SÂD SÛRESİ
Bu
sûre-i celîle Mekke'de Kamer sûresinden sonra nazil olmuştur Kur'ân-ı Kerîm'in
38. sûresi olup seksen sekiz âyettir. Saffat suresinin tamamlayıcısı gibidir.
Çünkü bu sûrede de Dâvud ve Süleyman (a s.)'m kıssaları bildirilmektedir. -S4d-
harfiyle başladığı için. .SÂD- sûresi adını almıştır. Bir adı da «Sûre-i Dâvud.
dur. Bu sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır:
1 —
Müşriklerin, bâtıl iddialarını reddederek, kendilerini ilzam ediyor. * t
2 —
Nuh, Salih, Hûd, Şuayb, Dâvud, Süleyman. Eyyûb, ibrahim, îshak, Yakub, îsmail.
îlyesa, Zülkifl ve Âdem (aleyhimüsselâm.rin kıssalarına işaret edilmektedir.
3
_ Allah yolunda Peygamberlerin
çektikleri eziyetler ve sonunda nusret-i ilâhiyeye nailiyetleri haber
verilmektedir.
4 —
Kâfirlerin, münafıkların kıyamet günü ne elim bir azaba uğrayacakları
anlatılmaktadır.
5
_ Adem Ca.s.Te meleklerin secde ile
mükellefiyetleri, şeytanın ise böbürlenerek bu secdeden kaçınması
bildirilmektedir.
6 — Kur'ân-ı Kerîm'in nasıl ilâhî bir mev'iza
olduğu ilân edilmektedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sâd,
O şanlı, şerefli Kur'an'a yemin ederim ki.-
256 Sâd Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 2-3)
Sâd,
Hurûf-u mukattaadandır. Bunların hakiki mânâlarını Al-lahü Teâlâ'dan başkası
bilemez. Buna rağmen tefsirciler çeşitli mânâlar vermişlerdir. Bazılarına göre
«Sâd» m mânâsı şudur: Allahü Te-âlâ vaadinde sadıktır. Sözünde asla hilaf
yoktur, tman edip sâlih amel işleyenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandırır,
etmeyenleri ise cehennem azabı ile cezalandırır. Şer işleyenlere ise
günahlarının cezasını çektirir, sonra cennetine koyar.
Bazılarına
göre -Sâd- kasemdir. Allahü Teâlâ, and içerek «o, şanlı, şerefli Kur'an'a yemin
ederim» buyurmuştur. îbn Mes'ud (r. a.)'a göre ise bunun mânâsı şudur: Ey iman
edenler, siz Kur'an'ı tasdik edin. O, Allah tarafından gönderilip, imanı
küfürden, hakkı bâtıldan, hayrı serden, helâli haramdan, iyiyi kötüden
ayırdeden bir kitaptır, tmam-ı Dahhak'a göre Yüce Hâlik'm buyrukları haktır,
gerçektir. O'nun sözünde asla hilaf yoktur. Bunun için sûrenin başında «Sâd»a
ve şerefli Kur'an'a yemin etmiştir,
Allahü.Teâlâ
âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Küfredenler
bilakis gurur ve tefrika içindedirler.»
Kâfirlerin,
Peygamber (s.a.vJ'i yalanlayıp .Kur'an'ı inkâr etmeleri kibir, gurur ve
tefrikaya düşmelerinden dolayıdır. Şeytan da kibrinden dolayı Âdem
(a,s.)'eisecde etmediği için, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur. Tıpkı kâfirler
de şeytan gibi, kibirlenerek, büyüklük taslayarak iman etmemişlerdir. Yüce
Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Küfredenler bü'akis gurur ve tefrika
içindedirler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlardan
Önce nice nesilleri helak ettik. O zaman feryat ediyorlardı. Halbuki artık
kurtulma zamanı değildi.»
Allahü
Teâlâ, Mekkelİ müşriklerden önce nice nesilleri, iman etmedikleri ve
peygamberlerini yalanladıkları için helak etmiştir. Azab onların üzerine
geldiği vakit, kaçacak yer arıyorlardı. O gün ne mümkün, kaçacak yer bulmaları.
Çünkü o gün kurtulma zamanı değildir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor:
«Onlardan önce nice nesilleri helak ettik. O zaman feryat ediyorlardı. Halbuki
artık kurtulma zamanı değildi.»
{Cüz:
23. Ayet: 4-6) Sâd Sûresi 257
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«4-5
— Aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşmışlardı. Kâfirler: 'Bu, pek yalancı bir
sihirbazdır. Tanrıları tek bir tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir'
demişlerdi.»
Mekkeli
müşrikler aralarından Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Peygamber olarak çıkmasına ve
kendilerini Allah'ın birliğine imana davet etmesine şaşmışlardır. Son
Peygamber'in Kureyşlilerden olmasını hazmedemeyen kâfirler, ona iftira ederek
şöyle demişlerdir: -Bu pek yalancı bir sihirbazdır. Tanrılarımızı inkâr ederek,
tek bir tanrının varlığından bahsetmektedir. Halbuki bu kadar işi tek bir tanrı
nasıl yapabilir, bizim ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayabilir? Doğrusu tek bir
tanrı edinmek tuhaf bir şeydir. Biz buna inanmayız.» Müşrikler taptıkları
putların hiçbir şey yapamndıklannı çek iyi biliyorlardı. Kendilerine «gökleri,
yeri ve bu ikisi arasındaküeri kim yarattı?» diye sorulsa hiç tereddüt etmeden
-Allah yarattı • diyeceklerdir. Böyleyken yine de Allah'ın birliğini kabul
etmeyerek, Ona ortak koşmuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Onların
elebaşlarından bir gurub: 'Yürüyün, ma'büdlannıza ibadette sebat edin. Şüphesiz
ki, arzu edilecek budur' diyerek kalkıp gitmiştir.»
Ebû'1-Leys
Semerkandi'nin lbn Abbas (r.a.)'dan rivayetine göre, Mekkeli müşriklerin ileri
gelenlerinden bir topluluk Peygamberimiz (s.a,v.)'in amcası Ebû Talib'e gelerek
şöyle demişlerdir: «Ey Ebâ Talib, kardeşinin oğlu Muhammed, bizim
ma'büdlarımıza sövüp sayıyor, onları kötülüyor. Biz onun bu durumuna çok
üzüldük ve kız: dik. Sen, kendisine söyle de ma'büdlarımıza sövmekten ve
aşağılamaktan vazgeçsin. Şayet bundan vazgeçmezse, cihanı harap ederiz» diyerek
tehditte bulunmuşlardır. Bunun üzerine Ebû Talib, yanında bulunan birisini
Peygamberimiz (s.a.v.)'i davet için gönderir. Adamın yeri boş kalır. Ebû Cehil,
Muhammed gelir de amcasının yanı-
C.
: V — F. : 17
258 Sâd Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 7)
na
oturur, onu kandırır da biziın sözlerimizi Ebû Talib hiçe sayar korkusu ile
hemen o boşalan yeri kapar,
Ebü
Talib'in elçisi, Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelir ve «yâ Muhammed, amcan Ebû
Talib'in sana selamı var, seni yanına çağırıyor» der. Peygamberimiz (s.a.vj
derhal kalkar, amcasının yanma gelir, oturacak yer bulamaz ve kapının yanma
oturur. Ebû Talib ysğenine döner ve şöyle der: «Ey kardeşimin oğlu Muhammed,
kavmin ve kabilen senden şikâyetçidir. Sen, bunların ma'bûdlarına sövüp sayıyor
ve hakaret ediyormuşsun. Neden böyle yapıyorsun?» Peygamberimiz (s.a.v.)
amcasını dinledikten sonra şu cevabı verir:
«Ey
amca, ben onlardan şu sözü söylemelerini istiyorum. Şayet bu sözü söylerlerse
bütün Arap kabileleri bunlara itaat edip boyun eğecek ve haraç verecektir. Ben,
bunların ne ilâhlarını kötülüyo-ruıh ve ne de bu sözden başka bir şey
istiyorum.» Can kulağı ile Peygamberimiz (s.a.v.)'i dinleyen Ebû Talib bu sözün
ne olduğunu sorar. Peygamberimiz ts.av.) de, «Ben onlardan 'lâ ilâhs illallah
Mu-hammedün Resûlüllah' demelerini istiyorum» der. Bu sözlsri işiten Mekkeli
müşrikler kendilerinden geçerler, şaşkınlıktan üzerlerindeki elbiseyi bile
çıkarırlar. Ve ileri gelenleri «Muhammed, bir ilâJı-dan başkasını kabul etmez,
bütün ilâhları terk eder. Bü ne acayip bir iştir. Bir ma'bûd bu kadar işleri
nasıl başarabilir? Siz, ona inanmayın, ma'bûdlarınıza ibadete devam ederek,
bunda sebat gösterin* diyerek, acziyetlerini ve taptıkları ma'bûdların bâtıl
olduğunu ortaya koyarlar ve Ebü TalilSin yanından ayrılıp giderler. Çünkü
Peygamber (s.a.v.)'e diyecek bir söz bulamazlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz
bunu diğer dinde de işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır.»
