- 41 -
Mushaf’taki
sýralamaya göre kitabýmýzýn 41., nüzûl sýralamasýna göre 61., Mesânî kýsmý
üçüncü sûreler grubunun üçüncü sûresi olan Fussilet sûresi, Mekke’de nâzil
olmuþ olup, âyetlerinin sayýsý 54’dür.
“Rahmân ve
Rahîm olan Allah’ýn adýyla”
Hamd yalnýz ve yalnýz âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Salât ve selâm Allah’ýn Rasûlü’ne, O’nun pâk aile halkýna ve ashabýna olsun.
Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her þeyi iþitensin, her þeyi bilensin.
Hâ-Mîm’le
baþlayan sûrelerin ikincisi, Fussilet sûresidir. Birincisi Mü'min sûresiydi,
ikincisi de bu sûredir.
Mekke’de Hz. Hamza efendimizin de
müslüman olmasýyla, müþriklerin Resûl-i Ekrem Efendimizin dâvetinin önünü kesme
konusunda telaþ ve tedirginlik yaþadýklarý bir dönemde nâzil olmuþ bir sûredir.
Baþta amcalarý olmak üzere tüm yakýnlarýnýn Rasulullah Efendimizi bu iþten
vazgeçirebilmek için üzerine yüklendikleri bir dönemde nâzil olmuþtur.
Rasulullah Efendimizin amcasý
Utbe bin Rebia gelerek Rasu-lullah Efendimize bir kýsým tekliflerde bulundu. “Ey
yeðenim, gel bu iþten vazgeç. Eðer maksadýn riyasetse, seni baþýmýza reis yapalým.
Zengin olmak istiyorsan, tüm malýmýzý mülkümüzü sana verelim. Eðer evlenmek
istiyorsan, istediðini sana verelim. Yok eðer aklýndan bir zorun varsa, seni
dünyanýn en uzman doktorlarýna götürüp tedavi ettirelim.”
Allah’ýn Resûlü, onun bu
sözlerini dikkatlice dinledikten sonra buyurdu ki: “Ey amcam, sözlerin bitti
mi?” “Evet” deyince, “öyleyse þimdi sen de beni dinle,” buyurdu ve besmele
çekerek þu anda tefsirini yapacaðýmýz Fussilet sûresinin âyetlerini okumaya
baþladý. Nihâyet sûrenin 38. âyetine geldiði zaman, Allah’ýn Resûlü hemen secdeye
kapandý ve doðrulunca da: “Ey Ebu Velid, iþte cevabým budur, gerisini artýk sen
bilirsin,” dedi.
Utbe, Rasulullah Efendimizin bu
cevabý ve okuduðu âyetler karþýsýnda rengi sapsarý kesilmiþ ve ne diyeceðini
bilemez bir halde Rasûlullah’ýn yanýndan kalkýp kendisini bekleyen müþriklerin
yanýna vardýðýnda, þöyle demekten kendini alamamýþtý: “Ey Kureyþ! Vallahi ben
þiirin âlâsýný bilirim, Muhammed’in okuduklarý þiir deðil! Ýçinizde sihri de
benim kadar bileniniz yoktur. Vallahi onun okuduklarý sihir de deðil! Kehanet
hiç deðildir! Bana kalýrsa, onu kendi haline býrakalým, eðer Araplar onu
yenerlerse, ondan kurtulmuþ oluruz, yok eðer o Araplara galip gelirse, onun galibiyeti
sizin galibiyetiniz, onun iktidarý sizin iktidarýnýz olur. Bu þeref size ait
olur,” der.
Hattâ
sûrenin:
“Ey peygamberim, eðer onlar yüz
çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd toplumlarýnýn baþlarýna gelen yýldýrýmlara
benzer yýldýrýmlarla uyarýrým.”
Âyetini okuyarak onu uyarmaya baþlayýnca,
Utbe’nin korkuyla Rasulullah Efendimizin mübarek aðýzlarýný kapatmaya çalýþtýðý
rivâyet edilmektedir. “Ey Muhammed! Ne olur, Allah aþkýna kavmine merhamet et!”
diyerek yalvarýp yakardýðý anlatýlýr.
Sûrede hem
Utbe’nin tekliflerine, hem de diðer kâfirlerin: “Ey Muhammed, sen ne dersen de,
ne yaparsan yap biz senin getirdiðini asla kabul etmeyeceðiz!” þeklindeki tutumlarýna
cevaplar verilmektedir. Ayrýca Rasulullah Efendimize onlarýn iman etmeyiþlerinden
ve yaptýklarýndan sorumlu olmadýðý hatýrlatýlarak teselli edildiðini görüyoruz.
Rabbimiz, sûrede kendi ulûhiyetini ve rubûbiyetini gündeme getirerek, göklerde
ve yerde ne varsa hepsine egemen olduðunu, hepsinin kendisine boyun büktüðünü
anlatarak kâfirleri imana ve teslimiyete çaðýrmaktadýr. Ýnkârlarýnda ýsrar
edenlerin âkýbetlerini Âd ve Se-mûd’la özdeþleþtirerek, onlarý düþünüp ibret
almaya dâvet etmektedir.
Evet,
Kur'an'da geçmiþ, hal ve geleceðe iliþkin temel bilgiler yer aldýðý için bu
kitap tafsilâtlý bir kitaptýr. Bu bilgiler kesindir ve baþka hiçbir bilgi
onlarýn verdiði malûmatý ihtiva etmez. Hangi yaklaþýmla okunursa okunsun her okuyan
onun çok anlamlý mucizevî bir metin olduðunu fark edebilir. Allah, kullarýna
acýmýþ ve bütün hakikatleri bu kitapta bildirmiþtir. Yeryüzündeki milyonlarca
kitap iþte bu Kur'an'a dayanmakta ve onu tefsir etmektedir. Kur'an öyle
tafsilâtlýdýr ki, hemen her sûrede birbirine benzer veya tekrar tekrar
vurgulanan gerçekler, birbiriyle baðlantýlý olarak birçok açýdan deðiþik
meseleleri iþlemektedir.
Bu
sebeple tarih boyunca yüzlerce tefsir yazýlmýþtýr. Yirmi üç yýlda âyet âyet, sûre
sûre tamamlanan bu kitabýn koruyucusu Allah'týr ve O, kitabýný Arapça
indirmiþse bunun mutlaka dil açýsýndan bir hikmeti vardýr. Kur'an'ýn iki
kelimesini anlatmak için sayfalarca tercüme yapýlmasý da buna basit bir
delildir. Ve hiçbir kitap onun gibi göze, kulaða, bütün ruha tesir etmez.
Hiçbir musiki onun tilâveti kadar insaný rahatlatmaz, duygulandýrmaz. Bu yüzden
o indirildiði zaman þairler þiirlerini Kâbe duvarýndan indirmiþler, herkes onun
ilâhî bir nur olduðunu anlamýþtýr.
Þimdi
sûrenin âyetleri üzerinde bir gezinti yapalým ve tefsirine geçelim inþallah.
Fussilet sûresinin ilk âyetleri þöyle baþlamaktadýr: "Hâ, Mîm. Bu Kur'an,
Rahman ve Rahîm olan Allah tarafýndan bilen bir kavim için âyetleri çeþitli biçimlerde
teker teker açýklanmýþ, Arapça bir Kur'an ve müjde verici bir uyarýcý olarak
indirilmiþtir. Böyleyken onlarýn çoðu bunu düþünüp kabul etmekten yüz
çevirmiþtir. Arlýk onlar dinlemezler. Onlar, Bizi davet ettiðin þeye karþý
kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarýmýzda bir aðýrlýk, bizimle senin
aranda bir perde vardýr. Artýk sen dinince yapabileceðini yap, biz de dinimize
göre hareket ederiz.' derler" (1-5).
Sûrenin
baþýndaki mukattaa harflerinin manasýný ancak Allah bilir. O nedenle sûreye
Hâ-Mîm ve Secde olmak üzere iki kelimeden oluþan Hâmîm secde adý da
verilmiþtir. Ayrýca Mesâbih, Secde, Akvât adlarý da verilmektedir.
Az
evvel de ifade ettiðimiz gibi sûrenin nüzûl sebebi olarak þu rivâyet
nakledilir: Ebû Cehil ve Kureyþ'in ileri gelenleri bir araya gelirler; Muhammed
(s.a.s)'in durumunu araþtýrmak üzere sihir, kehânet ve þiirden anlayan birini araþtýrýrlar.
Utbe b. Rabia, "Ben, bu hususlardan anlarým; Muhammed'in bu gibi iþlerle
bir ilgisi varsa, bunu ortaya çýkarýrým" der. Utbe, Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e gider ve, "Ey Mu-hammed' sen mi daha hayýrlýsýn, Hâþim mi; sen
mi daha hayýrlýsýn, Abdûlmuttalib mi?" der. Bu sözleriyle, peygamberlik
gelse gelse bunlara gelirdi, demek ister. Peygamber (s.a.s.), cevap vermeden
dinlemeye devam etti. Utbe, sözlerini sürdürdü: "Ýlahlarýmýzýn aleyhinde
konuþuyorsun, atalarýmýzý sapýklýkla itham ediyorsun. Reislik istiyor-san seni
reis edinelim, mal istiyorsan, seni zengin kýlacak kadar mal verelim. Kadýn
istiyorsan, Kureyþ kýzlarýndan beðendiðin on tanesini seç, al. Hasta isen seni
tedavî ettirelim." Hz. Peygamber (s.a.s.), hep susuyor, Utbe'nin sözlerini
bitirmesini bekliyordu. Sözünü bitirdiðinde, Resulullah (s.a.s.) "Sözlerin
bitti mi?" dedi ve, "Bismillahirrahmanirra-him" diyerek Fussilet
sûresini okumaya baþladý: "Eðer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve
Semûd kavimlerinin baþýna gelen yýldýrýma benzer bir yýldýrýma karþý
uyardým" âyetini okuyordu ki, Utbe, yerinden fýrladý ve Peygamber
(s.a.s.)'in aðzýný eliyle kapadý, devam etmemesi için yalvardý.
Utbe,
okunan âyetlerin etkisi altýn da kalarak, birkaç gün Kureyþlilere görünmedi.
Ebû Cehil, Utbe'yi arayarak onu buldu. Utbe, olayý anlattýktan sonra þöyle
devam etti: "Bundan böyle ben Muhammed'e hiçbir þey söylemeyeceðim. Bana
öyle bir þeyle cevap verdi ki, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in okuduðu ne
sihir, ne þiir, ne de kehânet türünden bir þeydir. Bilirsiniz, Muhammed'in
söylediði yalan çýkmaz Onu rahat býrakýn. Baþýnýza bir azap gelmesinden korkuyorum"
( Ýbn Hiþâm, I, 313 )
Rivâyetten
de anlaþýldýðý gibi, sûre indiði sýralarda Kureyþli müþrikler, bu tür
meselelerin dedikodusunu yapýyor; Kur'an'ý sihir, kehânet ve þiir olmakla itham
ediyorlardý. (Araplara göre þiir de cin iþidir. Her þaire þiiri imlâ ettiren
bir cinni vardýr Böylece Kur'an'ý anlaþýlmaz kapalý sözler manzumesi olmakla
suçluyorlardý. Sûre, iddia ettikleri gibi Kur'an'ýn anlaþýlmaz sözlerden deðil,
Arapça bir da kitap olduðu ve sözlerinin apaçýk olduðunu anlatmakla konuya
giriþ yapar. Hem Hz. Peygamber de aralarýndan çýkmýþ bir insandýr. Kur'an'ýn onun
eseri olmasý mümkün deðildir; ve o, her þeye gücü yeten yüce Allah'ýn eseridir.
Sûre,
giriþinde konusunu belirlemektedir: Konu, Kur'an-ý Ke-rîm'dir; Allah'ýn bu indirdiði
âyetleri, kâinatta her an olup biten âyetleridir. Ayrýca kâfirlere karþý
deliller getirilmekte, müminlerin özelliklerine deyinilmektedir. Ýbret alýnsýn
diye azaba uðrayan kavimlerin haberleri anlatýlýrken onlarýn neden helâk
edildikleri açýklanmaktadýr. Sûrede Kur'an hakkýnda indirilen âyetlerde þöyle
buyurulmaktadýr: "O küfredenler, þöyle dedi: "Bu Kur'an'ý dinlemeyin.
Onun hakkýnda (okunurken) manasýz yaygaralar yapýn; belki üstün gelirsiniz
(susturursunuz)."iþte biz o kâfirlere en çetin bir azabý tattýracaðýz.
Onlarý yapa geldiklerinin en kötüsüyle cezalandýracaðýz. Halbuki o Kur'an
cidden sarp bir kitaptýr ki, ne önünden ne ardýndan ona hiçbir bâtýl yanaþýp
gelemez. O, bütün kâinatýn hamd ettiði o yegane hüküm ve hikmet sahibi
Allah'tan indirilmedir.
Eðer
biz onu yabancý dilden bir Kur'an yapsaydýk muhakkak ki, "Ayetleri
açýklanmalý deðil miydi? Araba, Arapça olmayan bir Kur'-an mý?"
diyeceklerdi. Onlara de ki: "O Kur'an, iman edenler için bir hidayet ve
þifâdýr. Ýman etmeyenlerin ise kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr. Onlar Kur'an'ý
duymazlar, duymak istemezler. O Kur'an bunlara karþý bir körlüktür. Onlar, uzak
bir yerden çaðrýlýp da duymayan kimseler gibidir. Andolsun ki biz Musa ya kitap
(Tevrat'ý) verdik de, onda da ihtilâf edildi. Eðer Rabbinden bir söz geçmiþ
olmasaydý (hesap gerektirilmemiþ olsaydý), aralarýnda olup bitirilmiþti (helâk
olmuþlardý). Herhalde onlar bundan, þüpheci bir tutum içindeler. De ki: Eðer o
Kur'an Allah nezdinden gelmiþ de sonra siz ona küfretmiþseniz, bana haber verin,
haktan uzak bir muhâlefette bulunanýn ta kendisi olan sizden daha sapkýn kim
vardýr?"
Günümüzde
de inanmak istemeyenler, Kur'an'ýn Arapça bir kitap olarak indirildiðini ve
onun yalnýz Araplara geldiðini söylerler. Halbuki, herhangi bir kitabýn ve bu
Kur'an'ýn bütün yeryüzüne þâmil olmasý için yine yeryüzü dillerinden biriyle
indirilmesi kadar doðal bir þey olamaz. Aslýnda onlarýn her birine tek tek de
Kur'an indirilse onlar yine inanmazlar. Kaldý ki Allah'ýn elçisi ve sevgili
kulu Muhammed (s.a.s.) Arap toplumunda doðdu ve ona -o ümmiye- Kur'an Arapça indirilmeseydi
de meselâ Ýbrani’ce indirilseydi, bu sefer de Allah'ýn buyurduðu gibi
"Arap'a Arapça olmayan bir kitap mý?" diyeceklerdi. Kýsaca, kâfirler,
yolu yokuþa sürmek için her zaman saçma sapan iddialarda bulundular. Kâh onu
Muhammed uydurdu" dediler, ama o ümmî idi; kah "Bunlar deli
saçmasý" dediler ama onun gibi bir âyet dahi ge-tiremediler.
Yine
onlar âyetlerin mucizeliðini reddettiler; siyak ve sibakýný, âyetlerin anlam
örgüsünü bozarak âyetleri asýl manalarýndan baþka manalara tefsir ederek
sapýttýlar. Ama, Kur'an'ýn hiçbir bilgisini yalanlayamadýlar. Kur'an'ýn doðruluðu
her zaman ortada var oldu ve var olup gidecektir. Onlar Muhammed'e
"mecnun" dediler ama onun do-ðumundan beri aralarýnda yaþayan en
dürüst insan olduðunu da red-dedemediler. Allah onlara âyetlerini gösterdi. Her
peygamberi ve on-lara verilen kitabý da geçmiþte kavimleri yalanlamýþlardý. Ama
baþ larýna korkunç azap gelmiþ, meselâ Âd ve Semûd bunlardandý. Doðru yol
gösterildiði halde körlüðü tercih etmiþlerdi. Allah da onlarý alçaltýcý azabýn
yýldýrýmý ile yakalayýverdi. Ancak iman edenleri ve sakýnanlarý kurtardý. Allah
þöyle buyurmaktadýr: "Ýþte siz kulak, göz ve derileriniz aleyhinizde
Þahitlik eder diye korunuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarýnýzýn birçoðunu
Allah'ýn bilmeyeceðini sanýyordunuz. Ýþte bu sizin zannýnýz, Rabbiniz
hakkýndaki zannýnýz sizi bir yýkýma uðrattý; böylelikle de kayba uðrayanlar
olarak sabahladýnýz" (22-23). Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu âyeti çok veciz
bir þekilde açýklamýþtýr: "Rabbin, kulum beni nasýl tasavvur ederse ben
öyleyim, der." Yani insan Allah'ý nasýl tasavvur ederse, amellerini ona
göre ayarlar. Müminin amelinin doðru olmasý, kâfirin amelinin yanlýþ olmasý
gibi.
Bu
âyetlerde Allah, insan psikolojisinin deðiþmez gerçeklerini bildirmekte,
mü'minlerin amellerinin boþa gitmeyeceðini, fazlasýyla karþýlýðýný vereceðini,
beyan edip onlarý cennetle müjdeleyerek teþvik etmektedir. Daha önce kötü
insanlara kötü, iyi insanlara iyi arkadaþ-larý nasip ettiðini haber veren Allah
Teâlâ, müslümanlar henüz az bir grup iken ve Mekkeli kâfir çoðunluðun
baskýlarýyla bunalýrken, onlara kötülüðün tabiatý icâbý zayýf ve çökmeye mahkum
bulunduðunu be-yan etmekte; iyilik ve doðruluðun iddia ettikleri gibi zayýf
deðil, aksine hakiki fethedici bir güç olduðunu bildirmektedir. Kaldý ki,
mü'minlerin en büyük vasfý, kötülüðe iyilikle karþýlýk vermektir. Hiçbir
kötülük, iyiliðin, yüceliðin karþýsýnda tutunamaz, çöker. Ýþte Allah
mü'minlerin bu vasfýný "büyük bir pay" diye nitelendirmektedir. Çünkü
gerçekten bunu herkes yapamaz. Genellikle insan, kötülüðe kötülükle mukabele etmek
ister; hattâ insan kinci ve intikamcýdýr. Ancak o en güzel ahlâka sahip
Rasûlullah'(s.a.s.)'dir ki, kendisine her kötülüðü yapanlarý, hattâ zehirlemek
isteyenleri bile affetmiþtir. Ýþte müslümanýn tavrý budur.
Üstelik
müslümanýn bu tavrýndan þeytan kahrolur. Çünkü o her zaman müslümanýn hatalý
bir tavrýný yakalamak ister. Þeytanýn kýþkýrtmasý iþte budur. Onun tuzaðý
müminlerin açýðýný kollamaktýr. Ebû Hureyre bu konuda þöyle demektedir:
"Bir gün birisi Resulullah'ýn yanýnda Ebû Bekir'e geldi ve ona sürekli
sövmeye baþladý. Ebû Bekir susuyor, cevap vermiyor, Resulullah da sesini
çýkarmýyordu. Ebû Be-kir sonunda taþtý ve sert bir karþýlýk verdi.
Resulullah'ýn çehresi hemen deðiþti ve oradan uzaklaþtý. Hz. Ebû Bekir ona yetiþerek
niçin böyle davrandýðýný sorunca o þöyle buyurdu: "Sen sessiz durduðun
sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen aðzýný açtýðýnda yanýna
þeytan geldi. Bense þeytanýn olduðu yerde bulunmam. " Bu tavýr, müminlerin
her zaman Allah'ýn hiçbir þeyden habersiz olmadýðýný dâima hissetmektir. Zaten
kâfirler haksýz yere kötülük çýkarýrlar; giderek bunalýma düþerler; sürekli þek
ve þüphe içinde has-talýða yakalanmýþ gibi olurlar ve sonunda hevâ ve hevesleri
onlarý helâke götürür. Allah hiçbir zaman zulmetmez, salih amelleri zayi etmez
ve kötülükleri de cezasýz býrakmaz.
Nihayet
sûre þu âyetlerle sona ermektedir: "Biz âyetlerimizi hem âfakta hem de
(enfüste) kendi nefislerinde onlara göstereceðiz. Öyle ki, þüphesiz onun hak
olduðu kendilerine besbelli olsun. Her-þeyin üzerinde senin Rabbinin þahit
olmasý yetmez mi? Dikkatli olun; gerçekten onlar Rablerine kavuþmaktan yana
derin bir kuþku için-dedirler. Gözünü aç; gerçekten O, her þeyi
kuþatandýr" (53-54).
Müfessirler
âyetlerin gösterilmesi konusunda þu önemli görüþ-leri ortaya koymuþlardýr:
1. Onlar, Ýslâm'ýn kýsa bir
sürede çevreye yayýlacaðýný, ve ken-dilerinin de teslim olacaklarýný tahmin
edemezler. Nitekim Ýslâm'ýn adâleti her yere yayýlýnca herkes âyetleri gördü.
2. Allah insanlara kendi
vücutlarýnda, yeryüzünde, gökyüzün-de âyetlerini göstermektedir. Her devirde
bilimin yeni bulgularý keþifler ve icatlar buna bir iþarettir.
3. Tabiî ölüm halinde veya
ölmeden önce ölerek her þeyden hakký görmekle âyetler gösterilecektir.
4. Bu âyetler, indikleri
tarihsel ortam içerisinde Bedir zaferi, Mekke'nin Fethi vb. olaylara iþaret
ederek mucizevî haberler yakýn gelecekte gerçekleþtiði gibi; dünya döndükçe
genelde tüm insanlar ve toplumlar üzerinde de gerçekleþecektir.
Genel
Olarak Fussilet Sûresi þu mesajlarý taþýr:
1. Allah'ýn kelâmý Arapça'dýr;
bir müjde, bir uyarýcýdýr; dileyen akýl sahipleri onu okursa gerçeðin farkýna
varýr. Kalpleri kapanmýþ kiþiler ise onu anlayamazlar.
2. Ýnkârcýlar ne yaparlarsa
yapsýnlar kendi acý sonlarýný hazýrlamaktan baþka bir þeye nâil olamazlar.
Allah'ýn bir olduðu gerçeði deðiþmez.
3. Ne kadar aptal beyinsizdir þu
inkârcýlar. Allah onlarý yoktan var etmiþ, iþte þu kâinatta sayýsýz nimetleri
onlarýn emrine vermiþ, þu âlemin nizamýný saðlamýþ olduðu halde ve kullarýna
hidâyete iletmek için Ýslâm'ý bildirdiði halde ona inanmýyorlar ve üstelik
elçisini, kitabýný yalanlýyorlar. O halde geçmiþ ümmetlerin anlatýlan acý
âkýbetleri de onlarý düþündürmüyorsa, cehennem ateþinde yanmalarý kaçýnýlmazdýr.
4. Þimdi müminlere karþý güçlü
gibi görünen, þeytanýn da her kötülüðü güzel gösterdiði, akýlsýz güruh, kýyâmette
birbirini bile tanýmayacaktýr.
5. Kur'an, istenildiði kadar
mesajý engellenmeye çalýþýlsa da tahkim edilmiþtir ve kimse onun insanlara
ulaþmasýný önleyemez.
6. Allah her þeyi yaratandýr;
yaratýklarýna karþý çok merhametlidir ve o yarattýklarýný baþýboþ býrakmaz,
onlara doðru yolu gösterir; bu onun büyük bir fazlýdýr. Zaten hayat bir
imtihandýr, bir oyalanmadýr.
7. Peygamber de bir insandýr ve
aldýðý vahyi teblið eder.
8. Allah rýzýklarý dört günde
takdir etti; sonra kendisi duman halinde olan göðe yöneldi; yeri ve göðü yedi
gök olarak iki günde tamamladý ve her bir gökte kendi emrini vahy etti; dünya
göðünü de kandillerle süsleyip donattý ve bir koruma altýna aldý. Ýþte bu üstün
ve güçlü olan, bilen Allah'ýn takdiridir. O halde nasýl O'na ortaklar koþa-biliyorlar?
Allah'a karþý edepsizlik edip de Resulünü tanýmýyorlar ve, "O dileseydi
bize melek gönderirdi" diye yalanlýyorlar? Veya Kur'an'ý Arapça diye
küçümsüyorlar?
9. Müminler, kâfirlerin bu
dünyadaki geçici üstünlüklerine aldýrmasýnlar. Þeytan ve dostlarý bir tarafta,
müminler ve melekler bir ta-aftadýr. Müminler, cennete gitmekle müjdelenirler
ve onlara, "Orada artýk tüm sýkýntýnýz, çileniz bitti, sonsuz nimetler
sizin," denilir. Oysa kâfirler "bir yolcunun aðaç gölgeliðinde
dinlenmesi gibi olan þu kýsacýk oyalanma dünyasýndan" sonra cehennem'e
giderler. Onlar da orada ebedî kalýcýdýrlar.
Sûrenin ilk
âyeti, huruf-ý mukattaa’dýr. Bununla alâkalý önceki sûrede açýklamada
bulunmuþtuk.
1. “Ha-Mîm”
Allah,
kitabýný dilediði biçimde gönderir. Allah sözlerine istediði biçimde baþlar.
Kullarýna düþen sadece teslimiyettir. Yâni, “ya Rabbi kitabýný þöyle
indirmeliydin! Bize þöyle hitap etmeliydin! Kitabýný filân dille
göndermeliydin! Ya da vahyini içimizden falana indirmeliydin! Peygamberini
bizim aramýzdan seçmeliydin! Bizi þunlarla sorumlu tutmalýydýn!” deme haklarý
yoktur. Allah dinini nasýl anlatmýþsa, söze nasýl baþlamýþsa, nelerle bizi
sorumlu tutmuþsa, itirazsýz teslim olmamýz gerekmektedir.
2. “Bu Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan
Allah tarafýndan indirilmiþtir.”
Bu kitap,
Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan gelme bir kitaptýr. Rahmân ve Rahîm olan Allah
bu kitabýný indirmiþtir. Yüceler yücesinden kitabýný inzâl buyurmuþtur. Ýnzâl,
tenzîl, tenzîl-i rütbe, indirmek demektir. Allah, kitabýný elinizin altýnda
olsun, size yakýn olsun diye indirmiþtir. Siz sürekli onunla beraber olasýnýz, ondan
istifade edesiniz, ona tutunarak yol bulasýnýz diye. Onunla çölde yol bulasýnýz,
ona tutunup çukurdan kurtulasýnýz, hayatýnýzý onunla düzenleyesiniz diye. Yaratýcýnýza
karþý sorumluluklarýnýzý bilip O’nun istediði gibi bir hayat yaþayasýnýz diye.
Dünyanýzý ve âhiretinizi mâmur edesiniz diye Rab-biniz size kitabýný indirmiþ,
kendi bilgisini ulaþtýrmýþtýr.
Öyleyse Allah sizi muhatap kabul
edip merhametinden dolayý kendi kelâmýný sizin elinizin altýna indirirken,
sakýn sizler onu hep kaldýrmadan yana olmayýn. Yâni o kitap sürekli elinizde
olsun, sürekli elinizin altýnda bulunsun. Siz de onu hayatýnýza indirin. Siz de
onu hukukunuza, eðitiminize indirgeyin. Kazanmanýza, harcamanýza, hukukunuza,
eðitiminize, siyasal yapýlanmanýza, kýsacasý tüm hayatýnýza, tüm beþerî
iliþkilerinize indirgeyin. Allah’ýn yaptýðýnýn tersini yapmayýn. Allah
indirirken siz kaldýrmadan yana bir tavýr almayýn. Kur’an’a karþý hürmet, onu
yukarýlara kaldýrmak deðildir. Kur’an’a karþý hürmet, onu sürekli el altýnda
tutmak, sürekli bakýlacak, sürekli okunacak, müracaat edilecek bir konumda
tutmaktýr.
Kitabýn
indiriliþiyle birlikte, kitabýn indiriliþinin zikriyle birlikte, hemen
Rabbimizin Rahmân ve Rahîm oluþunun da zikredildiðini görüyoruz. Kitabýn inzalinin
hemen yaný baþýnda Rabbimizin Rahmân ve Rahîm oluþunun gündeme getirilmesinden
anlýyoruz ki, bu kitap Rah-mân ve Rahîm olan bir kaynaktan gelmektedir. Bu
kitap, Rabbinizin Rahmân ve Rahîm sýfatlarýnýn tecellisidir. Yâni bu kitabýný
Rabbiniz size rahmetinin gereði olarak indirmiþtir. Size merhamet ettiði, size
acýdýðý, sizin yeryüzünde ne yapacaðýnýzý bilmez bir vaziyette bocalamanýza
razý olmadýðý için, rahmetinin gereði olarak Rabbiniz size bu kitabý
vasýtasýyla kendi bilgisini indirmiþtir. Eðer Allah size merhamet buyurup da bu
kitabý vasýtasýyla kendi bilgisini indirmeseydi, sizler karanlýklar içinde ne
yapacaðýnýzý bilmez bir vaziyette kalýrdýnýz.
O Rabbiniz
ki, rahmeti gereði sizi yaratan, sizi yoktan var eden, yaratýlýþ öncesi sizin
için dünyada her þeyi hazýrlayan, sizin için tüm þartlarý hazýrlayan, yaratýlýþ
sonrasý için de size rýzýk verip sizi doyuran, sizi yaþatan ve bir de hayatýnýzý
düzenlemeniz için size kitap gönderen Rabbinizdir. Þimdi kendilerine karþý
rahmet olarak gönderilen bu kitaba karþý kayýtsýz, ilgisiz kalan, hattâ onu
inkâr eden, bu hayat programýndan habersiz bir þekilde kendilerine hayat programý
yapmaya kalkýþan kimselerden daha zalim kim vardýr? Kendilerini bu kitaptan, bu
kitabý kendilerinden uzak tutan insanlardan daha zalim kim olabilir? Rabbleri
kendilerine acýdýðý için karanlýklarda kalmasýnlar diye bir hayat programý gönderiyor,
kendilerini muhatap kabul edip kendi bilgisini gönderiyor onlara, onlar ise bu
rahmet kaynaðýna karþý ilgisiz kalarak, kendilerini Rabblerine kulluk
ortamýndan uzaklaþtýrarak baþkalarýna kulluða koþuyorlar. Bundan daha büyük bir
zulüm, bundan daha büyük bir nankörlük olur mu?
Bu kitap,
Rahmet kaynaðý olan, kullarýna karþý sonsuz Rahmet ve merhamet sahibi bir Allah’tan
gelmiþtir. Kullarýna rahmetinin gereði olarak bu kitabýný göndermiþtir
Rabbimiz. Bu kitabýn geliþi sadece bu kitaba iman edenler için deðil, tüm
âlemler için bir rahmettir. Sadece bu kitaba iman edip onunla amel eden, bu
kitabý kendilerine hayat programý yapan mü'minlere deðil, ayný zamanda bu
kitabý reddedip onunla diyalog kurmaya yanaþmayan insanlar için de rahmettir bu
kitap. Sadece insanlar için deðil, ayný zamanda tüm canlýlar için de bir
rahmettir.
Ama
insanlarýn tamamý bu kitabýn rahmetinden, bu kitabýn hidâyetinden istifadeye
yanaþmayacaklarý için, kýyâmete kadar bu rahmetten mahrum kalmaya devam edenler
de olabilecektir elbette. Evet, bu kitap Rahmân ve Rahîm olan bir Allah’tan
gelmedir. “Öyleyse ey bu kitabýn muhataplarý, bu kitabý reddederken bilesiniz
ki Beni reddediyorsunuz, onu size getiren peygamberi deðil,” buyurarak, bir taraftan
bu kitabýn kâfirleri tehdit edilirken, öbür taraftan da, “ey peygamberim, bu
insanlar inanmýyorlar diye, reddediyorlar diye sakýn kendi kendini yiyip
bitirecek bir noktaya gelme. Çünkü bunlar, bu inkâr edenler seni deðil, beni
inkâr ediyorlar,” buyurularak peygamber (a.s) teselli ediliyordu.
