- 41 -

 

 

FUSSÝLET SÛRESÝ

 

 

         Mushaf’taki sýralamaya göre kitabýmýzýn 41., nüzûl sýralamasýna göre 61., Mesânî kýsmý üçüncü sûreler grubunun üçüncü sûresi olan Fussilet sûresi, Mekke’de nâzil olmuþ olup, âyetlerinin sayýsý 54’dür.

 

 


 

 

 

 

 

 

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ýn adýyla”

 

 

Hamd yalnýz ve yalnýz âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ýn Rasûlü’ne, O’nun pâk aile halkýna ve ashabýna olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her þeyi iþitensin, her þeyi bilensin.

 

 

 

 

 

 

 

 

         Hâ-Mîm’le baþlayan sûrelerin ikincisi, Fussilet sûresidir. Birincisi Mü'min sûresiydi, ikincisi de bu sûredir.

 

         Mekke’de Hz. Hamza efendimizin de müslüman olmasýyla, müþriklerin Resûl-i Ekrem Efendimizin dâvetinin önünü kesme konusunda telaþ ve tedirginlik yaþadýklarý bir dönemde nâzil olmuþ bir sûredir. Baþta amcalarý olmak üzere tüm yakýnlarýnýn Rasulullah Efendimizi bu iþten vazgeçirebilmek için üzerine yüklendikleri bir dönemde nâzil olmuþtur.

 

Rasulullah Efendimizin amcasý Utbe bin Rebia gelerek Rasu-lullah Efendimize bir kýsým tekliflerde bulundu. “Ey yeðenim, gel bu iþten vazgeç. Eðer maksadýn riyasetse, seni baþýmýza reis yapalým. Zengin olmak istiyorsan, tüm malýmýzý mülkümüzü sana verelim. Eðer evlenmek istiyorsan, istediðini sana verelim. Yok eðer aklýndan bir zorun varsa, seni dünyanýn en uzman doktorlarýna götürüp tedavi ettirelim.”

 

Allah’ýn Resûlü, onun bu sözlerini dikkatlice dinledikten sonra buyurdu ki: “Ey amcam, sözlerin bitti mi?” “Evet” deyince, “öyleyse þimdi sen de beni dinle,” buyurdu ve besmele çekerek þu anda tefsirini yapacaðýmýz Fussilet sûresinin âyetlerini okumaya baþladý. Nihâyet sûrenin 38. âyetine geldiði zaman, Allah’ýn Resûlü hemen secdeye kapandý ve doðrulunca da: “Ey Ebu Velid, iþte cevabým budur, gerisini artýk sen bilirsin,” dedi.

 

Utbe, Rasulullah Efendimizin bu cevabý ve okuduðu âyetler karþýsýnda rengi sapsarý kesilmiþ ve ne diyeceðini bilemez bir halde Rasûlullah’ýn yanýndan kalkýp kendisini bekleyen müþriklerin yanýna vardýðýnda, þöyle demekten kendini alamamýþtý: “Ey Kureyþ! Vallahi ben þiirin âlâsýný bilirim, Muhammed’in okuduklarý þiir deðil! Ýçinizde sihri de benim kadar bileniniz yoktur. Vallahi onun okuduklarý sihir de deðil! Kehanet hiç deðildir! Bana kalýrsa, onu kendi haline býrakalým, eðer Araplar onu yenerlerse, ondan kurtulmuþ oluruz, yok eðer o Araplara galip gelirse, onun galibiyeti sizin galibiyetiniz, onun iktidarý sizin iktidarýnýz olur. Bu þeref size ait olur,” der.

 

         Hattâ sûrenin:

 

“Ey peygamberim, eðer onlar yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd toplumlarýnýn baþlarýna gelen yýldýrýmlara benzer yýldýrýmlarla uyarýrým.”

 

 Âyetini okuyarak onu uyarmaya baþlayýnca, Utbe’nin korkuyla Rasulullah Efendimizin mübarek aðýzlarýný kapatmaya çalýþtýðý rivâyet edilmektedir. “Ey Muhammed! Ne olur, Allah aþkýna kavmine merhamet et!” diyerek yalvarýp yakardýðý anlatýlýr.

 

         Sûrede hem Utbe’nin tekliflerine, hem de diðer kâfirlerin: “Ey Muhammed, sen ne dersen de, ne yaparsan yap biz senin getirdiðini asla kabul etmeyeceðiz!” þeklindeki tutumlarýna cevaplar verilmektedir. Ayrýca Rasulullah Efendimize onlarýn iman etmeyiþlerinden ve yaptýklarýndan sorumlu olmadýðý hatýrlatýlarak teselli edildiðini görüyoruz. Rabbimiz, sûrede kendi ulûhiyetini ve rubûbiyetini gündeme getirerek, göklerde ve yerde ne varsa hepsine egemen olduðunu, hepsinin kendisine boyun büktüðünü anlatarak kâfirleri imana ve teslimiyete çaðýrmaktadýr. Ýnkârlarýnda ýsrar edenlerin âkýbetlerini Âd ve Se-mûd’la özdeþleþtirerek, onlarý düþünüp ibret almaya dâvet etmektedir.

 

Evet, Kur'an'da geçmiþ, hal ve geleceðe iliþkin temel bilgiler yer aldýðý için bu kitap tafsilâtlý bir kitaptýr. Bu bilgiler kesindir ve baþka hiçbir bilgi onlarýn verdiði malûmatý ihtiva etmez. Hangi yaklaþýmla okunursa okunsun her okuyan onun çok anlamlý mucizevî bir metin olduðunu fark edebilir. Allah, kullarýna acýmýþ ve bütün hakikatleri bu kitapta bildirmiþtir. Yeryüzündeki milyonlarca kitap iþte bu Kur'an'a dayanmakta ve onu tefsir etmektedir. Kur'an öyle tafsilâtlýdýr ki, hemen her sûrede birbirine benzer veya tekrar tekrar vurgulanan gerçekler, birbiriyle baðlantýlý olarak birçok açýdan deðiþik meseleleri iþlemektedir.

 

 

Bu sebeple tarih boyunca yüzlerce tefsir yazýlmýþtýr. Yirmi üç yýlda âyet âyet, sûre sûre tamamlanan bu kitabýn koruyucusu Allah'týr ve O, kitabýný Arapça indirmiþse bunun mutlaka dil açýsýndan bir hikmeti vardýr. Kur'an'ýn iki kelimesini anlatmak için sayfalarca tercüme yapýlmasý da buna basit bir delildir. Ve hiçbir kitap onun gibi göze, kulaða, bütün ruha tesir etmez. Hiçbir musiki onun tilâveti kadar insaný rahatlatmaz, duygulandýrmaz. Bu yüzden o indirildiði zaman þairler þiirlerini Kâbe duvarýndan indirmiþler, herkes onun ilâhî bir nur olduðunu anlamýþtýr.

 

Þimdi sûrenin âyetleri üzerinde bir gezinti yapalým ve tefsirine geçelim inþallah. Fussilet sûresinin ilk âyetleri þöyle baþlamaktadýr: "Hâ, Mîm. Bu Kur'an, Rahman ve Rahîm olan Allah tarafýndan bilen bir kavim için âyetleri çeþitli biçimlerde teker teker açýklanmýþ, Arapça bir Kur'an ve müjde verici bir uyarýcý olarak indirilmiþtir. Böyleyken onlarýn çoðu bunu düþünüp kabul etmekten yüz çevirmiþtir. Arlýk onlar dinlemezler. Onlar, Bizi davet ettiðin þeye karþý kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarýmýzda bir aðýrlýk, bizimle senin aranda bir perde vardýr. Artýk sen dinince yapabileceðini yap, biz de dinimize göre hareket ederiz.' derler" (1-5).

 

Sûrenin baþýndaki mukattaa harflerinin manasýný ancak Allah bilir. O nedenle sûreye Hâ-Mîm ve Secde olmak üzere iki kelimeden oluþan Hâmîm secde adý da verilmiþtir. Ayrýca Mesâbih, Secde, Akvât adlarý da verilmektedir.

 

Az evvel de ifade ettiðimiz gibi sûrenin nüzûl sebebi olarak þu rivâyet nakledilir: Ebû Cehil ve Kureyþ'in ileri gelenleri bir araya gelirler; Muhammed (s.a.s)'in durumunu araþtýrmak üzere sihir, kehânet ve þiirden anlayan birini araþtýrýrlar. Utbe b. Rabia, "Ben, bu hususlardan anlarým; Muhammed'in bu gibi iþlerle bir ilgisi varsa, bunu ortaya çýkarýrým" der. Utbe, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gider ve, "Ey Mu-hammed' sen mi daha hayýrlýsýn, Hâþim mi; sen mi daha hayýrlýsýn, Abdûlmuttalib mi?" der. Bu sözleriyle, peygamberlik gelse gelse bunlara gelirdi, demek ister. Peygamber (s.a.s.), cevap vermeden dinlemeye devam etti. Utbe, sözlerini sürdürdü: "Ýlahlarýmýzýn aleyhinde konuþuyorsun, atalarýmýzý sapýklýkla itham ediyorsun. Reislik istiyor-san seni reis edinelim, mal istiyorsan, seni zengin kýlacak kadar mal verelim. Kadýn istiyorsan, Kureyþ kýzlarýndan beðendiðin on tanesini seç, al. Hasta isen seni tedavî ettirelim." Hz. Peygamber (s.a.s.), hep susuyor, Utbe'nin sözlerini bitirmesini bekliyordu. Sözünü bitirdiðinde, Resulullah (s.a.s.) "Sözlerin bitti mi?" dedi ve, "Bismillahirrahmanirra-him" diyerek Fussilet sûresini okumaya baþladý: "Eðer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerinin baþýna gelen yýldýrýma benzer bir yýldýrýma karþý uyardým" âyetini okuyordu ki, Utbe, yerinden fýrladý ve Peygamber (s.a.s.)'in aðzýný eliyle kapadý, devam etmemesi için yalvardý.

 

Utbe, okunan âyetlerin etkisi altýn da kalarak, birkaç gün Kureyþlilere görünmedi. Ebû Cehil, Utbe'yi arayarak onu buldu. Utbe, olayý anlattýktan sonra þöyle devam etti: "Bundan böyle ben Muhammed'e hiçbir þey söylemeyeceðim. Bana öyle bir þeyle cevap verdi ki, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in okuduðu ne sihir, ne þiir, ne de kehânet türünden bir þeydir. Bilirsiniz, Muhammed'in söylediði yalan çýkmaz Onu rahat býrakýn. Baþýnýza bir azap gelmesinden korkuyorum" ( Ýbn Hiþâm, I, 313 )

 

Rivâyetten de anlaþýldýðý gibi, sûre indiði sýralarda Kureyþli müþrikler, bu tür meselelerin dedikodusunu yapýyor; Kur'an'ý sihir, kehânet ve þiir olmakla itham ediyorlardý. (Araplara göre þiir de cin iþidir. Her þaire þiiri imlâ ettiren bir cinni vardýr Böylece Kur'an'ý anlaþýlmaz kapalý sözler manzumesi olmakla suçluyorlardý. Sûre, iddia ettikleri gibi Kur'an'ýn anlaþýlmaz sözlerden deðil, Arapça bir da kitap olduðu ve sözlerinin apaçýk olduðunu anlatmakla konuya giriþ yapar. Hem Hz. Peygamber de aralarýndan çýkmýþ bir insandýr. Kur'an'ýn onun eseri olmasý mümkün deðildir; ve o, her þeye gücü yeten yüce Allah'ýn eseridir.

 

Sûre, giriþinde konusunu belirlemektedir: Konu, Kur'an-ý Ke-rîm'dir; Allah'ýn bu indirdiði âyetleri, kâinatta her an olup biten âyetleridir. Ayrýca kâfirlere karþý deliller getirilmekte, müminlerin özelliklerine deyinilmektedir. Ýbret alýnsýn diye azaba uðrayan kavimlerin haberleri anlatýlýrken onlarýn neden helâk edildikleri açýklanmaktadýr. Sûrede Kur'an hakkýnda indirilen âyetlerde þöyle buyurulmaktadýr: "O küfredenler, þöyle dedi: "Bu Kur'an'ý dinlemeyin. Onun hakkýnda (okunurken) manasýz yaygaralar yapýn; belki üstün gelirsiniz (susturursunuz)."iþte biz o kâfirlere en çetin bir azabý tattýracaðýz. Onlarý yapa geldiklerinin en kötüsüyle cezalandýracaðýz. Halbuki o Kur'an cidden sarp bir kitaptýr ki, ne önünden ne ardýndan ona hiçbir bâtýl yanaþýp gelemez. O, bütün kâinatýn hamd ettiði o yegane hüküm ve hikmet sahibi Allah'tan indirilmedir.

 

Eðer biz onu yabancý dilden bir Kur'an yapsaydýk muhakkak ki, "Ayetleri açýklanmalý deðil miydi? Araba, Arapça olmayan bir Kur'-an mý?" diyeceklerdi. Onlara de ki: "O Kur'an, iman edenler için bir hidayet ve þifâdýr. Ýman etmeyenlerin ise kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr. Onlar Kur'an'ý duymazlar, duymak istemezler. O Kur'an bunlara karþý bir körlüktür. Onlar, uzak bir yerden çaðrýlýp da duymayan kimseler gibidir. Andolsun ki biz Musa ya kitap (Tevrat'ý) verdik de, onda da ihtilâf edildi. Eðer Rabbinden bir söz geçmiþ olmasaydý (hesap gerektirilmemiþ olsaydý), aralarýnda olup bitirilmiþti (helâk olmuþlardý). Herhalde onlar bundan, þüpheci bir tutum içindeler. De ki: Eðer o Kur'an Allah nezdinden gelmiþ de sonra siz ona küfretmiþseniz, bana haber verin, haktan uzak bir muhâlefette bulunanýn ta kendisi olan sizden daha sapkýn kim vardýr?"

 

Günümüzde de inanmak istemeyenler, Kur'an'ýn Arapça bir kitap olarak indirildiðini ve onun yalnýz Araplara geldiðini söylerler. Halbuki, herhangi bir kitabýn ve bu Kur'an'ýn bütün yeryüzüne þâmil olmasý için yine yeryüzü dillerinden biriyle indirilmesi kadar doðal bir þey olamaz. Aslýnda onlarýn her birine tek tek de Kur'an indirilse onlar yine inanmazlar. Kaldý ki Allah'ýn elçisi ve sevgili kulu Muhammed (s.a.s.) Arap toplumunda doðdu ve ona -o ümmiye- Kur'an Arapça indirilmeseydi de meselâ Ýbrani’ce indirilseydi, bu sefer de Allah'ýn buyurduðu gibi "Arap'a Arapça olmayan bir kitap mý?" diyeceklerdi. Kýsaca, kâfirler, yolu yokuþa sürmek için her zaman saçma sapan iddialarda bulundular. Kâh onu Muhammed uydurdu" dediler, ama o ümmî idi; kah "Bunlar deli saçmasý" dediler ama onun gibi bir âyet dahi ge-tiremediler.

 

Yine onlar âyetlerin mucizeliðini reddettiler; siyak ve sibakýný, âyetlerin anlam örgüsünü bozarak âyetleri asýl manalarýndan baþka manalara tefsir ederek sapýttýlar. Ama, Kur'an'ýn hiçbir bilgisini yalanlayamadýlar. Kur'an'ýn doðruluðu her zaman ortada var oldu ve var olup gidecektir. Onlar Muhammed'e "mecnun" dediler ama onun do-ðumundan beri aralarýnda yaþayan en dürüst insan olduðunu da red-dedemediler. Allah onlara âyetlerini gösterdi. Her peygamberi ve on-lara verilen kitabý da geçmiþte kavimleri yalanlamýþlardý. Ama baþ larýna korkunç azap gelmiþ, meselâ Âd ve Semûd bunlardandý. Doðru yol gösterildiði halde körlüðü tercih etmiþlerdi. Allah da onlarý alçaltýcý azabýn yýldýrýmý ile yakalayýverdi. Ancak iman edenleri ve sakýnanlarý kurtardý. Allah þöyle buyurmaktadýr: "Ýþte siz kulak, göz ve derileriniz aleyhinizde Þahitlik eder diye korunuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarýnýzýn birçoðunu Allah'ýn bilmeyeceðini sanýyordunuz. Ýþte bu sizin zannýnýz, Rabbiniz hakkýndaki zannýnýz sizi bir yýkýma uðrattý; böylelikle de kayba uðrayanlar olarak sabahladýnýz" (22-23). Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu âyeti çok veciz bir þekilde açýklamýþtýr: "Rabbin, kulum beni nasýl tasavvur ederse ben öyleyim, der." Yani insan Allah'ý nasýl tasavvur ederse, amellerini ona göre ayarlar. Müminin amelinin doðru olmasý, kâfirin amelinin yanlýþ olmasý gibi.

 

         Sûrede gerçekten çok büyük ve deðerli ahlâkî esaslara deði-nilmektedir. "Allah'a çaðýran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardaným diyenden daha güzel sözlü kimdir? Ýyilikle kötülük eþit olmaz. Sen en güzel olan tarzda kötülüðü uzaklaþtýr; o zaman görürsün ki, seninle arasýnda düþmanlýk bulunan kimse sanki sýcak bir dost oluvermiþtir. Buna da sabredenlerden baþkasý kavuþturulmaz. Ve buna büyük bir pay sahibi olanlardan baþkasý da kavuþtu-rulmaz. Þayet sana þeytandan yana bir kýþkýrtma gelecek olursa hemen Allah'a sýðýn. Çünkü O iþitendir, bilendir" (33-36). "Kim sâlih bir amelde bulunursa kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullara zulmedici deðildir... Ýnsan ha-yýr istemekten býkkýnlýk duymaz, fakat ona bir þer dokundu mu artýk o umutsuzluða kapýlýr" (46, 49). "Ýnsana nimet verdiðimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir þer dokunduðu zaman ise artýk o geniþ dua eden biridir" (51).

 

Bu âyetlerde Allah, insan psikolojisinin deðiþmez gerçeklerini bildirmekte, mü'minlerin amellerinin boþa gitmeyeceðini, fazlasýyla karþýlýðýný vereceðini, beyan edip onlarý cennetle müjdeleyerek teþvik etmektedir. Daha önce kötü insanlara kötü, iyi insanlara iyi arkadaþ-larý nasip ettiðini haber veren Allah Teâlâ, müslümanlar henüz az bir grup iken ve Mekkeli kâfir çoðunluðun baskýlarýyla bunalýrken, onlara kötülüðün tabiatý icâbý zayýf ve çökmeye mahkum bulunduðunu be-yan etmekte; iyilik ve doðruluðun iddia ettikleri gibi zayýf deðil, aksine hakiki fethedici bir güç olduðunu bildirmektedir. Kaldý ki, mü'minlerin en büyük vasfý, kötülüðe iyilikle karþýlýk vermektir. Hiçbir kötülük, iyiliðin, yüceliðin karþýsýnda tutunamaz, çöker. Ýþte Allah mü'minlerin bu vasfýný "büyük bir pay" diye nitelendirmektedir. Çünkü gerçekten bunu herkes yapamaz. Genellikle insan, kötülüðe kötülükle mukabele etmek ister; hattâ insan kinci ve intikamcýdýr. Ancak o en güzel ahlâka sahip Rasûlullah'(s.a.s.)'dir ki, kendisine her kötülüðü yapanlarý, hattâ zehirlemek isteyenleri bile affetmiþtir. Ýþte müslümanýn tavrý budur.

 

Üstelik müslümanýn bu tavrýndan þeytan kahrolur. Çünkü o her zaman müslümanýn hatalý bir tavrýný yakalamak ister. Þeytanýn kýþkýrtmasý iþte budur. Onun tuzaðý müminlerin açýðýný kollamaktýr. Ebû Hureyre bu konuda þöyle demektedir: "Bir gün birisi Resulullah'ýn yanýnda Ebû Bekir'e geldi ve ona sürekli sövmeye baþladý. Ebû Bekir susuyor, cevap vermiyor, Resulullah da sesini çýkarmýyordu. Ebû Be-kir sonunda taþtý ve sert bir karþýlýk verdi. Resulullah'ýn çehresi hemen deðiþti ve oradan uzaklaþtý. Hz. Ebû Bekir ona yetiþerek niçin böyle davrandýðýný sorunca o þöyle buyurdu: "Sen sessiz durduðun sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen aðzýný açtýðýnda yanýna þeytan geldi. Bense þeytanýn olduðu yerde bulunmam. " Bu tavýr, müminlerin her zaman Allah'ýn hiçbir þeyden habersiz olmadýðýný dâima hissetmektir. Zaten kâfirler haksýz yere kötülük çýkarýrlar; giderek bunalýma düþerler; sürekli þek ve þüphe içinde has-talýða yakalanmýþ gibi olurlar ve sonunda hevâ ve hevesleri onlarý helâke götürür. Allah hiçbir zaman zulmetmez, salih amelleri zayi etmez ve kötülükleri de cezasýz býrakmaz.

 

Nihayet sûre þu âyetlerle sona ermektedir: "Biz âyetlerimizi hem âfakta hem de (enfüste) kendi nefislerinde onlara göstereceðiz. Öyle ki, þüphesiz onun hak olduðu kendilerine besbelli olsun. Her-þeyin üzerinde senin Rabbinin þahit olmasý yetmez mi? Dikkatli olun; gerçekten onlar Rablerine kavuþmaktan yana derin bir kuþku için-dedirler. Gözünü aç; gerçekten O, her þeyi kuþatandýr" (53-54).

 

Müfessirler âyetlerin gösterilmesi konusunda þu önemli görüþ-leri ortaya koymuþlardýr:

 

1. Onlar, Ýslâm'ýn kýsa bir sürede çevreye yayýlacaðýný, ve ken-dilerinin de teslim olacaklarýný tahmin edemezler. Nitekim Ýslâm'ýn adâleti her yere yayýlýnca herkes âyetleri gördü.

 

2. Allah insanlara kendi vücutlarýnda, yeryüzünde, gökyüzün-de âyetlerini göstermektedir. Her devirde bilimin yeni bulgularý keþifler ve icatlar buna bir iþarettir.

 

3. Tabiî ölüm halinde veya ölmeden önce ölerek her þeyden hakký görmekle âyetler gösterilecektir.

4. Bu âyetler, indikleri tarihsel ortam içerisinde Bedir zaferi, Mekke'nin Fethi vb. olaylara iþaret ederek mucizevî haberler yakýn gelecekte gerçekleþtiði gibi; dünya döndükçe genelde tüm insanlar ve toplumlar üzerinde de gerçekleþecektir.

 

Genel Olarak Fussilet Sûresi þu mesajlarý taþýr:

 

1. Allah'ýn kelâmý Arapça'dýr; bir müjde, bir uyarýcýdýr; dileyen akýl sahipleri onu okursa gerçeðin farkýna varýr. Kalpleri kapanmýþ kiþiler ise onu anlayamazlar.

 

2. Ýnkârcýlar ne yaparlarsa yapsýnlar kendi acý sonlarýný hazýrlamaktan baþka bir þeye nâil olamazlar. Allah'ýn bir olduðu gerçeði deðiþmez.

 

3. Ne kadar aptal beyinsizdir þu inkârcýlar. Allah onlarý yoktan var etmiþ, iþte þu kâinatta sayýsýz nimetleri onlarýn emrine vermiþ, þu âlemin nizamýný saðlamýþ olduðu halde ve kullarýna hidâyete iletmek için Ýslâm'ý bildirdiði halde ona inanmýyorlar ve üstelik elçisini, kitabýný yalanlýyorlar. O halde geçmiþ ümmetlerin anlatýlan acý âkýbetleri de onlarý düþündürmüyorsa, cehennem ateþinde yanmalarý kaçýnýlmazdýr.

 

4. Þimdi müminlere karþý güçlü gibi görünen, þeytanýn da her kötülüðü güzel gösterdiði, akýlsýz güruh, kýyâmette birbirini bile tanýmayacaktýr.

 

5. Kur'an, istenildiði kadar mesajý engellenmeye çalýþýlsa da tahkim edilmiþtir ve kimse onun insanlara ulaþmasýný önleyemez.

 

6. Allah her þeyi yaratandýr; yaratýklarýna karþý çok merhametlidir ve o yarattýklarýný baþýboþ býrakmaz, onlara doðru yolu gösterir; bu onun büyük bir fazlýdýr. Zaten hayat bir imtihandýr, bir oyalanmadýr.

 

 

7. Peygamber de bir insandýr ve aldýðý vahyi teblið eder.

 

8. Allah rýzýklarý dört günde takdir etti; sonra kendisi duman halinde olan göðe yöneldi; yeri ve göðü yedi gök olarak iki günde tamamladý ve her bir gökte kendi emrini vahy etti; dünya göðünü de kandillerle süsleyip donattý ve bir koruma altýna aldý. Ýþte bu üstün ve güçlü olan, bilen Allah'ýn takdiridir. O halde nasýl O'na ortaklar koþa-biliyorlar? Allah'a karþý edepsizlik edip de Resulünü tanýmýyorlar ve, "O dileseydi bize melek gönderirdi" diye yalanlýyorlar? Veya Kur'an'ý Arapça diye küçümsüyorlar?

 

9. Müminler, kâfirlerin bu dünyadaki geçici üstünlüklerine aldýrmasýnlar. Þeytan ve dostlarý bir tarafta, müminler ve melekler bir ta-aftadýr. Müminler, cennete gitmekle müjdelenirler ve onlara, "Orada artýk tüm sýkýntýnýz, çileniz bitti, sonsuz nimetler sizin," denilir. Oysa kâfirler "bir yolcunun aðaç gölgeliðinde dinlenmesi gibi olan þu kýsacýk oyalanma dünyasýndan" sonra cehennem'e giderler. Onlar da orada ebedî kalýcýdýrlar.

 

         Sûrenin ilk âyeti, huruf-ý mukattaa’dýr. Bununla alâkalý önceki sûrede açýklamada bulunmuþtuk.

 

         1. “Ha-Mîm”

 

         Allah, kitabýný dilediði biçimde gönderir. Allah sözlerine istediði biçimde baþlar. Kullarýna düþen sadece teslimiyettir. Yâni, “ya Rabbi kitabýný þöyle indirmeliydin! Bize þöyle hitap etmeliydin! Kitabýný filân dille göndermeliydin! Ya da vahyini içimizden falana indirmeliydin! Peygamberini bizim aramýzdan seçmeliydin! Bizi þunlarla sorumlu tutmalýydýn!” deme haklarý yoktur. Allah dinini nasýl anlatmýþsa, söze nasýl baþlamýþsa, nelerle bizi sorumlu tutmuþsa, itirazsýz teslim olmamýz gerekmektedir.     

 

         2. “Bu Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafýndan indirilmiþtir.”

         Bu kitap, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan gelme bir kitaptýr. Rahmân ve Rahîm olan Allah bu kitabýný indirmiþtir. Yüceler yücesinden kitabýný inzâl buyurmuþtur. Ýnzâl, tenzîl, tenzîl-i rütbe, indirmek demektir. Allah, kitabýný elinizin altýnda olsun, size yakýn olsun diye indirmiþtir. Siz sürekli onunla beraber olasýnýz, ondan istifade edesiniz, ona tutunarak yol bulasýnýz diye. Onunla çölde yol bulasýnýz, ona tutunup çukurdan kurtulasýnýz, hayatýnýzý onunla düzenleyesiniz diye. Yaratýcýnýza karþý sorumluluklarýnýzý bilip O’nun istediði gibi bir hayat yaþayasýnýz diye. Dünyanýzý ve âhiretinizi mâmur edesiniz diye Rab-biniz size kitabýný indirmiþ, kendi bilgisini ulaþtýrmýþtýr.

 

Öyleyse Allah sizi muhatap kabul edip merhametinden dolayý kendi kelâmýný sizin elinizin altýna indirirken, sakýn sizler onu hep kaldýrmadan yana olmayýn. Yâni o kitap sürekli elinizde olsun, sürekli elinizin altýnda bulunsun. Siz de onu hayatýnýza indirin. Siz de onu hukukunuza, eðitiminize indirgeyin. Kazanmanýza, harcamanýza, hukukunuza, eðitiminize, siyasal yapýlanmanýza, kýsacasý tüm hayatýnýza, tüm beþerî iliþkilerinize indirgeyin. Allah’ýn yaptýðýnýn tersini yapmayýn. Allah indirirken siz kaldýrmadan yana bir tavýr almayýn. Kur’an’a karþý hürmet, onu yukarýlara kaldýrmak deðildir. Kur’an’a karþý hürmet, onu sürekli el altýnda tutmak, sürekli bakýlacak, sürekli okunacak, müracaat edilecek bir konumda tutmaktýr.

 

         Kitabýn indiriliþiyle birlikte, kitabýn indiriliþinin zikriyle birlikte, hemen Rabbimizin Rahmân ve Rahîm oluþunun da zikredildiðini görüyoruz. Kitabýn inzalinin hemen yaný baþýnda Rabbimizin Rahmân ve Rahîm oluþunun gündeme getirilmesinden anlýyoruz ki, bu kitap Rah-mân ve Rahîm olan bir kaynaktan gelmektedir. Bu kitap, Rabbinizin Rahmân ve Rahîm sýfatlarýnýn tecellisidir. Yâni bu kitabýný Rabbiniz size rahmetinin gereði olarak indirmiþtir. Size merhamet ettiði, size acýdýðý, sizin yeryüzünde ne yapacaðýnýzý bilmez bir vaziyette bocalamanýza razý olmadýðý için, rahmetinin gereði olarak Rabbiniz size bu kitabý vasýtasýyla kendi bilgisini indirmiþtir. Eðer Allah size merhamet buyurup da bu kitabý vasýtasýyla kendi bilgisini indirmeseydi, sizler karanlýklar içinde ne yapacaðýnýzý bilmez bir vaziyette kalýrdýnýz.

 

         O Rabbiniz ki, rahmeti gereði sizi yaratan, sizi yoktan var eden, yaratýlýþ öncesi sizin için dünyada her þeyi hazýrlayan, sizin için tüm þartlarý hazýrlayan, yaratýlýþ sonrasý için de size rýzýk verip sizi doyuran, sizi yaþatan ve bir de hayatýnýzý düzenlemeniz için size kitap gönderen Rabbinizdir. Þimdi kendilerine karþý rahmet olarak gönderilen bu kitaba karþý kayýtsýz, ilgisiz kalan, hattâ onu inkâr eden, bu hayat programýndan habersiz bir þekilde kendilerine hayat programý yapmaya kalkýþan kimselerden daha zalim kim vardýr? Kendilerini bu kitaptan, bu kitabý kendilerinden uzak tutan insanlardan daha zalim kim olabilir? Rabbleri kendilerine acýdýðý için karanlýklarda kalmasýnlar diye bir hayat programý gönderiyor, kendilerini muhatap kabul edip kendi bilgisini gönderiyor onlara, onlar ise bu rahmet kaynaðýna karþý ilgisiz kalarak, kendilerini Rabblerine kulluk ortamýndan uzaklaþtýrarak baþkalarýna kulluða koþuyorlar. Bundan daha büyük bir zulüm, bundan daha büyük bir nankörlük olur mu?

 

         Bu kitap, Rahmet kaynaðý olan, kullarýna karþý sonsuz Rahmet ve merhamet sahibi bir Allah’tan gelmiþtir. Kullarýna rahmetinin gereði olarak bu kitabýný göndermiþtir Rabbimiz. Bu kitabýn geliþi sadece bu kitaba iman edenler için deðil, tüm âlemler için bir rahmettir. Sadece bu kitaba iman edip onunla amel eden, bu kitabý kendilerine hayat programý yapan mü'minlere deðil, ayný zamanda bu kitabý reddedip onunla diyalog kurmaya yanaþmayan insanlar için de rahmettir bu kitap. Sadece insanlar için deðil, ayný zamanda tüm canlýlar için de bir rahmettir.

