur. Se­nin vermediğini de verecek yoktur. Varlık sahibine varlığı fayda vermez. Varlık Sendendir.[14]  Bundan sonra Yüce Allah, güzel nimetlerini insanlara hatırlatarak şöyle buyurdu: [15]

 

3. Ey insanlar! Allah'ın size lütfettiği, sayılamayacak kadar nimetlerine karşılık Rabbinize şükredin. Zemahşerî şöyle der: Nimeti anmaktan maksat, sadece dille anmak değildir. Fakat maksat, nimete karşı nankörlük etmeyerek onu korumak, hakkını bilmek, onu itiraf etmek ve sahibine itaat etmek suretiyle şükrünü yerine getirmek­tir. Bir adamın, ihsanda bulunduğu kimseye, "sana olan iyiliklerimi hatır­la" demesi de bu kabildendir.[16]   Bu, olumsuzluk mânâsına gelen istifhâm-ı inkârîdir. Yani, Allah'tan başka yaratıcı yoktur. Sizin tap­tığınız putlar, yaratıcı değildir. Oysa Yüce Allah, kullarına rızık vermek ve bağışta bulunmak suretiyle ihsan edendir. Gökten yağmuru indiren ve yerden bitkileri çıkaran O'dur. O halde, yaratamayan ve rızık veremeyen putları, nasıl O'na ortak koşuyorsunuz?! İşte bunun içindir ki, Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: Tek ve bir olan Allah'­tan başka, ne rab vardır ne de ma'bûd. Bu izah ve açık delilden sonra, nasıl putlara ibadete döndürülüyorsunuz? Bundan maksat, insanlara Allah'ın nimetlerini hatırlatmak ve müşriklerin aleyhine delil getirmektir. Ibn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, kendisinin bir olduğuna dair delil getirme yollarını kullarına gösterdi ve sadece kendisine ibadet edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Şöyle ki, tek başına yaratan ve rızık veren O olduğuna göre, sa­dece O'na ibadet edilmesi ve putların ortak koşulmamasi gerekir.[17]

 

4. Bu âyet kavminin kendisini yalan­lamasına karşılık Peygamberi (s.a.v.) teselli etmektedir. Yani Ey Peygamber! O müşrikler seni yalanlarsa, onların yalanlamalarına üzülme. Bu, Allah'ın, senden önceki peygamberler hakkında da geçerli olan sünnetidir. Onlar da yalanlandı ve eziyete uğradılar. Nihayet onlara yardımımız geldi. Senin için, onlarda alınacak örnek vardır. Allah, mutlaka onlara karşı sana yardım edecektir. Senin işinin de, onların işinin de dönüşü sadece tek olan Allah'adır. Allah herkese amelinin karşılığını verecektir. Bu âyette, yalanlayanları korkutma ve tehdit vardır. Bundan sonra Yüce Allah, gerçekleşmesi kesin olan o vaadi insanlara hatırlatarak şöyle buyur­du: [18]

 

5. Ey insanlar! Allah'ın, öldükten sonra di­rilme ve hesaba dair size olan vaadi hak ve gerçektir, kesindir o vaatten dönüş yoktur. O halde, dünya hayatı, nimet ve süsleriyle sizi âhiret hayatından alıkoymasın. İbn Kesîr şöyle der: Bu geçici par­laklığa kapılarak, kalıcı hayattan vazgeçmeyin.[19]  Çok al­datıcı olan Şeytan, sakın sizi aldatıp da Allah'ın af ve keremine ümitlendir­mesin. Günahlara devam ettiğiniz halde bağışlanacağınızı temenni ettir­mesin. Bundan sonra Yüce Allah, Şeytan'm İnsanlara olan düşmanlığını açıkladı: [20]

 

6. Ey insanlar! Şeytan sizin şiddetli düşmanınızdır. Onun düşmanlığı eskidir, yok olmaz. Öyleyse, o size nasıl düşmanca davranıyorsa siz de onu düşman bilin ve uymayın, ondan sakının Ariflerden biri şöyle der: İyiliğini bildikten sonra bu iyiliği yapana karş gelene, düşmanlığını bildikten sonra da lanetli şeytana uyana şaşarım, Şeytanın maksadı sırf kendisine uyanları yüzleri ve derileri yakan alevli cehennem ateşine atmaktır. Onun, bundar başka gaye ve maksadı yoktur. Akıllı kimsenin, bu lanetli şeytanın çağrısı na uyması yakışır mı? Taberî şöyle der: Şeytan, taraftarlarını, içindekileî yakan cehennem ateşinde devamlı kalanlardan olmaları için çağırır.[21]

 

7. Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenle var ya, işte onlar için, derecesi ölçülemeyen ve şiddeti anlatılamaya sürekli bir azap vardır. iman yapmaı gelince, Rableri katında onların günahlarının bağışlanın; sı ve büyük bir sevap vardır, ki o da cennettir. Yüce Allah iman ile şali amelin birbirlerinden ayrılmayacaklarım göstermek için iman ile şali ameli beraber anlattı. Şu halde iman kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve am etmektir. [22]

 

8. Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse, (kötülüğü hiç işlemeyen kimseye benzer) mi? Bu soru inkâr ifade eder. Sorunun cevabı belirtilmemiştir. Takdiri şöyledir: Şeytan tarafından süslenen kötü amelini güzel gören[23]  ve içinde bulunduğu küfrü ve sapıklığı beğenen kimse, onu çirkin gören, ondan sakınan ve iman yolunu seçen kimse gibi oiur mu? Yüce Allah'ın şu sözü, bu sorunun hazfe­dilen cevabının böyle olduğunu gösterir. Her şey, Allah'ın dilemesine bağlıdır. O, dilediğini doğru yoldan çevirir. Dilediğini de salih amel işlemeye ve iman etmeye muvaffak kılmak sure­tiyle hidayete erdirir, Ey Peygamber! Onların iman etmemelerine üzülme ve hasret çekerek kendini helak etme. Yüce Allah onların yaptığı çirkin şeyleri bilendir. Yaptıklarına karşı onları cezalandıracaktır. Bu âyette, yaptıkları kötülüklere karşılık ce­zalandırılacaklarına dair onlar için bir tehdit vardır.[24]

 

9. Yüce Allah, kudretiyle, yağmurun yağacağının müjdecisi olarak rüzgârları gönderendir. O rüzgâr, bulutları hare­kete geçirir, onları estirir. Burada geçmiş zaman kipi yerine, geniş zaman kipi kullanılması, Allah'ın sonsuz gücünü ve hikmetini gösteren bu güzel şekli, zihinlerde canlandırmak içindir.[25] Biz, yağmur taşıyan o bulutu, kıtlık ve kuraklık olan bir beldeye sevkederiz de Onunla, kurumuş ve çoraklaşmış olan arzı diriltiriz. Burada hazif vardır. Takdiri şöyledir: Biz o bulut sayesinde yağmur indirir..... İşte Allah, ölü toprağı su ile dirilttiği gibi, ölüleri de kabirlerinden diri İtecektir. İmam Ahmed, Ebu Ru-zeyn el-Akîlî'den şöyle rivayet eder:

Ebu Ruzeyn der ki: "Ey Allah'ın Rasulü!. dedim. Allah ölüleri nasıl diriltir? Mahrukatı içinde bunun alâmeti nedir?" Rasulullah (s.a.v.J buyurdu ki: "Sen, önce, kuraklıktan helak olmuş bir vadi­den geçmedin mi? Sonra da tekrar oradan geçip de oranın yemyeşil dalga­landığını görmedin mi?" "Evet, ey Allah'ın rasûlü." dedim. Buyurdu ki: "İş­te Yüce Allah ölüleri böyle diriltir. Bu, Allah'ın ölüleri dirilteceğinin, mah-lûkât içindeki alâmetidir."[26]  İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah ekseriyetle, ölmüş olan yeryüzünü diriltmeyi öldükten sonra dirilmeye delil getirir. Çünkü yeryüzü bitkisiz, hareketsiz bir ölü haline gelir.  Allah, yağmur taşıyan bulutları oraya gönderip de yağdırdığında, "o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir"[27]  İşte Allah, cesetleri öldükten sonra di­riltmek ve hasretmek istediğinde de böyle yapar.[28] Bundan sonra Yüce Allah, kulların dikkatlerini izzet ve şerefin elde edileceği yola çekerek şöyle buyurdu: [29]

 