3. “Bu, Arapça bir Kur’an olarak
âyetleri bilen bir kavim için, ayýrt edilip açýklanmýþ bir kitaptýr.”
Bu bir
kitaptýr, bir yazgýdýr. Ferdin, ailenin, toplumun yazgýsý, alýn yazýsý, hayat
programýdýr. Tüm kâinatýn alýn yazýsý ve hayat programýdýr bu kitap. Ya da
kitap, kitâbe demektir. Yâni üzerinden asýrlar geçse de, karlar, boralar,
fýrtýnalar esse de bozulmayacak, silinmeyecek, yok edilemeyecek, kýyâmete kadar
kimsenin deðiþtiremeyeceði, yok edemeyeceði, kalpte olan, kabulde olan ve
Levh-i Mahfuz’dan dünyaya yansýyan bir kitâbedir bu. Zaman onu ezip
bozamayacak, tarih onu silip süpüremeyecektir.
Bu kitap,
Arapça bir okunak olarak indirilmiþtir. “Peki neden Arapça?” demenin anlamý
yoktur. Allah, kitabýný istediði þekilde gönderir, kimsenin O’na bu konuda
hesap sorma, yol gösterme hakký yoktur. Arapça deðil de meselâ Ýngilizce olarak
gönderseydi Rabbi-miz, bu defa da neden Ýngilizce? diye sorulacaktý. Bu sorunun
arkasý gelmeyeceðine göre, elbette Allah bunu bir dil üzerine gönderecekti ve
belki de diðer dillere nazaran tüm insanlýk Arapça telaffuza müsait yaratýldýðý
için Arapça göndermiþtir diyoruz. Herkes, her millet namazlarýnda Fâtiha’yý
Arapça okuyabilmektedir.
Bir de
bilen insanlar için, aklý baþýnda kimseler için her þeyi açýk açýk ortaya koymuþtur.
Hak ve bâtýl, doðru ve yanlýþ fâsýlalý fâsýlalý anlatýlmýþtýr. Âyetlerle
fâsýlalý, sûrelerle fâsýlalý, konularla fâsýlalý olarak uzun uzun anlatýlmýþtýr.
Onda her konuya ait uygulayabileceðiniz hükümler vardýr. Rabbimiz bu kitabýnda
anlattýklarýný tekrar tekrar anlatmýþ, bir yerde anlatýlan baþka bir yerde bir
daha anlatýlmýþtýr. Meselâ Rabbimiz âhireti anlatmýþ, araya baþka konular
koymuþ, sonra dönüp ayný âhireti bir daha, tafsilatlý olarak anlatmýþtýr. Hiçbir
þüpheye ve tereddüde mahal býrakmayacak biçimde her þey tafsilatlý olarak
anlatýlmýþtýr. Ýnsan yeryüzünde nasýl yaþamalýdýr? Rabbi ile nasýl bir iliþki
içinde bulunmalýdýr? Çevresiyle nasýl bir uyum saðlamalýdýr? Diðer varlýklara
karþý yeri ve görevleri nelerdir? Hayatýna nasýl bir program yapmalýdýr? Nasýl
mutlu olur? Nasýl huzursuz olur? Rabbine karþý nasýl kulluk yapmalýdýr? Hangi
yol kendisini dünyada felâkete, âhirette de cehenneme götürür? Nasýl bir hayat
programý kendisini dünyada saadete, âhirette de cennete götürür? Bunlarýn
tamamý açýk açýk bu kitapta ortaya konmuþtur. Ýnsanlarýn, þu konu bizim için bu
dünyada müphem kalmýþ, bu konuda nasýl davranacaðýmýzý bilemiyoruz, diyebilecekleri
hiçbir þey yoktur.
Tüm
asýrlarýn, tüm zamanlarýn ve mekânlarýn, tüm insanlýðýn ve tüm varlýklarýn
ihtiyaçlarý, hareket tarzlarý, hayat programlarý bu kitapta açýk açýk
anlatýlmýþtýr. Ama unutulmamalýdýr ki, bu kitapta her þeyin fâsýlalý fâsýlalý,
tafsilatlý tafsilatlý anlatýlmasý Allah’tan korkanlar içindir. Yâni akýllarýný
kullanýp, bu kitabý hidâyet rehberi bilip, bu kitabý hayat programý bilip ona
müracaat edenler içindir. “Ben bunsuz müm-kün deðil yol bulamam. Mümkün deðil
ben bunsuz yaþayamam. Bunsuz ben asla mutlu olamam. Hayatý hayatýn sahibine
sormadan asla yaþayamam. Yolu yol bilene sormadan, yol bilenin elinden tutmadan,
yol bilenin gönderdiði haritayý ele almadan, pusulaya müracaat etmeden mümkün
deðil ben yolumu bulamam,” diyen insanlar içindir. “Beni yaratan, beni bu
dünyaya getiren, beni yaþatan, benim yaþamam için yeryüzünde her türlü þartlarý
hazýrlayan ve sonunda da elimde olmadan beni öldürüp hesaba çekecek olan Rabbim,
elbette benim nasýl bir hayat yaþamam gerektiðini benden daha iyi bilir,” diyerek
onun kitabýna müracaat eden kiþiler içindir bütün bu âyetler. Bu kitabýn, bu
âyetlerin kýymetini ancak onlar bilebilirler.
Kitabýn tüm
bu açýklamalarý, bilen insanlar içindir. Aklýný ve kalbini ona açanlar ve onu
kendileri için hidâyet kaynaðý, hayat programý bilenler içindir. Yâni bunun manasý,
bu kitabýn kýymetini bilenler bundan istifade edeceklerdir, bir de bu kitap
sayesinde insanlar bilen olacaklardýr demektir.
Evet, bu
kitabý bilenler âlimdir, bu kitapla beraber olanlar bilgindir. Kur’an-ý Kerîm’deki
bu tür âyetlerin anlamý budur. Yâni bunu bilenler âlimdir, bundan haberdar
olanlar fakihtir, bununla beraber olanlar akýllýdýr gibi. Öyleyse bu kitabý
tanýmayanlar, bu kitaptan habersiz bir hayat yaþayanlar ne olurlarsa olsunlar,
kim olurlarsa olsunlar cahildirler. Yeryüzün en âlimleri bu kitabý tanýyan, bu
kitaba inanan ve bu kitap kaynaklý bir hayat yaþayan mü’minlerdir. Dünyanýn en
cahil insanlarý da bu kitaptan mahrum kalmýþ kâfirlerdir.
Rabbimiz,
kitabýnýn bir âyetinde bu kitabýný bize tanýtýrken: olarak tanýtýr. “Ýnsanlar
için hidayet kaynaðýdýr,” buyurur. Baþka bir yerde, ayný kitabýn Bakara
sûresinde de: diye tanýtýr. “Bu kitap muttakiler için hidayettir. Muttakiler
için yol göstericidir,” buyurulur.
Bu kitap, bütün insanlýða hidâyet
için gelmiþtir. Fakat bu hidâyetten istifade edebilmenin bir þartý var, o da
muttakî olmaktýr. Kur’-an’dan istifade edebilmenin birinci þartý, muttakî
olmaktýr. Nedir takva? Kimdir muttaki? Takvâ, Allah’ýn korumasý altýna girmek demektir.
“Allah’ým ben yolumu bulamýyorum, sen bana yolumu gösteriver. Ben kendime hayat
programý yapamýyorum, sen bana hayat programýný gösteriver,” demektir. Yâni takvâ,
yolunu, hayatý nasýl yaþayacaðýný Allah’a sormak, Allah’ýn korumasý altýna girmek
demektir. Takvâ, Allah’la yol bulmak demektir. Yolunu Allah’la bulmak, Allah’a
sorarak, Allah’a danýþarak yol bulmak demektir. Takvâ, yolunu bulabilmek için
Allah’ýn kitabýna müracaat etmek demektir. Allah’ýn kitabýnýn yegâne yol
gösterici, ve tek hayat programý olduðunu kabullenmek demektir. Takvâ,
peygamber modeliyle hareket etmektir. Kur’an-ý Kerîm’de takvayý böyle anlatan
pek çok âyet görüyoruz.
Allah’ýn
kitabýna bu gözle bakmayan insanlar kesinlikle ondan istifade imkânýný
kaybedeceklerdir.
4. “O, müjdeleyici ve uyarýcý olarak
gönderilmiþtir. Fakat insanlarýn çoðu yüz çevirmiþlerdir. Artýk onlar gerçeði
iþitmezler.”
Bu kitap
müjdeci ve uyarýcýdýr. Bu kitabýn böyle bir özelliði var. Bu kitap kendisine tâbi
olup onun istediði gibi bir hayat yaþayanlarý dünyada mutluluk ve huzur,
âhirette de cennet ve devletle müjdeler, ondan habersiz yaþayanlarý da dünyada
rezillik, âhirette de cehennem ve ateþle uyarýr. Bu kitap müjdenin sebebini ve
uyarýnýn neticesini anlatýr. Yâni cennet ve cehennemi anlatýr. Kulluðun da,
isyanýn da âkýbetlerini açýk açýk haber verir. “Siz bilirsiniz, ister bu kitapla
beraber olup bu kitabýn gösterdiði yoldan gidip sonunda cennete ve devletlere
erersiniz, isterseniz de kendi bildiðiniz gibi yaþayýp cehennemi boylarsýnýz”
diyerek insanlarý müjde ve uyarýyla karþý karþýya getirir. “Ama hal böyleyken
insanlardan pek çoðu bu kitaptan yüz çevirmiþlerdir, bu kitabýn müjde ve
uyarýlarýyla ilgilenmemiþlerdir,” diyor Rabbimiz. Artýk onlar asla gerçeði
iþitmezler, iþitemezler.
Rabbimiz,
birinci gruptaki o kitaptan istifade edebilecek insanlar için «w[¬TÅBW²V¬7
›®G; buyurmuþtu, bu kitaptan istifade edemeyecekler için de –YQ«W²K«< ž¸ ²vZ«4 diyor.
“Onlar iþitmezler,” diyor. Kitap karþýsýnda ikinci bir grup insan vardýr. Kendilerine
arz edilen Kur’an karþýsýnda ikinci grup insan, Bakara sûresinde þöyle anlatýlýr:
“Kitap kendilerini ha uyarmýþ ha
uyarmamýþ (fark etmez) müsavî olanlardýr.”
(Bakara 6)
Kitap kendilerine ha ulaþmýþ ha
ulaþmamýþ, Kur’an diye bir kitap evlerinde ha var ha yok, yeryüzüne böyle bir
kitap ha gelmiþ ha gelmemiþ fark etmez yaþayanlar, kitaplarýna karþý nötr davrananlar,
ilgisiz ve kayýtsýz yaþayanlar, kitaplarýndan habersiz hayat programý yapanlar.
Yanlýþ hatýrlamýyorsam Þuayb’ýn (a.s) kavmi de Þuayb'a (a.s) ayný þeyi söylüyordu:
“Onlar dediler ki, sen öðüt versen de, vaaz
edenlerden olmasan da bizce müsavidir.”
(Þuarâ 136)
Yâni “ey
Þuayb! Ýster vaaz et, ister vaaz etme! Ýster anlat, ister anlatma! Ýster uyar,
ister uyarma! Bizim için fark etmez, çünkü
biz kesinlikle seni dinlemeyecek ve sana inanmayacaðýz!” diyorlardý.
Yâni vaazýn, uyarýnýn varlýðýyla yokluðunu müsavî kabul ediyorlardý. Peygamberin
varlýðýyla yokluðu, Kitabýn varlýðýyla yokluðu müsaviydi onlar için. Kitap ha
var ha yok fark etmezdi. Peygamber kendilerini ha uyarmýþ ha uyarmamýþ, kendilerine
kitap ha bir þeyler demiþ ha dememiþ fark etmezdi onlar için. Yeryüzüne böyle
bir kitap, böyle bir peygamber ha gelmiþ, ha gelmemiþ fark etmezdi.
Dünyalarýnda kitap, peygamber yoktu. Böyle insanlar ne kadar çok þu anda deðil
mi? Ne yazýk ki müslümaným diyen insanlardan pek çoðu þu anda böyledir. “Kitaba
inanýyoruz” diyorlar, ama kitaptan haberleri yok. Peygamberimiz var diyorlar,
ama ne yazýk ki peygamberden haberleri yoktur. Kitaplarýndan ve
peygamberlerinden habersiz bir Müslümanlýk yaþadýklarýný zannediyorlar.
Buna göre Kitap karþýsýnda ikinci
bir grubunun varlýðýný an-lýyoruz. Ama bunu demeden önce burada bir yanlýþýmýzý
söyleyelim: Maalesef Müslümanlarýn þöyle bir yanlýþý olmuþ: Sanki Kur’an’da anlatýlan
mü'min, muttaki, muvahhid, sabýrlý, mücahid, cihad edici, namaz kýlýcý insanlar
sanki biziz. Bunlardan söz ederken Kur’an garanti bizi anlatýyor. Halbuki
yýllar yýlý þunu da öðretmiþlerdi Müslümanlara: Cennetlik olmayý kim garanti
görürse dinden çýkar. Nerden bildin onun sen olduðunu? Nerden bildin kesinlikle
oraya lâyýk olduðunu? dememiz gerektiðini biliyoruz. Bunu da bildiðimiz halde,
yine de Kur’-an’da anlatýlan her güzel sýfatýn sahibinin kendimiz olduðunu
zannetmiþiz. Ondan sonra da Kur’an’da nerede kâfir, putperest, fâsýk, facir,
münâfýk, müþrik anlatýldý mý da hep baþkalarý zannedilmiþ, hep karþýdakiler
zannedilmiþ, hep baþkalarýnýn üzerine atýlmýþ. Oysa, acaba bu anlatýlanlar ben
miyim? Bu sýfatlar bende var mý? Acaba bu âyet beni mi anlatýyor? demek zorundayýz.
Hz. Ömer
efendimiz, Aþere-i Mübeþþere’den olduðu halde “acaba burada anlatýlan münâfýk
ben miyim,” diyor ve uykularýný kaybediyordu. “Acaba Rasûlullah’ýn haber verdiði
münâfýklarýn içinde ben de var mýyým,”
diye için için muhasebesini yapýyordu. Elbette bir insan olarak, bir mü'min
olarak öyle düþünecekti ve zorlanacaktý, zorlayacaktý kendini.
Þimdi bu
manada kendimize bir bakalým: Kur’an karþýsýnda olunca, Kur’an kendisine Kur’an
arz edilince Kur’an’la karþý karþýya gelince insanlar iki gruba ayrýlýyor:
1. Bakara
sûresinde muttakîler, burada da bilenler, aklý olanlar... Yâni Kur’an’ý dinleyenler,
Kur’an’ý iþitenler, Kur’an’la uyarýlanlar. Kur’-an’ýn uyarýsý karþýsýnda uyarýlanlar,
Kur’an’la yol bulanlar, yollarýný Kur’an’la bulanlar, Kur’an’la kendilerine
çeki düzen verenler, Kur’an’la hareket edenler. Yaptýklarýný ve yapmadýklarýný
Kur’an’dan alanlar. Kur’an kaynaklý, Kur’an endeksli bir hayat yaþayanlar.
2. Ýkinci grup
insan ise kendilerine Kur’an arz edilince, Kur’an’la karþý karþýya gelince,
Kur’an’ý duyduklarý zaman, Kur’an karþýsýnda:
“Küfredenlere (hakký örtbas edenlere)
gelince uyarsan da uyarmasan da müsavîdir onlar için. Onlar iman etmezler.”
(Bakara 6)
Burada
anlatýldýðý þekliyle söylersek, iþitmeyenler, kulak verip dinlemeye
yanaþmayanlar, Kur’an’la henüz tanýþmayanlar. Kur’an’ý ellerine almayanlar,
Kur’an’dan haberdar olmayanlar, yâni Kur’an ha var ha yok fak etmez diyenler, dünyada
Kur’an diye bir kitap ha var ha yok fark etmez yaþayanlar, Kitaplarýnýn içinde
Fussilet diye bir sûre ha varmýþ, ha yokmuþ fark etmez diyenler, Kur’an’ýn
uyarýsý karþýsýnda nötr davrananlar, Kur’an’la diyalog kurma gereði duymayan,
onu anlama, tanýma lüzumu duymayan, Kur’an’sýz yaþayan, Kitaplarýndan habersiz
yaþayan, Kitaplarýndan habersiz kendilerine hayat programý yapmaya çalýþan, Kitaplarýndan
yüz çevirip onu duymak, dinlemek istemeyen, Kitaplarýnýn anlattýðý müjde ve
uyarýlar istikâmetinde bir hayat programý takip etmeyen insanlar.
Þimdi
kendimize bir bakalým: Kur’an bizi uyarýnca, yâni biz Kur’-an’la karþý karþýya
gelince, Kur’an’ýn mesajý bize ulaþýnca, eðer Kur’-an bizi ha uyarmýþ, ha
uyarmamýþ, böyle bir sûre Kur’an’da ha varmýþ ha yokmuþ, bizim için denkse,
müsaviyse, o zaman Allah korusun biz de bu ikinci gurubun içindeyiz demektir.
Bakýn bu
ikinci grupta olan, Kur’an’ýn uyarýsý, bu Kur’an âyetleri karþýsýnda kimi
insanlar derler ki:
5. “Onlar: “Ey Muhammed! Senin bizi
dâvet ettiðin þeye karþý kalplerimiz kapalýdýr. Kulaklarýmýzda da bir aðýrlýk
vardýr. Seninle bizim aramýzda anlaþmamýza engel bir de perde vardýr. Sen
istediðini yap, çünkü biz de istediðimizi yapýyoruz” dediler.”
Allah’ýn
Resûlüne: “Ey Muhammed! Bu senin bizi dâvet ettiðin mesaja karþý bizim
kalplerimiz kapalýdýr” diyorlar. Birkaç manasý vardýr bunun:
1. Bu
adamlar ya, “ey peygamber! Senin bize getirdiðin bu kitabýn dâvetinin bizim
kalplerimize ulaþmasý mümkün deðildir, sanki bizim kalplerimiz izole edilmiþ,
senin söylediklerin girmiyor. Biz senin dediklerini, okuduklarýný anlayamýyoruz,”
diyorlardý. Yâni, “aramýzda engel var, aramýzda örtü var. Bizi kendi halimize
býrak, senin getirdiðin bu kitapla bizim aramýzda uçurumlar var. Bizim þu anda
yaþadýðýmýz hayat senin getirdiðin bu mesajý dinlememize engeldir. Zevklerimiz,
hedeflerimiz, sosyal hayatýmýz, meslek hayatýmýz, ekonomi anlayýþýmýz, siyasal
yapýlanmamýz, kýlýk-kýyafet ve hukuk anlayýþýmýz se-ni dinlememize engel
oluyor. Senin bizim þu anda yaþadýðýmýz ve alýþtýðýmýz hayatýmýza ters düþen
mesajýna kesinlikle kulak vermeyeceðiz. Sen bildiðin gibi yaþa, ama bizi de
kendi halimize býrak, biz de bildiðimiz gibi yaþayalým,” diyorlardý.
2. “Ey
Muhammed! Senin getirdiðin bu kitap, bu mesaj seninle bizim aramýzda tefrika
çýkardý. Bundan sonra, senin böyle bir mesajý getirmenden sonra artýk seninle
birleþmemiz asla mümkün deðildir. Buna kesinlikle imkân kalmamýþtýr!” diyorlardý.
3. “Ey
peygamber! Senin bizimle, bizim de seninle herhangi bir ilgimiz, alâkamýz
yoktur! Biz ayrý, sen ayrý dünyalarýn insanlarýyýz. Senin düþüncen, senin
anlayýþýn, senin hayatýn ayrý, bizimkiler ayrý,” diyorlardý. “Sen nasýl kendi
yolunu, kendi dâvâný takip ediyor, kendi yolundan vazgeçmiyorsan, biz de kendi
yolumuzdan, kendi dâvâmýzdan vazgeçmeyeceðiz,” diyorlardý. “Sen nasýl bizi ve
hayatýmýzý, bizi ve düþüncelerimizi, bizi ve hayat programýmýzý reddediyorsan,
bilesin ki biz de sana muhalefetten, senin yolunu kesmeye çalýþmaktan vazgeçmeyeceðiz,
bu uðurda elimizden gelen her þeyi yapacaðýz,” diyor-lardý.
Rabbimiz, Bakara
sûresinde de münâfýk Yahudilerin ayný þeyi söylediklerini anlatýr:
“Ey Muhammed! Bizim kalplerimizde kýlýf
vardýr.”
(Bakara 88)
Burada da
Yahudilerin ayný þeyi söyledikleri anlatýlýr. “Bizim kalplerimiz kýlýflýdýr, kalplerimiz
örtülüdür bizim. Biz anlamýyoruz! An-layamýyoruz senin ne dediðini. Bizi neye
çaðýrdýðýný, bize nasýl bir me-saj ulaþtýrdýðýný, bizi nasýl bir hayata
çaðýrdýðýný anlamýyoruz, anla-yamýyoruz,” diyorlar. Yahudiler, dinlemek
istemiyor, anlamak istemi-yor, duymak ve görmek istemiyorlardý. Kalplerinin
kýlýflý olduðunu söyleyerek hem peygamberle alay ediyorlar, hem de kendilerini
çok alçak bir hayata indirgemek istiyorlardý. “Kalbimizde kýlýf var, kalbimiz
örtülüdür bizim,” diyorlardý. Bunu þöyle anlamaya çalýþýyoruz:
1.
Ellerinde kitaplarý olduðunu söylemeye çalýþýyorlardý. Yâni, “ey Muhammed!
Bizim amel edecek, okuyacak, bilgilenecek elimizde kitabýmýz var. Bizler
elimizdeki bu kitabýmýz sayesinde kesin bilgiye, doðru bilgiye sahibiz. Bunun
için baþkasýna ihtiyacýmýz yoktur. Bizim elimizde bu Tevrat’ýmýz olduðu sürece
seninkine ihtiyacýmýz yoktur,” demeye çalýþýyorlardý.
2. “Kalplerimiz
kýlýflýdýr, kalplerimiz kapalýdýr. Yâni senin çaðýrdýðýn düþünceye, senin dâvet
ettiðin ilkeleri anlamaya, dinlemeye ihtiyacýmýz yoktur,” demek istiyorlardý.
Ýbni Abbas’ýn ifadesiyle, zaten bizim kalplerimiz bilgi ile doludur.
Kalplerimiz bilgi küpü haline gelmiþtir. Kalplerimiz bilgi ile dolmuþtur. Ona
yeni bir dâvâ nüfuz edemez. Yeni bir dâvete, yeni bir kitaba, yeni bir
bilgilenmeye icabet edemez kalplerimiz. Yâni o kadar bilgi ile dolu ki kalplerimizde
bir damla bile bir þey alacak yer yoktur. Kendi bilgilerini, kendi
anlayýþlarýný, kendi düþüncelerini yeterli görüyorlar ve Kur’an’a ihtiyacýmýz
yoktur,” diyorlardý.
Günümüzde
kendi bilgilerini, düþüncelerini, metotlarýný, kitaplarýný yeterli görüp, “bizim
Allah’ýn Kuranýna ihtiyacýmýz yoktur, bizim hadis kitaplarýný okumaya ihtiyacýmýz
yoktur,” diyen kimi müslümanlar gibi. Ellerindeki kitaplara, efendilerinin,
liderlerinin, üstatlarýnýn, siyasilerinin, yazar-çizerlerinin kitaplarýna
güvenerek, onlara yönelerek Allah’ýn kitabýna ihtiyaçlarýnýn olmadýðýný söyleyen
mü’minler gibi.
3. Bir de
bu yeni dinin sorumluluklarýndan kendilerini kurtarabilmek için, belki de
kendilerini aptal yerine, ahmak yerine koyuyorlardý. “Biz gerçekten senin ne
demek istediðini, bu Kur’an’ýn ne demek istediðini anlayamýyoruz,” diyorlar ve
bunu anlayabilecek, kavrayabilecek zekâya, anlayýþa, kavrayýþa sahip
olmadýklarýný söylüyorlardý. Böyle bir sorumluluktan kurtulabilmek için
kendilerini aptal ye-rine, geri zekâlý yerine koyuyorlardý. Þimdi de öyle mi? Allah
korusun Müslümanlardan kimileri: “Ben ha! Yâni bu kitabý okuyacak, bu kitabý
anlayacak ve çocuklarýma anlatacaðým ha! Biz kim, bu kitabý anlamak kim! Biz
kim, Rasulullah’ýn hadislerini anlamak kim! Onu ancak büyük zatlar anlar,”
diyerek Kitabý ellerine bile almaktan çekinenler de aynen ° diyen Yahudiler
gibi mi diyorlar? Allah korusun, bu þekilde Allah’a iftira ediyorlar.
Halbuki
Allah, “sizin güç yetiremeyeceðiniz bir þey emretmedim,” diyor. Bunlarsa: “Hâþâ
ya Rabbi! Sen bizim anlayamayacaðýmýz, kavrayamayacaðýmýz bir kitap göndererek
bizi onunla sorumlu tutmuþsun,” diyerek Allah’a iftira ediyorlar. Çok parasý olup
da kendisinden bir þey istemeye gelenlere karþý kendilerini sorumluluktan kurtarabilmek
için kendilerini fakir göstermeye çalýþanlar da öyle deðil mi? “Haydi þuraya
yardým et!” denince: “Ben ha! Ben yardým edeceðim ha! Nasýl yapalým kardeþim?
Elimizde avucumuzda bir þey yok ki yardým etsek!” diyerek kendilerini sorumluluktan
kurtarabilmek için fakir göstermeye çalýþan insanlar da böyledir. Veya, “kardeþim
sen de çocuklarýna bu âyet ve hadisleri duyurmak zorundasýn,” denince,
kendisini güya sorumluluktan kurtarabilmek için: “Ben ha! Yahu ben ne biliyorum
ki anlatayým? Benim bilgim ne ki anlatayým?” diyerek sanki kendilerinin
aðýzsýz, dilsiz ve beyinsiz olduklarýný söylemeye çalýþanlar da galiba bunun
gibidir.
Aðzý var adamýn, ama sanki yok.
Paradan söz etmeye gelince aðzý var, ama Kur’an anlatmaya gelince sanki aðzý
yok. Veya peynirin küflüsünü, turþunun modelini bilmeye, balýn güzelini tanýmaya
gelince aðýz var, ama çocuklarýna hadis anlatmaya gelince sanki aðzý yok.
Bunlar da öyle diyorlardý: “Biz kim bunu anlamak kim! Bizim meclislerimizde
okuduðumuz, elimizden düþürmediðimiz, gerekli bilgilenmeyi saðlayabildiðimiz
kendi kitaplarýmýz var. Biz onlarý okur, onlardan bilgileniriz, baþkasýna
ihtiyacýmýz yoktur. Ayrýca Kur’an okumaya da gerek kalmamýþtýr,” diyenler de
ayný þeyi mi söylüyorlar? Allah korusun.
Evet,
kâfirler ve Yahudiler diyorlardý ki, “kalplerimiz doludur, kalplerimiz
kýlýflýdýr. Bizim buna ihtiyacýmýz yoktur. Biz imanýmýzda, yolumuzda,
dâvâmýzda, geleneklerimizde öylesine sabit bir inançtayýz ki, hayatýmýzdan
öylesine memnunuz ki, bunun aksine söylenecek hiçbir þeyden etkilenemeyeceðiz.”
Týpký bugün hayatlarýndan memnun görünüp, “bizim ne kitaba, ne de sünnete
ihtiyacýmýz yoktur” tavrýný sürdüren, hayatlarýný sorgulamaktan kaçan kimi
müslümanlar gibi.
Hattâ
kimileri talebelerine, müritlerine, kendilerini dinleyenlere sýký sýkýya tembih
ediyorlar: “Sakýn bu adamlarýn kitaplarýný okumayýn! Sakýn þu þu kiþilerin
konuþmalarýný dinlemeyin!” Ne olur ne olmaz, belki dinlerler de kalplerinin
kýlýflarý parçalanýverir. Kalplerine yerleþtirdiðimiz týkaçlar açýlýverir de
onlar da öyle düþünmeye baþlayýverirler diye, kendi cemaatlerine tembihte bulunuyorlar.
“Sakýn o adamlarýn derslerini dinlemeyin. Sakýn bu adamlarýn kitaplarýný
okumayýn. Sakýn Kur’an-sünnet dinlemeyin, sakýn tefsir okumayýn. Çünkü sizler
onlarý anlayamazsýnýz,” diyorlar.
Vahiy
karþýsýnda nötr davranan, Peygamber karþýsýnda bu tavrý sergileyen bu insanlara
Bakara sûresinde Allah diyor ki: “Hayýr hayýr, aksine onlarýn kalpleri kýlýflý
filân deðil, onlar kalplerini kendileri kýlýflamýþlar, kendileri
kýlýflatmýþlar.” Kitap, peygamber, peygamberin mesajý karþýsýnda kendilerini
büyük gören, müstekbir gören, mallarýna, makamlarýna, cemaatlarýna, sosyal ve
ekonomik güçlerine güvenerek peygamberi güçsüz ve zayýf gören insanlardýr
onlar. Týpký bugünküler gibi.
“Kalplerimizde
izole vardýr. Seninle bizim aramýzda perdeler vardýr ve de kulaklarýmýzda da
aðýrlýk vardýr, týkaç vardýr.” Nasýl bir týkaç? “Hani namazda gözü olmayanýn,
ezanda kulaðý olmaz” diye bir söz vardýr deðil mi? Ýþte öyle bir þey. Hani
þimdi aklý namazda olmayan insanlar ezaný hiç duyarlar mý? Duymazlar deðil mi?
Meselâ cemaatta gözü olmayan bizler,ezaný duyabiliyor muyuz? Ezan okunup bittiði
halde haberimiz bile olmuyor deðil mi? Ýþte bunlarýn kulaklarý da böyleymiþ.
Yâni gözleri imanda, akýllarý amelde olmadýðý için duymu-yorlarmýþ adamlar.
Aslýnda duyuyorlar, ama duyduklarýyla kalplerinin irtibat kurmasýný istemediklerinde
duymuyor, duyduklarýyla ilgi kumru-yor, duyduklarýnýn gereðini yapmýyorlar.
6. “Ey Muhammed! De ki: “Ben sadece
sizin gibi bir insaným, ancak bana Ýlâhýnýzýn tek bir Ýlâh olduðu vahy ediliyor.
Artýk hep O’na yönelin ve ondan baðýþlanma dileyin.”
“Ben
sizlerden farklý birisi deðilim. Ben de sizin gibi bir kulum, bir beþerim. Bu
dinin, bu kitabýn sahibi ben deðilim. Bu konuda sizi zorlayamam. Sizin
kalplerinize nüfuz edip zorla bu mesajý size empoze edemem. Benim böyle bir
yetkim de, sorumluluðum da yoktur. Ancak bu mesajý dinlemek ve kabullenmek
isteyenlere ulaþtýrabilirim ben. Benim sizden farklý bir tek yönüm var: O da sizin
de, benim de Rabbim olan Allah tarafýndan bana vahyin gelmesidir. Rabbim sizin
de, benim de hayatýmýza karýþmayý murad etmiþ, bu konuda da beni odak nokta
seçmiþ ve bana kendi bilgisinden vahiy göndermektedir. Onunla hayatýmýzý düzenleyelim
diye bana kitap gönderiyor.
Rabbim bana gönderdiði o
mesajýnda diyor ki, sizin Ýlâhýnýz bir tek Ýlâhtýr. Rabbim bana vahy ediyor ve
bildiriyor ki kendisinden baþka Ýlâh yoktur. Kulluk edilmeye, sözü dinlenmeye
lâyýk tek Ýlâh O’dur. O’ndan baþkalarýný Ýlâh bilmeyin. O’ndan baþkalarýna
kulluk yapmayýn. Sýðýnýlacak tek varlýk O’dur. Kendisine dua edilecek tek
varlýk O’dur, O’ndan baþkalarýna sýðýnmayýn. Sözü dinlenecek tek varlýk O’dur,
O’ndan baþkalarýnýn koyduðu kanunlara ve kurallara itaat etmeyin. Hayatýnýzda
sadece O’nu memnun etmeye çalýþýn, yalnýz O’nun çektiði yere gidin, yalnýz
O’nun programýný icra edin.