 

         Ama insanlarýn tamamý bu kitabýn rahmetinden, bu kitabýn hidâyetinden istifadeye yanaþmayacaklarý için, kýyâmete kadar bu rahmetten mahrum kalmaya devam edenler de olabilecektir elbette. Evet, bu kitap Rahmân ve Rahîm olan bir Allah’tan gelmedir. “Öyleyse ey bu kitabýn muhataplarý, bu kitabý reddederken bilesiniz ki Beni reddediyorsunuz, onu size getiren peygamberi deðil,” buyurarak, bir taraftan bu kitabýn kâfirleri tehdit edilirken, öbür taraftan da, “ey peygamberim, bu insanlar inanmýyorlar diye, reddediyorlar diye sakýn kendi kendini yiyip bitirecek bir noktaya gelme. Çünkü bunlar, bu inkâr edenler seni deðil, beni inkâr ediyorlar,” buyurularak peygamber (a.s) teselli ediliyordu. 

         3. “Bu, Arapça bir Kur’an olarak âyetleri bilen bir kavim için, ayýrt edilip açýklanmýþ bir kitaptýr.”

 

         Bu bir kitaptýr, bir yazgýdýr. Ferdin, ailenin, toplumun yazgýsý, alýn yazýsý, hayat programýdýr. Tüm kâinatýn alýn yazýsý ve hayat programýdýr bu kitap. Ya da kitap, kitâbe demektir. Yâni üzerinden asýrlar geçse de, karlar, boralar, fýrtýnalar esse de bozulmayacak, silinmeyecek, yok edilemeyecek, kýyâmete kadar kimsenin deðiþtiremeyeceði, yok edemeyeceði, kalpte olan, kabulde olan ve Levh-i Mahfuz’dan dünyaya yansýyan bir kitâbedir bu. Zaman onu ezip bozamayacak, tarih onu silip süpüremeyecektir.

 

         Bu kitap, Arapça bir okunak olarak indirilmiþtir. “Peki neden Arapça?” demenin anlamý yoktur. Allah, kitabýný istediði þekilde gönderir, kimsenin O’na bu konuda hesap sorma, yol gösterme hakký yoktur. Arapça deðil de meselâ Ýngilizce olarak gönderseydi Rabbi-miz, bu defa da neden Ýngilizce? diye sorulacaktý. Bu sorunun arkasý gelmeyeceðine göre, elbette Allah bunu bir dil üzerine gönderecekti ve belki de diðer dillere nazaran tüm insanlýk Arapça telaffuza müsait yaratýldýðý için Arapça göndermiþtir diyoruz. Herkes, her millet namazlarýnda Fâtiha’yý Arapça okuyabilmektedir.

 

         Bir de bilen insanlar için, aklý baþýnda kimseler için her þeyi açýk açýk ortaya koymuþtur. Hak ve bâtýl, doðru ve yanlýþ fâsýlalý fâsýlalý anlatýlmýþtýr. Âyetlerle fâsýlalý, sûrelerle fâsýlalý, konularla fâsýlalý olarak uzun uzun anlatýlmýþtýr. Onda her konuya ait uygulayabileceðiniz hükümler vardýr. Rabbimiz bu kitabýnda anlattýklarýný tekrar tekrar anlatmýþ, bir yerde anlatýlan baþka bir yerde bir daha anlatýlmýþtýr. Meselâ Rabbimiz âhireti anlatmýþ, araya baþka konular koymuþ, sonra dönüp ayný âhireti bir daha, tafsilatlý olarak anlatmýþtýr. Hiçbir þüpheye ve tereddüde mahal býrakmayacak biçimde her þey tafsilatlý olarak anlatýlmýþtýr. Ýnsan yeryüzünde nasýl yaþamalýdýr? Rabbi ile nasýl bir iliþki içinde bulunmalýdýr? Çevresiyle nasýl bir uyum saðlamalýdýr? Diðer varlýklara karþý yeri ve görevleri nelerdir? Hayatýna nasýl bir program yapmalýdýr? Nasýl mutlu olur? Nasýl huzursuz olur? Rabbine karþý nasýl kulluk yapmalýdýr? Hangi yol kendisini dünyada felâkete, âhirette de cehenneme götürür? Nasýl bir hayat programý kendisini dünyada saadete, âhirette de cennete götürür? Bunlarýn tamamý açýk açýk bu kitapta ortaya konmuþtur. Ýnsanlarýn, þu konu bizim için bu dünyada müphem kalmýþ, bu konuda nasýl davranacaðýmýzý bilemiyoruz, diyebilecekleri hiçbir þey yoktur.

 

         Tüm asýrlarýn, tüm zamanlarýn ve mekânlarýn, tüm insanlýðýn ve tüm varlýklarýn ihtiyaçlarý, hareket tarzlarý, hayat programlarý bu kitapta açýk açýk anlatýlmýþtýr. Ama unutulmamalýdýr ki, bu kitapta her þeyin fâsýlalý fâsýlalý, tafsilatlý tafsilatlý anlatýlmasý Allah’tan korkanlar içindir. Yâni akýllarýný kullanýp, bu kitabý hidâyet rehberi bilip, bu kitabý hayat programý bilip ona müracaat edenler içindir. “Ben bunsuz müm-kün deðil yol bulamam. Mümkün deðil ben bunsuz yaþayamam. Bunsuz ben asla mutlu olamam. Hayatý hayatýn sahibine sormadan asla yaþayamam. Yolu yol bilene sormadan, yol bilenin elinden tutmadan, yol bilenin gönderdiði haritayý ele almadan, pusulaya müracaat etmeden mümkün deðil ben yolumu bulamam,” diyen insanlar içindir. “Beni yaratan, beni bu dünyaya getiren, beni yaþatan, benim yaþamam için yeryüzünde her türlü þartlarý hazýrlayan ve sonunda da elimde olmadan beni öldürüp hesaba çekecek olan Rabbim, elbette benim nasýl bir hayat yaþamam gerektiðini benden daha iyi bilir,” diyerek onun kitabýna müracaat eden kiþiler içindir bütün bu âyetler. Bu kitabýn, bu âyetlerin kýymetini ancak onlar bilebilirler.

 

         Kitabýn tüm bu açýklamalarý, bilen insanlar içindir. Aklýný ve kalbini ona açanlar ve onu kendileri için hidâyet kaynaðý, hayat programý bilenler içindir. Yâni bunun manasý, bu kitabýn kýymetini bilenler bundan istifade edeceklerdir, bir de bu kitap sayesinde insanlar bilen olacaklardýr demektir.

 

         Evet, bu kitabý bilenler âlimdir, bu kitapla beraber olanlar bilgindir. Kur’an-ý Kerîm’deki bu tür âyetlerin anlamý budur. Yâni bunu bilenler âlimdir, bundan haberdar olanlar fakihtir, bununla beraber olanlar akýllýdýr gibi. Öyleyse bu kitabý tanýmayanlar, bu kitaptan habersiz bir hayat yaþayanlar ne olurlarsa olsunlar, kim olurlarsa olsunlar cahildirler. Yeryüzün en âlimleri bu kitabý tanýyan, bu kitaba inanan ve bu kitap kaynaklý bir hayat yaþayan mü’minlerdir. Dünyanýn en cahil insanlarý da bu kitaptan mahrum kalmýþ kâfirlerdir.

 

         Rabbimiz, kitabýnýn bir âyetinde bu kitabýný bize tanýtýrken: olarak tanýtýr. “Ýnsanlar için hidayet kaynaðýdýr,” buyurur. Baþka bir yerde, ayný kitabýn Bakara sûresinde de: diye tanýtýr. “Bu kitap muttakiler için hidayettir. Muttakiler için yol göstericidir,” buyurulur.

 

Bu kitap, bütün insanlýða hidâyet için gelmiþtir. Fakat bu hidâyetten istifade edebilmenin bir þartý var, o da muttakî olmaktýr. Kur’-an’dan istifade edebilmenin birinci þartý, muttakî olmaktýr. Nedir takva? Kimdir muttaki? Takvâ, Allah’ýn korumasý altýna girmek demektir. “Allah’ým ben yolumu bulamýyorum, sen bana yolumu gösteriver. Ben kendime hayat programý yapamýyorum, sen bana hayat programýný gösteriver,” demektir. Yâni takvâ, yolunu, hayatý nasýl yaþayacaðýný Allah’a sormak, Allah’ýn korumasý altýna girmek demektir. Takvâ, Allah’la yol bulmak demektir. Yolunu Allah’la bulmak, Allah’a sorarak, Allah’a danýþarak yol bulmak demektir. Takvâ, yolunu bulabilmek için Allah’ýn kitabýna müracaat etmek demektir. Allah’ýn kitabýnýn yegâne yol gösterici, ve tek hayat programý olduðunu kabullenmek demektir. Takvâ, peygamber modeliyle hareket etmektir. Kur’an-ý Kerîm’de takvayý böyle anlatan pek çok âyet görüyoruz.

 

         Allah’ýn kitabýna bu gözle bakmayan insanlar kesinlikle ondan istifade imkânýný kaybedeceklerdir. 

         4. “O, müjdeleyici ve uyarýcý olarak gönderilmiþtir. Fakat insanlarýn çoðu yüz çevirmiþlerdir. Artýk onlar gerçeði iþitmezler.”

 

         Bu kitap müjdeci ve uyarýcýdýr. Bu kitabýn böyle bir özelliði var. Bu kitap kendisine tâbi olup onun istediði gibi bir hayat yaþayanlarý dünyada mutluluk ve huzur, âhirette de cennet ve devletle müjdeler, ondan habersiz yaþayanlarý da dünyada rezillik, âhirette de cehennem ve ateþle uyarýr. Bu kitap müjdenin sebebini ve uyarýnýn neticesini anlatýr. Yâni cennet ve cehennemi anlatýr. Kulluðun da, isyanýn da âkýbetlerini açýk açýk haber verir. “Siz bilirsiniz, ister bu kitapla beraber olup bu kitabýn gösterdiði yoldan gidip sonunda cennete ve devletlere erersiniz, isterseniz de kendi bildiðiniz gibi yaþayýp cehennemi boylarsýnýz” diyerek insanlarý müjde ve uyarýyla karþý karþýya getirir. “Ama hal böyleyken insanlardan pek çoðu bu kitaptan yüz çevirmiþlerdir, bu kitabýn müjde ve uyarýlarýyla ilgilenmemiþlerdir,” diyor Rabbimiz. Artýk onlar asla gerçeði iþitmezler, iþitemezler.

 

         Rabbimiz, birinci gruptaki o kitaptan istifade edebilecek insanlar için «w[¬TÅB­W²V¬7 ›®G­; buyurmuþtu, bu kitaptan istifade edemeyecekler için de –Y­Q«W²K«< ž¸ ²v­Z«4 diyor. “Onlar iþitmezler,” diyor. Kitap karþýsýnda ikinci bir grup insan vardýr. Kendilerine arz edilen Kur’an karþýsýnda ikinci grup insan, Bakara sûresinde þöyle anlatýlýr:

         “Kitap kendilerini ha uyarmýþ ha uyarmamýþ (fark etmez) müsavî olanlardýr.”

         (Bakara 6)

 

Kitap kendilerine ha ulaþmýþ ha ulaþmamýþ, Kur’an diye bir kitap evlerinde ha var ha yok, yeryüzüne böyle bir kitap ha gelmiþ ha gelmemiþ fark etmez yaþayanlar, kitaplarýna karþý nötr davrananlar, ilgisiz ve kayýtsýz yaþayanlar, kitaplarýndan habersiz hayat programý yapanlar. Yanlýþ hatýrlamýyorsam Þuayb’ýn (a.s) kavmi de Þuayb'a (a.s) ayný þeyi söylüyordu:

     “Onlar dediler ki, sen öðüt versen de, vaaz edenlerden olmasan da bizce müsavidir.”

         (Þuarâ 136)

 

         Yâni “ey Þuayb! Ýster vaaz et, ister vaaz etme! Ýster anlat, ister anlatma! Ýster uyar, ister uyarma! Bizim için fark etmez, çünkü  biz kesinlikle seni dinlemeyecek ve sana inanmayacaðýz!” diyorlardý. Yâni vaazýn, uyarýnýn varlýðýyla yokluðunu müsavî kabul ediyorlardý. Peygamberin varlýðýyla yokluðu, Kitabýn varlýðýyla yokluðu müsaviydi onlar için. Kitap ha var ha yok fark etmezdi. Peygamber kendilerini ha uyarmýþ ha uyarmamýþ, kendilerine kitap ha bir þeyler demiþ ha dememiþ fark etmezdi onlar için. Yeryüzüne böyle bir kitap, böyle bir peygamber ha gelmiþ, ha gelmemiþ fark etmezdi. Dünyalarýnda kitap, peygamber yoktu. Böyle insanlar ne kadar çok þu anda deðil mi? Ne yazýk ki müslümaným diyen insanlardan pek çoðu þu anda böyledir. “Kitaba inanýyoruz” diyorlar, ama kitaptan haberleri yok. Peygamberimiz var diyorlar, ama ne yazýk ki peygamberden haberleri yoktur. Kitaplarýndan ve peygamberlerinden habersiz bir Müslümanlýk yaþadýklarýný zannediyorlar.

 

Buna göre Kitap karþýsýnda ikinci bir grubunun varlýðýný an-lýyoruz. Ama bunu demeden önce burada bir yanlýþýmýzý söyleyelim: Maalesef Müslümanlarýn þöyle bir yanlýþý olmuþ: Sanki Kur’an’da anlatýlan mü'min, muttaki, muvahhid, sabýrlý, mücahid, cihad edici, namaz kýlýcý insanlar sanki biziz. Bunlardan söz ederken Kur’an garanti bizi anlatýyor. Halbuki yýllar yýlý þunu da öðretmiþlerdi Müslümanlara: Cennetlik olmayý kim garanti görürse dinden çýkar. Nerden bildin onun sen olduðunu? Nerden bildin kesinlikle oraya lâyýk olduðunu? dememiz gerektiðini biliyoruz. Bunu da bildiðimiz halde, yine de Kur’-an’da anlatýlan her güzel sýfatýn sahibinin kendimiz olduðunu zannetmiþiz. Ondan sonra da Kur’an’da nerede kâfir, putperest, fâsýk, facir, münâfýk, müþrik anlatýldý mý da hep baþkalarý zannedilmiþ, hep karþýdakiler zannedilmiþ, hep baþkalarýnýn üzerine atýlmýþ. Oysa, acaba bu anlatýlanlar ben miyim? Bu sýfatlar bende var mý? Acaba bu âyet beni mi anlatýyor?  demek zorundayýz.

 

         Hz. Ömer efendimiz, Aþere-i Mübeþþere’den olduðu halde “acaba burada anlatýlan münâfýk ben miyim,” diyor ve uykularýný kaybediyordu. “Acaba Rasûlullah’ýn haber verdiði münâfýklarýn  içinde ben de var mýyým,” diye için için muhasebesini yapýyordu. Elbette bir insan olarak, bir mü'min olarak öyle düþünecekti ve zorlanacaktý, zorlayacaktý kendini.

 

     Þimdi bu manada kendimize bir bakalým: Kur’an karþýsýnda olunca, Kur’an kendisine Kur’an arz edilince Kur’an’la karþý karþýya gelince insanlar iki gruba ayrýlýyor:

 

     1. Bakara sûresinde muttakîler, burada da bilenler, aklý olanlar... Yâni Kur’an’ý dinleyenler, Kur’an’ý iþitenler, Kur’an’la uyarýlanlar. Kur’-an’ýn uyarýsý karþýsýnda uyarýlanlar, Kur’an’la yol bulanlar, yollarýný Kur’an’la bulanlar, Kur’an’la kendilerine çeki düzen verenler, Kur’an’la hareket edenler. Yaptýklarýný ve yapmadýklarýný Kur’an’dan alanlar. Kur’an kaynaklý, Kur’an endeksli bir hayat yaþayanlar.

 

     2. Ýkinci grup insan ise kendilerine Kur’an arz edilince, Kur’an’la karþý karþýya gelince, Kur’an’ý duyduklarý zaman, Kur’an karþýsýnda:

         “Küfredenlere (hakký örtbas edenlere) gelince uyarsan da uyarmasan da müsavîdir onlar için. Onlar iman etmezler.”

         (Bakara 6)

 

         Burada anlatýldýðý þekliyle söylersek, iþitmeyenler, kulak verip dinlemeye yanaþmayanlar, Kur’an’la henüz tanýþmayanlar. Kur’an’ý ellerine almayanlar, Kur’an’dan haberdar olmayanlar, yâni Kur’an ha var ha yok fak etmez diyenler, dünyada Kur’an diye bir kitap ha var ha yok fark etmez yaþayanlar, Kitaplarýnýn içinde Fussilet diye bir sûre ha varmýþ, ha yokmuþ fark etmez diyenler, Kur’an’ýn uyarýsý karþýsýnda nötr davrananlar, Kur’an’la diyalog kurma gereði duymayan, onu anlama, tanýma lüzumu duymayan, Kur’an’sýz yaþayan, Kitaplarýndan habersiz yaþayan, Kitaplarýndan habersiz kendilerine hayat programý yapmaya çalýþan, Kitaplarýndan yüz çevirip onu duymak, dinlemek istemeyen, Kitaplarýnýn anlattýðý müjde ve uyarýlar istikâmetinde bir hayat programý takip etmeyen insanlar.

 

     Þimdi kendimize bir bakalým: Kur’an bizi uyarýnca, yâni biz Kur’-an’la karþý karþýya gelince, Kur’an’ýn mesajý bize ulaþýnca, eðer Kur’-an bizi ha uyarmýþ, ha uyarmamýþ, böyle bir sûre Kur’an’da ha varmýþ ha yokmuþ, bizim için denkse, müsaviyse, o zaman Allah korusun biz de bu ikinci gurubun içindeyiz demektir.

 

         Bakýn bu ikinci grupta olan, Kur’an’ýn uyarýsý, bu Kur’an âyetleri karþýsýnda kimi insanlar derler ki:

         5. “Onlar: “Ey Muhammed! Senin bizi dâvet ettiðin þeye karþý kalplerimiz kapalýdýr. Kulaklarýmýzda da bir aðýrlýk vardýr. Seninle bizim aramýzda anlaþmamýza engel bir de perde vardýr. Sen istediðini yap, çünkü biz de istediðimizi yapýyoruz” dediler.”

 

         Allah’ýn Resûlüne: “Ey Muhammed! Bu senin bizi dâvet ettiðin mesaja karþý bizim kalplerimiz kapalýdýr” diyorlar. Birkaç manasý vardýr bunun:

 

         1. Bu adamlar ya, “ey peygamber! Senin bize getirdiðin bu kitabýn dâvetinin bizim kalplerimize ulaþmasý mümkün deðildir, sanki bizim kalplerimiz izole edilmiþ, senin söylediklerin girmiyor. Biz senin dediklerini, okuduklarýný anlayamýyoruz,” diyorlardý. Yâni, “aramýzda engel var, aramýzda örtü var. Bizi kendi halimize býrak, senin getirdiðin bu kitapla bizim aramýzda uçurumlar var. Bizim þu anda yaþadýðýmýz hayat senin getirdiðin bu mesajý dinlememize engeldir. Zevklerimiz, hedeflerimiz, sosyal hayatýmýz, meslek hayatýmýz, ekonomi anlayýþýmýz, siyasal yapýlanmamýz, kýlýk-kýyafet ve hukuk anlayýþýmýz se-ni dinlememize engel oluyor. Senin bizim þu anda yaþadýðýmýz ve alýþtýðýmýz hayatýmýza ters düþen mesajýna kesinlikle kulak vermeyeceðiz. Sen bildiðin gibi yaþa, ama bizi de kendi halimize býrak, biz de bildiðimiz gibi yaþayalým,” diyorlardý.

 

         2. “Ey Muhammed! Senin getirdiðin bu kitap, bu mesaj seninle bizim aramýzda tefrika çýkardý. Bundan sonra, senin böyle bir mesajý getirmenden sonra artýk seninle birleþmemiz asla mümkün deðildir. Buna kesinlikle imkân kalmamýþtýr!” diyorlardý.

 

         3. “Ey peygamber! Senin bizimle, bizim de seninle herhangi bir ilgimiz, alâkamýz yoktur! Biz ayrý, sen ayrý dünyalarýn insanlarýyýz. Senin düþüncen, senin anlayýþýn, senin hayatýn ayrý, bizimkiler ayrý,” diyorlardý. “Sen nasýl kendi yolunu, kendi dâvâný takip ediyor, kendi yolundan vazgeçmiyorsan, biz de kendi yolumuzdan, kendi dâvâmýzdan vazgeçmeyeceðiz,” diyorlardý. “Sen nasýl bizi ve hayatýmýzý, bizi ve düþüncelerimizi, bizi ve hayat programýmýzý reddediyorsan, bilesin ki biz de sana muhalefetten, senin yolunu kesmeye çalýþmaktan vazgeçmeyeceðiz, bu uðurda elimizden gelen her þeyi yapacaðýz,” diyor-lardý.  

 

         Rabbimiz, Bakara sûresinde de münâfýk Yahudilerin ayný þeyi söylediklerini anlatýr:

         “Ey Muhammed! Bizim kalplerimizde kýlýf vardýr.”

         (Bakara 88)

 

         Burada da Yahudilerin ayný þeyi söyledikleri anlatýlýr. “Bizim kalplerimiz kýlýflýdýr, kalplerimiz örtülüdür bizim. Biz anlamýyoruz! An-layamýyoruz senin ne dediðini. Bizi neye çaðýrdýðýný, bize nasýl bir me-saj ulaþtýrdýðýný, bizi nasýl bir hayata çaðýrdýðýný anlamýyoruz, anla-yamýyoruz,” diyorlar. Yahudiler, dinlemek istemiyor, anlamak istemi-yor, duymak ve görmek istemiyorlardý. Kalplerinin kýlýflý olduðunu söyleyerek hem peygamberle alay ediyorlar, hem de kendilerini çok alçak bir hayata indirgemek istiyorlardý. “Kalbimizde kýlýf var, kalbimiz örtülüdür bizim,” diyorlardý. Bunu þöyle anlamaya çalýþýyoruz:

 

         1. Ellerinde kitaplarý olduðunu söylemeye çalýþýyorlardý. Yâni, “ey Muhammed! Bizim amel edecek, okuyacak, bilgilenecek elimizde kitabýmýz var. Bizler elimizdeki bu kitabýmýz sayesinde kesin bilgiye, doðru bilgiye sahibiz. Bunun için baþkasýna ihtiyacýmýz yoktur. Bizim elimizde bu Tevrat’ýmýz olduðu sürece seninkine ihtiyacýmýz yoktur,” demeye çalýþýyorlardý.

 

         2. “Kalplerimiz kýlýflýdýr, kalplerimiz kapalýdýr. Yâni senin çaðýrdýðýn düþünceye, senin dâvet ettiðin ilkeleri anlamaya, dinlemeye ihtiyacýmýz yoktur,” demek istiyorlardý. Ýbni Abbas’ýn ifadesiyle, zaten bizim kalplerimiz bilgi ile doludur. Kalplerimiz bilgi küpü haline gelmiþtir. Kalplerimiz bilgi ile dolmuþtur. Ona yeni bir dâvâ nüfuz edemez. Yeni bir dâvete, yeni bir kitaba, yeni bir bilgilenmeye icabet edemez kalplerimiz. Yâni o kadar bilgi ile dolu ki kalplerimizde bir damla bile bir þey alacak yer yoktur. Kendi bilgilerini, kendi anlayýþlarýný, kendi düþüncelerini yeterli görüyorlar ve Kur’an’a ihtiyacýmýz yoktur,” diyorlardý.

 

         Günümüzde kendi bilgilerini, düþüncelerini, metotlarýný, kitaplarýný yeterli görüp, “bizim Allah’ýn Kuranýna ihtiyacýmýz yoktur, bizim hadis kitaplarýný okumaya ihtiyacýmýz yoktur,” diyen kimi müslümanlar gibi. Ellerindeki kitaplara, efendilerinin, liderlerinin, üstatlarýnýn, siyasilerinin, yazar-çizerlerinin kitaplarýna güvenerek, onlara yönelerek Allah’ýn kitabýna ihtiyaçlarýnýn olmadýðýný söyleyen mü’minler gibi.

 

         3. Bir de bu yeni dinin sorumluluklarýndan kendilerini kurtarabilmek için, belki de kendilerini aptal yerine, ahmak yerine koyuyorlardý. “Biz gerçekten senin ne demek istediðini, bu Kur’an’ýn ne demek istediðini anlayamýyoruz,” diyorlar ve bunu anlayabilecek, kavrayabilecek zekâya, anlayýþa, kavrayýþa sahip olmadýklarýný söylüyorlardý. Böyle bir sorumluluktan kurtulabilmek için kendilerini aptal ye-rine, geri zekâlý yerine koyuyorlardý. Þimdi de öyle mi? Allah korusun Müslümanlardan kimileri: “Ben ha! Yâni bu kitabý okuyacak, bu kitabý anlayacak ve çocuklarýma anlatacaðým ha! Biz kim, bu kitabý anlamak kim! Biz kim, Rasulullah’ýn hadislerini anlamak kim! Onu ancak büyük zatlar anlar,” diyerek Kitabý ellerine bile almaktan çekinenler de aynen ° diyen Yahudiler gibi mi diyorlar? Allah korusun, bu þekilde Allah’a iftira ediyorlar.

 

         Halbuki Allah, “sizin güç yetiremeyeceðiniz bir þey emretmedim,” diyor. Bunlarsa: “Hâþâ ya Rabbi! Sen bizim anlayamayacaðýmýz, kavrayamayacaðýmýz bir kitap göndererek bizi onunla sorumlu tutmuþsun,” diyerek Allah’a iftira ediyorlar. Çok parasý olup da kendisinden bir þey istemeye gelenlere karþý kendilerini sorumluluktan kurtarabilmek için kendilerini fakir göstermeye çalýþanlar da öyle deðil mi? “Haydi þuraya yardým et!” denince: “Ben ha! Ben yardým edeceðim ha! Nasýl yapalým kardeþim? Elimizde avucumuzda bir þey yok ki yardým etsek!” diyerek kendilerini sorumluluktan kurtarabilmek için fakir göstermeye çalýþan insanlar da böyledir. Veya, “kardeþim sen de çocuklarýna bu âyet ve hadisleri duyurmak zorundasýn,” denince, kendisini güya sorumluluktan kurtarabilmek için: “Ben ha! Yahu ben ne biliyorum ki anlatayým? Benim bilgim ne ki anlatayým?” diyerek sanki kendilerinin aðýzsýz, dilsiz ve beyinsiz olduklarýný söylemeye çalýþanlar da galiba bunun gibidir.

 

Aðzý var adamýn, ama sanki yok. Paradan söz etmeye gelince aðzý var, ama Kur’an anlatmaya gelince sanki aðzý yok. Veya peynirin küflüsünü, turþunun modelini bilmeye, balýn güzelini tanýmaya gelince aðýz var, ama çocuklarýna hadis anlatmaya gelince sanki aðzý yok. Bunlar da öyle diyorlardý: “Biz kim bunu anlamak kim! Bizim meclislerimizde okuduðumuz, elimizden düþürmediðimiz, gerekli bilgilenmeyi saðlayabildiðimiz kendi kitaplarýmýz var. Biz onlarý okur, onlardan bilgileniriz, baþkasýna ihtiyacýmýz yoktur. Ayrýca Kur’an okumaya da gerek kalmamýþtýr,” diyenler de ayný þeyi mi söylüyorlar? Allah korusun.

 

         Evet, kâfirler ve Yahudiler diyorlardý ki, “kalplerimiz doludur, kalplerimiz kýlýflýdýr. Bizim buna ihtiyacýmýz yoktur. Biz imanýmýzda, yolumuzda, dâvâmýzda, geleneklerimizde öylesine sabit bir inançtayýz ki, hayatýmýzdan öylesine memnunuz ki, bunun aksine söylenecek hiçbir þeyden etkilenemeyeceðiz.” Týpký bugün hayatlarýndan memnun görünüp, “bizim ne kitaba, ne de sünnete ihtiyacýmýz yoktur” tavrýný sürdüren, hayatlarýný sorgulamaktan kaçan kimi müslümanlar gibi.

 

         Hattâ kimileri talebelerine, müritlerine, kendilerini dinleyenlere sýký sýkýya tembih ediyorlar: “Sakýn bu adamlarýn kitaplarýný okumayýn! Sakýn þu þu kiþilerin konuþmalarýný dinlemeyin!” Ne olur ne olmaz, belki dinlerler de kalplerinin kýlýflarý parçalanýverir. Kalplerine yerleþtirdiðimiz týkaçlar açýlýverir de onlar da öyle düþünmeye baþlayýverirler diye, kendi cemaatlerine tembihte bulunuyorlar. “Sakýn o adamlarýn derslerini dinlemeyin. Sakýn bu adamlarýn kitaplarýný okumayýn. Sakýn Kur’an-sünnet dinlemeyin, sakýn tefsir okumayýn. Çünkü sizler onlarý anlayamazsýnýz,” diyorlar.

 

         Vahiy karþýsýnda nötr davranan, Peygamber karþýsýnda bu tavrý sergileyen bu insanlara Bakara sûresinde Allah diyor ki: “Hayýr hayýr, aksine onlarýn kalpleri kýlýflý filân deðil, onlar kalplerini kendileri kýlýflamýþlar, kendileri kýlýflatmýþlar.” Kitap, peygamber, peygamberin mesajý karþýsýnda kendilerini büyük gören, müstekbir gören, mallarýna, makamlarýna, cemaatlarýna, sosyal ve ekonomik güçlerine güvenerek peygamberi güçsüz ve zayýf gören insanlardýr onlar. Týpký bugünküler gibi.

 

         “Kalplerimizde izole vardýr. Seninle bizim aramýzda perdeler vardýr ve de kulaklarýmýzda da aðýrlýk vardýr, týkaç vardýr.” Nasýl bir týkaç? “Hani namazda gözü olmayanýn, ezanda kulaðý olmaz” diye bir söz vardýr deðil mi? Ýþte öyle bir þey. Hani þimdi aklý namazda olmayan insanlar ezaný hiç duyarlar mý? Duymazlar deðil mi? Meselâ cemaatta gözü olmayan bizler,ezaný duyabiliyor muyuz? Ezan okunup bittiði halde haberimiz bile olmuyor deðil mi? Ýþte bunlarýn kulaklarý da böyleymiþ. Yâni gözleri imanda, akýllarý amelde olmadýðý için duymu-yorlarmýþ adamlar. Aslýnda duyuyorlar, ama duyduklarýyla kalplerinin irtibat kurmasýný istemediklerinde duymuyor, duyduklarýyla ilgi kumru-yor, duyduklarýnýn gereðini yapmýyorlar.

         6. “Ey Muhammed! De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insaným, ancak bana Ýlâhýnýzýn tek bir Ýlâh olduðu vahy ediliyor. Artýk hep O’na yönelin ve ondan baðýþlanma dileyin.”

 

         “Ben sizlerden farklý birisi deðilim. Ben de sizin gibi bir kulum, bir beþerim. Bu dinin, bu kitabýn sahibi ben deðilim. Bu konuda sizi zorlayamam. Sizin kalplerinize nüfuz edip zorla bu mesajý size empoze edemem. Benim böyle bir yetkim de, sorumluluðum da yoktur. Ancak bu mesajý dinlemek ve kabullenmek isteyenlere ulaþtýrabilirim ben. Benim sizden farklý bir tek yönüm var: O da sizin de, benim de Rabbim olan Allah tarafýndan bana vahyin gelmesidir. Rabbim sizin de, benim de hayatýmýza karýþmayý murad etmiþ, bu konuda da beni odak nokta seçmiþ ve bana kendi bilgisinden vahiy göndermektedir. Onunla hayatýmýzý düzenleyelim diye bana kitap gönderiyor.

