ZUMER SURESİ 2

Sureyi Takdim.. 2

İsmi 2

Kelimelerin İzahı 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Bir Uyarı 6

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 7

Kelimelerin İzahı 7

Âyetlerin Tefsiri 7

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 9

Kelimelerin İzahı 9

Âyetlerin Tefsiri 9

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 13

Kelimelerin İzahı 13

Âyetlerin Tefsiri 13

Edebî Sanatlar. 16

 


ZÜMER SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 75 âyettir.

 

Sureyi Takdim

 

Zümer Sûresi Mekke'de inmiştir. Bu sûre, geniş bir şekilde Allah'ın birliği inancından bahseder. O kadar ki, nerdeyse bu konu, sûrenin ana konu­su haline gelir. Çünkü bu inanç, imanın aslı, selim inancın esası ve her iyi amelin özüdür.

Sûre, Abdullah oğlu Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ebedî "büyük mucize­si" Kur'an'dan söz ederek başlar. Peygamber (s.a.v.)'e, dini sadece Allah'a tahsis etmesini ve Yüce Allah'a yaratılmışlara benzemekten uzak tut­masını emreder. Müşriklerin, putlara ibadet etme ve onları şefaatçiler edinme hususundaki şüphelerini anlatır ve buna kesin delille cevap verir.

Sonra bu sûre. Âlemlerin Rabbinin birliğine dâir hüccet ve delilleri anlatır. Bu deliller, Onun gökleri ve yeri benzersiz yaratmasında, gece ve gündüz olayında, güneş ve ayı yürütmesinde ve insanı, rahmin karanlıkla­rında merhale merhale yaratmasında mevcuttur. Bunların hepsi Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren parlak delillerdir.

Bu sûre, inanç konusunu açık ve seçik bir şekilde ele alır. Suçlu kâfirlerin âhirette ki, apaçık hüsran sahnesinin perdelerini açar. Şöyle ki, onlar çeşit çeşit azabı tadarlar. Üstlerinden ve altlarından onları ateşten gölgeler kaplar.

Bu mübarek sûre, bir tek ilâha ibâdet eden ile, işitmeyen ve cevap vermeyen birçok ilâha ibadet eden arasındaki büyük farkı açıklayacak bir misâl getirir. Bu, birbirleriyle hasım ortakların sahip olduğu bir köle ile tek bir efendinin sahip olduğu bir kölenin misâlidir. Sonra bu sûre müşriklerin, Allah'ın birliği inancını işittikleri zamanki ruh hallerini, kalplerinin da­raldığını, tâğûtların adlarının anıldığını duydukları zaman ise yüzlerinin güldüğünü anlatır.

Sonra yeni yeni âyetler gelir, kendilerine ansızın ölüm gelmeden önce ya da, farkına varmadıkları bir taraftan ansızın azap onlara gelmeden önce, kulları Rablerine dönmeye çağırır. Ölüm kendilerine geldiği zaman, tevbe ve pişmanlığın fayda vermediği bir vakitte tevbe ederler ve pişman olurlar.

Bu mübarek sûre, ölüm nefhasını sonra da öldükten sonra dirilme ve haşir nefhasını ve bunların ardından gelen âhiret korku ve şiddetlerini anlatarak sona erer. Büyük haşir gününü anlatır. O gün, takva sahibi iyi kim­seler bölük bölük cennete, suçlu ve kötüler de bölük bölük cehenneme sev-kedilirler. Peygamberler, sıddîklar, şehitler ve iyi kişilerin hazır bulunduğu o korkunç sahneyi anlatır. Bütün varlıklar, huşu ve teslimiyet içersinde Rablerûıe hamd ve sena ile yönelirler. [1]

 

İsmi

 

Yüce Allah bu sûrede, bahtiyar Cennet ehli zümresi ile bedbaht Ce­hennem ehli zümresini anlattığı için buna "Zümer" sûresi adı verilmiştir. Birincilere ta'zim ve ikram edilir, ikinciler hor ve hakir görülürler. [2]

 

Bismillâhirrahmânirrahînı.

1. Bu Kitab'ın indirilişi, aziz ve hikmet sahibi Al­lah katın d an dır.

2. Şüphesiz ki, kitabı sana hak olarak indirdik. O halde, sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et.

3. Dikkat et! Halis din, yalnız Allah'ındır. Onu bırakıp   kendilerine   bir   takım   dostlar   edinenler, "onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz"  derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.

4. Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir. O gücü her şeye yeten tek Allah'tır.

5. Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri bel­li bir süreye kadar akıp gider. Dikkat et, o azizdir ve çok bağışlayandır.

6. Allah sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meyda­na getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık  içinde  yaratılıştan  yaratılışa  geçirerek  ya­ratıyor.  İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

7. Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muh­taç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı  olmaz.  Eğer  şükrederseniz  sizden  bunu  kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Ni­hayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıkları­nızı O size haber verir. Çünkü O kalblerde olan şeyi hakkıyla bilendir.

8. İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yö­nelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir ni'met verince, önceden yalvarmış olduğu şeyi unutur. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: Küfrünle biraz eğlene dur, çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!

9. Yoksa (inkarcı), O geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden,  âhiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu an­cak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür,"

10. De ki: "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sab­redenlere, mükâfatlan hesapsız ödenecektir."

11. De ki: "Bana dini Allah'a hâlis kılarak O'na , kulluk etmem emrolundu.

12. Bana müslümanlarm ilki olmam emrolundu."

13. De ki: "Rabbime karşı gelirsem, doğrusu bü­yük günün azabından korkarım."

14. De ki: "Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah'a ibâdet ederim."

15. "Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın! De ki: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Dik­kat edin, işte, bu apaçık hüsrandır."

16. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, alt­larında da ateşten tabakalar var. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım, yalnızca benden kor­kun.

17. 18. Tâğût'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeli­ne uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın hidâyet edip, doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sa­hipleridir.

19. Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?

20. Fakat Rablerinden sakınanlara, üstüste yapıl­mış altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Al­lah'ın verdiği sözdür. Allah, verdiği sözden caymaz.

 

Kelimelerin İzahı

 

Zülfâ, yakın demektir. Cennet, takva sahih­lerine yaklaştırılmıştır"[3]  âyetinde bu mânâda kullanılmıştır.

Sarmak ve bükmek demektir. "Sarığı sardı" mâ­nasına denir.

Ona verdi ve onu sahip kıldı.

Kânit; itaat eden, boyun eğen, ibadet eden demektir.

Endâd, putlar demektir.

Zulel, nin çoğuludur. Zulle, insana gölge yapan tavan ve benzeri şey demektir.

Tâğût, kökündendir. Tuğyan ise, sınırı geçmek demektir. Tâğut'tan maksat, Allah'tan başka, kendisine ibadet edilen put, insan veya taştır.

Döndüler.

Guref, cennetteki yüksek mevkiler demektir, Yüce ma­kam ve mevkidir." İşte onlar sabretmelerine karşılık, cennetin en yüksek makamlarıyla mükafatlandırılacaklar'[4]  ayetinde de   bu mânâdadır. [5]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Bu Kur'an, Yüce Allah tarafından indi­rilmiştir. O, mağlup edilmeyen güçlü ve herşeyi hikmet, takdir ve tedbirle yapan Allah'tır. [6]

 

2. Ey Peygamber! Biz sana, içinde hiçbir şüphe olmayan, bâtıl veya boş şeyin karışmadığı doğruyu kapsayan o yüce Kur'an'ı indirdik. İbadetini bir olan Allah'a tahsis ederek O'na kulluk et. Amelinde ve niyetinde Rabbinden başkasını kastetme. [7]

 

3. Ey insanlar! Dikkat edin ve bilin ki, Yüce Allah kendi rızasına mahsus olandan başkasını kabul etmez. Çünkü, o ilâhlık sıfatlarında tektir. Sırlan ve gizli şeyleri bilendir. Hâlis, şirk veya riya kir­lerinden arınmış demektir. Allah'ı bırakıp putlara tapan o müşrikler şöyle derler: Bu ilâhlara ve put­lara, sadece bizi Allah'a yaklaştırmaları ve O'nun katında bize şefaatçi ol­maları  için  tapıyoruz. Sâvî şöyle der:  Müşriklere, "Sizi kim  yarattı? Gökleri ve yeri kim yarattı? Sizin ve önceki babalarınızın Rabbi kimdir?" denildiğinde onlar: "Allah'tır" derlerdi. Bunun üzerine onlara: "Öyleyse putlara tapmanızın mânâsı ne?" denilirdi. Onlar da:  "Bizi Allah'a yaklaştırsınlar ve Onun katında bize şefaatçi olsunlar diye tapıyoruz" derlerdi.[8] Allah, kıyamet gününde mahlûkât arasında, din işleri ile ihtilaf ettikleri konularda hükmünü verecek; mü'minleri cen­nete, kâfirleri cehenneme sokacaktır. Şüphesiz, Allah, Rabbine karşı yalancı olana, küfürde devam edene hak dini göster­mez, ona hidayet nasip etmez. Bu âyette, onların bu iddialarında yalancı olduklarına işaret vardır. [9]

 

4. Faraza Allah çocuk edinmek isteseydi, Mahlûkâtından, evlat edinme yoluyla dilediğini kendisine çocuk olarak seçerdi. Zira bilinen doğum yoluyla, Allah'ın çocuk edinmesi muhal­dir. Fakat O bunu dilemedi. Nitekim Yüce Allah, meâlen. "Halbuki çocuk edinmesi, Rahmanın şanına yakışmaz"[10] buyurmuştur. Âyetteki dan maksat, Allah'ın yoktan yarattığı ve meydana getirdiği mahrukatıdır. ya Yüce Allah, ortaktan ve çocuktan uzak ve mukaddestir. Çünkü tek ve bir olan ilâh O'dur. O, eş ve benzerden münezzehtir. Azamet ve celâli ile kullarına üstündür. İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah kendini çocuk edinmekten uzak tuttu. Sonra da kendisini "birlik" sıfatıyle niteledi. Çünkü birlik, çocuk edinmeye aykırıdır. Zira O'nun herhangi bir çocuğu ol­saydı, mutlaka kendi cinsinden olacaktı. Halbuki O, tek olduğu için cinsi yoktur. Ortakları olmadığını göstermek için de kendini kahhâr (üstün ve güçlü) sıfatıyle niteledi. Çünkü her şey O'nun kahrı altında ezilmiştir. Hal böyle iken O'nun nasıl ortağı olur?[11] Bundan sonra Yüce Allah kudretinin, birliğinin ve yüceliğinin delillerinim anlatmak üzere şöyle buyurdu: [12]

 

