ŞÛRA SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Allah Yaratılmışlara Benzemez. 3

Ayetlerde Şu Noktalar Bulunmaktadır: 4

Ayetler Şu Noktalan İçerir: 5

Ayette Peygambere Şu Emirler Yöneltilir: 5

Önceki Kitaplara İman. 5

Birlikteliği Kabul Edenler. 7

Tebliğde "Yakınlar" İle İlişki 9

Ayetler Şu Noktalan İçermektedir: 11

Ayetlerde Belirgin Noktalar Şunlardır: 12

Direniş Ve Şûra. 14

Vahyin Mahiyeti 16

 


ŞÛRA SÛRESİ

 

 

Kur'an'daki Sırası       : 42

Nüzul Sırası                : 62

Ayet Sayısı                  : 53

İndiği Dönem              : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûre, müşriklerle olan tartışma ve delil getirme sahnelerini; onlara karşı takınılan tavrı içermektedir. Geçmiş peygamberlerin daveti ile Muhammedi davet arasındaki prensiple­rin ve kaynağın bir olduğu belirtilmektedir. Rabbani davetin karekterinde bulunmayan, bağyin, heva-hevesin hakim olduğu ehli kitabın ihtilaflarının yorumu yapılmaktadır. Pey-gamber'den davetinde ve tavrında sebatkâr olması istenmektedir. Mü'minlerin ahlâkını övmekte, onları hak, adalet, şeref ve kuvvet yolundaki hayra yönlendirmektedir. Onların gideceği yer ile kafirlerin gideceği yere; Allah'ın kudretine, azametine, iradesine, hükmü­nün kapsamlı oluşuna dikkat çekilmektedir. Allah'ın peygamberlerle olan iletişim yolları açıklanmaktadır.

Sûrenin sonu başlangıcı ile bağlantılıdır. Bölümleri de birbirine kenetlenmiştir. Bu da, onun bir defada ya da arka arkaya indirildiğini söylememize neden olmaktadır.

Bizim ölçü aldığımız Mushaf da 23-25. ayetlerin Medeni olduğu belirtilmektedir. Ancak ayetlerin üslup ve siyakı bunda şüphe oluşturmaktadır. [1]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1-  Ha, Mim.

2- Ayn, Sin Kâf.

3-  O, Aziz ve Hakim olan Allah, sana ve senden öncekile­re böyle vahyetmektedir.

4- Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. O yücedir, büyüktür.

5-  Neredeyse gökler üstlerinden[2] çatlayıp parçalanacak­lar[3]. Melekler, Rablerİni hamd İie teşbih ederler ve yerde-kiler için de mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten o Allah, bağışlayan ve esirgeyendir.

6- O'ndan başka veliler edinenenleri Allah murakebe ede­rek kuşatmakta[4] (amellerini saymaktadır.) Sen onların üzerinde vekil değilsin.

 

Sûre, gözetme ve uyarma yolu ile beş mukatta' (özgün ve ayirtıcı) harfle başlar. Sonra Peygamber'e indirilen vahyi pekiştirerek devam eder. Şüphesiz Allah, yerde ve göktekilerin sahibidir. Aziz ve Hakim olan O'dur. Peygambere vahy ettiği gibi ondan öncekilere de vahy eden azim ve yüce O'dur. O'ndan başka dost ve ortaklar koşanlan gözetler. O, onlardan ne sorumlu, ne de onların vekilidir. Yeryüzünün üstündeki gökler ortak koşanların cüretlerindeki korkunçluktan dolayı neredeyse parçalanacaktır. Eğer meleklerin Rabblerini teşbih etmeleri, yeryüzü ehline mağfiret dilemeleri olmasaydı ve Allah'ın yüceliği, kudreti ve büyüklüğü rahmet ve mağfiretle tanımlanmış olmasaydı bu gerçekleşecekti. Buna benzer olayı Meryem süresindeki şu ayetler daha iyi açıklar: ''Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup geldiniz. Neredeyse bundan dolayı gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü)".

Ayetlerin üslubu güçlü ve etkilidir. Bunlardan sonra gelecek ayetler için bir giriş ni­teliğindedir.

İki ayette yazılan beş mukattaa harfinin kendi benzerleri olan "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad" ve "Elif, Lam, Mim, Sad" ve "Elif, Lam, Mim, Ra" harflerin tersine bir yöntemle zikredilmiştir. Bazıları (Ha, Mim)'in mübteda, (Ayn, Sin, Kaf)'ın haber olduğunu söy­lemişlerdir. Bazıları ise o ikisinin, iki ayeti içerdiğini belirtmişlerdir. Çünkü okunuş ve tevillerindeki ihtilaf diğerlerinden başkadır. Biz de, iki ayet şeklinde gelmesinin okunuş ve eda etmekle bağlantılı olduğunu tercih ediyoruz. O ikisi de diğer huruf-u mukattaalar gibi bilgi verme ve uyarmayı hedeflemiştir.

Taberi, bu iki ayetin tefsirinde bir hadis rivayet eder. Emeviler ile Haşimiler arasın­da, Abbasiler ile Aleviler arasında geçen siyasi çekişme ve ihtilafın sonucunda Kur'ani ayetlerin dipnotlarına düşülenlere bir örnek olması açısından Huzeyfe bin Yemani'ye atfedilen bu hadisi zikrediyoruz: "Bir adam İbn Abbas'a gelerek bu iki ayetin tefsiri hakkında sorar. Ondan bir defa, sonra bir defa daha yüz çevirir. Huzeyfe ona ben sana onun haberini vereyim der: O ikisi, Peygamber ailesinden Abdullah ya da Abdulillah olan bir adam için indirilmiştir. Doğu nehirlerinden bir nehire iner. Nehrin iki kenarına iki şehir bina eder. Eğer Allah onların mülküne ve devletlerine, müddetlerine zeval ve­rirse o ikisinden birine geceleyin bir ateş gönderir, yanmadan kapkara olur. Sanki yerinde yokmuş gibi onun sakinleri hayret ederler, nasıl olduğuna dair. O gün bembeyaz olur ki oradaki inatçı bütün zorbalar toplansın, sonra Allah onları ve şehri üzerlerine yıksın. İşte (Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf) sözü budur. Allah'tan gelen bir azimet, bir hüküm, bir fit­ne demektir. "Ha, Mim, Ayn" adalet demektir. "Sin", olacak demektir. "Kaf, bu iki medeniyete (şehre) azab gelecek demektir".Ancak muhaddis imamlardan müfessir İbn Kesir, bu hadisinin münker, acib ve garib olduğunu söyler. [5]