 

Rabbim bana gönderdiði o mesajýnda diyor ki, sizin Ýlâhýnýz bir tek Ýlâhtýr. Rabbim bana vahy ediyor ve bildiriyor ki kendisinden baþka Ýlâh yoktur. Kulluk edilmeye, sözü dinlenmeye lâyýk tek Ýlâh O’dur. O’ndan baþkalarýný Ýlâh bilmeyin. O’ndan baþkalarýna kulluk yapmayýn. Sýðýnýlacak tek varlýk O’dur. Kendisine dua edilecek tek varlýk O’dur, O’ndan baþkalarýna sýðýnmayýn. Sözü dinlenecek tek varlýk O’dur, O’ndan baþkalarýnýn koyduðu kanunlara ve kurallara itaat etmeyin. Hayatýnýzda sadece O’nu memnun etmeye çalýþýn, yalnýz O’nun çektiði yere gidin, yalnýz O’nun programýný icra edin.

 

         O’na doðrulun, O’na yönelmek isteyin. O’nun için kýyamý dileyin. O’na doðru kulluða niyet edip doðrulun. Ama O’na, O’nun istediði ve O’nun lâyýk olduðu biçimde tam kulluk yapamayacaðýnýza göre de O’na istiðfar edin. “Ya Rabbi ben bu kadarýný becerdim. Sen bu yaptýklarýmý tam kabul ediver! Kusurlarýmý, eksiklerimi görmeyiver, ciddiye alma ya Rabbi!” diye O’na istiðfarda bulunun ki, O sizin kusurlarýnýzý görmesin, eksiklerinizi tam kabul buyursun.”

         7. “Veyl olsun o müþriklere ki onlar zekâtý vermezler ve âhireti de inkâr ederler.”

 

         Vay o müþriklerin haline! Veyl olsun onlara ki, onlar mallarýna Allah’ýn karýþacaðýný kabul etmiyorlar. Mallarýnda Allah’ýn söz sahibi olduðunu bilmiyorlar ve bunu iman haline getirmeye de yanaþmýyor-lar. Mallarýnýn sahibi olan Allah’ýn zekât emrini yerine getirmek iste-miyorlar. Malla iliþkilerini o mallarýnýn da, kendilerinin de sahibi olan Allah’ýn istediði gibi ayarlamaya yanaþmýyorlar.

 

         Ya da buradaki zekât, þu bildiðimiz zekât olabileceði gibi, tezkiye, tezekkî anlamýna bir zekât da olabilir. Yâni onlar tevhidi anlamak ve kabul etmek sûretiyle hayatlarýný temizlemeye yanaþmýyorlar. Sadece Allah’a kulluk yapmak sûretiyle itikatlarýný temizlemeye yönelmi-yorlar. Tâðutlara, âdetlere, modaya ve Allah’tan baþkalarýna kulluk iplerini koparýp yalnýz Allah’a kulluk ipini býrakmak sûretiyle boyunlarýný ve nefislerini temizlemeye yanaþmýyorlar. Kalplerinde Allah’tan baþka mabutlarý söküp atarak kalplerini temizlemeye yanaþmýyorlar. Anlýyo-ruz ki, buradaki zekât imandýr, þirkten arýnmaktýr. Mânâ, bu adamlar Allah’a, Allah’ýn istediði biçimde iman ederek þirkten arýnmak istemi-yorlar demek olacaktýr.

         8. “Þüphesiz ki iman edip salih ameller iþleyenler için bitmez tükenmez bir mükafat vardýr.”

 

         Ama Allah’a Allah’ýn istediði biçimde iman edip de bu imanlarýný amele dönüþtürenler, imanlarýný gündeme getirme savaþý verenler, imanlarýnýn hayatlarýnda görüntülenmesinden yana olanlara gelince, iþte onlar için gayr-ý memnun bir ecir vardýr. Bu gayr-ý  memnun ecir ifadesinin bir kaç anlamý vardýr:

 

         1. Sonsuz, bitmeyen, tükenmeyen bir ecir, bir ücret, bir karþýlýk vardýr onlar için.

 

         2. Ya da baþ kakýntýsý olmayan bir ücret, baþ kakýntýsý olmayan bir ecir vardýr onlar için. Yâni dünyadakilerin verdiði ücret gibi, “haydi haydi! Hak etmediniz ama yine de size bunlarý veriyorum” demeyecek Allah da, “iþte bunlarý siz hak ettiniz, amellerinizle hak ettiðiniz mükafat iþte budur,” diyecektir.

 

         3. Bir üçüncü manasý da, memnuniyetin de ötesinde bir ecirdir. Yâni, “yeter ya Rabbi! Ben ne yapacaðým bu kadar nîmeti!” dedikçe, Allah’ýn daha fazlasýný vereceði bir ecir, bir ücret var onlar için.

 

 

         9. “De ki: “Siz yeryüzünü iki günde yarataný gerçekten inkâr edip duracak mýsýnýz? Bir de ona eþler koþuyorsunuz ha? O, bütün âlemlerin Rabbidir.”

 

         O Allah ki, yeryüzünü iki günde yaratmýþtýr. Yâni gökler de, yer de O’na teslim olmuþlar, O’na boyun bükmüþlerken, yeryüzünün bir parçasý olan sizler O’na þirk koþuyorsunuz öyle mi? Allah, sizin de, sizin semânýzýn da, arzýnýzýn da ve tüm âlemlerin de Rabbi iken, tüm âlemler O’na boyun büküp teslim olmuþken, siz kendinize O’ndan baþka Rabbler bulmaya çalýþacaksýnýz öyle mi? Þu üstünde gezdiðiniz, yaþadýðýnýz yeryüzünün sahibi ve yaratýcýsý siz deðilsiniz Allah’týr. Þu anda sahip olduðunuz ve istifade ettiðiniz her þeyin sahibi ve yaratýcýsý Allah’týr. O zaman sizler þu anda kimin arzýnda yaþýyor ve kime kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz bunu hiç düþünmez misiniz? Kimin ekmeðini yiyip de kimin kýlýcýný sallýyorsunuz? Hiç aklýnýz yok mu sizin?

 

Yeryüzünü yaratan Allah’týr. Unutmayýn ki, Ýlâh olanýn, Rabb olanýn yaratýcý olmasý gerekir. Hani þu sizin Allah’a denk tutmaya çalýþtýklarýnýz, Allah’a ortak yapmaya çalýþtýklarýnýz bir þey yaratmýþlar mý? Sizi yaratan, sizin þu anda hizmetinize sunulmuþ bulunan her þeyi yaratan Allah sizin Rabbiniz, sizin Ýlâhýnýz iken, sizin kendisine kulluk yapmanýz gereken, boyunlarýnýzdaki ipin ucu elinde olmasý gereken, hayat programýnýzý sadece O’ndan, O’nun kitabýndan almanýz gereken Rabbiniz iken, nasýl oluyor da O’nu býrakýp da hiçbir þey yaratmayan, sizin yaratýlýþýnýzda en ufak bir katkýsý olmayan, kendilerini bile yaratmamýþ olan, kendileri de Allah tarafýndan yaratýlmýþ olan bir kýsým varlýklarý Allah’a ortak koþmaya kalkýþýyorsunuz? Nasýl oluyor da onlarý dinliyor, onlara itaat ediyor, onlarýn hayat programlarýna tâbi oluyor, onlara teþekkür ederek, onlara kulluk yaparak Rabbinize karþý nankörlük yapýyorsunuz? Ne hakkýnýz var buna? Nereden aldýnýz bu yetkiyi?

 

         Rabbinizin tek Rabb oluþuna sayýsýz delillerden, sayýsýz âyetlerden sadece iki tanesi, semâ ve arz âyetidir. Bu iki âyeti yaratan Allah olduðu gibi, þu anda onlarýn düzenli bir biçimde varlýklarýný ve fonksiyonlarýný yürüten de Allah’týr. Eðer böyle olmasaydý düzen bozulur ve sizin hayatýnýz altüst olurdu. Yâni bu arz ve semânýn düzenli bir biçimde hareket etmesi, ikisinin de bir sisteme boyun eðdiðini gösterir. Yaratýldýklarý günden beri bu iki varlýk Rabblerinin emrine teslimken, Rabblerinin emrine boyun bükmüþken, ey insanlar, söylesenize siz kime teslimsiniz? Siz kimin arzularýna boyun büküyorsunuz? Hayat programýnýzý kimden alýyorsunuz? Kime kulluk ediyorsunuz?

 

         Evet, arz ve semâ, Allah’a boyun bükmüþ Allah’ýn iki âyetidir. Üstelik bunu anlayabilmek için uzun uzun araþtýrmalara da gerek yoktur. Ýnsanlarýn istifadesine sunulmuþ bu iki âyeti her an müþahede etmektesiniz. O kadar ki, kör, saðýr, dilsiz biri bile bu iki âyeti görmez-likten gelemez. Bu iþ elbette tesadüfî olamaz. Bu muazzam düzen ne tesadüfe, ne kör tabiat kuvvetlerine, ne de kendilerini bile yaratmaktan aciz olan, “egemenlik bizimdir,” diyen yeryüzü tanrýçalarýna verile-mez. Bu düzeni kuran baþkasý deðil, sizin Rabbinizdir. O’ndan baþka da kulluk yapýlmaya lâyýk Ýlâh yoktur. Bunu hiç bir zaman hatýrýnýzdan çýkarmayýn, diyor Rabbimiz.

 

         Ama ne gariptir ki, insanlardan kimileri Allah’ýn bu tür âyetlerinin üzerini örttükleri, iþaret levhâlârýný kamufle ettikleri, Allah’ýn âyetlerinden habersiz yaþadýklarý için, haktan, hakikatten, hidâyetten, dosdoðru yoldan yüz çeviriyorlar. Allah’tan yüz çevirip baþkalarýna yöneliyorlar. Allah’a kulluk yapmalarý, Allah’ý razý etmeleri gerekirken, baþkalarýna kulluk etmeye, baþkalarýný razý etmeye çalýþýyorlar. Hayat programlarýný hayatýn sahibi olan Allah’tan almalarý gerekirken, baþkalarýnýn hayat programlarýný alýp uygulamaya yöneliyorlar. Öyleyse ey peygamberim! Kavminin bu þekilde senden ve senin getirdiðin mesajdan yüz çevirmelerine üzülme! Unutma ki, bu tavýr sadece sana karþý bir tavýr deðildir. Senden önceki peygamberlere de ayný tavýrlar sergilenmiþti.

 

         Dikkat ederseniz, âyet-i kerîmede arzýn iki günde yaratýldýðý vurgulanmaktadýr. Bu iki gün, þu bizim bildiðimiz yirmi dört saatlik iki gün deðildir. Çünkü bu bizim bildiðimiz gün, yaratýlýþtan sonra ihdas edilmiþtir. Rabbimizin burada sözünü ettiði iki gün ise, yaratýlýþ öncesi, gün de, güneþ de arzda yokkenki iki gündür ve miktarýný sadece Allah’ýn bildiði iki gündür diyoruz. Yâni mahiyetini bilemeyeceðimiz yaratýlýþ günüdür. Çünkü þu bizim bildiðimiz gün, güneþin günüdür, bir de meselâ öteki gezegenlerin günü vardýr ki, bunu bizim bilmemiz mümkün deðildir.

 

         Rabbimizin sözünü ettiði bu iki gün, yaratýlýþta yeryüzünün ve orada var edilenlerin geçirdikleri merhaleler de olabilir. Yeryüzü pek çok merhalelerden geçirilerek bu hale getirilmiþtir. “Bu hale gelebilmesi için iki milyon yýl geçmesi lâzýmdýr,” diyenler vardýr. Birinci manasýna göre Allah, yeryüzünü, mahiyetini, miktarýný bilemediðimiz iki günde yarattý. Ýkinci bir anlama göre de, belki Allah yeryüzünü yine miktarýný bilemeyeceðimiz iki merhalede yarattý, olacaktýr.

 

         Bu merhaleden birincisi Enbiyâ sûresinde, ikinci merhale de Ra’d sûresinde anlatýlmýþtýr. Enbiyâ sûresindeki âyet þöyledir:

         “Ýnkâr edenler görmüyorlar mý ki gökler ve yer bitiþikti de, biz onlarý ayýrdýk.”

         (Enbiyâ 30)

 

         Ýþte birinci merhale, yeryüzünün gökten koparýldýðý bu merhale, ikinci merhale de Ra’d sûresinin üçüncü âyetinde anlatýlan arzýn med edilmesidir, denilmiþtir. Yâni yeryüzü kabuðunun döþendiði ve oluþturulduðu merhaledir. Allah en iyisini bilir.

 

         Bir de bu âyet-i kerîme, yeryüzü denen varlýðýn, iki gün içinde bulunduðu anlamýna da gelebilmektedir. Yâni Allah yeryüzü denen varlýðý sürekli iki gün içinde bulunan, iki gün gibi bir zaman içinde dönüp dolaþan kýlmýþtýr. Ýþte þu anda ve yaratýldýðý andan beri yeryüzü, sürekli bu iki zaman içinde, yâni gece ve gündüz içinde deveran edip durmaktadýr.

 

         10. “O, yerin üstünde sabit daðlar yarattý. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araþtýrýp soranlar için rýzýklarý tam dört günde belli bir seviyede takdir edip düzene koydu.”

 

         Allah, yerin üstünde sabit daðlar yaratmýþtýr. Hem onda, üstünde baskýlar yaptý Allah. Çiviler, kazýklar yaptý daðlarý. Kur’an’ýn baþka yerlerinde, Rabbimizin yeryüzünü bu daðlarla dengelediði anlatýlýr. Yâni Rabbimiz semâda, fezâda boþlukta dönüp duran dünyanýn dengesini saðlamak için daðlarý böyle kazýklar olarak çakývermiþtir. Ýþte bunu yapan Allah’týr. Bu dünyanýzý böyle boþlukta tutan Allah’týr. Bu konuda iþleyen kanunlarýn tamamýnýn arkasýnda iþleyen el, Rab-binizin elidir.

 

         Sonra onda bereketler meydana getirdi. Yeryüzünde hayra ve hayata vesile olacak sular, madenler, hava ve diðer elementler gibi hiç bitip tükenmeyen bereketler yarattý. Onda rýzýklarýný da takdir buyurdu. Rabbimiz, binlerce yýldýr üzerinde hayat sürenler, insanlar ve diðer varlýklar için bitip tükenmeyen bereketler, bitmez tükenmez rý-zýklar yarattý. Rabbimiz, orada tüm canlýlarýn üzerinde hayatlarýný sürdürebilmeleri için gerekli olan bütün ihtiyaçlarýný yaratmýþtýr.

 

         Âyet-i kerîmede geçen rýzýk ifadesi, sadece mideye inenler anlamýna gelmemektedir. Yediðimiz, giydiðimiz, kullandýðýmýz her þey rýzýktýr. Ýþte bunlar bitmeyen, tükenmeyen bir rýzkýn, bir bereketin ifadesidir ki, bütün bunlarý dört günde yarattýðýný anlatýyor Rabbimiz. Bütün bunlar dört günde yaratýlmýþ, dört günde takdir edilmiþtir. Bakýn âyet-i kerîmede:

         “Orada araþtýrýp soranlar için rýzýklarý tam dört günde belli bir seviyede takdir edip düzene koydu.”

 

         Buyurulmaktadýr. Anlayabildiðimiz kadarýyla bunun bir kaç ma-nasý vardýr:

 

         1. Arayýp soranlara, yâni acaba bunlar ne kadar zamanda yaratýlmýþtýr? diye merak edip araþtýranlara ne az, ne çok tam dört günde Allah bütün bu rýzýklarý yaratmýþtýr, diye cevap veriliyor.

 

         2. Ya da buradaki dört gün, önceki âyette de ifade ettiðimiz gibi dört gün deðil de dört merhaledir. Önceki âyette anlatýlan arzýn yaratýlmasý iki merhale, sonra burada anlatýlan daðlar ve madenlerin yaratýlmasý bir merhale, sonra bitkiler ve hayvanlarýn yaratýlmasý da bir merhale, böylece tamamý dört merhale olabilir.

         3. Ya da burada âyet-i kerîmede geçen kelimesini eðer hal olarak kabul edecek olursak, o zaman tüm bunlarý dört mevsim olarak takdir ettik anlamýna gelebilir. Çünkü biz biliyoruz ki, yeryüzünün tüm bereketleri, tüm rýzýklarý ve ürünleri iþte bu dört mevsim içinde oluþmaktadýr. Öyleyse âyetteki

 ifadesini, rýzýk arayýp soranlar olarak anlamak zorunda kalacaðýz. Rýzýk arayýp soranlarýn aradýklarý rýzký bulmalarý, rýzka ulaþmalarý iþte bu dört mevsim içinde olabilmektedir.

 

         Kimileri buradaki ifadesini þöyle anlamaya çalýþmýþlardýr: Rýzký biz rýzka muhtaç olanlara eþit bir þekilde takdir ettik, þeklinde anlayarak komünizme ruhsat çýkarmaya çalýþmýþlar. Allah herkes için eþit bir þekilde gýda yaratmýþtýr, rýzýk yaratmýþtýr. Dolayýsýyla herkese iþte karne ile eþit bir þekilde rýzýk daðýtýlmalýdýr, bunu saðlayacak bir devlet kurulmalýdýr, diyorlar.

 

         Özel mülkiyetin söz konusu olduðu toplumlarda, bu eþitliðin saðlanmasý mümkün deðildir, demeye çalýþýyorlar. Halbuki bu adamlar bu sözünün içinde sadece insanlar deðil tüm mahlukâtýn kastedildiðini unutuyorlar. Peki þimdi buna göre, Allah mahlukâtýn tamamý için eþit miktarda rýzýk takdir etmiþtir, diyebilir miyiz? Var mý böyle bir eþitlik? Yok, deðil mi? Peki hani Allah hem böyle diyor hem de baþka türlü yapýyor mu diyeceðiz o zaman? Yâni dediðiyle yaptýðý birbirine uymuyor mu diyeceðiz Allah’ýn? Ya da acaba bu komünistler çevrelerindeki koyun, keçi, inek, at, kedi, köpek gibi hayvanlara kendi yediklerinin aynýsýný mý yedirebiliyorlar? Bunu yapmadýklarýna, yapamadýklarýna göre âyeti çarpýtmalarýnýn anlamý da yoktur. Demek ki burada anlatýlan rýzýklarda eþitlik deðil, o rýzýklara ulaþma mevsimlerinde eþitliktir.

 

         Bu iki âyeti birlikte düþünerek A’râf sûresindeki âyeti hatýrlý-yoruz, orada da Allah diyordu ki:

         “Rabbiniz, gökleri ve yeri altý günde yaratandýr.”

         (A’râf 54)

 

         Böylece zaten altý gün ediyor. Yâni yeryüzü iki günde yaratýlýrken, bu dört günde yaratýlan rýzýklar da yaratýlmaya baþlanmýþtý. Onun içindir ki, arzýn yaratýlmasýyla birlikte rýzýklarýn da yaratýlmasý dört gündür. Bundan sonra gelecek âyette de Rabbimiz, semâlarý da iki günde yarattýðýný anlatacak, böylece altý gün demek olacaktýr.

 

         Ya da bunu þöyle anlamaya çalýþýyoruz: Ýlerde gelecek âyette semâvâtýn iki günde yaratýldýðý konusu anlatýlýrken, yeryüzü de bu yaratýlýþýn içindedir. Böylece semâ ve arz iki günde, yeryüzündeki rýzýklar da dört günde yaratýlmýþ ve böylece altý günde yaratýlmýþtýr.

 

         Allahu Teâlâ bu kâinatýn yaratýlmasýndan, yeryüzünün var edil-mesinden yâni baþlangýcýndan sonuna kadar, kýyâmetin kopmasýna kadar gelip geçecek tüm varlýklarý yaratmýþtýr. Yarattýðý bu varlýklarýn varlýklarýný sürdürebilmeleri için muhtaç olduklarý tüm ihtiyaçlarýný temin etmiþ, her türlü imkâný hazýrlamýþtýr. Öyle bir Allah ki, kâinatta var ettiði ne kadar varlýk var? Kaç çeþit varlýk var? Bu varlýklar nerede ve nasýl bir hayat içinde? Hayatlarýný sürdürebilmek için neye ihtiyaçlarý var? Nasýl bir hayat yaþamalýdýrlar? Bunlarýn hepsini bilen bir Allah’týr O. Allah’tan baþka bunu kimsenin bilmesi de mümkün deðildir. Tüm bu varlýklarý nasýl yaratmaya güç yetirmiþse, onlarý nasýl belli bir düzene koymuþsa, elbette bu varlýklarýn hayatlarýný sürdürebilmeleri için her canlýnýn hayat programýný da bilen bir Allah’týr.

 

         Âyette bize deniyor ki, “ey insanlar! Bütün bunlarý bilen bir Allah, bütün bunlarý beceren bir Allah sizin hayatýnýzý bilmez mi? Bütün bunlarý bilen ve bilgisi tam olan bir Allah, sizin nasýl bir hayat yaþayacaðýnýzý, sizin nasýl bir hayat programý takip edeceðinizi bilmez mi? Sizin hukukunuzu, sizin ekonominizi, sizin kýlýk-kýyafetinizi, sizin eðitiminizi bilmez mi? Neden Rabbinizin sizin adýnýza gönderdiði hayat programýndan yüz çevirip baþkalarýnýn kanunlarýna yöneliyor, baþkalarýna kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz? Neden bu konuda Rabbinize itimat etmeyip de O’na bir kýsým ortaklar bulup onlarýn arzularýný gerçekleþtirmeye çalýþýyorsunuz? Hiç aklýnýz ermiyor mu sizin? Yaratýcý olmayan ve üstelik kendileri de kendi kendilerini bile yaratmamýþ olan bu varlýklar hiç Allah’a denk olur mu? Düþünmüyor musunuz?”

 

         Yerin oluþumunu ve yaratýlýþýný anlattýktan sonra, Rabbimiz þimdi de Rabbliðine delil olarak bakýn þöyle buyuruyor:

 

         11. “Sonra duman halinde bulunan gökyüzüne yöneldi. Ona ve yeryüzüne: “Ýsteyerek veya istemeyerek buyruðuma gelin!” dedi. Her ikisi de: “Ýsteyerek geldik!” dediler.”

 

         Sonra Allah, semâya doðru doðruldu, yöneldi. Yâni ilgisini göðe yöneltti, gökyüzünü ele aldý, gökyüzünü murad etti, gökyüzünü irade buyurdu gibi anlamlara gelmektedir bu. Yâni iradesini gökyüzüne doðru yöneltti. Duman halinde bulunan, gaz kütlesi durumunda olan semâya ve arza, ikisine birden buyurdu ki: "Ýkiniz de ister istemez gelin! Tav’an, yahut kerhen ikiniz birden Benim emrime boyun bükün! Ýkiniz birden Bana teslim olarak vücuda gelin. Ýkiniz birden benim arzuma uyarak yoktan var olun!” buyurdu. Onlar da: “Emredersin ya Rabbi! Ýsteyerek geldik, isteyerek senin emrine boyun büküp var olduk!” dediler. Aslýnda burada her ikisinin de Allah’a teslim olduklarý anlatýlýyor. Burada anlatýlan konu, gökyüzünün de, yeryüzünün de Allah’ýn emirlerine boyun bükmeleridir. Yaratýlýþta Allah’ý dinlemeleri ve Allah’ýn iradesine boyun büküp teslim olmalarýdýr. “Gökyüzünü ve yeryüzünü ben yarattým. Ben istediðim için bunlar var oldular. Ben var ettim bunlarý. Ben yarattýðým için bunlar var oldular.”

 

Ama Rabbimiz bunu bize bir diyalogla anlatýyor. Rabbimiz onlarý karþýsýna almýþ ve konuþuyor gibi anlatýyor. Aslýnda, semânýn da yeryüzünün de ona itiraz etmeleri mümkün deðildir. Her ikisi de iradesiz varlýklardýr. Her ikisinin de boyunlarýndaki ipin ucu doðuþtan Allah’ýn elindedir ve onlar asla Rabblerine isyan da edemezler. Hal böyleyken, Rabbimiz bunu bize sanki aralarýnda geçmiþ bir konuþma þeklinde anlatýyor. Týpký Bakara’daki Adem’in yaratýlýþýný meleklerle bir diyalog biçiminde anlattýðý gibi. “Ýsteyerek ve istemeyerek” sözünün manasýný da þöyle anlamaya çalýþýyoruz: Bu ifade aslýnda Allah’ýn yaratýþýna dikkat çekmedir. Yâni Allah bir þeyi yaratmak istediði zaman, ona “ol” der, o da hemen oluverir. O’na karþý koymak, O’nun emrinin dýþýna çýkmak kesinlikle mümkün deðildir.

 

         Peki bu altý günden ne anlayacaðýz? Allah’ýn böylece dilediðini anlayacaðýz. Yâni Allah altý günde yaratmayý dilemiþtir. Meselâ Adem’e ve nesline yaratýlýn, buyurmuþtur ama bakýyoruz bu emir hâlâ devam etmektedir. Yâni bu yaratýlma iþi kýyâmete kadar devam edecektir. Neden? Allah öyle istemiþ de ondan. Ýþte ikinci olarak bundan þunu anlýyoruz ki, Rabbimizin bu yaratma iþi devam etmektedir ve kýyâmete kadar da devam edecektir.

 

         Aslýnda biliyoruz ki gökyüzünün yaratýlmasý yeryüzünün yaratýlmasýndan öncedir. Ama buradaki sýralama, zaman açýsýndan bir sýralama deðil, yerin yaratýlmasýnýn beyânýndan sonra gökyüzünün yaratýlmasýný anlatan bir sýralamadýr. Yâni bu sonralýk, yaratýlýþ sonralýðý önceliði deðil, konunun beyanýnýn önceliði sonrasýdýr diyoruz. Yýllar yýlý hangisinin önce hangisinin sonra yaratýldýðý tartýþýlmýþ. Rabbimiz bazan gökyüzünü, bazan da yeryüzünü önce zikreder. Ancak bunun sebebi anlayabildiðimiz kadarýyla þudur: Rabbimiz, insanýn kulluðuyla alâkalý olarak yeryüzü ve nîmetlerine dikkat çekmek istediði zaman yeryüzünü önce zikretmiþ, kendi kuvvet ve kudretine dikkat çekmeyi murad buyurduðu zaman da gökyüzünü önce zikretmiþtir. Ama bunun  hiç önemi yoktur. Önemli olan ikisinin de Allah tarafýndan yaratýlmýþ olmalarýdýr. Anlatýlmak istenen de budur iþte.

 

         Dünyamýzýn ve gökyüzünün yaratýlýþý anlatýlýrken diðer gezegenlerin yaratýlýþýndan hiç söz edilmemiþtir. Zira onlarý bizim anlamamýz mümkün deðildir.

         12. “Böylece Allah onlarý iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göðe kendi iþini bildirdi. Biz en yakýn göðü kandillerle süsledik ve koruduk. Ýþte bu çok güçlü ve her þeyi bilen Allah’ýn takdiridir.”

 

         Gökleri de iki gün olarak takdir edilen bir zaman içinde yedi gök olarak yoktan var etti Allah. Böylece göklerin ve yerin yaratýlýþý altý günde tamamlanmýþ oldu. Allah böyle takdir buyurduðu için böyle oldu. Rabbimiz dileseydi, göz açýp kapayýncaya kadar kýsa bir süre içinde de yaratýrdý. Rabbimiz, yedi gök halinde onlarý yerine koydu ve her bir semâya istediðini vahy etti. Her bir semânýn iþlevini ona vah-yetti, yahut her bir semâda o semânýn muhtaç olduðu melekleri ve kendisinden baþka hiç kimsenin bilemeyeceði þeyleri tertip buyurdu. Her semânýn meleklerine, orada cereyan edecek olaylarý deruhte emrini telkin buyurdu. 

 

         Sonra diyor ki Rabbimiz: “Dünya semâsýný da, yâni denî semâyý, alçak semâyý, dünyanýn semâsýný, dünyadan görülebilen semâyý da yýldýzlarla süsledik ve onu koruduk.” Neden? Bozulmaktan, yýkýlmaktan koruduk. Kýyâmete kadar bozulmayacak o semâ. Ya da þeytanlardan koruduk o semâyý. Ýþte bu Azîz ve Alîm olan, mutlak bilgi sahibi, mutlak güç ve kuvvet sahibi olan Allah’ýn takdiridir. Bunu Azîz ve Alîm olan Allah’tan baþka kim yapabilir? Allah semâyý bina etmiþ, binasýndan sonra da bu binanýn devamýný saðlamýþ, kýyâmete kadar onu bozulmaktan korumuþtur.         

         13. “Eðer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd’un baþýna gelen yýldýrýma benzer bir yýldýrýma karþý uyardým.”

 

         Bunu anladýktan sonra, bu açýklamalardan sonra da eðer yüz çevirmeye devam edecek olurlarsa, kendilerinden çok daha güçlü olan semâvât ve arz bile isteyerek Allah’a kulluk ederlerken, hepsi de Rabblerine teslim olmuþlarken, bunlar yine de Allah’tan yüz çevirmeye devam edecek olurlarsa, onlara de ki Peygamberim; “Ben sizi, sizin þu andaki tavýrlarýnýza benzeyen tavýrlar sergileyen Âd ve Semûd’un baþýna gelen kasýrgaya benzer bir kasýrgayla uyarýyorum. Ki:

         14. “Onlara, “Allah’tan baþkalarýna kulluk etmeyin,” diye önlerinden ve arkalarýndan peygamberler geldiði zaman: “Eðer Rabbimiz dileseydi, mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliðle gönderildiðiniz þeylere inanmayýz” dediler.”

         Onlara önlerinden ve arkalarýndan, babalarýndan, çocuklarýndan Allah’tan baþkalarýna kulluk etmeyin diyen peygamberler gelmiþti de, onlar bu Allah elçileriyle dalga geçmiþlerdi. Önlerinden ve arkalarýndan peygamberler gelmiþti. Bunun manasý, kendilerine Rabbimiz art arda, peþ peþe peygamberler göndermiþti. Peygamberleri onlara dini her yönüyle anlatmýþtý. Ya da onlarýn hidâyeti kabul etmeleri ve Allah’a kulluk yapmalarý için peygamberler her yöntemi, her usulü denemiþlerdi. Onlara bu iþin ilerisini, geçmiþini, geleceðini her þeyini anlatmýþlardý. Kendi kavimlerine, yakýn toplumlara olsun peygamberler göndermiþti Allah. Kendilerine ve kendilerinden önceki toplumlara, Allah’ýn peygamberler gönderdiðini, göndereceðini biliyordu bu toplumlar.

 

 Ya da onlarýn ülkelerine komþu olan kasabalarda bulunanlara, Cenâb-ý Hak tek ve ortaðý olmayan Allah’a kulluk edin, diyerek elçiler göndermiþti. Onlar çevrelerinde yaþayan Allah düþmanlarýna azaplar göndererek Rabblerinin ne yaptýðýný, nasýl helak ettiðini görmüþlerdi. Yine onlar çevrelerindeki toplumlara, Allah’a dost olan kavimlere Allah’ýn gönderdiði lütuflarý da görmüþler ve bilmiþlerdi. Yâni onlar Rabblerinin dostlarýna da, düþmanlarýna da iþleyen yasalarýný görmüþler, Rabblerinin gücüne, kudretine þahit olmuþlardý. Buna rað-men, bu kadar tecrübelerine raðmen bu Âd ve Semûd kavimleri iman yolunu deðil de inkâr yolunu tercih etmiþlerdi. Kulluk yolunu deðil, isyan yolunu tercih etmiþlerdi. Allah’ýn kendilerine gönderdiði elçilerine karþý: “Eðer Rabbimiz dileseydi bize elçi olarak meleklerini gönderirdi. Biz sizin teblið ettiðiniz þeylerin tamamýný reddediyoruz,” demiþlerdi.