10. Kim, tam bir izzet ve büyük bir saa­det isterse, onu, bir olan Allah'tan istesin. Çünkü bütün izzet Allah'ındır. Ariflerden biri der ki: Kim dünya ve âhiret izzetini isterse, Azîz olan Al­lah'a itaat etsin"[30]  Zikir, dua, Kur'an okuma, teşbih, övgü ve benzeri her türlü güzel söz Yüce Allah'a yükselir. Taberî şöyle der: Ku­lun, Allah'ı zikretmesi ve övmesi O'na ulaşır. Salih ameli Allah kabul eder ve onun karşılığında sahibine sevap verir. Katâde şöyle der: Allah, amelsiz sözü kabul etmez. Kim, diliyle söyler ve söylediğini güzelce yaparsa, Allah onu kabul eder. Bunu Taberî nakletmiştir. Güzel sözün durumu açıklandıktan sonra, bu bölüm, kötü sözü açıklamaktadır. Yani, Allah'ın nurunu söndürmek, İslama ve müslümanlara tuzak kurmak için, hileli ve entrikah yollara başvuranlar var ya, işte onlar için âhirette, cehennem ateşi içinde şiddetli bir azap vardır, O suçluların kurduğu tuzak, boşa çıkmış, yok olmuştur. Çünkü kim bir kötülük düşündü ve onu uygulamak istediyse, Al­lah onun düşündüğünü açığa vurmuş ve ortaya çıkarmıştır. "Kötü tuzak ancak sahibine dolanır."[31]  Tefsirciler şöyle der: Burada, Kureyşlilerin Rasu­lullah (s.a.v.)'a kurduğu tuzağa işaret edilmektedir. Kureyşlüer, hicretten önce Dâru'n-nedve'de toplanmış, Rasulullah (s.a.v)'ı ya öldürmek, veya hapse atmak, ya da Mekke'den çıkarmak istemişlerdi. Nitekim Kur'an-ı Ke­rim bunu şöyle anlatır: "Hatırla o zamanı ki, kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek, yahut seni yurdundan çıkarmak için tuzak kurmuşlardı'[32]  Yüce Allah daha önce, insanlara, kudreti ve izzeti hakkındaki   delilleri an­lattıktan sonra, birliğine ve öldükten sonra dirilmeye dair delilleri anlattı: [33]

 

11. Allah, aslınızı yani Âdem'i topraktan yarattı. Sonra onun soyunu hakir bir sudan yani, rahme dökülen meniden ya­rattı. Sonra sizi erkekler ve dişiler olarak yarattı. Dünya yok oluncaya kadar, kalasınız diye, bazınızı bazınıza eş yaptı.[34]  Taberı şöyle oluncaya kadar, kalasınız der: İnsanlardan dişileri erkeklerle evlendirdi.[35]

Dişinin, karnında taşıdığı cenini ve ne doğurduğunu Yüce Allah bilir. Onun erkek ini yoksa dişi mi olduğunu bilir. O ceninin ana karnında geçirdiği merhaleleri bilir. Onun hallerinden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Herhangi bir canlının ömrünün uzayıp da ihtiyar olması veya herhangi bir kimsenin ömrü kısalıp da küçük veya genç yaşta ölmesi, mutlaka Levh-i mahfûz'da yazılıdır. Al­lah'ın yazdığı ne artırılır, ne eksiltilir. Bu, Allah için ko­laydır. Çünkü o, herşeyi ilmiyle kuşatmıştır. Bundan sonra Yüce Allah mü'min ve kâfir için darb-ı mesel getirmek üzere şöyle buyurdu: [36]

 

12. Deniz suyu ile nehir suyu bir değildir.[37]  Bu, çok tatlı bir su, susuzluk ateşini giderir. Tatlılığından do­layı, kolayca boğazdan aşağı iner. Şu da çok tuzlu bir su. Acılığı ve aşırı tuzluluğundan dolayı, içenin boğazını yakar. İşte bu iki de­niz yani tatlı ve tuzlu deniz eşit olmadığı gibi mü'minle kâfir, iyi ile kötü de eşit olmaz. Ebussuûd şöyle der: Bu, Allah'ın, mü'minler ve kâfirler hakkında getirdiği darb-ı meseldir. Furât, susuzluğu gideren sudur. Sâiğ, tatlılığından dolayı, mideye inmesi kolay olan sudur. Ücâc ise, tuzluluğu sebebiyle boğazı yakan sudur.[38]  Bu denizlerin her bi­rinden taze balık yersiniz. Bunların herbiri farklı cins, tat ve şekillerdedir. Süs ve zinet için inci ve mercan çıkarırsınız. Ey muhatap! Büyük gemileri görürsün ki, gelirken ve giderken denizin dalgalarını yarar, içinde ağır yükleri, eşyaları ve insanları taşır. Böyle olduğu halde denizde batmazlar. Çünkü onlar, Allah'ın koyduğu ka­nunla yürürler.[39]  Bu büyük gemilere binerek, Allah'ın lütfü olan çeşitli ticaretleri yapmanız ve kısa bir sürede uzak ülkelere gitmeniz için­dir. Bunları sizin emrinize vermesi sebebiyle, Rabbinizin lütuf ve ihsanlarına karşılık şükredesiniz diye böyle yaptı. Bundan sonra Yüce Allah, kudret ve saltanatının alâmetlerinden, ufuklarda bulunan diğer bir alâmete geçti ve şöyle buyurdu: [40]

 

13. Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye sokar, birinden alır diğerine ilâve eder veya aksini yapar. Do-layısıyle, gecenin ve gündüzün uzunluğu, mevsimlere ve ülkelere göre artıp eksilerek, farklı olur. Hattâ yazın bazı ülkelerde gündüz 16 saate çıkar, gece de sekiz saate kadar iner, İşte bu, hiçbir kâfirin veya mü'nıinin inkâr edemediği, görünen alâmetlerinden biridir. Bunun izlerini körler de gören­ler de hisseder. İşte bu, Allah'ın gücüne ve mahlûkâtmdaki tasarrufunun in­celiğine şahitlik eden bir mucizedir. Bu evrensel gerçek, değişmeyen bir kanun ve tesadüf eseri olmayan sağlam bir nizamdır. Bu, sadece, yarattığı her şeyi sağlam yapan Allah'ın san alındandır. İdare eden, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Güneşi ve ayı da, kulların menfaatleri için, emri altına almıştır Bunlardan herbiri Allah'ın, takdir ettiği yörünge üzerinde giderler. C yörüngeden, malum bir güne yani kıyamete kadar dışarı çıkamazlar.[41] Bu güzel isleri yapan Allah, sizin sânı Yüce Rabbinizdii Mülk, saltanat ve mahlûkât üzerindeki tam tasarruf onundur. Allah'ı bırakıp da kendilerine taptığınız putlar var ya kıtmîr kadar dahi bir şeye sahip değillerdir. Kıtmîr, hurma ile çekirdeğ arasında bulunan ince zardır. Tefsirciler şöyle der: Bu, basitlik ve azli konusunda getirilen bir darb-ı meseldir. Putlar zayıflıklarından, durum larının basitliğinden ve her hangi bir tasarruftan âciz olmalarından dolay basitlikte darb-ı mesel konusu olmuşlardır ki onlar azıcık bir şeye dahi sahib değillerdir. Sonra Yüce Allah, bu gerçeği şu sözüyle pekiştirdi: [42]

 

14. Putları çağırsanız, çağrınızı duymazla davetinize icabet etmezler. Çünkü onlar, işitmeyen ve anlamayan donmı varlıklardır. Farzedelim, çağrınızı işitseler, çağrınıza karşılık veremezler. Çünkü onlar, konuşamazlar ki size cevE versinler. Âhirette Allah onları konuşturduğuna sizden ve sizin onlara ibadetinizden uzak olduklarını söyleyeceklerd; Ey Peygamber! Sana Benden başka herhangi birisi böyle k sin haber veremez. Ben yaratan, her şeyi bilen ve herşeyden haberdar ol; Allah'ım. Katâde der ki: Allah, sözüyle kendini kastetmektedir. [43]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu  mübarek âyetler birçok edebî  sanatı kapsamaktadır.  Bunl; aşağıda özetliyoruz.

1. "Allah'ın insanlara vereceği hı hangi bir rahmeti engelleyecek yoktur" cümlesinde isüâre-i temsîliyye vard Yüce Allah burada, nimetlerin gönderilişini, ihsanda bulunmak için hazinelt açmaya benzetti. Aynı şekilde nimetleri engellemeyi de tutmaya benze "Açmak" mânâsına gelen kelimesi, "yani "serbest bırakmak" iç "tutmak" mânâsına gelen kelimesi de, "engellemek" mânâsına gel kelimesi için müsteâr olarak kullanıldı.

2. "açar" ile "tutar", "saptım" ile "doğruya ulaştı­rır", "gebe kalır" ile "doğunır" ve "ömür verilir" ile ömründen azaltılır" arasında tıbâk vardır.

3. İnkâr edenler için, şüphesiz çetin bir azap var, iman edip iyi İşler yapanlara da bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır" âyetinde,  iv ilerin  alacağı karşılık ile, kötülerin alacağı karşılık arasında mukabele vardır. Aynı şekilde, "Bu tatlıdır, susuzluğu keser" Sırda tuzludur, acıdır" cümleleri arasında mukabele sanatı yardır. Tıbâk ve mukabele sa­natlarından herbiri güzelleştirici edebî sanatlardandır. Ancak tıbâk iki şey arasında, mukabele ise daha çok şey arasında olur.