 

7-  Biz sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik ki kentlerin anası'[6] (Mekke)'yi ve çevresinde bulunanları uyarasın; as­la kuşku bulunmayan toplanma gününe[7] karşı uyarasın. (O gün) bir bölük cennette bir bölük ateştedir.

8-  Allah dileseydi, onları bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere gelince; onların ne velisi ne de yardımcısı yoktur.

 

Her iki ayet geçmiş ayetleri takip etmekte, özellikle 6. ayetin içeriğini tamamlamak­tadırlar. 7. ayette hitap Peygamber'e yöneltilmektedir. Ayetlerin ilki, Allah'ın Hz. Mu-hammed'e Kur'an'i Arapça vahyettiğini, Mekke ehlini ve çevresindeki halkları ona ça­ğırması ve Kıyamet günü ile korkutması gerektiğini bildirmektedir. Çünkü orada insan­ların bir grubu cennette, diğeri cehennemde olmak üzere iki gruba ayrılırlar.

Hz. Muhammed ne birilerinin vekilidir, ne de birilerinden sorumludur. Bu husus 6. ayette zikredilmişti. 8. ayet Peygamber için ikinci bir uyarıyı içerir: Allah dileseydi in­sanları tek bir ümmet yapardı. Fakat hikmeti gereği, O'nun getirdiği hidayet ile hidayeti bulan, vahyi kabullenen, İslam'a giren, iyiliğine nail olan salih kimseler ile; O'ndan başka yardımcı ve velisi olmayacak fasid, sapık ve zalim kimseleri ortaya çıkaracak bir hüküm taşımaktadır.

Her iki ayet ve ondan önceki 6. ayet peygamberin bir yandan görevinin müjdelemek ve korkutmak olduğunu bildirirken, diğer yandan müşrik kafirlerin takındıkları inkarcı tutumlarına karşı ona teselli vermektedir. İkinci ayetin ruhundan da anlaşılacağı gibi Al­lah'ın hikmeti, insanları irade ve imtihan sahibi kılmasını açıklama yoluna gider. İyi ni­yet sahihleri, hak ve hidayeti isteyenler, hidayeti seçerek Allah'ın rahmetine nail olur ve O'nun rızasını kazanırlar. Kötü niyet sahihleri ve haktan yüz çevirerek sapanlar, dalaleti seçerek Allah'ın gazabı ve intikamını hakederler. Ayetteki "zalimler" kavramı bu tevi­lin doğruluğuna delildir. İki ayette, müşriklerin Kur'an'ın Arapça olması hakkında tartışmaları sebebiyle gelen sûrenin bazı ayetlerine dönüş vardır.

Allah, Mekke halkının ve etrafındaki halkların anlaması için Kur'an'ı Arapça bir dil ile göndermiştir. Onların buna itiraz etmelerinin anlamı yoktur. Çünkü Allah, Peygam-bcr'den önceki peygamberlere vahyini o kavimlerin dili ile gönderdi.

İlk anda birinci ayet, Mekke ve etrafındaki halklara veya Kur'an'ın Arapça inmesi sebebiyle Araplara has bir davet olduğunu çağrıştırıyor. Oysa konuyla ilgili geçen deği­şik Örneklerde belirtildiği gibi, davet evrenseldir. Buradaki ibare ise, bu genel hükme rağmen ayetin Peygamber'in Mekke ve etrafındaki halklar arasında ilişki kurmasına yönelik özel bir durum yüklenebilir. [8]

 

Allah Yaratılmışlara Benzemez

 

"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur" cümlesi tam yerinde gelir. Bu hüküm, Allah'ın kudreti, azameti, kapsamlı tasarrufu, hikmeti, sıfatlarının kemaliyeti ile; ibadet ve du­alarında müşriklerin O'na ortak koşmak için edindikleri arasında bir benzerlik ihtimali­ni ortadan kaldırır. Müşrikleri kınama düzeyinde, Allah'ın ilahi zat ve sırrı noktasında yaratılmış olanlarla kesin bir ayrıma gidilir. Bu, genel bir kuraldır. Kur'an'da bütün zikredilen Allah'ın fiili ve zati sıfatlan, kelam, ruh, gazab, sevgi, hile, tuzak, görme, işitme, niyet, istiva, yükselme, inme, gelme, yüz, göz, el gibi Allah'a nisbet edilen duy­gu, hareket ve uzuvların, bazı kişilerce insana benzetilebileceği düşünülebilir. Oysa Al­lah'ın zatı, sıfat ve fiillerini yaratılmışlara benzeterek tasavvur etmek yasaklanmıştır. [9]

 

9-  Yoksa Allah'tan başka veliler mi edindiler? Veli, yalnız Allah'tır. Ölüleri O diriltir. O, her şeye kadirdir.

10- Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a aittir. "İşte Rabbİm Allah budur. O'na dayandım, O'na yöneldim".

11-  Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Size kendinizden çiftler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Bu düiçinde sizi yaratıyor[10]. O'na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.

12- Göklerin ve yerin (düzenlenmesi ve idaresi) anahtarları O'nundur. Dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. O, her şe­yi bilendir.