Kâfirler
şöyl« demişlerdir: «Biz, Allah'tan başka ilâh olmadığını Muhammed'den
başkasından işitmedik. Yahudilerden de, Hıristiyan-lardan da işitmedik.
Muhammed, bunu kendisi uyduruyor. Böyle yalan uydurarak halkı kendisine
inandıracak, taraftar toplayacak üne kavuşacaktır. Ona inanan müslümanlar da
Allah'tan başka tanrı kabul etmiyorlar. Halbuki bu kadar işi bir tanrı nasıl
yapabilir?» demişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
(Cûi:
23. Âyet: 8-10) Sâd Süresi 259
«O
Kur'an aramızdan ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar benim vahyimden
şüphededirler. Hayır, onlar benim azabımı henüz tatmadılar.»
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.)'e haset ederek «bu Kur'an aramızdan sadece Muhammed'e mi
indirildi, ona mı Peygamberlik verildi?» demişlerdir. Onlar, Allahü Teâlâ'nın
indirdiğine şüphe ettikleri için bunu söylemişlerdir. Fakat onlar Allah'ın
azabını henüz tatmamışlardır. Şayet Allah'ın azabını tatmış olsalardı böyle
söylemezlerdi. Allah, vahyini dilediğine indirir. Kimse O'nun hükmüne müdahale
edemez. Yüce Halik, onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Hayır,
onlar benim vahyimden şüphededirler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yoksa,
aziz,, vehhap olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?»
Yoksa,
Allah'ın rahmet hazinelerinin anahtarları kâfirlerin elinde midir ki, peygamberliği
istediklerine veriyorlar? Hâşâ Allah'ın rahmet hazinelerinin anahtarları kendi
elindedir. Göklerde ve yerde hükümran O'dur. O, Peygamberliği dilediğine verir.
O'nun hükmüne kimse müdahale edemez. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor:
«Yoksa, aziz, vehhap olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor :
«Yahut,
göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde
midir? Öyle ise sebeblere tevessül etsinler de hükümranlığı ele geçirsinler
bakalım.»
Yoksa,
göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kâfirlerin elinde
midir ki, Peygamberliği dilediklerine veriyorlar? Halbuki göklerin ve yerin
sahibi, maliki, yaratanı, besleyeni, koruyanı Allah'tır. O, Peygamberliği
dilediğine verir. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Şayet kâfirler Allah'ın
hükmünü beğenmiyorlarsa, göklerin ve yerin hükümranlığını ellerine geçirip
diledik-
260 Sâd
Sûresi (Cüz; 23, Ayet; 11-13)
leri
gibi hükmetsinler ve Peygamberliği de istediklerine versinler. Eğer buna
güçleri yetiyorsa, güçlerini denesinler. Bu, kâfirlere bir serzeniştir, onları
zemmetmektir ve ne kadar aciz olduklarım gostsr-mektir. Yüce Halik, bunu şöyle
beyan ediyor: «Yahut, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların
hükümranlığı onların elinde midir? öyle ise sebeblere tevessül etsinler de
hükümranlığı ele geçir-sinler bakalım.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar derme çatma hiziplerden müteşekkil öyle bir
ordudur ki, işte şurada hezimete uğratılmışlardır.»
Mekkeli
müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.) 'İ ve müslümanları ortadan kaldırmak için
çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Yüce Halik, onların Peygamber hakkında kurmuş
oldukları tuzakları kendi başlarına çevirmiştir. Peygamber'! ve iman edenleri
ortadan kaldırmak için bir ordu hazırlayarak Medine üzerine yürümüşlerdir.
Düşman ordusunu Bedir mevkiinde karşılayan Peygamber ordusu, onları görülmemiş
bir hezimete uğratmış, yetmiş ölü ve yetmiş de esir almıştır. Halbuki sayı
itibariyle müşrik ordusu, Peygamber ordusunun üç katından da fazlaydı. Allah'ın
yardımı ile kendilerinden üç kat daha fazla olan müşrik ordusunu hezimete
uğratmışlardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan edijfor: «Onlar derme çatma
hiziplerden müteşekkil öyle bir ordudur ki, işte şurada hezimete
uğratılmışlardır.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
• 12-13 — Onlardan önce Nûh milleti, Ad,
sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi, Eyke'liler de
Peygamberlerini yalanlamıştı. İşte o toplulukların akıbeti.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed,
kavminin seni yalanlamasına üzülme. Z:ra bunlardan önceki Nûh
milleti, Âd, sarsılmaz bir'saltanatın sahibi Firavun, Semûd, Lüt kavmi,
Eyke'liler de Peygamberlerini yalanlamıştı, işte o toplulukların akıbeti.»
Allah, onların her birisim bir azab ile helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve
zulümlerinin cezasıdır. Onlar ham dün-
(Cûî:
23. Âyet: 14-16) SSd Süresi 261
Allahü
Teâlâ âyet-i ceiilesinde şöyle buyuruyor:
«Onların
her biri gönderilen Peygamberleri yalanladılar da, bu yüzden azabım hak oldu.*
O
milletlerin her biri kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanlamışlardır. Bu
yüzden Allahü Teâlâ'nın azabı onlara hak olmuştur. Çünkü Peygamberler, onlara
Allah'ın emirlerini tebliğ için gönderilmiştir. Bu bakımdan onları
yalanlayanlar ilâhi azaba uğramışlardır, Allah'ın âyetlerini inkâr edip
Peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını çekeceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Bunlar
da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Bunlar da ancak, bir an gecikmesi
olmayan tek b:r çığlık beklemektedirler.» îşte ilâhi azab tek bir çığlık gibi
ansızın gelir. Başlarına geldiği zaman da ondan kurtuluş yoktur. İman
etmeyenler hem dünyada, hem âhirette bu azaba uğrayacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceHle sinde şöyle buyuruyor:
•Rabbimiz,
bizim payımızı hesap gününden önce ver, derler.»
İbn
Abbas Cr.a.Va göre bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz
(s.a.v.) KureyşÛlere gelip «iman etmeyenlerin kıyamet günü amel defterleri sol
ellerine verilecektir» demiştir. Onlar Peygamberimiz (s.a.vj'i alaya alarak «Ey
Rabbimiz, bizim beratıma zı dünyada acele olarak ver. Hesap günü gelmeden önce,
hesabımızı gör* demişlerdir. Onlar işi alaya alarak bu sözleri söylemeler,
Peygamberimiz (s.a.v.)'e inandıkları için söylememişlerdir. Onlar, hesap günü
cezalarını mutlaka göreceklerdir. O gün iman edenler mükâfatını, etmeyenler de
cezasını göreceklerdir. Kimseye haksızlık yapılmayacak, herkese amelinin
karşılığı verilecektir,
262 Sâd
Sûreai (Cüz; 23, Âyet; 17-20)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde sevgili Peygamberine şöyla buyuruyor :
«Ey Muhammed, onların söylediklerine sabret.
Kulumuz, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o, Allah'a yönelirdi.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed,
kâfirlerin seni yalanlamalarına, sana söyledikleri kötü sözlere sabret.
Kulumuz, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o, Allah'a yönelirdi.» Dâvud
(a.s.) her an Rabbine yönelmiş, emirlerine itaat edip yasaklarından
sakınmıştır. Bir an bile, dünya işi onu Allah'a ibadetten ahkoymamıştır. O, bu
kadar hikmet ve kuvvet sahibi iken, nice üzüntülere, sıkıntılara mazhar kılmış,
Allah korkusundan titreyerek Peygamberlik görevini yılmadan yerine getirmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«18 - 19 — Doğrusu biz, akşam sabah onunla beraber teşbih eden dağlan, kuşları da
toplu halde onun emri altına vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi.'
t Dâvud
Ca.sJ ile dağlar ve kuşlar Allahü Teâlâ'yı teşbih ederlerdi.