5. Allah, gökleri ve yeri apaçık hak ve parlak delillerle, en mükemmel şekilde ve en güzel sıfatlarla yarattı. Geceyi gündüzün üzerine, gündüzü de gecenin üzerine örüyor.  Sanki bunlar birbirlerini, elbisenin kişiyi örttüğü gibi örtüyor. Kurtubî şöyle der: Allah'ın(c.c), geceyi gündüze tekvîri, aydınlığı­nı giderinceye kadar, geceyi gündüz üzerine örtmesi demektir. Gündüzü de gecenin üzerine örter de, onun karanlığını giderir. Bu, Katâde'den nakledil­miştir. Yüce Allah'ın, "Geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örten"[13] mealindeki âyetinden maksat da budur.[14]  Ayı ve güneşi kulların menfaatlerine veren de O'dur. Bunların herbiri, Allah katında bilinen bir vakte kadar yürür. Sonra, kıyamet günü güneşin durulduğu ve yıldızların parçalanıp dağıldığı zaman yok olur. Dikkat edin, Yüce Allah'ın gücü tamdır. Hiçbir şey O'na galip gel­mez. Rahmeti, bağışlaması ve ihsanı boldur. Sâvî şöyle der: Kapsadığı şeye tam itina gösterildiğine delâlet etmesi için, cümlenin, başına, uyarı harfi olan getirildi. Sanki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Dikkat edin, ey kullarım! İşimde gâlib olan Benim Ben. Ben, bu yarattıklarımın günahlarını örtenim. Öyleyse, ibadetlerinizde samimi olun, herhangi bir kimseyi Bana ortak koşmayın.[15]

 

6. Ey insanlar! Allah sizi tek bir nefisten, yani Âdem'den yarattı. Bu, Allah'ın birliğini, güç, kuvvet, üstünlük ve bütün ilâhlık sıfatlarında tek olduğunu gösteren deliller cümlesindendir. Sonra üreme ve cinsin çoğalması için Adem'den de Havva'yı yarattı. Taberî şöyle der: Sizi bir tek nefisten, yani Adem'den yarattı, sonra, ondan eşini yani Havva'yı yarattı. Havva'yı, Adem'in kaburgalarının birin­den yarattı.[16]  Yenilen hayvanlardan sizin için se­kiz eş vücuda getirdi. Bunlar deve, sığır, koyun ve keçiden, her birinin erkeği ve dişisi olmak üzere sekiz eştir. Katâde şöyle der: Deveden iki, sığırdan iki, koyundan iki ve keçiden iki tane yarattı. Bunların herbiri diğerinin eşidir.[17]  Erkek dişinin, dişi de erkeğin eşi olduğu için, bunlara "eşler" mânâsına "ezvâc" denilmiştir. Tefsirciler şöyle der: Âyette geçen " indirdi" ifadesi, Allah'ın emrinin ve hükmünün inmesinden ibarettir, Annelerinizin karnında sizi merhale merhale yaratır. Zira insan Önce meni, sonra embriyon, sonra da et parçası olur. Bu gelişme yaratılışının tamamlanmasına kadar devam eder. Sonra ona ruh üfüriilür. Böylece başka bir varlık olur. Karın, rahim ve cenini örten torba olmak üzere üç karanlıkta yarattı.[18] İşte bu eşsiz yaratan ve şekil veren, Âlemlerin Rabbi Allah'tır. O, sizin ve önceki babalarınızın Rabbidir. Mülk O'nundur. Var etme, yok etme hususunda tam tasarruf O'na aittir, Allah'tan başka gerçek ma'bûd yokdur. Ondan başka sizin Rabbiniz de yoktur, O halde nasıl O'na ibadeti bırakıp da başkasına ibadete dönüyorsunuz? Yüce Allah'ı âyetlerini ve nimetlerini anlattıktan sonra, lütuf ve ihsanından dolayı onları inkârdan sakındırarak şöyle buyurdu: [19]

 

7. Ey insanlar! Allah'ın gücünün alâmetlerini ve nimetlerinin çeşitliliğini gördükten sonra inkâr ederseniz, bilin ki Al­lah'ın size, imanınıza, şükrünüze ve ibadetinize ihtiyacı yoktur, O, hiçbir beşerin kâfir olmasına razı olmaz. Râzî şöyle der: Yüce Allah, her ne kadar, kulların imanı kendisine fayda sağlamasa ve inkârları zarar vermese de, inkâra yine de razı olmaz. Yani her ne kadar bu inkâr O'nun dilemesi ve kazasıyla meydana gelse de bu inkârın sahibini övmez ve ona karşılık sevap vermez.[20]  Eğer Rabbinize şükrederseniz, bu şükrünüze razı olur. Bu da itaatınızdan faydalandığı için değil, si­zin menfaatiniz içindir. Ebussuûd şöyle der: Kullarının inkârına razı olma­ması onlara yarar sağlamak için ve zararlarını gidermek içindir. Bunu, inkârdan zarar gördüğü için değil, size acıdığı için yapar. Kulların şükrüne razı olması da, onların lehine ve menfaatlerinedir. Çünkü şükür onların, idünya ve âhiret mutluluğunu kazanmalarının sebebidir. Bunun içindir ki Yüce Allah farklı iki ifade kullanarak önce şöyle buyurdu: " Kullarının inkâr etmesine razı olmaz" Burada ise " Sizin Şükretmenize razı olur" buyurdu. Çünkü birinciden maksat, hükmü ge­nelleştirmek sonra da bu hükme illet olarak, onların kendisinin kulları olduğunu ifade etmektir.[21]  Hiçbir kimse, bir başkasının günahını yüklenmez. Aksine herkes, kendi günahından sorumlu tutulur. Sonra dönüşünüz sadece Rabbinize olacaktır. O sizi hesaba çekecek ve amellerinizin karşılığını verecektir. Kuşkusuz Allah sırlan ve kalplerde gizlenenleri bilir. Bu âyette hem tehdit, hem de itaat eden için bir müjde vardır. [22]

 

8. İnkarcı insana fakirlik, hastalık ve musibet gibi herhangi bir sıkıntı geldiğinde Bu sıkıntının giderilmesi husu­sunda Allah'a yönelip itaat ederek, yalvarıp yakarır. Sonra da Allah ona, kendisinden bir nimet verip sıkıntısını giderdiğinde Kaldırması için, Rabbine dua etmiş olduğu zamanı unutur ve  azgmlaşıp taşkınlık gösterir.  İnsanları Allah'ın di­binden ve O'na itaattan alıkoymak için ibadette Allah'a ortaklar koşar. Bu, tehdit ifade eden bir emirdir. Yani de ki: Kâfir olduğun halde bu geçici dünya hayatından az bir ömür ve kısa bir zaman zevk al, faydalan, Sonunda, varışın, içinde ebedî olarak kalmak üzere cehennem ateşine olacaktır. [23]

 

9. Bu ifadeden anlaşıldığı için cevabı söylenmeyen bir sorudur. Yani yoksa gece saatlerinde, namazda secde edip ayakta durarak Rabbine ibadet eden itaatkâr kimse, Allah'a şirk koşup onun ortaklan olduğunu kabul eden kimse gibi midir? Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, mü'minin, yukarda anlatılan kâfire benzemediğini açıkladı.[24] mü'min, âhiret azabından korkarak ve Rabbinin rah­meti olan cenneti umarak ibadet eder. İşte bu takva sahibi mü'min, o günahkâr kâfir ile bir olur mu? Allah katında bunlar eşit olmaz. Yüce Allah buna bir misal vermek üzere şöyle buyurdu: De ki: Âlim ile câhil bir olur mu? Bu ikisi nasıl eşit değilse, itaat edenle isyan eden de aynı şekilde eşit olmaz.[25]  Ancak akl-ı selim sahibi kimseler öğüt ve ibret alır. Fahreddin Râzî şöyle der: Bi­lin ki, bu âyet bir çok hayret verici sırrı göstermektedir. Yüce Allah âyetin başında ameli anlattı, sonunda da ilmi anlattı. Amele gelince o, ibadet, secde ve kıyamdır. İlim ise, Yüce Allah'ın, "bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" kelâmında anlatılmıştır. Bu gösteriyor ki, insanın olgunluğu sadece bu iki maksada bağlı kılınmıştır. Zira amel başlangıçtır. İlim ve bilgi ise sonuçtur. Âyette hazif vardır takdiri şöyledir: İtaat eden kimse başkası gibi olur mu? İfadeden anlaşıldığı için bu hazif güzel olmuştur. Çünkü Yüce Allah, bu âyetten önce kâfiri anlattı. Sonra da, bilen­lerle bilmeyenlerin bir olamayacağını misal verdi. Burada ilmin üstünlüğü­ne, önemli bir şekilde dikkat çekilmektedir.[26]

 

10. Ey Peygamber! Mü'min kullarıma söyk İman ile takvayı birleştirsinler. Takvadan maksat, Allah'ın haram kıldığ şeylerden uzaklaşmaktır. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Habeşistan'a hicre etmek istedikleri zaman Ca'fer b. Ebî Tâlib ve arkadaşları hakkında inmiş tir. Âyetten maksat, tedirginliklerini gidermek ve onları hicrete teşviktir.[27]  Takva, emirlere sarılmak, yasaklardan sakınmak demektir. Sanki kul bum yapmakla, kendisiyle ateş arasına bir koruyucu yerleştirmektedir.[28] Bu dünyada güzel amel işleyen kimseler için âhirette büyük bir mükâfat yani iyiler yurdu cennet vardır. Al lah'ın yurdu geniştir. Öyleyse küfür yurdundan iman yurduna göç edin. Al lah'ın emirlerini yerine getiremeyeceğiniz bir yurtta kalmayın Ancak, sabredenlere mükafatları hesapsız, sayısı ve ölçüsüz verilir. Evzâî şöyle der: Onların mükâfatlan ne tartılır, m ölçülür. Onlara bol bol verilir.[29]

 

11. Ey Peygamber! De ki: "Bana, sa­dece tek ve ortağı olmayan Allah'a ibadet etmem emredildi. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, bu emri sadece Peygamberine (s.a.v.) verdi ki, diğer kimselerin bunu yapmasının daha gerekli olduğuna dikkat çeksin. Yani bu, başkalarını bir nevi teşvik gibidir. [30]

 

12. Yine bana, bu ümmetin ilk müslümanı, ol­mam emredildi. Kurtubî şöyle der: Böyle de oldu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), babalarının dinine muhalefet edenlerin, putperestliği yıkıp putları kıranların kendini Allah'a teslim edip O'na iman ve ibadet edenlerin ilkidir.[31]

 

13. De ki: Allah'ın emrine isyan ettiğim takdirde, kıyamet gününde beni cehennem ateşiyle cezalandırma­sından korkarım. Sâvî şöyle der: Bundan maksat, başkalarının günah işle­mesine engel olmaktır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), tertemiz ve masum ol­masına rağmen, Allah'ın azabından korkunca,  başkasının korkması daha uygundur.  Bu,  peygamberlerin ve sâlihlerin âdetidir.  Zira onlar kendi taşıdıkları vasıfları başkalarına bildirirler ki, onlar da kendileri gibi olsunlar.[32]

 