 

ilk ayet müşriklerin Allah'tan başka veliler edinmesini, reddedici bir soruyla kınar. Sadece Allah'ın veli olmaya layık olduğuna isbatlı bir cevap verir. Çünkü ölüleri diril­ten, her şeye muktedir olan O'dur.

ikinci ayet, kendisi ile insanlar ya da daha doğrusu kafirler arasındaki ihtilaflarda, Rasulullah'a Allah'ı şahid tutması bildirilmektedir. Her şeyin dönüşü Allah'adır. O, in­sanların ihtilaf ettikleri konularda adaletle hüküm verendir. O tevekkül ettiği, tevbe etti­ği ve dayandığı Rabbidir. Ayetin sonunda, müşrikler ile kendisi arasında meydana gelen ihtilafta Peygamber'in, güven ve yakin duyduğu anlaşılmaktadır.

Son iki ayet, Kur'ani üslubun adeti olarak rububiyetin tümünün, yönelmenin, güven­menin, velayetin sadece Allah'ın hakkı olduğuna delil olarak gelir. Çünkü gökleri ve yeri yaratan O'dur. İnsanları kendi cinslerinden çift kılan, çoğalma ve üremelerini sağla­yan, hayvanları da çift olarak yaratan O'dur. O'nun kudretinde, azametinde, sıfatların­da, özünde benzeri olamaz. Herşeyi işitendir, herşeyi görendir. Göklerin ve yerin tasar­rufu, rızkın genişliği ve darlığı, hikmeti ve ilminin gereği üzere elindedir. Çünkü O, herşeyi bilendir.

Ayetlerin bir önceki ayetleri destekler ve takip eder bir şekilde geldiği görülmekte­dir. Dediğimiz gibi ikinci ayet, Peygamber'den direkt muhataplara yöneliktir. Bu gibi durumlarda Kur'ani fasıl uyumluluğunu tamamlar. Bunun değişik örnekleri geçmişti. İşte Kur'ani üslubun yöntemi budur.

"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde" cümlesi orada hazır bulunanlara yönelik­tir. Ondaki yönlendirmenin mutlak olması mümkündür. Olaylar içinde yer alan bir gru­ba has olması ihtimali de vardır. Geçen ayetler ve bölümün ruhu, gâib zamirinin kafirler için kullanılması, yönlendirmeyi serbest bırakmayı tercih etmemizi gerekli kılıyor. [11]

 

13- O: "Dini hâkim kılın ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahy ettiğimizi, İbra­him'e, Musa'ya ve İsa'ya da vahyettiğimİzi sizin için de şeriat {hukuk düzeni[12]' kıldı. Senin kendilerini çağırmakta olduğun şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve samimi olarak kendisine yöneleni hidayete eriştirir.

 

Ayetlerde Şu Noktalar Bulunmaktadır:

 

1- Allah, dinden insanlar için şeriat kıldığı, Peygamber'e vahyettiği gibi, Nuh, İbra­him, Musa ve İsa'ya da vasiyet etmişti. O halde şeriat üzerinde ihtilaf ve ayrılığa düş­meden sebat edilmelidir.

2- Peygamberin müşrikleri Allah'ı birlemeye davet etmesinin onlara ağır ve can sıkı­cı geldiğine işaret edilir. Oysa ondan Önceki peygamberler de buna çağırmıştı.

3- Allah, hidayeti isteyen, O'na yönelen kimseleri hidayete erdirir, dilediğini kendi­ne yakınlaştınr ve seçer.

Allah'tan başka veliler edinen müşrikleri kınayan siyakla ayet bağlantılıdır. "Allah dilediğini buna seçer ve samimi olarak kendisine yöneleni hidayete erdirir" cümlesi, görüldüğü gibi başka ayetlerdeki mutlak (serbest, sınırsız) cümleleri sınırlayan ve açık­layan cümlelerden olabilir.

"Dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vah)'ettiğimizi" ayeti haddizatında peygam­berlere gelen dindeki prensiplerin ve kaynağın bir olduğunu gösterir. Bunun gereği ola­rak sebat etmenin, bölünüp parçalanmamanın farz olduğu pekiştirilir. Sonra Muhamme­di risaletin aynı menbadan kaynaklandığı, aynı prensibler üzerine bina edildiği, Allah'ın bölünüp parçalanmama ve sebat etme emrinin vacibiyeti belirtilir.

Bu ayet, Muhammedi risaletin yeni bir bİd'at olmadığına dair Arapları ikna yolunu hedefler. O, geçmiş peygamberlerin çağırdığı davanın aynısıdır. Bu, Arapların peygam­berden Önce peygamberler gönderildiğini bildiklerini ortaya çıkarır. Değişik ayetler bu­nu dile getirmektedirler; "Hayır, dediler (bu) karmakarışık hayallerdir; hayır onu uydur­muş, hayır o şairdir. (Eğer gerçekten peygamberse) öncekilerin (mu'cizelcrle) gönderil­dikleri gibi o da bize bir mu'cize getirsin." (Enbiya, 5). "Fakat onlara katımızdan hak gelince: "Musa'ya verilenin eşi, bunu da verilmeli değil miydi? dediler." (Kasas, 48). "Onu size indirdik ki, 'Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudi ve hristiyanla-ra) indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)' demeyesiniz. Yahut: 'Eğer bize Kitâb indİrilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk' demeyesiniz" (En'am, 156-157). Bu ayetler, susturucu deliller olarak yeterlidir.

Ayette dört peygamberin isimlerinin zikredilmesi dikkat çekicidir. Görülen o ki, bu zikredilenler, Kur'an dinleyicileri nezdinde daha çok bilinen isimlerdir. [13]

 

14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra sadece arala­rındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabb'inden belli bir süreye kadar yaşatma sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir}di. Onlar­dan sonra Kitab'a varis kılınanlar (yani Allah Rasulü dev­rindeki ehli kitap) ondan, kuşku veren bir şüphe içindedir­ler.

 

Ayetler Şu Noktalan İçerir:

 

1-  Allah'ın insanlar için şeriat kıldığı din üzere gelen Peygamberin, onların ihtilafa düşmelerini kınadığına işaret edilir.