O’na
doðrulun, O’na yönelmek isteyin. O’nun için kýyamý dileyin. O’na doðru kulluða
niyet edip doðrulun. Ama O’na, O’nun istediði ve O’nun lâyýk olduðu biçimde tam
kulluk yapamayacaðýnýza göre de O’na istiðfar edin. “Ya Rabbi ben bu kadarýný
becerdim. Sen bu yaptýklarýmý tam kabul ediver! Kusurlarýmý, eksiklerimi
görmeyiver, ciddiye alma ya Rabbi!” diye O’na istiðfarda bulunun ki, O sizin
kusurlarýnýzý görmesin, eksiklerinizi tam kabul buyursun.”
7. “Veyl olsun o müþriklere ki onlar
zekâtý vermezler ve âhireti de inkâr ederler.”
Vay o
müþriklerin haline! Veyl olsun onlara ki, onlar mallarýna Allah’ýn karýþacaðýný
kabul etmiyorlar. Mallarýnda Allah’ýn söz sahibi olduðunu bilmiyorlar ve bunu
iman haline getirmeye de yanaþmýyor-lar. Mallarýnýn sahibi olan Allah’ýn zekât
emrini yerine getirmek iste-miyorlar. Malla iliþkilerini o mallarýnýn da,
kendilerinin de sahibi olan Allah’ýn istediði gibi ayarlamaya yanaþmýyorlar.
Ya da
buradaki zekât, þu bildiðimiz zekât olabileceði gibi, tezkiye, tezekkî anlamýna
bir zekât da olabilir. Yâni onlar tevhidi anlamak ve kabul etmek sûretiyle
hayatlarýný temizlemeye yanaþmýyorlar. Sadece Allah’a kulluk yapmak sûretiyle
itikatlarýný temizlemeye yönelmi-yorlar. Tâðutlara, âdetlere, modaya ve
Allah’tan baþkalarýna kulluk iplerini koparýp yalnýz Allah’a kulluk ipini
býrakmak sûretiyle boyunlarýný ve nefislerini temizlemeye yanaþmýyorlar. Kalplerinde
Allah’tan baþka mabutlarý söküp atarak kalplerini temizlemeye yanaþmýyorlar. Anlýyo-ruz
ki, buradaki zekât imandýr, þirkten arýnmaktýr. Mânâ, bu adamlar Allah’a, Allah’ýn
istediði biçimde iman ederek þirkten arýnmak istemi-yorlar demek olacaktýr.
8. “Þüphesiz ki iman edip salih ameller
iþleyenler için bitmez tükenmez bir mükafat vardýr.”
Ama Allah’a
Allah’ýn istediði biçimde iman edip de bu imanlarýný amele dönüþtürenler, imanlarýný
gündeme getirme savaþý verenler, imanlarýnýn hayatlarýnda görüntülenmesinden
yana olanlara gelince, iþte onlar için gayr-ý memnun bir ecir vardýr. Bu gayr-ý memnun ecir ifadesinin bir kaç anlamý vardýr:
1. Sonsuz, bitmeyen,
tükenmeyen bir ecir, bir ücret, bir karþýlýk vardýr onlar için.
2. Ya da
baþ kakýntýsý olmayan bir ücret, baþ kakýntýsý olmayan bir ecir vardýr onlar
için. Yâni dünyadakilerin verdiði ücret gibi, “haydi haydi! Hak etmediniz ama
yine de size bunlarý veriyorum” demeyecek Allah da, “iþte bunlarý siz hak
ettiniz, amellerinizle hak ettiðiniz mükafat iþte budur,” diyecektir.
3. Bir
üçüncü manasý da, memnuniyetin de ötesinde bir ecirdir. Yâni, “yeter ya Rabbi!
Ben ne yapacaðým bu kadar nîmeti!” dedikçe, Allah’ýn daha fazlasýný vereceði
bir ecir, bir ücret var onlar için.
9. “De ki: “Siz yeryüzünü iki günde
yarataný gerçekten inkâr edip duracak mýsýnýz? Bir de ona eþler koþuyorsunuz
ha? O, bütün âlemlerin Rabbidir.”
O Allah ki,
yeryüzünü iki günde yaratmýþtýr. Yâni gökler de, yer de O’na teslim olmuþlar, O’na
boyun bükmüþlerken, yeryüzünün bir parçasý olan sizler O’na þirk koþuyorsunuz
öyle mi? Allah, sizin de, sizin semânýzýn da, arzýnýzýn da ve tüm âlemlerin de
Rabbi iken, tüm âlemler O’na boyun büküp teslim olmuþken, siz kendinize O’ndan
baþka Rabbler bulmaya çalýþacaksýnýz öyle mi? Þu üstünde gezdiðiniz,
yaþadýðýnýz yeryüzünün sahibi ve yaratýcýsý siz deðilsiniz Allah’týr. Þu anda
sahip olduðunuz ve istifade ettiðiniz her þeyin sahibi ve yaratýcýsý Allah’týr.
O zaman sizler þu anda kimin arzýnda yaþýyor ve kime kulluk yapmaya
çalýþýyorsunuz bunu hiç düþünmez misiniz? Kimin ekmeðini yiyip de kimin
kýlýcýný sallýyorsunuz? Hiç aklýnýz yok mu sizin?
Yeryüzünü yaratan Allah’týr.
Unutmayýn ki, Ýlâh olanýn, Rabb olanýn yaratýcý olmasý gerekir. Hani þu sizin Allah’a
denk tutmaya çalýþtýklarýnýz, Allah’a ortak yapmaya çalýþtýklarýnýz bir þey
yaratmýþlar mý? Sizi yaratan, sizin þu anda hizmetinize sunulmuþ bulunan her þeyi
yaratan Allah sizin Rabbiniz, sizin Ýlâhýnýz iken, sizin kendisine kulluk
yapmanýz gereken, boyunlarýnýzdaki ipin ucu elinde olmasý gereken, hayat
programýnýzý sadece O’ndan, O’nun kitabýndan almanýz gereken Rabbiniz iken,
nasýl oluyor da O’nu býrakýp da hiçbir þey yaratmayan, sizin yaratýlýþýnýzda en
ufak bir katkýsý olmayan, kendilerini bile yaratmamýþ olan, kendileri de Allah
tarafýndan yaratýlmýþ olan bir kýsým varlýklarý Allah’a ortak koþmaya
kalkýþýyorsunuz? Nasýl oluyor da onlarý dinliyor, onlara itaat ediyor, onlarýn
hayat programlarýna tâbi oluyor, onlara teþekkür ederek, onlara kulluk yaparak
Rabbinize karþý nankörlük yapýyorsunuz? Ne hakkýnýz var buna? Nereden aldýnýz
bu yetkiyi?
Rabbinizin
tek Rabb oluþuna sayýsýz delillerden, sayýsýz âyetlerden sadece iki tanesi, semâ
ve arz âyetidir. Bu iki âyeti yaratan Allah olduðu gibi, þu anda onlarýn düzenli
bir biçimde varlýklarýný ve fonksiyonlarýný yürüten de Allah’týr. Eðer böyle
olmasaydý düzen bozulur ve sizin hayatýnýz altüst olurdu. Yâni bu arz ve semânýn
düzenli bir biçimde hareket etmesi, ikisinin de bir sisteme boyun eðdiðini gösterir.
Yaratýldýklarý günden beri bu iki varlýk Rabblerinin emrine teslimken, Rabblerinin
emrine boyun bükmüþken, ey insanlar, söylesenize siz kime teslimsiniz? Siz
kimin arzularýna boyun büküyorsunuz? Hayat programýnýzý kimden alýyorsunuz? Kime
kulluk ediyorsunuz?
Evet, arz
ve semâ, Allah’a boyun bükmüþ Allah’ýn iki âyetidir. Üstelik bunu anlayabilmek
için uzun uzun araþtýrmalara da gerek yoktur. Ýnsanlarýn istifadesine sunulmuþ
bu iki âyeti her an müþahede etmektesiniz. O kadar ki, kör, saðýr, dilsiz biri
bile bu iki âyeti görmez-likten gelemez. Bu iþ elbette tesadüfî olamaz. Bu muazzam
düzen ne tesadüfe, ne kör tabiat kuvvetlerine, ne de kendilerini bile yaratmaktan
aciz olan, “egemenlik bizimdir,” diyen yeryüzü tanrýçalarýna verile-mez. Bu
düzeni kuran baþkasý deðil, sizin Rabbinizdir. O’ndan baþka da kulluk yapýlmaya
lâyýk Ýlâh yoktur. Bunu hiç bir zaman hatýrýnýzdan çýkarmayýn, diyor Rabbimiz.
Ama ne
gariptir ki, insanlardan kimileri Allah’ýn bu tür âyetlerinin üzerini örttükleri,
iþaret levhâlârýný kamufle ettikleri, Allah’ýn âyetlerinden habersiz
yaþadýklarý için, haktan, hakikatten, hidâyetten, dosdoðru yoldan yüz çeviriyorlar.
Allah’tan yüz çevirip baþkalarýna yöneliyorlar. Allah’a kulluk yapmalarý, Allah’ý
razý etmeleri gerekirken, baþkalarýna kulluk etmeye, baþkalarýný razý etmeye çalýþýyorlar.
Hayat programlarýný hayatýn sahibi olan Allah’tan almalarý gerekirken, baþkalarýnýn
hayat programlarýný alýp uygulamaya yöneliyorlar. Öyleyse ey peygamberim! Kavminin
bu þekilde senden ve senin getirdiðin mesajdan yüz çevirmelerine üzülme! Unutma
ki, bu tavýr sadece sana karþý bir tavýr deðildir. Senden önceki peygamberlere
de ayný tavýrlar sergilenmiþti.
Dikkat
ederseniz, âyet-i kerîmede arzýn iki günde yaratýldýðý vurgulanmaktadýr. Bu iki
gün, þu bizim bildiðimiz yirmi dört saatlik iki gün deðildir. Çünkü bu bizim
bildiðimiz gün, yaratýlýþtan sonra ihdas edilmiþtir. Rabbimizin burada sözünü
ettiði iki gün ise, yaratýlýþ öncesi, gün de, güneþ de arzda yokkenki iki
gündür ve miktarýný sadece Allah’ýn bildiði iki gündür diyoruz. Yâni mahiyetini
bilemeyeceðimiz yaratýlýþ günüdür. Çünkü þu bizim bildiðimiz gün, güneþin
günüdür, bir de meselâ öteki gezegenlerin günü vardýr ki, bunu bizim bilmemiz
mümkün deðildir.
Rabbimizin
sözünü ettiði bu iki gün, yaratýlýþta yeryüzünün ve orada var edilenlerin
geçirdikleri merhaleler de olabilir. Yeryüzü pek çok merhalelerden geçirilerek
bu hale getirilmiþtir. “Bu hale gelebilmesi için iki milyon yýl geçmesi
lâzýmdýr,” diyenler vardýr. Birinci manasýna göre Allah, yeryüzünü, mahiyetini,
miktarýný bilemediðimiz iki günde yarattý. Ýkinci bir anlama göre de, belki
Allah yeryüzünü yine miktarýný bilemeyeceðimiz iki merhalede yarattý, olacaktýr.
Bu
merhaleden birincisi Enbiyâ sûresinde, ikinci merhale de Ra’d sûresinde anlatýlmýþtýr.
Enbiyâ sûresindeki âyet þöyledir:
“Ýnkâr edenler görmüyorlar mý ki gökler
ve yer bitiþikti de, biz onlarý ayýrdýk.”
(Enbiyâ 30)
Ýþte
birinci merhale, yeryüzünün gökten koparýldýðý bu merhale, ikinci merhale de
Ra’d sûresinin üçüncü âyetinde anlatýlan arzýn med edilmesidir, denilmiþtir.
Yâni yeryüzü kabuðunun döþendiði ve oluþturulduðu merhaledir. Allah en iyisini
bilir.
Bir de bu âyet-i kerîme, yeryüzü denen
varlýðýn, iki gün içinde bulunduðu anlamýna da gelebilmektedir. Yâni Allah
yeryüzü denen varlýðý sürekli iki gün içinde bulunan, iki gün gibi bir zaman
içinde dönüp dolaþan kýlmýþtýr. Ýþte þu anda ve yaratýldýðý andan beri yeryüzü,
sürekli bu iki zaman içinde, yâni gece ve gündüz içinde deveran edip
durmaktadýr.
10. “O, yerin üstünde sabit daðlar
yarattý. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araþtýrýp soranlar için rýzýklarý
tam dört günde belli bir seviyede takdir edip düzene koydu.”
Allah,
yerin üstünde sabit daðlar yaratmýþtýr. Hem onda, üstünde baskýlar yaptý Allah.
Çiviler, kazýklar yaptý daðlarý. Kur’an’ýn baþka yerlerinde, Rabbimizin
yeryüzünü bu daðlarla dengelediði anlatýlýr. Yâni Rabbimiz semâda, fezâda
boþlukta dönüp duran dünyanýn dengesini saðlamak için daðlarý böyle kazýklar
olarak çakývermiþtir. Ýþte bunu yapan Allah’týr. Bu dünyanýzý böyle boþlukta
tutan Allah’týr. Bu konuda iþleyen kanunlarýn tamamýnýn arkasýnda iþleyen el,
Rab-binizin elidir.
Sonra onda
bereketler meydana getirdi. Yeryüzünde hayra ve hayata vesile olacak sular,
madenler, hava ve diðer elementler gibi hiç bitip tükenmeyen bereketler
yarattý. Onda rýzýklarýný da takdir buyurdu. Rabbimiz, binlerce yýldýr üzerinde
hayat sürenler, insanlar ve diðer varlýklar için bitip tükenmeyen bereketler, bitmez
tükenmez rý-zýklar yarattý. Rabbimiz, orada tüm canlýlarýn üzerinde hayatlarýný
sürdürebilmeleri için gerekli olan bütün ihtiyaçlarýný yaratmýþtýr.
Âyet-i kerîmede
geçen rýzýk ifadesi, sadece mideye inenler anlamýna gelmemektedir. Yediðimiz,
giydiðimiz, kullandýðýmýz her þey rýzýktýr. Ýþte bunlar bitmeyen, tükenmeyen
bir rýzkýn, bir bereketin ifadesidir ki, bütün bunlarý dört günde yarattýðýný
anlatýyor Rabbimiz. Bütün bunlar dört günde yaratýlmýþ, dört günde takdir
edilmiþtir. Bakýn âyet-i kerîmede:
“Orada araþtýrýp soranlar için
rýzýklarý tam dört günde belli bir seviyede takdir edip düzene koydu.”
Buyurulmaktadýr.
Anlayabildiðimiz kadarýyla bunun bir kaç ma-nasý vardýr:
1. Arayýp
soranlara, yâni acaba bunlar ne kadar zamanda yaratýlmýþtýr? diye merak edip
araþtýranlara ne az, ne çok tam dört günde Allah bütün bu rýzýklarý yaratmýþtýr,
diye cevap veriliyor.
2. Ya da
buradaki dört gün, önceki âyette de ifade ettiðimiz gibi dört gün deðil de dört
merhaledir. Önceki âyette anlatýlan arzýn yaratýlmasý iki merhale, sonra burada
anlatýlan daðlar ve madenlerin yaratýlmasý bir merhale, sonra bitkiler ve
hayvanlarýn yaratýlmasý da bir merhale, böylece tamamý dört merhale olabilir.
3. Ya da
burada âyet-i kerîmede geçen kelimesini eðer hal olarak kabul edecek olursak, o
zaman tüm bunlarý dört mevsim olarak takdir ettik anlamýna gelebilir. Çünkü biz
biliyoruz ki, yeryüzünün tüm bereketleri, tüm rýzýklarý ve ürünleri iþte bu
dört mevsim içinde oluþmaktadýr. Öyleyse âyetteki
ifadesini, rýzýk
arayýp soranlar olarak anlamak zorunda kalacaðýz. Rýzýk arayýp soranlarýn
aradýklarý rýzký bulmalarý, rýzka ulaþmalarý iþte bu dört mevsim içinde
olabilmektedir.
Kimileri
buradaki ifadesini þöyle anlamaya çalýþmýþlardýr: Rýzký biz rýzka muhtaç
olanlara eþit bir þekilde takdir ettik, þeklinde anlayarak komünizme ruhsat
çýkarmaya çalýþmýþlar. Allah herkes için eþit bir þekilde gýda yaratmýþtýr,
rýzýk yaratmýþtýr. Dolayýsýyla herkese iþte karne ile eþit bir þekilde rýzýk
daðýtýlmalýdýr, bunu saðlayacak bir devlet kurulmalýdýr, diyorlar.
Özel mülkiyetin
söz konusu olduðu toplumlarda, bu eþitliðin saðlanmasý mümkün deðildir, demeye
çalýþýyorlar. Halbuki bu adamlar bu sözünün içinde sadece insanlar deðil tüm
mahlukâtýn kastedildiðini unutuyorlar. Peki þimdi buna göre, Allah mahlukâtýn
tamamý için eþit miktarda rýzýk takdir etmiþtir, diyebilir miyiz? Var mý böyle
bir eþitlik? Yok, deðil mi? Peki hani Allah hem böyle diyor hem de baþka türlü
yapýyor mu diyeceðiz o zaman? Yâni dediðiyle yaptýðý birbirine uymuyor mu
diyeceðiz Allah’ýn? Ya da acaba bu komünistler çevrelerindeki koyun, keçi,
inek, at, kedi, köpek gibi hayvanlara kendi yediklerinin aynýsýný mý yedirebiliyorlar?
Bunu yapmadýklarýna, yapamadýklarýna göre âyeti çarpýtmalarýnýn anlamý da yoktur.
Demek ki burada anlatýlan rýzýklarda eþitlik deðil, o rýzýklara ulaþma
mevsimlerinde eþitliktir.
Bu iki
âyeti birlikte düþünerek A’râf sûresindeki âyeti hatýrlý-yoruz, orada da Allah
diyordu ki:
“Rabbiniz, gökleri ve yeri altý günde
yaratandýr.”
(A’râf 54)
Böylece
zaten altý gün ediyor. Yâni yeryüzü iki günde yaratýlýrken, bu dört günde
yaratýlan rýzýklar da yaratýlmaya baþlanmýþtý. Onun içindir ki, arzýn
yaratýlmasýyla birlikte rýzýklarýn da yaratýlmasý dört gündür. Bundan sonra
gelecek âyette de Rabbimiz, semâlarý da iki günde yarattýðýný anlatacak, böylece
altý gün demek olacaktýr.
Ya da bunu
þöyle anlamaya çalýþýyoruz: Ýlerde gelecek âyette semâvâtýn iki günde
yaratýldýðý konusu anlatýlýrken, yeryüzü de bu yaratýlýþýn içindedir. Böylece
semâ ve arz iki günde, yeryüzündeki rýzýklar da dört günde yaratýlmýþ ve
böylece altý günde yaratýlmýþtýr.
Allahu
Teâlâ bu kâinatýn yaratýlmasýndan, yeryüzünün var edil-mesinden yâni
baþlangýcýndan sonuna kadar, kýyâmetin kopmasýna kadar gelip geçecek tüm
varlýklarý yaratmýþtýr. Yarattýðý bu varlýklarýn varlýklarýný sürdürebilmeleri
için muhtaç olduklarý tüm ihtiyaçlarýný temin etmiþ, her türlü imkâný
hazýrlamýþtýr. Öyle bir Allah ki, kâinatta var ettiði ne kadar varlýk var? Kaç
çeþit varlýk var? Bu varlýklar nerede ve nasýl bir hayat içinde? Hayatlarýný
sürdürebilmek için neye ihtiyaçlarý var? Nasýl bir hayat yaþamalýdýrlar?
Bunlarýn hepsini bilen bir Allah’týr O. Allah’tan baþka bunu kimsenin bilmesi
de mümkün deðildir. Tüm bu varlýklarý nasýl yaratmaya güç yetirmiþse, onlarý
nasýl belli bir düzene koymuþsa, elbette bu varlýklarýn hayatlarýný sürdürebilmeleri
için her canlýnýn hayat programýný da bilen bir Allah’týr.
Âyette bize
deniyor ki, “ey insanlar! Bütün bunlarý bilen bir Allah, bütün bunlarý beceren
bir Allah sizin hayatýnýzý bilmez mi? Bütün bunlarý bilen ve bilgisi tam olan
bir Allah, sizin nasýl bir hayat yaþayacaðýnýzý, sizin nasýl bir hayat programý
takip edeceðinizi bilmez mi? Sizin hukukunuzu, sizin ekonominizi, sizin kýlýk-kýyafetinizi,
sizin eðitiminizi bilmez mi? Neden Rabbinizin sizin adýnýza gönderdiði hayat
programýndan yüz çevirip baþkalarýnýn kanunlarýna yöneliyor, baþkalarýna kulluk
yapmaya çalýþýyorsunuz? Neden bu konuda Rabbinize itimat etmeyip de O’na bir kýsým
ortaklar bulup onlarýn arzularýný gerçekleþtirmeye çalýþýyorsunuz? Hiç aklýnýz
ermiyor mu sizin? Yaratýcý olmayan ve üstelik kendileri de kendi kendilerini
bile yaratmamýþ olan bu varlýklar hiç Allah’a denk olur mu? Düþünmüyor musunuz?”
Yerin
oluþumunu ve yaratýlýþýný anlattýktan sonra, Rabbimiz þimdi de Rabbliðine delil
olarak bakýn þöyle buyuruyor:
11. “Sonra duman halinde bulunan gökyüzüne
yöneldi. Ona ve yeryüzüne: “Ýsteyerek veya istemeyerek buyruðuma gelin!” dedi.
Her ikisi de: “Ýsteyerek geldik!” dediler.”
Sonra Allah,
semâya doðru doðruldu, yöneldi. Yâni ilgisini göðe yöneltti, gökyüzünü ele
aldý, gökyüzünü murad etti, gökyüzünü irade buyurdu gibi anlamlara gelmektedir
bu. Yâni iradesini gökyüzüne doðru yöneltti. Duman halinde bulunan, gaz kütlesi
durumunda olan semâya ve arza, ikisine birden buyurdu ki: "Ýkiniz de ister
istemez gelin! Tav’an, yahut kerhen ikiniz birden Benim emrime boyun bükün!
Ýkiniz birden Bana teslim olarak vücuda gelin. Ýkiniz birden benim arzuma
uyarak yoktan var olun!” buyurdu. Onlar da: “Emredersin ya Rabbi! Ýsteyerek
geldik, isteyerek senin emrine boyun büküp var olduk!” dediler. Aslýnda burada
her ikisinin de Allah’a teslim olduklarý anlatýlýyor. Burada anlatýlan konu,
gökyüzünün de, yeryüzünün de Allah’ýn emirlerine boyun bükmeleridir.
Yaratýlýþta Allah’ý dinlemeleri ve Allah’ýn iradesine boyun büküp teslim olmalarýdýr.
“Gökyüzünü ve yeryüzünü ben yarattým. Ben istediðim için bunlar var oldular.
Ben var ettim bunlarý. Ben yarattýðým için bunlar var oldular.”
Ama Rabbimiz bunu bize bir
diyalogla anlatýyor. Rabbimiz onlarý karþýsýna almýþ ve konuþuyor gibi anlatýyor.
Aslýnda, semânýn da yeryüzünün de ona itiraz etmeleri mümkün deðildir. Her
ikisi de iradesiz varlýklardýr. Her ikisinin de boyunlarýndaki ipin ucu
doðuþtan Allah’ýn elindedir ve onlar asla Rabblerine isyan da edemezler. Hal böyleyken,
Rabbimiz bunu bize sanki aralarýnda geçmiþ bir konuþma þeklinde anlatýyor.
Týpký Bakara’daki Adem’in yaratýlýþýný meleklerle bir diyalog biçiminde
anlattýðý gibi. “Ýsteyerek ve istemeyerek” sözünün manasýný da þöyle anlamaya
çalýþýyoruz: Bu ifade aslýnda Allah’ýn yaratýþýna dikkat çekmedir. Yâni Allah
bir þeyi yaratmak istediði zaman, ona “ol” der, o da hemen oluverir. O’na karþý
koymak, O’nun emrinin dýþýna çýkmak kesinlikle mümkün deðildir.
Peki bu
altý günden ne anlayacaðýz? Allah’ýn böylece dilediðini anlayacaðýz. Yâni Allah
altý günde yaratmayý dilemiþtir. Meselâ Adem’e ve nesline yaratýlýn,
buyurmuþtur ama bakýyoruz bu emir hâlâ devam etmektedir. Yâni bu yaratýlma iþi
kýyâmete kadar devam edecektir. Neden? Allah öyle istemiþ de ondan. Ýþte ikinci
olarak bundan þunu anlýyoruz ki, Rabbimizin bu yaratma iþi devam etmektedir ve
kýyâmete kadar da devam edecektir.
Aslýnda
biliyoruz ki gökyüzünün yaratýlmasý yeryüzünün yaratýlmasýndan öncedir. Ama
buradaki sýralama, zaman açýsýndan bir sýralama deðil, yerin yaratýlmasýnýn beyânýndan
sonra gökyüzünün yaratýlmasýný anlatan bir sýralamadýr. Yâni bu sonralýk, yaratýlýþ
sonralýðý önceliði deðil, konunun beyanýnýn önceliði sonrasýdýr diyoruz. Yýllar
yýlý hangisinin önce hangisinin sonra yaratýldýðý tartýþýlmýþ. Rabbimiz bazan
gökyüzünü, bazan da yeryüzünü önce zikreder. Ancak bunun sebebi
anlayabildiðimiz kadarýyla þudur: Rabbimiz, insanýn kulluðuyla alâkalý olarak
yeryüzü ve nîmetlerine dikkat çekmek istediði zaman yeryüzünü önce zikretmiþ,
kendi kuvvet ve kudretine dikkat çekmeyi murad buyurduðu zaman da gökyüzünü
önce zikretmiþtir. Ama bunun hiç önemi
yoktur. Önemli olan ikisinin de Allah tarafýndan yaratýlmýþ olmalarýdýr.
Anlatýlmak istenen de budur iþte.
Dünyamýzýn
ve gökyüzünün yaratýlýþý anlatýlýrken diðer gezegenlerin yaratýlýþýndan hiç söz
edilmemiþtir. Zira onlarý bizim anlamamýz mümkün deðildir.
12. “Böylece Allah onlarý iki günde
yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göðe kendi iþini bildirdi. Biz en yakýn
göðü kandillerle süsledik ve koruduk. Ýþte bu çok güçlü ve her þeyi bilen
Allah’ýn takdiridir.”
Gökleri de
iki gün olarak takdir edilen bir zaman içinde yedi gök olarak yoktan var etti
Allah. Böylece göklerin ve yerin yaratýlýþý altý günde tamamlanmýþ oldu. Allah
böyle takdir buyurduðu için böyle oldu. Rabbimiz dileseydi, göz açýp kapayýncaya
kadar kýsa bir süre içinde de yaratýrdý. Rabbimiz, yedi gök halinde onlarý yerine
koydu ve her bir semâya istediðini vahy etti. Her bir semânýn iþlevini ona vah-yetti,
yahut her bir semâda o semânýn muhtaç olduðu melekleri ve kendisinden baþka hiç
kimsenin bilemeyeceði þeyleri tertip buyurdu. Her semânýn meleklerine, orada cereyan
edecek olaylarý deruhte emrini telkin buyurdu.
Sonra diyor
ki Rabbimiz: “Dünya semâsýný da, yâni denî semâyý, alçak semâyý, dünyanýn semâsýný,
dünyadan görülebilen semâyý da yýldýzlarla süsledik ve onu koruduk.” Neden?
Bozulmaktan, yýkýlmaktan koruduk. Kýyâmete kadar bozulmayacak o semâ. Ya da
þeytanlardan koruduk o semâyý. Ýþte bu Azîz ve Alîm olan, mutlak bilgi sahibi,
mutlak güç ve kuvvet sahibi olan Allah’ýn takdiridir. Bunu Azîz ve Alîm olan
Allah’tan baþka kim yapabilir? Allah semâyý bina etmiþ, binasýndan sonra da bu
binanýn devamýný saðlamýþ, kýyâmete kadar onu bozulmaktan korumuþtur.
13. “Eðer onlar, yine yüz çevirirlerse
de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd’un baþýna gelen yýldýrýma benzer bir yýldýrýma
karþý uyardým.”
Bunu
anladýktan sonra, bu açýklamalardan sonra da eðer yüz çevirmeye devam edecek
olurlarsa, kendilerinden çok daha güçlü olan semâvât ve arz bile isteyerek
Allah’a kulluk ederlerken, hepsi de Rabblerine teslim olmuþlarken, bunlar yine
de Allah’tan yüz çevirmeye devam edecek olurlarsa, onlara de ki Peygamberim; “Ben
sizi, sizin þu andaki tavýrlarýnýza benzeyen tavýrlar sergileyen Âd ve Semûd’un
baþýna gelen kasýrgaya benzer bir kasýrgayla uyarýyorum. Ki:
14. “Onlara, “Allah’tan baþkalarýna
kulluk etmeyin,” diye önlerinden ve arkalarýndan peygamberler geldiði zaman: “Eðer
Rabbimiz dileseydi, mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliðle
gönderildiðiniz þeylere inanmayýz” dediler.”
Onlara
önlerinden ve arkalarýndan, babalarýndan, çocuklarýndan Allah’tan baþkalarýna
kulluk etmeyin diyen peygamberler gelmiþti de, onlar bu Allah elçileriyle dalga
geçmiþlerdi. Önlerinden ve arkalarýndan peygamberler gelmiþti. Bunun manasý,
kendilerine Rabbimiz art arda, peþ peþe peygamberler göndermiþti. Peygamberleri
onlara dini her yönüyle anlatmýþtý. Ya da onlarýn hidâyeti kabul etmeleri ve
Allah’a kulluk yapmalarý için peygamberler her yöntemi, her usulü denemiþlerdi.
Onlara bu iþin ilerisini, geçmiþini, geleceðini her þeyini anlatmýþlardý. Kendi
kavimlerine, yakýn toplumlara olsun peygamberler göndermiþti Allah. Kendilerine
ve kendilerinden önceki toplumlara, Allah’ýn peygamberler gönderdiðini,
göndereceðini biliyordu bu toplumlar.
Ya da onlarýn ülkelerine komþu olan
kasabalarda bulunanlara, Cenâb-ý Hak tek ve ortaðý olmayan Allah’a kulluk edin,
diyerek elçiler göndermiþti. Onlar çevrelerinde yaþayan Allah düþmanlarýna azaplar
göndererek Rabblerinin ne yaptýðýný, nasýl helak ettiðini görmüþlerdi. Yine
onlar çevrelerindeki toplumlara, Allah’a dost olan kavimlere Allah’ýn
gönderdiði lütuflarý da görmüþler ve bilmiþlerdi. Yâni onlar Rabblerinin
dostlarýna da, düþmanlarýna da iþleyen yasalarýný görmüþler, Rabblerinin
gücüne, kudretine þahit olmuþlardý. Buna rað-men, bu kadar tecrübelerine raðmen
bu Âd ve Semûd kavimleri iman yolunu deðil de inkâr yolunu tercih etmiþlerdi.
Kulluk yolunu deðil, isyan yolunu tercih etmiþlerdi. Allah’ýn kendilerine
gönderdiði elçilerine karþý: “Eðer Rabbimiz dileseydi bize elçi olarak
meleklerini gönderirdi. Biz sizin teblið ettiðiniz þeylerin tamamýný reddediyoruz,”
demiþlerdi.
15. “Âd
kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladýlar ve: “Bizden daha kuvvetli
kim vardýr?” dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ýn kendilerinden daha
kuvvetli olduðunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardý.”
Ýþte Âd
kavmi, yeryüzünde büyüklük tasladý, müstekbir davrandý. Allah’ýn elçisi Hud'a
(a.s) ve beraberindeki Müslümanlara karþý haksýz yere büyüklük tasladýlar.
Allah’ýn elçisi Hud (a.s), kendilerini Allah’ýn azabýyla korkutunca da dediler
ki: “Ey Hud! Þunu kesinlikle bilesin ki, bizden daha kuvvetli hiç kimse yoktur.