Hâlik-ı
Zülcelâl, onları Dâvud (a.s.)'un emrine vermişti. Kuşlar onun katında toplanıp
emrine boyun eğerek, hep birlikte Allah'ı zikir ve teşbih ederlerdi, Dâvud
(a.sJ 'un sesi çok gür ve güzel olduğu için, o, Allah'ı zikre başladığı zaman
dağlar da, kuşlar da zikrine iştirak edip teşbih ederlerdi. Yüce Halik, bunu
şöyle beyan ediyor: »Doğrusu biz, akşam sabah onunla beraber teşbih eden
dağları, kuşları da toplu halde onun emri altına vermiştik. Her biri ona
yönelmekteydi.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet
ve kesin hüküm verme selahiyeti vermiştik.»
Allahü
Teâlâ, Dâvud (a.s.)'a Peygamberlik verip ilim, anlayış, hüküm vermede
(Cüz:
23. Âyet: 20) Sâd Süresi 263
kümranlığı
kuvvetlenmiş, kesin hüküm verme selâhiyeti verilmiştir. İmam-ı Mukatil'e göre,
Dâvud fa.sJ her gece mihraba çıktığı zaman, otuz üç bin kişi mihrabın etrafında
nöbet tutarmış. Allahü Teâlâ'-ran «onun mülkünü kuvvetlendirdik» dediği işte
budur.
Rivayete
göre, bir adam bir çocuğa zulmederek zorla öküzünü elinden alır. Çocuk, adamdan
öküzünü ister, adam hayvanı vermediği gibi, çocuğu sopa ile döver. Çocuk gelip
Dâvud (a.s.)'a şikâyette bulunur. Dâvud (a.s.) aralarında hükmetmek için adamı
çağırtır ve çocuğun öküzünü niçin aldığını sorar. Adam almadığını söyler. Çocuk
o adamın öküzünü aldığına dâir şahid getiremez. Dâvud Ca.sJ o gün aralarında
hükmedemez, kararı ikinci güne bırakır. O akşam rüyasında Allahü Teâlâ, o adamı
öldürmesini ve öküzü alıp çocuğa vermesini ilham eder. Dâvud (a.s.) rüyanın
rahmani olup olmadığında tereddüt eder ve «bu rüya ile hükmedilmez» diyerek
böyle bir hüküm vermekten vazgeçer, O anda Cebrail gelir, aynı şekilde
hükmetmesi için vahiy getirir. Dâvud (a,s.) bu hükmü îs-railoğullarına haber
verir. Onlar, bu hükmü Dâvud (a.s.)'un verdiğini zannederek kızarlar ve şöyle
derler: -Sopa ile çocuğu dövdü diye bîr adam öldürülür mü hiç?». Bunun üzerine
Dâvud (a.s.) da onlara şu cevabı verir: -Bu, Allahü Teâlâ'nuı emridir. Benim
hükmüm değildir.»
îsrailoğulları
hükmün Allahü Teâlâ'nın emri olduğunu duyunca teslim olurlar, bir şey
söylemezler. Dâvud (a.s.) o adamı çağırır, hükmü bildirir. Adam şöyle dfer; -Ey
Allah'ın Resulü, sen doğrusunu yapıyorsun. Ben bu çocuğun babasını kandırıp
ormana götürdüm, orada öldürüp öküzünü aldım. Büyük haksızlık yaptım.» Böylsce
o adam katil olduğunu itiraf eder ve Dâvud (a.s.) da kısasa kısas olarak onu öldürüT.
Bundan sonra Dâvud (a.s.)'un heybeti büyük, padişahlığı kuvvetli olur.
îsrailoğulları hükmüne hiç itiraz edemezler ve şöyle derler: «Davud'un bütün
hükümleri doğrudur. O, hüküm lerini vahiy ile verir.» Bu olaydan sonra Hâlik-ı
Mutlak, ona göktan bir zincir indirir, o zincir muallakta asılır ve şöyle
buyurur: «Bundan sonra bu zincirle hükmedeceksin. Kimin eli zincire dsğerse o
haklı, kJminki değmezse o haksızdır.» Haksız elan, zincire elini
uzattığı zaman zincir yukarı toplanır, eli ona yetişemez. Haklı olan uzattığı
zaman eli ona dokunur. Böylece haklı ile haksız meydana çıkar. Bir müddet bu
zincirle hükmeder, Sonra bir kişi zorla bir adamın elinden incisini alır ve bir
değneğin içini boşaltır, inciyi oraya saklar, ağzını da yapar. İncisi alınan
adam Dâvud (a.s.)'a şikâyette bulunur, Dâvud (a.s.) her ikisini çağırır,
aralarında hükmetmek için zincirin olduğu yere gelirler, önce incisi alman,
elini uzatır zincire
264 Sâd
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 21-22)
dokunur.
Sonra zinciri alan elindeki değneği zincir sahibine verir, o da elini uzatır
zincire dokunur. Dâvud (a.s.) bu manzara karşısında aralarında hükmedemez. O
zaman zincir kaldırılır ve Yüce Halik, Dâvud (a.sJ'a şöyle buyurur. -Bundan
sonra davacı ile davalı arasında yemin verdirerek ve şahid getirterek hükmet.»
Dâvud (a.s.) bundan sonra bu yolu takip eder. Yüce Allah'ın «Biz. Davud'a
hikmet ve faslı hitap verdik» buyurmasının sebebi işte budur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani onlar
duvardan mescide tırmanmışlardı.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: *Yâ Mu-hammed, sana o
davacıların haberi gelmedi mi? Hani onlar Davud'un mescidinin duvarından
mihraba tırmanmışlardı.» Dâvud (a.s.) '-un mihrabı yüksekti, oraya kolayca
çıkilmıyordu. O, mihraba namaza çıktığı zaman otuz üç bin kişi mihrabın
etrafında nöbet tutuyordu.
Hasan-ı
Basrî (r.a.)'nin rivayetine göre, Dâvud (a.s.) günlerini dörde ayırmıştır. Bir
gün hanımları ile sohbet edip meşgul olur. Bir gün halkın işleriyle meşgul olur
ve onların dâvalarına bakar. Bir gün aile efradıyle halvet edip, ibadet eder.
Bir gün de İsrailoğullarıyle meşgul olur, onların sorularını cevaplandırır,
bilmediklerini öğretir ve aralarında hükmeder.
Dâvud
Ca.s.) bir gün mihrabında iken insan suretinde iki melsk gelir, onları görünce
korkar. Zira mihraba girdiği zaman kapısını kilitler ve mihrabın etrafında da
askerler nöbet tutarlardı. Bu bakımdan rastgele birisinin oraya girmesi mümkün
değildi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«O vakit Davud'un karşısına girivermişlerdi de o,
bunlardan ürkmüştü. 'Korkma' dediler. Biz, birbirimizin hakkına tecavüz etmiş
iki davacıyız. Şimdi sen aramızda adaletle hükmet. Aşın gitme. Bizi doğru yola
çıkar.*
Dâvud
(a.s.) mihrabında iken yanına insan suretinde iki melek
(Cüz:
23. Âyet: 23-24) Sâd Sûresi 265
gelir.
Melekleri görünce korkar. Melekler onun korktuğunu anlayınca «bizden korkma.
Biz, birbirimizin hakkına tecavüz etmiş iki davacıyız. Şimdi sen aramızda
adaletle hükmet. Aşırı gitme. Biz: doğru yola çıkar- demişlerdir. Dâvud (a.s.l
onları dinledikten sonra dâvalarının ne olduğunu sorar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bu
kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var.
Böyle iken onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi.»
Dâvud
(a.s.) 'un yanına gelen iki melekten birisi dâvasını şöyle anlatır: -Bu
kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var.
Böyle iken onu da bana ver, benim olsun, dedi ve tartışmada beni yendi. Ey
Dâvud. bu işe sen ne dersin?-Dâvud (as.) onu dinledikten sonra gu cevabı verir.
Alla-hü
Teâlâ âyeti celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dâvudt
'And olsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana
haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına
tecavüz ederler, tman edip de güzel amellerde bulunanlar müstesna. Bunlar da ne
kadar azdır' demişti. Dâvud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Habbinden
mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş, Allah'a yönelmişti-
(*).