2-  Dinde ayrılmamanın farz olduğunu teyid eden Allah'ın emri hakkında, kafirlerin sapıklığa ve taşkınlığa yöneldikleri bildirilir.

3-  Allah'ın dünyada onlar arasında hüküm vermeye daha layık olduğuna, hakkı ve hak ehlini desteklerken, batıl güruhu gazabına çarptırmayı, hikmeti gereği belirli bir vakte tecil etmesi açıklanır.

4-  Allah'ın geçen peygamberlere indirdiği kitaplara mirasçı olanların, onlardan (ki­taplardan) şüpheye düşmeleri sonucu ihtilaf etmeye, ayrılıklara yöneldikleri ifade edilir.

Ayetin bir önceki ayetlerle bağlantılı olduğu açıktır. İlk peygamberlerin getirdiği Al­lah'ın dini konusunda insanlar arasında meydana gelen ihtilafların aktarımının, müşrik­lerin iddia ettikleri delillere cevap niteliği taşıması mümkündür. Geçmiş peygamberle­rin getirdikleri dinlere tabi olanların arasında ihtilaf ve ayrılıktan doğan durumun sebeb-lerini açıklayıcı nitelikte olması da muhtemeldir. Bundan sonra gelen ayetler, ikinci ih­timali güçlendiriyor.

"Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzün­den ayrılığa düştüler" ayeti, Allah'ın insanlar için peygamberler ve elçiler diliyle şeriat kıldığı, onda sebat etmesini emrettiği Allah'ın dinin yapısından kaynaklanmayan, sema­vi dinlerin ehli arasında ortaya çıkan çekişme, bölünme ve ihtilafları anlatır. Allah'ın ki­taplarına mirasçı olanların heva ve hevesleri, kötü tevil ve tefsirleri, ihtiyaçları nedeniy­le dini esasları faz I al aştırmaları sonucunda bu durum ortaya çıkmıştır. Çünkü semavi ki­tapların özünden ve Kur'an'dan kaynaklanan, Allah'ın şeriat kıldığı din, Allah'ı birle­meyi, Rububiyetin tümünü O'na vermeyi, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan, şahsi ve sosyal yüce ahlak ve faziletlere ulaşmayı, münker, fuhuş ve günahları terketmeyi gerek­li kılmıştır. Böylece gerekliliklere uyulduğunda, ihtilaf ve bölünme olamaz. İşte bunda, sürekli olacak güzel bir telkin ve uyarı vardır. [14]

 

15- Bundan böyle sen (Hakk'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heva ve heveslerine uyma. Ve de ki: "Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aramızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabb'İmiz, sizin de Rabb'inizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amel­leriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda (karşılıklı delillere dayalı) bir tartışma ve husumet yoktur'[15]. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş O nadir .

 

Ayette Peygambere Şu Emirler Yöneltilir:

 

1-  Allah'ın emrettiğine davet etmesi, önceki ayette Allah'ın ona açıkladığı gibi, ki­tap ehlinin aralarında içine düştükleri şüphe, çekişme ve ihtilafların ilk peygamberlerin diliyle şeriat olan Allah'ın dininin karakterinde olmadığı ve onların heva ve heveslerine, meyillerine uymaması gerektiği Rasul'e emredilir.

2-  Rasul'denAllah'ın indirdiği kitaplara iman ettiğini açıklaması, insanlara insaflı davranması, aralarında adaletle hüküm vermesi istenir. Hakkı açıkladıktan, Allah'ın vahyini tebliğ ettikten sonra onlara şunu demekle yetinmesi emredilir: Benimle, sizin aranızda çekişme ve husumete yer yoktur. Sizin amelleriniz sizedir, ondan sorumlusu­nuz. Bizim amellerimiz ise bizedir. Ondan biz sorumluyuz. Hepimizin dönüşü Al­lah'adır. O, aramızda adalet ve hak ile hüküm verecektir. [16]

 

Önceki Kitaplara İman

 

"Bundan böyle sen (Hakk'a) davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol. Onların heva ve heveslerine uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım" ayeti önceki ko­nunun devamı niteliğindedir. Muhatap çoğul zamirin, Allah'ın dininde ayrılığa düşen­ler ve Kitab'a mirasçı olanlar hakkında olabileceği gibi müşriklere yönelik olması ihti­mali de vardır. Müfessirler[17] muhatabın müşrikler olduğunu söylemektedirler. Herhâlükârda ayet, Peygamber ve müslümanları dinlerinde sebat etmeye teşvik etmekte ve dos­doğru yolda olduklarını pekiştirmekte, hidayet ve hak üzere olduklarını açıklamaktadır. Geçmiş milletler, Allah'ın kitaplarından, şeriat kıldığı dininden saptırmaya götüren çe­kişme, heva ve heveslere tâbi olunmamasını emreder. Herkes için Allah'ın kuşatıcı ru-bubiyeti noktasında, Allah'ı birlemeyi kararlaştıran semavi kitaplara inandığını ve İsla-mi akideyi ilan etmesi istenir. Herkesin durumu Allah'a kalmıştır. Hak üzere olanı des­teklesin ve sabit kılsın, O'ndan yüz çevireni ise cezalandırsın ve rezil etsin. Bu ayette evrensel boyutta güzel bir telkin, Kur'ani muhkem prensiblerin devamlılığı açısından güzel bir uyum vardır.