Yeryüzünde hiç kimse bizi alt edemez. Bizimle kim baþ edebilir? Kim bizimle boy
ölçüþebilir? Hiç kimse bize azap gönderemez. Kimse bizim huzurumuzu boza-maz.
Bizler þu anda sahip olduðumuz güç ve kuvvetle, þu anda zirvedeki medeniyetimiz,
uzun boylarýmýz, güçlü pazularýmýzla her þeyi bertaraf ederiz. Bize bir azap gelse
bile, biz onu savuþturma gücüne sahibiz.” Uzun boylarýna, güçlü pazularýna,
mevcut medeniyetlerine güvenerek Allah’a ve Allah elçilerine kafa tutmaya
kalkýþtýlar. Ama kendilerini yaratan, bu güçleri kendilerine veren Allah’tan
gafil oldular. Allah’ýn kendilerinden daha güçlü olduðunu hesap edemediler.
Bunlar,
kendilerini yaratanýn, kendilerinden daha güçlü olduðunu göremediler,
bilemediler. Kime karþý geldiklerinin, kiminle savaþa tutuþtuklarýnýn farkýnda
deðillerdi. Onun için Allah’ýn âyetleriyle, Allah’ýn sistemiyle alay
ediyorlardý:
16. “Bu yüzden biz de onlara dünya
hayatýnda rezillik azabýný tattýrmak için o uðursuz günlerde dondurucu bir
kasýrga gönderdik. Âhiret azabý ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara
yardým da edilmeyecektir.”
Allah onlara
öyle bir kasýrga gönderdi ki, yakýp kavurucu çok sýcak bir rüzgar, yahut
dondurucu soðuklukta bir fýrtýna, veya kulaklarý bile saðýr edecek, kulaklarý
bile patlatacak þiddette müthiþ ses çýkaran bir rüzgar gönderdi ve dünyada
rezillik azabýný tattýrýverdi Allah.
Hâkka
sûresinde anlatýldýðý gibi:
“Allah o fýrtýnayý üzerlerine yedi gece
sekiz gündüz mûsâllat etmiþti, de öyle ki, o kavmi içi boþ hurma kütükleri gibi
orada yerlere serilmiþ olarak görürdün.”
(Hâkka 7)
Rabbimiz
onlarýn üzerlerine sarsar denen þiddetli, çok soðuk bir fýrtýna, yahut taþ
yaðdýran, azgýn, atiye bir fýrtýna gönderdi de, taþ taþ üstünde kalmadý. Her
þeyi büküp büküp atýverdi. Allah o kahredici, helâk edici, mahvedici rüzgarý bu
kavmin üzerine yedi gün sekiz gece mûsâllat kýldý, emretti de, sürekli o rüzgar
esip durdu onlarýn üzerine. Yâni salladý durdu orayý. Her þeyi birbirine vurdu,
her þeyi birbirine kattý, hepsi mahvoldular, hepsi tuþ oldular. Öyle ki, sanki orada
insan yaþamamýþtý. Sanki içi boþ hurma kütükleri, hurma kovanlarý gibi yirmi
otuz metre boyundaki insanlar yerlere yýkýlývermiþlerdi. Güçleri, kuvvetleri,
kollarý, pazularý, imkânlarý, fýrsatlarý, mallarý, mülkleri, medeniyetleri,
evleri, köþkleri hiçbir iþe yaramamýþtý.
Zâriyât
sûresinde anlatýldýðýna göre bu rüzgar:
“Üzerinden geçtiði hiçbir þeyi
býrakmýyor, her þeyi kül gibi eritip yok ediyordu.”
(Zâriyât
42)
Hattâ Ahkâf
sûresinde anlatýldýðýna göre bunlar:
“O azabýn yayýlarak vadilerine doðru
yöneldiðini gördüklerinde: “Bu yaygýn bulut bize yaðmur yaðdýracaktýr,”
dediler. Hud: “Hayýr, o, acele beklediðiniz þeydir; can yakýcý azap veren bir
rüzgardýr; Rabbinin buyruðu ile her þeyi helâk eder,” dedi. Bunun üzerine
evlerinin harabelerinden baþka bir þey görünmez oldu. Biz suçlu bir kavmi iþte
böylece cezalandýrýrýz.”
(Ahkâf 24,
25)
Evet, Âd
kavminin cezasý böyle oldu. Dünyayý cennetleþtirme cinnetine kapýlmýþ, dünyada
ebedî kalacaklarmýþ gibi plan-program yapmýþ olan bu toplumun cezasý böyle oldu.
Bu ceza, onlarýn büyüklenmeleri, müstekbirce davranmalarý sebebiyle gelmiþtir.
Allah’ýn kitabýna ve peygamberlerine karþý eyvallahsýz davranmalarý sebebiyle
gelmiþtir. Kendi güçlerine, kuvvetlerine, medeniyetlerine, kendi yasalarýna,
kendi kanunlarýna güvenerek Allah yasalarýna karþý müstek-birce ve ihtiyaçsýzca
davrandýklarý için, Allah onlara bu azabý gönderiyordu. Semûd kavmine gelince:
17,18. “Semûd kavmine gelince, biz
onlara doðru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüðü doðru yola tercih ettiler.
Bunun üzerine kazandýklarý kötülük yüzünden alçaltýcý azabýn yýldýrýmý onlarý
çarpýverdi. Biz iman edenleri ve kötülükten sakýnanlarý ise kurardýk.”
Semûd kavmi
de kendilerinden önceki toplumlarýn yok ediliþlerini görmüþlerdi. Nuh kavminin
suyla, Âd kavminin de dondurucu bir fýrtýnayla helâk edildiklerini görmüþlerdi.
Gördükleri, bildikleri bu tecrübelerden dolayý, ayný âkýbete uðramamak için
yüksek kayalarý, kayalýklarý yontarak yüksek yüksek barýnaklar yapmýþlardý. Ama
Allah, bir sesle, bir sayhayla onlarý yok ediverdi.
Semûd
kavmine de peygamberleri Salih (a.s) vasýtasýyla, Allah hidâyeti, kulluðu, doðru
yolu göstermiþti. Sanki Rabbimiz suç bizim deðil, biz onlara gereken hidâyeti
gösterdik, onlara doðru yolu, hakký, kulluðu, hidâyeti gösterdik, diyor. Yâni Rabbimiz,
durup dururken biz onlarý helâk etmedik, onlar helâki hak ettiler de onun için
helâk ettim, diyor. Allah onlara hidâyeti, basireti, basiret yollarýný göstermiþtir.
Ama onlar körlüðü basirete, körlüðü hidâyete tercih ettiler. Onlar küfrü imana,
sapýklýðý hidâyete tercih ettiler.
Bu tercihlerinin tabii bir sonucu
olarak Salih'e (a.s) ve onunla beraber iman edenlere dediler ki: “Biz sizin inandýðýnýzý
inkâr ettik. Biz sizin iman edip kutsadýðýnýz her þeyi inkâr ediyoruz.” Bu
inkârlarýný, küfürlerini açýða çýkarmak için de Allah’ýn bir mûcize olarak
Salih'e (a.s) verdiði deveyi öldürdüler. Hûd sûresinin 65. âyetinde anlatýldýðýna
göre, devenin öldürülmesinden sonra Salih (a.s) onlara üç gün mühlet tanýdý. Üç
gün daha yurtlarýnda istediklerini yapabileceklerini söyledi. Çünkü bu süre
içinde Allah’ýn azabý gelip onlarý yakalamýþtý.
Azabýn geleceði gece, onlar da
Hz. Salih'e (a.s) saldýrmayý ve onu öldürmeyi planlýyorlardý. Ama Allah onlarý
da baþlarýna gelen bir sayhayla, bir yýldýrýmla, bir racfeyle helâk ediverdi.
Allah bir sarstý ki, yerlerini, yurtlarýný, o kýyâmet kopsa da yýkýlmaz
zannettikleri binalarýný yerle bir ediverdi. Allah’la ve Allah’ýn âyetleriyle
savaþa tutuþan bir toplum daha yok olup giderken, Rabbimiz onlarýn içinden
inananlarý da kurtardýk, diyor.
19,20. “O gün Allah’ýn düþmanlarý
cehennem ateþine sürülmek üzere hep bir araya toplanýrlar. Nihâyet oraya
vardýklarý zaman kulaklarý, gözleri ve derileri yaptýklarý þeyler hakkýnda
onlarýn aleyhinde þahitlik ederler.”
Burada
ateþe sürülecekleri deðil de, Cenâb-ý Hakkýn huzurunda hesap-kitap dönemi
toplanacaklarý kastedilmektedir. Hesaplarý görülmek üzere onlar Rabblerinin
huzurunda toplanacaklardýr. Ancak eninde sonunda bu hesaplaþmanýn arkasýndan
nasýl olsa cehenneme, ateþe sürüleceklerdir ki, iþte burada iþin sonu
anlatýlmaktadýr.
Buradaki bu
insanlarýn bir araya toplanmalarýný A’râf sûre-sindeki âyet-i kerîmeden þöyle
anlýyoruz:
“Allah
buyuracak ki: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiþ ümmetlerle birlikte
ateþe girin.” Her bir ümmet giriþinde kardeþini (Kendi benzerini) lânetler.
Nitekim hepsi birbiri ardýnca orada toplanýnca, en sonra gelenler en önde
gelenler için: “Rabbimiz, iþte bunlar bizi saptýrdý; öyleyse ateþten kat kat
artýrýlmýþ bir azap ver,” diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattýr. Ancak
siz bilmezsiniz” diyecek.”
(A’râf 38)
Âyetlerden
anlýyoruz ki, tüm nesiller toplanacak ve tüm nesillerin hesabý bir anda
görülecektir. Çünkü bir þahsýn veya bir neslin yaptýklarý, sadece kendi
þahýslarý veya kendi dönemleriyle sýnýrlý deðildir. Kiþinin veya kiþilerin
yaptýklarý, onlarýn ölümünden sonra da devam eder ve nesiller boyu iz býrakýp
tesirleri devam eder. Bu yüzden onlar hakkýnda karar vermek için birbirlerine
olan bu tesirleri ortaya dökülsün diye, birbirlerine þahitlik yapsýnlar diye
tüm nesiller bir araya toplanacaklardýr. Ayrý ayrý her nesil için, her kuþak
için iþledikleri günâhlardan dolayý iki kat ceza vardýr. Çünkü birinci ceza
kendilerinin iþlediklerinden ötürü, ikinci ceza da kendilerinden sonraki
nesillerin kendilerini örnek alarak günâh iþlemiþ olmalarýndan dolayýdýr. Bundan
dolayý selef olanlar, yâni öncekiler, kendi yaptýklarý günâhlardan dolayý
sorumlu olacaklarý gibi, sonrakilere kötü örnek olmalarýndan dolayý da sorumlu
olacaklardýr.
Allah’ýn
Resûlü hadislerinde bu hususu þöyle anlatýr:
“Müslümanlýkta
iyi bir çýðýr açan kimseye, açtýðý bu çýðýrýn sevabý verileceði gibi, o yolda
gidenlerin sevabý da verilir. Bununla beraber onlarýn sevabý eksilmez. Müslümanlýkta
kötü bir çýðýr açan kimseye de açtýðý çýðýrýn günâhý yükletildiði gibi, o
yoldan gidenlerin günâhý da onlarýnki eksilmeksizin ona yüklenecektir.”
(Müslim)
Meselâ
birisi zinanýn, zina evinin ilk bâniliðini yapar, zina adýna ilk çýðýrý açar,
futbol sahâlârýnýn yollarýný, sinemanýn, fâizin, içkinin, kumarýn yollarýný
gösterir, bu konuda ilk çýðýrý açarsa, kýyâmete kadar o yoldan gidecek tüm zinacýlarýn,
tüm fâizcilerin, içkicilerin günâhlarý, onlarýnkiler eksilmeksizin bu ilk çýðýr
açan kiþiye yüklenecektir. Fâizin, içkinin tanýtýmýný yapanlar da aynen bunun
gibidir. Barý, pavyonu evin içine taþýma adýna video ve televizyon teminine
yardýmcý olanlar da, onu seyredenlerin günâhlarýnýn bir mislini
yükleneceklerdir.
Hattâ yeryüzünde ilk adam öldürme
çýðýrýný açtýðý için Hz. Adem’in oðlu Kâbil, kýyâmete kadar adam öldürenlerin günâhlarýnýn
bir mislini sýrtýna yüklenecektir. Çünkü yeryüzünde kýtalin ilk çýðýrýný açan
kimse odur.
Kim de iyi
bir çýðýr açmýþsa, kýyâmete kadar o yoldan giden insanlarýn sevaplarýnýn bir
misli onun defterine yazýlacaktýr. Ýnsanlarýn Müslümanlaþmasý, insanlarýn
Ýslâm’a, Kur’an ve sünnete yönelmeleri adýna kim bir çýðýr açar, kim bir adým
atarsa, bilelim ki onlarda meydana gelen deðiþimlerin sevaplarýnýn bir misli, o
kiþinin defterine yazýlacaktýr.
Ýnsanlar
hangi yolda çýðýr açmýþlarsa, o çýðýrdan gidenlerin sevap ya da günâhlarý
onlarý ilgilendirmektedir.
Demek ki
insanýn yaptýklarý sadece kendisiyle sýnýrlý kalmamaktadýr. Kafasýnda ve
vücudunda taþýdýðý virüsü, kendisi dýþýnda çocuklarýna ve daha sonraki
nesillere de aktarmaktadýr. Dolayýsýyla bu eyleme adâlet gereði ceza ya da
mükafatýn takdiri de, ancak gelecek nesillere intikali ve yaptýðý tesirlerle hükme
baðlanabilecektir. Meselâ bir savaþ baþlatýp döneminde milyonlarca insanýn
ölümüne sebep olmuþ bir adam düþünün. Hattâ bununla da sýnýrlý kalmayýp, arkasýndan
asýrlarca milyonlarýn hayatýný kötü yönde etkileyen bir kiþi düþünün. Bu
dünyada böyle birisini kim cezalandýrabilir? Bu adamýn cezalandýrýlabilmesi, bu
adama verilebilecek cezanýn takdir edilebilmesi için, elbette onun bu mirasýndan
kýyâmete kadar etkilenmiþ tüm insanlarýn toplanmalarý gerekmektedir. Ýþte:
“Toplanýp birikmeleri için öncekiler
sonrakiler gelinceye kadar orada tutulur.”
Meryem
sûresinde de bu husus þöyle anlatýlýr:
“Muttakîleri o gün Rahmân’ýn huzuruna
konsoloslar gibi getiririz. Ama suçlularý ise suya götürür gibi cehenneme süreriz.”
(Meryem
85,86)
Hesap-kitap
için oraya geldikleri zaman kulaklarý, gözleri ve derileri yaptýklarý þeyler
hakkýnda onlarýn aleyhinde þahitlikte bulunurlar. Kendi organlarý kendileri hakkýnda
þahitlikte bulunur.
Hadis-i
þerifte anlatýldýðýna göre kiþinin aðzý mühürlenecek ve sonra uzuvlarýna,
"Konuþ" denecek. Uzuvlarý da dünyada yapýp ettiklerinin tamamýný
sayýp dökmeye baþlayacak. “Ya Rabbi! Benimle filân zaman þunu yaptý, benimle
bunu etti,” diyerek her þeyi ortaya dökecekler. Sonra kiþi konuþmak için
serbest býrakýlacak. O zaman da þöyle diyecek: “Canýnýz cehenneme! Lânet olsun
size! Ben sizi savunuyordum! Ben sizin kurtuluþunuz için mücâdele veriyordum!
Halbuki siz benim iþimi zorlaþtýrdýnýz! Beni rezil rüsva ettiniz!” diyecek. Bu
konuda pek çok hadis vardýr. Azalarý kendisi aleyhinde þahitlik yapmaya
baþlayýnca:
21. “Onlar derilerine: “Niçin
aleyhimize þahitlik ettiniz?” derler. Derileri de: “Bizi her þeyi konuþturan
Allah konuþturdu, sizi ilk defa yaratan O’dur ve siz yine ona döndürülüyorsunuz”
derler.”
Adamlar
kendi aleyhlerinde konuþarak yaptýklarýný sayýp döken azalarýný ayýplayacaklar.
“Yazýklar olsun size! Yuh olsun size! Biz sizin için uðraþýrken, niçin
aleyhimizde bunlarý sayýp döktünüz? Niçin aleyhimizde þahitlik ettiniz?”
diyecekler.
O zaman
onlarýn uzuvlarý diyecekler ki: “Ýþ bizim elimizde deðildir. Bizi, her þeyi
konuþturan Allah konuþturuyor. Her þeyi konuþturan Allah bize konuþun,” diyor. “Sizi
yoktan var eden, var etmeye güç yetiren, sizi ve sizin gibileri konuþturan,
size konuþma istidadý veren Allah bizi konuþturuyor. Sizi yoktan var etmeye güç
yetiren, sizi konuþturmaya ve her þeyi konuþturmaya güç yetiren bir Allah’ýn
bizi de konuþturmasýnda þaþýlacak ne var ki? Bizi Allah konuþturuyor. Allah
konuþun diyor bize. Elbette bizim Rabbimiz O’dur. O’na karþý konul-maz. O’na
galip gelinmez ve zaten siz O’na döndürülüyorsunuz,” diyecekler.
Her þeyi
konuþturur Allah. Bakýn Zilzâl sûresinde de arzýn konuþacaðý anlatýlýyor:
“O gün insan “buna ne oluyor?” dediði zaman;
iþte o gün yer, Rabbinin kendisine vahy etmesiyle kendi haberlerini anlatýr.”
(Zilzâl
3,4,5)
Yâni insanoðlu
kendi üstünde ne yapmýþsa, yeryüzü de onu anlatacak, haber verecektir. Çünkü
Allah ona da bunu vahy etmiþ ve anlatmasýný emretmiþtir.
22,23. “Siz kulaklarýnýzýn,
gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde þahitlik edeceklerinden korkarak
kötülükten sakýnmýyordunuz. Yaptýklarýnýzdan bir çoðunu Allah’ýn bilemeyeceðini
zannediyordunuz. Ýþte Rabbiniz hakkýnda beslediðiniz bu zannýnýz sizi helâk
etti de, zarara uðrayanlardan oldunuz.”
“Ey
insanlar! Sizler dünyada iken Rabbiniz hakkýnda kötü zan içindeydiniz. Bu yapýp
ettiklerinizden Allah’ýn haberdar olmadýðýný, kimsenin sizi görmediðini
zannediyordunuz. Yaptýklarýnýzýn gizli kalacaðýna inanýyordunuz. Azalarýnýzýn aleyhinizde
þahitlik etmeyeceðini düþünüyor ve cesurca günâhlar iþliyordunuz. Dünyada o
çirkin iþleri yaparken bu þahitleri hiç hesaba katmýyordunuz. Bu yaptýklarýnýzý
azalarýnýzdan gizleme gereði duymuyordunuz. Çünkü bu azalarýnýzýn aleyhinizde
þahitlik yapacaklarýný hiç ummuyordunuz.
Sizler
dünyada günâhlarýn peþine düþerken rezil oluruz korkusuyla köþe bucak kaçýyor,
tenhâlârý tercih ediyordunuz. Ama kendi uzuvlarýnýzý hiç hesaba katmýyordunuz.
Bu yaptýklarýnýzý onlardan gizleme gereði duymuyordunuz. Bir de esasen Rabbiniz
konusunda da çok kötü bir zan taþýyordunuz. Sizi her an kontrol eden,
yaptýðýnýz her þeyden her an haberdar olan Rabbinizin yaptýklarýnýzdan gafil olduðunu
zannediyordunuz. Ýþte Rabbiniz hakkýndaki bu kötü zannýnýz sizi helâke
sürükledi de, zarara uðrayanlardan oldunuz.” Küfrün temeli iþte buna
dayanmaktadýr. Kâfir, Allah’ý tanýmadýðý için kâfir olmaktadýr. Tabiat
dedikleri, toplum dedikleri hep Allah’týr aslýnda. Ama bir türlü adýný
koyamýyorlar ve olmayan þeye inandýklarýný iddia etmeye çalýþýyorlar.
24. “Þimdi eðer dayanabilirlerse
onlarýn yeri ateþtir. Yok eðer hoþnutluða dönmek isterlerse bile artýk onlar
hoþnut edileceklerden deðildirler.”
Ne müthiþ
bir tehdit, ne kötü bir istihza deðil mi? Haydi sabredebilirlerse sabretsinler
bakalým! Haydi tahammülleri varsa cehenneme tahammül etsinler! Bir sabýr, ama
kurtuluþa götüren bir sabýr deðil, ateþe, azaba, cehenneme götüren bir sabýr.
Biz de böyle ateþ tablolarý çizmek zorundayýz insanlarýn karþýsýnda. Ateþten
koltuklar, ateþten evler, ateþten barýnaklar, ateþten yiyecekler, içecekler
canlandýrmak ve þöyle demek zorundayýz: “Ey insanlar! Haydi söyleyin bakalým.
Sizler buna dayanabilir misiniz? Dayanabilecek misiniz buna?” Bakara sûresinde
Rabbimiz þöyle buyurur:
“Bunlar
ateþe karþý ne kadar da sabýrlýlar?”
(Bakara
175)
“Bu
kâfirler, bu Allah tanýmazlar, bu Allah’ýn kendilerini göremediðini zannederek
Allah’a savaþ açmýþ insanlar, Allah’ýn kendileri adýna gönderdiði hayat
programýna, Allah’ýn kitabýna raðmen kendilerine hayat programý yapmaya
çalýþanlar cehenneme, ateþe, azaba karþý ne kadar da cesurlar,” diyordu
Rabbimiz. Evet artýk sabredebilirlerse bu adamlar ateþe sabretsinler. Artýk
onlar hoþ tutulmazlar. Hoþnutluk isteseler de artýk onlar hoþnut edilmezler, onlar
için hoþnutluk yoktur. Tüm kapýlar üzerlerine kapatýlmýþ, dertleri
dinlenilmeyecek, halleri, hatýrlarý sorulmayacaktýr. Artýk onlar dönmek
isteseler bile dönemeyeceklerdir.
“Artýk onlar muðtebinden olamayacaklardýr.”
Bunun bir
kaç manasý vardýr. Birincisi, onlar dünyaya geri dönmek isteyecekler, ama
kesinlikle dünyaya geri döndürülmeyeceklerdir. Allah’ýn Resûlü bir hadislerinde
þöyle buyurur:
“Öldükten
sonra geriye döndürülecek yoktur.”
Bunun bir
baþka manasý da, bu adamlar cehennemden kurtulmak isteyecekler, ama onlar için
kesinlikle ateþten kaçýp kurtulma imkâný olmayacaktýr. Ya da bu adamlar piþmanlýk
duyup tüm yaptýklarýndan tövbe etmeye çalýþacaklar ama kesinlikle bunlarýn
tövbeleri kabul edilmeyecektir.
Mü'min
sûresi de bu hususu þöyle anlatýyordu:
“Onlar þöyle derler: “Rabbimiz! Bizi
bedbahtlýðýmýz yenmiþti. Sapýk bir millet olmuþtuk. Rabbimiz! Bizi buradan
çýkar, tekrar günâha dönersek doðrusu zulmetmiþ oluruz.”
(Mü’minûn
106,108)
25. “Biz onlara bir takým arkadaþlar mûsâllat
ettik de, onlar kendilerine önlerinde ve arkalarýnda ne varsa hepsini güzel
gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiþ cin ve insan topluluklarý
hakkýndaki azap sözü onlar için de hak oldu. Doðrusu onlarýn hepsi de kendilerine
yazýk etmiþlerdir.”
Allah bu
kâfirlere kötü arkadaþlar mûsâllat ettiðini anlatýyor. Rabbimiz iyi insanlara
iyi arkadaþlar, kötü insanlara da kötü arkadaþlar nasip ettiðini anlatýyor.
Kötü insanlara iyi arkadaþlar, iyi insanlara da kötü arkadaþlar nasip etmek,
Rabbimizin sünnetine aykýrýdýr. Bir insan ne kadar sapar, ne kadar günâhlara ve
pisliklere batarsa, o kadar çok kötü arkadaþ edinecektir. Hattâ âyetin ifadesine
bakýlýrsa, þeytanlar böyle insanlarýn ayrýlmaz arkadaþlarý oluverir. Hani halk arasýnda,
“bu adam çok iyi biridir, ama arkadaþlarý onu mahvetmiþtir,” diye bir söz
vardýr. Âyet-i kerîmeye göre bu söz yanlýþtýr. Çünkü adam kendisi bozuldukça bozuk
arkadaþlara meyletmekte ve onlarý bulmaktadýr. “Pislik pisliði çeker,” denir ya,
iþte adam kendisi pislikten hoþlanmaya baþladýkça, çevresinde pislikler
toplanmaya baþlayacaktýr.
Âyet-i kerîmede
onlarýn bulduklarý bu kötü arkadaþlarýn onlara geçmiþ ve geleceklerini güzel
gösterdikleri anlatýlmaktadýr. Yâni bu arkadaþlar onlara, “sizin geçmiþiniz
güzeldir, geçmiþinizin güzel olduðu gibi geleceðiniz de güzeldir. Geçmiþiniz
gibi geleceðiniz de parlaktýr. Sizin gibisi bulunmaz,” diyerek onlarý
batýrdýkça batýrýrlar. “Bu dünyada size nasýl nîmetler verilmiþse öbür tarafta
da ayný nîmetler size verilecektir. Bu dünyada nîmetlerden mahrum olanlar, öbür
tarafta da bunlardan mahrum olacak ve cehenneme gidecektir,” derler.
Bu
arkadaþlarý onlara vesveseler verir, yaptýklarý amelleri kendilerine güzel
gösterirler. Allah’a, Allah’ýn âyetlerine, Allah’ýn sistemine, Allah’ýn
elçilerine karþý savaþ açmalarý konusunda onlarý teþvik ederler. En’âm
sûresinde Rabbimiz þöyle buyurur:
“Muhakkak ki þeytanlar dostlarýna vahy
ederler ki sizinle mücâdele etsinler.”
(En’âm 121)
Bu arkadaþlarýn en büyüðü þeytanlardýr.
Kendilerini saptýrmak için çýrpýnan þeytanlar kendilerine o kadar yaklaþýrlar
ki, kabuðun yumurtayý sarmasý gibi onlarý sarmýþ ve onlara yapýþmýþ, baþlarýna
dolanmýþlardýr. Öyleyse bizler arkadaþlarýmýzý iyi insanlardan seçelim ve Allah
için birbirimizin bozukluklarýný tasvip eder bir tavýr sergilemekten ziyâde,
birbirimizi uyaralým inþallah. Birbirimizin bozuk düzen ve Ýslâm dýþý
tavýrlarýný yalayýp yutmayalým, onlarý kabulden yana olmayalým, birbirimizi
uyarýp birbirimize merhamet edelim inþallah.
Bunlara
azap sözü hak oldu. Bu azap sözü de Sâd sûresinde anlatýlýr:
“Allah: “Doðrudur; iþte ben hakikati
söylüyorum, sen ve sana uyanlarýn hepsiyle cehennemi dolduracaðým,” dedi.”
(Sâd 84,85)
26. “Ýnkar edenler: “Bu Kur’an’ý dinlemeyin,
okunurken gürültü yapýn, belki üstün gelirsiniz,” dediler.”
Kâfirler
diyorlar ki, “sakýn ha þu Kur’an’ý dinlemeyin. Onun hakkýnda yaygaralar yapýn.
Islýklar çalarak, gürültüler çýkararak hem kendinizi, hem de insanlarý bu
kitabý dinlemekten alýkoyun. Böylece belki ona karþý galip gelirsiniz.” Kâfirler
bu konudaki yasayý çok iyi biliyorlardý. Kur’an’ý duymayan insanlarý, Kur’an
bilgisinden mahrum kalmýþ insanlarý, Kitaplarýndan habersiz yaþayan insanlarý
kontrolleri altýnda tutmanýn kolaylýðýný biliyorlardý. Onun için ýsrarla
Allah’ýn kitabýný duymamaya, duyurmamaya çalýþýyorlardý. Allah’ýn kitabýný, Allah’ýn
âyetlerini kamufle etmeye, örtmeye ve gündemden düþürmeye çalýþýyorlardý.
Kesin olarak biliyorlardý ki,
insanlar kendi fýtratlarýna seslenen Rabblerinden gelen kitaplarýný duyduklarý,
kitaplarýyla tanýþtýklarý, Allah’ýn talimatlarýna, Allah’ýn kanunlarýna muttali
olduklarý zaman kesinlikle kendilerininkine deðer vermeyecekler, kendilerine
kul köle olmayacaklardý. Bu yasayý çok iyi bilen kâfirler þöyle diyorlardý: “Þimdi
bu insanlar eðer Allah âyetlerini duyarlarsa o zaman bizimkilere mi uyacaklar,
yoksa Allah’ýnkilere mi? Bizi mi dinleyecekler, yoksa Allah’ý mý? Böyle bir
kaosu yaþamaktansa, en iyisi biz bunlara Allah’ýnkileri duyurmayalým.”
“Gürültü
yapýn, müzik çalýn, laðviyyat adýna, lehviyyat adýna bir þeyler gündeme getirin,
gündemi deðiþtirin. Ekonomi deyin, kazanma deyin, harcama, kalkýnma, seçim,
geçim deyin ve bu Müslümanlarýn Kur’an’la meþgul olmalarýný engelleyin. Ya da
piyasaya farklý kitaplar çýkarýn, farklý liderler ve önderler çýkarýn ki,
müslümanlar Kur’an’a git-mesinler, peygamberleriyle tanýþmasýnlar,” diyorlardý.
Bu konuda yasayý bilen kâfirler gerçekten de pek çoklarý konusunda muvaffak oluyorlardý.
Allah’ýn kullarý farklý gündemler, farklý kitaplar, farklý önderler peþinde
koþarlarken, kitaplarýný tanýma imkâný bulamayacak, peygamberleriyle ilgilenme
zamaný bulamayacaklardý.
Bakýn En’âm
sûresinde de bu husus þöyle anlatýlýr:
“Onlar hem kendileri Kur’an’dan
uzaklaþýrlar hem de insanlarý ondan uzaklaþtýrýrlar. Böylece kendi kendilerini
mahvederler de farkýna varamazlar.”
(En’âm 26)
Hem
Kur’an’a masal diyorlar, hem de insanlarý, kölelerini, çocuklarýný men
ediyorlar o kitaptan. “Aman duymayýn, dinlemeyin,” diyerek insanlarý ondan
uzaklaþtýrmaya çalýþýyorlar. Dinlemiyorlar, din-letmiyorlardý. Gürültü çýkararak
engellemeye çalýþýyorlar, el çýrpmayla, müzikle engellemeye çalýþýyorlardý.
Bakýyoruz, bugün de zalimler insanlarý Allah’ýn kitabýndan, Allah’ýn dininden
alýkoymak istiyorlar. Din eðitimini yasaklamaya çalýþýyorlar. Allah’ýn
kullarýnýn Allah kitabýný duymalarýna engel olmaya çalýþýyorlar. “Aman bu
insanlar dinle tanýþmasýnlar! Aman bu insanlar Kur’an’la, kitaplarýyla tanýþmasýnlar!”
diye insanlarla kitaplarý arasýna engeller koyuyorlar. O gün de, bugün de din
düþmanlarýnýn yaptýklarý þey budur. Bakýn Rabbimiz Al-i Ýmran sûresinde bu
hususu þöyle anlatýr:
“De ki: “Ey kitap ehli! Allah sizin
yaptýklarýný görüp dururken Allah’ýn âyetlerini niçin örtbas etmeye çalýþýyorsunuz?”
De ki: “Ey kitap ehli! Sizler doðru olduðuna þahitken niçin dini eðri büðrü
göstermeye çalýþarak mü’-inleri dinlerinden çevirmeye çalýþýyorsunuz?”