14. Ey Peygamber! Onlara de ki: Ben, tek olan Allah'tan başkasına ibadet etmem. İtaat ve ibadetimi her türlü kirden arındırıp O'na tahsis ederim. Bu bir tekrar değildir. Çünkü birincisi, Hz. Peygamber (a.s.)'in Allah'a ibadet etmekle emrolunduğunu,  ikincisi ise, emrine isyan ettiği takdirde Allah'ın azabından korktuğunu, üçüncüsü de onun, sadece Allah'ın emrine sarıldığını bildirmektedir. Peygamber (s.a.v.) sanki şöyle der: Sadece Allah'a ibadet eder, O'ndan başka hiçbir kimseye ibadet etmem. [33]

 

15. Bu, tehdit ve korkutma ifâde eden bir emir kipidir. Yani, Allah'tan başka dilediğiniz putlara ibadet edin. İnkârınızın âkibetini göreceksiniz. Bu, Yüce Allah'ın "dilediğinizi yapın"[34] mealindeki âyetine benzer. ziyan, kendilerine ve aile fertlerine zarar verenlerin ziyanıdır. Zira onlar ebedî cehenneme gitmişlerdir. Kıyamet gününde onun alevli ateşine gire­ceklerdir. İşte bunlar, tam ziyanda onların ta kendileridir. İbn Abbas şöyle der: Her bir kişi için cennette bir ev, aile ve hizmetçiler vardır. Allah'a itaat ederse, bunlar ona verilir. Yok eğer cehennemliklerden olursa, bundan mahrum kılınır. İşte bu şahıs hem kendini, hem ailesini hem de evini zarara sokmuştur.[35]  Ey insanlar! Dikkat edin ve bilin ki, bu, apaçık bir hüsran olup bundan öte bir hüsran yoktur. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, hüsranı bir kaç şekilde vurgulayarak açıkladı: Birincisi, uyan edatı olan " ile; ikincisi, edatıyla işaret ederek; üçüncüsü, hasr edatı olan ile, dördüncüsü, takısı ile ma'rife yaparak; beşincisi, en basit bir şekilde düşünen kimseler için dahi "apaçık" bir hüsran olduğunu bildirerek vurguladı.[36] Yüce Allah onların dünyadaki ziyanlarını anlattıktar sonra, âhiretteki durumlarını ve âkibetlerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [37]

 

16. Cehennem ateşi onları üstlerin­den ve altlarından sarar ve her taraflarından kuşatır. Zulel, cehennemir ateş tabakalarıdır. Buna zulel (gölgeler) denilmesi, onlarla alay etmektir Çünkü ateş yakıcıdır, gölge ise sıcaktan korur. Yüct Allah, bu korkunç ve şiddetli azabı, kullarını korkutmak için anlatıyor ki haramlardan ve günahlardan sakınsınlar. Ey kullarım! Azabım dan korkun. Öfkemi gerektiren şeyleri yapmayın. Zemahşerî şöyle der: Bu Yüce Allah'ın, kullarına bir öğüdü ve etkili bir nasihatidir.[38] Ateşin halleri ni anlatmadaki hikmet, Rablerine itaat etmek suretiyle ateşten korunma lan için mü'minleri korkutmaktır. [39]

 

17. Yüce  Allah, putlara tapanları tehd ettikten sonra, şirk ve isyandan sakınan fazilet ve ihsan sahiplerine ola vaadini anlattı ki, vaad ve tehdit bir arada olsun da, teşvik ve sakındırın tam olarak hâsıl olsun. Yani, putlara tapmaya ve şeytana ibadet etmey sonverenler ve onlardan tamamen uzaklaşanlar var ya... Ebussuûd şoyl der: (çok merhametli), (çok büyük) gibi aşırılık ifade edip son derece taşkın demektir. Bundan maksat şeytandır. Aşırılık ifac etmesi için bu sıfatla nitelenmiştir.[40]  Ve Allah'a ibadete ve iti ate dönenler var ya! İşte onların, nâîm cennetlerinde büyük kî zançlar elde edeceklerine dair sevindirici müjde vardır. Takva s; hibi kullarımı müjdele. [41]

 

18. Onlar, sözü dinler ve o sözün güzel olanına uyarlar. İbn Abbas şöyle der: Bu öyle bir kimsedir ki, sözi güzelini de çirkinini de dinler. Güzel olanını konuşur. Çirkin olanındı sakınıp onu konuşmaz.[42]  Bu, mü'minlerin basiretlerinin keskinliği ve sözi en güzelini ayırt etmeleri sebebiyle, Yüce Allah'tan onlara bir övgüdür. O lar bir söz duyduklarında iyice incelerler ve onunla amel ederler. Sözün güzeli Allah'ın sözü, yolun en iyisi de Muhammed (a.s.)'in yoludur. Yüce Allah kullarını şereflendirmek ve onlara değer vermek için, "onları müjdele" şeklindeki zamir yerine " kullarımı müjdele" şeklinde za­hir ismi kendine izafe etti. Bu yüce vasıfları taşıyan o kimseler, Allah'ın, razı olduğu şeylere ulaştırdığı ve rızasını elde etmeyi nasip ettiği kimselerdir. İşte onlar, selim akıl ve doğru fıtrat sahibi kimselerdir. [43]

 

19. Yüce Allah tarafından kendisine bedbahtlık yazılan kimseyi sen hidayete erdirebilir misin? Elbette hayır. Bu cevap, daha sonra gelen cümleden anlaşıldığı için âyette söylenmemiştir. Ey Peygamber! Sen, sapıklık ve helak içinde olan kimseyi kurta­rabilir misin? Kurtubî der ki: Rasulullah (s.a.v) kavminin iman etmesini çok istiyordu. Halbuki, daha önce Allah tarafından, onların bedbaht olacak­larına dair hüküm verilmişti. İşte bu  âyet, onun hakkında indi. İbn Abbas da şöyle der: Yüce Allah burada, Ebu Leheb'i, oğlunu ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) aşiretinden iman etmeyenleri kastediyor. Söz uzadığı için, pekiştirme maksadıyla "sen mi?" sorusunu tekrarladı. Yani, kendisine azap hükmü gerçekleşmiş olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?[44]

 

20. Fakat dünyada Allah'tan korkan, O'nun dinine sarılıp itaat eden iyi mü'minler var ya, işte onlar için cennette, zebercet ve yakuttan yapılmış, üst üste yüksek köşkler ve yüce makamlar vardır.[45] O cennet köşklerinin ve ağaçları­nın altından cennet ırmakları yataksız akar. Allah on­lara bunu sağlam bir vaad ile söz vermiştir. Bunun bozulması mümkün değildir. Çünkü bu, aziz ve güçlü olan Allah'ın vaadidir. [46]

 

Bir Uyarı

 

Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah'ın, "sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar" mealindeki kelâmı şunu ifâde eder: Mü'minlerin, din hususunda iyiyi kötüden ayıracak şekilde meseleleri tenkit süzgecinden geçirmeleri ve güzel ile en güzeli ve üstün ile en üstünü birbirinden ayırt edecek nite­likte olmaları gerekir. Mezhepler ve onların, delili en sağlam, alâmeti en açık olanını seçmek de bu hükme girer. Mü'minlerin, mezhepleri konusun­da, "bağlanan ve dolayısıyle emre uyan deve gibi olma" ata sözünde soy-lendiği gibi olmamaları gerekir.[47]

 

21. Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü tür­lü renklerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.

22.  Allah kimin gönlünü İslama açmışsa, ve o, Rabbinden bir nur üzere bulunuyorsa, (Bu kimse, kalbi kör kimse gibi midir?) Allah'ı anma hususunda   Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.

23. Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve müker­rer gelen kitabı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu kitaptan derileri ürperir. Sonra hem derileri, hem de kalpleri, Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah'ın, dilediğini onun­la doğru yolu ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.

24. Zâlimlere "Kazandığınızın cezasını tadın" de­nilirken, kıyamet günü yüzünü o feci azaptan kim ko­ruyacak?

25. Onlardan evvelkiler de yalanladılar ve farkına varmadıkları yerden onlara azap çattı.

26. Bu suretle Allah, dünya hayâtında rezilliği tattırdı. Âhiret azabı daha büyüktür. Bunu bilselerdi!

27. Andolsun ki biz, bu Kur'ân'da insanlara her türlü misâli, belki öğüt alırlar diye verdik.

28. Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân indirdik ki böy­lece korunsunlar.

29. Allah, çekişip duran bir çok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir ada­mı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'-a mahsusdur. Fakat onların çoğu bilmezler.

30. Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecek­lerer.

31. Sonra şüphesiz siz de, kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda muhakeme olacaksınız.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde müşriklerin hallerini ye Allah'tan başkasına ibadetleri hususundaki sapıklıklarını anlattıktan sonra ardından burada birliğinin delillerini anlattı. Sonra da, indirilmiş semavî kitapların en üstünü olan Kur'an-ı Kerim'i anlattı. Müşriklerin, Kur'an'm fesahat ve mucizeliğini ikrar etmelerine rağmen, yine de yalanlayanlar onu yalan­lamıştı. Daha sonra Yüce Allah, müşrik ile Allah'ı birleyen için, son derece açık bir misal getirdi. [48]

 

Kelimelerin İzahı

 

Onu soktu.

Yenâbî', kelimesinin çoğuludur. Yenbû', yerden fışkıran su kaynağı demektir.

Kurur. Asmaî şöyle der: Yerin bitkisi kuruduğunda denir. Geniş zamanı gelir Cevheri de şöyle der: Bitki kuruduğunda denir. Mastarı dir.

Yeryüzünün bitkileri kuruduğu veya sarardığı zaman, o yere denir.[49]

Hutâm, çer-çöp, kırıntı demektir. Dal, kuruluktan dolayı ufal-dığmda kullanılan, sözünden alınmıştır. Açtı, genişletti.

Kâsiye, sert demektir.

Kalp sertleştiğinde fiilleri de bunun gibidir. İncelmeyen ve yumuşamayan sert kalbe, denir.

Mesânî, içinde hikmetler, öğütler ve misaller tekrarlanmış olan.

Korkudan titrer, ürperir.  : Hızy, zillet ve horluk demektir.

Müteşâkisûn, birbirleriyle ihtilâfa düşen ve çekişenler. Kötü huylu ve geçimsiz kimseye denir. [50]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

21. Ey akıl sahibi insan! Allah'ın, kudre-tiyle buluttan yağmur indirdiğini görmedin mi? Onu, ye­rin içindeki su yollarına ve kaynaklara yerleştirdi ve orada akıttı. Tefsirci-ler şöyle der: Bu gösteriyor ki, kaynakların suları yağmurdandır. Yer onu tu­tar, sonra da azar azar çıkarır. İbn Abbas şöyle der: Gökten inenlerin dışında yeryüzünde hiçbir su yoktur. Fakat, yer yüzündeki damarlar onu

 

26. Allah onlara dünyada zillet, horluk ve aşağılık tattırdı. Onlar için hazırlanmış olan âhiret azabı ise, dünya azabından çok daha büyüktür. Eğer bunu bilip anlas­alardı, yal anlamazlardı. [51]

 

27. Bu Kur'an'da biz insanlara ih­tiyaçları olan her faydalı misal ve açık-haberi mutlaka açıkladık. Umulur ki bu misal ve yasaklamalardan ibret ve öğüt alırlar. [52]

 

28. Halbuki o, kendisinde herhangi bir ihtilaf, çelişki ve zıtlık bulunmayan Arapça bir Kur'an'dır. Allah'tan korksunlar ve haramlardan uzak dursunlar diye onu indirdik.