Allah, Peygamber'ine indirilen bütün kitaplara iman etmesini emreder. O'nun Rabbleri birdir. Geçen ayetler, bu ayet ile diğerleri arasındaki metodun ve kaynağın bir olduğunu belirtir. Uzun boyutlu bir hedef! Kitap Ehli ile Kur'an Ehli arasında her yö­nüyle anlaşma ve diyalog kapıları açmak gerekir ki, Allah'ı birleme de, O'na davet et­me de, Allah kitaplarının içerdiği sosyal, siyasi, ahlâki, yüce prensiblere çağırmada, bir tek cephe oluşsun ve İslam sancağı altında toplanılsın. Mekki ve Medeni ayetlerin ço­ğunda Kitab Ehli'nin ve peygamberlerinin müslümanlar oldukları ve İslam'a bağlı ol­duklarının tanımlanması ile, İslam sancağı altında toplanma farziyetine dikkat çekilir. Bu konu için şu ayetleri zikredebiliriz: "Rabbimiz, bizi sana teslim olmuş (müslüman­lar) kıl ve soyumuzdan da sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (kıl)." (Bakara, 128).

"İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyet etti. Yakub da: "Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak Ölünüz." (dedi)" (Bakara, 132).

"O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi de emretmez. Siz, müslü­man olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?"(Al-i İmran, 80).

"Hani Havarilere: "Bana ve peygamberime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: İman ettik, gerçekten müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi." (Maide, 111).

"Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman etmişseniz (ve) müslüman ol-muşsanız artık yalnızca O'na tevekkül edin." (Yunus, 84).

"Onlara okunmakta olduğu zaman: 'Bİz ona inandık, gerçekten o, Rabbimizden olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de müslümanlar idik' derler" (Kasas, 53).

"Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklemem iştir, atanız İbrahim'in dini (nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da)da sizi müslümanlar olarak isimlendirdi..." (Hac, 78).

Ehl~i Kitab'ı da İslam sancağı altına davet eden ve bu büyük hedefe ulaşmak için bildirilen şu geniş içerikli ayeti örnek verebiliriz: "Deyin ki: 'Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden ayırt et­meyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız.'1 (Bakara, 136).

Bu hedef geniş çapta gerçekleşir. Peygamber (s) döneminde Hicaz'daki yahudiler-den bir grup ilim ehli ve çoğu hristiyanlar Peygamber (s)'e ve Kur'an'a iman ettiler, İs­lam sancağı altına girdiler. Geçen münasebetlerde zikrettiğimiz Mekki ve Medeni deği­şik ayetler bunu belirtmiştir[18]. İspanya'nın Güneyindeki, Kuzey Afrika'daki, Mısır, Irak ve Şam ülkelerindeki hristiyanlar ve Musa'ya inanan Kitap Ehlinin çoğu, Kur'an'ın doğruluğu, sancağını taşıyanların samimiyeti, Peygamberin peygamberliğinin doğrulu­ğunun ortaya çıkması sonucunda iman ettiler. Onlardan geriye kalan İman etmeyenlere gelince, değişik Kur'ani ayetlerden, Bakara sûresi, 40 - 148, Al-i İmran 69-120, Nisa 44-55, Maide 12, 19, 59-66, Tevbe 29-34. ayetleri bunun sebeplerini açıklamıştır. Fetih süresindeki Allah'ın hak va'di gerçekleşinceye ve Allah istediği güne kadar ve günü­müzde de bu hedef hâlâ geçerlidir. "Ki O, kendi peygamberlerini hidayetle ve hak olan din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter." (Fetih, 28).

Bütün bunlara rağmen ayette görülen o ki, İslami akide Allah'ın indirdiği her kitaba imanı gerektirdiğini belirtmiştir. Ancak bundan, tahrif olmamış Allah'ın kitapları kaste­dilmiştir, Bunun yanında günümüzde elde dolaşan yeni ve kadim (kitaplarının Allah'ın Kilab'i olma sıfatını taşımazlar. Çünkü bunların değişik şartlarda muhtelif yazarlann te­lifinden oluştuğu kesin delillerle sabittir. Allah'a nisbet edilen kitap ve sözler, Kur'an'ın ahlâki, sosyal, hukuki, imani, muhkem prensibleri ile ters düşmektedir. Mesela Allah'ın kuşatıcı rububiyeti, her türlü şüpheden uzak mutlak bir tekliği içerir; eşitlik, insanlık, rahmet, adalet ve hak prensibleri; faiz, bağy, düşmanlık, münkerat ve diğer günahlar vs... yasaklanmıştır. Kur'an Allah'ın indirdiği kitaplarda kasıtlı unutma, gizleme ve tah­rif yapıldığını te'kid etmiştir. Bu konuda şu örnekleri verebiliriz: "Siz (müslümanlar) onların (yahudilcrin) size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlar­dı" (Bakara, 75).

"Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra da az bir değer karşılığında satmak için: 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta oduklanna." (Al-i İmran, 78).

"Onlardan öyleleri de vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur gömdüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. "Bu Allah katındandır'1 derler. Oysa o, Allah katından değildir. Ve onlar kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler." (Al-i İmran, 78).

"Ahidlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar, keli­meleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) kendilerine hatırlatılan şeyden (yarar­lanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlarda ihanet görürsün. Yi­ne de onları affet, aldırma, çünkü Allah güzel davrananları sever. Ve "Biz hristiyanl. rız" diyenlerden kesin söz almıştık, ama uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. B, yüzden Kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah, onla ra, ne yaptıklarını haber verecektir. Ey Kitab ehli, elçimiz size geldi. Kitabtan gizlediği­miz şeylerin çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur ve açık bir kitap gelmiştir. Allah onunla, rızasına uyanları kurtuluş yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola iletir". (Maide, 13-16).

Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki, İslam akidesi, mutlak bir şekilde Kur'ani nasslarla sınırlı olmaya devam edecektir. "Allah'ın indirdiği her kitaba iman ettim." Allah'a nis­bet edilmeyen herhangi birşeyi kabullenmemek gerekir. Bu, İslamın ahlâki, imani, muh­kem, yüce değer ve prensiblere ters düştüğü zaman geçerlidir. Maide sûresi 48. ayetinde "Sana da (Ey Muhammed) önünde ki kitap(lar)dan olanı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid -gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva ve heveslerine uymadan indirilen Kur'an'ı Allah müslüman için bir ölçü kıldı" denilmektedir. O halde Elde dolaşan dini kitablarda Allah'a nisbet edilen sözler, Kur'an'daki muhkem ve değerli prensiblere uyup uymadığına bakılarak ölçülecektir. Eğer uyuyorsa Allah katından olduğuna bunlar için cevaz verilebilir. Bu kadar yeterlidir. Allah en iyi bilendir. [19]

 

16- Bu kabul edildikten sonra, hâlâ Allah'ın dini hakkında tartışanların delilleri, Rabb'lerİ yanında batıldır[20]. Üzerle­rine bir gazab ve onlara şiddetli bir azab vardır.