4. "Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu  güzel  gören kimse"  cümlesinde,  sözün delâletinden dolayı cevap söylenmemiştir.,Söylenmeyen cevap şöyledir:  "Kötü işi kendisine güzel gösterilmeyen kimse gibi olur mu?"  söylenmemiş olan bu cevabın ne olduğunu, şu bölüm göstermektedir: Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir"

5. "Sakın dünya hayatt sizi aldatmasın" cümlesin­den sonra, O aldatıcı da, Allah hakkında sizi aldatmasın" cümlesinde "aldatma" fiilinin tekrar edilmesiyle ıtnâb yapılmıştır.

6. "O halde, onlar uğrunda üzüntülere dola­rak canın sıkılıp gitmesin'1 âyeti "yok olmak"tan kinayedir. Çünkü can gi­dince, insan yok olur.

7. "Rüzgârları gönderen Allah'tır. Bu rüzgârlar bulutlan harekete geçirirler de biz de o bulutu göndeririz" cümlesinde, Yüce Allah'ın büyüklüğünü göstermek için, III.  şahıstan î. şahsa dönüş yapılmıştır.

8. ve benzeri âyetlerinde. ,kulağa hoş gelen seci' vardır. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [44]

 

15. Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak Allah'tır.

16. Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir kavim getirir.

17. Bu da Allah'a zor bir şey değildir.

18. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklen­mez. Yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkası­nı) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükün­den bir şey yüklenilmez. Sen ancak görmeden Rable-rinden korkanları ve namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dö­nüş Allah'adır.

19,20,21. Körle gören, karanlıklarla aydınlık, göl­ge ile sıcak bir olmaz.

22. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittirecek de­ğilsin!

23. Sen sâdece bir uyarıcısın.

24. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak Hak ile gönderdik. Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı bu­lunmuştur.

25. Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Peygamberleri onlara açık âyetler, sa-hîfeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi.

26. Sonra ben, o inkâr edenleri yakaladım. Cezam nasıl oldu!

27. Görmedin mi Allah gökten su indirdi. O'nunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Dağlardan be­yaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yap­tık).

28. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden an­cak âlimler, Allah'tan korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.

29. Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler , asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.

30. Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder

ve lûtfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir.

31. Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarından haberdârdır, görendir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, kullarına ihsan ettiği nimetleri sayıp gücünü, kudretini ve hükümranlığını gösteren kesin delilleri getirdikten sonra burada kulların, kendisine muhtaç olduklarını, kendisinin hiçbir mah­lûka muhtaç olmadığını onlara hatırlattı. Mü'min ile kâfiri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak için kör ile göreni ve karanlık ile aydınlığı misal getir­di. Çünkü "eşya, zıddı ile birbirinden ayrılır".[45]

 

Kelimelerin İzahı

 

Vizr, kendisiyle korunulan sarp ve sağlam dağ. "hayır, hayır sığınacak yer yoktur"[46]  âyetindeki kelimesi de bu mânâda kul­lanılmıştır. Daha sonra, dağa benzetmek için, ağır olan şeye "vizr" denildi. Daha sonra da, müsteâr olarak günah mânâsında kullanıldı. Çünkü günahta, insanın omuzlarına çöken bir ağırlık vardır.

Korkutursun. Korkutmak demektir.

İnsanın yanında olmayan ve duyu organlarının hissetme­diği şeydir. Şair şöyle der:

Biz gayba inandık. Oysa ki, Muhammed'den önce kavmimiz, putlara tapardı.

Harûr, güneş ısısının şiddeti. Misbâh yazan şöyle der: "sıcak", kelimesi "soğuk" kelimesinin zıddı olmaktadır. Bu kelimenin ismi şeklindedir. "Ateş, tutuşup yandı" mânâsına denir. Harûr, sıcak rüzgâr demektir.[47]

Cüded, yol ve alâmet mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Cevheri şöyle der: Cüdde, eşeğin sırtında, asıl rengine aykırı olan çizgi. Cüdde, yol demektir. Çoğulu cüded gelir. Bu da, çeşitli şekillerdeki yollar demektir.[48] Kurtubî şöyle der: Ahfeş dedi ki: Bu kelime in çoğulu ol­saydı, mutlaka şeklinde söylerdi, gibi.

Garâbîb, çok siyah anlamına gelen siyah şeye (simsiyah, kapkara) kelimesinin çoğulu denir. İmruu'1-Kays şöyle der.[49]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

15. Bu hitap, Allah'ın yüce nimetlerini ken­dilerine hatırlatmak için bütün insanlığa yapılmıştır. Yani, ey insanlar! Siz, varlığınız ve bütün hallerinizde, hareket ve sükûnetlerinizde Allah'a muhtaçsınız,  Yüce Allah, mutlak olarak zengindir ve âlemlere ihtiyacı yoktur. Sayılamayacak kadar çok olan nimetlerinden do­layı övgüye layıktır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, öğüt ve hatırlatma âyetidir. Bütün insanlar, her türlü hallerinde, Yüce Allah'ın ihsan ve nimetine muh­taçtır. Hiçkimse, bir an olsun ondan müstağni kalamaz. O, mutlak olarak, varlıklara muhtaç değildir, zengindir. Verdiği nimetlerden dolayı övülmüş­tür, övgü ve senaya layıktır.[50]  Bundan sonra Yüce Allah mahrukata muhtaç olmadığını şu sözüyle ifade etti[51]

 

16. Yüce Allah dilerse, elbette sizi yok eder, sizden başka diğer bir kavim getirir. Bu âyette bir tehdit ve korkutma vardır. [52]

 

17. Bu Allah'a zor veya imkânsız bir iş değildir. Aksine bu, Allah için kolaydır. Çünkü o birşeye "ol" der, o da oluverir. [53]

 

18. Hiçbir günahkâr, başka birinin günahını yüklen­mez, başkasının günahından dolayı da cezalandırılmaz. Ama dünyadaki zorbalar, komşunun suçundan dolayı komşuyu, akrabanın suçundan dolayı da akrabayı sorumlu tutup cezalandırır.[54] Ağır günahları yüklenmiş herhangi bir kimse, günahlarından bir kısırımı taşıması için herhangi birini çağırsa, çağrılan kişi, baba ve oğul gibi yakını da olsa, onun herhangi bir günahını yüklenmez. O gün, yardım isteyen kimseye yardım yoktur. Bu âyet, insanın, başkasının günahını yük­lenmeyeceğine dair daha önce geçmiş olan âyeti pekiştirmektedir. Ze-mahşerî şöyle der: Bu iki âyet arasındaki fark nedir?" dersen, derim ki: Bi­rinci âyet , Yüce Allah'ın hükmündeki adaletine delâlet etmekte ve O'nun, hiçbir kimseyi kendi günahından başkasıyle cazalandırmayacağını göster­mektedir, ikincisi ise, o gün, yardım isteyene yardım edilmeyeceğini ifade etmektedir.[55]  Peygamber! Sen. bu Kur'an'la ancak, kıyamet gününde Rablerinin azabından korkanları,  namazı mükemmel bir şekilde eda edenleri ve dolayısıyle, farz namazları va­kitlerinde kılmak suretiyle, ruh temizliklerine beden temizliğini de katan­ları korkutursun. Kim ruhunu günah kirlerinden temizlerse, bu temizlenmenin ürünü ona aittir. Onun iyiliği ve takvası, ken­disine ve ruhuna mahsustur. Kıyamet gününde, bütün varlıkların dönüşü tek olan Allah'adır. O, herkese amelinin karşılığını verecektir. Bu, tehdit mânâsı kapsayan bir haber vermedir. [56]

 

19. Bu, mü'min ve kâfir hakkında, Allah'ın getir­diği bir darb-ı meseldir.[57]  Yani kör ile gören bir olamayacağı gibi, Kur'an, nuruyla nurlanan mü'min ile, karanlıkta şaşkın dolaşan kâfir eşit olamaz. [58]

 

20. Aynı şekilde, nur ile karanlığın eşit olamayacağı gibi, inkâr ile iman da eşit olamaz. [59]

 

21. Aynı zamanda, koyu gölge ile güneşin yakıcı sıcaklığı eşit olamayacağı gibi, hak ile bâtıl ve bidayetle sapıklık eşit ola­maz. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah cennete ve onun devamlı gölgesine, altından ırmaklar akan yetişmiş ağaçlarına gölgeyi darb-ı mesel getirdi. Aynı şekilde sıcağı da, cehenneme, onun yakıcı alevine ve şiddetli yakıcı­lığına darb-ı mesel getirdi. Cenneti, iyiler için, cehennemi ise kötüler için karargah kıldı. Nitekim bir âyette, meâlen şöyle buyrulmuştur: "Cehennem ehli ile Cennet ehli bir olmaz"[60]  Bundan sonra Yüce Allah, bu ifadeyi pekiştirmek üzere şöyle buyurdu: [61]