(Al-i Ýmrân
98,99)
Diyor ki
Rabbimiz: “Ey ehl-i kitap! Ey Yahudi ve Hýristiyanlar! Ne oluyor size! Nereden
alýyorsunuz bu gücü? Kafa çalýþtýrýyor, þeytanlýk yapýyor ve Allah’ýn
âyetlerini örtmeye, örtbas etmeye çalýþýyorsunuz. Allah kullarýna, Allah’ýn
âyetlerini duyurmamaya çalýþýyorsunuz. Neden Allah’ýn kullarýný Allah yolundan
saptýrmaya çalýþýyorsunuz? Neden Allah’ýn dinini eðri büðrü göstermek sûretiyle
insanlarý dinden uzaklaþtýrmaya çalýþýyorsunuz?”
Dünün kitap
ehli de ayný þeyi yapýyordu. Bugünün ehl-i kitaplarý da kendilerinin bu dinin
mensubu olduklarýný söyleyen, ama dinle, diyânetle en küçük bir alâkalarý bulunmayan
zalimler de, “aman bu insanlar dinleriyle tanýþmasýnlar, kitaplarýyla
buluþmasýnlar,” diye ellerinden gelen her þeyi yapýyorlar. Bütün propaganda
imkânlarýný kullanýyorlar. Dün de, bugün de bu tür insanlarýn yaptýklarý þey þudur:
1. Önce
insanlarýn dine girmemeleri için, insanlarýn kitaplarýyla tanýþmamalarý için
engeller koyuyorlar. Her taraftan kapatýyorlar o yolu. Din eðitimini yasaklýyor,
insanlarýn kitap, sünnet duyma yollarýný kapatýyorlar. Böylece insanlara dini
duyurmayarak Allah yolundan alýkoymaya çalýþýyorlar. Ýnsanlarý kitaplarýndan
uzaklaþtýrmaya çalýþýyorlar. Veya kendileri dinden habersiz kimi zavallý hoca
efendiler de Allah’ýn kullarý kitap ve sünnete yönelmesinler diye, sanki
ýsrarla kitap ve sünneti gündeme getirmeyerek, ölmüþ bir takým salih kiþileri
öne sürerek, onlarýn anma törenlerini düzenleyerek insanlarýn dikkatlerini o
noktaya çekmeye çalýþmaktadýrlar.
2. Buna
raðmen, bütün bu engellemelere ve aleyhte propagandalara raðmen, yine de
insanlar bu barikatlarý aþarak dine girmeye, kitaplarýyla tanýþmaya muvaffak
olmuþlarsa, bu sefer de bu adamlar dinde eðrilik büðrülük meydana getirirler.
Yâni o insanlarýn önüne öyle bozuk bir din sunarlar ki, bu dinin Ýslâm’la uzak
ve yakýndan bir ilgisi yoktur. Yâni böyle hayata karýþmayan, ya da hayatýn bazý
bölümlerine karýþan, ama öteki bölümlerine karýþmayan bir din oluþtururlar. Sadece
törenlerde hatýrlanan, onun dýþýnda hayatta hiç bir geçerliliði olmayan bir din
sunarlar. Ders kitaplarýna koyarlar ve “iþte din budur” diye insanlara bunu
sunarlar. Böylece derler ki: “Kardeþim din mi istiyorsunuz? Dinle tanýþmak mý
istiyorsunuz? Din dersi programý mý istiyorsunuz? Din dersi kitabý mý
arýyorsunuz? Alýn size,” derler ve böylece insanlarýn dinlerini bozarlar. Böylece
insanlar Ýslam’la uzak ve yakýndan ilgisi olmayan bu dini din zannedip ona sarýlýrlar
ve din yaþýyoruz diye bid’atlerin peþinde bir ömür tüketirler.
Hem “bu din
masaldýr, bu kitap masaldýr,” derler, hem de ondan ödleri kopmaktadýr. Hem
kendileri ondan uzaklaþýrlar hem de insanlarý ondan uzaklaþtýrmaya çalýþýrlar.
Bir de bu
âyet, Rasûlullah’ýn amcalarýný, akrabalarýný anlatýr denmiþtir. O zaman âyetin
manasý þöyle olacaktýr: Onlar kendileri hem Kur’an’dan uzaklaþýrlar, hem de
insanlarý ondan, yâni peygamberden uzaklaþtýrýrlar. Yâni o Rasulullah’ýn
amcalarý hem insanlarý peygambere iliþmekten, peygamberi insanlardan, ona sahip
çýkarak insanlarýn ona zulmetmesinden koruyorlar, hem de kendileri ona inanýp
gereken alâkayý göstermiyorlardý. Peygamberimizin amcalarý bir yandan
peygambere sahip çýkarken öbür yandan kendileri Kur’an’a da, Peygamberlere de
inanmýyorlardý.
Allah korusun, sanki âyet bizi
anlatýyor. Yâni bugün bir yandan sözde Kur’an’a sahip çýkan, diliyle Kur’ancý kesilen,
her zaman ve zeminde Kur’an’ý müdafaa eden, ama öbür yandan kendileri savunduklarý
kitaptan habersiz bir hayat yaþayan müslümanlar gibi. Çok garip deðil mi?
Rasulullah’ýn amcalarý da böyleydi. Hem peygambere sahip çýkýyorlar, insanlara
karþý onu müdafaa ediyorlar, hem de beri taraftan onun getirdiði kitaptan uzak
duruyorlardý.
27,28. “Biz
mutlaka inkâr edenlere þiddetli bir azap tattýracaðýz. Onlara yaptýklarý
amellerin en kötüsünün cezasýný vereceðiz. Ýþte Allah’ýn düþmanlarýnýn cezasý
ateþtir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin cezasý olarak, onlar için
orada ebedî içinde kalacaklarý cehennem yurdu vardýr.”
Ýþte böyle
Allah’ýn âyetlerinin susturulmasýna, Allah’ýn âyetlerini örterek, örtbas ederek
Allah kullarýnýn gündemlerinden düþürmeye, gözlerden, kulaklardan, saklanmasýna
çalýþan kimselerin cezasý ateþtir. Bu eylemin sonucu cehennemdir. Hem öyle bir
cehennem ki, uðrayacaklarý, görüp geçecekleri bir ateþ deðil, içinden hiç
çýkmamacasýna, hiç kurtulmamacasýna kalacaklarý bir ateþtir. Orasý onlarýn yeri
ve yurdudur. Allah’ýn kullarýnýn gündemlerini deðiþtirmeye ve Allah’ýn
âyetlerini duyurmamaya çalýþan insanlarýn duraðý, barýnaðý cehennemdir.
Bunu bazen bilenler yapar. Yâni
Allah’ýn âyetlerini bildikleri, kitap bilgisine, peygamber bilgisine sahip olduklarý,
Allah kendilerini bu bilgiyle nîmetlendirdiði halde, bildikleri bu bilgileri
Allah kullarýna anlatmaz, duyurmazlar. Allah korusun bunlarýn sonu cehennemdir.
Bunlarýn kafalarýndaki, kalplerindeki anlatmadýklarý Kur’an âyetleri ateþe
dönüþecek ve sonunda kendi ateþlerini dünyadan götüren insanlar durumuna
düþeceklerdir onlar.
Bazen da bu gizleme iþini resmî
otorite yapar. Okumaya, okutmaya, duyurmaya yasak koyarlar. Ya da öyle resmen
yasaklýyoruz demezler ama öyle bir program yaparlar ki, o programdan geçen insanlar
Kur’an’ýn kokusunu bile alamazlar. Güya, “iþte okutuyoruz, iþte izin veriyoruz,
iþte din dersleri koyduk,” derler ama koyduklarý programda insanlar beþ âyet
bile öðrenemezler, beþ hadis bile tanýyamazlar.
Allah diyor
ki, “onlara yaptýklarýnýn en kötüsü ile ceza vereceðiz.” Amellerinin en kötüsü
ile cezalandýracaðýz onlarý. Nasýl anlayacaðýz bunu? Allah en iyisini bilir, bu
kâfirlerin, bu zalimlerin hayatlarýnda bazen iþledikleri güzel ve faydalý iþler
de olabilir. Ama onlarýn yaptýklarý amellerin en kötüsüyle, en çirkiniyle tüm
amellerini çarpývereceðiz, diyor Rabbimiz. Mü'minler için de böyle bir rahmet
var biliyoruz. Mü'minlerin de tüm amelleri en iyi, en güzel, en ihlâslý yaptýklarý
bir amelle çarpýlýverecektir. Yâni bütün amelleri o en güzel amelle çarpýlýverecek
ve tüm amelleri o en güzel amel gibi kabul ediliverecektir. Ne büyük bir rahmet
deðil mi? Kâfirler için de, mü'minler için de katsayý böyle farklý olacaktýr.
Mü'minler en güzel amelleri karþýlýðýnda mükafat alýrlarken, kâfirler de en
kötü amelleriyle cezalandýrýlacaklardýr.
29. “Ýnkâr edenler: “Ey bizim Rabbimiz!
Cinlerden ve insanlardan bizi doðru yoldan saptýranlarý bize göster de, onlarý
ayaklarýmýzýn altýna alalým, böylece cehennemin en altýnda kalanlardan
olsunlar,” diyeceklerdir.”
O gün insanlar
azabý boylayýnca, cehenneme yuvarlanýnca þöyle diyeceklerdir: “Ya Rabbi! Ne
olur, þu bizim hayatýmýzý bozanlarý, bizim senin kitabýnla diyaloglarýmýzý kesenleri,
senin âyetlerinle aramýza girerek âyetlerini yasaklayanlarý, bize bozuk düzen
programlar yaparak, “iþte din budur” diyerek bizi senin kitabýndan
alýkoyanlarý, senin kitabýnla tanýþmamýza engel olanlarý, kendi kanunlarýný,
kendi talimatlarýný senin âyetlerinin önüne geçirerek bizi senin kitabýna gitmekten
alýkoyanlarý, bizim gündemlerimizi deðiþtirerek senin kitabýna ulaþma
imkânlarýmýzý öldürenleri, baþka kitaplar, baþka önderler ihdas ederek senin
kitabýný ve peygamberinin sünnetini kamufle etmeye çalýþanlarý bize bir göster.
Göster ki onlarý ayaklarýmýzýn altýna alalým, göster ki onlarý ezelim. Onlarý
aþaðýlarýn aþaðýsý yapalým. Ya da onlarý cehennemin en esfeline yuvarlayalým.”
Kendilerine Allah’ýn âyetlerini
anlatmayan, kendilerini Allah’ýn kitabýyla tanýþtýrmayan babalarýný,
kocalarýný, hocalarýný, üstatlarýný, komþularýný, liderlerini arayacaklar. Ne
için arayacaklar onlarý? Onlarý ayaklarýnýn altýna almak için. Kendilerine kötü
çýðýrlar açan, kendilerine kötü miraslar býrakan ve böylece kendilerinin þirke
düþüp cehenneme yuvarlanmalarýna sebep olan öncülerini, önderlerini arayacak
insanlar. Cehenneme yuvarlanmak üzere gittikleri o kötü çýðýrý, o kötü yolu
açýp kendilerine miras býrakanlarý arayacaklar. Öyleyse, aman ha çocuklarýmýza
býraktýðýmýz mirasýmýza, onlar için açýp geriye býraktýðýmýz çýðýrlarýmýza çok
dikkat edelim. Aman ha din budur diye çocuklarýmýza çok kötü miraslar býrakýp
da, yol budur diye onlara Ýslâm dýþý yollar, Ýslâm dýþý usuller, hayat programý
býrakýp ta, çocuklarýmýz da din buymuþ diye, hayat programý böyle olurmuþ diye
o dini, o hayatý yaþayýp ta yarýn bizi o ortamda aramasýnlar. Sakýn onlarýn
saptýrýcýsý olarak ayaklarýnýn altýna almak için arananlardan olmayalým. Çoluk-çocuðumuza
güzel bir din, güzel bir yol býrakmaya çalýþalým.
Onlar, öncekilerden
kendilerini saptýranlarý arayacaklar. Halbuki dünyadayken alçaklar bunlara
aðam, paþam diyorlardý. “Kurtar bizi baba! Kurtar bizi!” diyorlardý. “Her
þeyimizi sana borçluyuz! Sen olmasaydýn biz olmazdýk! Liderim! Þeyhim! Efendim!
Þevketlim, biz senin dediðinden çýkmayýz! Atam izindeyiz!” diyorlardý. Yâni
onlar ne kadar alçaksa, berikiler de o kadar alçaklýk yapýyorlardý dünyada. Bakýn
Bakara sûresinde bunlarýn durumlarý þöyle anlatýlýr:
“O zalimler azabý gördükleri zaman
derler ki, güç kuvvet bütünüyle Allah’ýndýr.”
(Bakara
166)
Artýk
yeryüzü tanrýlarýnda güç kuvvet kalmadýðýný anlarlar. Hocalarda, hacýlarda,
efendilerde, þarkýcýlarda, futbolcularda güç kuvvet kalmamýþtýr. Tüm
varlýklarýyla alkýþladýðý kimselerde güç kuvvet kalmamýþtýr. Bütün güç ve kuvvet
Allah’ýndýr.
“Bütünüyle
azabýn þiddetlisi de Allah’a aittir.”
Allah,
azabý çok þiddetli olandýr.
“O zaman küfür öncüleri azabý görerek
kendilerine tâbi olanlardan kurtulmaya çalýþacaklardýr.”
Bu dünyada
kendilerine tâbi olunanlar, hacýlar, hocalar, aðalar, beyler, paþalar, liderler,
kendilerine tâbi olup kendilerini takip eden kimselerden kaçacaklar. Bakacaklar
ki iþ pek iyi deðil, hesap-kitap pahalýya mal olacak, hemen onlardan kaçacaklar,
teberri edecekler, “biz sizden uzaðýz,” diyecekler. Ne zaman olacak bu iþ? Azabý,
ateþi gördükleri, artýk ne onlarýn, ne de kendilerinin bu ateþten kaçýp kurtulmalarýnýn
mümkün olmadýðýný anladýklarý zaman.
“Ve aralarýndaki bütün baðlar da
kesiliverecek.”
Aralarýndaki
bütün ipler de kopuverecek. Makam, mevki, para, pul, rüþvet, þan, þöhret,
protokol gibi aralarýndaki bütün baðlar kopuverecek. Halbuki bu dünyada neler
yapmamýþlardý ki birbirlerine. “Sen olmazsan biz olmayýz!” demiþlerdi. “Bütün
hayatýmýzý size borçluyuz! Siz bizim kurtarýcýmýz, her þeyimizsiniz!” demiþlerdi.
“Baþarýmý karýma borçluyum!” diyordu adam, ama orada karýsýndan kaçacak. “Liderime
borçluyum,” demiþti, orada liderinden kaçacak. Hocasýna borçluydu, hocasýndan
kaçacak, efendisine borçluydu, efendisinden kaçacak. Dün birbirlerinin salyalarýný
beraber içtikleri, dün birbirlerinin günâhlarýna yardýmcý olduklarý gibi, bugün
de günâhlarýný beraber yüklenemeyecekler. Anladýlar ki, iþler deðiþmiþtir.
Anladýlar ki, artýk iþler dünyadaki gibi deðildir. Ýþte durumun deðiþtiðini anlayan
bu insanlar, “en iyisi ben bundan, ben bunlardan kaçýp gizleneyim,” diyecekler.
Dünyada insanlarý Allah’a kulluða deðil de, baþka þeylere kulluða çaðýran,
insanlarý saptýran önder takýmý insanlardan kaçacaklar. Uyanlarla uyulanlarýn,
sevenlerle sevilenlerin birbirlerinden kaçýþ manzaralarý…
Bu sapýk
liderlere aldanýp onlarýn peþlerine takýlan zavallý insanlarýn piþmanlýklarý,
kin ve nefretleri açýða çýkýyor. Bu sefer de:
“Tâbi olanlar: “Ah! Keþke bizim için
dünyaya tekrar bir dönüþ olsaydý da, þu anda onlarýn bizden kurtulup
uzaklaþtýklarý gibi biz de onlardan uzaklaþsaydýk!” diyeceklerdir.”
(Bakara
167)
Tâbi
olanlar, onlarýn arkasýndan gidenler, bu dünyada birilerini bilinçsizce,
þuursuzca taklit edip, onlarýn götürdüðü bir hayata evet diyen zavallý insanlar
da diyecekler ki: “Þu anda sizin bizden kaçtýðýnýz gibi ah biz de sizden kaçsak!
Ah keþke bir dünyaya dönebilseydik de, sizin bizden kaçtýðýnýz gibi biz de
sizden kaçabilseydik!” Ýþte müslüman bu olayý burada yaþar ve burada aklýný baþýna
alýr. “Ben kime kul olacaðým, ve kimin yolunu takip edeceðim? Eðer yarýn þu
karþýmdaki kimseden kaçacaksam, þimdiden kaçmalýyým,” der ve þimdiden kaçar
ondan. Ama kiminle beraber cennete doðru gidecekse, iþte onun ortaðý odur, onun
dostu odur ve onunla beraber olmaya çalýþýr. Ama bilinçsizce onu taklit ederek,
hevâ ve hevesine tabi olarak deðil. Hiçbir delili olmadan, birilerine tâbi olup
Allah severmiþ gibi onlarý seven kiþiler, yarýn korkunç bir durumla karþý
karþýya kaldýklarý zaman birbirlerinden kaçacaklarsa, bu kaçýþýn hiçbir faydasý
olmayacaktýr. Ýnsanlar birbirlerinden
kaçacaklar ama:
“Ýþte böylece Allah onlara amellerini
bir piþmanlýk olarak gösterecektir.”
“Eyvah, keþke
yaþamasaydým böyle bir hayatý! Niye ben böyle þuursuzca bir hayat yaþamýþým!
Kitap varken, ona ulaþma imkâným varken, Resul varken, örnek varken niye ben baþka
baþka hayat yaþamýþým!” diyecek. Yaþadýðý hayattan, yaptýklarýndan hasret
duyacak. Yapmasý gerekirken yapmadýklarýna, yapmamasý gerekirken yaptýklarýna
piþman olacak.
“Ve onlar
hiçbir zaman da ateþten çýkamayacaklardýr.”
A’râf sûresinde
bunlarýn kavgalarý da anlatýlýr. “Ya Rabbi bunlara bizim kat kat azabýmýzý ver!
Zira bizi bunlar saptýrdý,” diyecekler. Onlar da diyecekler ki, “zaten siz bize
deðil, kendi hevâ ve hevesinize tâbi idiniz.” Gerçekten de bakýyoruz meselâ
politik hayatta bunun aynýsýný görüyoruz. “Ey anam! Ey babam! Kurtar bizi baba!”
filân diyor-ar. Adamýn iþi bitti veya parti bitti mi, zaten bu bilmem neyin nesi
di-lar. Dün, aðam, paþam dedikleri kimselerle menfaat hesaplarý bitince düþman
kesiliveriyorlar.
Basit menfaat hesaplarý iþte. Bakanlýk,
dekanlýk, müdürlük hesaplarý. Tüm bu hesaplarla dün birbirlerine fevkalâde
baðlanan insanlar, bugün birbirlerinin baþ düþmaný oluyorlar. Neden? Çünkü menfaatleri,
menfaat baðlarý bitmiþtir. Zaten onlarý bir araya getiren de menfaatleri, menfaat
baðlarýydý.
Biz sizi
takip ettiðimiz için bu hale geldik diyenlere, ötekiler de diyecekler ki: “Zaten
siz bizi takip etmiyordunuz. Siz kendi menfaatlerinizi takip ediyordunuz.
Allah’ýn dinini býrakýp da dünyanýn peþinde koþan insanlardan hangi biri
menfaatlerini takip etmiyor? Herkes keyfini, herkes menfaatini takip ediyor bugün.
Yarýn, “ya Rabbi bunlar bizi saptýrdýlar” demelerinin ne anlamý olacaktýr? Halbuki
ne þeytanýn, ne de kâfirlerin hiçbir güç ve kuvveti yoktur. Yâni bir müslüman
gerçekten Allah’a kulluða yöneldiði zaman, hiçbir güç ve kuvvet onu bundan
uzaklaþtýramaz. Yeter ki müslüman samimiyetle müslüman olmaya karar versin; o
takdirde ona kimsenin yapabileceði bir þey yoktur.
Ýnkâr
edenlerin durumlarýný anlattýktan sonra, Rabbimiz hemen sözü mü'minlere
çeviriyor. Mesânî olan kitabýmýz bizi böyle boðuk bir havada, bunalmýþ bir atmosferde
fazla tutmayarak hemen sözü mü'minlere çeviriveriyor:
30,31. “Rabbimiz
Allah’týr” deyip sonra da doðrulukta devam edenlere gelince, onlarýn üzerine melekler
iner ve derler ki: “Korkmayýn, üzülmeyin, size vaadedilen cennetle sevinin! Biz
dünya hayatýnda da, âhirette de sizin dostlarýnýzýz. Cennette sizin için
canýnýzýn çektiði ve istediðiniz her þey vardýr.”
Biz sadece
kendisini dinler ve sadece kendisinin çektiði yere gideriz dediðimiz Rabbimiz, kendisine
kulluk ettiðimiz, bizim hayat programýmýzý kendisinden, kendi kitabýndan
aldýðýmýz ve hayatýmýzý kendisi adýna yaþadýðýmýz, hatýrýný her þeyin
hatýrýndan üstün tuttuðumuz ve sadece kendisi önünde eðildiðimiz Rabbimiz Allah’týr
deyip de sonra da dosdoðru yolda yürüyenler. Bunu sadece sözde býrakmayarak, o
Rabbin kendileri için belirlediði sýrat-ý müstakimde olanlar. Rabblerine
verdikleri bu ikrarda sebat edenler, bu ikrarý sadece sözde býrakmayýp hayatlarýný
bu ikrara, bu imana bina edenler. Bu imaný kendileri için hayat programý yapan,
yâni sözleriyle kavilleriyle dosdoðru yolda olduklarý ve Rabblerinin emirlerine
teslim olduklarý gibi, amellerinde ve fiillerinde de dosdoðru yolda Allah’ýn
kitabý istikâmetinde bir hayat yaþayanlara gelince, onlarýn üzerlerine Allah’ýn
melekleri iner.
Bu dosdoðru
olma ifadesini böyle anlamaya çalýþýyoruz. Allah’ýn Resûlü bir hadislerinde þöyle
buyurur:
“Beni Hud
ve kardeþleri ihtiyarlattý.”
Rasulullah
ihtiyarlamýþsa, baþýndaki saçlarý aðarmýþsa onu Hud ve kardeþleri
ihtiyarlatmýþtýr. Alimler bu konuda der ki, “Allah’ýn Resûlünü ihtiyarlatan Hud
sûresinin 12. âyeti ve ahavatýndan maksat da Þûrâ sûresinin 15. âyetidir.”
Hud
sûresinde Rasulullah Efendimize hitaben Rabbimiz buyurur ki:
“Ey Muhammed! Sen, beraberindeki tevbe
edenlerle birlikte emrolunduðun gibi dosdoðru ol! Aþýrý gitmeyin, doðrusu Allah
yaptýklarýnýzý görmektedir.”
(Hud 112)
Þûrâ
sûresindeki âyette de þöyle buyurulur:
“Ey Muhammed! Bundan ötürü sen birliðe
çaðýr ve emrolunduðun gibi dosdoðru ol; Onlarýn hevâ ve heveslerine uyma ve
þöyle söyle: “Ben Allah’ýn indirdiði kitaba inandým ve aranýzda adâletle hükmetmekle
emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim iþlediklerimiz
bize sizin iþledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranýzda tartýþýlacak bir
þey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüþ O’nadýr.”
(Þûrâ 15)
Ýþte
Allah’ýn Resûlünün sakallarýnýn ve saçlarýnýn aðarmasýna sebep olan âyetler
bunlardý. Her iki âyette de ona diyordu ki Rabbi-miz: "Ey Resûlüm!
Emrolunduðun gibi dosdoðru ol!" Allah senden nasýl olmaný istiyorsa öylece
ol! Allah senden nasýl bir kulluk istiyorsa öylece Rabbine kulluk yap!
Yamulmadan, inhiraf etmeden, eðrilmeden, kaçamak yapmadan, yan çizmeden
Rabbinin emirlerini yerine getir!”
Birisine: “Þu camý al, bunu
havanda döv ve bana geri getir. Ama öyle döveceksin ki un gibi olacak ve saat
beþte onu senden isterim,” desem; “anladýk da yâni þeker gibi olsa olmaz mý?” “Hayýr,
un gibi olacak.” “Tamam da, bunu sana saat altýda getirsem? Bugün çok iþim
vardý, yarýn getirsem?” “Hayýr, saat beþte demiþsem beþte isterim.” Hiç tolerans
yok yâni. Ýþte Allah, peygamberinden böyle bir teslimiyet, böyle emr olunduðu
gibi bir dosdoðru oluþ istiyor. Ama bu peygamber için zor deðildi. Zira
Allah’ýn Resûlünde hiç eksiklik yoktu. O, bunu yerine getirme konusunda
kesinlikle yorulmamýþtýr.
Kur’an’ýn beyanýyla biliyoruz ki
vahyin geliþi Allah’ýn Resûlünü yoruyordu. Âyetlerle karþý karþýya geliþi onu
sarsýyordu. Zira o mütekelliminden dinliyordu onu. Allah’ýn Resûlü, Kur’an
âyetlerini bizzat o âyetlerin mütekellimi olan Allah’tan dinliyor, bizzat ondan
ahz ediyordu. Nitekim bir defasýnda bir sahâbenin dizindeyken vahiy gelmiþti de,
o sahâbe dizinin felç olduðunu sanmýþ, “kemiklerim eridi zannettim,” demiþtir.
Yine Kusva isimli devesinin üzerindeyken bir defasýnda toptan En’âm sûresi
nâzil olmuþtu da, devenin ayaklarý kuma gömülüvermiþti. Yine Ayþe annemiz (ra)
ve diðer sahâbenin rivâyetlerine göre, kýþ gününde vahiy gelirken Allah’ýn
Resûlü’nün mübarek yüzlerinde buram buram ter görünürdü.
Vahyin
geliþi peygamberimizi yoruyordu, ama bütün vahiy, bütün âyetler için
geçerliydi. Halbuki burada onu asýl ihtiyarlatan bölüm þuydu:
“Peygamberim! Sen beraberindeki tevbe
edenlerle beraber emrolunduðun gibi dosdoðru ol!”
Yâni, “sen
dosdoðru ol! Ama seninle beraber olanlarý da, sana tâbi olanlarý da kendin gibi
dosdoðru hale getir! Seninle birlik olanlar da aynen senin gibi dosdoðru olsun!”
ifadesiydi onu ihtiyarlatan. Allah Resûlü’nün kendisi zaten dosdoðruydu, ama
kendine tâbi olanlarý da aynen kendisi gibi dosdoðru yapma derdi var ya, iþte
Allah Resûlü’nün belini büken dert buydu. Onu ihtiyarlatýp saçlarýný aðartan endiþe
buydu iþte. Sadece kendisinin doðruluðu istenseydi iþ kolaydý, ama
beraberindekileri de dosdoðru hale getirilmesi isteniyordu ondan.
Yanýndakileri
dosdoðru hale getirme derdi, Allah Resulü’nün bile belini bükerken, onun
mübarek saçýný sakalýný aðartýrken biz ne yapacaðýz? Ya bizim
beraberimizdekiler? Ya bizim çevremizdekiler? Ya bizim hanýmlarýmýz? Ya bizim
analarýmýz, babalarýmýz, çocuklarýmýz? Ya bizim komþularýmýz? Ya bizim dükkanýmýzdakiler?
Ya bizim raiyemiz? Biz de aynen Allah’ýn Resûlü gibi onlarý da dosdoðru hale
getirme derdiyle uykularýmýzý kaybedecek duruma gelebildik mi? Biz de bunun
sorumluluðunu omuzlarýmýzda hissedebildik mi? Çevremizdekilerin dirilmeleri
adýna çareler aramaya koþabildik mi? Yoksa, “ne yapayým beceremiyorum,” diyerek
yan çizmeye mi kalkýþtýk? Yoksa onlarý diriltme konusunda bir kaç gün uðraþtýktan
sonra usanýp, “bunlar adam olmuyorlar” diye kýrdýk mý onlarý? Allah Resûlü
onlarý kýrabilirdi, ama bunu asla kullanmamýþ, bundan kaçýnmýþtý. Taif’ten dönüþünde,
kan-revan içinde bile meleðin kendisine teklifi karþýsýnda onun cevabýný çok
iyi biliyoruz. “Nesillerinden bir tek kiþi bile iman edecekse ya Rabbi, onlarý
helâk etme!” diyordu.
Öyleyse biz de ana babalarýný
kaybettiklerimizin çocuklarýný kazanmaya çalýþalým. Mü'minleri müminleþtirmede,
kâfirleri Ýslâmlaþtýrmada Allah Resûlü ne kadar harisse biz de öyle olmaya çalýþalým
inþallah. Allah Resûlü’nün belini büken sorumluluðu
biz de üzerimizde hissedelim. Çoluk-çocuðumuzu, hanýmlarýmýzý, komþularýmýzý,
arkadaþlarýmýzý Ýslâmlaþtýrma derdi bizim de belimizi büksün. Hem kendimiz dosdoðru
olmaya, hem de çevremizdekileri dosdoðru hale getirmeye çalýþalým. En büyük derdimiz,
en birinci iþimiz bu olsun inþallah.
“Rabbim
Allah deyip de dosdoðru olmaya çalýþanlar var ya.” Buradaki dosdoðru olma, bize
Fâtiha’yý hatýrlatýr. Orada dosdoðru yol Kur’andý. O halde “Rabbim Allah” deyip
de Kuran yolunda olanlar, iman ve cihad üzere olanlar var ya. Birisi imaný,
ötekisi de cihadý anlatýr. “Rabbim Allah” sözü hayatýn iman yönünü, dosdoðru
olma sözü de hayatýn cihad yönünü anlatýr. Zaten hayat iman ve cihaddân ibarettir.
Hayat imandan ve bu imanýn yaþanmasý adýna cehd-ü gayretten ibarettir. Yâni
inanan ve inancýný yaþama savaþý verenler var ya, iþte melekler bunlarýn
üzerine inerler.
Bu
meleklerin ne için indiklerini belirtmeden önce, önceki âyete iliþkin
söylersek, hani Rabbimiz kâfirler için þeytanlarý arkadaþ kýldýðýný söylüyordu
ya, iþte mü’minler için de meleklerin dost olduðunu anlatýyor.
Bakýn
melekler ne için iniyorlarmýþ? Melekler o mü'minlere derler ki: "Ey
mü'minler! Korkmayýn! Üzülmeyin! Size vaadedilen cennetle sevinin! Rabbinizin
mükafatlarýyla sevinip coþun! Bizler dünya hayatýnda da âhirette de sizin
dostlarýnýzýz. Yâni biz melekler siz mü'minlerin veliyy’ül emirleriniz.
Ýþlerinizi üstlenen, sizlere yardým eden, sizler adýna iþ yapan, sizleri
koruyan, muhafaza eden varlýklarýz.”
Peki acaba
ne zaman inerler bu melekler? Ya da ne zaman bu müjdeyle gelecek melekler?
Kimileri, bu melekler ölüm anýnda mü'minlerin yanýna inecek ve bu müjdeyi verecektir,
demiþtir. Ölüm anýnda mü'minlerin yaný baþlarýna gelecekler ve diyecekler ki: “Ey
mü’minler! Biz sizin dünyadayken
dostlarýnýzdýk! Sizi koruyor ve Allah’ýn izniyle sizi hakta tutmaya,
doðrultmaya çalýþýyorduk! Sakýn korkup üzülmeyin! Ayný þekilde bundan sonra da
sizinle beraber olacaðýz! Kabirde de, âhirette de sizinle beraber olacaðýz. Sizi
kolayca sýrattan geçirip, cennete ulaþtýracaðýz ve orada canlarýnýzýn çektiði
her þey vardýr,” diye müjdelerler.
Kimileri, mezardayken mü'minlerin
yanýna gelecekler, onlarý orada yalnýz býrakmayacaklar, bir dediklerini iki
etmeyecekler demiþtir. Rasûlullah’ýn bir hadisinden anlýyoruz ki, kabirde iki melek
mü'-minin yanýna gelir, onu hoþ bir edayla karþýlarlar ve: “Sakýn üzülme!