Bundan sonra Yüce Allah, kendisine ortak koşan ile birleyen için bir misal getirdi. [53]

 

29. Ey insanlar! Allah size şu mi­sali getirdi. Bir köle düşünün. Onda kötü huylu birçok efendi ortaktır. Aralarında ihtilaf ve çeşikme vardır. Hepsi köleyi kendi ihtiyaçlarında kul­lanmak ister. Biri  ona bir emir verir, öbürü aksini söyler. Köle kimin dediğini yapacağını şaşırmış, hayrette kalmıştır. Hangisini razı edeceğini bilememektedir. Bu bölüm misalin devamıdır. Yine bir başka adam düşünün ki, ona ahlâkı güzel tek bir şahıs sahiptir. O, bir tek efendinin kölesidir. Ona samimiyetle hizmet eder ve işinde bütün gayre­tiyle çalışır. Efendisinden iyilikten başka birşey görmez.! Bu ikisi, gönül rahatlığı ve iyi durum bakımından eşit olur mu? İşte bunun gibi, Allah'ı birleyen mü'minle, çeşitli ilâhlara tapan müşrik de bir olmaz. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet, müşrikle samimi mü'min için misal olarak geti­rilmiştir.[54] Fahreddin Râzî de şöyle der: Bu âyet, şirkin çirkinliğini ve Allah'ı birlemenin güzelliğini ifadede son derece güzel bir darb-ı mesel­dir.[55]  Misal, son derece açık ve parlak olunca, Yüce Allah âyeti hamd ile sona erdirdi. Yani, onlara karşı delil getiril­diğinden dolayı Allah'a hamd olsun. Ancak o müşriklerin çoğu hakkı bil­mezler. Aşın cahilliklerinden dolayı Allah'a ortak koşarlar. [56]

 

30. Ey Peygamber! Onlar nasıl Ölecekse sen de öleceksin. Bu dünyada hiç kimse ebedî kalmayacak. [57]

 

31. Sonra da âhirette Allah'ın huzu­runda toplanacak ve aranızdaki zulümler, din ve dünya işleri hususunda tartışacaksınız. Hâkimler hâkimi de sizin aranızda hükmünü verecek. [58]

 

32. Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği yalan sayandan daha zâlim kimdir? Kâfirlere cehennemde bir yer yok mu?

33.  Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar var ya, işte kötülükten sakınanlar onlardır.

34.  Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik edenlerin mükâfatıdır.

35. Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtecek.ve yaptıklarının en güzeli­ne denk olarak mükâfatlarını verecektir.

36. Allah kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan baş­kalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur.

37. Allah; kime de hidâyet ederse, artık onu saptı­racak yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir?

38. Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim ya­rattı?"  diye sorsan, elbette "Allah'tır"  derler. De ki: "Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilirler mi?" De ki: "Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar."

39. 40. De ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım. Kendisini rezil edecek azap kime gelecek kime sürekli azap inecek, yakında bile­ceksiniz!"

41. Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi le­hinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

42. Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda ruhları alır. Bu suretle hakkında ölümle hükmettiği ruhu tutar, ötekini muayyen bir vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

43. Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akı erdiremezlerse de mi (şefaatçi edineceksiniz?)"

44. De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüle­ceksiniz."

45. Tek olan Allah, anıldığı zaman, âhirete inan­mayanların kalbleri tiksinir. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.

46. De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak Sen vereceksin."

47. Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet günün­de azabın fenalığından (kurtulmak için) elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün onlar için, Allah tarafın­dan, hiç hesaba katmadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.

48. Onların kazandıkları kötülükler açığa çıkmış, alaya aldıkları şey, kendilerini sarmıştır.

49. İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yal­varır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir ni'met ver­diğimiz vakit, "Bu bana ancak bir ilim sayesinde veril­miştir"  der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.

50. Bunu onlardan öncekiler de söylemişti; ama kazandıkları şeyler, onlara fayda vermedi.

51. Bunun için yaptıkları kötülüklerin vebali on­ları yakaladı. Bunlardan da zulmedenlerin işledikleri kötülükler, başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı âciz bırakamazlar.

52. Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir dilediğinden de kısar. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ibretler vardır.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, yaratıkların öleceklerini, mü'minlerle kâfirlerin Rableri katında tevhid ve şirk hususunda tartışacakları ve Yüce Allah'ın, bunların arasında hükmedeceğini bildirdikten sonra, burada, her iki grubun, yaptıklarına karşılık olarak alacakları mükâfat ve cezayı an­lattı. Ardından da müşriklerin çirkin davranışlarını ve putların şefaatlerine itibar ettiklerini anlattı. [59]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mesvâ; barınak, makam demektir. Bu kelime, bir yerde ika­met etti mânâsına gelen   fiilinden türemiştir.

Onu horlar, zelil eder.

Nefret etti, tiksindi.

Fâtır, yaratan, yoktan var eden.

Sanırlar, ümit ederler. "Musibet ona, beklemediği bir yer­den geldi" anlamında denir.

İndi ve onları her taraftan kuşattı.

Lütuf ve ikram olsun diye.ona karşılıksız verdik.

Mu'cizîn, azaptan kurtulanlar.

Daraltır, azaltır. [60]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

32. Bu soru, istifhâm-ı inkârı olup olumsuzluk ifâde eder. Allah'a ortak ve oğul nisbet ederek O'na karşı yalan söyleyenden daha zâlim hiç kimse yoktur.   kendine Kur'an ve şeriat geldiğinde, düşünüp incelemeden onları yalanladı. Yani, durumu bu olan kimseden daha zalim kimse yoktur. O, her zâlimden daha zâlimdir. O yalanlayıcı kâfirler için, cehennemde, kalacakları bir yer ve sığmak yok mudur? Buradaki soru, istifhâm-i takriridir. Yani, evet, onların cehennemde barınak ve yerleri vardır. [61]

 

33. Doğruyu getiren peygamberlere ve onu tas­dik edip peşinden giden mü'minlere gelince  İşte bu güzel sıfatlarla nitelenen o kimseler her türlü ikram ve ihsana hak kazanan mut­taki ve sâlih kimselerdir. [62]

 

34. Cennette onlar için huriler, köşkler, lezzetli şeyler nimetler, istedikleri her şey vardır. Onların elde edecekleri bu nimetler, bu dünyada güzel iş yapan herkese verilecek se­vaptır. Tefsircilerden biri şöyle der: " doğruyu getiren" den maksat, Muhammed (a.s.)'dir. "Onu tasdik eden" den maksat, Ebû bekir (r.a.)'dir.[63]  Tercih olunan görüş, âyetin umum ifade etmesidir ki, bütün peygamberler ve onlara tabi olanlardan iman ve inancından dolayı doğruya çağıran herkes bu sıfatta ortak olsun. Nitekim, çoğul kipiyle gelmiş olan " İşte kötülükten sakınanlar onlardır" bölümü de bunu gösterir. bu mânâ, İbn Atıyye'nin tercihidir. [64]

 

35. Peygamberleri tasdik eden o kimseler var ya, Allah onların geçmişte işledikleri kötü amellerini bağışlayacak, yaptıklarından dolayı onları cezalandırmayacaktır. Allah dünyadaki itaatlanndan dolayı, kendisinden bir lütuf ve ik­ram olarak, yaptıklarının en güzeline göre onlara sevap verecektir. Tefsir-çiler şöyle der: Adalet, iyi amellerin de, kötü amellerin de hesap edilmesi, sonra karşılığının verilmesidir. Lütuf ise, Allah'ın takva sahibi kullarına yaptığı muameledir. Allah onların kötü amellerini örter, onların terazile­rinde o kötü amellerin herhangi bir hesabı kalmaz. Allah onlara amellerinin en /cllcrinc göre karşılıklarını verir. Böylece güzel amelleri çoğalır ve yükselir ve terazinin kefesi ağır basar. İşte bu, lütuf ve insanın artırılmasıdır. [65]

 

36. Burada soru edatı olan hemze takrir içindir. Yani Allah, kulu ve rasûlü Muhammed (s.a.v.)'e, ona kötülük yapmak isteyenle­rin kötülüğüne karşı kâfi değil midir? Ebussuûd şöyle der: Bu âyet, Ku-reyş'in Rasulullah (s.a.v.)'a söylediği şu söze karşılık onu teselli etmekte­dir: Ya  ilâhlarımıza  sövmekten  kesinlikle  vaz   geçersin,   ya da sana onlardan delilik veya cinnet isabet edecektir.[66] Ebû Hayyân da der ki: Ku-reyş şöyle dedi: Muhammed, ilâhlarımıza sövmekten ve bizi ayıplamaktan vazgeçmezse, mutlaka ilâhları onlara musallat kılacağız; dolayısıyle ona delilik isabet edecek ve kötülük gelecektir. Bunun üzerine Yüce Allah, aiiI âyetini indirdi. Yani Allah, kuluna kâfidir. Abd (kul)'in Allah'a izafeti, Peygamberi (s.a.v.) için büyük bir şereflendirmedir.[67]  Ey Peygamber! Seni, o zararı ve'yararı olmayan putlarla korkutuyor­lar. Allah kimi saptırır ve bedbaht kılarsa, kim olur­sa olsun, hiç kimse onu doğru yola iletemez. [68]

 

37. Allah kimin mutlu olmasını ister de onu doğru yola iletirse ve doğru yola erenlerin yoluna girmeye onu muvaffak kılarsa, hiçbir kimse onu saptiramaz. Yüce Allah ko­ruyucudur, onun kapısına sığınana zulüm edilemez. Onun, dostlarının inti­kamını düşmanlarından almaya gücü yeter. Çünkü o galiptir, mağlup edile­mez." Düşmanlarından intikam alma gücüne sahiptir. Bu âyette müşrikler için bir tehdit, mü'minler için de bir vaad vardır. [69]

 