Dâvud
(a.s.) kendisine gelen bu iki kişiden davacıyı dinledikten sonra ona şöyle der:
«Hakikat bu kardeşin, bir dişi koyununu alıp kendi doksan dokuz dişi koyununa
katmakla sana zulmetmiştir. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına
tecavüz ederler, tman edip de güzel amellerde bulunanlar müstesna. Bunlar da ne
kadar azdır.» İman ile müşerref olanlar, dünya malına tamah ederek
birbirlerinin hakkına, hukukuna tecavüzde bulunmaz, birbirlerine zu-
(•)
Secde âyeti.
266 Sâd
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 25-26)
lüm
etmezler. Dâvud (a.s.) bunu çok iyi bildiği için «bunlar da ne kadar azdır-
demiştir.
Bunlar
Hz. Davud'u denemek için gelen iki melekti. İnsanların yönetiminde, aralarında
hak ve adalette hükmetmek vs bu hükmü vermeden evvel hak ve hakikati araştırmak
üzere Allah tarafından vazifelendirilmiş olan hükümdar peygamberin imtihanıdır,
imtihan için gelenler Dâvud (a.s.)'a dâvayı, mahsus açık ve tahrik edici
biçimde arzetmeyi tercih etmişlerdir. Fakat hâkimin fevri davranmaması ve acele
etmemesi lâzımdır., Dâvahya konuşma vs delilini ortaya koyma fırsatı vermeden,
birinin mücerret sözüyle hemencecik hükme varmaması lâzımdır. Çünkü mes'elenin
bütün veçhesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenince değişebilir veya lehine
bükırıo-lunanm hilekâr, yalancı olduğu tebeyyün edebilir. Böylece gerçek ortaya
çıkmış, taraflardan hiçbiri haksızlığa uğramamış olur, İşte burada Hz. Dâvud
(a.s.) işin bir imtihan olduğunu anlar. İmtihan edildiğini anlayınca Rabbinden
mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanır, tevbs eder, Allah'a yönelir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:.
«Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yüksek
bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.»
Allahü
Teâlâ, Dâvud (a.s.)'un dua ve niyazını kabul ederek kendisinden sadır olan
zelleyi bağışlamıştır. Onun Allah katında yüksek bir değeri ve güzel bir
geleceği, vardır. Cennette de onun için ulvî makamlar vardır. Yüce Halik, bunu
şöyle beyan ediyor: «Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yüksek bir
makamı ve güzel bir geleceği vardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onun için şöyle buyuruyor:
«Ey
Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife
yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevesine
uyma, yoksa seni Allah'ın
yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık
çetin azab vardır.»
(Cüz:
23. Ay el: 27-28} Sâd Sûresi 267
Allahü
Teâlâ, Dâvud (a.s.)'a peygamberlik verdiği gibi, halifelik de vermiştir. Onu
yeryüzünde halife yapmıştır. Onun zamanına kadar peygamberler arasında halife
yoktu. Peygamberlerden ilk olarak halife olan Dâvud (a.s.)'dur. Yüce Halik,
lütfedip ona peygamberl;k verdiği gibi, halifelik de vermiş ve şöyle
buyurmuştur: -Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar
arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevesine uyma, yoksa seni Allah'ın
yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü
unutmalarına kargılık çetin azab vardır.» Heva ve heveslerine uyarak
hükmedenler ve Allah yolundan ayrılanlar, hak ve adaleti gözetmeyenler hesap
gününü unuttukları için kıyamet günü elim bir azaba uğrayacaklardır.
Hükmedenler daima hakkı, adaleti gözetip heva ve heveslerinden uzak olarak
hükmetmeleri gerekir. Buna riayet etmeyenler hesap gününü unuttukları için elim
bir azaba uğrayacaklardır.
Allahü
Tealâ âyet-i celtlesinde şöyle buyuruyor:
«O
göğü, o yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz boşuna yaratmadık. Bu, o
küfredenlerin zannıdır. Bu yüzden küfredenlere ateşten bîr helak vardır.»
Ey
insanlar, Allahü Teâlâ gökleri, yeri ve bu ikisinin arasmda-kileri boş yere
yaratmamış, düşünebilenler için bunların yaratılışının birçok hikmetleri
vardır. Kâfirler bu âlemin boşa yaratıldığını idd:a ederek, öldükten sonra
tekrar dirilmeyi ve âhirette hesaba çekilmeyi inkâr etmişlerdir. Bu, onların
bâtıl zannıdır. Bu bakımdan onlara ateşten bir helak vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Yoksa
biz iman edip de güzel amel ve hareket edenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar
gibi mi tutacağız? Yahut Allah'tan korkanları doğru yoldan sapanlar gibi mi
sayacağız?»
Bu
âyet-i celilenm nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler iman edenlerle alay
ederek «bu fakirler, müflisler ve köleler mi iman ettikleri için âhirette
izzet, ikram görüp mükâfata nail olacaklar? Şayet âhiret varsa, orda izzet,
ikram ve şerefe lâyık olacak ancak bizim gibi varlıklı, zengin ve şerefli
insanlar olur. Öyle fakirler, yok-
268 Sâd
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 29-30)
sullar
ve Köleler nasıl olur da bizim olduğumuz yerde izzet, ikram görürler?»
demişlerdir. Halbuki Allah katındaki izzst, ikram iman edenlere mahsustur. îman
olmayınca dünya servetinin âhirette hiçbir faydası yoktur. Ancak sahibinin
azabını artırır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; 'Yoksa biz iman edip de
güzel amel ve hareket edenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız?
Yahut Allah'tan korkanları, doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?» Âyet-i
celîleden de anlaşılacağı gibi, Allah katındaki mükâfat ancak iman
edenlerindir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ey Muhammed, sana indirdiğimiz bu kitap mübarektir,
âyetlerini düşünenler, aklı olanlar da ibret ve öğüt alsınlar.»
Allah
tarafından. Cebrail vasıtasıyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirilen Kur'an-ı
Kerîm, ilâhî kitapların sonuncusu olup mübarektir ve bereketi çoktur. Okuyanlar
için her harfine karşılık on sevap yazılır. Ayetlerini ve içindekilerin!
düşünebilen gerçek akıl sahipleri için hikmetler ve öğütler vardır. Kim
Kur'an'ı okur da, âyetlerini düşünüp ibret almaz, günahlarından tevbe etmez,
ibadetini artırmaz ve içindekilerle amel etmezse o ahmaktır, câhildir. İsterse
bütün ilimleri öğrenmiş olsun, öörendiği ilimler onu Kur'an'ın âyetlerini
düşünmeye ve içindekilerle amel etmeye sevk etmiyorsa işte o cahildir,
Zamanımızdaki âlimlerin birçoğu böyledir. Onları dünya malı, makam hırsı, şan
şöhret aldatmış, Kur'an'ın âyetlerini düşünmekten ve içindekilerle amel
etmekten alıkoymuştur. İşte bunlar cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz Davud'a Süleyman'ı
verdik. O ne güzel bir kuldu. Doğrusu o daima Allah'a yönelirdi.»
Allahü
Teâlâ, Dâvud (a.s.l'a, Süleyman (a.s.)'ı vermiştir, O da babası gibi hem
Peygamber, hem de hükümdardır. O ne güzel bîr kuldur. Çünkü o daima Allah'a
yönelir, boş vakitlerini hep ibadetle geçirirdi. İbadetten asla gafil olmazdı.
Bu
âyetin ışığı altında îbn Abbas
{r.a.> şöyle demiştir: Çocukla-
(Cûz:
23. Ayet: 31-33} Sad Sûresi 269
nmız,
bize Allah'ın ikramıdır. Bu ikramın şükrünü ancak, onlara dinini öğretir, güzel
ahlâk sahibi yapar, Allah'a sadık kullar olarak yetiştir irsek. işte o zaman
ödemiş oluruz. Aksi takdirde o nimetin şükrünü ödeyemeyiz. Yüce Halik,
Süleyman'ı edebinden dolayı medh ü sena etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ona
bir akşam üstü çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu.»