         15. “Âd kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladýlar ve: “Bizden daha kuvvetli kim vardýr?” dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ýn kendilerinden daha kuvvetli olduðunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardý.”

 

         Ýþte Âd kavmi, yeryüzünde büyüklük tasladý, müstekbir davrandý. Allah’ýn elçisi Hud'a (a.s) ve beraberindeki Müslümanlara karþý haksýz yere büyüklük tasladýlar. Allah’ýn elçisi Hud (a.s), kendilerini Allah’ýn azabýyla korkutunca da dediler ki: “Ey Hud! Þunu kesinlikle bilesin ki, bizden daha kuvvetli hiç kimse yoktur. Yeryüzünde hiç kimse bizi alt edemez. Bizimle kim baþ edebilir? Kim bizimle boy ölçüþebilir? Hiç kimse bize azap gönderemez. Kimse bizim huzurumuzu boza-maz. Bizler þu anda sahip olduðumuz güç ve kuvvetle, þu anda zirvedeki medeniyetimiz, uzun boylarýmýz, güçlü pazularýmýzla her þeyi bertaraf ederiz. Bize bir azap gelse bile, biz onu savuþturma gücüne sahibiz.” Uzun boylarýna, güçlü pazularýna, mevcut medeniyetlerine güvenerek Allah’a ve Allah elçilerine kafa tutmaya kalkýþtýlar. Ama kendilerini yaratan, bu güçleri kendilerine veren Allah’tan gafil oldular. Allah’ýn kendilerinden daha güçlü olduðunu hesap edemediler.

 

         Bunlar, kendilerini yaratanýn, kendilerinden daha güçlü olduðunu göremediler, bilemediler. Kime karþý geldiklerinin, kiminle savaþa tutuþtuklarýnýn farkýnda deðillerdi. Onun için Allah’ýn âyetleriyle, Allah’ýn sistemiyle alay ediyorlardý:

         16. “Bu yüzden biz de onlara dünya hayatýnda rezillik azabýný tattýrmak için o uðursuz günlerde dondurucu bir kasýrga gönderdik. Âhiret azabý ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardým da edilmeyecektir.”

 

         Allah onlara öyle bir kasýrga gönderdi ki, yakýp kavurucu çok sýcak bir rüzgar, yahut dondurucu soðuklukta bir fýrtýna, veya kulaklarý bile saðýr edecek, kulaklarý bile patlatacak þiddette müthiþ ses çýkaran bir rüzgar gönderdi ve dünyada rezillik azabýný tattýrýverdi Allah.

 

         Hâkka sûresinde anlatýldýðý gibi:

         “Allah o fýrtýnayý üzerlerine yedi gece sekiz gündüz mûsâllat etmiþti, de öyle ki, o kavmi içi boþ hurma kütükleri gibi orada yerlere serilmiþ olarak görürdün.”

         (Hâkka 7)

 

         Rabbimiz onlarýn üzerlerine sarsar denen þiddetli, çok soðuk bir fýrtýna, yahut taþ yaðdýran, azgýn, atiye bir fýrtýna gönderdi de, taþ taþ üstünde kalmadý. Her þeyi büküp büküp atýverdi. Allah o kahredici, helâk edici, mahvedici rüzgarý bu kavmin üzerine yedi gün sekiz gece mûsâllat kýldý, emretti de, sürekli o rüzgar esip durdu onlarýn üzerine. Yâni salladý durdu orayý. Her þeyi birbirine vurdu, her þeyi birbirine kattý, hepsi mahvoldular, hepsi tuþ oldular. Öyle ki, sanki orada insan yaþamamýþtý. Sanki içi boþ hurma kütükleri, hurma kovanlarý gibi yirmi otuz metre boyundaki insanlar yerlere yýkýlývermiþlerdi. Güçleri, kuvvetleri, kollarý, pazularý, imkânlarý, fýrsatlarý, mallarý, mülkleri, medeniyetleri, evleri, köþkleri hiçbir iþe yaramamýþtý. 

 

         Zâriyât sûresinde anlatýldýðýna göre bu rüzgar:

         “Üzerinden geçtiði hiçbir þeyi býrakmýyor, her þeyi kül gibi eritip yok ediyordu.”

         (Zâriyât 42)

 

         Hattâ Ahkâf sûresinde anlatýldýðýna göre bunlar:

 

 

         “O azabýn yayýlarak vadilerine doðru yöneldiðini gördüklerinde: “Bu yaygýn bulut bize yaðmur yaðdýracaktýr,” dediler. Hud: “Hayýr, o, acele beklediðiniz þeydir; can yakýcý azap veren bir rüzgardýr; Rabbinin buyruðu ile her þeyi helâk eder,” dedi. Bunun üzerine evlerinin harabelerinden baþka bir þey görünmez oldu. Biz suçlu bir kavmi iþte böylece cezalandýrýrýz.”

         (Ahkâf 24, 25)

 

         Evet, Âd kavminin cezasý böyle oldu. Dünyayý cennetleþtirme cinnetine kapýlmýþ, dünyada ebedî kalacaklarmýþ gibi plan-program yapmýþ olan bu toplumun cezasý böyle oldu. Bu ceza, onlarýn büyüklenmeleri, müstekbirce davranmalarý sebebiyle gelmiþtir. Allah’ýn kitabýna ve peygamberlerine karþý eyvallahsýz davranmalarý sebebiyle gelmiþtir. Kendi güçlerine, kuvvetlerine, medeniyetlerine, kendi yasalarýna, kendi kanunlarýna güvenerek Allah yasalarýna karþý müstek-birce ve ihtiyaçsýzca davrandýklarý için, Allah onlara bu azabý gönderiyordu. Semûd kavmine gelince:

         17,18. “Semûd kavmine gelince, biz onlara doðru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüðü doðru yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandýklarý kötülük yüzünden alçaltýcý azabýn yýldýrýmý onlarý çarpýverdi. Biz iman edenleri ve kötülükten sakýnanlarý ise kurardýk.”

 

         Semûd kavmi de kendilerinden önceki toplumlarýn yok ediliþlerini görmüþlerdi. Nuh kavminin suyla, Âd kavminin de dondurucu bir fýrtýnayla helâk edildiklerini görmüþlerdi. Gördükleri, bildikleri bu tecrübelerden dolayý, ayný âkýbete uðramamak için yüksek kayalarý, kayalýklarý yontarak yüksek yüksek barýnaklar yapmýþlardý. Ama Allah, bir sesle, bir sayhayla onlarý yok ediverdi.

 

         Semûd kavmine de peygamberleri Salih (a.s) vasýtasýyla, Allah hidâyeti, kulluðu, doðru yolu göstermiþti. Sanki Rabbimiz suç bizim deðil, biz onlara gereken hidâyeti gösterdik, onlara doðru yolu, hakký, kulluðu, hidâyeti gösterdik, diyor. Yâni Rabbimiz, durup dururken biz onlarý helâk etmedik, onlar helâki hak ettiler de onun için helâk ettim, diyor. Allah onlara hidâyeti, basireti, basiret yollarýný göstermiþtir. Ama onlar körlüðü basirete, körlüðü hidâyete tercih ettiler. Onlar küfrü imana, sapýklýðý hidâyete tercih ettiler.

 

Bu tercihlerinin tabii bir sonucu olarak Salih'e (a.s) ve onunla beraber iman edenlere dediler ki: “Biz sizin inandýðýnýzý inkâr ettik. Biz sizin iman edip kutsadýðýnýz her þeyi inkâr ediyoruz.” Bu inkârlarýný, küfürlerini açýða çýkarmak için de Allah’ýn bir mûcize olarak Salih'e (a.s) verdiði deveyi öldürdüler. Hûd sûresinin 65. âyetinde anlatýldýðýna göre, devenin öldürülmesinden sonra Salih (a.s) onlara üç gün mühlet tanýdý. Üç gün daha yurtlarýnda istediklerini yapabileceklerini söyledi. Çünkü bu süre içinde Allah’ýn azabý gelip onlarý yakalamýþtý.

 

Azabýn geleceði gece, onlar da Hz. Salih'e (a.s) saldýrmayý ve onu öldürmeyi planlýyorlardý. Ama Allah onlarý da baþlarýna gelen bir sayhayla, bir yýldýrýmla, bir racfeyle helâk ediverdi. Allah bir sarstý ki, yerlerini, yurtlarýný, o kýyâmet kopsa da yýkýlmaz zannettikleri binalarýný yerle bir ediverdi. Allah’la ve Allah’ýn âyetleriyle savaþa tutuþan bir toplum daha yok olup giderken, Rabbimiz onlarýn içinden inananlarý da kurtardýk, diyor.

         19,20. “O gün Allah’ýn düþmanlarý cehennem ateþine sürülmek üzere hep bir araya toplanýrlar. Nihâyet oraya vardýklarý zaman kulaklarý, gözleri ve derileri yaptýklarý þeyler hakkýnda onlarýn aleyhinde þahitlik ederler.”

 

         Burada ateþe sürülecekleri deðil de, Cenâb-ý Hakkýn huzurunda hesap-kitap dönemi toplanacaklarý kastedilmektedir. Hesaplarý görülmek üzere onlar Rabblerinin huzurunda toplanacaklardýr. Ancak eninde sonunda bu hesaplaþmanýn arkasýndan nasýl olsa cehenneme, ateþe sürüleceklerdir ki, iþte burada iþin sonu anlatýlmaktadýr.

 

         Buradaki bu insanlarýn bir araya toplanmalarýný A’râf sûre-sindeki âyet-i kerîmeden þöyle anlýyoruz:

 

         “Allah buyuracak ki: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiþ ümmetlerle birlikte ateþe girin.” Her bir ümmet giriþinde kardeþini (Kendi benzerini) lânetler. Nitekim hepsi birbiri ardýnca orada toplanýnca, en sonra gelenler en önde gelenler için: “Rabbimiz, iþte bunlar bizi saptýrdý; öyleyse ateþten kat kat artýrýlmýþ bir azap ver,” diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattýr. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.”

         (A’râf 38)

 

         Âyetlerden anlýyoruz ki, tüm nesiller toplanacak ve tüm nesillerin hesabý bir anda görülecektir. Çünkü bir þahsýn veya bir neslin yaptýklarý, sadece kendi þahýslarý veya kendi dönemleriyle sýnýrlý deðildir. Kiþinin veya kiþilerin yaptýklarý, onlarýn ölümünden sonra da devam eder ve nesiller boyu iz býrakýp tesirleri devam eder. Bu yüzden onlar hakkýnda karar vermek için birbirlerine olan bu tesirleri ortaya dökülsün diye, birbirlerine þahitlik yapsýnlar diye tüm nesiller bir araya toplanacaklardýr. Ayrý ayrý her nesil için, her kuþak için iþledikleri günâhlardan dolayý iki kat ceza vardýr. Çünkü birinci ceza kendilerinin iþlediklerinden ötürü, ikinci ceza da kendilerinden sonraki nesillerin kendilerini örnek alarak günâh iþlemiþ olmalarýndan dolayýdýr. Bundan dolayý selef olanlar, yâni öncekiler, kendi yaptýklarý günâhlardan dolayý sorumlu olacaklarý gibi, sonrakilere kötü örnek olmalarýndan dolayý da sorumlu olacaklardýr.

 

         Allah’ýn Resûlü hadislerinde bu hususu þöyle anlatýr:

 

 

         “Müslümanlýkta iyi bir çýðýr açan kimseye, açtýðý bu çýðýrýn sevabý verileceði gibi, o yolda gidenlerin sevabý da verilir. Bununla beraber onlarýn sevabý eksilmez. Müslümanlýkta kötü bir çýðýr açan kimseye de açtýðý çýðýrýn günâhý yükletildiði gibi, o yoldan gidenlerin günâhý da onlarýnki eksilmeksizin ona yüklenecektir.” 

         (Müslim)

 

         Meselâ birisi zinanýn, zina evinin ilk bâniliðini yapar, zina adýna ilk çýðýrý açar, futbol sahâlârýnýn yollarýný, sinemanýn, fâizin, içkinin, kumarýn yollarýný gösterir, bu konuda ilk çýðýrý açarsa, kýyâmete kadar o yoldan gidecek tüm zinacýlarýn, tüm fâizcilerin, içkicilerin günâhlarý, onlarýnkiler eksilmeksizin bu ilk çýðýr açan kiþiye yüklenecektir. Fâizin, içkinin tanýtýmýný yapanlar da aynen bunun gibidir. Barý, pavyonu evin içine taþýma adýna video ve televizyon teminine yardýmcý olanlar da, onu seyredenlerin günâhlarýnýn bir mislini yükleneceklerdir.

 

Hattâ yeryüzünde ilk adam öldürme çýðýrýný açtýðý için Hz. Adem’in oðlu Kâbil, kýyâmete kadar adam öldürenlerin günâhlarýnýn bir mislini sýrtýna yüklenecektir. Çünkü yeryüzünde kýtalin ilk çýðýrýný açan kimse odur.

 

         Kim de iyi bir çýðýr açmýþsa, kýyâmete kadar o yoldan giden insanlarýn sevaplarýnýn bir misli onun defterine yazýlacaktýr. Ýnsanlarýn Müslümanlaþmasý, insanlarýn Ýslâm’a, Kur’an ve sünnete yönelmeleri adýna kim bir çýðýr açar, kim bir adým atarsa, bilelim ki onlarda meydana gelen deðiþimlerin sevaplarýnýn bir misli, o kiþinin defterine yazýlacaktýr.

 

         Ýnsanlar hangi yolda çýðýr açmýþlarsa, o çýðýrdan gidenlerin sevap ya da günâhlarý onlarý ilgilendirmektedir.

 

         Demek ki insanýn yaptýklarý sadece kendisiyle sýnýrlý kalmamaktadýr. Kafasýnda ve vücudunda taþýdýðý virüsü, kendisi dýþýnda çocuklarýna ve daha sonraki nesillere de aktarmaktadýr. Dolayýsýyla bu eyleme adâlet gereði ceza ya da mükafatýn takdiri de, ancak gelecek nesillere intikali ve yaptýðý tesirlerle hükme baðlanabilecektir. Meselâ bir savaþ baþlatýp döneminde milyonlarca insanýn ölümüne sebep olmuþ bir adam düþünün. Hattâ bununla da sýnýrlý kalmayýp, arkasýndan asýrlarca milyonlarýn hayatýný kötü yönde etkileyen bir kiþi düþünün. Bu dünyada böyle birisini kim cezalandýrabilir? Bu adamýn cezalandýrýlabilmesi, bu adama verilebilecek cezanýn takdir edilebilmesi için, elbette onun bu mirasýndan kýyâmete kadar etkilenmiþ tüm insanlarýn toplanmalarý gerekmektedir. Ýþte:

         “Toplanýp birikmeleri için öncekiler sonrakiler gelinceye kadar orada tutulur.”

 

         Meryem sûresinde de bu husus þöyle anlatýlýr:

 

         “Muttakîleri o gün Rahmân’ýn huzuruna konsoloslar gibi getiririz. Ama suçlularý ise suya götürür gibi cehenneme süreriz.”

         (Meryem 85,86)

 

         Hesap-kitap için oraya geldikleri zaman kulaklarý, gözleri ve derileri yaptýklarý þeyler hakkýnda onlarýn aleyhinde þahitlikte bulunurlar. Kendi organlarý kendileri hakkýnda þahitlikte bulunur.

 

         Hadis-i þerifte anlatýldýðýna göre kiþinin aðzý mühürlenecek ve sonra uzuvlarýna, "Konuþ" denecek. Uzuvlarý da dünyada yapýp ettiklerinin tamamýný sayýp dökmeye baþlayacak. “Ya Rabbi! Benimle filân zaman þunu yaptý, benimle bunu etti,” diyerek her þeyi ortaya dökecekler. Sonra kiþi konuþmak için serbest býrakýlacak. O zaman da þöyle diyecek: “Canýnýz cehenneme! Lânet olsun size! Ben sizi savunuyordum! Ben sizin kurtuluþunuz için mücâdele veriyordum! Halbuki siz benim iþimi zorlaþtýrdýnýz! Beni rezil rüsva ettiniz!” diyecek. Bu konuda pek çok hadis vardýr. Azalarý kendisi aleyhinde þahitlik yapmaya baþlayýnca:

 

         21. “Onlar derilerine: “Niçin aleyhimize þahitlik ettiniz?” derler. Derileri de: “Bizi her þeyi konuþturan Allah konuþturdu, sizi ilk defa yaratan O’dur ve siz yine ona döndürülüyorsunuz” derler.”

 

         Adamlar kendi aleyhlerinde konuþarak yaptýklarýný sayýp döken azalarýný ayýplayacaklar. “Yazýklar olsun size! Yuh olsun size! Biz sizin için uðraþýrken, niçin aleyhimizde bunlarý sayýp döktünüz? Niçin aleyhimizde þahitlik ettiniz?” diyecekler.

 

         O zaman onlarýn uzuvlarý diyecekler ki: “Ýþ bizim elimizde deðildir. Bizi, her þeyi konuþturan Allah konuþturuyor. Her þeyi konuþturan Allah bize konuþun,” diyor. “Sizi yoktan var eden, var etmeye güç yetiren, sizi ve sizin gibileri konuþturan, size konuþma istidadý veren Allah bizi konuþturuyor. Sizi yoktan var etmeye güç yetiren, sizi konuþturmaya ve her þeyi konuþturmaya güç yetiren bir Allah’ýn bizi de konuþturmasýnda þaþýlacak ne var ki? Bizi Allah konuþturuyor. Allah konuþun diyor bize. Elbette bizim Rabbimiz O’dur. O’na karþý konul-maz. O’na galip gelinmez ve zaten siz O’na döndürülüyorsunuz,” diyecekler.

 

         Her þeyi konuþturur Allah. Bakýn Zilzâl sûresinde de arzýn konuþacaðý anlatýlýyor:

         “O gün insan “buna ne oluyor?” dediði zaman; iþte o gün yer, Rabbinin kendisine vahy etmesiyle kendi haberlerini anlatýr.”

         (Zilzâl 3,4,5)

 

         Yâni insanoðlu kendi üstünde ne yapmýþsa, yeryüzü de onu anlatacak, haber verecektir. Çünkü Allah ona da bunu vahy etmiþ ve anlatmasýný emretmiþtir.

         22,23. “Siz kulaklarýnýzýn, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde þahitlik edeceklerinden korkarak kötülükten sakýnmýyordunuz. Yaptýklarýnýzdan bir çoðunu Allah’ýn bilemeyeceðini zannediyordunuz. Ýþte Rabbiniz hakkýnda beslediðiniz bu zannýnýz sizi helâk etti de, zarara uðrayanlardan oldunuz.”

 

         “Ey insanlar! Sizler dünyada iken Rabbiniz hakkýnda kötü zan içindeydiniz. Bu yapýp ettiklerinizden Allah’ýn haberdar olmadýðýný, kimsenin sizi görmediðini zannediyordunuz. Yaptýklarýnýzýn gizli kalacaðýna inanýyordunuz. Azalarýnýzýn aleyhinizde þahitlik etmeyeceðini düþünüyor ve cesurca günâhlar iþliyordunuz. Dünyada o çirkin iþleri yaparken bu þahitleri hiç hesaba katmýyordunuz. Bu yaptýklarýnýzý azalarýnýzdan gizleme gereði duymuyordunuz. Çünkü bu azalarýnýzýn aleyhinizde þahitlik yapacaklarýný hiç ummuyordunuz.

 

         Sizler dünyada günâhlarýn peþine düþerken rezil oluruz korkusuyla köþe bucak kaçýyor, tenhâlârý tercih ediyordunuz. Ama kendi uzuvlarýnýzý hiç hesaba katmýyordunuz. Bu yaptýklarýnýzý onlardan gizleme gereði duymuyordunuz. Bir de esasen Rabbiniz konusunda da çok kötü bir zan taþýyordunuz. Sizi her an kontrol eden, yaptýðýnýz her þeyden her an haberdar olan Rabbinizin yaptýklarýnýzdan gafil olduðunu zannediyordunuz. Ýþte Rabbiniz hakkýndaki bu kötü zannýnýz sizi helâke sürükledi de, zarara uðrayanlardan oldunuz.” Küfrün temeli iþte buna dayanmaktadýr. Kâfir, Allah’ý tanýmadýðý için kâfir olmaktadýr. Tabiat dedikleri, toplum dedikleri hep Allah’týr aslýnda. Ama bir türlü adýný koyamýyorlar ve olmayan þeye inandýklarýný iddia etmeye çalýþýyorlar.

         24. “Þimdi eðer dayanabilirlerse onlarýn yeri ateþtir. Yok eðer hoþnutluða dönmek isterlerse bile artýk onlar hoþnut edileceklerden deðildirler.” 

 

         Ne müthiþ bir tehdit, ne kötü bir istihza deðil mi? Haydi sabredebilirlerse sabretsinler bakalým! Haydi tahammülleri varsa cehenneme tahammül etsinler! Bir sabýr, ama kurtuluþa götüren bir sabýr deðil, ateþe, azaba, cehenneme götüren bir sabýr. Biz de böyle ateþ tablolarý çizmek zorundayýz insanlarýn karþýsýnda. Ateþten koltuklar, ateþten evler, ateþten barýnaklar, ateþten yiyecekler, içecekler canlandýrmak ve þöyle demek zorundayýz: “Ey insanlar! Haydi söyleyin bakalým. Sizler buna dayanabilir misiniz? Dayanabilecek misiniz buna?” Bakara sûresinde Rabbimiz þöyle buyurur:

         “Bunlar ateþe karþý ne kadar da sabýrlýlar?”

         (Bakara 175)

 

         “Bu kâfirler, bu Allah tanýmazlar, bu Allah’ýn kendilerini göremediðini zannederek Allah’a savaþ açmýþ insanlar, Allah’ýn kendileri adýna gönderdiði hayat programýna, Allah’ýn kitabýna raðmen kendilerine hayat programý yapmaya çalýþanlar cehenneme, ateþe, azaba karþý ne kadar da cesurlar,” diyordu Rabbimiz. Evet artýk sabredebilirlerse bu adamlar ateþe sabretsinler. Artýk onlar hoþ tutulmazlar. Hoþnutluk isteseler de artýk onlar hoþnut edilmezler, onlar için hoþnutluk yoktur. Tüm kapýlar üzerlerine kapatýlmýþ, dertleri dinlenilmeyecek, halleri, hatýrlarý sorulmayacaktýr. Artýk onlar dönmek isteseler bile dönemeyeceklerdir.

         “Artýk onlar muðtebinden olamayacaklardýr.”

 

         Bunun bir kaç manasý vardýr. Birincisi, onlar dünyaya geri dönmek isteyecekler, ama kesinlikle dünyaya geri döndürülmeyeceklerdir. Allah’ýn Resûlü bir hadislerinde þöyle buyurur:

 

 

         “Öldükten sonra geriye döndürülecek yoktur.”

        

         Bunun bir baþka manasý da, bu adamlar cehennemden kurtulmak isteyecekler, ama onlar için kesinlikle ateþten kaçýp kurtulma imkâný olmayacaktýr. Ya da bu adamlar piþmanlýk duyup tüm yaptýklarýndan tövbe etmeye çalýþacaklar ama kesinlikle bunlarýn tövbeleri kabul edilmeyecektir.

 

         Mü'min sûresi de bu hususu þöyle anlatýyordu:

         “Onlar þöyle derler: “Rabbimiz! Bizi bedbahtlýðýmýz yenmiþti. Sapýk bir millet olmuþtuk. Rabbimiz! Bizi buradan çýkar, tekrar günâha dönersek doðrusu zulmetmiþ oluruz.”

         (Mü’minûn 106,108)

 

 

         25. “Biz onlara bir takým arkadaþlar mûsâllat ettik de, onlar kendilerine önlerinde ve arkalarýnda ne varsa hepsini güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiþ cin ve insan topluluklarý hakkýndaki azap sözü onlar için de hak oldu. Doðrusu onlarýn hepsi de kendilerine yazýk etmiþlerdir.”

 

         Allah bu kâfirlere kötü arkadaþlar mûsâllat ettiðini anlatýyor. Rabbimiz iyi insanlara iyi arkadaþlar, kötü insanlara da kötü arkadaþlar nasip ettiðini anlatýyor. Kötü insanlara iyi arkadaþlar, iyi insanlara da kötü arkadaþlar nasip etmek, Rabbimizin sünnetine aykýrýdýr. Bir insan ne kadar sapar, ne kadar günâhlara ve pisliklere batarsa, o kadar çok kötü arkadaþ edinecektir. Hattâ âyetin ifadesine bakýlýrsa, þeytanlar böyle insanlarýn ayrýlmaz arkadaþlarý oluverir. Hani halk arasýnda, “bu adam çok iyi biridir, ama arkadaþlarý onu mahvetmiþtir,” diye bir söz vardýr. Âyet-i kerîmeye göre bu söz yanlýþtýr. Çünkü adam kendisi bozuldukça bozuk arkadaþlara meyletmekte ve onlarý bulmaktadýr. “Pislik pisliði çeker,” denir ya, iþte adam kendisi pislikten hoþlanmaya baþladýkça, çevresinde pislikler toplanmaya baþlayacaktýr.

 

         Âyet-i kerîmede onlarýn bulduklarý bu kötü arkadaþlarýn onlara geçmiþ ve geleceklerini güzel gösterdikleri anlatýlmaktadýr. Yâni bu arkadaþlar onlara, “sizin geçmiþiniz güzeldir, geçmiþinizin güzel olduðu gibi geleceðiniz de güzeldir. Geçmiþiniz gibi geleceðiniz de parlaktýr. Sizin gibisi bulunmaz,” diyerek onlarý batýrdýkça batýrýrlar. “Bu dünyada size nasýl nîmetler verilmiþse öbür tarafta da ayný nîmetler size verilecektir. Bu dünyada nîmetlerden mahrum olanlar, öbür tarafta da bunlardan mahrum olacak ve cehenneme gidecektir,” derler.

 

         Bu arkadaþlarý onlara vesveseler verir, yaptýklarý amelleri kendilerine güzel gösterirler. Allah’a, Allah’ýn âyetlerine, Allah’ýn sistemine, Allah’ýn elçilerine karþý savaþ açmalarý konusunda onlarý teþvik ederler. En’âm sûresinde Rabbimiz þöyle buyurur:

         “Muhakkak ki þeytanlar dostlarýna vahy ederler ki sizinle mücâdele etsinler.”

         (En’âm 121)

         Bu arkadaþlarýn en büyüðü þeytanlardýr. Kendilerini saptýrmak için çýrpýnan þeytanlar kendilerine o kadar yaklaþýrlar ki, kabuðun yumurtayý sarmasý gibi onlarý sarmýþ ve onlara yapýþmýþ, baþlarýna dolanmýþlardýr. Öyleyse bizler arkadaþlarýmýzý iyi insanlardan seçelim ve Allah için birbirimizin bozukluklarýný tasvip eder bir tavýr sergilemekten ziyâde, birbirimizi uyaralým inþallah. Birbirimizin bozuk düzen ve Ýslâm dýþý tavýrlarýný yalayýp yutmayalým, onlarý kabulden yana olmayalým, birbirimizi uyarýp birbirimize merhamet edelim inþallah.              

 

         Bunlara azap sözü hak oldu. Bu azap sözü de Sâd sûresinde anlatýlýr:

         “Allah: “Doðrudur; iþte ben hakikati söylüyorum, sen ve sana uyanlarýn hepsiyle cehennemi dolduracaðým,” dedi.”

         (Sâd 84,85)

 

         26. “Ýnkar edenler: “Bu Kur’an’ý dinlemeyin, okunurken gürültü yapýn, belki üstün gelirsiniz,” dediler.”

   

         Kâfirler diyorlar ki, “sakýn ha þu Kur’an’ý dinlemeyin. Onun hakkýnda yaygaralar yapýn. Islýklar çalarak, gürültüler çýkararak hem kendinizi, hem de insanlarý bu kitabý dinlemekten alýkoyun. Böylece belki ona karþý galip gelirsiniz.” Kâfirler bu konudaki yasayý çok iyi biliyorlardý. Kur’an’ý duymayan insanlarý, Kur’an bilgisinden mahrum kalmýþ insanlarý, Kitaplarýndan habersiz yaþayan insanlarý kontrolleri altýnda tutmanýn kolaylýðýný biliyorlardý. Onun için ýsrarla Allah’ýn kitabýný duymamaya, duyurmamaya çalýþýyorlardý. Allah’ýn kitabýný, Allah’ýn âyetlerini kamufle etmeye, örtmeye ve gündemden düþürmeye çalýþýyorlardý.

 

Kesin olarak biliyorlardý ki, insanlar kendi fýtratlarýna seslenen Rabblerinden gelen kitaplarýný duyduklarý, kitaplarýyla tanýþtýklarý, Allah’ýn talimatlarýna, Allah’ýn kanunlarýna muttali olduklarý zaman kesinlikle kendilerininkine deðer vermeyecekler, kendilerine kul köle olmayacaklardý. Bu yasayý çok iyi bilen kâfirler þöyle diyorlardý: “Þimdi bu insanlar eðer Allah âyetlerini duyarlarsa o zaman bizimkilere mi uyacaklar, yoksa Allah’ýnkilere mi? Bizi mi dinleyecekler, yoksa Allah’ý mý? Böyle bir kaosu yaþamaktansa, en iyisi biz bunlara Allah’ýnkileri duyurmayalým.”

 

         “Gürültü yapýn, müzik çalýn, laðviyyat adýna, lehviyyat adýna bir þeyler gündeme getirin, gündemi deðiþtirin. Ekonomi deyin, kazanma deyin, harcama, kalkýnma, seçim, geçim deyin ve bu Müslümanlarýn Kur’an’la meþgul olmalarýný engelleyin. Ya da piyasaya farklý kitaplar çýkarýn, farklý liderler ve önderler çýkarýn ki, müslümanlar Kur’an’a git-mesinler, peygamberleriyle tanýþmasýnlar,” diyorlardý. Bu konuda yasayý bilen kâfirler gerçekten de pek çoklarý konusunda muvaffak oluyorlardý. Allah’ýn kullarý farklý gündemler, farklý kitaplar, farklý önderler peþinde koþarlarken, kitaplarýný tanýma imkâný bulamayacak, peygamberleriyle ilgilenme zamaný bulamayacaklardý.

 

         Bakýn En’âm sûresinde de bu husus þöyle anlatýlýr:

         “Onlar hem kendileri Kur’an’dan uzaklaþýrlar hem de insanlarý ondan uzaklaþtýrýrlar. Böylece kendi kendilerini mahvederler de farkýna varamazlar.”

         (En’âm 26)

 

         Hem Kur’an’a masal diyorlar, hem de insanlarý, kölelerini, çocuklarýný men ediyorlar o kitaptan. “Aman duymayýn, dinlemeyin,” diyerek insanlarý ondan uzaklaþtýrmaya çalýþýyorlar. Dinlemiyorlar, din-letmiyorlardý. Gürültü çýkararak engellemeye çalýþýyorlar, el çýrpmayla, müzikle engellemeye çalýþýyorlardý. Bakýyoruz, bugün de zalimler insanlarý Allah’ýn kitabýndan, Allah’ýn dininden alýkoymak istiyorlar. Din eðitimini yasaklamaya çalýþýyorlar. Allah’ýn kullarýnýn Allah kitabýný duymalarýna engel olmaya çalýþýyorlar. “Aman bu insanlar dinle tanýþmasýnlar! Aman bu insanlar Kur’an’la, kitaplarýyla tanýþmasýnlar!” diye insanlarla kitaplarý arasýna engeller koyuyorlar. O gün de, bugün de din düþmanlarýnýn yaptýklarý þey budur. Bakýn Rabbimiz Al-i Ýmran sûresinde bu hususu þöyle anlatýr:

         “De ki: “Ey kitap ehli! Allah sizin yaptýklarýný görüp dururken Allah’ýn âyetlerini niçin örtbas etmeye çalýþýyorsunuz?” De ki: “Ey kitap ehli! Sizler doðru olduðuna þahitken niçin dini eðri büðrü göstermeye çalýþarak mü’-inleri dinlerinden çevirmeye çalýþýyorsunuz?”