38. Bu âyet, putperestlerin yo­lunun bâtıl olduğuna dâir getirilmiş bir delildir. Yani, ey Peygamber! O müşriklere, gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, mutlaka onları yaratan Allah'tır derler. Çünkü. Onun yaratıcılıkta tek olduğuna dair delil açıktır. Râzî şöyle der: Herşeye gücü yeten ve hikmet sahibi olan ilâhın varlığını bilme hususunda, insanların çoğunluğu arasında ihtilaf yoktur. Akim fıtratı da bu bilginin doğruluğuna şahittir. Zira kim, göklerin ve yerin harikulade hallerini, bitkilerin ve hayvanların enteresan durumlarını, insan bedenini ve onda bulunan güzel hikmet nevilerini ve hayret verici menfaatleri İncele­yip düşünürse, güçlü, hikmet ve merhamet sahibi bir ilâhın varlığını- itiraf etmenin gerekli olduğunu mutlaka anlar. İşte bunun içindir ki, müşrikler Allah'ın varlığını ikrar etmişlerdir.[70] Ey Pey­gamber! Kınamak ve susturmak maksadıyla onlara de ki: Bu kâinatın ya­ratıcısının Allah olduğunu kesin olarak anladıktan sonra, ondan- başka taptığınız şu ilâhları bana bildirin. Bildirin bana, eğer Allah bana bir sıkıntı veya musibet vermek isterse, putlar c sıkıntı ve zararı benden savabilirler mi* Yahut Allah bana nimet ve bolluktan bir yarar vermek isterse, o putlar br. faydayı benden engelleye bilirler mi? Bu sorunun cevabı, ifadeden anlaşıldığı için söylenmemiştir. Yani, onlar: "Hayır, o sıkıntıyı gideremez o faydaya da engel olamazlar" diyeceklerdir. De ki: Allah bana yeter. Ondan başkasına iltifat etmem. Güvenenler sa­dece O'na güvenirler. Bundan maksat, zarar veremeyen ve yarar sağlayama­yan şeylere ibadet hususunda müşriklerin aleyhine ve Allah'ın bir olduğun; delil getirmektir. [71]

 

39, 40. De ki ey kavmim Hile tuzak ve al­datma usullerinize göre amel ediniz. Ben de kendi usulünü çalışacağım. Allah'a çağırıp O'nun dinini açıklayacağım. İnsanı rezil ve zelil eden azabın kime geleceğini yakind anlayacaksınız. Kesilmeyen sürekli azap yani cehennen azabı kime incecek? Bu azap bana mı inecek, yoksa size mi inece! göreceksiniz. Bundan maksat tehdit ve korkutmadır. Ebussuûd şöyle der: B âyette şiddetli bir tehdit ve Rasulullah (s.a.v.)'in sürekli olarak Allah'ı] yardım ve desteğiyle kuvvetlendiğine işaret vardır. Düşmanların rezil ol masında, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in galip geleceğine bir delil vardır. Nite kim Yüce Allah Bedr gününde düşmanlarını cezalandırmış ve rez etmiştir.[72]

 

41. Ey Peygamber! İfadesi mucize ve del li parlak olan bu Kur'an'ı sana, bütün insanlar için apaçık hak ile indirdik. hakka batıl karışmaz; Kim doSru yo1 bulursa, faydası ona aittir. Kim de doğru yoldan çıkarsa, bu sapmasının zirarı kendisinden başkasına ait değildir. Sen onlara bir ve­kil değilsin ki, onları imana zorlayasm. Sâvî şöyle der: Bu âyette, Hz. Pey­gamber (a.s.) teselli edilmektedir. Yani, onların doğru yola gelmeleri senin elinde değildir ki, onları buna zorlayasm. O ancak Bizim elimizdedir. Di­lersek onları doğru yola iletir, dilersek içinde bulundukları sapıklıkta bıra­kırız.[73]

 

42. Yüce Allah, ecelleri geldiğinde ruhları be­denlerden alır. Bu, büyük ölümdür.Yine Allah, ölmemiş olan ruhları da, uykularında öldürür. Bu da küçük ölümdür. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyet, ibret alınmak içindir. Yani, Allah ruhları iki şekilde alır. Biri gerçek mânâda tam bir alıştır ki Buna "ölüm" denir. Diğeri ise uyku ölümüdür. Çünkü uykudaki kimse, görememek ve işitememek hususunda ölü gibidir. Yüce Allah'ın, "geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan) o dur"[74]  mealindeki âyeti de bu mânâyadır. Âyetin son bölümü, önceki bölüm üzerine atfedilmiştir. Takdiri şöyledir: " Ölmemiş olan ruhları da uykusunda alır"[75]  İbn Kesir de şöyle der: Yüce Al­lah, kendisinin, varlık âleminde dilediği gibi tasarruf edici olduğunu, be­denlerden ruhları alan melekleri göndermek suretiyle büyük ölümle uykuda da küçük ölümle ruhları aldığını bildirdi.[76]  Sahibini öldürüp de aldığı ruhu tutar, bedene geri göndermez. Uyuyan kimselerin ruhlarını ise, uyandığında, belli bir zamana kadar bedenlerine iade eder. O belirli zaman, gerçek ölüm zamanıdır. İbn Abbas şöyle der: Dirilerin ve ölülerin ruhları uykuda karşılaşır. Allah'ın onlar için dilediği kadar tanışıp konuşurlar. Ruhlar bedenlerine dönmek istedikle­rinde, Allah, ölülerin ruhlarını katında tutar. Dirilerin ruhlarını bedenlerine gönderir.[77]  Kurtubî şöyle der: Bu âyette, Yüce Allah'ın kudretinin büyüklü­ğüne, tek ilah olduğuna, öldüren ve diriltenin kendisi olduğuna, dilediğini yaptığına ve bunları Ondan başkasının yapamayacağına dikkat çekilmekte­dir.[78]  Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: İşte bu harikulade işlerde, onları düşünüp ibret alan bir kavim için, Allah'ın ilminin ve gücünün sonsuzluğunu gösteren açık ve kesin alâmetler vardır. [79]

 

43. Ayetteki edatı idrâb içindir. Yani, onlar düşünmediler, aksine putlardan kendileri için şefaatçiler edindiler. Onların şu kara cahilliğine bak ki, asla hiçbir şeye sahip olamayan varlıkları, kendi leri için Allah katında şefaatçiler edindiler. İbn Kesir şöyle der: Bu, Allah' bırakıp da, putları kendilerine şefaatçi edinmelerinden dolayı müşrikle için bir kınamadır. O putlar, onların, delilsiz ve hüccetsiz, kendiliklerinde! şefaatçi edindikleri şeylerdir. Halbuki onlar, hiçbir şeye sahip değillerdir Ne anlayacakları akılları, ne işitecekleri kulakları, ne de görecekler gözleri vardır. Aksine onlar, birçok hayvandan daha kötü durumdak cansızlardır.[80]  Bu soru kınama ifade edeı Yani, ey Peygamber! Onlara de ki: O putlar bu sıfatları taşısalar, hiçbir şe yapamayan cansız, akılsız ve şuursuz varlıklar olsalar da onları şefaatçile edinecek misiniz? [81]

 

44. Onlara de ki: Şefaat, tek olan Allah'a mahsus tur. Allah'tan başka hiç kimse ona sahip olamaz. Onun izni olmadan hi kimse şefaat edemez. Göklerde ve yerde tasarruf ede O'dur. Beyzavî şöyle der: Yüce Allah bütün mülkün sahibidir. Onun izni  rızası olmadan hiçbir kimse, herhangi bir konuda konuşamaz.[82] Sonra kıyamet gününde dönüşünüz sadece O'na olacaktır. O, adaletiyle ar; nızda hükmedecek ve herkese yaptığının karşılığını verecektir.

Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin çirkin fiillerinin bir başl türünü anlatarak şöyle buyurdu: [83]

 

45. Sadece Allah anılıp da O'nunla birlikte ilâhla anılmadığında ve yanlarında "la ilahe illallah" denildiğinde, Aşırı nefretlerinden dolayı o müşriklerin kalpleri tiksin Putlar anıldığında, hemen sevini neşelenirler. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu, müşriklerin çirkin davranışla: nın bir başka türüdür. Sen, bir olan Allah'ı anıp da Bir olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun ortağı da yoktur" dec ğinde, yüzlerinde ve kalplerinde nefret alâmetleri; putları andığında, kalplerinde ve göğüslerinde sevinç ve neşe alâmetleri görünür. Bu, câhil ve aptallığa delâlet eder. Çünkü Allah'ı anmak mutlukuklarm ve iyilikle başıdır. Cansız putları anmak ise, Cahillik ve aptallıkların en büyüğüd Müşriklerin, Allah'ın anılmasından nefret etmeleri, ve putların anılmas: dan sevinmeleri kara cahilliğin ve koyu aptallığın en kuvvetli delillerdendir.[84]

 

46. De ki: Ey Allah'ım! Ey göklerin ve ye yoktan yaratıcısı!   Ey gizliyi ve açığı bilen! Ey kendisinin gözlerin gördüğü veya görmediği hiçbir şey gizli kalmayan! Sen, adaletin ve hükmünle yaratıklar arasında hüküm verirsin. Benimle bu müşrikler arasında hükmet. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah müşriklerin, Allah'ın (c.c.) anılmasından duydukları tiksin­ti ve putların anılmasından duydukları sevinçten dolayı, akıllarının az olduğunu bildirdikten sonra, Rasûlüne kendisiyle düşmanlarının arasını ayırması için Allah'a, kudret ve ilim gibi yüce isimleriyle dua etmesini emretti. Bunda müşrikler için bir tehdit, Peygamber (a.s.)'i de teselli etme vardır.[85]  Sâvî şöyle der: Yani, Rabbına dua ve yakarışta bulunarak sığın. Çünkü O herşeye kadirdir.[86]

 

47. Kur'an ve Peygamberi ya­lanlamak suretiyle kendilerine zulmeden o müşrikler, yer yüzünde bütün mallara sahip olsalar ve onunla birlikte bir o kadarını daha elde etseler. Kıyamet gününde o şiddetli azaptan kurtul­mak için, mutlaka ellerinde bulunan bütün mallarım ve stoklarını kendileri için fidye olarak verirler. Hiç hesaplarında olmayan türlü türlü cezalar onlara görünür. Ebussuûd şöyle der: Bu son der­ece şiddetli bir tehdittir. Artık ondan ötesi yoktur. Vaad konusunda bunun benzeri de" yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez"[87]  âyetidir. [88]

 

48. O korkunç günde, işlemiş oldukları kötü amelleri kendilerine görünür, Kendisiyle alay et­tikleri şeyin cezası inip onları her taraftan kuşatır. İbn Kesir şöyle der: Dünyada kendisiyle alay ettikleri azap ve ceza onları kuşatır.[89]

 

49. O kâfir insana, sıkıntı ve musibetten az bir şey dokunduğunda, Allah'a döner. O'na yalvarır, sonra lütuf ve ikram olsun diye ona Bizden bir nimet verdiğimizde o inkarcı insan, "bu mai bana ancak, kazanç ve ticaret yollarını bildiğim için verildi" der. İş, onun zannettiği gibi değildir. Aksine o nimet, onun için bir imtihan ve denemedir. Kendisine verdiğimiz nimetler hususunda, itaat mı edecek yoksa isyan mı edecek diye onu denemek için verdik, Fakat insanların çoğu, kendilerine bu malın verilmesinin bir imtihan ve deneme olduğunu bilmezler, dolayısıyle şımarırlar. [90]

 