Süleyman
(a.s.) hükümdarlığı zamanında kâfirlerle yapmış olduğu savaşların birinde büyük
ganimet elde eder. Bu ganimetler arasında bir tane süslü, cins koşu Arap atı da
vardır. Ordunun komutam tarafından bu atlar b:r ikindi vakti Süleyman (a.s.)'a
takdim edilir. O, bunlarla meşgul olurken ikindi vakti geçer, buna çok
müteessir olur ve şöyle der:
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
•Gerçek
ben mat sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için düştüm, demişti. Nihayet (bu
atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi.»
Süleyman
Ca.s.) "a bu atlar ikindi vakti getirilir. O, bunlara karşı bir sevgi
besler ve şöyle der: «Gerçek ben mal sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için
düştüm- demişti. Nihayet bu atlar perdenin arkasına gizlenmişlerdi. O atlar
koşup gözden kaybolunca, adamlarına şöyle demişti:
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor;
«Onları
bana döndürün, dedi. Hemen ayaklarını, boyunlarını okşamaya, taramaya başladı.»
Atlar
gözden kaybolunca, Süleyman (a.s.) adamlarına «yeter artık, onları bana geri
getirin.» demişti. Adamları da atları alıp Süleyman Ca.s.)'a getirirler. O,
bunların ayaklarını, boyunlarını okşamaya ve taramaya başlar. Bazı tefsircilere
göre, bunların dokuz yüzünü keser ve Allah yolunda tasaddıak eder. O zaman at
etini ye-
270 Sâd Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 34-35)
mek
mubahtı. Bunların yüzünden ikindi namazını geçirdiği için bunu yapar. Ancak bu
görüşe pek itibar edilmemiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«And
olsun, biz, Süleyman'ı imtihan da ettik: Tahtının üstüne bir ceset
bırakıverdik. Sonra o, yine- eski haline döndü.»
Burada
Ebû Hüreyre (r.aJ 'nin Peygamberimiz Cs.a.v.) 'den rivayet ettiği bir hadîsi
zikrederek âyetin izahına geçelim: *Hz. Süleyman dedi ki: «Bu gece yetmiş
karımı dolaşacağım. Her biri, Allah yolunda cihad edecek bir asker (erkek
çocuk) doğuracaktır. (Bunu söylerken) Süleyman (a.s.) inş&allah demedi.
Zevcelerine uğradı, ama hiçbiri hamile kalmadı. Ancak bir tanesi hamile kalır
ve eks:k bir çocuk doğurur. Nefsim yed-i kudretinde bulunan Yüce
Allah'a yemin ederim ki, Hz. Süleyman inşaallah derniş olsaydı, hepsi de Hak
yolda savaşan mücahidleri doğururdu.»
Buradaki
ayetlerin işaret ettiği fitneden maksat, bu hâdise olabilir. Cesedden maksat da
Süleyman (a.s.)'m sakat doğan çocuğunun cesedi olabilir. Fakat bu bir
ihtimaldir. İkinci görüş de şudur: Süleyman (a.s.)'in imtihanı şiddetli bir
hastalığa yakalanmasıdır. -Kürsüsüno bir cesed bırakıverdik» denmesinden
maksat, hastalıktan mütevellit adetâ onun cinsiz bir hale gelmiş olmasıdır.
Araplar zayıf İnsanlara -st tahtası üzerine konmuş et parçası, ruhsuz, cansız-
derlerdi. «Sunime enâb»dan murad ise, onun eski haline döndürüldüğünün beyanıdır.
Süleyman (a.s.) bu şiddetli hastalığı çektikten sonra yine eski haline dönmüş,
Rabbine dua ve niyaz ederek şöyle demiştir:
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Süleymant
'Rabbim, beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık
ver. Sen şüphesiz, daima bağışta bulunan Vehhabsın' dedi.»
Süleyman
(a.s.), Rabbine duâ ve niyazda bulunarak şöyle demiştir: «Rabbim, beni bağışla,
kusurlarımı afvet. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık
ver. Sen şüphesiz, daima bağışta bulunan Vehhabsın.* Süleyman (a.s.) bunu
Peygamberliği-
(Cüz:
23. Âyet: 36-39) Sâd Sûresi 271
ne
ve mucizelerine bir delil olması için istemiştir. «Bana, benden sonra kimsenin
ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver.» derken, böyle bir hükümdarlık ve saltanatın
başkasına da verilmesini kıskanmamış, ancak böyle bir mes'uliyetin altından
kalkamayarak Allah'a asi olurlar korkusu ile «benden sonra kimsenin
ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver» demiştir. Allah'ın seçkin kulları hiçbir
zaman başkalarına verilen saltanata ve hükümdarlığa karşı asla kıskançlık
duymazlar. Nefisleri için de bir şey istemezler, her şeyi ümmetleri için- arzu
ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«36 - 37 - 38 — Bunun üzerine biz de,
istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan
şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun emri altına verdik.»
Allahü
Teâlâ, Süleyman (a.s.)'m duasını kabul edip emrettiği zaman istediği yere
kolayca giden rüzgârı, binalar kuran ve dsnizin derinliklerine dalan, oradaki
incileri çıkarıp getiren dalgıçları ki, bunlar şeytanlardır ve demir halkalarla
bağlı diğerlerini onun emri altına vermiştir. Süleyman (a.sJ rüzgâra emrettiği
zaman, tahtıyla beraber bir anda bir aylık yere ve istediği istikamete götürür.
Şeytanlara emrettiği zaman istediği binayı yaptırtır ve den:zden incileri
çıkarttırıp getirtir. Bütün bunlar Süleyman (a.sJ 'a mahsustur, ondan başka
hiçbir Peygambere verilmemiştir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun
üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve
dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun emri altına
verdik.» işte Allah dilediği
kulunu böyle mükafatlandırır. Allah'a tevekkül edip O'ndan isteyenleri asla mahrum
bırakmaz, istediklerini verir. Mü'minler bundan ibret alarak, Allah'a tevekkül
ederek yalnız O'ndan istemelidirler. Başkasına asla boyun eğmemelidirler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle bayan ediyor:
«İşte bizim bağışımız budur. İster ver, ister verme
tut, hesapsızdır, dedik.»
272 SSd Süreri (Cüz: 23, Ayet; 40-42)
Allahü
Teâlâ, Süleyman (a.s.)'a sayısız nimetler verip şöyle buyurmuştur: «işte bizim
bağışımız budur. İster dilediğine ver, ister verme, tut, hesapsızdır.» Hâlik-ı
Mutlak, bunların tasarrufunu tamamen Süleyman Ca.s.) 'a bırakmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onun hakkında şöyle buyuruyor:
«Doğrusu
onun katımızda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbali vardır.»
Süleyman
(a.s.)*ın Allah katında yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. Onun
dönüp gideceği yer, Allah katında ne güzel bir yerdir. Mü'min, bundan ibret
alarak, Allah katındaki yerini güzel-leştirmeli, hiçbir zaman dünya malına
aldanmamalı, Hz. Süleyman gibi, o malı Allah'ın rızasını kazanmak için
harcamalidır. Dünyanın kimseye bakî kalmadığını da bilmelidir. Hz. Süleyman'a
bakî kalmayan dünya, elbette kimseye bakî kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Muhammed, kulumuz Eyyûb'u da an, Rabbine: 'Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve ış&b
verdi* diye seslenmişti.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, kulumuz Eyyûb'u da
hatırla. Rabbine: 'Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi' diye
seslenmişti. Mekke müşriklerinin sana yaptıklarına sabret, darılma.» Eyyûb
(a.s.) edebinden dolayı hastalığı ve çektiği ızdırabı şeytana nisbet etmiş,
Allahü Teâlâ'ya etmemiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ayağını
yere vur. İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su, dedik.»
Eyyüb
ta.s.), öyle bir illete yakalanmıştı ki, bütün vücudu hastalıktan erimiş,
kurtlanmış, çürümüştü. O, bu durumda dahi Rab-bini zikrederek dua ve niyazda
bulunuyordu. Yedi yıl bu hastalığı çekmişti, malı mülkü elinden gitmiş, çoluk
çocuğu dağılmıştı. O, bunların hiçbirinden Rabbine şikâyetçi olmuyor, durmadan
zkir ve
(Cûz:
23. Âyet: 43-44} SAd Sûresi 273
niyazda
bulunuyordu. Yüce Halik, onun niyazını kabul ederek şöyle buyurnvuşıu: -Ayağını
yere vur. îşte yıkanacak ve içecek soğuk bir *su.» Bu su onun derdine deva idi.