         (Al-i Ýmrân 98,99)

         Diyor ki Rabbimiz: “Ey ehl-i kitap! Ey Yahudi ve Hýristiyanlar! Ne oluyor size! Nereden alýyorsunuz bu gücü? Kafa çalýþtýrýyor, þeytanlýk yapýyor ve Allah’ýn âyetlerini örtmeye, örtbas etmeye çalýþýyorsunuz. Allah kullarýna, Allah’ýn âyetlerini duyurmamaya çalýþýyorsunuz. Neden Allah’ýn kullarýný Allah yolundan saptýrmaya çalýþýyorsunuz? Neden Allah’ýn dinini eðri büðrü göstermek sûretiyle insanlarý dinden uzaklaþtýrmaya çalýþýyorsunuz?”

 

         Dünün kitap ehli de ayný þeyi yapýyordu. Bugünün ehl-i kitaplarý da kendilerinin bu dinin mensubu olduklarýný söyleyen, ama dinle, diyânetle en küçük bir alâkalarý bulunmayan zalimler de, “aman bu insanlar dinleriyle tanýþmasýnlar, kitaplarýyla buluþmasýnlar,” diye ellerinden gelen her þeyi yapýyorlar. Bütün propaganda imkânlarýný kullanýyorlar. Dün de, bugün de bu tür insanlarýn yaptýklarý þey þudur:

 

         1. Önce insanlarýn dine girmemeleri için, insanlarýn kitaplarýyla tanýþmamalarý için engeller koyuyorlar. Her taraftan kapatýyorlar o yolu. Din eðitimini yasaklýyor, insanlarýn kitap, sünnet duyma yollarýný kapatýyorlar. Böylece insanlara dini duyurmayarak Allah yolundan alýkoymaya çalýþýyorlar. Ýnsanlarý kitaplarýndan uzaklaþtýrmaya çalýþýyorlar. Veya kendileri dinden habersiz kimi zavallý hoca efendiler de Allah’ýn kullarý kitap ve sünnete yönelmesinler diye, sanki ýsrarla kitap ve sünneti gündeme getirmeyerek, ölmüþ bir takým salih kiþileri öne sürerek, onlarýn anma törenlerini düzenleyerek insanlarýn dikkatlerini o noktaya çekmeye çalýþmaktadýrlar.

 

         2. Buna raðmen, bütün bu engellemelere ve aleyhte propagandalara raðmen, yine de insanlar bu barikatlarý aþarak dine girmeye, kitaplarýyla tanýþmaya muvaffak olmuþlarsa, bu sefer de bu adamlar dinde eðrilik büðrülük meydana getirirler. Yâni o insanlarýn önüne öyle bozuk bir din sunarlar ki, bu dinin Ýslâm’la uzak ve yakýndan bir ilgisi yoktur. Yâni böyle hayata karýþmayan, ya da hayatýn bazý bölümlerine karýþan, ama öteki bölümlerine karýþmayan bir din oluþtururlar. Sadece törenlerde hatýrlanan, onun dýþýnda hayatta hiç bir geçerliliði olmayan bir din sunarlar. Ders kitaplarýna koyarlar ve “iþte din budur” diye insanlara bunu sunarlar. Böylece derler ki: “Kardeþim din mi istiyorsunuz? Dinle tanýþmak mý istiyorsunuz? Din dersi programý mý istiyorsunuz? Din dersi kitabý mý arýyorsunuz? Alýn size,” derler ve böylece insanlarýn dinlerini bozarlar. Böylece insanlar Ýslam’la uzak ve yakýndan ilgisi olmayan bu dini din zannedip ona sarýlýrlar ve din yaþýyoruz diye bid’atlerin peþinde bir ömür tüketirler.

 

         Hem “bu din masaldýr, bu kitap masaldýr,” derler, hem de ondan ödleri kopmaktadýr. Hem kendileri ondan uzaklaþýrlar hem de insanlarý ondan uzaklaþtýrmaya çalýþýrlar.

 

         Bir de bu âyet, Rasûlullah’ýn amcalarýný, akrabalarýný anlatýr denmiþtir. O zaman âyetin manasý þöyle olacaktýr: Onlar kendileri hem Kur’an’dan uzaklaþýrlar, hem de insanlarý ondan, yâni peygamberden uzaklaþtýrýrlar. Yâni o Rasulullah’ýn amcalarý hem insanlarý peygambere iliþmekten, peygamberi insanlardan, ona sahip çýkarak insanlarýn ona zulmetmesinden koruyorlar, hem de kendileri ona inanýp gereken alâkayý göstermiyorlardý. Peygamberimizin amcalarý bir yandan peygambere sahip çýkarken öbür yandan kendileri Kur’an’a da, Peygamberlere de inanmýyorlardý.

 

Allah korusun, sanki âyet bizi anlatýyor. Yâni bugün bir yandan sözde Kur’an’a sahip çýkan, diliyle Kur’ancý kesilen, her zaman ve zeminde Kur’an’ý müdafaa eden, ama öbür yandan kendileri savunduklarý kitaptan habersiz bir hayat yaþayan müslümanlar gibi. Çok garip deðil mi? Rasulullah’ýn amcalarý da böyleydi. Hem peygambere sahip çýkýyorlar, insanlara karþý onu müdafaa ediyorlar, hem de beri taraftan onun getirdiði kitaptan uzak duruyorlardý.

 

         27,28. “Biz mutlaka inkâr edenlere þiddetli bir azap tattýracaðýz. Onlara yaptýklarý amellerin en kötüsünün cezasýný vereceðiz. Ýþte Allah’ýn düþmanlarýnýn cezasý ateþtir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin cezasý olarak, onlar için orada ebedî içinde kalacaklarý cehennem yurdu vardýr.”

 

         Ýþte böyle Allah’ýn âyetlerinin susturulmasýna, Allah’ýn âyetlerini örterek, örtbas ederek Allah kullarýnýn gündemlerinden düþürmeye, gözlerden, kulaklardan, saklanmasýna çalýþan kimselerin cezasý ateþtir. Bu eylemin sonucu cehennemdir. Hem öyle bir cehennem ki, uðrayacaklarý, görüp geçecekleri bir ateþ deðil, içinden hiç çýkmamacasýna, hiç kurtulmamacasýna kalacaklarý bir ateþtir. Orasý onlarýn yeri ve yurdudur. Allah’ýn kullarýnýn gündemlerini deðiþtirmeye ve Allah’ýn âyetlerini duyurmamaya çalýþan insanlarýn duraðý, barýnaðý cehennemdir.

 

Bunu bazen bilenler yapar. Yâni Allah’ýn âyetlerini bildikleri, kitap bilgisine, peygamber bilgisine sahip olduklarý, Allah kendilerini bu bilgiyle nîmetlendirdiði halde, bildikleri bu bilgileri Allah kullarýna anlatmaz, duyurmazlar. Allah korusun bunlarýn sonu cehennemdir. Bunlarýn kafalarýndaki, kalplerindeki anlatmadýklarý Kur’an âyetleri ateþe dönüþecek ve sonunda kendi ateþlerini dünyadan götüren insanlar durumuna düþeceklerdir onlar.

 

Bazen da bu gizleme iþini resmî otorite yapar. Okumaya, okutmaya, duyurmaya yasak koyarlar. Ya da öyle resmen yasaklýyoruz demezler ama öyle bir program yaparlar ki, o programdan geçen insanlar Kur’an’ýn kokusunu bile alamazlar. Güya, “iþte okutuyoruz, iþte izin veriyoruz, iþte din dersleri koyduk,” derler ama koyduklarý programda insanlar beþ âyet bile öðrenemezler, beþ hadis bile tanýyamazlar.

 

         Allah diyor ki, “onlara yaptýklarýnýn en kötüsü ile ceza vereceðiz.” Amellerinin en kötüsü ile cezalandýracaðýz onlarý. Nasýl anlayacaðýz bunu? Allah en iyisini bilir, bu kâfirlerin, bu zalimlerin hayatlarýnda bazen iþledikleri güzel ve faydalý iþler de olabilir. Ama onlarýn yaptýklarý amellerin en kötüsüyle, en çirkiniyle tüm amellerini çarpývereceðiz, diyor Rabbimiz. Mü'minler için de böyle bir rahmet var biliyoruz. Mü'minlerin de tüm amelleri en iyi, en güzel, en ihlâslý yaptýklarý bir amelle çarpýlýverecektir. Yâni bütün amelleri o en güzel amelle çarpýlýverecek ve tüm amelleri o en güzel amel gibi kabul ediliverecektir. Ne büyük bir rahmet deðil mi? Kâfirler için de, mü'minler için de katsayý böyle farklý olacaktýr. Mü'minler en güzel amelleri karþýlýðýnda mükafat alýrlarken, kâfirler de en kötü amelleriyle cezalandýrýlacaklardýr. 

         29. “Ýnkâr edenler: “Ey bizim Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi doðru yoldan saptýranlarý bize göster de, onlarý ayaklarýmýzýn altýna alalým, böylece cehennemin en altýnda kalanlardan olsunlar,” diyeceklerdir.”

 

         O gün insanlar azabý boylayýnca, cehenneme yuvarlanýnca þöyle diyeceklerdir: “Ya Rabbi! Ne olur, þu bizim hayatýmýzý bozanlarý, bizim senin kitabýnla diyaloglarýmýzý kesenleri, senin âyetlerinle aramýza girerek âyetlerini yasaklayanlarý, bize bozuk düzen programlar yaparak, “iþte din budur” diyerek bizi senin kitabýndan alýkoyanlarý, senin kitabýnla tanýþmamýza engel olanlarý, kendi kanunlarýný, kendi talimatlarýný senin âyetlerinin önüne geçirerek bizi senin kitabýna gitmekten alýkoyanlarý, bizim gündemlerimizi deðiþtirerek senin kitabýna ulaþma imkânlarýmýzý öldürenleri, baþka kitaplar, baþka önderler ihdas ederek senin kitabýný ve peygamberinin sünnetini kamufle etmeye çalýþanlarý bize bir göster. Göster ki onlarý ayaklarýmýzýn altýna alalým, göster ki onlarý ezelim. Onlarý aþaðýlarýn aþaðýsý yapalým. Ya da onlarý cehennemin en esfeline yuvarlayalým.”

 

Kendilerine Allah’ýn âyetlerini anlatmayan, kendilerini Allah’ýn kitabýyla tanýþtýrmayan babalarýný, kocalarýný, hocalarýný, üstatlarýný, komþularýný, liderlerini arayacaklar. Ne için arayacaklar onlarý? Onlarý ayaklarýnýn altýna almak için. Kendilerine kötü çýðýrlar açan, kendilerine kötü miraslar býrakan ve böylece kendilerinin þirke düþüp cehenneme yuvarlanmalarýna sebep olan öncülerini, önderlerini arayacak insanlar. Cehenneme yuvarlanmak üzere gittikleri o kötü çýðýrý, o kötü yolu açýp kendilerine miras býrakanlarý arayacaklar. Öyleyse, aman ha çocuklarýmýza býraktýðýmýz mirasýmýza, onlar için açýp geriye býraktýðýmýz çýðýrlarýmýza çok dikkat edelim. Aman ha din budur diye çocuklarýmýza çok kötü miraslar býrakýp da, yol budur diye onlara Ýslâm dýþý yollar, Ýslâm dýþý usuller, hayat programý býrakýp ta, çocuklarýmýz da din buymuþ diye, hayat programý böyle olurmuþ diye o dini, o hayatý yaþayýp ta yarýn bizi o ortamda aramasýnlar. Sakýn onlarýn saptýrýcýsý olarak ayaklarýnýn altýna almak için arananlardan olmayalým. Çoluk-çocuðumuza güzel bir din, güzel bir yol býrakmaya çalýþalým.

 

         Onlar, öncekilerden kendilerini saptýranlarý arayacaklar. Halbuki dünyadayken alçaklar bunlara aðam, paþam diyorlardý. “Kurtar bizi baba! Kurtar bizi!” diyorlardý. “Her þeyimizi sana borçluyuz! Sen olmasaydýn biz olmazdýk! Liderim! Þeyhim! Efendim! Þevketlim, biz senin dediðinden çýkmayýz! Atam izindeyiz!” diyorlardý. Yâni onlar ne kadar alçaksa, berikiler de o kadar alçaklýk yapýyorlardý dünyada. Bakýn Bakara sûresinde bunlarýn durumlarý þöyle anlatýlýr:

 

         “O zalimler azabý gördükleri zaman derler ki, güç kuvvet bütünüyle Allah’ýndýr.”

         (Bakara 166)

 

         Artýk yeryüzü tanrýlarýnda güç kuvvet kalmadýðýný anlarlar. Hocalarda, hacýlarda, efendilerde, þarkýcýlarda, futbolcularda güç kuvvet kalmamýþtýr. Tüm varlýklarýyla alkýþladýðý kimselerde güç kuvvet kalmamýþtýr. Bütün güç ve kuvvet Allah’ýndýr.

 

         “Bütünüyle azabýn þiddetlisi de Allah’a aittir.”

 

         Allah, azabý çok þiddetli olandýr.

 

         “O zaman küfür öncüleri azabý görerek kendilerine tâbi olanlardan kurtulmaya çalýþacaklardýr.”

 

         Bu dünyada kendilerine tâbi olunanlar, hacýlar, hocalar, aðalar, beyler, paþalar, liderler, kendilerine tâbi olup kendilerini takip eden kimselerden kaçacaklar. Bakacaklar ki iþ pek iyi deðil, hesap-kitap pahalýya mal olacak, hemen onlardan kaçacaklar, teberri edecekler, “biz sizden uzaðýz,” diyecekler. Ne zaman olacak bu iþ? Azabý, ateþi gördükleri, artýk ne onlarýn, ne de kendilerinin bu ateþten kaçýp kurtulmalarýnýn mümkün olmadýðýný anladýklarý zaman.

         “Ve aralarýndaki bütün baðlar da kesiliverecek.”

 

         Aralarýndaki bütün ipler de kopuverecek. Makam, mevki, para, pul, rüþvet, þan, þöhret, protokol gibi aralarýndaki bütün baðlar kopuverecek. Halbuki bu dünyada neler yapmamýþlardý ki birbirlerine. “Sen olmazsan biz olmayýz!” demiþlerdi. “Bütün hayatýmýzý size borçluyuz! Siz bizim kurtarýcýmýz, her þeyimizsiniz!” demiþlerdi. “Baþarýmý karýma borçluyum!” diyordu adam, ama orada karýsýndan kaçacak. “Liderime borçluyum,” demiþti, orada liderinden kaçacak. Hocasýna borçluydu, hocasýndan kaçacak, efendisine borçluydu, efendisinden kaçacak. Dün birbirlerinin salyalarýný beraber içtikleri, dün birbirlerinin günâhlarýna yardýmcý olduklarý gibi, bugün de günâhlarýný beraber yüklenemeyecekler. Anladýlar ki, iþler deðiþmiþtir. Anladýlar ki, artýk iþler dünyadaki gibi deðildir. Ýþte durumun deðiþtiðini anlayan bu insanlar, “en iyisi ben bundan, ben bunlardan kaçýp gizleneyim,” diyecekler. Dünyada insanlarý Allah’a kulluða deðil de, baþka þeylere kulluða çaðýran, insanlarý saptýran önder takýmý insanlardan kaçacaklar. Uyanlarla uyulanlarýn, sevenlerle sevilenlerin birbirlerinden kaçýþ manzaralarý…

 

         Bu sapýk liderlere aldanýp onlarýn peþlerine takýlan zavallý insanlarýn piþmanlýklarý, kin ve nefretleri açýða çýkýyor. Bu sefer de:

         “Tâbi olanlar: “Ah! Keþke bizim için dünyaya tekrar bir dönüþ olsaydý da, þu anda onlarýn bizden kurtulup uzaklaþtýklarý gibi biz de onlardan uzaklaþsaydýk!” diyeceklerdir.”

         (Bakara 167)

 

         Tâbi olanlar, onlarýn arkasýndan gidenler, bu dünyada birilerini bilinçsizce, þuursuzca taklit edip, onlarýn götürdüðü bir hayata evet diyen zavallý insanlar da diyecekler ki: “Þu anda sizin bizden kaçtýðýnýz gibi ah biz de sizden kaçsak! Ah keþke bir dünyaya dönebilseydik de, sizin bizden kaçtýðýnýz gibi biz de sizden kaçabilseydik!” Ýþte müslüman bu olayý burada yaþar ve burada aklýný baþýna alýr. “Ben kime kul olacaðým, ve kimin yolunu takip edeceðim? Eðer yarýn þu karþýmdaki kimseden kaçacaksam, þimdiden kaçmalýyým,” der ve þimdiden kaçar ondan. Ama kiminle beraber cennete doðru gidecekse, iþte onun ortaðý odur, onun dostu odur ve onunla beraber olmaya çalýþýr. Ama bilinçsizce onu taklit ederek, hevâ ve hevesine tabi olarak deðil. Hiçbir delili olmadan, birilerine tâbi olup Allah severmiþ gibi onlarý seven kiþiler, yarýn korkunç bir durumla karþý karþýya kaldýklarý zaman birbirlerinden kaçacaklarsa, bu kaçýþýn hiçbir faydasý olmayacaktýr.   Ýnsanlar birbirlerinden kaçacaklar ama:

         “Ýþte böylece Allah onlara amellerini bir piþmanlýk olarak gösterecektir.”

 

         “Eyvah, keþke yaþamasaydým böyle bir hayatý! Niye ben böyle þuursuzca bir hayat yaþamýþým! Kitap varken, ona ulaþma imkâným varken, Resul varken, örnek varken niye ben baþka baþka hayat yaþamýþým!” diyecek. Yaþadýðý hayattan, yaptýklarýndan hasret duyacak. Yapmasý gerekirken yapmadýklarýna, yapmamasý gerekirken yaptýklarýna piþman olacak.

         “Ve onlar hiçbir zaman da ateþten çýkamayacaklardýr.”

 

         A’râf sûresinde bunlarýn kavgalarý da anlatýlýr. “Ya Rabbi bunlara bizim kat kat azabýmýzý ver! Zira bizi bunlar saptýrdý,” diyecekler. Onlar da diyecekler ki, “zaten siz bize deðil, kendi hevâ ve hevesinize tâbi idiniz.” Gerçekten de bakýyoruz meselâ politik hayatta bunun aynýsýný görüyoruz. “Ey anam! Ey babam! Kurtar bizi baba!” filân diyor-ar. Adamýn iþi bitti veya parti bitti mi, zaten bu bilmem neyin nesi di-lar. Dün, aðam, paþam dedikleri kimselerle menfaat hesaplarý bitince düþman kesiliveriyorlar.

 

         Basit menfaat hesaplarý iþte. Bakanlýk, dekanlýk, müdürlük hesaplarý. Tüm bu hesaplarla dün birbirlerine fevkalâde baðlanan insanlar, bugün birbirlerinin baþ düþmaný oluyorlar. Neden? Çünkü menfaatleri, menfaat baðlarý bitmiþtir. Zaten onlarý bir araya getiren de menfaatleri, menfaat baðlarýydý.

 

         Biz sizi takip ettiðimiz için bu hale geldik diyenlere, ötekiler de diyecekler ki: “Zaten siz bizi takip etmiyordunuz. Siz kendi menfaatlerinizi takip ediyordunuz. Allah’ýn dinini býrakýp da dünyanýn peþinde koþan insanlardan hangi biri menfaatlerini takip etmiyor? Herkes keyfini, herkes menfaatini takip ediyor bugün. Yarýn, “ya Rabbi bunlar bizi saptýrdýlar” demelerinin ne anlamý olacaktýr? Halbuki ne þeytanýn, ne de kâfirlerin hiçbir güç ve kuvveti yoktur. Yâni bir müslüman gerçekten Allah’a kulluða yöneldiði zaman, hiçbir güç ve kuvvet onu bundan uzaklaþtýramaz. Yeter ki müslüman samimiyetle müslüman olmaya karar versin; o takdirde ona kimsenin yapabileceði bir þey yoktur.

 

         Ýnkâr edenlerin durumlarýný anlattýktan sonra, Rabbimiz hemen sözü mü'minlere çeviriyor. Mesânî olan kitabýmýz bizi böyle boðuk bir havada, bunalmýþ bir atmosferde fazla tutmayarak hemen sözü mü'minlere çeviriveriyor:

         30,31. “Rabbimiz Allah’týr” deyip sonra da doðrulukta devam edenlere gelince, onlarýn üzerine melekler iner ve derler ki: “Korkmayýn, üzülmeyin, size vaadedilen cennetle sevinin! Biz dünya hayatýnda da, âhirette de sizin dostlarýnýzýz. Cennette sizin için canýnýzýn çektiði ve istediðiniz her þey vardýr.”

 

         Biz sadece kendisini dinler ve sadece kendisinin çektiði yere gideriz dediðimiz Rabbimiz, kendisine kulluk ettiðimiz, bizim hayat programýmýzý kendisinden, kendi kitabýndan aldýðýmýz ve hayatýmýzý kendisi adýna yaþadýðýmýz, hatýrýný her þeyin hatýrýndan üstün tuttuðumuz ve sadece kendisi önünde eðildiðimiz Rabbimiz Allah’týr deyip de sonra da dosdoðru yolda yürüyenler. Bunu sadece sözde býrakmayarak, o Rabbin kendileri için belirlediði sýrat-ý müstakimde olanlar. Rabblerine verdikleri bu ikrarda sebat edenler, bu ikrarý sadece sözde býrakmayýp hayatlarýný bu ikrara, bu imana bina edenler. Bu imaný kendileri için hayat programý yapan, yâni sözleriyle kavilleriyle dosdoðru yolda olduklarý ve Rabblerinin emirlerine teslim olduklarý gibi, amellerinde ve fiillerinde de dosdoðru yolda Allah’ýn kitabý istikâmetinde bir hayat yaþayanlara gelince, onlarýn üzerlerine Allah’ýn melekleri iner.

 

         Bu dosdoðru olma ifadesini böyle anlamaya çalýþýyoruz. Allah’ýn Resûlü bir hadislerinde þöyle buyurur:

 

 

         “Beni Hud ve kardeþleri ihtiyarlattý.”

 

         Rasulullah ihtiyarlamýþsa, baþýndaki saçlarý aðarmýþsa onu Hud ve kardeþleri ihtiyarlatmýþtýr. Alimler bu konuda der ki, “Allah’ýn Resûlünü ihtiyarlatan Hud sûresinin 12. âyeti ve ahavatýndan maksat da Þûrâ sûresinin 15. âyetidir.”

 

         Hud sûresinde Rasulullah Efendimize hitaben Rabbimiz buyurur ki:

 

         “Ey Muhammed! Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduðun gibi dosdoðru ol! Aþýrý gitmeyin, doðrusu Allah yaptýklarýnýzý görmektedir.”

         (Hud 112)

 

         Þûrâ sûresindeki âyette de þöyle buyurulur:

         “Ey Muhammed! Bundan ötürü sen birliðe çaðýr ve emrolunduðun gibi dosdoðru ol; Onlarýn hevâ ve heveslerine uyma ve þöyle söyle: “Ben Allah’ýn indirdiði kitaba inandým ve aranýzda adâletle hükmetmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim iþlediklerimiz bize sizin iþledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranýzda tartýþýlacak bir þey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüþ O’nadýr.”

         (Þûrâ 15)

 

         Ýþte Allah’ýn Resûlünün sakallarýnýn ve saçlarýnýn aðarmasýna sebep olan âyetler bunlardý. Her iki âyette de ona diyordu ki Rabbi-miz: "Ey Resûlüm! Emrolunduðun gibi dosdoðru ol!" Allah senden nasýl olmaný istiyorsa öylece ol! Allah senden nasýl bir kulluk istiyorsa öylece Rabbine kulluk yap! Yamulmadan, inhiraf etmeden, eðrilmeden, kaçamak yapmadan, yan çizmeden Rabbinin emirlerini yerine getir!”

 

Birisine: “Þu camý al, bunu havanda döv ve bana geri getir. Ama öyle döveceksin ki un gibi olacak ve saat beþte onu senden isterim,” desem; “anladýk da yâni þeker gibi olsa olmaz mý?” “Hayýr, un gibi olacak.” “Tamam da, bunu sana saat altýda getirsem? Bugün çok iþim vardý, yarýn getirsem?” “Hayýr, saat beþte demiþsem beþte isterim.” Hiç tolerans yok yâni. Ýþte Allah, peygamberinden böyle bir teslimiyet, böyle emr olunduðu gibi bir dosdoðru oluþ istiyor. Ama bu peygamber için zor deðildi. Zira Allah’ýn Resûlünde hiç eksiklik yoktu. O, bunu yerine getirme konusunda kesinlikle yorulmamýþtýr.

 

Kur’an’ýn beyanýyla biliyoruz ki vahyin geliþi Allah’ýn Resûlünü yoruyordu. Âyetlerle karþý karþýya geliþi onu sarsýyordu. Zira o mütekelliminden dinliyordu onu. Allah’ýn Resûlü, Kur’an âyetlerini bizzat o âyetlerin mütekellimi olan Allah’tan dinliyor, bizzat ondan ahz ediyordu. Nitekim bir defasýnda bir sahâbenin dizindeyken vahiy gelmiþti de, o sahâbe dizinin felç olduðunu sanmýþ, “kemiklerim eridi zannettim,” demiþtir. Yine Kusva isimli devesinin üzerindeyken bir defasýnda toptan En’âm sûresi nâzil olmuþtu da, devenin ayaklarý kuma gömülüvermiþti. Yine Ayþe annemiz (ra) ve diðer sahâbenin rivâyetlerine göre, kýþ gününde vahiy gelirken Allah’ýn Resûlü’nün mübarek yüzlerinde buram buram ter görünürdü.

 

         Vahyin geliþi peygamberimizi yoruyordu, ama bütün vahiy, bütün âyetler için geçerliydi. Halbuki burada onu asýl ihtiyarlatan bölüm þuydu:

 

         “Peygamberim! Sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber emrolunduðun gibi dosdoðru ol!”

 

         Yâni, “sen dosdoðru ol! Ama seninle beraber olanlarý da, sana tâbi olanlarý da kendin gibi dosdoðru hale getir! Seninle birlik olanlar da aynen senin gibi dosdoðru olsun!” ifadesiydi onu ihtiyarlatan. Allah Resûlü’nün kendisi zaten dosdoðruydu, ama kendine tâbi olanlarý da aynen kendisi gibi dosdoðru yapma derdi var ya, iþte Allah Resûlü’nün belini büken dert buydu. Onu ihtiyarlatýp saçlarýný aðartan endiþe buydu iþte. Sadece kendisinin doðruluðu istenseydi iþ kolaydý, ama beraberindekileri de dosdoðru hale getirilmesi isteniyordu ondan.

 

         Yanýndakileri dosdoðru hale getirme derdi, Allah Resulü’nün bile belini bükerken, onun mübarek saçýný sakalýný aðartýrken biz ne yapacaðýz? Ya bizim beraberimizdekiler? Ya bizim çevremizdekiler? Ya bizim hanýmlarýmýz? Ya bizim analarýmýz, babalarýmýz, çocuklarýmýz? Ya bizim komþularýmýz? Ya bizim dükkanýmýzdakiler? Ya bizim raiyemiz? Biz de aynen Allah’ýn Resûlü gibi onlarý da dosdoðru hale getirme derdiyle uykularýmýzý kaybedecek duruma gelebildik mi? Biz de bunun sorumluluðunu omuzlarýmýzda hissedebildik mi? Çevremizdekilerin dirilmeleri adýna çareler aramaya koþabildik mi? Yoksa, “ne yapayým beceremiyorum,” diyerek yan çizmeye mi kalkýþtýk? Yoksa onlarý diriltme konusunda bir kaç gün uðraþtýktan sonra usanýp, “bunlar adam olmuyorlar” diye kýrdýk mý onlarý? Allah Resûlü onlarý kýrabilirdi, ama bunu asla kullanmamýþ, bundan kaçýnmýþtý. Taif’ten dönüþünde, kan-revan içinde bile meleðin kendisine teklifi karþýsýnda onun cevabýný çok iyi biliyoruz. “Nesillerinden bir tek kiþi bile iman edecekse ya Rabbi, onlarý helâk etme!” diyordu.

 

Öyleyse biz de ana babalarýný kaybettiklerimizin çocuklarýný kazanmaya çalýþalým. Mü'minleri müminleþtirmede, kâfirleri Ýslâmlaþtýrmada Allah Resûlü ne kadar harisse biz de öyle olmaya çalýþalým inþallah. Allah Resûlü’nün belini büken sorumluluðu biz de üzerimizde hissedelim. Çoluk-çocuðumuzu, hanýmlarýmýzý, komþularýmýzý, arkadaþlarýmýzý Ýslâmlaþtýrma derdi bizim de belimizi büksün. Hem kendimiz dosdoðru olmaya, hem de çevremizdekileri dosdoðru hale getirmeye çalýþalým. En büyük derdimiz, en birinci iþimiz bu olsun inþallah.

 

         “Rabbim Allah deyip de dosdoðru olmaya çalýþanlar var ya.” Buradaki dosdoðru olma, bize Fâtiha’yý hatýrlatýr. Orada dosdoðru yol Kur’andý. O halde “Rabbim Allah” deyip de Kuran yolunda olanlar, iman ve cihad üzere olanlar var ya. Birisi imaný, ötekisi de cihadý anlatýr. “Rabbim Allah” sözü hayatýn iman yönünü, dosdoðru olma sözü de hayatýn cihad yönünü anlatýr. Zaten hayat iman ve cihaddân ibarettir. Hayat imandan ve bu imanýn yaþanmasý adýna cehd-ü gayretten ibarettir. Yâni inanan ve inancýný yaþama savaþý verenler var ya, iþte melekler bunlarýn üzerine inerler.

 

         Bu meleklerin ne için indiklerini belirtmeden önce, önceki âyete iliþkin söylersek, hani Rabbimiz kâfirler için þeytanlarý arkadaþ kýldýðýný söylüyordu ya, iþte mü’minler için de meleklerin dost olduðunu anlatýyor.

 

         Bakýn melekler ne için iniyorlarmýþ? Melekler o mü'minlere derler ki: "Ey mü'minler! Korkmayýn! Üzülmeyin! Size vaadedilen cennetle sevinin! Rabbinizin mükafatlarýyla sevinip coþun! Bizler dünya hayatýnda da âhirette de sizin dostlarýnýzýz. Yâni biz melekler siz mü'minlerin veliyy’ül emirleriniz. Ýþlerinizi üstlenen, sizlere yardým eden, sizler adýna iþ yapan, sizleri koruyan, muhafaza eden varlýklarýz.”

 

         Peki acaba ne zaman inerler bu melekler? Ya da ne zaman bu müjdeyle gelecek melekler? Kimileri, bu melekler ölüm anýnda mü'minlerin yanýna inecek ve bu müjdeyi verecektir, demiþtir. Ölüm anýnda mü'minlerin yaný baþlarýna gelecekler ve diyecekler ki: “Ey mü’minler!  Biz sizin dünyadayken dostlarýnýzdýk! Sizi koruyor ve Allah’ýn izniyle sizi hakta tutmaya, doðrultmaya çalýþýyorduk! Sakýn korkup üzülmeyin! Ayný þekilde bundan sonra da sizinle beraber olacaðýz! Kabirde de, âhirette de sizinle beraber olacaðýz. Sizi kolayca sýrattan geçirip, cennete ulaþtýracaðýz ve orada canlarýnýzýn çektiði her þey vardýr,” diye müjdelerler.