 

22. Akıllılarla câhiller bir olmadığı gibi, di­rilerle ölüler de bir değildir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu şeylerin eşit ol­madıklarını açıklama hususundaki tertip, son derece fasih bir şekilde gel­miştir.  Şöyle ki,  kör ile  gören, mü'min ile kâfir için misal  verilmiş, ardından, kâfirin içinde bulunduğu inkâr karanlığı ile mü'minin, içinde bu­lunduğu iman nuru anlatılmış, sonra da mü'min ile kâfirin varacağı yer an­latılmıştır ki bu da gölge ile sıcaktır. Mü'min, imanı sayesinde gölge ve ra­hat içindedir. Kâfir de, inkârından dolayı yakıcı sıcak, içinde ve sıkıntıda­dır. Bundan sonra Yüce Allah, en beliğ şekilde başka bir misal getirdi. O da ölü ile diridir. Körün bazı faydası olma ihtimali vardır. Fakat ölü bunun tam tersidir. Yüce Allah'ın, "karanlıkları" çoğul olarak zikretmesi, inkâr yollarının çok olmasından dolayıdır, "Nûr" u tekil olarak zikretme­si ise, tevhid ve hak dinin bir olup çok olmamasından dolayıdır. Son iki mi­salde, üstün olanları önce zikretti. Bunlar da "gölge" ve "diri" keli­meleridir. İlk iki misalde ise daha açık olanları yani "kör" ile  karanlıkları önce zikretti ki, fark açık bir şekilde ortaya çıksın. Bunun, seci'den dolayı olduğu söylenemez. Çünkü Kur'an mucizesi sadece sözde değil, aksine, hem sözde hem de mânâdadır. Kur'an'm sırrı Allah'a mahsus­tur.[62]  Bundan sonra Yüce Allah konuyu daha açık bir şekilde ifade etmek üzere şöyle buyurdu: Kuşkusuz Allah, hak daveti işittirmek istediği kimseye işittirir, ona imanı sevdirir ve kalbini İslama açar. Ey Peygamber! Sen o kâfirlere işittirecek değilsin. Çünkü onlar, kalpleri ölü kimselerdir. Ne idrak ederler, ne de anlarlar. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Yüce Allah, "kabirdekiler" le kâfirleri kastetti ve onları ölülere benzetti"[63] yani, kabirlerde olanlar, Allah'ın kitabını işitemeyecekleri ve Onun öğütlerinden yararlanamayacakları gibi, kalbi ölü olan kimse de, işittiğinden faydalanamaz.[64]

 

23. Sen sadece, uyarıcı bir peygambersin. O kâfirleri, ce­hennem azabıyla korkutursun. [65]

 

24. Biz seni hidayet ve hak dinle, mü'minler için bir müjdeleyici, kâfirler için bir uyarıcı olarak gönderdik. Geçmiş asırlar ve zamanlarda hangi ümmet gelmişse, mutlaka onlara bir peygamber gelmiştir. [66]

 

25. Ayet, eziyet ve belâlara katlan­mak için, gösterdikleri sabır hususunda, peygamberlere uyması için Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir tesellidir. Taberî şöyle der: Yani, Ey Peygamber! Senin kavminden olan bu müşrikler eğer seni yalanlıyorlarsa, bil ki, onlar­dan önceki milletler de peygamberlerini yalanlamıştı. Peygamberler onlara açık mucize ve deliller getirdiler de onlar peygamber­leri yalanladı ve onların, Allah katından getirdiklerini inkâr ettiler.[67] Onlara, peygamberlere inmiş olan sahifeleri ve aydınlatıcı, açıklayıcı mukaddes semavî kitapları getirdiler. Bunlar Tevrat, Incîl, Ze­bur ve Kur'ân'dan ibaret olan dört büyük kitaptır. Bununla birlikte, onlar peygamberleri yalanladı ve onların peygamberliklerini reddettiler. Öyley­se, onlar nasıl sabrettiyse, sen de sabret.[68]

 

26. O kâfirlere bir süre mühlet verdikten sonra, on­ları helak ettim. Onları cezalandırmam ve inkârlarına karşılık vermem nasıl oldu?!.. Onları, güçlü bir kimsenin yakalayıp kavradığı gibi yakalamadım mı? Nimetlerini azaba, mutluluklarını mutsuzluğa, mamurhıklarını haraba çevirmedim mi? İşte ben, peygamberlerimi yalanlayanlara böyle yaparım.

Bundan sonra Yüce Allah, yerde ve gökteki delillerle, tekrar birliğini anlatmaya başlayarak şöyle buyurdu:[69]

 

27. Ey Muhatap! Görmedin mi ki, Yüce Allah, gücü ile bulutlardan yağmuru İndirdi. O suyla biz, çeşitli bitkiler şekil, renk ve tatları farklı meyveler çıkardık. Ze-mahşerî şöyle der: Yani, nar, elma, incir, üzüm ve diğer sayılamıyacak ka­dar, cinsleri farklı meyveler çıkardık. Veya kırmızılık, sarılık, yeşillik ve benzeri farklı şekillerde meyveler çıkardık.[70]  Aynı şekilde Yüce Allah dağlan da yarattı. O dağlarda, hepsi taş veya toprak da olsa, farklı şekillerde yollar vardır. Bazı dağlarda çeşitli renk­lerde yollar vardır. Farklı beyazlıklarda beyaz yollar, farklı kırmızılıklarda kırmızı yollar vardır, Kapkara dağlar da vardır. İbn Cüzey şöyle der: Pekiştirmek maksadıyîe, sonra gelmesi gereken en beliğ vasfı önce zikretti. Arap dilinde, bunun benzeri çoğu zaman söylenir.[71] Bundan mak­sat, Yüce Allah'ın kudretini açıklamaktır. Renk farklılığı sadece meyvelere mahsus değildir. Aksine, yerin tabakalarında ve sert dağlarda da aynı şekilde rengi farklı şeyler vardır.[72]  Hattâ bir dağın enteresan renklere sahip olduğunu görürsün. Dağda, özellikle mermer kayalarda, mercana benzer da­marlar görürsün. Herşeye gücü yeten Allah, noksan sıfatlardan münezzeh­tir. [73]

 

28. Allah, insanlardan hayvan­lardan ve davarlardan, meyve ve dağların farklılığı gibi, renkleri farklı varlıklar yarattı. Bir kısmı beyaz, bir kısmı kırmızı, bir kısmı siyah. Bun­ların hepsi  Allah'ın yarattıklarıdır.  Yaratanların en güzeli olan Allah mübarektir. Yüce Allah, âyetlerini, kudretinin alâmetlerini, sanatının eser­lerini ve farklı cinslerde yarattıklarını saydıktan sonra ardından şöyle bu­yurdu. Allah'tan ancak âlimler korkar. Çünkü âlimler Allah'ı hakkıyle bilirler. İbn Kesîr şöyle der: Allah'tan ancak Onu tanıyan âlimler hakkıyle korkar. Çünkü Yüce Allah tam olarak tanınıp mükemmel bir şekilde bilinince, O'ııdan korkmak da daha çok ve büyük olur.[74]  Allah, büyüklüğü ile herşeyden üstündür. Kullarından tevbe edip Ona dönenleri çokça bağışlayıcıdır. Bundan sonra Yüce Allah, kendisinden korkanların ve rahmetini umanların sıfatlarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [75]

 

29. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün etrafında Kur'an okumaya devam edenler ve namazı vakitleri içersinde huşuu, âdabı, şartları ve rükünleriyle edâ edenler, Mallarının bir kısmını, Allah yolunda ve O'nun rızasını kazanmak maksadıyle, gizli ve açık olarak harcayanlar var ya, işte onlar, bu amellerin karşılığında kazançlı bir ticaret umarlar. Ki bu ticaret asla kesada uğramaz ve zararla yok olmaz. [76]

 

30. Allah, onların amellerinin karşılığını ve yaptıkları iyi işlerin sevabını ödemek için ve ecirlerinden fazla olarak lütuf, ihsan ve İkramda bulunmak için böyle yapar. İbn Cüzeyy şöyle der: Ecirlerin Ödenmesinden maksat, itaat eden kimseye, hak ettiği sevabı ver­mektir. "Fazla"  dan maksat ise, bundan fazla olarak kat kat vermektir. Veya Allah'ın yüzüne bakmaktır.[77] Şüphesiz Allah, Kur'an ehli­ni çokça bağışlayan, onların itaatlarınm karşılığını bol bol verendir. İbn Kesir der ki: Mutarrif bu âyeti okuduğunda, "Bu Kur'an'm âyetidir" derdi.[78]

 

31. Ey Peygamber! Sana vahyettiğimiz o indirilmiş kitap, o yüce Kur'an, kendisinde şek bulunmayan ve doğruluğun­da şüphe olmayan hak bir kitaptır. Bu kitap, kendisinden önce indirilmiş Tevrat, Zebur ve İncîl gibi kitapları tasdik edicidir. Ebu Hayvan şöyle der: Bu âyette, Kur'an'm vahy olduğuna işaret vardır. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) okuma-yazma bilmezdi. Buna rağmen, Allah'ın kitap­larında olan şeyi açıklayan bir kitap getirdi. Böyle bir kitap, ancak Al­lah'tan olur.[79]  Yüce Allah, kullarından haberdardır; on­ların içlerini de dışlarını da bilir. Kullarını görücüdür. Onların hiçbir hali Allah'a gizli kalmaz. [80]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı  kapsamaktadır.   Bunları aşağıda özetliyoruz.