Eyyûb (a.s.) ilâhî emri aldıktan sonra ayağını yere vurur, oradan bir su çıkar,
onunla vücudunu yıkar şifa bulur. Tekrar Cebrail'in delaletiyle ayağını yere
vurur, oradan da buz gibi soğuk bir su çıkar, onu da içer ve bütün
hastalıklardan şifa bulur. Böylece yedi yıllık hastalıktan kurtulur, sıhhatine
kavuşur. Hâlik-ı Mutlak, ona aile efradını ve fazlasıyla beraber mülkünü iade
eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Ona
hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir rahmet ve temiz akıl
sahipleri için de bir ibret olmak üzere, bağışladık.»
Eyyûb
(a.s.) hastalanıp çoluk çocuğunun dağılması, malının mülkünün elinden
gitmesiyle büyük bir imtihan geçirmiştir. Bu hastalığında sağlam olarak sadece
bir dili kalmıştı. Buna rağmen haline hamd edip Rabbini zikrederek duâ ve
niyazda bulunmuş, hiçbir zaman halinden, şikâyetçi olmamıştır. Hâlik-ı
Zülcelâl, onu haline razı olmasından ve sabrından dolayı sıhhatine kavuşturmuş,
aile efradını, malını mülkünü, eskisinin bir misli daha fazla olarak vermiştir.
O, bunu şöyle beyan ediyor: «Öna hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini,
bizden b'r rahmet ve temiz akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere,
bağışladık.» îşte Allahü Teâlâ sabreden kullarını böyle mükâfatlandırıyor,
Temiz akıl sahipleri için bunda ibretler vardır. Yedi yıl hastalık çekip
vücudunun her tarafını kurtlar yiyen ve yalnız dili sağlam kalan Eyyûb (a.s.)
bu haline hamd eder ve bir an Allah'ı zikirden geri durmaz. Onun bu hali bizler
için en büyük bir ibret levhasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Eline
bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazhk etme, dedik. Doğrusu biz onu
sabırlı bulduk. O ne iyi kuldu. Daima Allah'a dönendi.»
C.
: V — P. : 18
274 Sâd Sûresi
(Cüz; 23, Ayet; 45-48)
Eyyûb
(a.s.)'un aşın rahatsızlığı devam ederken bir gün hanımı bir yere gitmiş, orada
fazlaca kalmış. Fakat Eyyûb (a.s.) ihtiyacından dolayı onun bir an evvel
gelmesini istemiş, hanımının gelmesi gecikince, canı sıkılmış, ona yüz sopa
vuracağına dair yemin etmiş. Sıhhatine kavuştuktan sonra, bu yeminini yerine
gstirmek için Rabbine niyaz eder. Allahü Teâlâ, onun dua ve niyazını kabul edip
şöyle buyurur: «Eline bir demet sap al da onunla vur.» Bunun üzerine Eyyûb
ta.s.) eline yüz tane kuru ot sapı alır onları bir demet yapar, hanımına bir
defa vufur. Böylece yemini yerine gelmiş olur. Eyyûb (a.s.) ne iyi bir kuldu.
O, her halinde Rabbins hamd ve zikretmekle, Allah'ın medhine ve nimetlerine
mazhar olmuştur. Mü'-minler de bundan ibret alıp her hallerine hamd edip,
Allah'ı zikretmelidirler, tşte o zaman Eyyûb (a.s.) gibi, hem medhe, hem de
nimete lâyık olurlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Muhammed, güçlü ve basiretti olan kullarımız İbrahim, İs-hak ve Yakub'u da an.-
Hâlilt-ı
Zülcelâl. sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: -Ey Muhammed, güçlü ve
basiretli olan kullarımız İbrahim'i, îshak'ı ve Yakub'u da hatırla.» Bunlar
ibadette kuvvetli, dinde de basiret sahibidirler. Her an Rablernıe ibadette
bulunup şükretmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz,
onları âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.. «Doğrusu onlar
katımızda seçkin, iyi kimselerdendirler.*
Allahü
Teâlâ, onları âhiret yurdunu düşünen, ihlâslı, yalnız Allah'ın rızasını
kazanmak için çalışan kimseler kılmıştır. Onlar Allah katında seçkin, iyi
kimselerdir. İbadetlerinde ihlâslı, amellerinde samimi ve Allah katında da
seçkin insanlardır.
Allahü
Tealâ âyeto celîlesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
23. Ayet: 49-51) Sâd Sûresi 275
-Ey
Muhammed, ismail'i, Elyesa'i, Zülkifli de an. Hepsi iyilerdendir.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: -Ey Muhammed. İsmail'i,
Elyesa'i, Zûlkifl'i de an. Hepsi iyilerdendir.» İsmail (a.s.) vaadinde sadıktı.
Elyesa, Uyas (a.s.)'ın halifesiydi. Zülkifl yüz Peygambere bakmayı üstlenmişti.
Bunların hepsi iyilerdendir. Allah yolunda çok cefalar çekip sabretmişler ve
görevlerini yerine getirmek için son gayretleriyle çalışmışlardır. Hâlik-ı
Zülcelâl de onlara lâyık oldukları mükâfatı vermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
.«İşte
bu onlan anıştır. Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek
vardır.»
Bu
sûre-i celîlede adları geçen peygamberleri zikretmek suretiyle kıssalarım
nakletmek onları bir anıştır ve Allahü Teâlâ'nın azametini beyandır. Basiret
sahipleri bundan ibret alıp takva azığını hazırlamak için müttekîl^r arasına
girmelidirler. Mü'min her haline hamd edip Allah'ın nimetlerine şükrederek
ibadetten ve zikirden asla gafil olmamalıdır.
Allahü
Teâlâ müttekî kullan için şöyle buyuruyor:
•Kapıları
onlara açılmış Adn cennetleri vardır.»
Allah'ın
mütteki kulları için kapıları açılmış Adn cennetleri vardır. Onlar istedikleri
kapıdan oraya girerler ve kendilerine çeşit çeşit nimetler ikram edilir. Orada
istedikleri önlerine gelir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«İçlerinde
yaslanıp kurulacaklardır onlar. Orada birçok yemişler, içecekler İsteyecekler.»
Allah'ın
müttekî kulları cennette tahtlar üzerine oturup yaslanacaklar, orada çeşit
çeşit meyvelerden yiyecekler ve cennet sara-
276 Sâd Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 62-58)
bmdan
içeceklerdir. Her istedikleri Önlerine gelecektir. Onlara Huri kızları hizmet
edecektir. İşte ünan edip sâlih amel işleyenler böyle mükâf atlandırılacaklar.
Allahü
Teâla âyet-i oeUlesinde şöyle buyuruyor:
•Yanlarında,
gözlerini eslerine dikmiş yaşıt güzeller vardır.»
Yüce
Halik, mükâfat olarak cennette kullarına zevceler verir. Onlar aynı yaşta olup
gözlerini sadece eşlerine çevirmişlerdir. Onlar güzeldir, dilberdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«İşte
hesap günü İçin size vaadolunagelen şeyler bunlardır.» ■Doğrusu,
verdiğimiz, bu nzıklar tükenecek değildir.»
Allahü
Teâlâ'nın kıyamet günü mü'min kullarına vaadettiği nimetler işte bunlardır.
Onlara verilen bu nimetler asla tükenecek, bitecek değildir. Orada ebedi olarak
kalacaklar ve istedikleri de önlerine gelecektir. Bu, onların iman ve
amellerinin karşılığıdır. îman edenler mükafatını, iman etmeyenler de cezasını
görecektir.
Allahü
Tealâ âyet-i cflfleshıde şöyle buyuruyor:
«Bu
böyle, ama azgınlara kötü bir gelecek vardır.» «Cehennem, onlar buraya
girecekler. Ne kötü bir konaktır.»
Kâfirler,
cehenneme gireceklerdir. Orası ne kötü bir yerdir. Bu. onların inkâr ve
küfürlerinin cezasıdır. îman etmeyenler için çok kötü bir gelecek vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor;
•İşte
bu kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar.» «Bunlara benzer daha başkaları
da vardır.»
Cehennem
ehli oraya girdikleri zaman içecekleri çok kaynar su-
(Cûi: 23. Âyet: 59-61) Sâd Sûresi 277
dur.