 

Kimileri, mezardayken mü'minlerin yanýna gelecekler, onlarý orada yalnýz býrakmayacaklar, bir dediklerini iki etmeyecekler demiþtir. Rasûlullah’ýn bir hadisinden anlýyoruz ki, kabirde iki melek mü'-minin yanýna gelir, onu hoþ bir edayla karþýlarlar ve: “Sakýn üzülme! Allah’ýn sana vaadettiði cennetle sevin!” derler. Böylece Allah o mü'-minin korkusunu emniyete, üzüntüsünü de sevince çevirir, onun gözünü, gönlünü aydýn eder,” buyurulmaktadýr. Kimileri, mü'minlerin yeniden dirilmeleri anýnda bu melekler gelip, bu müjdeyi verecek, demiþtir.

 

Allah’ýn melekleri onlara gelir ve gidecekleri yer konusunda hiç korkmamalarýný söylerler. Tüm kötülüklerin sona erdiðini, tüm sýkýntýlarýn, tüm meþakkatlerin bittiðini ve bundan sonra sonsuz hayýrlarýn baþladýðýný haber verirler. “Arkada býraktýklarýnýz konusunda da üzülmeyin, biz onlarý koruyacak halefler býraktýk,” derler. Kimileri de hem ölüm anýnda, hem mezardayken, hem de dirilme anýnda melekler gelecek, demiþtir. Ama âyetin ifadesinin mutlak oluþuna bakýlýrsa, dünyada her an meleklerin mü'minlere geldiðini anlýyoruz. Sürekli gelirler ve derler ki: “Korkmayýn ey müslümanlar! Mahzun da olmayýn! Ne geçmiþiniz konusunda, ne de geleceðiniz hususunda endiþe etmeyin! Sizler Allah yolunda olduktan, hayatýnýzý Allah için yaþadýktan sonra, sýrat-ý müstakimde olduktan sonra geçmiþiniz konusunda da, geleceðiniz konusunda da, kabir konusunda da hiçbir endiþeniz olmasýn! Vaad olunduðunuz cennetle sevinip coþun!”

 

         Peki niçin sevinip coþacakmýþýz? Neymiþ o cennet? Ya da ne varmýþ o cennette? Bakýn melekler diyor ki: "O cennette sizin canýnýzýn çektiði her þey vardýr." Yâni ne arzu ederseniz hepsi vardýr orada. Neyin gelmesini isterseniz, o mutlaka size getirilecektir. Yâni cennette acaba þu da var mý, bu da var mý? diye sormaya gerek yoktur. Çünkü orada ne arzu etmiþseniz hepsi vardýr, yok yoktur. 

 

         Meleklerin dünyada mü'minlere geliþini bizzat gözle görememek, onlarýn mü'minlere kendilerine yardým ve kendilerini teyit için gelmedikleri anlamýna gelmez. Zira þurasý bir gerçektir ki, melekler hiçbir zaman doðrudan doðruya göze ve kulaða hitap ederek gelmezler. Kalplere nüfuz ederek, kalplere cesaret ve serinlik vererek gelirler. Bilhassa mü’minler kâfirlerle mücâdeleye tutuþtuklarýnda: "Sizler asla yalnýz deðilsiniz! Bizler Allah’ýn izniyle sizlerin dostlarýnýz ve yardýmcýlarýnýzýz,” diyerek gelirler. Tabi mü'minlere farklý, kâfirlere farklý gelirler. Mü'minlere yardým ve zafer, kâfirlere de hezimeti tattýrmak ve de cehennemdeki makamlarýný haber vermek için gelirler.

 

         32. “Bunlar çok baðýþlayýcý ve çok merhametli olan Allah tarafýndan bir aðýrlamadýr.”"

 

         “Rabbimiz Allah’týr” dedikten sonra bu sözlerinde sebat edenler, hayatlarýnda baþka Rabbler aramaya kalkýþmayanlar, baþka Rabblerin hayat programlarýna yönelmeyenler, kelime-i þehadeti söyleyip onu bozmayanlar, þehadetlerini nakzetmeyenler, ona bir þey karýþtýrmayýp þirke düþmeyenler, tevhid üzere sebat edip bir hayat yaþayanlar için, iþte bu Allah’tan bir ikramdýr, Allah’tan bir mükafattýr, Allah’tan bir konuk ve aðýrlamadýr. Tabi cenneti düþünürken, oradaki nîmet sofralarýný hayal ederken, bunu asla unutmayacaðýz. Bu sofra, bu mükafat, Allah’ýn þanýna uygun bir sofra, Allah’ýn þanýna lâyýk bir mükafat olacaktýr. O, bizim soframýza veya bir devlet baþkanýnýn sofrasýna hiç benzemez.

 

         33. “Allah’a dâvet eden, salih amel iþleyen ve: “Ben gerçekten Müslümanlardaným” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”

 

         Rabbimiz, bundan önceki âyetinde mü'minlere Ýslâm’ý kabul ettikten sonra, “Rabbim Allah” dedikten sonra bu konuda sebat göstermelerini, döneklik yapmamalarýný öðütlemiþti. Dosdoðru olmalarýný, sýrat-ý müstakimde yürümelerini, Allah adýna bir hayat yaþamalarýný ve böylece hem meleklerin dostluðuna, yardýmýna, hem de kendi hoþ-nutluðuna ulaþmalarýný tavsiye etmiþti. Burada bir kademe daha ilerde, bir derece daha yüksekte bir amel isteniyor mü’minlerden. Salih olmakla birlikte ayný zamanda muslih olmalarý da isteniyor mü'min-lerden. “Ben gerçekten Müslümanlardaným, ben Allah’a teslim olanlardaným,” diyerek bu imanýný, bu teslimiyetini açýða vurmasýný, kimliðini dýþa taþýmasýný, taþýrmasýný istiyor Rabbimiz. Yâni imanýný dýþa yansýtarak Allah kullarýný kendi imanýna, kendi yoluna, kendi teslimiyetine çaðýrmasýný istiyor.

 

         Allah’a dâvet edenden daha güzel sözlü kim vardýr? Yeryüzünde en güzel söz, insanlarý Allah yoluna dâvet eden kiþinin sözüdür. Kendisi Allah’a Allah’ýn istediði biçimde inanan ve insanlarý inandýðý Allah’a imana çaðýran, insanlarý kendisinin kulluk yaptýðý Allah’a kulluða çaðýran insandan daha güzel sözlü kim vardýr? Evet, dâvetlerin en güzeli, Allah adýna Allah’a yapýlan dâvettir.

 

         Âyetten anlýyoruz ki, Allah’a yapýlan dâvet kuru bir laftan ibaret olmamalýdýr. Dâvetçinin, dâvet ettiði þeye bizzat kendisinin iman etmesi gerekmektedir. Yâni dâvetinin kendi hayatýnda eserinin görülmesi gerekmektedir. Ýnsanlarý çaðýrdýðý þeyi bizzat kendisinin yaþamasý ve salih amel sahibi olmasý gerekmektedir. Dâvet ettiði þeyle kendi hayatý ayrý ayrý vadilerde olmamalýdýr. Dâvet ettiði þeye kendi hayatý bizzat þahit olmalýdýr.

 

         Bir de bu dâvetini sadece Allah rýzasý için yapmalýdýr. Birilerine raðmen, birilerine binaen deðil, sadece Allah’a raðmen yapmalýdýr. O zaman muhataplarýnýn onu dinlememeleri, karþýsýndakilerin kendisini alaya almalarý onu hiç ýrgalamayacaktýr. Muhataplarýnýn tavýrlarýndan etkilenerek dâvetini býrakmasý, býkýp usanmasý kesinlikle söz konusu olmayacaktýr. Çünkü o bu iþi Allah için yapmaktadýr ve Allah her zaman için onun bu katlandýklarýný görmektedir, ona her zaman için lâyýktýr Allah.

 

         Dâvetçi, müslüman olmalýdýr. Allah’a teslim olmalýdýr. Ýradesini Allah’a teslim etmeli ve yaptýklarýný sadece O’nun hatýrýna yapmalýdýr. Bir de muhataplarýnýn zihinlerinde herhangi bir kuþkuya mahal býrakmamak için de: “Ben müslümaným! Benim adým, benim kimliðim müs-lümandýr! Ben sizi sadece Allah’a çaðýrýyorum! Bunun dýþýnda herhangi bir þeye çaðýrmaktan ona sýðýnýrým,” demelidir.

 

         Evet insanlara güzel söz söyleyin denmiþ, sadece mü’minlere deðil. Tüm insanlara güzel söz söylemek zorundayýz. Ýnsanlarý cennete götürücü söz söylemek zorundayýz.

 

         Öyleyse kiþinin elinden ve dilinden sadýr olan þeyler insanlarý dâru’s -selâma, saâdet yurduna götürüyorsa, konuþtuðu ve yaptýðý þeyler müslümanlarý dâru’s -selâma, yani cennete götürüyorsa iþte bu mü'min en hayýrlý mü'mindir. Yoksa insanlarýn dünyadaki saâdetlerini saðlamak deðildir sadece burada anlatýlan.

 

         Yine Allah’ýn Resûlü buyurur: “Tayyib bir söz de sadakadýr.” Kelime-i Tayyib de sadakadýr. Tayyib söz selamdýr. Selam almak ver-mek tayyib sözdür. Allah’ý zikretmek tayyib sözdür. Hak söz söylemek, vahyin sözcülüðünü yapmak tayyib sözdür. Ýyiliði emredip kötülükten men etmek tayyib sözdür. Toplumun ihtiyaç sahipleri lehine idareciler nezdinde meþru iltimaslarda bulunmak tayyib sözdür. Ýhtiyacý olan müslümanlara onlarýn ihtiyaçlarý istikâmetinde nasihat etmek, yol göstermek tayyib sözdür. Ýnsanlara kitap ve sünneti duyurmak, doðruyu göstermek, cennet yolunu tarif etmek tayyib sözdür. Ýnsanlarý sevindirmek, müjdelemek, korkutmak, kalplerini tevhid ettirmek, aralarýný bulmak tayyib sözdür. Hasýlý kiþinin dilini vahyin, Allah ve Resûlünün sözcülüðünde kullanmasý tayyib sözdür.

 

         Evet bir de insanlara güzel söz söyleyin, çünkü tayyib söz de sadakadýr diyor Allah’ýn Resûlü. Arkadaþlar unutmayalým ki güzel söz insanlarýn hoþuna giden söz demek deðildir. Allah’ýn hoþuna giden söz güzeldir. Hani Allah’ýn Resulü bir hadislerinde bunu þöyle anlatýyordu:

 

         “Gerçek müslüman müslümanlarýn elinden ve dilinden sâlim olduðu, selamette kaldýðý kimsedir."

 

         Müslümanlarýn elinden ve dilinden mutazarrýr olmadýðý kimse en faziletli mü'mindir buyurur Allah’ýn Resulü. Ama bu demek deðildir ki Emri bil'maruf yapmayan, haddi uygulamayan, insanlarý cezalandýrmayan kiþidir. güzel sözlü kiþi. Halbuki bu yukarda sayýlanlar insanlarý her zaman rahatsýz edecektir. O halde insanlarý nelerin rahatsýz edeceðini bilmek zorundayýz. Ya da insanlarý rahat ya da rahatsýz etmenin ne demek olduðunu bilmek zorundayýz. Arkadaþlar gerçek rahat dünya rahatý deðildir. Ýslâm rahat ve saâdet kaynaðýdýr. Ýslâm kiþiye ebedi saâdet kazandýrmak, kiþiyi dâr’us -selâma götürmek için gelmiþtir. Gerçek rahat ve gerçek saâdet de selamet ve rahat yurdu olan âhiretteki saâdettir.

 

         Tabii buradaki insanlara güzel söz söylemeyi iyilikle emretmek ve kötülükten men etmek þeklinde anlamýþlar. Mü’minlerden kendileri salih olmakla birlikte ayný zaman da muslýh olmalarý da isteniyor mü'-minlerden. Ben gerçekten müslümanlardaným, ben Allah’a teslim olanlardaným diyerek bu imanýný bu teslimiyetini açýða vurmasýný, kimliðini dýþa taþýmasýný, taþýrmasýný istiyor Rabbimiz. Yani imanýný dýþa yansýtarak Allah kullarýný kendi imanýna, kendi yoluna, kendi teslimiyetine çaðýrmasýný istiyor.

 

         Evet Allah’a dâvet edenden daha güzel sözlü kim vardýr? Yeryüzünde en güzel söz insanlarý Allah yoluna davet eden kiþinin sözüdür. Kendisi Allah’a Allah’ýn istediði biçimde inanan ve insanlarý inandýðý Allah’a imana çaðýran, insanlarý kendisinin kulluk yaptýðý Allah’a kulluða çaðýran insandan daha güzel sözlü kim vardýr? Evet dâvetlerin en güzeli Allah adýna Allah’a yapýlan dâvettir.

 

         Âyetten anlýyoruz ki Allah’a yapýlan dâvet kuru bir laftan ibaret olmamalýdýr. Dâvetçi dâvet ettiði þeye bizzat kendisinin iman etmesi gerekmektedir. Yani davetinin kendi hayatýnda eserinin görülmesi ge-rekmektedir. Ýnsanlarý çaðýrdýðý þeyi bizzat kendisi yaþamasý ve salih amel sahibi olmasý gerekmektedir. Yani dâvet ettiði þeyle kendi hayatý ayrý ayrý vâdilerde olmamalýdýr. Davet ettiði þeye kendi hayatý bizzat þahit olmalýdýr bir.

 

         Bir de bu dâvetini sadece Allah rýzasý için yapmalýdýr. Birilerine raðmen, birilerine binaen deðil sadece Allah’a raðmen yapmalýdýr. O zaman muhataplarýnýn onu dinlememeleri karþýsýndakilerin kendisini alaya almalarý onu hiç ýrgalamayacaktýr. Muhataplarýnýn tavýrlarýndan etkilenerek dâvetini býrakmasý, býkýp usanmasý kesinlikle söz konusu olmayacaktýr. Çünkü o bu iþi Allah için yapmaktadýr ve Allah her zaman için onun bu katlandýklarýný görmektedir ve ona her zaman için lâyýktýr Allah.

 

         Bir de biliyoruz ki:

 

         “Sözlerin en güzeli kelâmullah’týr."

 

         Öyleyse en çok konuþacaðýmýz þey Allah’ýn kelamý olsun. Zira sözlerin en güzeli, kelamlarýn en cennete götürücü olaný Allah’ýn âyetleridir. Evet konuþma diyorlar, az konuþ diyorlar. Mümkün olduðunca sus diyorlar. Ama bakýn Allah’ýn Resûlü de diyor ki tayyib ne kadar çok olursa olsun mutlaka onu konuþun ki hakkýnýzda sakada olsun diyor. Söyleyebildiðiniz kadar hak söz söyleyin ki Rabbinizi zikretmiþ ve çevrenizi de düzeltmiþ olasýnýz diyor. Öyleyse Rasûlullah efendimizin Kelime-i Tayyib diye isimlendirdiði Kur’an ve sünnette anlatýlan þeyleri sürekli konuþacaðýz, sürekli çevremize duyurmaya devam edeceðiz ve müslümanlarýn gündemlerini bununla oluþturma kavgasý vereceðiz.

 

         34. “Hem iyilik de bir deðildir kötülük de. Kötülüðü en güzel bir þekilde sav. O zaman seninle kendisi arasýnda bir düþmanlýk olan kiþinin, sanki samimi bir dost gibi olduðunu görürsün.”

 

         Ey mü'minler! Þu anda kötülük ve kötüler, kötülük taraftarlarý, size karþý çok güçlü, çok kalabalýk görünüyor. Siz iyilik taraftarlarý da bu kötüler karþýsýnda kendinizi çok zayýf ve güçsüz hissedebilirsiniz. Ama bilesiniz ki, kötülükle iyilik asla bir olmaz. Kötülük taraftarlarýyla iyilik taraftarlarý asla bir olmaz. Unutmayýn ki, kötülük fýtraten zayýftýr. Kötülük ne kadar güçlü görünürse görünsün yýkýlmaya, yok olmaya mahkumdur. Çünkü insan fýtratý kötülüðü asla sevmez. Kötülük, asla taban tutmaz. Kötülük taraftarlarý hangi devirde olursa olsun, ne kadar da çok olurlarsa olsunlar asla vicdanlarda kabul görmeyecektir. Kötüler, sadece iyilerin vicdanlarýnda deðil, kendi kendilerine de aslýnda kötü ve zalim olduklarýnýn farkýndadýrlar ve sürekli bunun ezikliði içinde bulunmaktadýrlar.

 

Onlar sadece baþkalarýnýn gözünde deðil, aslýnda kendi vicdanlarýnda, kendi fýtratlarýnda yok olmasý gereken varlýklardýr. Bunun aksine iyilik taraftarlarý, Ýslâm ve müslümanlar zâhiren zayýf da olsalar, güçsüz de olsalar sonunda onlar mutlaka insanlar arasýnda kabul görecek ve galip geleceklerdir. Çünkü fýtrat bunu gerektirmektedir. Ýslâm mutlaka eninde sonunda vicdanlarda kabul görecektir. Bu, yeryüzünde Allah’ýn fýtrat yasasýdýr ve bunun deðiþmesi de kesinlikle mümkün deðildir. Ýyilik, Ýslâm yeryüzünde hiç savunucularý olmasa da kendi baþýna kalpleri fetheden bir güçtür.

 

         Öyleyse ey peygamberim! Ey peygamber yolunun yolcularý! Sizler iyilikten yana olun! Sizler, size kötülük yapmadan yana olanlara iyilikten, aftan yana olun! Size kötülük yapan kimselere karþý kötülük yapma imkânýna sahip olduðunuz halde kötülük yapmayýn! Kötülük yapana, kötülükle mukabelede bulunmamak ihsandýr. Hattâ kötülük yapanlara karþý kötülükle mukabelede bulunmadýðýnýz gibi, üstelik onlara iyilikte bulunmanýz mesajýnýzýn gönüllere nüfuzunu saðlayacaktýr. Sizin bu ihsanýnýz karþýsýnda en zalim insanlar, en katý kalpliler bile eriyecek ve sonunda size düþmanlýk besleyen insanlarýn size sýcak bir dost olduðunu göreceksiniz. Dün sizi yok etmek isteyen zalimlerin, yarýn sizin dâvânýza gönül verdiðini göreceksiniz. Böyle gözü dönmüþ, gemi azýya almýþ, size kötülük yapmak isteyen birine karþý o anda söylenecek güzel bir söz, tatlý bir tebessüm, sakin bir konuþmanýn, o anda birdenbire ortamý deðiþtiriverdiði, kötülük yapmak isteyenin bile utanarak bu kötülükten vazgeçtiði çok görülmüþtür. Öyleyse daha büyük kötülüklere fýrsat vermemek, daha büyük felâketleri tevlit etmemek için, kötülük karþýsýnda kötülüðü deðil, kötülük karþýsýnda iyiliði tercih etmeliyiz. Tüm kötülükleri iyilikle savuþturmak zorundayýz.

 

         Size küfreden birine küfretmemeniz bir iyiliktir, ama ona küfretmemekle birlikte, onun yaptýðýný yapmamakla birlikte bir de ona karþý duada bulunmanýz en büyük iyiliktir. Ýþte böyle kötülüðü iyilikle savuþturun. Ama bu gerçekten zordur. Bu gerçekten nefislere zor, insanlara aðýr gelir. Lâkin:

 

         35. “Bu olgunluða ancak sabredenler kavuþturulur, buna ancak hayýrdan büyük bir pay sahibi olanlar kavuþturulur.”

         Bu gerçekten zordur. Kötülüðe karþý iyilik yapmak her kiþinin kârý deðildir. Bu, ancak sabreden erlerin kârýdýr. Bu, ancak sabýr erlerine bir vergidir. Yâni kendi nefsinden çok dâvâsýný düþünen, insanlarýn Allah dâvâsýna gönül vermelerini þahsýndan ön planda tutan, dâvâsýnýn gönüllerde ma’kes bulmasý ve muzaffer olmasý uðruna her þeyini fedâ edecek kadar sabreden kiþiler ancak bu duruma ulaþabilir. Tabi bu arada kiþinin nefsi devreye girerken, iyiliðin, Ýslâm’ýn zaferine asla tahammülü olmayan þeytan da devreye girecektir.

 

         36. “Eðer þeytandan gelen kötü bir düþünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sýðýn. Çünkü O her þeyi iþitir ve bilir.”

 

         Eðer bu konuda þeytandan sana bir dürtü, bir kamçý, bir teþvik gelecek olursa, hemen ondan Allah’a sýðýn, diyor Rabbimiz. Hak ve bâtýl karþý karþýya gelince, hak karþýsýnda bâtýlýn yok olmasýný istemeyen þeytan, hemen devreye girecektir. Çünkü bâtýl taraftarlarý, kâfirler, alabildiðine Müslümanlarý yok edebilmek için iþkenceye, hakarete, alaylamalara baþvurarak Müslümanlara her türlü kötülüðü reva görürlerken, müslümanlarýn Rabblerinin kendilerinden istediði þekilde onlarýn kötülüklerine karþýlýk güçleri yettiði halde, onlara kötülükle mukabele etmeyip, onlara iyilikte bulunmaya çalýþmalarý, þeytaný kahreden bir durumdur. Bu durum karþýsýnda þeytan kahrolur. Çünkü Rabbimizin âyetinde ifade buyurduðu üzere, bu, þeytanýn savunduðu bâtýlýn yýkýlmasýný ve Ýslâm’ýn da dev adýmlarla gönüllere nüfuz edip hakkýn galip gelmesini saðlayacak bir durumdur.

 

         Tüm insanlar nezdinde kötülük taraftarlarý da iyilik taraftarlarý da anlaþýlacaktýr. Kötülük sadece küfür taraftarlarýna, bâtýl taraftarlarýna, iyilik de hakký savunanlara mahsus olunca, bâtýlýn savunulabilecek bir yönü kalmayacaktýr. Bâtýl bütün çirkinliðiyle sýrýtacaktýr. Ýþte bu noktada þeytan ister ki hak taraftarlarýndan da, Müslümanlardan da kötülük yapan birileri bulunsun ve: “Bakýn efendim! Görüyorsunuz ki hata bir taraftan deðil, her iki taraftan da hata vardýr,” diyebilsin, bâtýlý savunabilecek bir imkân elde edebilsin. Ýþte görüyoruz, bugün yeryüzünün herhangi bir yerinde mü'minler kendilerine yapýlan çok büyük haksýzlýða karþýlýk çok küçük bir karþýlýk verseler bile, þeytan, hak karþýsýnda çok önemli bir propaganda malzemesi bulmuþ oluyor ve bunu çok iyi kullanýyor. Meselâ Çeçenistan’da Müslümanlarýn ülkeleri gasp edilir, binlerce müslüman öldürülür. Üç yüz bin insan öldürülür kimsenin sesi çýkmaz. Ama bu Müslümanlardan bir yiðit çýkýp, bir operasyonla üç-beþ kâfiri öldürünce, kýyâmeti koparýrlar. Binlerce mâsum insaný öldürenler terörist olmazken, bir gemi operasyonunu gerçekleþtiren ve de sonunda bir tek insanýn burnunu bile kanatmamaya dikkat eden bir müslüman çok rahat terörist ilân edilir.

 

         Þeytan, bâtýl karþýsýnda hakkýn çok iyi bir konumda olmasýný asla istemez. Bâtýlýn kötülükleri karþýsýnda þeytan, hak taraftarlarýný dürtükleyip teþvik eder. “Bak bu adamlar size þunu þunu yaptý, siz de onlara karþý þunu þunu yapmalýsýnýz. Size kötülük yapanlara karþý siz de karþýlýk vermelisiniz. Deðilse size korkak diyecekler, itibarýnýz sarsýlacak,” diyerek Müslümanlarý da karþýlýk vermeye teþvik eder. Tâ ki müslüman da karþýsýndakinin durumuna düþsün, karþýsýndakinden bir farký kalmasýn. Tâ ki hakla bâtýl eþit hale gelsin. Tâ ki bir kere küfreden müslümana karþý, karþý taraftaki bin kere küfretme imkâný elde etmiþ olsun.

 

         Ýþte böyle þeytandan bir dürtü ile karþý karþýya kaldýðýnýz zaman, hemen Allah’a sýðýnýn. Þeytanýn vartalarýna düþmemeye çalýþýn. Þunu asla hatýrýnýzdan çýkarmayýn ki, Allah her þeyi iþiten ve bilendir. Mü'min, her þeyi Allah için yapar. Kendisine kötülük yapmak isteyen insana iyilik yaparken, mü'min o anda Rabbinin kendisini gördüðünü, iþittiðini bilir ve O’nun hatýrýna bunu yapar. Allah hatýrýna buna katlanmayý becerir. Her an Allah kontrolünde bulunma þuuru ve Allah’a lâyýk iþ yapma duygusu mü'mini bu noktaya ulaþtýrýr. Bunu yaparken mü'minin kalbi son derece rahattýr. Zira o bilir ki, kötülük yapanýn yaptýðý kötülüðü de, onun kötülüðüne karþý kendi yaptýðý iyiliði de Allah görmektedir ve iþitmektedir.

 

         37. “Gece ile gündüz ve güneþ ile ay Allah’ýn kudretinin delillerindendir. Güneþe ve aya secde etmeyin. Eðer sadece Allah’a kulluk yapmak istiyorsanýz, onlarý yaratan Allah’a secde edin.”

 

         Gece, gündüz, ay, güneþ, bunlar Allah’ýn âyetleridir, Allah’ýn yaratýklarýdýr. Bunlar Allah’ýn varlýðýna, ulûhiyet ve rubûbiyetine deliller, alâmetler, iþaretler, âyetler ve niþanelerdir. Öyleyse ey insanlar! Bu yaratýlmýþlara deðil de yaratana secde edin! Bu varlýklara deðil de, onlarý yaratan Allah’a secde edin! Zira bunlarýn hepsi Allah’ýn kullarýdýr. Ay da, güneþ de, arz da, semâ da, diðer tüm varlýklar da Allah’a boyun bükmüþ, Rabblerinin emirlerine teslim olmuþ varlýklardýr. Güneþin, ayýn, gecenin, gündüzün þu anda Allah’ýn kendilerine çizdiði hayat programýnýn dýþýna çýkmadan, Allah’ýn kendileri için takdir buyurduðu yörünge istikâmetinde hareket etmeleri, bu yörünge istikâmetinde görevlerini ve fonksiyonlarýný icra etmeleri, hepsinin de Rab-lerinin koyduðu sisteme boyun büktüklerini, hepsinin de Rabblerine kul olduklarýný göstermektedir. 

 

         Sizden milyarlarca kere daha büyük olan bu varlýklar bile Rab-lerine boyun bükmüþken, siz kime boyun büküyorsunuz? Sizden milyarlarca kere daha büyük olan bu varlýklar Rabblerinin emirlerine teslim olmuþlarken, siz kimin emirlerine, siz kimin kanunlarýna teslim oluyorsunuz? Tüm bu varlýklar hayat programlarýný Allah’tan alýrlarken, Rabblerinin kendileri için çizdiði yörünge istikâmetinde hareket ederlerken, sizler hayat programlarýnýzý kimlerden almaya çalýþýyorsunuz? Kimin hayat programýna teslim oluyorsunuz? Siz kime kulluk etmeye, kime secde etmeye çalýþýyorsunuz? Tüm bu varlýklar Allah’a kulluk ederek, Allah’a secde ederek O’nun emirlerine boyun bükerken, sizler bu varlýklarýn kulluk yaptýklarý Allah’ý býrakýp da bu varlýklarýn kendilerine mi secde etmeye çalýþýyorsunuz? Bu varlýklarýn hepsi de Allah’ý en büyük olarak tanýrlarken, Allah karþýsýnda hiçliklerini itiraf edip dururlarken, hepsi de Allah’a kul olduklarýný itiraf edip dururlarken, þimdi sizler bunlarýn kulluk yaptýklarý Allah’ý býrakýp da, kendileri kul olan bu varlýklara mý kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz? Yaratýcýyý býrakýp da, yaratýlmýþlara mý kulluk yapmaya çalýþýyorsunuz? Allah’ý býrakýp da, Allah’ýn kullarýna kulluk yapmaya çalýþan, Allah’ý býrakýp da kendilerini bile yaratmaktan aciz olan Allah kullarýnýn kanunlarýna itaat eden, onlarýn programlarýný uygulamaya çalýþan, onlarýn arzu ve istekleri önünde secde etmeye çalýþan müþriklerin ne kadar mantýksýz olduklarýný, ne kadar akýlsýz olduklarýný anlatýyor Rabbimiz. Bunlar Hem Allah’a secde ettiklerini, hem Allah’a kulluk ettiklerini iddia ediyorlar, hem de güneþe, aya, yýldýzlara, putlara, liderlere, insanlara, kurumlara kulluk ettiklerini söylüyorlardý.

 

         “Onu býrakýp da putlardan dost edinenler: “Onlara, bizi Allah'a yaklaþtýrsýn diye kulluk ediyoruz” derler.”

         (Zümer 3)

 

         "Biz Allah’a kulluk ediyoruz, ama eðer bunlara da secde ediyor ve bunlarýn arzularýný da yerine getirmeye çalýþýyorsak, bunlarýn kanunlarýný da uygulamaya, bunlarýn hayat programlarýný da gerçekleþtirmeye çalýþýyorsak, bu bizim onlara da secde ettiðimiz, onlara da kulluk yaptýðýmýz anlamýna gelmez. Biz ancak bunlarý aracý kabul ediyor, bunlarý vesile kabul ediyoruz. Bizi Allah’a yaklaþtýrsýnlar diye bunlara secde ediyoruz,” diyorlardý.

 

         Bunlarýn bu iddialarýna karþýlýk Rabbimiz buyurur ki: “Ey kullarým! Eðer Bana kulluk iddianýzda samimiyseniz, gerçekten sadece Bana kulluk ettiðinizi iddia ediyorsanýz, o zaman Benden baþkalarýna secdeyi býrakýn. Gerçekten Bana kulluk yaptýðýnýzý, Bana iman ettiðinizi iddia ediyorsanýz, o zaman Benden baþkalarýnýn hayat programlarýný uygulamaktan, baþkalarýnýn kanunlarýna ve arzularýna itaatten vazgeçin. Benden  baþkalarýnýn önünde eðilmekten vaz geçin ve sadece Bana secde edin, sadece Benim emirlerimi uygulayýn. Yok öyle deðil de, hem Bana inandýðýnýzý iddia eder, hem de Benden baþkalarýna secde etmeye kalkýþýrsanýz, yâni hem Beni, hem de  baþkalarýný memnun etmeye çalýþýr, hem Benim kanunlarýmý uygulamaya çalýþýr, hem de baþkalarýnýn kanunlarýný uygulamaya çalýþýrsanýz, iþte bu þirktir ve o zaman siz kesinlikle Bana kulluk yapmýyorsunuz, Bana secde etmiyorsunuz demektir.”

 

Çünkü bilesiniz ki Allah kesinlikle kendisine bu þekilde yapýlan bir kulluðu kabul etmiyor. Zira O, kendisine þirk koþulmaya kesinlikle razý deðildir. O’nun ortaklarý yoktur, yardýmcýlarý yoktur, vezirleri, yetkilileri, oðullarý, kýzlarý, hanýmlarý yoktur. Allah, tüm varlýklardan yüz çevirip sadece kendisine kulluk yapan kullarýnýn kulluðunu kabul etmektedir. Sadece kendisi önünde secde eden, baþka hiçbir varlýk önünde secde etmeyen, sadece kendisinin kanunlarýna itaat eden, baþka hiç kimsenin kanunlarýna itaat etmeyen, sadece kendisinin hayat programýný uygulayan, baþkalarýnýn hayat programlarýný uygulamaya yanaþmayan ve sadece kendisini razý etmeye çalýþan, baþkalarýný razý etme gereði duymayan kullarýnýn kulluklarýný kabul edecek, ötekilerin kulluklarýný asla kabul etmeyecektir.