50. O kelime ve sözleri, onlardan önceki Kârûn ve benzeri kâfirler de söylemişti. Kârûn şöyle demişti: "O servet bana ancak, bendeki bilgi sayesinde verildi1'[91]  Ne biriktirdikle­ri mallar, ne de kazandıkları servet onlara hiçbir fayda vermedi. [92]

 

51. Kötü amellerinin cezasını çektiler. O müşriklerden yani Kureyş kâfirlerinden zulmedenler var ya Ötekilerinin çektiği gibi, onlar da çirkin amellerinin cezasını çekeceklerdir. Beyzâvî şöyle der: Onlar bu cezayı çektiler. Zira onlara yedi sene kıtlık geldi de sonunda İaşe yediler ve ileri gelenleri Bedir'de öldürüldü.[93] Onlar Bizim azabımızdan kaçamazlar. Kaçıp da elimizden kurtulamazlar. Bundan sonra Yüce Allah, onlara veri­len mal ve zenginlik hususundaki iddialarını reddetmek üzere şöyle buyur­du: [94]

 

52. O müşrikler bilmiyorlar m: ki, Allah bir topluluğa rızkı bol verir, diğerinin rızkını daraltır. Rızık işi, in­sanın zekasının azlığına veya çokluğuna bağlı değildir. O ancak, Allah'ir hikmetine ve taksimine bağlıdır. Bu anlatılanlarda Allah'ın âyetlerine inanan bir kavim için elbette ibret ve deliller vardır Kurtubî şöyle der: Yüce Allah burada sadece mü'minleri zikretti. Çünki âyetleri düşünen ve onlardan yararlanan mü'minlerdir. Mü'minler, nzkıı genişliğinin bazan yavaş yavaş helake götürmek için olduğunu, daraltılma sının da bazan yüceltmek için olduğunu bilirler.[95]

 

53. De ki: "Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.  Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

54.  Size  azap  gelip  çatmadan  önce  Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.

55. Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmeden Önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeli­ne tâbi olun.

56. Kişinin: "Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdenim!" dememesi.

57. 58. Veya: "Allah bana hidâyet verseydi, elbette sakınanlardan olurdum" dememesi yahut azabı gördü­ğünde "Keşke benim için bir kez (dönüş) imkânı bulun­sa   da   iyilerden   olsam!" dememesi   için,   (indirilene uyun).

59. Evet, âyetlerim sana gelmişti de sen onları ya­lanlamış, kibirlenmeye kalkışmış ve inkarcılardan ol­muştun.

60. Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyle­yenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibir-lenenler için cehennemde bir barınak yok mudur?

61. Allah,  takva sahiplerini başlarından ötürü kurtuluşa  erdirir.  Onlara hiçbir fenalık  dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.

62. Allah her şeyin yaratanıdır. O, her şeye vekil­dir.

63. Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Al­lah'ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüs­rana uğrayanlardır.

64. De ki: "Ey câhiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?"

65. Sana da senden öncekilere de vahyolunmuştur ki: Andolsun, Allah'a ortak koşarsan, işin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!

66. Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.

67. Onlar Allah'ı lâyıkı veçhile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarru-fundadır. Gökler O'nun sağ elinde durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzeh­tir.

68. Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde, ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenince, bir de bakarsın ki on­lar ayağa kalkmış bakıyorlar.

69. Yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve araların­da hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedil­mez.

70. Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.

71. O küfredenler, bölük hâlinde cehenneme sürü­lür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bek­çiler onlara: "Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini oku­yan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?" derler. "Evet geldi" derler ama, azap sö­zü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.

72. Onlara, "İçinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü!"  de­nilir.

73. Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bö­lük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: "Selâm size! Tertemiz gel­diniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya" derler.

74. Onlar: "Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi dilediğimiz  yerinde oturacağımız  bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş!" derler.

75. Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teş­bih ederek Arş'm etrafını kuşatmışlardır. Artık ara­larında adaletle hükmolunmuş ve  "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." denilmiştir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde müşriklerin hallerini anlattı ve âhiret-te, içinde bulunacakları zillet ve horluğu açıkladı. Burada da mü'minleri, vakti geçmeden tevbe edip Allah'a dönmeye çağırdı. Sûreyi, Yüce Allah'ın o büyük haşir günündeki azametini anarak sona erdirdi. O gün ilâhî adalet ve doğru ölçü tecellî edecektir. İyiler bölük bölük cennete, kötüler de bölük bölük cehenneme sevkolunacaktır: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete sevkedilir..." [96]

 

Kelimelerin İzahı

 

Bağteten, ansızın.

Mesvâ, kalınacak yer. Bir kimse bir yerde kaldığında, denir.

Mekâlîd, hazineler, anahtarlar demektir. Zümerâ, grup grup demektir. Bu kelime, cemaat mânâsına ge­len kelimesinin çoğuludur.

Hazenetuhâ, orada görevlendirilmiş bekçiler demektir.

Konaklarız. Bir kimse bir yere inip orada konakladığında denir.

Hâffîn, kenarlarından ve yanlarından kuşatanlar. [97]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

53. Ey Peygamber! Günahları işlemek suretiyle kendilerine kötülükte aşırı giden o rnü'min kullarıma bildir ki, Allah'ın bağışlamasından ve rahmetinden ümit kesmeyin, Şüphesiz Yüce Allah, dilediği kimsenin, deniz köpüğü kadar da olsa, bütün günahlarını örter. Çünkü O'nun, merha­meti bol, affı geniştir. Ayetin zahiri, mü'minleri Allah'ın rahmetinden Ümit kesmemeye çağırmaktadır. Zira Yüce Allah De ki, ey kul­larım!" buyurmuştur. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyet, kâfir olsun olmasın bütün âsileri tevbeye Allah'a yönelmeye bir çağrı ve Yüce Allah'ın günah ne ka­dar çok olursa olsun, günahlardan dönen ve tevbe eden kimselerin bütün günahlarını bağışlayacağına dâir bir bildiridir.[98]

 

54. Allah'a dönün itaat, ibadet ve iyi amelle O'na teslim olunYüce Allah'ın azabı size gelmeden önce O'na dönün. Sonra O'nun azabından sizi koruyacak kimse bulamazsınız. [99]

 

55. Emirlerine sarılmak, yasaklarından  sakınmak suretiyle Kur'an-ı Kerim'e uyun. Size İndirilmiş olan en güzel kitaptan ayrılmayın. Kurtuluş ve mutluluğunuz ondadır. Siz gaflet içindeyken, azabın size ansızın gelmesinden önce kitaba uyun. Azabın ne zaman geleceğini bilemezsiniz ki, tedbir alıp hazırlık yapasmız. [100]

 

56. İsyanda ileri giden bazı kimselerin, "Allah'a itaat ve O'nun hakkım gözetme hususunda kusur ve ek­sikliklerimden dolayı vay halime, bana yazıklar olsun" dememesi için kita­ba uyun. Mücâhid şöyle der: "Allah'ın emirlerini yerine getirmediğimden dolayı yazıklar olsun.[101] Durum şu ki, ben Allah'ın din ve şeriatıyla alay edenlerden idim. Katâde şöyle der: Allah'a itaati yerine ge­tirmemek ona yetmedi, hattâ getirenlerle alay etti. [102]

 

57. Buradaki edatı tür ifade eder. Yani, kâfir ve günahkâr, ya öyle der veya böyle der. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: Eğer Allah beni doğru yola iletmiş olsaydı, ben mutlaka doğruyu bulur, Allah'a itaat eder ve iyi kullarından olurdum. İbn Kesîr şöyle der: Suçlu pişmanlık duyar ve Aüah'a itaal eden samimi kullardan ve güzel iş yapan kimselerden olmuş bulunmayı ister.[103]

 

58. O kâfir nefis, azabı gördüğü zaman, "Allah'a itaat etmem ve iyi bir yaşayışta bulunmam ve güzel amel işlemem için, keşke benim dünyaya dönme imkânım olsa" di­yecektir. [104]

 

59. Bu âyet, "Allah beni doğru yola ilet­miş olsaydı" âyetinin cevabıdır. Yani, evet peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle Allah'tan sana hidayet gelmişti de, Sen o âyetleri yalanlamış, böbürlenip iman etmemiş ve inkarcılardan olmuştun. Sâvî şöyle der: Kâfir önce pişmanlık duyar, sonra geçersiz deliller getirir, sonra da dünyaya dönmeyi temenni eder.[105] Oysa dünyaya geri gönderilse mutlaka sapıklığına döner. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Eğer onlar dünyaya geri gönderilseler, yine de kendile­rine yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü onlar gerçekten yalancıdırlar.[106]

 

60. Ey muhatap! Kıyamet gününde, Allah'a ortak koşmak ve çocuk nisbet etmek suretiyle O'na karşı yalan söyleyen kimseleri, bu yalanlan ve iftiraları sebebiyle yüzleri kapkara olmuş görürsün. Bu, istifhâm-ı takriridir. Yani, kibirlenip Allah'a iman ve itaat etmeyen kimseler için cehennemde bir yer ve barınak yok mudur? Evet, şüphesiz onlar için cehenem yurdunda bir yer ve barınak vardır. Allah'a karşı yalan söyleyenlerin durumu anlatıldıktan sonra, O'na karşı gelmekten sakınanların durumu anlatılır: [107]

 

61. Saadete ermeleri ve Onlara herhangi bir sıkıntı ve telâş gelmez ve âhirette üzülüp tasalanmazlar. Aksine onlar,  "kâdir-i mutlak olan Allah'ın (c.c.) huzurunda hak meclisinde"[108]  emniyet içersindedirler.