Allah’ýn sana vaadettiði cennetle sevin!” derler. Böylece Allah o mü'-minin
korkusunu emniyete, üzüntüsünü de sevince çevirir, onun gözünü, gönlünü aydýn
eder,” buyurulmaktadýr. Kimileri, mü'minlerin yeniden dirilmeleri anýnda bu
melekler gelip, bu müjdeyi verecek, demiþtir.
Allah’ýn melekleri onlara gelir
ve gidecekleri yer konusunda hiç korkmamalarýný söylerler. Tüm kötülüklerin
sona erdiðini, tüm sýkýntýlarýn, tüm meþakkatlerin bittiðini ve bundan sonra
sonsuz hayýrlarýn baþladýðýný haber verirler. “Arkada býraktýklarýnýz konusunda
da üzülmeyin, biz onlarý koruyacak halefler býraktýk,” derler. Kimileri de hem
ölüm anýnda, hem mezardayken, hem de dirilme anýnda melekler gelecek, demiþtir.
Ama âyetin ifadesinin mutlak oluþuna bakýlýrsa, dünyada her an meleklerin
mü'minlere geldiðini anlýyoruz. Sürekli gelirler ve derler ki: “Korkmayýn ey
müslümanlar! Mahzun da olmayýn! Ne geçmiþiniz konusunda, ne de geleceðiniz
hususunda endiþe etmeyin! Sizler Allah yolunda olduktan, hayatýnýzý Allah için
yaþadýktan sonra, sýrat-ý müstakimde olduktan sonra geçmiþiniz konusunda da,
geleceðiniz konusunda da, kabir konusunda da hiçbir endiþeniz olmasýn! Vaad olunduðunuz
cennetle sevinip coþun!”
Peki niçin
sevinip coþacakmýþýz? Neymiþ o cennet? Ya da ne varmýþ o cennette? Bakýn
melekler diyor ki: "O cennette sizin canýnýzýn çektiði her þey vardýr."
Yâni ne arzu ederseniz hepsi vardýr orada. Neyin gelmesini isterseniz, o mutlaka
size getirilecektir. Yâni cennette acaba þu da var mý, bu da var mý? diye
sormaya gerek yoktur. Çünkü orada ne arzu etmiþseniz hepsi vardýr, yok yoktur.
Meleklerin
dünyada mü'minlere geliþini bizzat gözle görememek, onlarýn mü'minlere
kendilerine yardým ve kendilerini teyit için gelmedikleri anlamýna gelmez. Zira
þurasý bir gerçektir ki, melekler hiçbir zaman doðrudan doðruya göze ve kulaða
hitap ederek gelmezler. Kalplere nüfuz ederek, kalplere cesaret ve serinlik
vererek gelirler. Bilhassa mü’minler kâfirlerle mücâdeleye tutuþtuklarýnda:
"Sizler asla yalnýz deðilsiniz! Bizler Allah’ýn izniyle sizlerin dostlarýnýz
ve yardýmcýlarýnýzýz,” diyerek gelirler. Tabi mü'minlere farklý, kâfirlere
farklý gelirler. Mü'minlere yardým ve zafer, kâfirlere de hezimeti tattýrmak ve
de cehennemdeki makamlarýný haber vermek için gelirler.
32. “Bunlar çok baðýþlayýcý ve çok
merhametli olan Allah tarafýndan bir aðýrlamadýr.”"
“Rabbimiz
Allah’týr” dedikten sonra bu sözlerinde sebat edenler, hayatlarýnda baþka Rabbler
aramaya kalkýþmayanlar, baþka Rabblerin hayat programlarýna yönelmeyenler, kelime-i
þehadeti söyleyip onu bozmayanlar, þehadetlerini nakzetmeyenler, ona bir þey karýþtýrmayýp
þirke düþmeyenler, tevhid üzere sebat edip bir hayat yaþayanlar için, iþte bu
Allah’tan bir ikramdýr, Allah’tan bir mükafattýr, Allah’tan bir konuk ve
aðýrlamadýr. Tabi cenneti düþünürken, oradaki nîmet sofralarýný hayal ederken,
bunu asla unutmayacaðýz. Bu sofra, bu mükafat, Allah’ýn þanýna uygun bir sofra,
Allah’ýn þanýna lâyýk bir mükafat olacaktýr. O, bizim soframýza veya bir devlet
baþkanýnýn sofrasýna hiç benzemez.
33. “Allah’a dâvet eden, salih amel
iþleyen ve: “Ben gerçekten Müslümanlardaným” diyen kimseden daha güzel sözlü
kim olabilir?”
Rabbimiz,
bundan önceki âyetinde mü'minlere Ýslâm’ý kabul ettikten sonra, “Rabbim Allah”
dedikten sonra bu konuda sebat göstermelerini, döneklik yapmamalarýný
öðütlemiþti. Dosdoðru olmalarýný, sýrat-ý müstakimde yürümelerini, Allah adýna
bir hayat yaþamalarýný ve böylece hem meleklerin dostluðuna, yardýmýna, hem de
kendi hoþ-nutluðuna ulaþmalarýný tavsiye etmiþti. Burada bir kademe daha ilerde,
bir derece daha yüksekte bir amel isteniyor mü’minlerden. Salih olmakla
birlikte ayný zamanda muslih olmalarý da isteniyor mü'min-lerden. “Ben
gerçekten Müslümanlardaným, ben Allah’a teslim olanlardaným,” diyerek bu
imanýný, bu teslimiyetini açýða vurmasýný, kimliðini dýþa taþýmasýný,
taþýrmasýný istiyor Rabbimiz. Yâni imanýný dýþa yansýtarak Allah kullarýný
kendi imanýna, kendi yoluna, kendi teslimiyetine çaðýrmasýný istiyor.
Allah’a
dâvet edenden daha güzel sözlü kim vardýr? Yeryüzünde en güzel söz, insanlarý
Allah yoluna dâvet eden kiþinin sözüdür. Kendisi Allah’a Allah’ýn istediði
biçimde inanan ve insanlarý inandýðý Allah’a imana çaðýran, insanlarý
kendisinin kulluk yaptýðý Allah’a kulluða çaðýran insandan daha güzel sözlü kim
vardýr? Evet, dâvetlerin en güzeli, Allah adýna Allah’a yapýlan dâvettir.
Âyetten
anlýyoruz ki, Allah’a yapýlan dâvet kuru bir laftan ibaret olmamalýdýr. Dâvetçinin,
dâvet ettiði þeye bizzat kendisinin iman etmesi gerekmektedir. Yâni dâvetinin
kendi hayatýnda eserinin görülmesi gerekmektedir. Ýnsanlarý çaðýrdýðý þeyi
bizzat kendisinin yaþamasý ve salih amel sahibi olmasý gerekmektedir. Dâvet
ettiði þeyle kendi hayatý ayrý ayrý vadilerde olmamalýdýr. Dâvet ettiði þeye
kendi hayatý bizzat þahit olmalýdýr.
Bir de bu
dâvetini sadece Allah rýzasý için yapmalýdýr. Birilerine raðmen, birilerine binaen
deðil, sadece Allah’a raðmen yapmalýdýr. O zaman muhataplarýnýn onu dinlememeleri,
karþýsýndakilerin kendisini alaya almalarý onu hiç ýrgalamayacaktýr.
Muhataplarýnýn tavýrlarýndan etkilenerek dâvetini býrakmasý, býkýp usanmasý
kesinlikle söz konusu olmayacaktýr. Çünkü o bu iþi Allah için yapmaktadýr ve Allah
her zaman için onun bu katlandýklarýný görmektedir, ona her zaman için lâyýktýr
Allah.
Dâvetçi,
müslüman olmalýdýr. Allah’a teslim olmalýdýr. Ýradesini Allah’a teslim etmeli
ve yaptýklarýný sadece O’nun hatýrýna yapmalýdýr. Bir de muhataplarýnýn zihinlerinde
herhangi bir kuþkuya mahal býrakmamak için de: “Ben müslümaným! Benim adým,
benim kimliðim müs-lümandýr! Ben sizi sadece Allah’a çaðýrýyorum! Bunun dýþýnda
herhangi bir þeye çaðýrmaktan ona sýðýnýrým,” demelidir.
Evet insanlara güzel söz söyleyin denmiþ, sadece mü’minlere
deðil. Tüm insanlara güzel söz söylemek zorundayýz. Ýnsanlarý cennete götürücü
söz söylemek zorundayýz.
Öyleyse kiþinin elinden ve dilinden sadýr olan þeyler insanlarý
dâru’s -selâma, saâdet yurduna götürüyorsa, konuþtuðu ve yaptýðý þeyler
müslümanlarý dâru’s -selâma, yani cennete götürüyorsa iþte bu mü'min en hayýrlý
mü'mindir. Yoksa insanlarýn dünyadaki saâdetlerini saðlamak deðildir sadece
burada anlatýlan.
Yine Allah’ýn Resûlü buyurur: “Tayyib bir söz de sadakadýr.” Kelime-i
Tayyib de sadakadýr. Tayyib söz selamdýr. Selam almak ver-mek tayyib sözdür.
Allah’ý zikretmek tayyib sözdür. Hak söz söylemek, vahyin sözcülüðünü yapmak
tayyib sözdür. Ýyiliði emredip kötülükten men etmek tayyib sözdür. Toplumun
ihtiyaç sahipleri lehine idareciler nezdinde meþru iltimaslarda bulunmak tayyib
sözdür. Ýhtiyacý olan müslümanlara onlarýn ihtiyaçlarý istikâmetinde nasihat etmek,
yol göstermek tayyib sözdür. Ýnsanlara kitap ve sünneti duyurmak, doðruyu
göstermek, cennet yolunu tarif etmek tayyib sözdür. Ýnsanlarý sevindirmek,
müjdelemek, korkutmak, kalplerini tevhid ettirmek, aralarýný bulmak tayyib
sözdür. Hasýlý kiþinin dilini vahyin, Allah ve Resûlünün sözcülüðünde
kullanmasý tayyib sözdür.
Evet bir de insanlara güzel söz söyleyin, çünkü tayyib söz
de sadakadýr diyor Allah’ýn Resûlü. Arkadaþlar unutmayalým ki güzel söz
insanlarýn hoþuna giden söz demek deðildir. Allah’ýn hoþuna giden söz güzeldir.
Hani Allah’ýn Resulü bir hadislerinde bunu þöyle anlatýyordu:
“Gerçek müslüman müslümanlarýn elinden ve dilinden sâlim
olduðu, selamette kaldýðý kimsedir."
Müslümanlarýn elinden ve dilinden mutazarrýr olmadýðý kimse
en faziletli mü'mindir buyurur Allah’ýn Resulü. Ama bu demek deðildir ki Emri
bil'maruf yapmayan, haddi uygulamayan, insanlarý cezalandýrmayan kiþidir. güzel
sözlü kiþi. Halbuki bu yukarda sayýlanlar insanlarý her zaman rahatsýz
edecektir. O halde insanlarý nelerin rahatsýz edeceðini bilmek zorundayýz. Ya
da insanlarý rahat ya da rahatsýz etmenin ne demek olduðunu bilmek zorundayýz.
Arkadaþlar gerçek rahat dünya rahatý deðildir. Ýslâm rahat ve saâdet
kaynaðýdýr. Ýslâm kiþiye ebedi saâdet kazandýrmak, kiþiyi dâr’us -selâma götürmek
için gelmiþtir. Gerçek rahat ve gerçek saâdet de selamet ve rahat yurdu olan
âhiretteki saâdettir.
Tabii buradaki insanlara güzel söz söylemeyi iyilikle emretmek
ve kötülükten men etmek þeklinde anlamýþlar. Mü’minlerden kendileri salih
olmakla birlikte ayný zaman da muslýh olmalarý da isteniyor mü'-minlerden. Ben
gerçekten müslümanlardaným, ben Allah’a teslim olanlardaným diyerek bu imanýný
bu teslimiyetini açýða vurmasýný, kimliðini dýþa taþýmasýný, taþýrmasýný
istiyor Rabbimiz. Yani imanýný dýþa yansýtarak Allah kullarýný kendi imanýna,
kendi yoluna, kendi teslimiyetine çaðýrmasýný istiyor.
Evet Allah’a dâvet edenden daha güzel sözlü kim vardýr? Yeryüzünde
en güzel söz insanlarý Allah yoluna davet eden kiþinin sözüdür. Kendisi Allah’a
Allah’ýn istediði biçimde inanan ve insanlarý inandýðý Allah’a imana çaðýran,
insanlarý kendisinin kulluk yaptýðý Allah’a kulluða çaðýran insandan daha güzel
sözlü kim vardýr? Evet dâvetlerin en güzeli Allah adýna Allah’a yapýlan
dâvettir.
Âyetten anlýyoruz ki Allah’a yapýlan dâvet kuru bir laftan
ibaret olmamalýdýr. Dâvetçi dâvet ettiði þeye bizzat kendisinin iman etmesi
gerekmektedir. Yani davetinin kendi hayatýnda eserinin görülmesi
ge-rekmektedir. Ýnsanlarý çaðýrdýðý þeyi bizzat kendisi yaþamasý ve salih amel
sahibi olmasý gerekmektedir. Yani dâvet ettiði þeyle kendi hayatý ayrý ayrý
vâdilerde olmamalýdýr. Davet ettiði þeye kendi hayatý bizzat þahit olmalýdýr
bir.
Bir de bu dâvetini sadece Allah rýzasý için yapmalýdýr.
Birilerine raðmen, birilerine binaen deðil sadece Allah’a raðmen yapmalýdýr. O
zaman muhataplarýnýn onu dinlememeleri karþýsýndakilerin kendisini alaya
almalarý onu hiç ýrgalamayacaktýr. Muhataplarýnýn tavýrlarýndan etkilenerek
dâvetini býrakmasý, býkýp usanmasý kesinlikle söz konusu olmayacaktýr. Çünkü o
bu iþi Allah için yapmaktadýr ve Allah her zaman için onun bu katlandýklarýný
görmektedir ve ona her zaman için lâyýktýr Allah.
Bir de biliyoruz ki:
“Sözlerin en güzeli kelâmullah’týr."
Öyleyse en çok konuþacaðýmýz þey Allah’ýn kelamý olsun. Zira
sözlerin en güzeli, kelamlarýn en cennete götürücü olaný Allah’ýn âyetleridir.
Evet konuþma diyorlar, az konuþ diyorlar. Mümkün olduðunca sus diyorlar. Ama bakýn
Allah’ýn Resûlü de diyor ki tayyib ne kadar çok olursa olsun mutlaka onu
konuþun ki hakkýnýzda sakada olsun diyor. Söyleyebildiðiniz kadar hak söz
söyleyin ki Rabbinizi zikretmiþ ve çevrenizi de düzeltmiþ olasýnýz diyor.
Öyleyse Rasûlullah efendimizin Kelime-i Tayyib diye isimlendirdiði Kur’an ve
sünnette anlatýlan þeyleri sürekli konuþacaðýz, sürekli çevremize duyurmaya
devam edeceðiz ve müslümanlarýn gündemlerini bununla oluþturma kavgasý vereceðiz.
34. “Hem iyilik de bir deðildir kötülük
de. Kötülüðü en güzel bir þekilde sav. O zaman seninle kendisi arasýnda bir
düþmanlýk olan kiþinin, sanki samimi bir dost gibi olduðunu görürsün.”
Ey
mü'minler! Þu anda kötülük ve kötüler, kötülük taraftarlarý, size karþý çok
güçlü, çok kalabalýk görünüyor. Siz iyilik taraftarlarý da bu kötüler
karþýsýnda kendinizi çok zayýf ve güçsüz hissedebilirsiniz. Ama bilesiniz ki,
kötülükle iyilik asla bir olmaz. Kötülük taraftarlarýyla iyilik taraftarlarý
asla bir olmaz. Unutmayýn ki, kötülük fýtraten zayýftýr. Kötülük ne kadar güçlü
görünürse görünsün yýkýlmaya, yok olmaya mahkumdur. Çünkü insan fýtratý kötülüðü
asla sevmez. Kötülük, asla taban tutmaz. Kötülük taraftarlarý hangi devirde
olursa olsun, ne kadar da çok olurlarsa olsunlar asla vicdanlarda kabul
görmeyecektir. Kötüler, sadece iyilerin vicdanlarýnda deðil, kendi kendilerine
de aslýnda kötü ve zalim olduklarýnýn farkýndadýrlar ve sürekli bunun ezikliði
içinde bulunmaktadýrlar.
Onlar sadece baþkalarýnýn gözünde
deðil, aslýnda kendi vicdanlarýnda, kendi fýtratlarýnda yok olmasý gereken
varlýklardýr. Bunun aksine iyilik taraftarlarý, Ýslâm ve müslümanlar zâhiren
zayýf da olsalar, güçsüz de olsalar sonunda onlar mutlaka insanlar arasýnda
kabul görecek ve galip geleceklerdir. Çünkü fýtrat bunu gerektirmektedir. Ýslâm
mutlaka eninde sonunda vicdanlarda kabul görecektir. Bu, yeryüzünde Allah’ýn
fýtrat yasasýdýr ve bunun deðiþmesi de kesinlikle mümkün deðildir. Ýyilik,
Ýslâm yeryüzünde hiç savunucularý olmasa da kendi baþýna kalpleri fetheden bir
güçtür.
Öyleyse ey
peygamberim! Ey peygamber yolunun yolcularý! Sizler iyilikten yana olun! Sizler,
size kötülük yapmadan yana olanlara iyilikten, aftan yana olun! Size kötülük yapan
kimselere karþý kötülük yapma imkânýna sahip olduðunuz halde kötülük yapmayýn!
Kötülük yapana, kötülükle mukabelede bulunmamak ihsandýr. Hattâ kötülük yapanlara
karþý kötülükle mukabelede bulunmadýðýnýz gibi, üstelik onlara iyilikte bulunmanýz
mesajýnýzýn gönüllere nüfuzunu saðlayacaktýr. Sizin bu ihsanýnýz karþýsýnda en
zalim insanlar, en katý kalpliler bile eriyecek ve sonunda size düþmanlýk besleyen
insanlarýn size sýcak bir dost olduðunu göreceksiniz. Dün sizi yok etmek
isteyen zalimlerin, yarýn sizin dâvânýza gönül verdiðini göreceksiniz. Böyle
gözü dönmüþ, gemi azýya almýþ, size kötülük yapmak isteyen birine karþý o anda
söylenecek güzel bir söz, tatlý bir tebessüm, sakin bir konuþmanýn, o anda birdenbire
ortamý deðiþtiriverdiði, kötülük yapmak isteyenin bile utanarak bu kötülükten
vazgeçtiði çok görülmüþtür. Öyleyse daha büyük kötülüklere fýrsat vermemek,
daha büyük felâketleri tevlit etmemek için, kötülük karþýsýnda kötülüðü deðil,
kötülük karþýsýnda iyiliði tercih etmeliyiz. Tüm kötülükleri iyilikle savuþturmak
zorundayýz.
Size
küfreden birine küfretmemeniz bir iyiliktir, ama ona küfretmemekle birlikte,
onun yaptýðýný yapmamakla birlikte bir de ona karþý duada bulunmanýz en büyük
iyiliktir. Ýþte böyle kötülüðü iyilikle savuþturun. Ama bu gerçekten zordur. Bu
gerçekten nefislere zor, insanlara aðýr gelir. Lâkin:
35. “Bu olgunluða ancak sabredenler
kavuþturulur, buna ancak hayýrdan büyük bir pay sahibi olanlar kavuþturulur.”
Bu
gerçekten zordur. Kötülüðe karþý iyilik yapmak her kiþinin kârý deðildir. Bu,
ancak sabreden erlerin kârýdýr. Bu, ancak sabýr erlerine bir vergidir. Yâni
kendi nefsinden çok dâvâsýný düþünen, insanlarýn Allah dâvâsýna gönül vermelerini
þahsýndan ön planda tutan, dâvâsýnýn gönüllerde ma’kes bulmasý ve muzaffer
olmasý uðruna her þeyini fedâ edecek kadar sabreden kiþiler ancak bu duruma
ulaþabilir. Tabi bu arada kiþinin nefsi devreye girerken, iyiliðin, Ýslâm’ýn
zaferine asla tahammülü olmayan þeytan da devreye girecektir.
36. “Eðer þeytandan gelen kötü bir düþünce
seni dürtecek olursa hemen Allah’a sýðýn. Çünkü O her þeyi iþitir ve bilir.”
Eðer bu
konuda þeytandan sana bir dürtü, bir kamçý, bir teþvik gelecek olursa, hemen
ondan Allah’a sýðýn, diyor Rabbimiz. Hak ve bâtýl karþý karþýya gelince, hak
karþýsýnda bâtýlýn yok olmasýný istemeyen þeytan, hemen devreye girecektir.
Çünkü bâtýl taraftarlarý, kâfirler, alabildiðine Müslümanlarý yok edebilmek
için iþkenceye, hakarete, alaylamalara baþvurarak Müslümanlara her türlü
kötülüðü reva görürlerken, müslümanlarýn Rabblerinin kendilerinden istediði
þekilde onlarýn kötülüklerine karþýlýk güçleri yettiði halde, onlara kötülükle
mukabele etmeyip, onlara iyilikte bulunmaya çalýþmalarý, þeytaný kahreden bir
durumdur. Bu durum karþýsýnda þeytan kahrolur. Çünkü Rabbimizin âyetinde ifade
buyurduðu üzere, bu, þeytanýn savunduðu bâtýlýn yýkýlmasýný ve Ýslâm’ýn da dev
adýmlarla gönüllere nüfuz edip hakkýn galip gelmesini saðlayacak bir durumdur.
Tüm
insanlar nezdinde kötülük taraftarlarý da iyilik taraftarlarý da anlaþýlacaktýr.
Kötülük sadece küfür taraftarlarýna, bâtýl taraftarlarýna, iyilik de hakký
savunanlara mahsus olunca, bâtýlýn savunulabilecek bir yönü kalmayacaktýr.
Bâtýl bütün çirkinliðiyle sýrýtacaktýr. Ýþte bu noktada þeytan ister ki hak
taraftarlarýndan da, Müslümanlardan da kötülük yapan birileri bulunsun ve: “Bakýn
efendim! Görüyorsunuz ki hata bir taraftan deðil, her iki taraftan da hata
vardýr,” diyebilsin, bâtýlý savunabilecek bir imkân elde edebilsin. Ýþte
görüyoruz, bugün yeryüzünün herhangi bir yerinde mü'minler kendilerine yapýlan
çok büyük haksýzlýða karþýlýk çok küçük bir karþýlýk verseler bile, þeytan, hak
karþýsýnda çok önemli bir propaganda malzemesi bulmuþ oluyor ve bunu çok iyi
kullanýyor. Meselâ Çeçenistan’da Müslümanlarýn ülkeleri gasp edilir, binlerce
müslüman öldürülür. Üç yüz bin insan öldürülür kimsenin sesi çýkmaz. Ama bu Müslümanlardan
bir yiðit çýkýp, bir operasyonla üç-beþ kâfiri öldürünce, kýyâmeti koparýrlar.
Binlerce mâsum insaný öldürenler terörist olmazken, bir gemi operasyonunu gerçekleþtiren
ve de sonunda bir tek insanýn burnunu bile kanatmamaya dikkat eden bir müslüman
çok rahat terörist ilân edilir.
Þeytan,
bâtýl karþýsýnda hakkýn çok iyi bir konumda olmasýný asla istemez. Bâtýlýn
kötülükleri karþýsýnda þeytan, hak taraftarlarýný dürtükleyip teþvik eder. “Bak
bu adamlar size þunu þunu yaptý, siz de onlara karþý þunu þunu yapmalýsýnýz.
Size kötülük yapanlara karþý siz de karþýlýk vermelisiniz. Deðilse size korkak
diyecekler, itibarýnýz sarsýlacak,” diyerek Müslümanlarý da karþýlýk vermeye
teþvik eder. Tâ ki müslüman da karþýsýndakinin durumuna düþsün, karþýsýndakinden
bir farký kalmasýn. Tâ ki hakla bâtýl eþit hale gelsin. Tâ ki bir kere küfreden
müslümana karþý, karþý taraftaki bin kere küfretme imkâný elde etmiþ olsun.
Ýþte böyle
þeytandan bir dürtü ile karþý karþýya kaldýðýnýz zaman, hemen Allah’a sýðýnýn.
Þeytanýn vartalarýna düþmemeye çalýþýn. Þunu asla hatýrýnýzdan çýkarmayýn ki,
Allah her þeyi iþiten ve bilendir. Mü'min, her þeyi Allah için yapar. Kendisine
kötülük yapmak isteyen insana iyilik yaparken, mü'min o anda Rabbinin kendisini
gördüðünü, iþittiðini bilir ve O’nun hatýrýna bunu yapar. Allah hatýrýna buna
katlanmayý becerir. Her an Allah kontrolünde bulunma þuuru ve Allah’a lâyýk iþ
yapma duygusu mü'mini bu noktaya ulaþtýrýr. Bunu yaparken mü'minin kalbi son
derece rahattýr. Zira o bilir ki, kötülük yapanýn yaptýðý kötülüðü de, onun
kötülüðüne karþý kendi yaptýðý iyiliði de Allah görmektedir ve iþitmektedir.
37. “Gece ile gündüz ve güneþ ile ay
Allah’ýn kudretinin delillerindendir. Güneþe ve aya secde etmeyin. Eðer sadece
Allah’a kulluk yapmak istiyorsanýz, onlarý yaratan Allah’a secde edin.”
Gece, gündüz,
ay, güneþ, bunlar Allah’ýn âyetleridir, Allah’ýn yaratýklarýdýr. Bunlar
Allah’ýn varlýðýna, ulûhiyet ve rubûbiyetine deliller, alâmetler, iþaretler,
âyetler ve niþanelerdir. Öyleyse ey insanlar! Bu yaratýlmýþlara deðil de yaratana
secde edin! Bu varlýklara deðil de, onlarý yaratan Allah’a secde edin! Zira
bunlarýn hepsi Allah’ýn kullarýdýr. Ay da, güneþ de, arz da, semâ da, diðer tüm
varlýklar da Allah’a boyun bükmüþ, Rabblerinin emirlerine teslim olmuþ varlýklardýr.
Güneþin, ayýn, gecenin, gündüzün þu anda Allah’ýn kendilerine çizdiði hayat
programýnýn dýþýna çýkmadan, Allah’ýn kendileri için takdir buyurduðu yörünge
istikâmetinde hareket etmeleri, bu yörünge istikâmetinde görevlerini ve
fonksiyonlarýný icra etmeleri, hepsinin de Rab-lerinin koyduðu sisteme boyun
büktüklerini, hepsinin de Rabblerine kul olduklarýný göstermektedir.
Sizden
milyarlarca kere daha büyük olan bu varlýklar bile Rab-lerine boyun bükmüþken,
siz kime boyun büküyorsunuz? Sizden milyarlarca kere daha büyük olan bu varlýklar
Rabblerinin emirlerine teslim olmuþlarken, siz kimin emirlerine, siz kimin
kanunlarýna teslim oluyorsunuz? Tüm bu varlýklar hayat programlarýný Allah’tan
alýrlarken, Rabblerinin kendileri için çizdiði yörünge istikâmetinde hareket
ederlerken, sizler hayat programlarýnýzý kimlerden almaya çalýþýyorsunuz? Kimin
hayat programýna teslim oluyorsunuz? Siz kime kulluk etmeye, kime secde etmeye
çalýþýyorsunuz? Tüm bu varlýklar Allah’a kulluk ederek, Allah’a secde ederek
O’nun emirlerine boyun bükerken, sizler bu varlýklarýn kulluk yaptýklarý
Allah’ý býrakýp da bu varlýklarýn kendilerine mi secde etmeye çalýþýyorsunuz?
Bu varlýklarýn hepsi de Allah’ý en büyük olarak tanýrlarken, Allah karþýsýnda
hiçliklerini itiraf edip dururlarken, hepsi de Allah’a kul olduklarýný itiraf
edip dururlarken, þimdi sizler bunlarýn kulluk yaptýklarý Allah’ý býrakýp da,
kendileri kul olan bu varlýklara mý kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz? Yaratýcýyý
býrakýp da, yaratýlmýþlara mý kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz? Allah’ý býrakýp da,
Allah’ýn kullarýna kulluk yapmaya çalýþan, Allah’ý býrakýp da kendilerini bile
yaratmaktan aciz olan Allah kullarýnýn kanunlarýna itaat eden, onlarýn
programlarýný uygulamaya çalýþan, onlarýn arzu ve istekleri önünde secde etmeye
çalýþan müþriklerin ne kadar mantýksýz olduklarýný, ne kadar akýlsýz
olduklarýný anlatýyor Rabbimiz. Bunlar Hem Allah’a secde ettiklerini, hem Allah’a
kulluk ettiklerini iddia ediyorlar, hem de güneþe, aya, yýldýzlara, putlara,
liderlere, insanlara, kurumlara kulluk ettiklerini söylüyorlardý.
“Onu býrakýp da putlardan dost
edinenler: “Onlara, bizi Allah'a yaklaþtýrsýn diye kulluk ediyoruz” derler.”
(Zümer 3)
"Biz
Allah’a kulluk ediyoruz, ama eðer bunlara da secde ediyor ve bunlarýn
arzularýný da yerine getirmeye çalýþýyorsak, bunlarýn kanunlarýný da
uygulamaya, bunlarýn hayat programlarýný da gerçekleþtirmeye çalýþýyorsak, bu bizim
onlara da secde ettiðimiz, onlara da kulluk yaptýðýmýz anlamýna gelmez. Biz
ancak bunlarý aracý kabul ediyor, bunlarý vesile kabul ediyoruz. Bizi Allah’a
yaklaþtýrsýnlar diye bunlara secde ediyoruz,” diyorlardý.
Bunlarýn bu
iddialarýna karþýlýk Rabbimiz buyurur ki: “Ey kullarým! Eðer Bana kulluk
iddianýzda samimiyseniz, gerçekten sadece Bana kulluk ettiðinizi iddia
ediyorsanýz, o zaman Benden baþkalarýna secdeyi býrakýn. Gerçekten Bana kulluk
yaptýðýnýzý, Bana iman ettiðinizi iddia ediyorsanýz, o zaman Benden
baþkalarýnýn hayat programlarýný uygulamaktan, baþkalarýnýn kanunlarýna ve
arzularýna itaatten vazgeçin. Benden
baþkalarýnýn önünde eðilmekten vaz geçin ve sadece Bana secde edin, sadece
Benim emirlerimi uygulayýn. Yok öyle deðil de, hem Bana inandýðýnýzý iddia
eder, hem de Benden baþkalarýna secde etmeye kalkýþýrsanýz, yâni hem Beni, hem
de baþkalarýný memnun etmeye çalýþýr,
hem Benim kanunlarýmý uygulamaya çalýþýr, hem de baþkalarýnýn kanunlarýný
uygulamaya çalýþýrsanýz, iþte bu þirktir ve o zaman siz kesinlikle Bana kulluk
yapmýyorsunuz, Bana secde etmiyorsunuz demektir.”
Çünkü bilesiniz ki Allah
kesinlikle kendisine bu þekilde yapýlan bir kulluðu kabul etmiyor. Zira O,
kendisine þirk koþulmaya kesinlikle razý deðildir. O’nun ortaklarý yoktur,
yardýmcýlarý yoktur, vezirleri, yetkilileri, oðullarý, kýzlarý, hanýmlarý
yoktur. Allah, tüm varlýklardan yüz çevirip sadece kendisine kulluk yapan
kullarýnýn kulluðunu kabul etmektedir. Sadece kendisi önünde secde eden, baþka
hiçbir varlýk önünde secde etmeyen, sadece kendisinin kanunlarýna itaat eden,
baþka hiç kimsenin kanunlarýna itaat etmeyen, sadece kendisinin hayat
programýný uygulayan, baþkalarýnýn hayat programlarýný uygulamaya yanaþmayan ve
sadece kendisini razý etmeye çalýþan, baþkalarýný razý etme gereði duymayan
kullarýnýn kulluklarýný kabul edecek, ötekilerin kulluklarýný asla kabul etmeyecektir.
Burada
âyetin hangi bölümünde secde edileceði konusunda ihtilâf vardýr. Âyetin önceki
bölümündeki secde kelimesinden sonra mý, yoksa ikinci bölümdeki secde kelimesinden
sonra mý olduðu konusunda farklý görüþler vardýr.