1. "giderir" ile "getirir" " kör" ile "gören",  karanlıklar" ile "aydınlık" "gölge" ile "sıcak" "diriler" ile "ölüler", "korkutucu" ile "müjdeleyici" ve "gizli" ile "açık" arasında tıbâk vardır.

2. "yüklenmez" ile "yüklenen" ve "onun yükü" ile "taşınmaz" arasında cinâs-ı iştikak vardır.

3. "Kör ile, gören bir değildir" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Âyette, kâfir köre, mü'min de gören kimseye benzetil­miştir. Aralarındaki münâsebet, yolun karanlıklığı ve kâfirin yol bulama­ması; mü'min için ise yolun açıkça görülmesi ve mü'minin yolu bulabil-mesidir. Daha sonra, istiâre-i tasrîhiyye yoluyla, müşebbehün bih olan "kör", kâfir yerinde, "gören" kelimesi de mü'min yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır.

4. "Gökten su indirdi ve onunla çıkardık" cümlesinde III. şahıs kipinden I. şahıs kipine dönüş vardır. 'V^-U ve çıkar­dı" yerine "U^ili biz çıkardık" denilmiştir. Zira bu, azamet ifade eder ve fiile son derece önem verildiğini açıklar. Çünkü bu işte, Yüce Allah'ın son­suz kudretini ve hikmetini bildiren güzel sanat vardır.

5. "Kulları içinden, ancak âlimler Allah'tan korkar" âyetinde, sıfat mevsufa kasredilmiştir. "Korkmak",   âlimlere tahsis edilmiştir.

6. Görmedin mi ki, Allah gökten su indir­di" âyetindeki soru, takrir ifade eder. Bunda "hayret", mânâsı vardır.

7. "Kesada uğramayan bir ticaret umarlar cümlesin­de istiare vardır. Ticaret, sevabını elde etmek için Allah'la yapılan mua­mele yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır. Bu ticaret, kazanç elde etmek maksadıyla halk arasında yapılan alışveriş işleminden ibaret olan dünyevî ticarete benzetilmiş, sonra da "kesada uğramayan" kaydıyla, istiâre-i müreşşaha haline getirilmiştir. Sonlarında uygunluk vardır. Bu durum sözün güzelliğini, parlaklığım ve ruha etkisini artırır. [81]

 

32. Sonra kitabı, kullarımız arasından seçtikleri­mize mîras verdik. Onlardan kimi, kendisine zulmeder, kimi orta yolda gider, kimi de Allah'ın izniyle hayır­larda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.

33. (Onların mükâfatı), içine girecekleri Adn cen­netleridir. Orada altın bilezikler takarlar ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

34. Cennette şöyle derler: Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok ni'met verendir.

35. O Rab ki lûtfuyla bizi gerçek ikamet evine yer­leştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.

36. İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öl­dürülmezler ki ölsünler. Cehennem azabı da onlara bi­raz olsun hafifletilmez. İşte biz, inkarda ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız.

37. Onlar orada, "Rabbimiz! Bizi çıkar yaptığımı­zın yerine iyi işler yapalım" diye feryâd ederler. Size düşünecek  kimsenin  düşünebileceği,  öğüt  alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmemiş miydi? Öyle ise tadın azabı, zâlimlerin yardımcısı yok­tur.

38. Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, gö­ğüslerin özünde ne varsa onu da hakkıyla bilendir.

39. Sizi yeryüzünde halîfeler yapan O'dur. Onun için kim inkâr ederse, inkârı kendi zararınadır. Kâfir­lerin inkârı, Rableri katında kendileri için gazaptan başka bir şeyi artırmaz. Kâfirlerin inkârı kendilerine ziyandan başka bir şeyi çoğaltmaz.

40. De ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız, ortak­larınızı gördünüz mü? Haydi gösterin bana! Onlar yer­den hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var? Yahut biz onlara, bir kitap verdik de onlar, o kitaptaki bir delile mi dayanıyorlar?" Ha­yır! O zâlimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey va'detmiyorlar.

41. Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bo­zulmasın diye tutuyor. Andolsun ki onların nizâmı eğer bozulursa kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayıcıdır.

42. Kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dâir bütün güçleriyle   Allah'a   yemin   etmişlerdi.   Fakat   onlara uyarıcı gelince, bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.

43. Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzaklar kurmak (istiyorlar). Halbuki kötü tu­zak ancak sahibini kuşatır. Onlar öncekilerin kanunun­dan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir tebdîl bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir değiştirme de bulamazsın.

44. Bunlar  yeryüzünde  gezip  de  kendilerinden öncekilerin sonunun  nasıl olduğunu  görmediler mi? Halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne gökler­de ne de yerde Allah'ı âciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür.

45. Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (he­men) cezâlandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canh yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde, kitabını okuyanları övdükten sonra bu­rada İslam ümmetinin, bu değerli hazine karşısında, "kendine zulmeden", "orta yolu tutan" ve "hayırda yarışanlar" olarak üç kısma ayrıldığını bildir­di. Sonra da iyilerle kötülerin varacağı yeri anlattı ki, kul daima korku ile ümit, rağbet ile kaçınma arasında olsun. [82]

 

Kelimelerin İzahı

 

Nasab, yorgunluk ve bedenî meşakkat.

Luğûb, yorulmak, zafiyet ve gevşeklik, "Bi­ze hiçbir yorgunluk dokunmadı"[83] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Feryâd ederler. Yüksek sesle bağırmak mânâsına gelen kelimesinden türemiştir. Yardım isteyen; yardıma koşandır. Selâme b. Cündüb şöyle der:[84]

Nezîr, insanları Allah'ın azabından korkutan uyarıcı demek­tir.

Halâif, kelimesinin çoğuludur. Halîfe, herhangi bir iş­te başkasının yerine geçen demektir.

Makt, şiddetli kin ve öfke demektir. Hasar, helak ve sapıklıktır. Kuşatır. O şey ona indi ve onu kuşattı" demektir.[85]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

32. Sonra bu yüce Kurvı' ümmetlerin en üstününe, diğer ümmetlere tercih ettiğimiz Muhammed (s.a.v.) ümmetine miras verdik. Bu büyük lutfu, semavî kitaplarının sonun­cusu olan mucize Kur'an'ı sadece onlara verdik. Zemahşerî der ki: Yüce Allah'ın seçtiği kişiler; Sahabe, Tabiûn ve onlardan sonra, kıyamete kadai gelecek olan Muhammed (s.a.v.) ümmetidir.[86] Bundan sonra Yüce Allah, kulları arasından seçtiği kişileri üç sınıfa ayırarak şöyle buyurdu: Kendilerine bu kitabı miras ver­diğimiz o kişilerden bazıları, hayır işlemekte kusurlu davranır; Kur'an'ı okur, fakat onunla amel etmez. Bunlar nefislerine zulmedenlerdir. Bazıları hayır işlemek ve iyi amel etmekte orta yolu tutar; çoğu zaman Kur'an'la amel eder, bazan ihmalkâr davranır. Bunlar orta yolu tutanlardır. Bazıları da, Allah'ın kitabıyla amel etmede öne geçmek için yarışır, hayır işlemeye koşar. Bunlar, Allah'ın kolaylık sağlaması ve muvaffakiyet ihsan eylemesi sayesinde, itaat etmede yarış ipini göğüslemişlerdir. Bunlar, Allah'ın iz­niyle hayır işlemede Önde gidenlerdir. İbn Cüzeyy der ki: Tefsircilerin çoğunluğuna göre bu üç sınıf Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti içersindedir. Allah'a isyan eden; takva sahibi olan; bu ikisi arasında olandır.[87]  Hasan Basrî şöyle der: iyilikleri kötülüklerinden çok olan; kötü amelleri çok olan, iyi ve kötü amelleri eşit olandır. Bunların hepsi de cennete girer.[88]  İlahi emir ve yasakların ve semavî kitapların en şereflisi olan bu yüce kitabı taşımak için Mu­hammed (s.a.v.) ümmetinin seçilmesi ve bu kitaba onların mirasçı kılınması, yüceliğine hiçbir fazilet ve şerefin yaklaşamayacağı büyük bir fazilettir. Allah onlara, dünya durdukça devam edecek olan bu yüce kitabı lütfetmiştir. Allah'ım, bu ne büyük lütuf! Bundan sonra Yüce Allah, mü'minlere Naîm cennetlerinde hazırladığı şeyleri haber vermek üzere şöyle buyurdu: [89]