Bundan sonra Yüce Allah, etkili bir şekilde va'd ve tehditte bulunduk­tan sonra, ilâhlık ve birliğe ait delilleri anlatmaya döndü. [109]

 

62. Yüce Allah herşeyin yaratıcısı, bütün mahlukâtm var edicisi ve onlar üzerinde istediği şekilde tasarruf edendir. Ondan başka ne ilâh vardır, ne de rabO herşeyi idare edendir. [110]

 

63. Göklere ve yere ait her bir hazinenin anahtar­ları o yüceler yücesi Allah'ın elindedir. Allah'tan başkası o hazinelerin işine sahip olamaz ve onlarda tasarruf edemez. İbn Abbâs şöyle der: Mekâlîd. anahtarlar demektir. Süddî de şöyle der: Göklerin ve yerin hazineleri Onun elindedir.[111] Kur'an'm apaçık âyetlerini ve parlak mucizeleri yalanlayanlar var ya, işte onlar en çok ziya­na uğrayanların kendileridir. [112]

 

64. Ey Peygamber! De ki: Ey câhiller! Allah'ın birliğini gösteren apaçık delil ve alâmetler ortadayken, bana O'n-dan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz? İbn Kesîr şöyle der: Müşrikler,  cahilliklerinden dolayı  Peygamber(s.a.v.)'i ilâhlarına ibadete çağırdılar. Bu durumda kendileri de onunla birlikte onun ilâhına tapacak-lardı. Onun üzerine bu âyet indi.[113]

 

65. Burada mukadder bir yeminin ceva­bıdır. Yani, vallahi sana ve senden Önceki peygamberlere vahiy olunmuştur ki, Ey Peygamber! Eğer Allah'a ortak koşarsan, mutla­ka iyi amelin boşa çıkar ve bozulur. Bu yüzden de, âhirette mutlaka ziyana uğrayanlardan olursun. Bu, takdir ve faraziye yo­luyla söylenmiş bir ifadedir. Yoksa, Peygamber (a.s.)'i Yüce Allah koru­muştur. Hâşâ, o, Allah'a ortak koşmaz. O, iman ve Allah'ın,birliği kalesini kurmak için gelendir. Ebussuûd şöyle der: Bu söz, peygamberleri teşvik ve kâfirleri ümitsizliğe düşürmek, Allah'a ortak koşmanın son derece âdî ve çirkin bir şey olduğunu göstermek için, faraziye üslubuyla söylenmiştir.[114]

 

66. Aksine, ibadeti tek olan Allah'a has kıl. O'ndan başka hiç kimseye ibadet etme. Rabbinin verdiği nimete şükredenlerden ol. [115]

 

67. Allah'ı gerçek mânâda tanıyamadılar, O'na gereği gibi saygı gösterip yüceltmediler. Ebû Hâyyân şöyle der: O'na gereği gibi saygı gösterip yüceltmediler. O'nu kendilerince hakkıyle takdir edeme­diler. Başkasını O'na ortak koştular ve ibadette O'nunla taşlan ve ağaçları eşit tuttular.[116]  Yüce Allah bundan sonra kendisinin ve sânının yüceliğine dikkatlerini çekmek için şöyle buyurdu: Bu, hal cümlesidir. Yani, O'na gereği gibi saygı gösterip yüceltmediler. Halbuki O, yüceliğin son derecesi olan, bu engin kudret sıfatıyle nitelenmiştir, Yeryü­zü, genişliğine ve yaygınlığına rağmen, kıyamet gününde O'nun eli ve kud­reti altında olacaktır. Gökler O'nun kudretiyle topla­nıp dürülecektir. Zemahşeri şöyle der: Bu âyetten maksat, Allah'ın yüceli­ğini tasvir etmek ve O'nun azametinin künhünü bildirmekten başka bir şey değildir. Ancak bu, " kabza" ve " yemin" ile herhangi bir yön kastet-meksizin yapılan bir tasvirdir.[117] "Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah yeri kabzasına alır, göğü de kudretiyle tutar. Sonra şöyle der: Melik benim. Yer­yüzünün kralları nerde?[118]  Yüce Allah, müşriklerin kendisini niteledikleri acizlik ve noksanlık sıfatlarından uzak ve temizdir. Bundan sonra Yüce Allah, âhiretteki korkunç olayları anlattı: [119]

 

68. Sûra üförülür. Sûr, İsrâfîl (a.s.)'in, Allah'ın emriyle üfleyeceği bir boynuzdur. Buradaki üflemekten maksat, korku üflemesinden sonra meydana gelecek olan "ölüm üfürmesi"dir. İbn Kesîr şöyle der: Bu, üflediğinde, göklerde ve yerdeki canlıların öleceği ikinci üfürmedir.[120]  Göklerde ve yerde olanların tümü ölü olarak düşer. "ili Ancak Arş'ı taşıyan melekleri, huriler ve ğilmânlar gibi, Allah'ın, kalmalarını istediği kimseler hariç sonra Sûr'a, başka bir üfleniş üflenecektir. Bu da, diriltme üfleyişidir. O zaman bütün ölmüş olan mahlûkât kabirlerinden kalkıp kendilerine verile­cek emri beklerler. [121]

 

69. Kıyamet günü. Allah, kullar arasında hükmet­mek için tecelli ettiği zaman, mahşer yeri Onun nuruyla aydınlanır. Mahlûkâtm amel defterleri hesap için getirilir. Güç ve kudret sahibi olan Yüce Allah'ın, ümmetlerinin kendilerine verdik­leri cevabı sormak için peygamberler ve insanların yaptıklarına şahit olan hafaza melekleri (koruyucu melekler) getirilir.[122]  Suddî şöyle der: Bunlar, Allah yolunda şehit edilenlerdir. Bütün.kullar arasında ada­letle hükmedilir. Âhirette amellerinin sevabım eksiltmek, veya cezasını artırmak suretiyle onlara azıcık da olsa zulüm yapılmaz. İbn -beyr şöyle der: Güzel amelleri eksiltilmez, kötü amelleri de artırılmaz. [123]

 

70. Her insana, yaptığı iyi veya kötü amelin karşılığı ödenir, Yüce Allah her insanın yaptığını en iyi bi­lendir. Ne yazıya ihtiyacı vardır, ne de şahide. Bununla birlikte, delille sus­turmak için, amel defterleri şahitlik eder.

Bundan sonra Yüce Allah, bütün bahtiyar ve bedbahtların varacağı yeri açıklamak üzere şöyle buyurdu: [124]

 

71. Bütün kâfirler, bölük bölük cehennem ateşine sürülür. Bunların durumu, eşkiyanın dünyada zindana sevkedilmesine benzer. Nihayet cehenneme vardıklarında oranın kapıları, onları karşılamak için ansızın açılır. Cehennem bekçileri, kınamak ve azarlamak için onlara şöyle der: Size, gökten indirilen kitapları okuyacak, insandan peygamberler gelmedi rni?  zor günün kötülüğünden korkutacak kimseler gelmedi mi? Onlar, "Evet bize geldiler ve bizi uyardılar. Bize kesin deliller getirdiler. Fakat biz onları yalanladık ve muhalefet ettik. Çünkü bizim bed­baht olacağımıza daha önce hüküm verilmişti." derler. Kurtubî şöyle der: Bu, kendilerine delil getirildiğine dâir onların bir itirafıdır. Azap kelimesinden maksat, Yüce Allah'ın, "Andolsun ki, cehennemi insanlar ve cinlerle toptan dolduracağım"[125]  mealindeki sözüdür.[126]

 

72. Onlara, içinde ebedî kalmak üzere cehennemin ateşine girin denir. Oradan ebediyyen ne ayrılmak vardır, ne de başka bir yere geçiş vardır. Kibirlenip de Allah'a iman et­meyen ve peygamberlerini doğrulamayanlar için cehennem ne kötü bir makam ve barınaktır. [127]

 

73. Allah'ın emirlerine karşı gelmekten korkan iyi kimseler, en güzel binekler üzerinde bölük bölük cennete sev-kedilirler. Kurtubi şöyle der: Cehenneme gireceklerin sevkedilmesi, on­ların hor ve zelil olarak oraya atılmalarıdır. Bunlara yapılan işlem sultana karşı ayaklanan suçlulara yapılan işleme benzer. Cennete gideceklerin şev­ki ise, onların bineklerinin ikram ve rıza yurduna sevkedilmesidir. Çünkü onlar, ancak binekler üzerinde götürülürler. Onlara yapılan muamele de, krallara gelen heyete yapılan muameleye benzer, tki sevk arasında ne ka­dar da fark var![128]  Cennetin kapıları açık olduğu halde mü'rninler cennete geldiklerinde... Nitekim, "Kapılan yalnız| onlara açılmış Adn cennetleri vardır"[129] buyrulmuştur. Savı şöyle der: Önceki âyette kelimesinden önce getirilmeyip burada getirilerek denmeşindeki hikmet şudur: "Hapishanelerin kapıları, suçlular oraya gelinceye kadar kapalı olur. Kapılar suçlular için açılır, sonra yine üzerlerine ka­patılır. Sevinç ve mutluluk kapıları ise böyle değildir. Onlar, girecek kim­seleri beklemek için açık tutulur. Dolayısıyle, öncekinde değil de burada gelmesi uygun düşmüştür.[130]  Cennetin bekçileri onlara, "Selam size, ey takva sahibi iyi kişiler! Günah ve masiyet kirinden temizlendiniz. Artık ebedîlik yurdu cennete girin dedik­lerinde... Beyzâvî şöyle der: edatının cevabı hazfedilmiştir. Çünkü önce­ki ifade, onlara yapılan ikram ve gösterilen hürmetin anlatılamayacak ve açıklanamayacak kadar çok olduğunu göstermektedir.[131] İbn Kesîr de şöyle der: Hazfedilen cevabın takdiri şudur: Bunlar yapılınca mutlu olurlar ve kendilerine verilen nimet miktarınca sevinir ve neşelenirler.[132]

 

74. Cennete girip de orada yerleştiklerin­de, "Bize vadettiği cennete girmemizi gerçekleştiren Allah'a hamd olsun' derler. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Yüce Allah'ın kullarımızdan takv; sahibi kimselere verdiğimiz  cennet işte  budur"[133] mealindeki sözüyle müminlere verdiği va'de işaret etmektedir. Ve bizi cennet yurduna sahip kılan Allah'a hamd olsun. Orada, mülk sahibi nin, mülkünde tasarruf ettiği gibi tasarrufta bulunur ve dilediğimiz yerdi konaklarız. Orada hiç kimse bizimle münâkaşa etmez. Allah itaat ederek amel işleyenlerin mükâfatı cennet ne güzeldir. [134]

 

75. Ey Peygamber! Meleklerin, Rah mân'ın Arş'ını kuşattıklarını ve her taraftan  onu sardıklarını görürsün İbadet maksadiyle değil de, zevk için Allah'ı teşbih ede ve O'nu yüceltirler. Kullar arasında adaletle hükmedilir. "Hüküm ve adaletinden dolayı, Âlemlerin Rabbı Allah' hamd olsun" denilir. Tefsirciler şöyle der: Hamd edenler, hem mü'minleı hem de kâfirlerdir. Mü'minler, lütfundan dolayı, kâfirler ise adaletinden de layı Allah'a hamd ederler. İbn Kesîr şöyle der: Bütün kainat, konuşanı  konuşmayanı hüküm ve adaletinden dolayı Allah'a hamd eder. Bunu içindir ki Yüce Allah, bu hamd sözünü söyleyeni belirtmemişir. Aksine on mutlak olarak bırakmıştır. Bu ifade, bütün yaratıkların, hamd ederek O'na şahitlik ettiğini gösterir.[135]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "İnkâr ederseniz ile şükrederseniz umar ile sakınır üstlerinde  ile  altlarında, zarar ile merhamet, gayb ile genişletir ile daraltır ve doğru yolu buldu ile , sapıklığa düştü" arasında tıbâk vardır,

2.  Tevekkül eder ile tevekkül edenler ve iyi iş yaptılar ile iyi iş" arasında cinâs-ı iştikak vardır.

3. "Onların üstlerinde ateşten gölgeler vardır" âyetinde alay üslûbu vardır. Zira ateşe gölge denmesi alaydır. Çünkü ateş yakıcıdır, gölge ise sıcaktan koruyucudur.