38. “Eðer onlar büyüklük taslarlarsa
bilsinler ki, Rabbinin yanýndaki melekler gece gündüz onu tesbih ederler ve hiç
usanmazlar.”
Eðer onlar
Rabblerine kulluk yapma konusunda, Rabblerinin hayat programýný uygulama
konusunda ve sadece Rabblerine secde etmeleri konusunda gururlanýp, kibirlenip
büyüklük taslayacak, Rablerinin hayat programýný uygulamaya yanaþmayacak olurlarsa,
bilsinler ki Rabbinin yanýnda gece-gündüz hiç usanmadan, hiç yorulmadan Rabblerini
tesbih edenler vardýr.
Bunlarýn
melek olduðu söylenmiþtir. Melekler býkmadan usanmadan her an Allah’ý tesbih
ederler. Hem de sizden de, sizin dünyanýzdan da milyarlarca kere daha büyük meleklerdir
bunlar. Bakýn bundan önceki sûrede Rabbimiz þöyle buyurmuþtu:
“O gün Rabbinin arþýný onlarýn üzerinde
sekiz melek yüklenir.”
(Hâkka 17)
Dikkat
ediyor musunuz? Arþý taþýyan sekiz melekten söz ediyor Rabbimiz. Kimileri de
bugün bu arþý yüklenen meleklerin sayýlarýnýn dört olup, kýyâmet günü bu sayýya
dört daha ilâve edilip sekiz olacaklarýný söylemiþtir. Arþýn taþýyýcýsý olan bu
melekler ve bir de arþýn etrafýndaki meleklerden söz ediliyor. Demek ki bir de
o arþýn etrafýnda melekler varmýþ. Zümer sûresinde bu meleklerden söz edilir.
Bunlarýn sayýlarýný ancak Allah bilir. Ýþte gerek bu arþý taþýyanlara, gerekse
arþýn etrafýnda bulunan meleklere, Allah’a
en yakýn anlamýna “Kerubiy-yûn” ya da “Mukarrabûn melekler” denir. Ýþte bu
meleklerin iki görevinden söz ediyor Rabbimiz.
Birincisi,
“Rablerini
hamd ile tesbih ediyorlar ve ona iman ediyorlar.”
Bu melekler
Rabblerini tesbih ediyorlar. Yâni bu melekler Allah’ýn Müslümanlardan istediði
bir görevi yerine getiriyorlar, “Sübha-nallah” diyorlar. “Ya Rabbi seni tesbih
ederiz!” diyorlar. “Ya Rabbi sen seni nasýl tanýttýysan seni öylece kabul
ediyoruz! Sen, kendini hangi sýfatlarla muttasýf olarak bildirmiþsen, hangi
sýfatlardan münezzeh olarak anlatmýþsan, sana öylece iman ediyoruz! Ya Rabbi,
seni, senin sýfatlarýnla tanýyor, sana lâyýk olmayan, sana yakýþmayan noksan sýfatlardan
tenzih ederiz,” diyorlar. “Seni, sýfatlarýn konusunda tam ve mükemmel kabul
ediyoruz. Sana ait olan sýfatlarý asla baþkalarýna vermeyiz, senin sýfatlarýný
parçalamayýz. Senin sýfatlarýndan bazýlarýný senden baþkalarýna daðýtarak sana
þirk koþmayýz,” diyorlar. “Ya Rabbi üstünlük sendedir, güç-kuvvet sendedir, ceberût,
azamet sendedir, kulluk, itaat, ibadet sanadýr” diyorlar. “Senden baþkalarýný
dinlemeyiz. Senden baþkalarýna ibadet ve itaat etmeyiz,” diyorlar. Ýþte tesbih
budur. Dikkat ederseniz tesbihin üç boyutunu demeye çalýþtým.
1. Tesbih,
Allah’ý Allah’ýn haber verdiði sýfatlarýyla muttasýf bilmektir. Allah kendisini
Bakara’da, Al-i Ýmran’da, Nisâ’da nasýl anlatmýþsa, hangi sýfatlarla muttasýf
olarak bildirmiþse iþte öylece Allah’a inanmaktýr. Öyle bir Allah’a inanacaðýz
ki, O mükemmeldir. O’n-da zaaf, unutma yoktur. O’nda hata, cehalet yoktur. Ýþte
Allah’a böylece Allah’ýn istediði biçimde iman, tesbih demektir. O’nu mükemmel
tanýrken, tüm noksan sýfatlardan da tenzih edeceðiz. O’nu bu þekildeki
sýfatlarýyla tanýdýkça da, “sübhanallah!” diyeceðiz.
Burada pek
çoðumuzun içine düþtüðü bir yanlýþa iþaret etmek isterim: Allah’ý, kitabýnda
kendisini bize tanýttýðý þekilde tanýmadan, O’nu, O’nda olanlarla tanýmadan
veya O’nda olmayanlarý O’nda bilerek, her dakika yüz bin de “sübhanallah” desek,
bunun hiçbir faydasý yoktur. Yani, Allah kitabýný, peygamberini, hukukunu,
ekonomiyi nasýl tanýtmýþsa, Allah’ýn tanýttýðý gibi bileceðiz, sonra da bunlarý
bildikçe, “sübhanallah” diyeceðiz. “Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne büyüksün!
Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne mükerremsin ki, böyle muazzam bir yasa koymuþsun.
Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne büyüksün ki bu kadar muazzam bir hukuk yasasý
belirlemiþsin. Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne yücesin ki bu kadar mükemmel bir
ekonomik yasa belirlemiþsin,” diyeceðiz. Yoksa bunlarý tanýmadan “sübhanallah”
demenin bir kýymeti yoktur.
Meselâ rýzýk konusunda Allah’a
tümüyle güvenmeyip de ikinci üçüncü derecedeki Rezzaklarýnýn korkusundan ötürü,
bir kýsým görevlerini yapmaktan çekinen kiþinin, günde yüz bin defa da “ya
Rezzak” demesinin hiçbir kýymeti yoktur. Veya ilimde Allah’a tam olarak güvenmeyip,
yerde O’nun eksikliðini tamamlamak üzere bir takým gayb biliciler aramaya
kalkýþan bir adamýn, milyon kere “ya Alîm demesinin” bir kýymeti yoktur.
Rubûbiyette
Allah’a güvenmeyip, yerde Allah’ýn bu eksiðini tamamlamak üzere bir kýsým kanun
koyucular arayan, bir kýsým program yapýcýlar arayan ve bunlarýn kanunlarýný da
kanun bilen bir insan, günde milyon kere de “ya Rabb” diye zikretse, boþtur bu.
Þifa konusunda Allah’a
güvenmeyip, Allah’ý Þâfi bilmeyip yerde bir kýsým þifa daðýtýcýlar arayan
kiþinin, “ya Þâfi” diye Allah’ý zikretmesi boþtur. Öldürmede, diriltmede, ruh
vermede Allah’a güvenmeyen birinin ya Muhyî, ya Mümîd diyerek zikretmesi boþtur. Allah’ý Azîz bilmeyip, izzeti Allah’ta deðil
de malda, mülkte, makamda, mansýpta arayan birinin “ya Azîz” demesi boþtur.
Maðfirette,
afta, tevbede Allah’ý ikinci plana atarak bir kýsým aracýlara sýðýnmaya çalýþan
birinin “ya Tevvab” demesi boþtur. Kendi kendisini kontrol etmede, murakabe
etmede Allah’ý ikinci plana atarak bir kýsým aracýlarý etkin ve yetkin bilen
birisinin “ya Hafýz” demesi, “ya Müheymin” demesi boþtur.
Öyleyse
Allah’ý, Allah’ýn kendisini tanýttýðý þekilde tanýyacak ve sonra da “sübhanallah”
diyeceðiz. Ýþte bu müþrikler, Allah’la birlikte baþkalarýna da secde edenler, Allah’ýn
kanunlarýna itaat etmekle birlikte baþkalarýnýn kanunlarýný da uygulamaya
çalýþanlar kendilerince bir Allah’a inanýyorlar, kendilerince bir secde, tesbih
anlayýþý geliþtiriyor ve sonunda da kendilerinin mü'min olduklarýný ve cennete
gideceklerini sanýyorlarsa, aldanýyorlar demektir. Ýþte böyle bildiðimiz, tanýdýðýmýz
bir Allah’ýn yeryüzünde oðlu, hanýmý, temsilcileri, yetkilileri yoktur, kimseye
böyle bir yetki vermemiþtir, buna ihtiyacý da yoktur.
Evet, Allah
katýnda hiç usanmadan, hiç yorulmadan Allah’ý tesbih eden kullar vardýr. Bunlar
Allah’ýn melekleridir ki, onlar göz açýp yumacak kadar zaman bile gaflet etmeden
Rabblerini tesbih ederler.
Bunlarýn,
yeryüzündeki Allah’ýn tevhid ehli kullarý olduðu söylenmiþtir. Yine burada
kastedilenlerin, Allah’a Allah’ýn istediði biçimde iman etmiþ, Rabblerini, Rabblerinin
isimlerini, sýfatlarýný, Rabblerinin kendilerine gönderdiði kitabýndan tanýmýþ
ve O’na aynen o þekilde iman etmiþ ve sadece Rabblerinin huzurunda eðilen,
sadece Rable-rinin arzularýný uygulayan, sadece Rabblerini razý etmeye çalýþan
ve hiç býkýp usanmadan Rabblerini tesbih eden, Rabblerine kulluk yapan gerçek
Müslümanlar olduðu belirtilmiþtir. Sonra yine semâ, arz, ay, güneþ, yýldýzlar,
daðlar, taþlar, bulutlar gibi bildiðimiz bilmediðimiz tüm varlýklar, Allah’ýn
kendileri için çizdiði hayat programlarýný icrâ etmek sûretiyle Allah’a kulluk
etmektedirler, Allah’ý tesbih etmektedirler. Hem de hiç býkmadan, hiç usanmadan,
bir saniye bile fevt etmeden Rabblerine boyun bükmektedirler.
Allah’a
boyun bükmüþ, Allah’ý tesbih eden tüm bu varlýklar yanýnda yeryüzünde
kendilerini bir þey zannedip de Allah’a kulluða yanaþmayan, Allah’tan
baþkalarýnýn kanunlarýný uygulamaya çalýþan, Allah’tan baþkalarýný razý etmeye
çalýþan þu üç beþ kâfirin ne önemi olabilir ki? Siz ey kâfirler! Rabbinize
kulluk etmezseniz etmeyin! Bu Allah’ýn þanýna bir þey getirmez! Çünkü kâinatta
tüm varlýklar O’nun kulu kölesi olmuþken, sizin baþkalarýna kulluk yapmanýzýn
ne önemi olacak ki?
Bakýn çok
ötelere gitmeye gerek yoktur. Sizin þu anda iç içe olduðunuz, birbirinize çok
yakýn olduðunuz, sizin þu üstünde gezip dolaþtýðýnýz, týpký bir karýnca gibi
üstünde mesken tuttuðunuz, Allah’ýn kendisine çizdiði hayat programýný yerine
getirmesinin gereði olarak þu anda sizi nîmetleriyle besleyen þu kupkuru toprak
bile Allah’a kulluk etmektedir, diyerek Rabbimiz bir kulluk örneði daha anlatacak.
Sanki bu öncekileri anlayamadýysanýz, çok yakýnýnýzdan bir baþka varlýðýn
kulluðunu tanýtayým size dercesine, Rabbimiz bundan sonraki âyet-i kerîmesinde
bir kulluk örneði daha verecek:
39. “Senin yeryüzünü boynu bükük,
kupkuru görmen de Allah’ýn kudretinin delillerindendir. Biz onun üzerine suyu
indirdiðimiz zaman titreþir ve kabarýr. Þüphesiz ki ona hayat veren Allah,
mutlaka ölüleri de diriltir. Doðrusu O’nun her þeye gücü yeter.”
Yeryüzünü
böyle boynu bükük zelûl görmeniz de Allah’ýn âyetlerindendir, Allah’ýn kudret
delillerindendir. Yeryüzü týpký bir koyun, bir deve gibi uysal kýlýnmýþtýr,
size boyun eðdirilmiþtir. Sizler þu anda onun omuzlarýnda gezip dolaþýyor, onun
bitirdiklerinden yiyip içiyorsunuz. Ama bilesiniz ki o yeryüzünün zelûl, uysal
ve sizin arzularýnýza boyun büküp âmâde oluþu, kendiliðinden deðildir, sizden
de deðildir. Onu bu hale getiren sizin Rabbinizdir. Onu sizin emrinize âmâde
kýlan Rabbinizdir. Eðer þu anda o yeryüzü, o arz, o toprak size itaat ediyorsa,
bu Bizim ona çizdiðimiz, belirlediðimiz program gereðidir. Yeryüzü de Bizim
kendisine belirlediðimiz yörünge gereði Bize kulluk yapmaktadýr. Eðer öyle
olmayýp da yeryüzü kendi keyfine göre hareket etseydi, sizin defterinizi çoktan
dürmüþtü.
Bu ifade
bir yandan yeryüzünün de, topraðýn da huþû içinde Allah’a teslim olduðunu,
Allah’a boyun büküp kulluk yaptýðýný, Allah’ýn kendisi için belirlediði hayat
programýný icra ettiðini anlatýrken, diðer taraftan Rabblerine secde ederek
yüzlerini, alýnlarýný topraða sürmeyi zillet kabul eden müstekbirlerin,
kibirlilerin de sonunda o topraða düþeceklerini, o topraða yuvarlanacaklarýný
anlatýyor.
Rabbimiz
buyurur ki: Görürsün ki, toprak kupkurudur. Hiçbir hayat emaresi yoktur. Meselâ
bir çöl, bir buzul veya birkaç metre don bir yer düþünün. Biz, rahmetimizle o
kupkuru topraða gökten suyu indirdiðimiz zaman o topraðýn titrediðini,
kabardýðýný, topraðýn canlanýp hayat için harekete geçtiðini görürsün. Þüphe
yok ki ona hayat veren, onu böylece ölü iken dirilten Allah, elbette ölüleri de
iþte böylece diriltir. Ýndirdiði yaðmurla ölü topraðý dirilten Allah, aynen
bunun gibi indirdiði vahiyle de ölü kalpleri diriltir. Ýndirdiði vahiyle,
Rabbimiz ölülerden diriler çýkarýr, kâfirlerden mü'minler oluþturur. Þüphesiz
ki o her þeye kâdirdir. Yâni iradesini her neye tevcih buyurmuþsa, o anýnda
vücuda geliverir.
40. “Âyetlerimiz
hakkýnda doðruluktan ayrýlýp inkâra sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde
ateþe atýlacak olan mý daha hayýrlýdýr, yoksa kýyâmet günü güven içinde gelecek
olan mý? Ýstediðinizi yapýn, þüphesiz ki Allah yaptýðýnýz her þeyi görmektedir.”
Âyetlerimizi
tahrif etmek, inkâr etmek, yalanlamak sûretiyle onlarla savaþa tutuþanlar,
âyetlerimizi örtmeye, gündemden düþürmeye, kullarýmýzýn gözlerinden, kulaklarýndan
saklamaya, gizlemeye çalýþanlar var ya, onlarýn yaptýklarý Bize gizli deðildir.
Biz onlarýn yaptýklarýnýn tamamýný görmekteyiz.
Âyet-i
Kerîmede “Ýlhad” Ýfadesi kullanýlmaktadýr. Ýlhad; inat demektir.
Allah’ýn âyetlerini görmeme, Allah’ýn âyetleriyle tanýþmama, Allah’ýn
âyetleriyle yüz yüze gelmeme konusunda inat edenler, Allah’ýn kitabýndaki âyetlerini
okumama, onlara yönelmeme, kitapla diyalog kurmama, kitaba karþý ilgisiz kalma
konusunda inat edenler, ona karþý ilhad içinde olanlardýr.
Yine ilhad;
âyetleri deðiþtirmek, âyetleri konulduklarý, vaz’ edildikleri anlamlarýn
ötesinde berisinde anlamlara sündürmek ve baþka yerlere koymak anlamlarýna
gelmektedir. Yâni âyetlerin manalarýný tahrif etmek, Allah’ýn dediklerine
demedi, demediklerine dedi diyerek Allah’ýn âyetlerine kendi istedikleri
manalarý yüklemek, Allah’ýn âyetlerini kendi hevâ ve heveslerine malzeme
yapmaya çalýþmaktýr.
Bunun
yanýnda ilhad, inhiraf anlamýnadýr. Âyetlerin sahih anlamlarýndan inhiraf
ederek, âyetlerin gerçek anlamlarýyla hiçbir ilgisi olmayan manalarý âyetlere
yüklemek de ilhaddýr.
Ýlhadýn
diðer bir anlamý da, mezara koymak demektir. Yâni bir þeyi doðruluktan eðriliðe
götürmek, eðip bükmek demektir. Ýþte âyetlerimiz konusunda böyle davrananlar, kesinlikle
Bizden kaçýp kurtulamazlar, bizden gizlenemezler.
O halde
söyleyin þimdi, baþ aþaðý ateþe, cehenneme atýlacak olan mý daha hayýrlýdýr, yoksa
kýyâmet günü güven içinde emniyet içinde gelecek olan mý? Hangisi hayýrlýdýr
bunlarýn? Yaptýklarýndan ötürü cehenneme yuvarlanacak olan mý, yoksa emin
olarak, emniyet ve güven içinde gelecek olan mý? Bir adam düþünün ki mü'min,
yâni emin, emniyet içinde. Dünyada Allah’ýn emaný altýnda bir hayat yaþamýþ,
yaþarken, ölürken, kabirde, diriliþte, sýratý geçerken Allah’ýn emniyeti
altýnda, cehennem konusunda emin, cennete gitme konusunda emniyet altýnda. Ýþte
mü'min olarak, yâni emniyetli olarak yaþayýp, emniyetli olarak gelen birisi mi
daha hayýrlýdýr, yoksa cehenneme yuvarlanma konusunda hiçbir emniyeti
bulunmayan kimse mi hayýrlýdýr?
Öyleyse
dilediðinizi yapýn. Ýþte size iki yol, iþte size iki yaþam biçimi. Birisi
müntesibini, yolcusunu sonunda cehenneme götürücü bir yol, ateþle buluþturucu
bir hayat programý, diðeri de sahibini sonunda eman altýnda cennete ulaþtýrýcý
bir yoldur. Biz size bu iki yolun ikisini de açýkladýk, beyan ettik.
Dilediðinizi yapýn artýk, bu konuda serbestsiniz. Rabbimiz, sonucuna siz
kendiniz katlanmak þartýyla bunlardan dilediðinizi seçip o yolda yürüyebilirsiniz
diyor.
41,42. “Kur’an kendilerine geldiðinde
onu inkâr edenler, mutlaka cezalarýný çekeceklerdir. O gerçekten çok deðerli
bir kitaptýr. Ona ne önünden, ne de
arkasýndan bâtýl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyýk olan Allah
tarafýndan indirilmiþtir.”
Zikir,
zikra, sürekli hatýrda canlý tutulmasý gereken, sürekli kendisiyle beraber
olunmasý ve hayatýn her bir kademesinde uygulanmasý gereken kitap demektir.
Ýþte böyle Allah’ýn kendilerine zikir olarak indirdiði kitabý örtenler, onunla
diyaloglarýný kesenler var ya, dendikten sonra bunun haberi zikredilmemiþtir.
Bunun sebebi, anlayabildiðimiz kadarýyla kitaplarýna karþý böyle davranan
kimselere verilecek cezanýn, anlatýlmasý mümkün olmayan, tasavvuru bile mümkün
olmayan bir ceza olmasýdýr. Yâni böyle kitapla ilgisiz yaþayan insanlara öyle
bir ceza verilecek ki, bunun ifadesi bile mümkün deðildir. Allah korusun, çok
müthiþ bir tehdittir bu.
Çünkü bu
kitap aziz bir kitaptýr. Azîz olan, alt edilmez, yenilmez, karþý gelinmez,
itiraz edilmez, mutlak galip olan, önünde saygýy-la eðilinmesi gereken
Allah’tan gelmiþ aziz bir kitaptýr. Kitabýn gön-dericisi de Aziz’dir, kitabýn
kendisi de azizdir, kitabýn müntesibi olan mü'minler de Allah aziz kýldýðý için
azizdirler. Yeryüzünde bu kitabý da, bu kitabýn müntesiplerini de alt edecek
hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Eðer izzet, þeref sahibi olmak istiyorsak, izzet
ve þeref sahibi olan bu kitaptan haberdar olmak zorundayýz. Ýnsanlar, bu þeref
kaynaðýyla ilgileri nisbetinde izzet ve þeref sahibidirler.
Ne önünden
ne de ardýndan ona bâtýl yaklaþamaz. Bu kitap kesinlikle haktýr. Ortaya koyduðu
her þey haktýr. Bu kitapla hareket edenler, bu kitabý kendilerine istinatgah yapanlar,
bu kitabý tüm amellerinde ve kavillerinde hareket noktasý kabul edenler, yâni
bu kitapla beraber olanlar da kesinlikle bilelim ki haktadýrlar, haklýdýrlar ve
hak yoldadýrlar. Bu ayný zamanda bunun da tescilidir. Bir de hak, bu kitabýn
ortaya koyduðudur. Ýnsan haklarý, kadýn haklarý, erkek haklarý, iþçi-iþveren
haklarý vs. hangi hak gündeme gelirse gelsin, bilelim ki hak ancak bu kitabýn
belirlediði haktýr. Bunun dýþýnda hak da yoktur, haklý da yoktur.
Bu kitap
hiçbir þekilde, hiçbir dönemde, hiçbir güç, otorite, kitap, sistem, delil tarafýndan
asla iptal edilemez. Hiçbir sistem, hiçbir ideoloji asla onu iptal edemez, hiçbir
þey onun yerine geçemez. Önceki âyetlerde ifade edildiði gibi, yâni sizler doðrudan,
ya da dolaylý yollarla ona galip gelmek mi istiyorsunuz? Onu susturacaðýnýzý mý
zannediyorsunuz? Sizler onun yerine bir þeyler koyup ona galip gelebileceðinizi
mi zannediyorsunuz? Bir kýsým yaygaralar ileri sürmek sûretiyle, gürültüler
çýkararak, insanlarýn gündemlerini deðiþtirerek, kitabýn âyetlerini örtbas
etmeye çalýþarak, ya da aman kitap duyulmasýn diye bir kýsým yasaklar koyarak,
ilhadlar yaparak Allah’ýn kitabýna karþý galip gelebileceðinizi, onu Allah
kullarýnýn gözünden, gönlünden saklayabileceðinizi mi zannediyorsunuz? Hayýr
hayýr, boþuna uðraþmayýn, bunu asla yapamayacaksýnýz. Çünkü bu kitap Azîz olan,
Ha-mîd olan kâinatta tüm varlýklarýn kendisini hamd ettikleri, övdükleri, hayata
hakim olan hikmet sahibi Allah’tan gelme aziz ve hikmet dolu bir kitaptýr. Bu kitap
azizdir ve karþýsýnda olan her þeyi ezip geçecek ve yok edecek bir kitaptýr.
Bu âyet
ayný zamanda bu kitabýn kýyâmete kadar korunacaðýnýn, ona önünden ve ardýndan
hiçbir bâtýlýn yaklaþamayacaðýnýn beyanýdýr.
Bir de bu
kitabýn Hakîm ve Hamîd bir Allah’tan gelmesinin beyanýndan anlýyoruz ki,
Rabbimizi övmek, hamd etmek istiyorsak bu kitapla beraber olmak zorundayýz. Kendimizin,
kendi hayatýmýzýn Allah tarafýndan övülmesini, hamde lâyýk görülmesini
istiyorsak, yine bu kitapla beraber olmak zorundayýz. Hikmetli olmak, hikmetli
söz söylemek, bilgin olmak istiyorsak, yine bu kitapla beraber olmak zorundayýz.
Tüm bunlarýn yolu, bu kitapla beraber olmaktan geçmektedir.
43. “Ey Muhammed! Sana senden önceki
peygamberlere söylenenden baþka bir þey söylenmiyor. Þüphesiz ki senin Rabbin
hem maðfiret sahibidir hem de acý verecek bir azap sahibidir.”
Kitabýnýn
ve kendisinin Allah tarafýndan aziz olduðunu, hiç kimsenin kendisini alt
edemeyeceðini beyandan sonra, burada da Rabbimiz Peygamberini ve peygamber yolunun
yolcusu olan biz mü'-minleri teselli ediyor. “Ey peygamberim! Þu anda
karþýndaki muhataplarýn tarafýndan sana yapýlan inkâr, ilhad, yalanlama ve
alaylar, senden önceki peygamberlerime yapýlanlardan baþka bir þey deðildir. Senden
öncekilere de bunlarýn aynýsý yapýlmýþtý. Onlar bütün bu yalanlamalara karþý
sabrettiler. Sonunda Allah onlara ve beraberlerindeki mü'minlere maðfiret
ederken, düþmanlarýnýn tamamýný helâk etti.
Dolayýsýyla þimdi sen de üzülme.
Sen de senden öncekiler gibi sabret ve yoluna devam et. Sana düþeni yap ve
gerisine karýþma. Çünkü Allah mü'minlere karþý son derece merhametli, kâfirlere
karþý da son derece þiddetli bir biçimde ceza vericidir. Sana düþeni yap ve
gerisini Allah’a býrak. Tüm düþmanlarýný Allah’a havale et. O, senin intikamýný
tüm düþmanlarýndan alýverecektir.
Þerefli Allah
elçilerine yapýlanlarý Rabbimiz gündeme getirdikçe, mü'minlerin kalpleri
yatýþýyor. Onlarýn yalanlanmalarýný, alaya alýnmalarýný gördükçe, bildikçe,
bizler de bu tür tavýrlar karþýsýnda dayanma gücü buluyoruz.
44. “Eðer biz onu yabancý dilden bir
Kur’an yapsaydýk onlar mutlaka: “Bu kitabýn âyetleri geniþçe açýklanmalý deðil
miydi? Arap bir peygambere yabancý bir dil öyle mi!” derlerdi. Sen de ki: “O,
iman edenler için bir hi-dâyet ve þifadýr.” Ýman etmeyenlerin kulaklarýnda ise
bir aðýrlýk vardýr. Kur’an onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir
yerden çaðrýlýyorlar da duymuyorlar.”
Rabbimiz,
sûrenin 3. âyetinde Arapça bir Kur’an olarak bilenlere âyetlerinin
açýklandýðýný anlatmýþtý. 42. âyetinde de, tüm kâinattakilerin övdüðü Hamîd ve
Hakîm olan Allah’tan gelme bir kitap olduðu vurgulanýnca, müþrikler Peygamber Efendimize
þöyle diyorlar: “Ey Muhammed! Bu senin getirdiðin kitapta bizi hayrete
düþürecek, Allah’tan geldiði konusunda bizi imana dâvet edecek fevkalâde bir
þey yoktur. Zaten senin ana dilin Arapça’dýr. Sen zaten ana dilini bilen birisi
olarak böyle bir kýsým sözler söylüyorsun. Bu gâyet normal bir þeydir. Eðer
böyle Arapça deðil de, bilmediðin, meselâ Japonca, Çince, Hintçe gibi yabancý
bir dilde bize fasih bir þeyler söyleseydin, o zaman bunun Allah’tan sana bir
mûcize olduðunu kabul edebilirdik. Yâni bu kitap þu anda senin de, bizim de
bildiðimiz ana dilimizde deðil de, baþka bir dilde olsaydý, o zaman bu harikulade
bir þey olurdu ve senin Allah’ýn elçisi olduðunu kabul ederdik.”
Onlarýn sadece inatlarýndan ve
ilhadlarýndan kaynaklanan bu ifadelerine karþýlýk Rabbimiz buyurur ki: “Eðer
biz onu yabancý dilde bir kitap yapsaydýk, onlar bu defa da mutlaka þöyle diyeceklerdi:
“Bu kitabýn âyetleri geniþ geniþ açýklanmalý deðil miydi? Arap bir peygambere,
Arap bir topluma, acemi bir dilde bir kitap ha? Arab’a Arapça olmayan, acemi
bir kitap; olacak þey mi bu?” Ne tuhaf þey? Arab’a yol göstermek için Arapça
olmayan bir kitap gönderiliyor diyeceklerdi. Halbuki onu anlayabilsinler diye
kendi dillerinde Arapça bir Kur’an yaptýk.
Alçaklar
bir yandan, “bizim bildiðimiz, anladýðýmýz, konuþtuðumuz bir dilde Kur’an
getirdin, bunun fevkalâde hiçbir yönü yoktur,” diyorlar, bir yandan da sûrenin
baþlarýnda 5. âyette ifade edildiði gibi: "Ey Muhammed! Bizim kalplerimiz
senin bizi kendisine çaðýrdýðýn þeye kýlýflýdýr, örtülüdür, biz bunu anlayamýyoruz!"
diyorlar. “Biz bu kitabý anlayamýyoruz, senin bize okuduðun bu âyetleri anlamaktan
uzaðýz,” diyorlar. Garip bir þey yâni! “Hem biz bunu anlayamýyoruz,” diyorlar,
hem de, “aman bu kitaba karþý yaygara yapýn, gürültü çýkarýn, müzik çalýn,
insanlarýn gündemlerini deðiþtirin ki, bu kitabýn âyetleri insanlarýn kulaklarýna
girmesin. Ýnsanlarýn gündemlerini deðiþtirip onlarý baþka þeylerle meþgul edin
ki, insanlar bu kitabý okuyacak, bu kitapla tanýþacak vakit bulamasýn,”
diyorlar.
Madem bu kitap anlaþýlmayacak bir
kitapsa, niye insanlarýn ona yönelmelerinden korkuyorsunuz? Nasýl olsa anlamayacaklar,
býrakýn okusun onu insanlar. Niye yasaklýyorsunuz? Niye gündem oluþturuyorsunuz
onun aleyhinde? Adamlar bu iþin farkýndalar aslýnda da, onunla tanýþan
kölelerinin birer birer hürleþerek kendilerine kulluktan kopmalarýna
dayanamýyorlar. Galiba onun için istiyorlar bu yukarda istediklerini. Yâni, “keþke
bu kitap herkesin anlayabileceði bir dilde, herkesin anlayabileceði biçimde
tafsilatlý olarak âyetlerini anlatmasaydý, ya da toplumda sadece belli insanlarýn
anlayabileceði dilde bir kitap olsaydý da, bu kölelerimizi kontrol etme
imkânýmýz olsaydý,” demeye çalýþýyorlardý.
Bugün de bakýyoruz kimileri
ýsrarla sadece metinden okunmasý gerektiðini, meâl ya da tefsir okunmamasý gerektiðini,
muhtevanýn gizlenmesi gerektiðini savunuyorlar. Galiba bunlarýn endiþeleri de budur.
“Þimdi bu insanlar bu kitapla tanýþýrlar ve bu kitapta Allah’ýn kendilerinden
istediði hayatý anlarlarsa, o zaman bizim kendilerine sunduðumuz hayatý
reddederler. Allah’ýn kanunlarýný tanýrlarsa bizimkilere uymaktan vazgeçerler.
Ýyisi mi, insanlarýn bu kitapla tanýþmalarýný engelleyelim,” demeye çalýþýyorlar.
Bu milletin alfabesini deðiþtirerek bu milletin çocuklarýnýn kitapla
diyaloglarýný kesmek isteyenlerin niyetleri de herhalde bundan baþka bir þey
deðildi.
Onlar ve
bunlar ne yaparlarsa yapsýnlar, sen de ki Peygamberim, “bu Kur’an, iman
edenlerin kalplerine bir hidâyet ve þifadýr. Mü'minlerin kalplerine þifadýr.
Ama iman etmeyenlere gelince, onlarýn kulaklarýnda bu kitaba karþý bir aðýrlýk
vardýr. Kur’an onlara göre bir körlüktür. Sanki Kur’an’ý dinlerken onlar uzak
bir yerden çaðrýlýyorlar da duymuyorlarmýþ gibi bir durum sergiliyorlar.”