Onu içtikleri vakit derilerini yüzer, içlerini yakar kavurur. Diğer içecekleri
de irindir. Artık onlar onu tadacaklardır. Bunlara benzer daha başka
yiyecekleri ve içecekleri de vardır. Cehennem ehlinin yiyeceğinin birisi de
zakkumdur.
Allahü
Teâlâ ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İnkarcıların
ileri gelenlerine! 'İşte bu topluluk sizinle beraber gerçeğe karşı göğüs
gerenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesinler. Be-hem anal ateşe gireceklerdir'
denir.»
Kıyamet
günü kâfirler hesaba çekildikten sonra cehenneme sevk edilecekler ve onların
ileri gelenlerine, cehennem bekçileri tarafından «işte bu topluluk sizinle
beraber hakkı inkar edip küfredenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesinler. Siz de,
onlar da mutlaka cehenneme gireceksiniz» denir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Toplulukta
bulunanlar ise: 'Hayır, siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz, ne
kötü bir duraktır' derler.»
Kıyamet
günü hesaba çekildütten sonra cehenneme sevk edilenler reislerine «hayır, asü
siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz. Biz sizin yüzünüzden
buraya giriyoruz. Burası ne kötü bîr duraktır. Şayet size tâbi olmasaydık,
şimdi bu azaba düşmezdik. Bizi kandırıp imandan alıkoydunuz» diyeceklerdir.
İşte kıyamet günü cehenneme sevk edilenler reislerine, önderlerine, kendilerini
Allah yolundan saptıranlara böyle feryat edeceklerdir. Fakat o zamanki feryat
asla fayda vermeyecektir. Onlar cehennem azabını gördükleri vakit şöyle
diyeceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Rabbimiz,
bizi buraya kim sürdüyse ateşte onun azabını kat kat artır, derler.»
Kıyamet
günü cehenneme sevk edilenler, uğrayacakları azabı gördükleri vakit şöyle
diyeceklerdir: «Rabbimiz, bizi buraya kim kan-
278 Sâd
Sûresi (Cüz; 28, Âyet; 62-64)
dınp
sürdüyse ateşte onların azabını kat kat artır. Çünkü onlar bizi dünyada
kandırıp imandan alıkoydular, sana isyan ettirdiler. Biz onların yüzünden bu
azaba uğradık. Eğer onlar olmasaydı, biz de iman edip şimdi cennet nimetlerine
kavuşacaktık.» işte cehennemliklerin feryadı böyledir. Aklı olanlar bundan
ibret alıp Allah'a döner ve iman-ı kâmil sahibi olmaya çalışırlar. Böyle
olmayanlar kıyamet günü aynı akıbete uğrayacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde, şöyle buyuruyor:
«Şöyle derleri Kendilerini dünyada iken kötü
saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz?»
Kıyamet
günü kâfirler, dünyada müslüman oldukları için alay ettikleri insanları
yanlarında göremeyince şöyle derler: «Kendilerini dünyada iken kötü sayıp alay
ettiğimiz kimseleri şimdi burada niçin göremiyoruz? Halbuki biz onları dünyada
hakir görüyorduk.» Onların hakir gördükleri insanlar Allah'a iman ettikleri
için cehennem azabından kurtulup mü'minlere vaadedilen cennet nimetlerine nail
olmuşlardır. Bundan dolayı kıyamet günü iman edenlerle, etmeyenler elbette bir
arada bulunmayacaklardır. îman edenler mükâfatını görmek için cennete,
etmeyenler de cezalarını çekmek üzere cehenneme sevk edileceklerdir.
t
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz onları alaya alırdık, yoksa şimdi gözlere
görünmezler mi?»
Kâfirler,
dünyada alay ettikleri fakir müslümanlar için kıyamet günü şöyle diyeceklerdir:
«Biz onları alaya ahp gülerdik. Şimdi onları göremiyoruz. Yoksa gözlere
görünmezler mi?» Halbuki kıyamet günü iman edenlerle, iman etmeyenler
birbirlerinden ayrılacaklar, iman edenler mükâfatlarını görmek üzere cennete,
etmeyenler de cezalarını çekmek için cehenneme gireceklerdir. O gün herkese
amelinin karşılığı verilecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
(Cûi:
23. Âyet: 66-68) Sâd Sûresi 279
«İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması kat*î
bir gerçektir.»
Kıyamet
günü cehennem ehil birbiriyle tartışacaklar ve birbirlerini suçlayacaklardır. O
gün hiç kimse suçu kabullenmeyecektir. Reislerinin yakasına sarılıp «bizi bu
azaba götüren sizsiniz- diyecekler OülT . Olînar tıa "ktü
■s\h}vkîîiwj?1^^iö^ ■^ss^'j'et'^Ji- •spJ'î^a.
dİîjsLCfiM&r-.. «.&VE.
niçin
Allah'ın peygamberlerini dinlemediniz de, bizi dinlediniz? Biz, s'zi zorla mı
imandan çevirdik?» Böylece aralarında tartışma devam edecektir.
Ailahü
Teâlâ âyet-i celilesinds ştfyle buyuruyor:
«Ey Muhammed, de ki: Ben sadece bir Peygamberim.
Kahhar olan tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.»
Bütün
Peygamberler, Ailahü Teâlâ'nın emir ve yasaklarım insanlara tebliğ için
gönderilmiş, iman edenleri cennet nimetleriyle müjdelemiş, etmeyenleri de
cehennem azabı ile korkutmuştur. Ey insanlar, kahhar olan Allah'tan başka,
hiçbir ilâh yoktur. Her şeyi yoktan var eden O'dur. Dilediği zaman bütün
mevcudatı kahhar sıfatı ile bir anda yok eder. Buna kimse mani olamaz. O, bunu
şöyle beyan ediyor:' «Ey Muhammed, de ki: Ben sadece bir Peygamberim. Kahhar
olan tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.»
Ailahü
Teâlâ âyet-i celilerinde şöyle buyuruyor:
«Göklerin, yerin ve bu ikisi arasmdakilerin Rabbt, O
mutlak galip, O çok yarlıgayıcı Allah'tır.»
Ey
insanlar, göklerin, yerin ve bu ikisi arasmdakilerin Rabbi, O mutlak galip, O
çok bağışlayıcı Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyi var eden,
besleyen, nzıkîandıran, koruyan, muhafaza eden, tedbir eden, dirilten, öldüren
O'dur. Her şey Onun iradesiyle olur.
Ailahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«67-78 — De ki: Bu Kur'an en büyük ve mühim bir
haberdir. Ama giz ondan yüz çeviriyorsunuz.»
Ey
insanlar, bu Kur'an en büyük ve mühim bir haberdir. Allah
280 Sâd Sûrem (Cüz; 23, Âyet; 6&-70)
kelâmıdır.
O'nun azameti mahlükat üzerine nasılsa, Kur'ân-ı Ke-rim'in azameti de
insanların kelâmı üzerine öyledir. Fakat kâfirler bundan yüz çevirmişlerdir.
Halbuki Kur'ân-ı Kerîm'de geçen kıssalar ve geleceğe dair beyanlar, onun Allah
kelâmı olduğunun açık delilidir. Böyle bir kitabın ümml bir insan tarafından
insanlara tebliğ edilmesi de, o zatın peygamber olduğunun en büyük delilidir.
Bunu kim inkâr edebilir? Kur'ân-ı Azimüşşân'm gönderildiği günden zamanımıza
kadar hiç kimse bunun bir ayetinin veya bir sûresinin benzerini getirememiş,
kıyamete kadar da getiremeyecektir. Şayet Kur'-an insan sözü olsaydı, elbette
bir benzerini veya daha üstününü getiren olurdu. Bugüne kadar bir benzerini
getiremeyişleri Kur'ân-ı Ke-rîm'in Allah kelâmı olduğunun delili değil de
nedir?
Allahü
Tealâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Yüce aleme, onlar aralarında münazara ve münakaşa
ederlerken, benim hiçbir bilgim yoktu.*
Allahü
Teâlâ, meleklere «ben yeryüzünde halifem olan insan yaratacağım- dediği zaman,
melekler şöyle demişlerdi: «Biz, seni noksan sıfatlardan tenzih edip hamd
ederken, yeryüzünde fesad çıkartacak, biribirinin kanını akıtacak insanlar mı
yaratacaksın?» Hâ-lik-ı Mutlak ile melekler arasında bu konuşma geçerken Hz.