 

Ayet, Allah'ın birliği, sıfatları; ibadet ve velayete sadece O'nun layık ve hak sahibi olduğu konusunda ve Rasulü'nün davetinin hak ve doğru olduğu hakkında tartışanların iddialarının batıl ve geçersiz kılındığını açıklamaktadır. Çünkü hak ortaya çıkmıştır. İnat ve kibirden uzak, hakkı islemede doğru kimseler daveti kabullenmişlerdir. Büyükle-nen ve tartışanlar için bundan sonra Allah'ın gazabı ve çok şiddetli azabı vardır. [21]

 

Birlikteliği Kabul Edenler

 

"Bu kabul edildikten sonra, hâlâ Allah'ın dini hakkında tartışanların delili, Rabb'le-ri yanında batıldır" ayeti bir önceki ayeti tamamlayıcı mahiyettedir. Biz bu konuda Ehli Kitab'ın ihtilafları ve aykırılıkları konusunda tartışan müşriklere bir cevap niteliği taşı­dığı yönündeki görüşü tercih ediyoruz. Ayette onlara üstün gelmek ve susturmak mak­sadı kuvvetlidir.

Ayetin, Peygamber'in davetine icabet eden Kitap Ehli ile Arap müşriklerden kabul­lenenlerin icabetini kastettiği görülmektedir. Mekke döneminde davayı kabullenenler; değişik millet, din, ırk, ülke, renk ve sınıflardandılar. Onlar bu halleriyle insanlığı yakın ve tam olarak temsil etmekte, genel, güzel ve güçlü bir yapı çizmekteydiler. Onların içinde zengin, fakir, şerefli, miskin, lider, dilenci, genç, ihtiyar, kadın, erkek, çocuk, genç kız, hür insan ve köleler bulunmaklaydı. Aralarında tacir, zanaatkar, çiftçi, çoban, manav, köylü, Kureyşli, Kureyşli olmayan, Kuzey Afrikalı, Mısırlı, Iraklı, Yemenli, Fa-risili, Bizanslı, Habeşistanlı, Sudanlı kimseler vardı. Müşrik olanlar, Sabüler, Hanif olanlar, putperest, yıldıza tapan, mecusi, yahudi, hristiyan insanlar bulunmaktaydı. Pey-gamber(s)'in liderliği altında oluşan bu ilk İslam cemaatinde insanlık toplumu olarak çok güzel bir örnek vardır. Muhammedi risalet, bir tek Rabbin rububuyetini kapsayan, bütün kemal sıfatlarına sahip, şüphelerden uzak, bütün ırk, millet ve sınıflardan oluşan bir toplumu hedeflemekledir. Bu, kardeşlik, eşitlik, hürriyet, adalet, ihsan, iyilik, yar­dımlaşma, dayanışma, sevgi, barış, müsahama ve kenetleşme İle gerçekleştirilmiştir. Orada hadd aşılmaz, güçlü zayıfa, zengin fakire, lider taraflarına üstünlük taslayamaz. Zenginlerinden alınır fakirlerine verilir, güçlü olanlar zayıf olanlarına merhamet duyar. Muktedir olanlar aciz olanlarına yardım eder. Üst düzeyde olanları alt düzeydekileri destekler. Alttakiler yukarıdakilerine cevaz verirler. Uhrcvi ve dünyevi sonuç, teklif, gö­rev ve hukukta kadınları erkekleri ile eşittir. Ancak Allah'ın rızasını kazanmak yolunda ölümü göze alacak kadar çalışırlar. O'nun yolunda cihad ederler, O'nun davasının san­cağını taşırlar. O'na hikmetle, güzel nasihatla, en güzel bir tartışma ile davet ederler; an­cak zulme ve bağye uğramaları müstesna. Onlardan hiç kimse görüşünü zorla kabul et­tirmez, işleri aralarında şura iledir. Ma'rufu emrederler, münkeri yasaklarlar. Görünen ve görünmeyen aşırılıklardan sakınırlar. Gizli ve açıkta Allah'tan korkarlar. İnsanlara ve Allah'a karşı görevlerini yerine getirirler. Hiç kimseye saldırmazlar, düşmanca tavıra girmezler. Bağyc ve zulme boyun eğmezler. Kendi dinini korumak isteyen, onlara sevgi ve güven veren kimseleri sıkıştırmazlar, bilakis ona ihsanda bulunurlar, hakkını verirler. Eğer onların hükmüne sığınırsa hak ile hükmederler ve ona sivil, dini ve hüküm hürriye­ti verirler. Kendilerinden olan, işleri için görevlendirildiklerine isyan olmayan durumlarda itaat ederler. Dünyadan kazanç, çalışma ve meta'dan paylannı alırlar. Allah'ın kul­lan için çıkardığı zinetler ve rızıklarla günaha girmeden faydalanırlar. Kur'an'm Mekki ve Medeni ayetlerinin bütünlüğü içinde, evrenin kanunlarından, faydalarından nebevi sünnetin fiili ve sözlü sabit mesajlarından faydalanırlar. [22]

 

17-  Allah'tır ki gerçeği İçeren Kitab'ı ve (adalet, akıl ve muhakeme) ölçüsünü'[23] indirdi. Ne bilirsin, belki o saat (Kıyamet) yakındır?