 

         Burada âyetin hangi bölümünde secde edileceði konusunda ihtilâf vardýr. Âyetin önceki bölümündeki secde kelimesinden sonra mý, yoksa ikinci bölümdeki secde kelimesinden sonra mý olduðu konusunda farklý görüþler vardýr.

 

         38. “Eðer onlar büyüklük taslarlarsa bilsinler ki, Rabbinin yanýndaki melekler gece gündüz onu tesbih ederler ve hiç usanmazlar.”

 

         Eðer onlar Rabblerine kulluk yapma konusunda, Rabblerinin hayat programýný uygulama konusunda ve sadece Rabblerine secde etmeleri konusunda gururlanýp, kibirlenip büyüklük taslayacak, Rablerinin hayat programýný uygulamaya yanaþmayacak olurlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanýnda gece-gündüz hiç usanmadan, hiç yorulmadan Rabblerini tesbih edenler vardýr.

 

         Bunlarýn melek olduðu söylenmiþtir. Melekler býkmadan usanmadan her an Allah’ý tesbih ederler. Hem de sizden de, sizin dünyanýzdan da milyarlarca kere daha büyük meleklerdir bunlar. Bakýn bundan önceki sûrede Rabbimiz þöyle buyurmuþtu:

 

         “O gün Rabbinin arþýný onlarýn üzerinde sekiz melek yüklenir.”

         (Hâkka 17)

 

         Dikkat ediyor musunuz? Arþý taþýyan sekiz melekten söz ediyor Rabbimiz. Kimileri de bugün bu arþý yüklenen meleklerin sayýlarýnýn dört olup, kýyâmet günü bu sayýya dört daha ilâve edilip sekiz olacaklarýný söylemiþtir. Arþýn taþýyýcýsý olan bu melekler ve bir de arþýn etrafýndaki meleklerden söz ediliyor. Demek ki bir de o arþýn etrafýnda melekler varmýþ. Zümer sûresinde bu meleklerden söz edilir. Bunlarýn sayýlarýný ancak Allah bilir. Ýþte gerek bu arþý taþýyanlara, gerekse arþýn etrafýnda bulunan meleklere,  Allah’a en yakýn anlamýna “Kerubiy-yûn” ya da “Mukarrabûn melekler” denir. Ýþte bu meleklerin iki görevinden söz ediyor Rabbimiz.

 

Birincisi,

 

         “Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve ona iman ediyorlar.”

 

         Bu melekler Rabblerini tesbih ediyorlar. Yâni bu melekler Allah’ýn Müslümanlardan istediði bir görevi yerine getiriyorlar, “Sübha-nallah” diyorlar. “Ya Rabbi seni tesbih ederiz!” diyorlar. “Ya Rabbi sen seni nasýl tanýttýysan seni öylece kabul ediyoruz! Sen, kendini hangi sýfatlarla muttasýf olarak bildirmiþsen, hangi sýfatlardan münezzeh olarak anlatmýþsan, sana öylece iman ediyoruz! Ya Rabbi, seni, senin sýfatlarýnla tanýyor, sana lâyýk olmayan, sana yakýþmayan noksan sýfatlardan tenzih ederiz,” diyorlar. “Seni, sýfatlarýn konusunda tam ve mükemmel kabul ediyoruz. Sana ait olan sýfatlarý asla baþkalarýna vermeyiz, senin sýfatlarýný parçalamayýz. Senin sýfatlarýndan bazýlarýný senden baþkalarýna daðýtarak sana þirk koþmayýz,” diyorlar. “Ya Rabbi üstünlük sendedir, güç-kuvvet sendedir, ceberût, azamet sendedir, kulluk, itaat, ibadet sanadýr” diyorlar. “Senden baþkalarýný dinlemeyiz. Senden baþkalarýna ibadet ve itaat etmeyiz,” diyorlar. Ýþte tesbih budur. Dikkat ederseniz tesbihin üç boyutunu demeye çalýþtým.

 

         1. Tesbih, Allah’ý Allah’ýn haber verdiði sýfatlarýyla muttasýf bilmektir. Allah kendisini Bakara’da, Al-i Ýmran’da, Nisâ’da nasýl anlatmýþsa, hangi sýfatlarla muttasýf olarak bildirmiþse iþte öylece Allah’a inanmaktýr. Öyle bir Allah’a inanacaðýz ki, O mükemmeldir. O’n-da zaaf, unutma yoktur. O’nda hata, cehalet yoktur. Ýþte Allah’a böylece Allah’ýn istediði biçimde iman, tesbih demektir. O’nu mükemmel tanýrken, tüm noksan sýfatlardan da tenzih edeceðiz. O’nu bu þekildeki sýfatlarýyla tanýdýkça da, “sübhanallah!” diyeceðiz.

 

         Burada pek çoðumuzun içine düþtüðü bir yanlýþa iþaret etmek isterim: Allah’ý, kitabýnda kendisini bize tanýttýðý þekilde tanýmadan, O’nu, O’nda olanlarla tanýmadan veya O’nda olmayanlarý O’nda bilerek, her dakika yüz bin de “sübhanallah” desek, bunun hiçbir faydasý yoktur. Yani, Allah kitabýný, peygamberini, hukukunu, ekonomiyi nasýl tanýtmýþsa, Allah’ýn tanýttýðý gibi bileceðiz, sonra da bunlarý bildikçe, “sübhanallah” diyeceðiz. “Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne büyüksün! Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne mükerremsin ki, böyle muazzam bir yasa koymuþsun. Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne büyüksün ki bu kadar muazzam bir hukuk yasasý belirlemiþsin. Sübhanallah! Ya Rabbi sen ne yücesin ki bu kadar mükemmel bir ekonomik yasa belirlemiþsin,” diyeceðiz. Yoksa bunlarý tanýmadan “sübhanallah” demenin bir kýymeti yoktur.

 

Meselâ rýzýk konusunda Allah’a tümüyle güvenmeyip de ikinci üçüncü derecedeki Rezzaklarýnýn korkusundan ötürü, bir kýsým görevlerini yapmaktan çekinen kiþinin, günde yüz bin defa da “ya Rezzak” demesinin hiçbir kýymeti yoktur. Veya ilimde Allah’a tam olarak güvenmeyip, yerde O’nun eksikliðini tamamlamak üzere bir takým gayb biliciler aramaya kalkýþan bir adamýn, milyon kere “ya Alîm demesinin” bir kýymeti yoktur.

 

         Rubûbiyette Allah’a güvenmeyip, yerde Allah’ýn bu eksiðini tamamlamak üzere bir kýsým kanun koyucular arayan, bir kýsým program yapýcýlar arayan ve bunlarýn kanunlarýný da kanun bilen bir insan, günde milyon kere de “ya Rabb” diye zikretse, boþtur bu.

 

Þifa konusunda Allah’a güvenmeyip, Allah’ý Þâfi bilmeyip yerde bir kýsým þifa daðýtýcýlar arayan kiþinin, “ya Þâfi” diye Allah’ý zikretmesi boþtur. Öldürmede, diriltmede, ruh vermede Allah’a güvenmeyen birinin ya Muhyî, ya Mümîd diyerek zikretmesi boþtur.  Allah’ý Azîz bilmeyip, izzeti Allah’ta deðil de malda, mülkte, makamda, mansýpta arayan birinin “ya Azîz” demesi boþtur.

 

         Maðfirette, afta, tevbede Allah’ý ikinci plana atarak bir kýsým aracýlara sýðýnmaya çalýþan birinin “ya Tevvab” demesi boþtur. Kendi kendisini kontrol etmede, murakabe etmede Allah’ý ikinci plana atarak bir kýsým aracýlarý etkin ve yetkin bilen birisinin “ya Hafýz” demesi, “ya Müheymin” demesi boþtur.

 

         Öyleyse Allah’ý, Allah’ýn kendisini tanýttýðý þekilde tanýyacak ve sonra da “sübhanallah” diyeceðiz. Ýþte bu müþrikler, Allah’la birlikte baþkalarýna da secde edenler, Allah’ýn kanunlarýna itaat etmekle birlikte baþkalarýnýn kanunlarýný da uygulamaya çalýþanlar kendilerince bir Allah’a inanýyorlar, kendilerince bir secde, tesbih anlayýþý geliþtiriyor ve sonunda da kendilerinin mü'min olduklarýný ve cennete gideceklerini sanýyorlarsa, aldanýyorlar demektir. Ýþte böyle bildiðimiz, tanýdýðýmýz bir Allah’ýn yeryüzünde oðlu, hanýmý, temsilcileri, yetkilileri yoktur, kimseye böyle bir yetki vermemiþtir, buna ihtiyacý da yoktur.

 

         Evet, Allah katýnda hiç usanmadan, hiç yorulmadan Allah’ý tesbih eden kullar vardýr. Bunlar Allah’ýn melekleridir ki, onlar göz açýp yumacak kadar zaman bile gaflet etmeden Rabblerini tesbih ederler.

 

         Bunlarýn, yeryüzündeki Allah’ýn tevhid ehli kullarý olduðu söylenmiþtir. Yine burada kastedilenlerin, Allah’a Allah’ýn istediði biçimde iman etmiþ, Rabblerini, Rabblerinin isimlerini, sýfatlarýný, Rabblerinin kendilerine gönderdiði kitabýndan tanýmýþ ve O’na aynen o þekilde iman etmiþ ve sadece Rabblerinin huzurunda eðilen, sadece Rable-rinin arzularýný uygulayan, sadece Rabblerini razý etmeye çalýþan ve hiç býkýp usanmadan Rabblerini tesbih eden, Rabblerine kulluk yapan gerçek Müslümanlar olduðu belirtilmiþtir. Sonra yine semâ, arz, ay, güneþ, yýldýzlar, daðlar, taþlar, bulutlar gibi bildiðimiz bilmediðimiz tüm varlýklar, Allah’ýn kendileri için çizdiði hayat programlarýný icrâ etmek sûretiyle Allah’a kulluk etmektedirler, Allah’ý tesbih etmektedirler. Hem de hiç býkmadan, hiç usanmadan, bir saniye bile fevt etmeden Rabblerine boyun bükmektedirler.

 

         Allah’a boyun bükmüþ, Allah’ý tesbih eden tüm bu varlýklar yanýnda yeryüzünde kendilerini bir þey zannedip de Allah’a kulluða yanaþmayan, Allah’tan baþkalarýnýn kanunlarýný uygulamaya çalýþan, Allah’tan baþkalarýný razý etmeye çalýþan þu üç beþ kâfirin ne önemi olabilir ki? Siz ey kâfirler! Rabbinize kulluk etmezseniz etmeyin! Bu Allah’ýn þanýna bir þey getirmez! Çünkü kâinatta tüm varlýklar O’nun kulu kölesi olmuþken, sizin baþkalarýna kulluk yapmanýzýn ne önemi olacak ki?

 

         Bakýn çok ötelere gitmeye gerek yoktur. Sizin þu anda iç içe olduðunuz, birbirinize çok yakýn olduðunuz, sizin þu üstünde gezip dolaþtýðýnýz, týpký bir karýnca gibi üstünde mesken tuttuðunuz, Allah’ýn kendisine çizdiði hayat programýný yerine getirmesinin gereði olarak þu anda sizi nîmetleriyle besleyen þu kupkuru toprak bile Allah’a kulluk etmektedir, diyerek Rabbimiz bir kulluk örneði daha anlatacak. Sanki bu öncekileri anlayamadýysanýz, çok yakýnýnýzdan bir baþka varlýðýn kulluðunu tanýtayým size dercesine, Rabbimiz bundan sonraki âyet-i kerîmesinde bir kulluk örneði daha verecek:

 

         39. “Senin yeryüzünü boynu bükük, kupkuru görmen de Allah’ýn kudretinin delillerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiðimiz zaman titreþir ve kabarýr. Þüphesiz ki ona hayat veren Allah, mutlaka ölüleri de diriltir. Doðrusu O’nun her þeye gücü yeter.”

 

         Yeryüzünü böyle boynu bükük zelûl görmeniz de Allah’ýn âyetlerindendir, Allah’ýn kudret delillerindendir. Yeryüzü týpký bir koyun, bir deve gibi uysal kýlýnmýþtýr, size boyun eðdirilmiþtir. Sizler þu anda onun omuzlarýnda gezip dolaþýyor, onun bitirdiklerinden yiyip içiyorsunuz. Ama bilesiniz ki o yeryüzünün zelûl, uysal ve sizin arzularýnýza boyun büküp âmâde oluþu, kendiliðinden deðildir, sizden de deðildir. Onu bu hale getiren sizin Rabbinizdir. Onu sizin emrinize âmâde kýlan Rabbinizdir. Eðer þu anda o yeryüzü, o arz, o toprak size itaat ediyorsa, bu Bizim ona çizdiðimiz, belirlediðimiz program gereðidir. Yeryüzü de Bizim kendisine belirlediðimiz yörünge gereði Bize kulluk yapmaktadýr. Eðer öyle olmayýp da yeryüzü kendi keyfine göre hareket etseydi, sizin defterinizi çoktan dürmüþtü.

 

         Bu ifade bir yandan yeryüzünün de, topraðýn da huþû içinde Allah’a teslim olduðunu, Allah’a boyun büküp kulluk yaptýðýný, Allah’ýn kendisi için belirlediði hayat programýný icra ettiðini anlatýrken, diðer taraftan Rabblerine secde ederek yüzlerini, alýnlarýný topraða sürmeyi zillet kabul eden müstekbirlerin, kibirlilerin de sonunda o topraða düþeceklerini, o topraða yuvarlanacaklarýný anlatýyor.

 

         Rabbimiz buyurur ki: Görürsün ki, toprak kupkurudur. Hiçbir hayat emaresi yoktur. Meselâ bir çöl, bir buzul veya birkaç metre don bir yer düþünün. Biz, rahmetimizle o kupkuru topraða gökten suyu indirdiðimiz zaman o topraðýn titrediðini, kabardýðýný, topraðýn canlanýp hayat için harekete geçtiðini görürsün. Þüphe yok ki ona hayat veren, onu böylece ölü iken dirilten Allah, elbette ölüleri de iþte böylece diriltir. Ýndirdiði yaðmurla ölü topraðý dirilten Allah, aynen bunun gibi indirdiði vahiyle de ölü kalpleri diriltir. Ýndirdiði vahiyle, Rabbimiz ölülerden diriler çýkarýr, kâfirlerden mü'minler oluþturur. Þüphesiz ki o her þeye kâdirdir. Yâni iradesini her neye tevcih buyurmuþsa, o anýnda vücuda geliverir.

         40. “Âyetlerimiz hakkýnda doðruluktan ayrýlýp inkâra sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde ateþe atýlacak olan mý daha hayýrlýdýr, yoksa kýyâmet günü güven içinde gelecek olan mý? Ýstediðinizi yapýn, þüphesiz ki Allah yaptýðýnýz her þeyi görmektedir.”

 

         Âyetlerimizi tahrif etmek, inkâr etmek, yalanlamak sûretiyle onlarla savaþa tutuþanlar, âyetlerimizi örtmeye, gündemden düþürmeye, kullarýmýzýn gözlerinden, kulaklarýndan saklamaya, gizlemeye çalýþanlar var ya, onlarýn yaptýklarý Bize gizli deðildir. Biz onlarýn yaptýklarýnýn tamamýný görmekteyiz.

 

         Âyet-i Kerîmede “Ýlhad” Ýfadesi kullanýlmaktadýr. Ýlhad; inat demektir. Allah’ýn âyetlerini görmeme, Allah’ýn âyetleriyle tanýþmama, Allah’ýn âyetleriyle yüz yüze gelmeme konusunda inat edenler, Allah’ýn kitabýndaki âyetlerini okumama, onlara yönelmeme, kitapla diyalog kurmama, kitaba karþý ilgisiz kalma konusunda inat edenler, ona karþý ilhad içinde olanlardýr.

 

         Yine ilhad; âyetleri deðiþtirmek, âyetleri konulduklarý, vaz’ edildikleri anlamlarýn ötesinde berisinde anlamlara sündürmek ve baþka yerlere koymak anlamlarýna gelmektedir. Yâni âyetlerin manalarýný tahrif etmek, Allah’ýn dediklerine demedi, demediklerine dedi diyerek Allah’ýn âyetlerine kendi istedikleri manalarý yüklemek, Allah’ýn âyetlerini kendi hevâ ve heveslerine malzeme yapmaya çalýþmaktýr.

 

         Bunun yanýnda ilhad, inhiraf anlamýnadýr. Âyetlerin sahih anlamlarýndan inhiraf ederek, âyetlerin gerçek anlamlarýyla hiçbir ilgisi olmayan manalarý âyetlere yüklemek de ilhaddýr.

 

         Ýlhadýn diðer bir anlamý da, mezara koymak demektir. Yâni bir þeyi doðruluktan eðriliðe götürmek, eðip bükmek demektir. Ýþte âyetlerimiz konusunda böyle davrananlar, kesinlikle Bizden kaçýp kurtulamazlar, bizden gizlenemezler.

 

         O halde söyleyin þimdi, baþ aþaðý ateþe, cehenneme atýlacak olan mý daha hayýrlýdýr, yoksa kýyâmet günü güven içinde emniyet içinde gelecek olan mý? Hangisi hayýrlýdýr bunlarýn? Yaptýklarýndan ötürü cehenneme yuvarlanacak olan mý, yoksa emin olarak, emniyet ve güven içinde gelecek olan mý? Bir adam düþünün ki mü'min, yâni emin, emniyet içinde. Dünyada Allah’ýn emaný altýnda bir hayat yaþamýþ, yaþarken, ölürken, kabirde, diriliþte, sýratý geçerken Allah’ýn emniyeti altýnda, cehennem konusunda emin, cennete gitme konusunda emniyet altýnda. Ýþte mü'min olarak, yâni emniyetli olarak yaþayýp, emniyetli olarak gelen birisi mi daha hayýrlýdýr, yoksa cehenneme yuvarlanma konusunda hiçbir emniyeti bulunmayan kimse mi hayýrlýdýr?

 

         Öyleyse dilediðinizi yapýn. Ýþte size iki yol, iþte size iki yaþam biçimi. Birisi müntesibini, yolcusunu sonunda cehenneme götürücü bir yol, ateþle buluþturucu bir hayat programý, diðeri de sahibini sonunda eman altýnda cennete ulaþtýrýcý bir yoldur. Biz size bu iki yolun ikisini de açýkladýk, beyan ettik. Dilediðinizi yapýn artýk, bu konuda serbestsiniz. Rabbimiz, sonucuna siz kendiniz katlanmak þartýyla bunlardan dilediðinizi seçip o yolda yürüyebilirsiniz diyor.

 

         41,42. “Kur’an kendilerine geldiðinde onu inkâr edenler, mutlaka cezalarýný çekeceklerdir. O gerçekten çok deðerli bir kitaptýr.  Ona ne önünden, ne de arkasýndan bâtýl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyýk olan Allah tarafýndan indirilmiþtir.”

 

         Zikir, zikra, sürekli hatýrda canlý tutulmasý gereken, sürekli kendisiyle beraber olunmasý ve hayatýn her bir kademesinde uygulanmasý gereken kitap demektir. Ýþte böyle Allah’ýn kendilerine zikir olarak indirdiði kitabý örtenler, onunla diyaloglarýný kesenler var ya, dendikten sonra bunun haberi zikredilmemiþtir. Bunun sebebi, anlayabildiðimiz kadarýyla kitaplarýna karþý böyle davranan kimselere verilecek cezanýn, anlatýlmasý mümkün olmayan, tasavvuru bile mümkün olmayan bir ceza olmasýdýr. Yâni böyle kitapla ilgisiz yaþayan insanlara öyle bir ceza verilecek ki, bunun ifadesi bile mümkün deðildir. Allah korusun, çok müthiþ bir tehdittir bu.

 

         Çünkü bu kitap aziz bir kitaptýr. Azîz olan, alt edilmez, yenilmez, karþý gelinmez, itiraz edilmez, mutlak galip olan, önünde saygýy-la eðilinmesi gereken Allah’tan gelmiþ aziz bir kitaptýr. Kitabýn gön-dericisi de Aziz’dir, kitabýn kendisi de azizdir, kitabýn müntesibi olan mü'minler de Allah aziz kýldýðý için azizdirler. Yeryüzünde bu kitabý da, bu kitabýn müntesiplerini de alt edecek hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Eðer izzet, þeref sahibi olmak istiyorsak, izzet ve þeref sahibi olan bu kitaptan haberdar olmak zorundayýz. Ýnsanlar, bu þeref kaynaðýyla ilgileri nisbetinde izzet ve þeref sahibidirler.

 

         Ne önünden ne de ardýndan ona bâtýl yaklaþamaz. Bu kitap kesinlikle haktýr. Ortaya koyduðu her þey haktýr. Bu kitapla hareket edenler, bu kitabý kendilerine istinatgah yapanlar, bu kitabý tüm amellerinde ve kavillerinde hareket noktasý kabul edenler, yâni bu kitapla beraber olanlar da kesinlikle bilelim ki haktadýrlar, haklýdýrlar ve hak yoldadýrlar. Bu ayný zamanda bunun da tescilidir. Bir de hak, bu kitabýn ortaya koyduðudur. Ýnsan haklarý, kadýn haklarý, erkek haklarý, iþçi-iþveren haklarý vs. hangi hak gündeme gelirse gelsin, bilelim ki hak ancak bu kitabýn belirlediði haktýr. Bunun dýþýnda hak da yoktur, haklý da yoktur.

 

         Bu kitap hiçbir þekilde, hiçbir dönemde, hiçbir güç, otorite, kitap, sistem, delil tarafýndan asla iptal edilemez. Hiçbir sistem, hiçbir ideoloji asla onu iptal edemez, hiçbir þey onun yerine geçemez. Önceki âyetlerde ifade edildiði gibi, yâni sizler doðrudan, ya da dolaylý yollarla ona galip gelmek mi istiyorsunuz? Onu susturacaðýnýzý mý zannediyorsunuz? Sizler onun yerine bir þeyler koyup ona galip gelebileceðinizi mi zannediyorsunuz? Bir kýsým yaygaralar ileri sürmek sûretiyle, gürültüler çýkararak, insanlarýn gündemlerini deðiþtirerek, kitabýn âyetlerini örtbas etmeye çalýþarak, ya da aman kitap duyulmasýn diye bir kýsým yasaklar koyarak, ilhadlar yaparak Allah’ýn kitabýna karþý galip gelebileceðinizi, onu Allah kullarýnýn gözünden, gönlünden saklayabileceðinizi mi zannediyorsunuz? Hayýr hayýr, boþuna uðraþmayýn, bunu asla yapamayacaksýnýz. Çünkü bu kitap Azîz olan, Ha-mîd olan kâinatta tüm varlýklarýn kendisini hamd ettikleri, övdükleri, hayata hakim olan hikmet sahibi Allah’tan gelme aziz ve hikmet dolu bir kitaptýr. Bu kitap azizdir ve karþýsýnda olan her þeyi ezip geçecek ve yok edecek bir kitaptýr.

 

         Bu âyet ayný zamanda bu kitabýn kýyâmete kadar korunacaðýnýn, ona önünden ve ardýndan hiçbir bâtýlýn yaklaþamayacaðýnýn beyanýdýr.

 

         Bir de bu kitabýn Hakîm ve Hamîd bir Allah’tan gelmesinin beyanýndan anlýyoruz ki, Rabbimizi övmek, hamd etmek istiyorsak bu kitapla beraber olmak zorundayýz. Kendimizin, kendi hayatýmýzýn Allah tarafýndan övülmesini, hamde lâyýk görülmesini istiyorsak, yine bu kitapla beraber olmak zorundayýz. Hikmetli olmak, hikmetli söz söylemek, bilgin olmak istiyorsak, yine bu kitapla beraber olmak zorundayýz. Tüm bunlarýn yolu, bu kitapla beraber olmaktan geçmektedir.

         43. “Ey Muhammed! Sana senden önceki peygamberlere söylenenden baþka bir þey söylenmiyor. Þüphesiz ki senin Rabbin hem maðfiret sahibidir hem de acý verecek bir azap sahibidir.”

 

         Kitabýnýn ve kendisinin Allah tarafýndan aziz olduðunu, hiç kimsenin kendisini alt edemeyeceðini beyandan sonra, burada da Rabbimiz Peygamberini ve peygamber yolunun yolcusu olan biz mü'-minleri teselli ediyor. “Ey peygamberim! Þu anda karþýndaki muhataplarýn tarafýndan sana yapýlan inkâr, ilhad, yalanlama ve alaylar, senden önceki peygamberlerime yapýlanlardan baþka bir þey deðildir. Senden öncekilere de bunlarýn aynýsý yapýlmýþtý. Onlar bütün bu yalanlamalara karþý sabrettiler. Sonunda Allah onlara ve beraberlerindeki mü'minlere maðfiret ederken, düþmanlarýnýn tamamýný helâk etti.

 

Dolayýsýyla þimdi sen de üzülme. Sen de senden öncekiler gibi sabret ve yoluna devam et. Sana düþeni yap ve gerisine karýþma. Çünkü Allah mü'minlere karþý son derece merhametli, kâfirlere karþý da son derece þiddetli bir biçimde ceza vericidir. Sana düþeni yap ve gerisini Allah’a býrak. Tüm düþmanlarýný Allah’a havale et. O, senin intikamýný tüm düþmanlarýndan alýverecektir.

 

         Þerefli Allah elçilerine yapýlanlarý Rabbimiz gündeme getirdikçe, mü'minlerin kalpleri yatýþýyor. Onlarýn yalanlanmalarýný, alaya alýnmalarýný gördükçe, bildikçe, bizler de bu tür tavýrlar karþýsýnda dayanma gücü buluyoruz.

 

 

         44. “Eðer biz onu yabancý dilden bir Kur’an yapsaydýk onlar mutlaka: “Bu kitabýn âyetleri geniþçe açýklanmalý deðil miydi? Arap bir peygambere yabancý bir dil öyle mi!” derlerdi. Sen de ki: “O, iman edenler için bir hi-dâyet ve þifadýr.” Ýman etmeyenlerin kulaklarýnda ise bir aðýrlýk vardýr. Kur’an onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çaðrýlýyorlar da duymuyorlar.”

 

         Rabbimiz, sûrenin 3. âyetinde Arapça bir Kur’an olarak bilenlere âyetlerinin açýklandýðýný anlatmýþtý. 42. âyetinde de, tüm kâinattakilerin övdüðü Hamîd ve Hakîm olan Allah’tan gelme bir kitap olduðu vurgulanýnca, müþrikler Peygamber Efendimize þöyle diyorlar: “Ey Muhammed! Bu senin getirdiðin kitapta bizi hayrete düþürecek, Allah’tan geldiði konusunda bizi imana dâvet edecek fevkalâde bir þey yoktur. Zaten senin ana dilin Arapça’dýr. Sen zaten ana dilini bilen birisi olarak böyle bir kýsým sözler söylüyorsun. Bu gâyet normal bir þeydir. Eðer böyle Arapça deðil de, bilmediðin, meselâ Japonca, Çince, Hintçe gibi yabancý bir dilde bize fasih bir þeyler söyleseydin, o zaman bunun Allah’tan sana bir mûcize olduðunu kabul edebilirdik. Yâni bu kitap þu anda senin de, bizim de bildiðimiz ana dilimizde deðil de, baþka bir dilde olsaydý, o zaman bu harikulade bir þey olurdu ve senin Allah’ýn elçisi olduðunu kabul ederdik.”

 

Onlarýn sadece inatlarýndan ve ilhadlarýndan kaynaklanan bu ifadelerine karþýlýk Rabbimiz buyurur ki: “Eðer biz onu yabancý dilde bir kitap yapsaydýk, onlar bu defa da mutlaka þöyle diyeceklerdi: “Bu kitabýn âyetleri geniþ geniþ açýklanmalý deðil miydi? Arap bir peygambere, Arap bir topluma, acemi bir dilde bir kitap ha? Arab’a Arapça olmayan, acemi bir kitap; olacak þey mi bu?” Ne tuhaf þey? Arab’a yol göstermek için Arapça olmayan bir kitap gönderiliyor diyeceklerdi. Halbuki onu anlayabilsinler diye kendi dillerinde Arapça bir Kur’an yaptýk.

 

         Alçaklar bir yandan, “bizim bildiðimiz, anladýðýmýz, konuþtuðumuz bir dilde Kur’an getirdin, bunun fevkalâde hiçbir yönü yoktur,” diyorlar, bir yandan da sûrenin baþlarýnda 5. âyette ifade edildiði gibi: "Ey Muhammed! Bizim kalplerimiz senin bizi kendisine çaðýrdýðýn þeye kýlýflýdýr, örtülüdür, biz bunu anlayamýyoruz!" diyorlar. “Biz bu kitabý anlayamýyoruz, senin bize okuduðun bu âyetleri anlamaktan uzaðýz,” diyorlar. Garip bir þey yâni! “Hem biz bunu anlayamýyoruz,” diyorlar, hem de, “aman bu kitaba karþý yaygara yapýn, gürültü çýkarýn, müzik çalýn, insanlarýn gündemlerini deðiþtirin ki, bu kitabýn âyetleri insanlarýn kulaklarýna girmesin. Ýnsanlarýn gündemlerini deðiþtirip onlarý baþka þeylerle meþgul edin ki, insanlar bu kitabý okuyacak, bu kitapla tanýþacak vakit bulamasýn,” diyorlar.

 

Madem bu kitap anlaþýlmayacak bir kitapsa, niye insanlarýn ona yönelmelerinden korkuyorsunuz? Nasýl olsa anlamayacaklar, býrakýn okusun onu insanlar. Niye yasaklýyorsunuz? Niye gündem oluþturuyorsunuz onun aleyhinde? Adamlar bu iþin farkýndalar aslýnda da, onunla tanýþan kölelerinin birer birer hürleþerek kendilerine kulluktan kopmalarýna dayanamýyorlar. Galiba onun için istiyorlar bu yukarda istediklerini. Yâni, “keþke bu kitap herkesin anlayabileceði bir dilde, herkesin anlayabileceði biçimde tafsilatlý olarak âyetlerini anlatmasaydý, ya da toplumda sadece belli insanlarýn anlayabileceði dilde bir kitap olsaydý da, bu kölelerimizi kontrol etme imkânýmýz olsaydý,” demeye çalýþýyorlardý.

Bugün de bakýyoruz kimileri ýsrarla sadece metinden okunmasý gerektiðini, meâl ya da tefsir okunmamasý gerektiðini, muhtevanýn gizlenmesi gerektiðini savunuyorlar. Galiba bunlarýn endiþeleri de budur. “Þimdi bu insanlar bu kitapla tanýþýrlar ve bu kitapta Allah’ýn kendilerinden istediði hayatý anlarlarsa, o zaman bizim kendilerine sunduðumuz hayatý reddederler. Allah’ýn kanunlarýný tanýrlarsa bizimkilere uymaktan vazgeçerler. Ýyisi mi, insanlarýn bu kitapla tanýþmalarýný engelleyelim,” demeye çalýþýyorlar. Bu milletin alfabesini deðiþtirerek bu milletin çocuklarýnýn kitapla diyaloglarýný kesmek isteyenlerin niyetleri de herhalde bundan baþka bir þey deðildi.

 

         Onlar ve bunlar ne yaparlarsa yapsýnlar, sen de ki Peygamberim, “bu Kur’an, iman edenlerin kalplerine bir hidâyet ve þifadýr. Mü'minlerin kalplerine þifadýr. Ama iman etmeyenlere gelince, onlarýn kulaklarýnda bu kitaba karþý bir aðýrlýk vardýr. Kur’an onlara göre bir körlüktür. Sanki Kur’an’ý dinlerken onlar uzak bir yerden çaðrýlýyorlar da duymuyorlarmýþ gibi bir durum sergiliyorlar.” Bakara sûresinde bu konu þöyle anlatýlýyordu:

         “Küfredenlerin durumu çaðýrma ve baðýrmadan baþka bir þey duymayan hayvaný çaðýranýn durumuna benzer.”