Bakara sûresinde bu konu þöyle anlatýlýyordu:
“Küfredenlerin durumu çaðýrma ve baðýrmadan
baþka bir þey duymayan hayvaný çaðýranýn durumuna benzer.”
(Bakara
171)
Yâni bu
insanlar çobanýn nidasýný, çaðrýsýný duyan, ama onun kelimelerini anlamaksýzýn
onun nidasýna doðru giden sýðýr sürüleri gibidirler. Onlara bir þeyler
anlatmak, nasihat etmek sýðýra nasihat etmek gibidir.
Ya da
burada baðýran, bu adamlarýn kendileridir. Kendilerinin sesini iþitmeyen,
iþitse de anlamayan birilerine baðýrýp çaðýrmaktadýrlar. Adam her gün baðýrýyor
iþte: “Atam! Babam! Dedem! Anam! Ecdadým! Senin yolundan gidiyoruz! Senin izini
takip ediyoruz! Senin yolundan, senin izinden ayrýlmadýðýmýzýn ispatý olarak,
bak þu anda huzurundayýz! Huzurunu huzursuzlara bozdurmayacaðýz!” Baðýrýyorlar,
çaðýrýyorlar ama berikisi duymuyor, iþitmiyor.
Birinci
anlamýyla bu adamlar sözü, çobanýn sesini duyarlar ama onun demek istediðini
anlamazlar, üzerinde düþünmezler, anlamaya çalýþmazlar, demektir. Söyleyenin
sözünü anlamak için akýllarýný, kalplerini, gözlerini, kulaklarýný kullanmak
istemezler. Kör bir taklitten yanadýrlar, söylenilenin sebebini, hikmetini
anlamaya yanaþmazlar.
Âyet-i
kerîmede, Rabbimiz kâfirlerin karakterlerini çiziyor. Ýnsan, çok uzaktan
baðýran bir adamýn baðýrmasýný, sesini duyabilir ma onun ne dediðini anlamakta
güçlük çeker. Ýþte bu âyet, çaðrýyý duymak, dâvete kulak vermek, mesaja iman
etmek istemeyen kiþinin kulaklarýnýn ve kalbinin kapalý olduðunu anlatýyor.
Hani gönlü namazda olmayanýn kulaðý ezanda olmaz ya, iþte aynen bunun gibi.
Meselâ çok yakýnda, kulaðýnýn dibinde ezan okunur da adam yine de duymaz,
farkýna varmaz deðil mi? Ýþte böyle kendisinin yaný baþýnda oku-nan bu kitaba
karþý taassup içinde olup, karþýsýndakini dinlememeye, anlamamaya, ona yönelip
kabul etmemeye kararlý olan bir kimse için, yaný baþýnda konuþan insan bile çok
uzaklardan konuþan gibi ola-caktýr. Meselâ birini dinlememeye kararlý olan bir
adamýn yaný ba-þýnda konuþan kiþinin sözleri, onun kulaklarýndan içeri
girmiyor, kal-bine inmiyor ve kulaklarýndan geri dönüyor.
45. “Andolsun
biz Mûsâ’ya Tevrat’ý vermiþtik de onda ihtilâfa düþmüþlerdi. Eðer Rabbin
tarafýndan azabýn ertelenmesine dair bir söz geçmeseydi, mutlaka aralarýnda
hüküm verilirdi. Gerçekten onlar Kur’an hakkýnda bir þüphe ve tereddüt içindedirler.”
Gerçekten
biz Mûsâ’ya Tevrat’ý göndermiþtik de, onda ihtilâfa düþtüler. Kimileri ona iman
ederek kimileri de onu inkâr ederek ihtilâf ettiler. Kimileri onunla yol
bularak, yollarýný Allah’ýn kitabýna sorarak, kimileri de onunla ilgiyi keserek
ihtilaf ettiler. Kimileri onu arkalarýna atarak, kimileri onun yerine baþka
kitaplar ihdas ederek, kimileri de o kitabý gerçekten kendileri için hayat
programý bilerek ihtilaf ettiler. Kimileri hayatlarýný o kitaba bina ederek,
kimileri kitaptan habersiz bir hayatý yeðleyerek ihtilaf ettiler. Kimileri
ýsrarla, “Rabbim bu kitabý bana gönderdiðine, beni bununla sorumlu tuttuðuna
göre, ben bunu mutlaka anlamak zorundayým,” diyerek, gece-gündüz onu anlamaya
çalýþarak, kimileri, “tamam ben de kitap ehliyim, benim de bir kitabým var, ama
ben onu anlayamam, ben onu anlamaktan uzaðým, ben kim, onu anlamak kim?”
diyerek ihtilaf ettiler.
Kimileri bu kitabýn okunmak,
anlamak ve yaþanmak için geldiðine iman edip gereðini yerine getirme gayreti içine
girerek, kimileri kitaplarýnýn fonksiyonunu reddederek; “tamam mukaddes bir kitaptýr
bu, ama hayata karýþmamalý, o sadece âhiret iþlerini düzenlemeli,” diyerek
kitap konusunda ihtilâfa düþtüler.
Eðer
Rabbinden daha önceden verilmiþ bir söz olmasaydý, mutlaka aralarýnda hüküm
verilmiþ olurdu. Yâni eðer Allah onlarýn ecellerini dolduracaklarý zamana kadar
onlar için dünyada yaþama izni vermeseydi, bunlarýn iþleri çoktan bitirilmiþti.
Eðer Allah bu ihtilâf edenler hakkýnda kimin doðru, kimin yanlýþ, kimin hak
yolda, kimin bâtýl yolda olduklarý konusundaki son hükmünü kýyâmet gününe ertelememiþ
olsaydý, onlarýn iþlerini çoktan bitirirdi. Yâni bu dünyada da haklýyý, haksýzý
ortaya koyuverir ve ona göre amellerinin karþýlýðýný onlara tattýrýverirdi.
Bununla
birlikte onlar, o iman etmeyen kâfirler, Kur’an konusunda kuþkulu bir þüphe
içindedirler. Yâni bu kâfirler Kur’an’a iman etmiyorlar, reddediyorlar, inkâr
ediyorlar, ama bu kararlarýnda, bu tavýrlarýnda da hiçbir zaman emin gözükmüyorlar.
Kur’an’ý ve Rasulul-lah’ý inkâr ediyorlar, ama içleri rahat deðil. Kitaba ve Peygambere
karþý takýndýklarý bu tavýr karþýsýnda sürekli rahatsýzlýk duyuyorlar. Kitap ve
peygambere karþý sergiledikleri tavýrlarý konusunda sürekli bir tedirginlik
yaþýyor, bunalým içine düþüyorlar. Bir yandan dünyevî menfaatleri ve çýkarlarý
sebebiyle Kur’an’a karþý sihir, þiir, edebiyat demek zorunda olduklarýný
düþünüyorlar ve böyle diyorlar, ama öbür taraftan kesin olarak biliyorlar ki, o
bunlarýn hiç birisi deðildir. O ne mecnun, ne sihirbaz, ne þair, ne kahin, ne
de þeytan sözü deðildir. Çünkü bunlarýn hiçbirisi bugüne kadar böyle mükemmel
bir þey söyleyemedikleri gibi, hiçbirisi de kesinlikle böyle insanlarý Allah
yoluna çaðýrmýþ deðildir. Bunu çok iyi bilen bu insanlar, bu kitabý reddediyorlardý
ama bu gerçek içlerini kemiriyordu.
Yine bu
adamlar Allah’ýn Resûlüne “yalancý” diyorlardý, ama kalpleri bunun tamamen
tersini söylüyordu. Ona “mecnun” diyorlardý, ama vicdanlarý bunu asla kabul
etmiyordu. Bugüne kadar hangi mecnun söyleyebilmiþti bunun gibisini? Bugüne
kadar hangi mecnunun arkasýna bu kadar insan takýlmýþtý? Bugüne kadar hangi
mecnundan korkmuþlardý, hangi mecnuna bu kadar tedbir almýþlardý? Eðer o bir
mecnunsa, çevrede binlerce mecnun var, onlardan birisi olarak býrakýn, o da
söyleyeceklerini söylesin. Ama öyle deðil, onun için her türlü tedbiri
alýyorlardý. “Bu adam, kendi hegemonyasýný kurmak istiyor, bu adam çýkar
saðlamak istiyor,” diyorlardý. Ama özleri, onlara, “bu dediðiniz yalandýr,”
diyordu. Onun þu ana kadar aralarýnda geçen hayatý, bunun tamamen aksini
söylüyordu. Bugüne kadar o hep iyiliðe çaðýrmýþ, kimseyi ezmemiþ, kimseye zulmetmemiþ,
kimsenin hakkýný yememiþ bir insandý. Ýþte bütün bunlarý vicdanlarýnda
deðerlendiren, beyinlerinde ölçüp biçen bu insanlar, Kur’an konusunda da, Peygamber
Efendimiz konusunda da þüphe içinde kývranýyorlardý. Âdeta hastalýða tutulmuþ
insanlar gibi çok tuhaf tavýrlar sergilemekten geri kalmýyorlardý. Ýþte âyet
bize bunu anlatýyor:
46. “Her kim iyi bir iþ yaparsa kendi
lehine yapmýþ olur. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmýþ olur.
Rabbin kullara zulmedecek deðildir.”
Allah kesinlikle kullarýna zulmetmez.
Her kim bir iyilik yaparsa kendi lehinedir, kim de bir kötülük yaparsa o da
onun kendi aleyhinedir. Allah’ýn sizin yaptýðýnýz amellere herhangi bir
ihtiyacý olmadýðý gibi, amel iþleyenlere de Cenâb-ý Hak asla zulmetmez. Yâni Allah,
ne iyilik yapan kimselerin yaptýklarý bu salih amellerini zayi etmek, ne onlarýn
bu amellerinin karþýlýðý olan mükafattan onlarý mahrum etmek türünde, ne de
kötülük yapan kimseleri yaptýklarý bu kötülükleri sebebiyle cezalandýrmamak
türünde bir zulüm yapmaz. Allah hiç kimsenin amellerini zayi etmediði gibi,
karþýlýksýz da býrakmaz. Kime ne mükafat vermiþse, onu kendi yaptýklarýndan
ötürü vermiþtir, kime de ne ceza vermiþse, yine kendi amellerinin karþýlýðý
olarak vermiþtir.
Allah
kesinlikle kullarýna zulmetmez. Her kim bir iyilik yaparsa kendi lehinedir, kim
de bir kötülük yaparsa o da onun kendi aleyhinedir. Allah’ýn sizin yaptýðýnýz
amellere her hangi bir ihtiyacý olmadýðý gibi, amel iþleyenlere de C. Hak asla
zulmetmez. Yani ne iyilik yapan kimselerinin yaptýklarý bu salih amellerini
zayi etmek, yani onlarýn bu amellerinin karþýlýðý olan mükafattan onlarý mahrum
etmek türünde, ne de kötülük yapan kimseleri yaptýklarý bu kötülükleri
sebebiyle cezalandýrmamak türünde bir zulüm yapmaz Allah. Allah hiç kimsenin
amellerini zayi etmediði gibi karþýlýksýz da býrakmaz. Kime ne mükâfat vermiþse
onu kendi yaptýklarýndan ötürü vermiþtir, kime de ne ceza vermiþse yine kendi
amellerinin karþýlýðý olarak vermiþtir.
Evet Allah kullarýna zulmetmez. Zerre miktarý bile Rabbimiz
kullarýna zulmü dilemez. Çünkü Rabbimiz her türlü eksiklikten münez-zehtir.
Ýbâdete, tazime, saygýyla önünde eðilmeye lâyýk olan sadece Odur. Eðer Rabbimiz
kullarýna, yaratýklarýna zulmetmeyi dileseydi hiç kimse Ona karþý koyamaz bunun
önüne geçemez ve Ondan hesap soramazdý. Fakat Rabbimiz kendi zatýný bu
eksiklikten münezzeh kýl-mýþtýr. Âlimlerimizin ifadesine göre zulüm zaten Allah
için müstahildir, Allah için düþünülmesi imkansýzdýr. Çünkü zulüm sýnýrý
aþmaktýr haddi tecavüz etmektir. E Rabbimiz için kendisinden daha yüksek birileri
olmadýðýna göre, ya da kendisine itaat edeceði bir makam olmadýðýna göre, yani
kendisi için sýnýr belirleyecek bir varlýk olmadýðýna göre Rabbimizin sýnýr
çiðnemesi de düþünülemez. Çünkü tüm sýnýrlarý koyan zaten kendisidir. Tüm
varlýklar onun mülkü olduðuna göre, mülk olanýn malikten hesap sormasý da imkânsýzdýr.
47,48. “Kýyâmet
zamanýný bilmek ancak Allah’a ha-vale edilir. O’nun bilgisi dýþýnda hiç bir
meyve kabuðundan çýkmaz, hiçbir diþi gebe kalmaz ve doðurmaz. Allah onlara: “Bana
koþtuðunuz ortaklarým nerede?” diye seslendiði gün, onlar: “Senin ortaðýn olduðuna
dair bizden hiçbir þahit olmadýðýný sana arz ederiz,” derler. Önceden tapmakta
olduklarý þeyler, kendilerinden uzaklaþýp kay-
bolmuþtur. Onlar da kendileri için kaçacak bir yer olmadýðýný
anlamýþlardýr.”
Kýyâmetin
zamanýný bilmek ancak Allah’a aittir. Ýyilik ya da kötülük ne olursa olsun,
amel iþleyenlerin iþledikleri bu amellerinden ötürü hesaba çekilecekleri
kýyâmet gününün ilmi, ancak Allah’a mahsustur. Ýyilerin iyiliklerinden ötürü
cennete uçacaklarý, kötülerin de kötülüklerinden ötürü cehenneme akacaklarý gün
denen kýyâmeti, Allah’tan baþka hiç kimse bilemez. Âyet-i kerîmede sadece kýyametin
kopacaðý günün deðil, bunun dýþýnda tüm gayblarý da yine Rabbi-mizin bildiði
anlatýlmaktadýr. Kur’an’ýn pek çok yerinde bu gayb konusu anlatýlmaktadýr.
Meselâ En’âm sûresinde, gaybýn anahtarlarýnýn Allah’ýn elinde olduðu anlatýlýr.
Gaybýn anahtarlarýný Allah eline almýþtýr. Allah onu kimseye vermemiþ, kimseyi
ona muttali kýlmamýþ, kimseye gaybýný ezdirip bozdurmamýþtýr. Gayb konusu, her
þeyiyle, odasýyla, kapýsýyla ve anahtarlarýyla Allah’a aittir ve Allah’ýn
elindedir. Onu ancak O bilir. Gayba muttali olmak, gayb odasýnýn içine girmek
þöyle dursun, kapýsýnýn anahtarýna bile hiç kimse sahip olamaz. Anlayabildiðimiz
kadarýyla bunun hikmeti þudur:
a. Gayb,
Ýslâm’ýn bir cüzüdür.
b. Gayb,
bilginin konusu deðil, imanýn konusudur. Zira insana çok az bir ilim
verilmiþtir. Rabbimiz bu dünyayý ve kâinatý yaratýrken bir kýsým kanunlar
koymuþtur. Koyduðu bu kanunlarýn bir kýsmýný anlayarak onlardan istifade edebilmesi
için, insana sýnýrlý bir idrak ve ilim gücü vermiþtir. Ama gayb, yine gayb
olarak kalacaktýr. Allah’a iman da gaybîdir. Her ne kadar Allah’ýn fiillerinin
eserlerini görüyorsak da, kendisini asla göremeyiz. Ama gayben, gýyaben Allah’a
iman ediyoruz. Onun için bu iman bir deðer ifade etmektedir.
Allah öyle
bilgisi tam olandýr ki, O’nun bilgisinin dýþýnda hiçbir meyve tomurcuðundan
çýkmaz, O’nun bilgisi olmadan hiçbir diþi gebe kalmaz ve hiçbir þey doðurmaz.
Düþen bir yaprak bile O’nun ilmi dahilinde, O’nun takdiri dahilinde
düþmektedir.
Allah, “hani bana ortak koþmaya
çalýþtýklarýnýz nerede? Hani Benimle birlikte hayatýnýzda söz sahibi kabul etmeye
çalýþtýðýnýz ekonomik tanrýlarýnýz? Hani benim yerime hayatýnýza ikâme etmeye
çalýþtýðýnýz hukuk tanrýlarýnýz? “Bunlar bize anýnda þifa ulaþtýrýrlar, bizim
Allah’ýn vereceði þifaya ihtiyacýmýz yoktur,” diye Bana þirk koþmaya, Benim
yerime kendilerine gitmeye çalýþtýðýnýz þifa tanrýlarýnýz hani nerede? “Ülke idaresini
bunlar daha iyi bilirler,” diyerek Bana þirk koþmaya çalýþtýðýnýz siyasal
tanrýlarýnýz? diye seslendiði zaman onlar diyecekler ki: “Ya Rabbi! Onlardan
hiçbirisinin Senin ortaklarýn olduðuna dair bizden hiçbirimiz þahitlik
yapmýyoruz!” Gerçeði anlayacaklar ve böyle diyecekler. Bugün deseler ya bunu. O
gün bunu demelerinin kendilerine en küçük bir faydasý olmayacaktýr, çünkü yarýn
zorunlu olarak diyecekler bunu. Ýnkâr etme imkânlarýnýn olmadýðý bir zamanda
diyecekler bunu. Çünkü zaten onlarla aralarý ayrýlmýþtýr. Allah, onlarýn
aralarýný ölürken ayýrdý, yâni ölürken bu tanrýlarýn kendilerine hiçbir þey yapamadýklarýný
göstererek aralarýndaki baðlarý kopardý. Allah, öbür tarafta dirildikleri zaman
bir daha koparacak onlarýn aralarýný. Yâni artýk onlarýn Allah’a ortak
koþtuklarý, kendilerinden uzaklaþýp kaybolacak ve onlar artýk kendilerinin kaçacak
bir yerlerinin olmadýðýný anlayacak ve o zaman diyecekler ki, “hayýr ya Rabbi!
Bunlarýn Sana ortak olduklarýný bizden söyleyecek, buna þahitlik edecek hiç kimse
yoktur.”
49,50. “Ýnsan
hayýr istemekten usanmaz, fakat kendisine bir kötülük dokununca üzülür ve
ümitsizliðe düþer. Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona
tarafýmýzdan bir rahmet tattýrsak, o: “Bu benim hakkýmdýr, kýyâmetin kopacaðýný
da sanmýyorum, Rabbime döndürülmüþ olsam bile mutlaka onun yanýnda benim için
daha güzel þeyler vardýr” der. Biz, o inkâr edenlere yaptýklarý þeyleri mutlaka
haber vereceðiz ve onlara aðýr bir azap tattýracaðýz.”
Ýnsan,
Allah’tan hayýr, mal-mülk, dünyada sýhhat, saðlýk, uzun ömür ve mutluluklar
isteme konusunda hiç usanmaz. Bu konularda ne kadar fazla verilse de, yine de
Allah’tan daha fazlasýný ister. Ama kendisine bu istediði þeylerin aksine,
meselâ hastalýk, fakirlik, sýkýntýlar geldiði zaman da üzülüp ümitsizliðe,
bedbinliðe düþüverir. Sanki bunlar üzerinden hiç kalkmayacakmýþ, sanki
hayýrlara bir daha ulaþamayacakmýþ gibi ya da bütün bunlarý kendisi elde etmiþ
de bir daha elde edemeyecekmiþ gibi ümitsizliðe düþüverir. Andolsun ki
kendisine dokunan bir zarardan sonra Allah tarafýndan bir iyilik, bir bolluk
geliverse: “Bu benim hakkýmdýr! Bu bendendir! Bunu ben becerdim! Bunu ben
hakkettim! Kafamý çalýþtýrdým da bunu elde ettim! Planým kuvvetliydi de onun
için buna ulaþtým! Zamanýnda paramý dolara baðlamasaydým bunu kazanamazdým!
Zamanýnda kafamý çalýþtýrýp þu þu tedbiri almasaydým bunlara ulaþamayacaktým!”
diyerek kendisini müstaðnî görmeye ve elde ettikleri bu hayýrlar konusunda
Allah’ý diskalifiye etmeye çalýþýr.
Elindekilere,
saðlýðýna, sýhhatine, malýna mülküne ve saltanatýna güvenerek öylesine
çýlgýnlýk gösterir ki, þöyle demeye baþlar: “Artýk bütün bu imkânlara sahipken
kýyâmetin kopacaðýný sanmýyorum! Bu saltanatýmýn yýkýlacaðýna ihtimal vermiyorum!
Ummuyorum ki kýyâmet kopsun ve þu benim imkânlarým elimden alýnsýn! Kopmaya
kopmaz kýyâmet de, eðer böyle bir þey olsa bile, yâni kýyâmet kopup da Rabbime
döndürülsem bile, mutlaka O’nun yanýnda benim için güzel þeyler vardýr. Bu
dünyada iþini becerenler öbür tarafta da iþini becerecektir. Bu dünyada
kendisine mal, mülk, saltanat, imkân verilenler, elbette öbür tarafta da
bunlara sahip olacaklar ve iþlerini orada da becereceklerdir.”
Bakýyoruz, insanlar dünyada
iþlerini çok rahat becerebiliyorlar. Mal sahibi mi olmak istiyorlar, kolayca
bunun yolunu bulabiliyorlar. Ekonomik gücü þu kadar olanlar ancak bu haktan
istifade edebilecektir diye bir yasa, bir hak çýkarýyorlar. Türkiye’de zaten o
belirledikleri ekonomik güce sahip olan iki kiþidir ve o imkâný kendi
aralarýnda paylaþýyorlar. Meselâ çýkardýklarý bir yasadan, sadece Koç ve Sabancýlar
istifade edebiliyorlar. Onlarýn zenginliklerine imrenen öteki zavallýlar da: “Doðru
ya! Adamlarýn hakký arkadaþ! Biz de bu güce sahip olsaydýk, bu haktan biz de
istifade edebilirdik!” diyorlar.
Akýllý adamlar. Becerikli,
kafalarýný çalýþtýran adamlar. Yâni adamlar dünyada iþlerini becerdikleri için,
öbür tarafta da iþlerini becerebileceklerini iddia ediyorlar. Meselâ adamlar
þikeyle maç kazanýyorlar, öbür tarafta da bunu aynen becerebileceklerine inanýyorlar.
“Evet, kýyâmet kopsa bile biz öbür tarafta da iþimizi beceririz,” diyor-lar.
Allah diyor ki, “biz onlara yaptýklarý þeylerin haberini vereceðiz ve
yaptýklarýnýn karþýlýðýný aynen tattýracaðýz.”
Ýnsan iþte
böyle nankördür. Kendisine bir kötülük dokunduðu zaman, bu kötülüðün
kendisinden kaldýrýlmasý için, uzun uzun Allah’a yalvarýr da, ama Allah o
kötülüðü kendisinden kaldýrýp da onu selâmete çýkardýðý, ona nîmetlerini
yaðdýrdýðý zaman da Rabbine karþý þükürden yüz çeviriverir. Belâ, kötülük
anýnda, O’na muhtaç iken Rabbini hatýrlar da, bolluk anýnda O’na muhtaç
deðilmiþ gibi yan çiziverir. Rabbinin kendisine verdiði nîmetleri ve imkânlarý
O’nun yolunda kullanarak O’na teþekkürden uzaklaþýverir.
51. “Ýnsana nîmet verdiðimiz zaman yüz
çevirerek yan çizer; baþýna bir kötülük gelince uzun uzun yalvarýr.”
Ýnsaný
yaratan, onu herkesten daha iyi bilen Rabbimiz, onun bir karakteristik
özelliðini böyle açýklýyor. Ciddi bir tehlike insanýn kapýsýný çalýverse, azîm
bir musîbet saçlarýný yoluverse, bir tehlike yolunu kesiverse, teleferik yarý
yolda duruverse, karýlarý, çocuklarý, yakýnlarý ölüm döþeðine uzanýverse, evi-barký
yanýverse, kapýsýna borçlular veya polisler geliverse böyle bir durumda insan
ne yapar? Kime yalvarýr? Yerde bütün kapýlar yüzüne kapandýðý zaman kimin
kapýsýný çalar insan? Kime sýðýnýr, kimi yardýmýna çaðýrýr? Allah’ý mý, yoksa
baþkalarýný mý? Eðer sadýksanýz doðru söyleyin bakalým. Böyle bir durumda insan
dua dua Allah’a yalvarýr deðil mi? Allah dýþýnda her þey gözünde sýfýra iner
deðil mi? En’âm sûresi de bunu þöyle ortaya koyuyor:
“Hayýr, bilâkis sadece ona
yalvarýrsýnýz; dilerse o Allah yalvardýðýnýz þeyi sizden giderir, siz de ona
koþtuðunuz ortaklarý (Þeriklerinizi) unutursunuz.”
(En’âm 41)
Hayýr
hayýr, böyle ciddi bir durumla karþý karþýya kaldýðýnýz, ciddi bir tehlike
kapýnýzý çaldýðý zaman siz sadece Allah’a yalvarýrsýnýz. Böyle bir durumda tüm
putlarýnýzý, tüm þeriklerinizi, þürekânýzý, yâni Allah’a ortak koþtuklarýnýzý,
Allah yerine koyup kendilerine kulluk yapmaya çalýþtýklarýnýzý, kanunlarýný ve
arzularýný gerçekleþtirmek için, hatýrlarýný kazanmak için çýrpýndýklarýnýzý
unutuverirsiniz. Çünkü tüm tehlikeleri defedecek, tüm zararlarý kaldýracak
yegâne güç ve kuvvet sahibi tek varlýðýn, tek mercinin Allah olduðu, vicdanlarýnýzýn
derinliklerinde mevcuttur. Her vicdan sahibi insan bunu çok rahatlýkla
anlayacaktýr, yeter ki onun vicdaný bozulmamýþ olsun.
Hattâ þu anda Yahudilerin
fýtratlarýný silmeye çalýþtýðý, vicdanlarýný öldürmeye çalýþtýðý, kendilerini
dinsizleþtirebilmek için yýllardýr uðraþtýðý batý dünyasý, batý insaný bile
daraldýðý zaman “aman Allah’ým!” demektedir. Titaniðin batýþýný bilirsiniz.
Yüzlerce mühendis rapor vermiþ bu gemi batmaz diye. Nihâyet içinde binlerce
insanla birlikte gemi okyanusa açýlmýþ. Ýçindekilerin kalbinde Allah yok, Allah
korkusu yok, çýlgýnca eðlenip kâm almak isterlerken, birdenbire gemi bir buzula
çarpar ve yavaþ yavaþ batmaya baþlar. O ana kadar Allah’ý hatýrlarýna bile
getirmeyen bu insanlar böyle bir tehlike ile karþý karþýya gelince, hep birlikte
güverteye çýkýp Allah’a yalvarmaya baþlarlar. Tüm eðlencelerini, tüm putlarýný,
tüm þeriklerini, þirklerini unutup Allah’a yalvarmaya baþlarlar.
Batý
insanýnda bunu görmek mümkün olduðu gibi, yine Yahudi’nin insanlýðýn baþýna
belâ olarak doðurduðu komünizmin sarf ettiði çok büyük gayretlerle modalaþtýrdýðý
Allahsýzlýk felsefesi altýnda, yýllardýr her þeylerini kaybetmiþ doðu insaný da
bakýyoruz bugün daraldýðý zaman Allah’a yalvarmaktadýr. Biliyorsunuz Mekkeli
müþrikler yýðýnlarla putlara tapýp dururlarken, ciddi bir tehlike kapýlarýný
çalar. Güçlü kuvvetli bir orduyla Ebrehe ülkelerine dayanýr. O ana kadar putlara
tapýnan, putlardan yardýmlar bekleyen bu insanlar görüyoruz ki böyle ciddi bir
tehlikeyle karþý karþýya gelince tüm putlarýný unutup, Kâbe’nin örtülerine
sarýlýp Allah’a yalvarmaya baþlarlar. Kesinlikle biliyorlardý ki böyle ciddi
bir durumda o putlarýnýn onlara yapabileceði bir þey yoktu. Böyle bir belâdan
kendilerini ancak Allah’ýn kurtaracaðýný bildikleri için Allah’a yalvarmaya
baþlýyorlar. Evet o müddet içinde tüm þirklerinizi unutup Allah’a dua etmeye
baþlýyorsunuz. Dehþet ve tehlike fýtratýnýzý ortaya koyuyor. Firavun bile
denizde boðulurken Allah’a yalvarýyordu. Demek ki Allah’ýn insana verdiði bu
fýtratý silecek, bu fýtrat mührünü kazýyacak hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Bu
durum zaman zaman gafletle ve cehaletle gölgelenmiþ olsa bile, ciddi bir
tehlike anýnda ortaya çýkýveriyor.
Sizler
ciddi bir tehlikeyle karþý karþýya bulunduðunuz veya Rabbinizden gelen
nîmetlerle kucaklaþtýðýnýz, iþleriniz yolunda gittiði zaman yâni tehlike
bitince de Allah’ý unutup O’na yan çizmeye kalkýþýyorsunuz. Niye kötü gününüzde
O’nu hatýrlýyorsunuz da, iyi gününüzde O’na yan çiziyorsunuz? Niye Rabbinize nankörlük
yapýyorsunuz? Niye o Allah’a yan çizmeye kalkýþýyorsunuz? Niye o Allah’a kulluk
yapmýyorsunuz? Niye o Allah’ýn sizin hayatýnýza karýþmasýna karþý geliyorsunuz?
Niye hayat programlarýnýzý Allah’a danýþmýyorsunuz?
52,53. “Ey
Muhammed! De ki: “Ne dersiniz? O Kur’an Allah tarafýndan gelmiþ olup da sonra
siz onu inkâr etmiþseniz, o takdirde haktan uzak bir ayrýlýða düþenden daha
sapýk kim olabilir? Biz onlara hem âfâkda hem de kendi nefislerinde
delillerimizi göstereceðiz ki, Kur’-an’ýn hak olduðu kendilerine açýkça belli
olsun. Senin Rabbinin her þeye þahit olmasý kâfi deðil mi?”
Bu Kur’an
gerçekten Allah tarafýndan gönderilmiþ bir kitapken, sizler onu inkâr
etmiþseniz, sapýklar olarak uzak bir ayrýlýða düþenlerin ta kendisi olmuþsunuz
demektir. Anlýyoruz ki bu kitaptan ayrýlanlar, ayrýlýða düþmüþ, uzak bir
sapýklýða düþmüþ demektir. Biz onlara hem âfâkda, hem de bizzat kendi içlerinde
delillerimizi göstereceðiz ki, bu kitabýn hak bir kitap olduðunu anlasýnlar.
Ýslâm’ýn üstün gelmesiyle, Ýslâm’ýn fütuhatlarýyla, Ýslâm’ýn diðer dinlere ve
diðer ideolojilere üstün gelmesiyle onlara deliller göstereceðiz. Kendi
içlerinde delillerden maksat da, -Allah en iyisini bilir- iþte Bedir’de,
Mekke’nin fethinde kendi içlerinde deliller göstereceðiz demektir. Ya da
insanýn bizzat kendi içinde, kendi vücudunda bu kitabýn hak olduðuna dair yýðýnlarla
delillerin varlýðýný onlara göstereceðiz ve onlar da bu kitabýn hak olduðunu
anlayacaklar.
54. “Bilin ki onlar Rabblerine
kavuþmaktan bir þüphe içindedirler, yine iyi bilin ki, Allah her þeyi ilmiyle
kuþatmýþtýr.”
Onlar Rabblerine
kavuþmalarý konusunda, yâni öldükten sonra tekrar dirilip Rabbleri huzurunda
hesaba çekilecekleri konusunda þüphe içindedirler. Onun içindir ki, bunu hiç
düþünmek istemiyorlar, bunu akýllarýna getirmek istemiyorlar. Onun için o güne
hazýrlýk yapmýyorlar, hayat programlarýný o güne göre ayarlamaya yanaþmýyorlar.
Bu sûrenin
de sonuna geldik. Rabbim gereði gibi anlayýp iman eden ve amele dönüþtüren
kullarýndan eylesin. Sübhanekallahümme ve bihamdik, eþhedü en lâ ilâhe illâ
ente, estaðfiruke ve etûbü ileyk.