 

33. Onların mükâfatı, içlerinde bulunan çeşitli ni­metlerden yararlanacakları Adn cennetleridir. Bu cennetler, amellerin farklılığı oranında farklı derece ve makamlardadır. Bir tek cennet olmayıp birçok cennet bulunduğu için, "cennetler" kelimesi çoğul getirildi. Mesela orada Firdevs cenneti, Adn cenneti, Naîm cenneti, Me'vâ cenneti, Huld cenneti, Selâm cenneti ve Illiyyîn cenneti vardır. Herbir cennette, amel edenlerin mertebelerine göre derece ve makamlar vardır. Onlar cennette, incilerle işlenmiş altın bilezikler takar. Cennette giyecekleri herşey ipektendir. Hattâ yatakları ve perdeleri de ipektendir. Kurtubî der ki: Dünyada krallar taç giyip bilezik taktıkları için, Yüce Allah bunları cennetliklere de bahşetti. Hiçbir cennet ehli yoktur ki, elinde altın, gümüş ve inciden bilezikler bulunmasın.[90]        

 

34. Mü'minler cennete girerlerken şöyle derler: Bizden bütün keder, üzüntü ve tasaları gideren Allah'a hamd olsun. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, bu olay mutlaka gerçekleşeceği için, geçmiş zaman kipiyle "dediler" tabirini kullandı. Ayette geçen kelimesi, insanın saf ve duru halini bulandıran hastalık, fakirlik, ölüm, kor­kunç kıyamet olayları, cehennem azabı ve başka şeylerin hepsini kapsar.[91] Doğrusu Rabbimiz günahkârları çok bağışlayan; itaat eden­lerin itaatim çok kabul edendir, ve lafızlarından her ikisi mübalağa ifade eder. Yani bağışlaması bol, nimet ve ihsanı çok demektir. [92]

 

35. O, bizi cennete yerleştirip, asla ayrılmaya­cak şekilde orasını bize mesken ve karargâh kılandır. Bütün bunlar, onun bize nimet ve ihsanının eseridir, Orada bize ne bir yorgun­luk gelir, ne de meşakkat çekeriz. Orada bize ne bir usanç gelir ne de bir bıkkınlık hissederiz.  Mü'minler devamlı kalıp çıkma­yacakları için cennete "ikamet yurdu" ismi verildi. Nasab, vücut yor­gunluğu; luğûb ise, bu yorgunluktan kaynaklanan ruh yorgunluğudur.[93]  Yüce Allah iyi mutlu kişilerin durumunu anlattıktan sonra, kötü bedbaht kişilerin durumunu da anlatmak üzere şöyle buyurdu: [94]

 

36. Allah'ın âyetlerini inkâr edip peygamberleri­ni yalanlayanlara da inkârlarına uygun bir ceza olmak üzere alevli cehen­nem ateşi vardır. Orada öldürülmezler ki, cehennem azabından kurtulup rahat etsinler. Onlar için, cehennem azabından biraz olsun hafifletme yapılmaz. Aksine onlar, hiç dinmeyen de­vamlı bir azap içinde olacaklardır. Nitekim Yüce Allah, mealen "Onun ateşi ne zaman sönmeye yüztutsa, hemen alevlerini artırırız"[95] buyurmuş­tur. İşte biz, inkâr ve isyanda aşırı giden herkesi, böyle şiddetli ve korkunç azap ile cezalandırır, yaptıklarının karşılığım veririz. [96]

 

37. Onlar cehen­nemde feryâd eder ve şöyle diyerek yüksek sesle yardım isterler: Ey Rabbi­miz! Bizi ateşten çıkar ve dünyaya geri gönder ki, daha önce yapmakta ol­duklarımızı değil de, bizi sana yaklaştıracak iyi ameller işleyelim. Kurtubî şöyle der Yani ettiğimiz inkâra karşılık iman isyana karşılık da itaat ede­lim ve peygamberlerin emirlerine uyalım.[97] Onların, "yapmakta olduk­larımızı değil de" sözü, yaptıkları kötülükleri itiraf ve bundan dolayı duy­dukları pişmanlık ve nedamet mânâsını ifade etmektedir.[98]  Yüce Allah onları reddetmek ve azarlamak için şöyle buyurdu: Size dünyada, düşünmek isteyen kimsenin düşünmesine yetecek kadar uzun bir süre mühlet verip yaşatmadık mı? Yaşadığınız bu süre içinde ne yaptınız? Niçin başka bir ömür istiyorsunuz? Hadiste şöyle buyrulmuştur: Allah, 60 yıla varıncaya kadar ömrünü uzattığı kimseden mazereti kaldır­mıştır.[99] Hadiste geçen kelimesi, "onu, mazeret beyan edeceği son nok­taya ulaştırdı" manasınadır. Size, uyarıcı peygamber yani, kıyametin kopmasından önce gönderilen Muhammed (s.a.v.) gelmemiş miydi? Bir görüşe göre, "uyarıcı"dan maksat, ihtiyarlıktır. Fakat birinci görüş daha açıktır.[100] Öyleyse, ey kâfirler topluluğu! Tadın azabı. Bugün Allah'ın azabına karşı sizi koruyacak ne bir yardımcı­nız ve ne de bir destekçiniz vardır. Fahreddin er-Râzî der ki: "tadın" emri, horlama mânâsında bir emirdir. Aynı zamanda bu, devama işaret eder.[101] Yüce Allah, onların zalim olduklarını belgelendirmek, inkâr ve zulümleri yüzünden, ne Allah'tan ne de kullardan asla bir yardımcıları olmayacağını göstermek için "sizin için" zamiri yerine zâlimler için açık ismini kullanmıştır. [102]

 

38. O Yüce Allah, kâinatta gizli olan herşeyi, yani göklerin ve yerin bütün gaybını bilen ve ilmiyle kuşatandır. Göklerin ve yerin hiçbir durumu O'na gizli kalmaz. Yüce Allah, göğüslerde saklananları akıl ve hatırdan geçen gizli şeyleri ve ves­veseleri bilir. Kulların açıkça yaptığı işleri nasıl bilmez?! Tefsirciler der ki: Bu cümle, kâfirlerin cehennemde devamlı azap göreceklerine dair daha önce anlatılanları vurgulamaktadır. Çünkü Allah biliyor ki, küfür, kâfirin kalbine o şekilde yerleşmiştir ki, eğer dünyada ebediyyen kalmış olsa, Allah'a ne iman eder, ne de kulluk eder. Dolayısıyle ebedî azap, kâfirin ebedî küfrüne eşit olmuştur. Yani, bir zulüm ve artırma yoktur. "Rabbin kimseye haksızlık etmez"[103]  Kurtubî şöyle der: "Âyetin mânâsı şudur: Yüce Allah biliyor ki eğer sizi dünyaya geri çevirmiş olsaydı, yine iman etme­yecektiniz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Eğer geri döndürülse-ler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler"[104]

 

39. Ey insanlar! Âd, Semûd ve sizden önce gelip geçen kavimlerden sonra sizleri yeryüzünde halîfeler kılan Allah'tır. Nesilden nesile, asırlardır onların yurtlarında yaşamaktasınız. Artık kim Allah'ı inkâr ederse, inkârının vebali ona aittir. Bununla ken­disinden başkasına zarar veremez. Kâfirle­rin inkârı, sadece Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaşmaları ve Allah'ın şiddetli gazabına artarak çarptırılmaları sonucunu doğurur. Kâfirlerin inkârı, sadece helak ve sapıklıklarını artırır, ömrün zayi olup gitmesini sağlar ki bundan daha büyük bir zarar ve kötülük yok­tur! Ebu Hayyân der ki, âyet şuna dikkat çekmektedir: Yüce Allah, önceki kavimlerin yerine onları getirdi. Fakat onlar, ne kendilerinden önce pey­gamberleri yalanlayanların hallerinden ve başlarına gelenlerden öğüt aldılar, ne de inkâr edenlerin hallerinden ibret aldılar. Makt, en şiddetli ha­karet ve buğz demektir. Hasar ise ömrün zayi olmasıdır. Ömür, insanın ser­mayesi gibidir. Kişi onu Allah'a itaattan başka şeylerde geçirdiğinde ziyan etmiş olur. Onunla kazanç sağlayacağı yerde Allah'ın gazap ve hışmına uğrar, öyleki neticede ebedî cehenneme girer.[105]

Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin hiçbir şeyi işitmeyen ve hiçbir fayda sağlamayan şeylere tapmalarını kınamak üzere şöyle buyurdu: [106]

 