4. "Allah tek olarak anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kalpleri tiksinir" âyetinde parlak bir mukabele sanatı vardır. Zira bundan sonra gelen  Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen sevinirler" bölümü ona .mukabil zikredilmiştir. Yüce Allah, Allah'a karşılık putları, se­vince karşılıkta tiksintiyi zikretmiştir. Aynı şekilde, bahtiyarlarla bedbaht­lardan bahseden şu iki âyet arasında da mukabele vardır: "İnkâr edenler cehenneme bölük bölük sevkedilir" âyetine karşılık Yüce Allah, " Rablerinin emrine karşı gelmek­ten sakınanlar bölük bölük cennete sevkedilir" âyetini zikretmiştir. Mukabele, önce iki veya daha çok mânânın, sonra da tertiple bunların karşılığının getirilmesi demektir. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır.

5. "Allah'ın, göğsünü İslama açtığı kimse.... mi?" âyetinde hazif yoluyla îcâz vardır. Kelâmın akışından anlaşıldığı için haberi zikredilmemiştir. Takdiri: "Allah'ın, kalbini mühürlediği kimse gibi olur mu?" şeklindedir. " Geceleyin ibadet eden kimse... mi?" âyeti de bunun bir benzeredir: Yani, bu kimse, Rabbini inkâr eden kimse gibi midir?

6. "De ki, küfrünle eğlene dur" cümlesindeki emir tehdit ifade eder. Bunun bir benzeri   de "- Usûlünüze göre amel edin" âyetidir. Bu da aşırı tehdit ifade eder.

7. Ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah burada neticeyi zikretmiş, sebebi kas­tetmiştir. Çünkü sapıklık, ateşe girmeye sebeptir.

8. "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur" âyetinde istiare vardır. Yani "göklerin ve yerin hayır anahtarları ve onların bereket madenleri" demektir. Burada Yüce Allah, hayır ve bereketleri ha­zinelere benzetti ve anahtarlar mânâsına gelen "mekâlîd" kelimesini onlar için müsteâr olarak kullandı. Buna göre âyetin mânâsı, "Rahmet ve lütfunun hazineleri O'nun elindedir" şeklinde olur.

9. "Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü Onun"kabzasmdadır. Gökler Onun sağ eliyle dürülmüş-tür"  âyetinde istiâre-i temsîliyye vardır.  Yüce Allah azametini, sonsuz gücünü ve büyüklüğü ile akılları hayrete düşüren ve fakat Yüce Allah'ın gücüne nisbetle küçük olan o cisimlerin küçüklüğünü, istiâre-i temsiliyye yoluyla, büyük bir şeyi avucuna alan ve gökleri sağ eliyle düren kimseye benzetti. Şerif Râdî şöyle der: Bu âyette istiare vardır. Yani, Allah'ın kud­reti altındaki arz, bir kimsenin elinde tuttuğu ve avucunun içine aldığı, mülküne sahip olduğu ve başkasının ortak olmadığı şey gibidir. Gökler de O'nun mülkünde toplanmış ve kudretiyle durulmuştur. Zemahşerî de şöyle der: Bu âyet, "kabza" ve "yemin" ile herhangi bir yön kastetmeksizin, Al­lah'ın azametini tasvir etmek ve O'nun azametinin künhünü bildirmek içindir. Çünkü bundan maksat, O'nun engin gücünü göstermektir. Beyan il­minde, bu konudan daha ince, daha nazik ve daha latîf bir konu göremezsin.

10. "Kişinin, Allah'ın yanın­da kusur ve eksikliğimden dolayı vay halime, bana yazıklar olsun dememe­si için..." âyetinde kinaye vardır. Çünkü, Allah'ın yanı mânâsına gelen  Allah'ın hakkı ve O'na itaatten kinayedir. Bu, latîf kinayelerdendir.

11. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" cümle­sinde, I. şahıstan III. şahsa dönüş vardır. Aslı, "Rahmetim­den ümit kesmeyin" şeklindedir. Edebiyatçılar şöyle der: ", De ki, ey nefislerine zulmeden kullarım...!" âyet-i kerime sinde, güzel edebî sanat türleri mevcuttur. Onlardan biri: Yüce Allah'ın mahlûkâtına yönelmesi ve onlara seslenmesidir.  Diğeri kullarım şeklindeki terkipte, kullar, kelimesinin lafz-ı celîline mudâf olmas onlara değer verilmesidir. Bir diğeri, I. şahıstan III. şahsa dönülerek yerine denilmesidir Bir diğeri, rahmetin, bütün isim sıfatları kapsayan "Allah" lafzıyla tamamlanmasıdır. Bir diğeri de, heı mübtedâsı hem haberi marife olan ve  ve " fasıl zamiri" ile pekiştiril miş olan cümlesinin getirilmesidir.

12. Âyet sonlarındaki harflerin birbirine uygunluğu*, bu, son derece güzel ve parlaktır. Mesela Yüce Allah'ın şu âyetlerini oku:

Bu ifade güzelliği, parlaklığı ve edasıyla seni etkilemiyor mu? Do-layısıyle, dilin, kendiliğinden Allah'ı zikredivermiyor mu?!

Allah'ın yardımıyle Zümer Sûresi'nin tefsiri bitti. [136]



[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/313-314.

[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/314.

[3] Şuarâ sûresi, 26/90

[4] Furkân sûresi, 25/72

[5] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/319.

[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/319.

[7] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/319.

[8] Sâvî Haşiyesi, 3/366

[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/319-320.

[10] Meryem sûresi, 19/92

[11] Teshil, 3/191

[12] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/320.

[13] A'râf sûresi, 7/54

[14] Kurtubî, 15/235

[15] Sâvî Haşiyesi, 3/366

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/320-321.

[16] Taberî, 23/! 24

[17] Kurtubî, 15/235

[18] Merhum Seyyid Kutub, tefsirinde şöyle der: Üç karanlık, yani cenini Örten torba ka­ranlığı, ceninin yerleştiği rahim karanlığı, içinde rahmin bulunduğu karın karanlığı. Allah'ır gücü bu küçük hücreyi yaratır. Allah'ın gözü, bu mahlûku gözetir ve ona yaratıcısının takdir ettiği gibi gelişme aşama gücü ve yükselme gücü verir.  (Fî Zılâli'l-Kur'ân, 9/303)

[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/321.

[20] Tefsîr-i kebîr, 26/246 

[21] Ebussuûd, 4/302

[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[23] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[24] Kurtubî, 15/238

[25] Bkz. Beyzâvî Haşiyesi, 3/194

[26] Tefsîr-i kebîr, 26/250

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322-323.

[27] İbn Cüzeyy, Teshil, 3/192

[28] Sâvî Haşiyesi, 3/368

[29] Mubtasarİbn Kesîr, 3/215

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/323.

[30] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/324.

[31] Kurtubî, 15/242

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/324.

[32] Sâvî Haşiyesi, 3/369

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/324.

[33] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/324.

[34] Fussüet sûresi, 41/40

[35] Tefsîr-i kebîr, 26/256

[36] Bahr, 7/420

[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/324-325.

[38] Keşşaf, 4/93

[39] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/325.

[40] Ebussuûd, 4/305

[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/325.

[42] Kurtubî, 15/144

[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/325-326.

[44] Kurtubî, 15/244. Bu ikinci görüş, Tbn Cüzeyy'in tercih ettiği, görüştür.

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/326.

[45] Bu, İbn Abbâs'ın görüşüdür.

[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/326.

[47] Keşşaf, 4/93

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/326.

[48] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/329.

[49] Bkz. Cevheri, es-Sıhah, ilgili madde. Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu'1-muhît

[50] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/329.

[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[54] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/219

[55] Tefsîr-i kebîr, 26/277

[56] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[57] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/322.

[59] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/336.

[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/337.

[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/337.

[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/337.

[63] Bu mana, Mücâhid ve Katâde'den rivayet edilmiştir. Tercih edilen görüş İse, âyetin, bütün peygamberler ve mü'minler hakkında oluşudur.

[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/337.

[65] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/338.

[66] Ebussuûd, 4/310

[67] Bahr, 7/429

[68] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/338.

[69] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/338.

[70] Tefsîr-i kebîr, 26/282

[71] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/338-339.

[72] Ebussuûd, 14/310

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/339.

[73] Sâvî Haşiyesi, 3/374

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/339-340.

[74] En'âm sûresi, 6/60

[75] İbn Cüzeyy, Teshil, 13/196

[76] Muhtasar-ı İbn Kesîr 3/222

[77] Kurtubî, 15/260

[78] Kurtubî, 15/263

[79] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/340.

[80] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/222

[81] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/340-341.

[82] Beyzâvi, 2/154

[83] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/341.

[84] Tefsîr-i kebîr, 26/286

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/341.

[85] Bahr, 7/432.

[86] Sâvî Haşiyesi, 3/375

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/341-342.

[87] Secde sûresi, 32/17. Ebussuûd, 4/311

[88] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/342.

[89] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/224

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/342.

[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/342.

[91] Kasas sûresi, 28/78

[92] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/342-343.

[93] Beyzâvî, 2/156

[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/343.

[95] Kurtubî, 15/267

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/343.

[96] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/347.

[97] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/348.

[98] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/225

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/348.

[99] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/348.

[100] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/348.

[101] Kurtubî, 15/271

[102] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/348-349.

[103] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/227

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/349.

[104] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/349.

[105] Sâvî Haşiyesi, 3/377

[106] En'am sûresi, 6/28

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/349.

[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/349.

[108] Kamer sûresi, 54/55

[109] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/349-350.

[110] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350.

[111] Kurtubî, 15/274

[112] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350.

[113] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/228

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350.

[114] Ebussuûd, 4/314

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350.

[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350.

[116] Bahr, 7/439.

[117] Keşşaf, 4/110

[118] Bu hadisi Buhârî ve Müslim tahric etmiştir. Buharı, Tefsîr-i sûre, 39-2; Müslim, Münâfi-kûn, 23. Lafız Buhârî'nindir. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyetle ilgili birçok hadis vardır. Bunda ve benzeri âyetlerde yol Selefin yoludur. Bu yol, keyfiyetini belirtmeden ve tahrif etmeksi­zin, âyetleri geldiği gibi bırakmaktır.

[119] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/350-351.

[120] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/229

[121] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/351.

[122] Bu İbn Zeyd'in görüşüdür. En açık olan da budur. Nitekim âyet-i kerîmede meâlen, "Herkes yanında bir sürücü ve bir de şahide beraber gelmiştir (Kâf sûresi, 50/21) buyrul­muştur. Sürücü onu hesaba götürür, şahit de ona Şahitlik eder. Bu şahit, insanın başında görevlendirilen melektir.

[123] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/351-352.

[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/352.

[125] HÛd sûresi, 12/19.

[126] Kurtubî, 15/284

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/352.

[127] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/352.

[128] Kurtubî, 15/285

[129] Sâd sûresi, 38/50

[130] Sâvî Haşiyesi, 3/381

[131] Beyzavî, 2/147

[132] Muhtasar-] İbn Kesir 3/232

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/352-353.

[133] Meryem sûresi, 19/63

[134] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/353.

[135] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/233

Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/353-354.

[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/354-356.