Mu-hammed (s.a.v.) onların yatında değildi. Peygamber bunu ne görmüş ve ne de
duymuştu. Yüce Halik, bunu Peygamberine vahiy İİ3 bildirmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
•Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici
olduğum içindir ki, bana vahy olunuyor.»
Hz.
Peygamber ts.a.v.) gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğu için Allah
tarafından kendisine vahy olunmuştur. O, kendi hevasmdan hiçbir şey söylemez.
Ona uyanlar kurtulur, uymayanlar ise helak olur. Yüce Halik, bunu şöyle beyan-
ediyor: -Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğum içindir ki,
bana vahy olunuyor.»
(Cûz:
23. Âyet: 71-74) Sâd Süresi 281
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde göyle buyuruyor:
«Rabbim,
o münazara zamanında meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan
yaratacağım.»
Hâlik-i
Mutlak, meleklere «ben yeryüzünde bir insan yaratacağım» demişti. Onlar da
şöyle cevap vermişlerdi: «Biz, seni bütün noksan sıfatlardan tenzih edip hamd
ederken, yeryüzünde birbirinin kanını akıtacak, orada fesat çıkaracak insanlar
mı yaratacaksın?» Yüce Halik da onlara «sizin bilmediğiniz her şeyi ben
bilirim- demişti.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Artık
onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona
secdeye kapanın.»
Allahü
Teâlâ, Âdem (a.s.)'i balçıktan yaratıp insan suretine sokar ve içine de kendi
ruhundan üfürür. O zaman meleklere ona secde etmelerini emreder. Melekler de
derhal bu emir gereği Âdem (a.s.)'e secde ederler. Bu secde ibadet maksadıyle
yapılan secde değil, tehıyyat secdesidir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
-Artık onu tamamlayıp İçerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal
ona, secdeye kapanın.»
Allahü
Teâlâ âvet-i celîlesinde sövle buvuruvor:
«73
- 74 — İblisten başka bütün melekler toptan secde etmişlerdi. O, büyüklük
taslamış ve kâfirlerden olmuştu.»
Melekler
ilâhî emir gereği derhal Adem (a.sJ'e secde etmişler, fakat iblis büyüklük
taslayarak secde etmemiştir. Allah'ın emrins karşı gelmiştir. Bunun, için de
lanetlenerek cennetten kovulup kâfirlerden olmuştur. Halbuki o, Allah'ın emrine
karşı gelmeseydi, cennetteki makamından asla tard edilmeyecekti. Çünkü o
cennette meleklerin hocası İdi. isyanından dolayı o makamdan kovulup
lanetlenmiştir. Allah'ın emrine isyan edenler aynen bunun gibi cezasını
göreceklerdir.
282 Sâd Sûren (Cüz; 23, Ayet; 75-79}
Allahü
Teâlâ, âyet-i celilesinde bunu şöyle beyaa ediyor!
«Allah:
'Ey İblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?
Böbürlendin mi? Yoksa gururlandın mı?' dedi,»
Allahü
Teâlâ, Adem (a,s.)'e secde etmeyen İblise şöyle der; «Ey İblis, kudretimle
yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi? Yoksa
gururlandın mı? Benim emrime neden muhalefet ettin?» Bu hitap iblisi
azarlamadır. Bunun üzerine İblis şu cevabı verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«İblis;
'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi.»
Allahü
Teâlâ. İblise «neden Âdem'e secde etmedin» dediği zaman, iblis şöyle cevap
verir: «Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan. Benim
aslım aydınlıktır, onun aslı ise karanlık ve balçıktır. Ben asıl itibariyle
ondan daha üstünüm, daha faziletliyim. Neden böyle çirkin bir surete secde
edeyim.» Kibrinden dolayı Âdem (a.s.)'e secde (İtmekten imtina eden İblis?
lanetlenerek ilâhî rahmetten kovulmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«77
- 78 — Allah: 'Çık oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar
lanetim senin üzerinedir' buyurdu.»
îblis,
Allahü Teâlâ'nın emrine muhalefet edip «ben ondan daha hayırlıyım» deyince.
Yüce Halik: «'Çık oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim
senin üzerinedir* buyurmuştur.» Böylece İblis cennetten kovulmuş melek sureti
de değiştirilmiştir. O, büyük b:r saygısızlık örneği sergileyerek kıyamete
kadar Hâlik-ı Zül-celâl'den mühlet istemiştir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
(Cüz:
23. Âyet: 80-85) Sâd Sûresi 283
-Ey
Rabbim o halde tekrar diriltilecekler! güne kadar bana müh-, let ver, dedi.»
Şeytan
cennetten kovulduktan sonra Adem (a.s.)'in zürriyetinden intikam almak için
Rabbine şöyle der: «Ey Rabbim, o halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana
mühlet ver, beni öldürme.» Yüce Halik de dileğini kabul ederek ölene kadar ona
mühlet verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«80-81
— Allah: 'Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin' buyurdu.»
tblis,
cennetten kovulunca Allahü Teâlâ'dan kıyamete kadar mühlet istemiştir. Yüce
Halik da onun isteğini kabul edip şöyle buyurmuştur: «Haydi, sen bilinen güne
kadar mühlet verilenlerdensin.» Böylece şeytana kıyamet gününe kadar mühlet
verilmiştir. Şeytan bu müsaadeyi aldıktan sonra şöyle der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«82-83
— îblis: 'Senin mutlak kudretine and olsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş
kulların Jrir yana, hepsini muhakkak azdıracağım' dedi.»
tblis,
Allahü Teâlâ'dan kıyamete kadar mühlet aldıktan sonra şöyle der: «Rabbim, sen
beni Âdem'in yüzünden lanetleyip rahmetinden kovdun, mutlak kudretine and olsun
ki, ben de onun zürr'ys-tinin hepsini azdırıp saptıracağım ve sana
şükretmeyeceğim. Ancak ihlasa erdirdiğin kulların müstesna.» Şeytan bu şekilde
beyanda bulunduktan sonra, Yüce Halik and edip şöyle buyurmuştur:
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«84
- 85 — Allah: 'İşte bu doğrudur. Ben hakikati söylüyorum, and olsun sen ve sana
uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım' buyurdu.»
tblis,
«senin kullarını azdırıp saptırıp sana ibadet ettirmeyeceğim» deyince Yüce Allah
ona şu cevabı verir: «Ey mel'ûn, ben ha-
284
Sfld
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 86-88)
kikatı
söylüyorum ve sözüm haktır. And olsun, cehennemi sen ve sana uyanların hepsiyle
dolduracağım.» Mü'minin bundan ibret alıp şeytanın vesvesesine aklanmayarak,
Allah'ın emirlerine ittiba etmesi gerekir. Çünkü Allahü Teâlâ and ederek
şeytana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağını bildiriyor. Allah'ın vaadi
haktır, O'nun sözünde asla hilaf yoktur. Peygamberler ve evliyalar bile her
zaman onun vesvesesinden Allah'a sığınmışlardır. Ey mü'min, sefl nasıl olur da
onun vesvesesinden emin olursun? Sen de her zaman şeytanın vesvesesinden
Allah'a sığın ve kendini salihler zümresine katmaya çalış.
Allahü
Teâlâ âyet-ı celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ey
Muhammed, de kİi Buna karşılık sizden bir ücret İstemiyorum. Ve ben size
kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim.*
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, de ki: Buna karşılık
sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben size kendiliğimden bir şey teklif edenlerden
de değilim.- Yüce Halik, Peygamberleri ümmetlerine davetçi olarak göndermiştir.
Onlar bu daveti yaparken ümmetlerinden hiçbir ücret talep etmemişlerdir. Sadece
Allah'ın emrini onlara tebliğ edip imana davet etmişlerdir. Onların birçoğu bu
daveti kabul etmeyerek yine putlara tapmaya devam etmişlerdir. *
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bu
Kur'an, ancak dünyalar için bir öğüttür.» -Onun verdiği haberin doğruluğunu bir
zaman sonra öğreneceksiniz.»
Ey
insanlar, bu Kur'an, cinler ve insanlar İçin bir Öğüt, bir nasihattir.
Emirlerine uyanlar kurtulur, saadete kavuşur, uymayanlar da helak olur. Bu
Kur'an'ın hak olduğunda şüphe yoktur. Onun verdiği haberin doğruluğunu bir
zaman sonra Öğreneceksiniz. Aklı olanlar, öğütlerinden nasibini alır.