         (Bakara 171)

 

         Yâni bu insanlar çobanýn nidasýný, çaðrýsýný duyan, ama onun kelimelerini anlamaksýzýn onun nidasýna doðru giden sýðýr sürüleri gibidirler. Onlara bir þeyler anlatmak, nasihat etmek sýðýra nasihat etmek gibidir.

 

         Ya da burada baðýran, bu adamlarýn kendileridir. Kendilerinin sesini iþitmeyen, iþitse de anlamayan birilerine baðýrýp çaðýrmaktadýrlar. Adam her gün baðýrýyor iþte: “Atam! Babam! Dedem! Anam! Ecdadým! Senin yolundan gidiyoruz! Senin izini takip ediyoruz! Senin yolundan, senin izinden ayrýlmadýðýmýzýn ispatý olarak, bak þu anda huzurundayýz! Huzurunu huzursuzlara bozdurmayacaðýz!” Baðýrýyorlar, çaðýrýyorlar ama berikisi duymuyor, iþitmiyor.

 

         Birinci anlamýyla bu adamlar sözü, çobanýn sesini duyarlar ama onun demek istediðini anlamazlar, üzerinde düþünmezler, anlamaya çalýþmazlar, demektir. Söyleyenin sözünü anlamak için akýllarýný, kalplerini, gözlerini, kulaklarýný kullanmak istemezler. Kör bir taklitten yanadýrlar, söylenilenin sebebini, hikmetini anlamaya yanaþmazlar.

 

         Âyet-i kerîmede, Rabbimiz kâfirlerin karakterlerini çiziyor. Ýnsan, çok uzaktan baðýran bir adamýn baðýrmasýný, sesini duyabilir ma onun ne dediðini anlamakta güçlük çeker. Ýþte bu âyet, çaðrýyý duymak, dâvete kulak vermek, mesaja iman etmek istemeyen kiþinin kulaklarýnýn ve kalbinin kapalý olduðunu anlatýyor. Hani gönlü namazda olmayanýn kulaðý ezanda olmaz ya, iþte aynen bunun gibi. Meselâ çok yakýnda, kulaðýnýn dibinde ezan okunur da adam yine de duymaz, farkýna varmaz deðil mi? Ýþte böyle kendisinin yaný baþýnda oku-nan bu kitaba karþý taassup içinde olup, karþýsýndakini dinlememeye, anlamamaya, ona yönelip kabul etmemeye kararlý olan bir kimse için, yaný baþýnda konuþan insan bile çok uzaklardan konuþan gibi ola-caktýr. Meselâ birini dinlememeye kararlý olan bir adamýn yaný ba-þýnda konuþan kiþinin sözleri, onun kulaklarýndan içeri girmiyor, kal-bine inmiyor ve kulaklarýndan geri dönüyor.

         45. “Andolsun biz Mûsâ’ya Tevrat’ý vermiþtik de onda ihtilâfa düþmüþlerdi. Eðer Rabbin tarafýndan azabýn ertelenmesine dair bir söz geçmeseydi, mutlaka aralarýnda hüküm verilirdi. Gerçekten onlar Kur’an hakkýnda bir þüphe ve tereddüt içindedirler.”

 

         Gerçekten biz Mûsâ’ya Tevrat’ý göndermiþtik de, onda ihtilâfa düþtüler. Kimileri ona iman ederek kimileri de onu inkâr ederek ihtilâf ettiler. Kimileri onunla yol bularak, yollarýný Allah’ýn kitabýna sorarak, kimileri de onunla ilgiyi keserek ihtilaf ettiler. Kimileri onu arkalarýna atarak, kimileri onun yerine baþka kitaplar ihdas ederek, kimileri de o kitabý gerçekten kendileri için hayat programý bilerek ihtilaf ettiler. Kimileri hayatlarýný o kitaba bina ederek, kimileri kitaptan habersiz bir hayatý yeðleyerek ihtilaf ettiler. Kimileri ýsrarla, “Rabbim bu kitabý bana gönderdiðine, beni bununla sorumlu tuttuðuna göre, ben bunu mutlaka anlamak zorundayým,” diyerek, gece-gündüz onu anlamaya çalýþarak, kimileri, “tamam ben de kitap ehliyim, benim de bir kitabým var, ama ben onu anlayamam, ben onu anlamaktan uzaðým, ben kim, onu anlamak kim?” diyerek ihtilaf ettiler.

 

Kimileri bu kitabýn okunmak, anlamak ve yaþanmak için geldiðine iman edip gereðini yerine getirme gayreti içine girerek, kimileri kitaplarýnýn fonksiyonunu reddederek; “tamam mukaddes bir kitaptýr bu, ama hayata karýþmamalý, o sadece âhiret iþlerini düzenlemeli,” diyerek kitap konusunda ihtilâfa düþtüler.

 

         Eðer Rabbinden daha önceden verilmiþ bir söz olmasaydý, mutlaka aralarýnda hüküm verilmiþ olurdu. Yâni eðer Allah onlarýn ecellerini dolduracaklarý zamana kadar onlar için dünyada yaþama izni vermeseydi, bunlarýn iþleri çoktan bitirilmiþti. Eðer Allah bu ihtilâf edenler hakkýnda kimin doðru, kimin yanlýþ, kimin hak yolda, kimin bâtýl yolda olduklarý konusundaki son hükmünü kýyâmet gününe ertelememiþ olsaydý, onlarýn iþlerini çoktan bitirirdi. Yâni bu dünyada da haklýyý, haksýzý ortaya koyuverir ve ona göre amellerinin karþýlýðýný onlara tattýrýverirdi.

 

         Bununla birlikte onlar, o iman etmeyen kâfirler, Kur’an konusunda kuþkulu bir þüphe içindedirler. Yâni bu kâfirler Kur’an’a iman etmiyorlar, reddediyorlar, inkâr ediyorlar, ama bu kararlarýnda, bu tavýrlarýnda da hiçbir zaman emin gözükmüyorlar. Kur’an’ý ve Rasulul-lah’ý inkâr ediyorlar, ama içleri rahat deðil. Kitaba ve Peygambere karþý takýndýklarý bu tavýr karþýsýnda sürekli rahatsýzlýk duyuyorlar. Kitap ve peygambere karþý sergiledikleri tavýrlarý konusunda sürekli bir tedirginlik yaþýyor, bunalým içine düþüyorlar. Bir yandan dünyevî menfaatleri ve çýkarlarý sebebiyle Kur’an’a karþý sihir, þiir, edebiyat demek zorunda olduklarýný düþünüyorlar ve böyle diyorlar, ama öbür taraftan kesin olarak biliyorlar ki, o bunlarýn hiç birisi deðildir. O ne mecnun, ne sihirbaz, ne þair, ne kahin, ne de þeytan sözü deðildir. Çünkü bunlarýn hiçbirisi bugüne kadar böyle mükemmel bir þey söyleyemedikleri gibi, hiçbirisi de kesinlikle böyle insanlarý Allah yoluna çaðýrmýþ deðildir. Bunu çok iyi bilen bu insanlar, bu kitabý reddediyorlardý ama bu gerçek içlerini kemiriyordu.

 

         Yine bu adamlar Allah’ýn Resûlüne “yalancý” diyorlardý, ama kalpleri bunun tamamen tersini söylüyordu. Ona “mecnun” diyorlardý, ama vicdanlarý bunu asla kabul etmiyordu. Bugüne kadar hangi mecnun söyleyebilmiþti bunun gibisini? Bugüne kadar hangi mecnunun arkasýna bu kadar insan takýlmýþtý? Bugüne kadar hangi mecnundan korkmuþlardý, hangi mecnuna bu kadar tedbir almýþlardý? Eðer o bir mecnunsa, çevrede binlerce mecnun var, onlardan birisi olarak býrakýn, o da söyleyeceklerini söylesin. Ama öyle deðil, onun için her türlü tedbiri alýyorlardý. “Bu adam, kendi hegemonyasýný kurmak istiyor, bu adam çýkar saðlamak istiyor,” diyorlardý. Ama özleri, onlara, “bu dediðiniz yalandýr,” diyordu. Onun þu ana kadar aralarýnda geçen hayatý, bunun tamamen aksini söylüyordu. Bugüne kadar o hep iyiliðe çaðýrmýþ, kimseyi ezmemiþ, kimseye zulmetmemiþ, kimsenin hakkýný yememiþ bir insandý. Ýþte bütün bunlarý vicdanlarýnda deðerlendiren, beyinlerinde ölçüp biçen bu insanlar, Kur’an konusunda da, Peygamber Efendimiz konusunda da þüphe içinde kývranýyorlardý. Âdeta hastalýða tutulmuþ insanlar gibi çok tuhaf tavýrlar sergilemekten geri kalmýyorlardý. Ýþte âyet bize bunu anlatýyor:

         46. “Her kim iyi bir iþ yaparsa kendi lehine yapmýþ olur. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmýþ olur. Rabbin kullara zulmedecek deðildir.”

 

         Allah kesinlikle kullarýna zulmetmez. Her kim bir iyilik yaparsa kendi lehinedir, kim de bir kötülük yaparsa o da onun kendi aleyhinedir. Allah’ýn sizin yaptýðýnýz amellere herhangi bir ihtiyacý olmadýðý gibi, amel iþleyenlere de Cenâb-ý Hak asla zulmetmez. Yâni Allah, ne iyilik yapan kimselerin yaptýklarý bu salih amellerini zayi etmek, ne onlarýn bu amellerinin karþýlýðý olan mükafattan onlarý mahrum etmek türünde, ne de kötülük yapan kimseleri yaptýklarý bu kötülükleri sebebiyle cezalandýrmamak türünde bir zulüm yapmaz. Allah hiç kimsenin amellerini zayi etmediði gibi, karþýlýksýz da býrakmaz. Kime ne mükafat vermiþse, onu kendi yaptýklarýndan ötürü vermiþtir, kime de ne ceza vermiþse, yine kendi amellerinin karþýlýðý olarak vermiþtir.

 

         Allah kesinlikle kullarýna zulmetmez. Her kim bir iyilik yaparsa kendi lehinedir, kim de bir kötülük yaparsa o da onun kendi aleyhinedir. Allah’ýn sizin yaptýðýnýz amellere her hangi bir ihtiyacý olmadýðý gibi, amel iþleyenlere de C. Hak asla zulmetmez. Yani ne iyilik yapan kimselerinin yaptýklarý bu salih amellerini zayi etmek, yani onlarýn bu amellerinin karþýlýðý olan mükafattan onlarý mahrum etmek türünde, ne de kötülük yapan kimseleri yaptýklarý bu kötülükleri sebebiyle cezalandýrmamak türünde bir zulüm yapmaz Allah. Allah hiç kimsenin amellerini zayi etmediði gibi karþýlýksýz da býrakmaz. Kime ne mükâfat vermiþse onu kendi yaptýklarýndan ötürü vermiþtir, kime de ne ceza vermiþse yine kendi amellerinin karþýlýðý olarak vermiþtir.

 

         Evet Allah kullarýna zulmetmez. Zerre miktarý bile Rabbimiz kullarýna zulmü dilemez. Çünkü Rabbimiz her türlü eksiklikten münez-zehtir. Ýbâdete, tazime, saygýyla önünde eðilmeye lâyýk olan sadece Odur. Eðer Rabbimiz kullarýna, yaratýklarýna zulmetmeyi dileseydi hiç kimse Ona karþý koyamaz bunun önüne geçemez ve Ondan hesap soramazdý. Fakat Rabbimiz kendi zatýný bu eksiklikten münezzeh kýl-mýþtýr. Âlimlerimizin ifadesine göre zulüm zaten Allah için müstahildir, Allah için düþünülmesi imkansýzdýr. Çünkü zulüm sýnýrý aþmaktýr haddi tecavüz etmektir. E Rabbimiz için kendisinden daha yüksek birileri olmadýðýna göre, ya da kendisine itaat edeceði bir makam olmadýðýna göre, yani kendisi için sýnýr belirleyecek bir varlýk olmadýðýna göre Rabbimizin sýnýr çiðnemesi de düþünülemez. Çünkü tüm sýnýrlarý koyan zaten kendisidir. Tüm varlýklar onun mülkü olduðuna göre, mülk olanýn malikten hesap sormasý da imkânsýzdýr.

         47,48. “Kýyâmet zamanýný bilmek ancak Allah’a ha-vale edilir. O’nun bilgisi dýþýnda hiç bir meyve kabuðundan çýkmaz, hiçbir diþi gebe kalmaz ve doðurmaz. Allah onlara: “Bana koþtuðunuz ortaklarým nerede?” diye seslendiði gün, onlar: “Senin ortaðýn olduðuna dair bizden hiçbir þahit olmadýðýný sana arz ederiz,” derler. Önceden tapmakta olduklarý þeyler, kendilerinden uzaklaþýp kay-


bolmuþtur. Onlar da kendileri için kaçacak bir yer olmadýðýný anlamýþlardýr.”

 

         Kýyâmetin zamanýný bilmek ancak Allah’a aittir. Ýyilik ya da kötülük ne olursa olsun, amel iþleyenlerin iþledikleri bu amellerinden ötürü hesaba çekilecekleri kýyâmet gününün ilmi, ancak Allah’a mahsustur. Ýyilerin iyiliklerinden ötürü cennete uçacaklarý, kötülerin de kötülüklerinden ötürü cehenneme akacaklarý gün denen kýyâmeti, Allah’tan baþka hiç kimse bilemez. Âyet-i kerîmede sadece kýyametin kopacaðý günün deðil, bunun dýþýnda tüm gayblarý da yine Rabbi-mizin bildiði anlatýlmaktadýr. Kur’an’ýn pek çok yerinde bu gayb konusu anlatýlmaktadýr. Meselâ En’âm sûresinde, gaybýn anahtarlarýnýn Allah’ýn elinde olduðu anlatýlýr. Gaybýn anahtarlarýný Allah eline almýþtýr. Allah onu kimseye vermemiþ, kimseyi ona muttali kýlmamýþ, kimseye gaybýný ezdirip bozdurmamýþtýr. Gayb konusu, her þeyiyle, odasýyla, kapýsýyla ve anahtarlarýyla Allah’a aittir ve Allah’ýn elindedir. Onu ancak O bilir. Gayba muttali olmak, gayb odasýnýn içine girmek þöyle dursun, kapýsýnýn anahtarýna bile hiç kimse sahip olamaz. Anlayabildiðimiz kadarýyla bunun hikmeti þudur:

 

         a. Gayb, Ýslâm’ýn bir cüzüdür.

 

         b. Gayb, bilginin konusu deðil, imanýn konusudur. Zira insana çok az bir ilim verilmiþtir. Rabbimiz bu dünyayý ve kâinatý yaratýrken bir kýsým kanunlar koymuþtur. Koyduðu bu kanunlarýn bir kýsmýný anlayarak onlardan istifade edebilmesi için, insana sýnýrlý bir idrak ve ilim gücü vermiþtir. Ama gayb, yine gayb olarak kalacaktýr. Allah’a iman da gaybîdir. Her ne kadar Allah’ýn fiillerinin eserlerini görüyorsak da, kendisini asla göremeyiz. Ama gayben, gýyaben Allah’a iman ediyoruz. Onun için bu iman bir deðer ifade etmektedir.

 

         Allah öyle bilgisi tam olandýr ki, O’nun bilgisinin dýþýnda hiçbir meyve tomurcuðundan çýkmaz, O’nun bilgisi olmadan hiçbir diþi gebe kalmaz ve hiçbir þey doðurmaz. Düþen bir yaprak bile O’nun ilmi dahilinde, O’nun takdiri dahilinde düþmektedir.

 

Allah, “hani bana ortak koþmaya çalýþtýklarýnýz nerede? Hani Benimle birlikte hayatýnýzda söz sahibi kabul etmeye çalýþtýðýnýz ekonomik tanrýlarýnýz? Hani benim yerime hayatýnýza ikâme etmeye çalýþtýðýnýz hukuk tanrýlarýnýz? “Bunlar bize anýnda þifa ulaþtýrýrlar, bizim Allah’ýn vereceði þifaya ihtiyacýmýz yoktur,” diye Bana þirk koþmaya, Benim yerime kendilerine gitmeye çalýþtýðýnýz þifa tanrýlarýnýz hani nerede? “Ülke idaresini bunlar daha iyi bilirler,” diyerek Bana þirk koþmaya çalýþtýðýnýz siyasal tanrýlarýnýz? diye seslendiði zaman onlar diyecekler ki: “Ya Rabbi! Onlardan hiçbirisinin Senin ortaklarýn olduðuna dair bizden hiçbirimiz þahitlik yapmýyoruz!” Gerçeði anlayacaklar ve böyle diyecekler. Bugün deseler ya bunu. O gün bunu demelerinin kendilerine en küçük bir faydasý olmayacaktýr, çünkü yarýn zorunlu olarak diyecekler bunu. Ýnkâr etme imkânlarýnýn olmadýðý bir zamanda diyecekler bunu. Çünkü zaten onlarla aralarý ayrýlmýþtýr. Allah, onlarýn aralarýný ölürken ayýrdý, yâni ölürken bu tanrýlarýn kendilerine hiçbir þey yapamadýklarýný göstererek aralarýndaki baðlarý kopardý. Allah, öbür tarafta dirildikleri zaman bir daha koparacak onlarýn aralarýný. Yâni artýk onlarýn Allah’a ortak koþtuklarý, kendilerinden uzaklaþýp kaybolacak ve onlar artýk kendilerinin kaçacak bir yerlerinin olmadýðýný anlayacak ve o zaman diyecekler ki, “hayýr ya Rabbi! Bunlarýn Sana ortak olduklarýný bizden söyleyecek, buna þahitlik edecek hiç kimse yoktur.”

         49,50. “Ýnsan hayýr istemekten usanmaz, fakat kendisine bir kötülük dokununca üzülür ve ümitsizliðe düþer. Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona tarafýmýzdan bir rahmet tattýrsak, o: “Bu benim hakkýmdýr, kýyâmetin kopacaðýný da sanmýyorum, Rabbime döndürülmüþ olsam bile mutlaka onun yanýnda benim için daha güzel þeyler vardýr” der. Biz, o inkâr edenlere yaptýklarý þeyleri mutlaka haber vereceðiz ve onlara aðýr bir azap tattýracaðýz.”

 

         Ýnsan, Allah’tan hayýr, mal-mülk, dünyada sýhhat, saðlýk, uzun ömür ve mutluluklar isteme konusunda hiç usanmaz. Bu konularda ne kadar fazla verilse de, yine de Allah’tan daha fazlasýný ister. Ama kendisine bu istediði þeylerin aksine, meselâ hastalýk, fakirlik, sýkýntýlar geldiði zaman da üzülüp ümitsizliðe, bedbinliðe düþüverir. Sanki bunlar üzerinden hiç kalkmayacakmýþ, sanki hayýrlara bir daha ulaþamayacakmýþ gibi ya da bütün bunlarý kendisi elde etmiþ de bir daha elde edemeyecekmiþ gibi ümitsizliðe düþüverir. Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra Allah tarafýndan bir iyilik, bir bolluk geliverse: “Bu benim hakkýmdýr! Bu bendendir! Bunu ben becerdim! Bunu ben hakkettim! Kafamý çalýþtýrdým da bunu elde ettim! Planým kuvvetliydi de onun için buna ulaþtým! Zamanýnda paramý dolara baðlamasaydým bunu kazanamazdým! Zamanýnda kafamý çalýþtýrýp þu þu tedbiri almasaydým bunlara ulaþamayacaktým!” diyerek kendisini müstaðnî görmeye ve elde ettikleri bu hayýrlar konusunda Allah’ý diskalifiye etmeye çalýþýr.

 

         Elindekilere, saðlýðýna, sýhhatine, malýna mülküne ve saltanatýna güvenerek öylesine çýlgýnlýk gösterir ki, þöyle demeye baþlar: “Artýk bütün bu imkânlara sahipken kýyâmetin kopacaðýný sanmýyorum! Bu saltanatýmýn yýkýlacaðýna ihtimal vermiyorum! Ummuyorum ki kýyâmet kopsun ve þu benim imkânlarým elimden alýnsýn! Kopmaya kopmaz kýyâmet de, eðer böyle bir þey olsa bile, yâni kýyâmet kopup da Rabbime döndürülsem bile, mutlaka O’nun yanýnda benim için güzel þeyler vardýr. Bu dünyada iþini becerenler öbür tarafta da iþini becerecektir. Bu dünyada kendisine mal, mülk, saltanat, imkân verilenler, elbette öbür tarafta da bunlara sahip olacaklar ve iþlerini orada da becereceklerdir.”

 

Bakýyoruz, insanlar dünyada iþlerini çok rahat becerebiliyorlar. Mal sahibi mi olmak istiyorlar, kolayca bunun yolunu bulabiliyorlar. Ekonomik gücü þu kadar olanlar ancak bu haktan istifade edebilecektir diye bir yasa, bir hak çýkarýyorlar. Türkiye’de zaten o belirledikleri ekonomik güce sahip olan iki kiþidir ve o imkâný kendi aralarýnda paylaþýyorlar. Meselâ çýkardýklarý bir yasadan, sadece Koç ve Sabancýlar istifade edebiliyorlar. Onlarýn zenginliklerine imrenen öteki zavallýlar da: “Doðru ya! Adamlarýn hakký arkadaþ! Biz de bu güce sahip olsaydýk, bu haktan biz de istifade edebilirdik!” diyorlar.

 

Akýllý adamlar. Becerikli, kafalarýný çalýþtýran adamlar. Yâni adamlar dünyada iþlerini becerdikleri için, öbür tarafta da iþlerini becerebileceklerini iddia ediyorlar. Meselâ adamlar þikeyle maç kazanýyorlar, öbür tarafta da bunu aynen becerebileceklerine inanýyorlar. “Evet, kýyâmet kopsa bile biz öbür tarafta da iþimizi beceririz,” diyor-lar. Allah diyor ki, “biz onlara yaptýklarý þeylerin haberini vereceðiz ve yaptýklarýnýn karþýlýðýný aynen tattýracaðýz.”

 

         Ýnsan iþte böyle nankördür. Kendisine bir kötülük dokunduðu zaman, bu kötülüðün kendisinden kaldýrýlmasý için, uzun uzun Allah’a yalvarýr da, ama Allah o kötülüðü kendisinden kaldýrýp da onu selâmete çýkardýðý, ona nîmetlerini yaðdýrdýðý zaman da Rabbine karþý þükürden yüz çeviriverir. Belâ, kötülük anýnda, O’na muhtaç iken Rabbini hatýrlar da, bolluk anýnda O’na muhtaç deðilmiþ gibi yan çiziverir. Rabbinin kendisine verdiði nîmetleri ve imkânlarý O’nun yolunda kullanarak O’na teþekkürden uzaklaþýverir. 

 

 

         51. “Ýnsana nîmet verdiðimiz zaman yüz çevirerek yan çizer; baþýna bir kötülük gelince uzun uzun yalvarýr.”

 

         Ýnsaný yaratan, onu herkesten daha iyi bilen Rabbimiz, onun bir karakteristik özelliðini böyle açýklýyor. Ciddi bir tehlike insanýn kapýsýný çalýverse, azîm bir musîbet saçlarýný yoluverse, bir tehlike yolunu kesiverse, teleferik yarý yolda duruverse, karýlarý, çocuklarý, yakýnlarý ölüm döþeðine uzanýverse, evi-barký yanýverse, kapýsýna borçlular veya polisler geliverse böyle bir durumda insan ne yapar? Kime yalvarýr? Yerde bütün kapýlar yüzüne kapandýðý zaman kimin kapýsýný çalar insan? Kime sýðýnýr, kimi yardýmýna çaðýrýr? Allah’ý mý, yoksa baþkalarýný mý? Eðer sadýksanýz doðru söyleyin bakalým. Böyle bir durumda insan dua dua Allah’a yalvarýr deðil mi? Allah dýþýnda her þey gözünde sýfýra iner deðil mi? En’âm sûresi de bunu þöyle ortaya koyuyor:

         “Hayýr, bilâkis sadece ona yalvarýrsýnýz; dilerse o Allah yalvardýðýnýz þeyi sizden giderir, siz de ona koþtuðunuz ortaklarý (Þeriklerinizi) unutursunuz.”

         (En’âm 41)

 

         Hayýr hayýr, böyle ciddi bir durumla karþý karþýya kaldýðýnýz, ciddi bir tehlike kapýnýzý çaldýðý zaman siz sadece Allah’a yalvarýrsýnýz. Böyle bir durumda tüm putlarýnýzý, tüm þeriklerinizi, þürekânýzý, yâni Allah’a ortak koþtuklarýnýzý, Allah yerine koyup kendilerine kulluk yapmaya çalýþtýklarýnýzý, kanunlarýný ve arzularýný gerçekleþtirmek için, hatýrlarýný kazanmak için çýrpýndýklarýnýzý unutuverirsiniz. Çünkü tüm tehlikeleri defedecek, tüm zararlarý kaldýracak yegâne güç ve kuvvet sahibi tek varlýðýn, tek mercinin Allah olduðu, vicdanlarýnýzýn derinliklerinde mevcuttur. Her vicdan sahibi insan bunu çok rahatlýkla anlayacaktýr, yeter ki onun vicdaný bozulmamýþ olsun.

 

Hattâ þu anda Yahudilerin fýtratlarýný silmeye çalýþtýðý, vicdanlarýný öldürmeye çalýþtýðý, kendilerini dinsizleþtirebilmek için yýllardýr uðraþtýðý batý dünyasý, batý insaný bile daraldýðý zaman “aman Allah’ým!” demektedir. Titaniðin batýþýný bilirsiniz. Yüzlerce mühendis rapor vermiþ bu gemi batmaz diye. Nihâyet içinde binlerce insanla birlikte gemi okyanusa açýlmýþ. Ýçindekilerin kalbinde Allah yok, Allah korkusu yok, çýlgýnca eðlenip kâm almak isterlerken, birdenbire gemi bir buzula çarpar ve yavaþ yavaþ batmaya baþlar. O ana kadar Allah’ý hatýrlarýna bile getirmeyen bu insanlar böyle bir tehlike ile karþý karþýya gelince, hep birlikte güverteye çýkýp Allah’a yalvarmaya baþlarlar. Tüm eðlencelerini, tüm putlarýný, tüm þeriklerini, þirklerini unutup Allah’a yalvarmaya baþlarlar.

 

         Batý insanýnda bunu görmek mümkün olduðu gibi, yine Yahudi’nin insanlýðýn baþýna belâ olarak doðurduðu komünizmin sarf ettiði çok büyük gayretlerle modalaþtýrdýðý Allahsýzlýk felsefesi altýnda, yýllardýr her þeylerini kaybetmiþ doðu insaný da bakýyoruz bugün daraldýðý zaman Allah’a yalvarmaktadýr. Biliyorsunuz Mekkeli müþrikler yýðýnlarla putlara tapýp dururlarken, ciddi bir tehlike kapýlarýný çalar. Güçlü kuvvetli bir orduyla Ebrehe ülkelerine dayanýr. O ana kadar putlara tapýnan, putlardan yardýmlar bekleyen bu insanlar görüyoruz ki böyle ciddi bir tehlikeyle karþý karþýya gelince tüm putlarýný unutup, Kâbe’nin örtülerine sarýlýp Allah’a yalvarmaya baþlarlar. Kesinlikle biliyorlardý ki böyle ciddi bir durumda o putlarýnýn onlara yapabileceði bir þey yoktu. Böyle bir belâdan kendilerini ancak Allah’ýn kurtaracaðýný bildikleri için Allah’a yalvarmaya baþlýyorlar. Evet o müddet içinde tüm þirklerinizi unutup Allah’a dua etmeye baþlýyorsunuz. Dehþet ve tehlike fýtratýnýzý ortaya koyuyor. Firavun bile denizde boðulurken Allah’a yalvarýyordu. Demek ki Allah’ýn insana verdiði bu fýtratý silecek, bu fýtrat mührünü kazýyacak hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Bu durum zaman zaman gafletle ve cehaletle gölgelenmiþ olsa bile, ciddi bir tehlike anýnda ortaya çýkýveriyor.

 

         Sizler ciddi bir tehlikeyle karþý karþýya bulunduðunuz veya Rabbinizden gelen nîmetlerle kucaklaþtýðýnýz, iþleriniz yolunda gittiði zaman yâni tehlike bitince de Allah’ý unutup O’na yan çizmeye kalkýþýyorsunuz. Niye kötü gününüzde O’nu hatýrlýyorsunuz da, iyi gününüzde O’na yan çiziyorsunuz? Niye Rabbinize nankörlük yapýyorsunuz? Niye o Allah’a yan çizmeye kalkýþýyorsunuz? Niye o Allah’a kulluk yapmýyorsunuz? Niye o Allah’ýn sizin hayatýnýza karýþmasýna karþý geliyorsunuz? Niye hayat programlarýnýzý Allah’a danýþmýyorsunuz?

         52,53. “Ey Muhammed! De ki: “Ne dersiniz? O Kur’an Allah tarafýndan gelmiþ olup da sonra siz onu inkâr etmiþseniz, o takdirde haktan uzak bir ayrýlýða düþenden daha sapýk kim olabilir? Biz onlara hem âfâkda hem de kendi nefislerinde delillerimizi göstereceðiz ki, Kur’-an’ýn hak olduðu kendilerine açýkça belli olsun. Senin Rabbinin her þeye þahit olmasý kâfi deðil mi?”

 

         Bu Kur’an gerçekten Allah tarafýndan gönderilmiþ bir kitapken, sizler onu inkâr etmiþseniz, sapýklar olarak uzak bir ayrýlýða düþenlerin ta kendisi olmuþsunuz demektir. Anlýyoruz ki bu kitaptan ayrýlanlar, ayrýlýða düþmüþ, uzak bir sapýklýða düþmüþ demektir. Biz onlara hem âfâkda, hem de bizzat kendi içlerinde delillerimizi göstereceðiz ki, bu kitabýn hak bir kitap olduðunu anlasýnlar. Ýslâm’ýn üstün gelmesiyle, Ýslâm’ýn fütuhatlarýyla, Ýslâm’ýn diðer dinlere ve diðer ideolojilere üstün gelmesiyle onlara deliller göstereceðiz. Kendi içlerinde delillerden maksat da, -Allah en iyisini bilir- iþte Bedir’de, Mekke’nin fethinde kendi içlerinde deliller göstereceðiz demektir. Ya da insanýn bizzat kendi içinde, kendi vücudunda bu kitabýn hak olduðuna dair yýðýnlarla delillerin varlýðýný onlara göstereceðiz ve onlar da bu kitabýn hak olduðunu anlayacaklar.

 

         54. “Bilin ki onlar Rabblerine kavuþmaktan bir þüphe içindedirler, yine iyi bilin ki, Allah her þeyi ilmiyle kuþatmýþtýr.”

 

         Onlar Rabblerine kavuþmalarý konusunda, yâni öldükten sonra tekrar dirilip Rabbleri huzurunda hesaba çekilecekleri konusunda þüphe içindedirler. Onun içindir ki, bunu hiç düþünmek istemiyorlar, bunu akýllarýna getirmek istemiyorlar. Onun için o güne hazýrlýk yapmýyorlar, hayat programlarýný o güne göre ayarlamaya yanaþmýyorlar.

 

         Bu sûrenin de sonuna geldik. Rabbim gereði gibi anlayýp iman eden ve amele dönüþtüren kullarýndan eylesin. Sübhanekallahümme ve bihamdik, eþhedü en lâ ilâhe illâ ente, estaðfiruke ve etûbü ileyk.