40. Zemahşerî şöyle der: Âyetteki ifadesi, "bana bildirin" manasınadır, Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: O ortakları ve ne ile ilahlığa ve ortaklığa hak kazandıklarını bana bildirin![107] Âyetin mânâsı şöyledir: Ey Peygamber! O müşrikleri sus­turmak için de ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız ve ibadette Allah'a ortak koştuğunuz ilahlarınız putların durumunu bana bildirin! Hangi sebeple bu ibadete müstehak oldular? Bana gösterin. Bu dünyada­ki mahlûkâttan hangisini yarattılar ki Allah'ı bırakıp da onlara ibadet etti­niz? Yoksa göklerin yaratılışında Allah'a ortaklık mı ettiler de bu sayede ilâhlıkta da O'na ortak olmaya hak kazandılar? Yoksa onlara o putların Allah'ın ortaklan olduğunu söyleyen bir kitabı indirdik de dolayısıyla onlara ibadet hususunda kesin delil ve hüccetleri mi var? Bu bölüm, önceki cümleden sarf-ı nazar edilerek gerçek sebebinin açıklandığını ifade eder. Yani onlar, sırf önderlerin, putların onlara şefaat edeceklerini söyle­mek suretiyle kendilerine uyanları saptırmalarından dolayı putları ilâh edindiler. Halbuki bu, boş bir aldanma ve yalandır. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, onların her türlü delillerini boşa çıkardıktan sonra bu konuyu bırakıp onları buna iten sebebi  anlattı ki o da putların Allah katında kendilerine şefaat edeceklerine dair öncekilerin sonrakileri aldatması ve önderlerin kendilerine uyanları sapıtmalarıdır.[108] Yüce Allah, bundan sonra birliğini ve gücünü gösteren delilleri anlatmak üzere şöyle buyurdu: [109]

 

41. "Şanı yüce olan Allah, kudreti ve eşsiz hikmetiyle göklerin ve yerin düşmesini ve yok olmasını önler. Nitekim, mealen, şöyle buyurmuştur:  "Göğü de kendi izni olmadıkça yere düşmekten korur"[110]  Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, onların ilahlarının gök­lerden ve yerden hiçbir şeyi yaratamayacaklarını açıkladıktan sonra, bun­ları yaratanın ve kudretiyle tutanın kendisi olduğunu açıkladı. Zira sonra­dan olan her şey sadece Onun icadıyle vücut bulur ve ebedî kalan herşey sa­dece O'nun bekasıyla kalır.[111] Faraza onlar yerlerinden kayıp nizamları bozulsa Allah'dan başka onları kimse tutamaz. Onlar sadece herşeye gücü yeten ve bir olan Allah'ın gücüyle nizamlarını korurlar. Şüphesiz ki Yüce Allah halimdir. Cezayı hak et­melerine rağmen kâfirleri cezalandırmakta acele etmez. Onlardan, tevbe edip dönenler için rahmet ve mağfireti boldur. [112]

 

42. Müşrikler Allah adına en kuvvetli bir şekilde yemin ettiler, kendilerine uyarıcı bir peygamber  gelirse Ehl-i kitaptan kendilerine peygamberler gönderilen bütün ümmetlerden mutlaka daha doğru yolda olacaklarına and içtiler. Sâvî şöyle der: Araplar, babaları ve putları adına yemin ederlerdi. Yeminlerini pekiştirmek istediklerinde Allah adına yemin ederlerdi.[113] Ebussuûd şöyle der: Resulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden Önce Ehl-i kitabın, peygamberlerini yalanladıklarına dâir bilgiler Kureyş'e geldi. Dediler ki: Allah, yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Onlara peygamberler geldi de on­ları yalanladılar. Vallahi eğer bize herhangi bir peygamber gelse, şüphesiz biz, yahudilerden, hri s uyanlardan ve diğerlerinden daha doğru yolda oluruz.[114]  Onlara en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.) gelince onun bu gelişi onların hidayet, hak ve peygamberden, giderek uzaklaşmalarından başka bir sonuç doğurmadı. [115]

 

43. Hakka uymayı kibirlerine yediremedik­lerinden, yeryüzünde haddi aşmaları ve azgınlıklarından bir de imam zayıf olanları Allah'ın dininden döndürmek için Peygambere (s.a.v.) ve mü'minle-re kötü tuzaklar kurmalarından dolayı Resulullah (s.a.v.)'dan uzaklaştılar. Ebu Hayyân şöyle der: Uzaklaşmanın sebebi kibirlenmek ve kötü tuzak kurmaktır. Yani onları haktan uzaklaşmaya iten sebep kibirlenmek ve Re-sulullah'ı içine düşürmek için kurmuş oldukları kötü tuzak ve hiledir.[116]  Kötü tuzağın vebali ancak onu kuranı ve tertipleyeni kuşatır. Nitekim, "Kardeşine kazdığı kuyuya kendi düşer." demişlerdir. O müşrikler, Allah'ın önceki milletlere uyguladığı kanun ve âdetinden başkasını mı bekliyorlar? Peygamberleri yalanlamaları sebe­biyle Allah onlara azap etmiş ve onları helak etmiştir. Allah'ın mahlukatı hakkındaki kanunu değişmez. Hiç kimse azabı onlardan başkasına çeviremez. Kurtubî şöyle der: Allah, kâfirlere azabı uyguladı. Hiç kimse bunu değiştiremez ve kendisinden başkasına da çeviremez. Sünnet, yol demektir.[117] Bundan sonra Yüce Allah, ibret almaları için kendilerinden, önce peygamberleri yalanlayanların kalıntılarını görmeye onları teşvik etti ve şöyle buyurdu: [118]

 

44. Onlar yolculuk yapmadılar mı? Yok edilmiş köy ve kasabalara uğrayıp geçmiş milletlerin helak olduklarını gösteren kalıntılarını, peygamberlerini yalanladıkları za­man Allah'ın onlara ne yaptığını görmediler mi? Oysa on­ların vücutları Mekkelilerden daha kuvvetli, mal ve evlatları onlardan daha çoktu, Noksan sıfatlardan uzak olan Yüce Allah'ı hiçbir şey âciz bırakamaz. O hiçbir şeyi tasarrufundan kaçırmaz. Bu kâinatta hiçbir şey O'na güç gelmez, Onun ilmi ve gücü sonsuzdur. Yaratılmışların bütün işlerini bilir, kendisine isyan edenlerden intikam almaya gücü yeter. [119]

 

45. Bu âyet' Allah'ın hilmi-ni ve kullarına karşı merhametini açıklar. Yani, eğer Allah, bütün günahla­rından dolayı onları cezalandırsaydı yeryüzünde yürüyen insan veya hay­vandan hiçbir şey bırakmazdı. İbn Mes'ûd şöyle der: Bu âyetle, Yüce Allah, yürüyen ve emekleyen bütün hayvanları kasdetmektedir.[120] Fakat Yüce Allah, kullarına merhameti ve lütfü sebebiyle belli bir zamana yani kıyamet gününe kadar nıühlet veriyor ve onları çabucak cezalandırmıyor. O zaman geldiğinde amellerinin karşılığını verecektir. Amelleri hayırsa karşılığı da hayır, şer ise karşılığı da şer olacaktır. Çünkü Yüce Allah, onların işlerini bilen ve hallerinden haberdar olandır. İbn Cerir şöyle der: Azaba müstehak olanı da, lütuf ve ihsanı hak edeni de görücüdür.[121]  Bu âyette suçlular için bir tehdit, müttekîler için de bir va'd vardır. [122]

 

Edebî Sanatlar:

 

Bu mübarek âyetler bir çok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Orada bize ne bir yorgunluk doku­nacak ne de orada bize bir usanç gelecektir" cümlesinde fiilin tekranyla itnâb yapılmıştır. Bu itnâb, âyette geçen her iki şeyin de olmadığını ayrı ayrı vurgulamak içindir. Aynı şekilde Kâfirlerin inkân, Rableri katında kendileri için gazaptan başka bir şey artırmaz. O kâfirlerin inkârı kendileri için ziyandan başka bir şey çoğaltmaz" âyetinde de itnâb vardır. Bu itnâb, Allah'ı inkâr edenlerin yaptıklarının çirkin ve adiliğini fazlasıyla vurgulamak içindir

2. "Öyle ise (azabı) tadın, zâlimlerin herhangi bir yardımcısı yoktur" âyetindeki emir kipi alay İfade eder. Bu, "Tad bakalım, sen kendince üstündün şerefliydin"[123]  âyetine ben­zer.

3. "Çok bağışlayan, şükrü ve ihsanı bol olan, çok nankör kelimeleri mübalağa ifade eder. Aynı şekilde çok halim, çok iyi bilen ve çok güçlü, kelimeleri de mübalağa ifâde eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.

4. "Gösterin bana!,Onlar yerden hangi şeyi ya­rattılar?" cümlesindeki soru istiflıâm-ı inkârî olup kınama ifâde eder. "Yoksa onlann göklerde ortaklıkları mı var?" âyetindeki soru da aynıdır.