18-  Ona inanmayanlar, onun çabuk gelmesini İstiyorlar. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bil ki, o saat hakkında tartışanlar, uzak bir sa­pıklık içine düşmüşlerdir.

 

Her iki ayet de, Allah'ın, Kitab'ı Rasulüne vahyettiğini, Kitab'ın hiçbir tartışma ka­bul etmeyen bir hak (doğru) olduğunu, insanlara hak ile batıl arasında muhakeme yap­ma gücünü verdiğini, hakkı belirleyip, ona tabi olmalarını tekrar hatırlatır. Amellerinin hesaba çekileceği ve ölümden sonra dirilecekleri bir randevuyu onlara tayin etmiştir. Bu randevunun, dinleyicinin sandığından daha yakın olduğuna dikkat çeker. Bu sözün ça­buk gelmesini isteyenler, ona inanmayanlardır. Onun şüphe edilmeyen bir gerçek oldu­ğunu bilen mü'minler, onun hesabını şefkat ve korku ile yaparlar. Batıl ve dalaletin içi­ne dalan, ahİrette şüphe ve kaypaklık gösteren kafirler azarlanır.

Her iki ayet bir önceki ayetlerle bağlantılıdır. Onlardan önceki ayette, Allah insanla­rı bir araya toplayacağı ve dönüşün O'na olacağı vurgulanır, bu ikisi de onu pekiştirmek için gelir.

İkinci ayette zikredilen acelecilik, kafirlerin meydan okuma, inkar etme, hafife alma ve yüz çevirme nedenine bağlıdır. Onlar vahyi mesaja itiraz etmeye ve onu hafife alma­ya devam edecekleri ve değişik örneklerle bunu tekrarladıklarına işaret edilir. [24]

 

19- Allah, kullarına karşı lütuf sahibi olandır, dilediğini -zıklandırır. O, kuvvetlidir, azizdir.

20-  Kim ahiret sevabını[25]' isterse, biz ona kendi sevabında artırmalar yaparız. Kim de dünya payını İsterse, ona da on­dan veririz, ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.

 

İlk ayet, engelsiz ve yasaksız olarak dilediğine rızkı verdiğine, Allah'ın kullarına lu-tufkar olduğuna dikkat çeker. O'nun vasıflandığı kuvvet ve izzet sıfatları övülür.

İkincisinde ise, ahireti imanları ve salih amelleri ile isteyenlerin payını Allah'ın ar­tırdığına, dünya payı ile yetinenlerin ve ahiret hesabım düşünmeyenlerin ise yeryüzünde istediklerini bulabilecekleri belirtilir. Ancak dünya payını isteyenlerin ahirette bir payla­rı ve nasibleri olmayacağına dikkat çekilir.

Her iki ayet bir öncekilerle bağlantılıdır. Önceki ayetler saat yada Kıyamet günü ve­ya ahiret hakkında idi ve bu ayetler de aynı konuyu içermektedir.

Anlaşılan o ki, kafirlerin dünyada kazandıklarının Allah'ın katında şanslı oldukla­rına delil olduğunu sanmaları onları Övünmeye, böbürlenmeye götürmüştür. Bu iki ayet onlara cevap vermeyi amaçlar, İnsanların dünya hallerindeki konumlarının Al­lah'ın melekutundaki görünen kanunlardan biri olduğuna dikkat çekilir. İnsanlara dün­yada verilen fırsatın; salih amel ve imanla ahiret hesabını yapmayanlar, Allah'ın rıza­sını istemeyenler için hiçbir fayda vermediği belirtilir. Kafirlerin kuvvetleri ile, geniş yaşam şartlarıyla, mal ve çocukların çokluğu ile övünmeleri Sebe sûresinin bir ayetin­de tekrarlanmıştı. Bunun onları azabtan kurtaracağına dair taşıdıkları inançlarını, zik­redilen sûrenin tefsirinde değerlendirmiştik. Bu ayetlerle onlara cevap verilmektedir. [26]

 

21-  Yoksa onların bir takım ortakları mı var ki,. Allah'ın İzin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldı­lar. Eğer (bir süre fırsat verilmesi hakkında) karar olmasay­dı derhal aralarında hüküm verilirdi. Kuşkusuz, zalimler İçin acıklı bir azab vardır.

22-  (O gün) Zalimleri kazanmakta oldukları nedeniyle korkuyla titrediklerini görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük iütuf budur.

 

İlk ayette, Allah'ın izin vermediği, şeriat kılmadığı bir dini kendilerine şeriat kılan müşriklere, ortak koştukları tanrıları hakkında soru yöneltilir. Allah'ın hudutlarını aşan, sadece O'na isyan eden sapık zalimler uyarılır, iddia ve cüretlerinin karşılığında acıklı bir azab vaad edilir. Bu azabı geciktirme hikmetinin yorumu, Kıyamet günü insanlar arasını ayırmanın gecikmesiyle orantılıdır.

İkinci ayette zalimlerin hesap günü durumlarının ne olacağını belirten bir tablo var­dır. İsyanlarının ve kötü amellerinin sonucu olarak korku onlara hakim olacaktır. Bunun yanında sadece Allah'a iman edenler, salih amellerini takdim edenler, cennet bahçele­rinde nimetleniyor ve istedikleri gibi yaşıyor olacaklardır. Son paragraf, müminlerin za­limler üzerine büyük üstünlüğü ile biten mutlu bir sonu övmektedir.

Her iki ayet, önceki konunun devamı durumundadır. Müşrikler, kendi durumlarının Allah'ın şeriatı ile uyumlu olduğunu ve Allah'ın onlardan razı olduğunu İddia ediyor­lardı. Geçen sûreferdeki değişik ayetlerde örnekler hatırlanabilir. Görünen o ki, bu sûre­nin nüzulü sırasındaki benzer şartlar, benzer konuların tekrarını gerektirmiştir. Peygam­berlerinin diliyle Allah'ın insanlara şeriat kıldığına işaret ediliyor. Ayetler, kınama, cevap verme, korkutma ve açıklamanın yanında salih müminlere ve sonuçlarına Kur'ani üslubla değiniyor. [27]

 

23- İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben, buna karşı yakınlık­ta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum". Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki İyiliği artırırız. Gerçekten Al­lah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.