5. "Onun sırtında emekleyen herhangi bir canlı bırakmazdı" cümlesinde istiâre-i mekniyye vardır. Burada yeryüzü, sırtında çeşitli mahlûkât türlerini taşıyan bir hayvana benzetilmiş, sonra müşebbehun bih hazfedilmiş ve onun levazımından olan kelimesiyle istiâre-i mekniyye yoluyla ona işaret edilmiştir.

6. "gibi kelimelerde son derecede güzel ve parlak seci gayrı mütekkellif vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.

Yüce Allah'ın yardımıyla" Fâtır Sûresi'hin tefsiri tamamlandı. [124]



[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/155.

[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/156.

[3] Müzemmil sûresi, 73/18

[4] MuhtaraVsıhah, maddesi.

[5] el-Kâmûsu'l-muhît, ^î maddesi.

[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/160.

[7] Beyzâvî Haşiyesi, 3/98

[8] Zâdu'l-mesîr, 6/473

[9] Kurtubî, 14/319

[10] Müslim. İman, 280-281  Zemahşerî şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) Cebrail'i kendi suretine gördü. Onun altıyüz kanadı vardı.

[11] Kurtubî,14/320. Âyet genel olup boy uzuluğu, şeklin dengeli oluşu, aklın sağlamlığı, dil fesahalı ve benzeri, anlatılamayacak kadar nimetlerin fazladan yaratılmasını kapsar.

[12] Keşşaf, 3/470

[13] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/160-161.

[14] Buhârî, Ezan, 155; Müslim, Salât, 193

[15] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/162.

[16] Keşşaf, 3/471

[17] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/139

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/162.

[18] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/163.

[19] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/139

[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/163.

[21] Taberî, 22/78

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/163.

[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/163.

[23] Keşşaf, 3/474

[24] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/164.

[25] Ebussuûd, 4/23

[26] Ahmed b. Hanbel, IV, 12

[27] Hac sûresi, 22/5

[28] Muhtasar-i.îbn Kesîr, 3/140

[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/164-165.

[30] Kurtubî, 14/329

[31] Fâür sûresi, 35/43

[32] Enfâl sûresi, 8/30, Keşşaf, 3/476

[33] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/165.

[34] Kurtubî, 14/332

[35] Taberî, 22/81

[36] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/165-166.

[37] "Nehr"e, tağlîb yoluyla "deniz" denildi.

[38] Ebussuûd, 4/241

[39] Cisimlerin yüzmesi nazariyesine ve Kur'an-ı Kerim'in ilmî i'câzına bakınız.

[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/166.

[41] Güneşin, yerinde sabit durduğu sanılırdı. Fakat modern ilim onun, uzay boşluğunda yöne doğru süratle akıp gittiğini isbat etti. Astronomlar bu hızın saniyede 12 mil olduğ hesaplamışlardır. Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah, güneşin akıp gittiğini dirrnektedir: "Güneş, kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir" (Yâsîn sûresi, 36/ Bu güneşin hacminin, yerküremizin hacminden bir milyon kat daha büyük olduğunu ve korkunç kütlenin hareket ettiğini ve Allah'tan başka hiçbir kimsenin ona dayanak olma uzay boşluğunda akıp gittiğini düşündüğümüzde, bu varlığı kuvvet ve ilmi ile döndüren 1 relin niteliğini biraz anlarız. {Cevheri Tefsiri).

[42] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/166-167.

[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/167.

[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/167-168.

[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/171.

[46] Kıyâme sûresi, 75/11

[47] el-Mısbahu'1-münîr

[48] Cevheri, es-Sıhâh

[49] Kıırtubî, 14/343

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/171-172.

[50] el-Bahr, 7/307

[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/172.

[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/172.

[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/172.

[54] el-Bahr, 7/307

[55] Keşşaf, 3/479

[56] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/172-173.

[57] el-Bahr, 7/308

[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/173.

[59] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/173.

[60] Haşr sûresi, 59/20

[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/173.

[62] el-Bahr, 7/309 (özetle).

[63] Zâdu'l-mesîr, 6/484

[64] Taberî, 22/85

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/173-174.

[65] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/174.

[66] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/174.

[67] Taberî, 22/86

[68] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/174.

[69] Bu âyet, Yüce Allah'ın sanatının güzelliğine ve kudretinin eserlerine bakmaya teşvik İçin getiriimiştir. Ki, bu bakış, Allah'ın büyüklüğünü bilmeye şevketsin. Bu bilgi de, Allah'tan korkmaya götürsün. Bunun içindir ki Yüce Allah âyeti, "kullan içinden, ancak âlimler Allah'tan korkar" sözüyle bitirdi. Kur'an'ın sırrını bir düşün.

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/174-175.

[70] Keşşaf, 3/481

[71] Teshil, 3/158

[72] İslam şehidi Seyyid Ktıtub, "Fî Zılâli'l-Kur'an" adlı tefsirinde şöyle der: Bu âyet, bu kita­bın kaynağını gösteren işaretlerden, harikulade kevnî bir işarettir. Gökten yağmur İndirmek ve çeşitli renklerde meyveler çıkarmakla başlıyor, sonra dağların renklerine geçiyor. Kuşkusuz kayaların renklerinde, meyvelerin renklerinde,

çeşitliliğinde ve çokluğunda enteresan bir ben­zerlik vardır. Kayaların renklerine.ve tek renk içirsindeki çeşitli tonlarına bir bakış kalbi titre­tir ve bakış ve iltifata değer yüce güzellik duygusunu uyarır. Sonra insanların sinirsiz renkle­ri... Aynı şekilde çeşitli ve enteresan renkte dâbbe ve en'âm nevinden hayvanların renkleri... Dâbbe, her canlı hayvandır. En'âm ise, deve, sığır, koyun ve keçi cinsinden hayvanlara denir. Bütün bunlar, sayfalan güzel, harikulade yaratılmış ve renklendirilmiş bu kevnî kitapta bakışlara sunulmuştur.                                                           

[73] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/175.

[74] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/146

[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/175-176.

[76] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/176.

[77] Teshîl, 3/158

[78] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/146

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/176.

[79] el-Bahr, 7/313

[80] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/176.

[81] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/176-177.

[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/181.

[83] Kâf sûresi, 50/38

[84] Kurtubî, 14/352. Şairin ismi, Kurtubî'de Selâme b. Cendel şeklindedir. Şiir, Kasas sure si'nin başında "kelimelerin "izahı" bölümünde geçti (Mütercimler).

[85] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/181.

[86] Keşşaf, 3/484

[87] Teshîl, 3/158

[88] Zâdu'l-mesîr, 6/490. Bu üç sınıfın, Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden olduğuna dair olan görüş tercihe şayandır. İbn Cerir'in tercihi de budur. Büyük âlim İbn Kesîr, maksadın bu olduğunu gösteren birçok hadis zikretmiştir.

[89] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/181-182.

[90] Kurtubî, 12/52

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/182.

[91] Bkz, Ebussuûd, 4/245; Taberî; 22/91

[92] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/182-183.

[93] İbn Cüzeyy, Teshîl, 3/159

[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/183.

[95] İsrâ sûresi, 17/97

[96] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/183.

[97] Kurtubî, 14/352

[98] İbn Cüzeyy, Teshîl, 3/159

[99] Buharı, Rikak, 5. Buharî bu hadisi, bâb başlığı altına almış ve daha sonra bu âyeti zikretmiştir. İbn Kesîr şöyle der: Ömrün miktarı hususunda sahih olan budur.

[100] Buharî, bir önceki dipnotta söz konusu olan bâb başlığından sonra âyetini zikretmiş ve lafzının "ihtiyarlık" mânâsına geldiğini söylemiştir. Bu, İbn Abbas ve İkri-me'den rivayet edilmiştir. İbn Kesîr der ki: Sahih olan, "nedir"den maksadın Rasulullah (s.a.v.) olduğuna dair Katâde'den gelen rivayettir. İbn Cerir bunu tercih etmiştir. Açık olan da budur.

[101] Tefsîr-i kebîr, 26/30

[102] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/183-184.

[103] Kehf sûresi, 18/49

[104] En'âm sûresi, 6/28. Kurtubî, 22/355

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/184.

[105] el-Bahru'1-muhît, 7/317

[106] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/184-185.

[107] Keşşaf, 3/487

[108] Ebussuûd tefsiri, 4/246

[109] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/185-186.

[110] Hac sûresi, 22/6$

[111] Kurtubî, 14/356

[112] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/186.

[113] Sâvî Haşiyesi 3/315

[114] Ebussuûd tefsiri 4/246

[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/186.

[116] el-Bahrul-muhît 7/319

[117] Kurtubî, 14/360

[118] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/186-187.

[119] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/187.

[120] Kurtubî, 14/361.

[121] Taberî, 22/96

[122] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/187.

[123] Duhân sûresi 44/49

[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/188.