 

Ayette zikredilen mutlu sonun, salih amel işleyen, iman eden kimselere Allah tara­fından müjdelendiğine dikkat çekilir. Peygamber'e ve muhataplarına şöyle demesi em­redilir. "Ben, buna karşı yakınlıkta sevgi dışında hiç bir ücret istemiyorum". İyilik ya-panın iyiliğini artırdığım, ecrini kat kat yücelttiğini açıklar. Çünkü Allah, salih kullarına mağfiret ve takdirle muamele eden, bağışlayan, şükredene karşılığını verendir.

Ayette, peygamberin kavmine, görevi için onlardan bir fayda ya da ecir istemediği­ni, sadece yakınlaşmak için bir sevgi istediğini belirten bu halle ilgili ve önceki emirleri de doğrulayan bir emir vardır. Onda Allah'ı kabullenmeye, salih amelleri işlemeye, Al­lah'ın Gafur ve Şekur sıfatlarını müjdelemeye bir teşvik vardır. İnsanların seçme kabili­yetlerini isbat eder. Ceza ve mükafatları da bu seçimlerine göre olacaktır. [28]

 

Tebliğde "Yakınlar" İle İlişki

 

"Ben, buna karsı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum" ayetiylc ilgili olarak, değişik rivayetler ve sözler bulunmaktadır. Bizim ölçü aldığımız Mushaf'ta bu ayet ve bundan sonra gelen iki ayetin Medeni olduğu zikredilmektedir. Tabrcsi "Mecmaul-Beyan" kitabında Ebu Hamza es-Sümali tefsirinden naklederek İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Medine'de İslam güçlendikten sonra Peygamber'e Ensar gelerek şöyle söylediler: Eğer güç durumda isen işte mallarımız, istediğin şekilde ve sa­kıncası olmadan onları harca. Bunun üzerine bu ayet indi ve o da onlara okudu". "Ben­den sonra bana yakınlaşmayı mı istiyorsunuz? öyle ise O'nun (s) yanına müslümanlar olarak çıkınız". Münafıklar ise: "Bu, meclisinde iftira ettiği şeydir. Bununla ondan (s) sonra ona yakınlaşmakta bizi zelil kılmak istedi" dediler. Allah şu ayeti indirdi: "Yoksa Allah'tan gelene iftira mı attı diyorlar..." Bunu onlara okudu. Ağladılar. Onlara bu çok ağır geldi. Allah bu ayetten sonraki ayeti indirdi "Kullarından gelen bir tevbeyi kabul e-den O'dur," Onların arkasından adamlar gönderdi ve onları müjdeledi. Tabarani de İbn Abbas'tan bu rivayete yakın bir hadis tahriç etti[29].

Bu ayetin teviliyle ilgili değişik rivayet ve sözleri genel anlamda en çok seçenler Ta-beri ve Tabresi'dir. Taberi bir rivayetinde, İbn Abbas'a ayet hakkında soruldu der. İbn Cubeyr el-Kurbi, "yakınlar" Muhammed'in ailesidir deyince o da: Acele ettin. Ku-reyş'in bütün kollarında peygamberin yakınları vardır. Şu ayet inerek Kureyş'e şöyle diyordu: "Sizinle benim aramdaki akrabalığa sılai rahim yapmazsanız." Buhari ve Tir-mizi, kitaplarında bu rivayeti zikretmişlerdir[30].

Taberi İbn Abbas'tan rivayetinde şu sözünü zikreder. "Rasulullah'ın bütün Kureyş kollan ile akrabalığı vardı. Onu yalanladıkları ve ona biattan kaçındıkları zaman şöyle dedi: Ey kavmim, eğer bana biat etmekten kaçmdıysaniz. Sizinle olan yakınlığımı koru­yun. Araplardan sizden başka beni koruyacak, yardım edecek kimse yoktur". İşte ayetin sözü "Ben, buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum." Tabc-ri'nin, İbn Abbas'tan bu ayetle ilgili başka bir rivayeti daha vardır: "Muhammed Ku­reyş'e şöyle dedi: Sizin mallarınızdan bir şey istemiyorum. Fakat ben, sizinle benim aramızda ki akrabalıkla bana eziyet etmeyin. Siz benim kavmimsiniz. Bana itaat etme­ye, kabul etmeye daha layıksınız". Bu ayetin nüzul ortamı ve nedeniyle irtibatlı olarak, İkrime, Husayn bin Malik, Katade, Mücahid, ed-Dahhak, Ata bin Dinar ve îbn Vehb'-den rivayet edilen sözler de bulunmaktadır.

Taberi rivayet ettiği bu sözlerin yanında zıt rivayetleri de zikreder. Şam ehlinden bir adam, babasının Öldürülmesinden sonra Dımeşk'e getirilen Hz. Hüseyin'e şöyle der. "Sizi öldüren ve neslimizi ortadan kaldıran fitnenin boynuzunu kesen Allah'a hamd ol­sun deyince ona şöyle sorar: Kur'an okumadın mı?" Evet der. "Ben, buna karşı yakın­lıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum" ayetini okumadın mı? der. "Evet, o kastedilen sizler misiniz? der. O "evet" dedi. Başka bir rivayette Said bin Cübeyr, "ayetteki bu vurgunun Allah Rasulü'nün akrabalarını kastetmektedir" der. Amr bin Şu-ayb de ayeti böyle tevil eder. Taberi bütün rivayetlerin yanında ayetindeki anlam; el-Hasan'dan rivayetinde "Allah'a yakın olan"dır. Katede de ayetteki bu cümle hakkında Allah'a yakın ve sevgi ile itaat etmektir" demiştir.

Tabresi'de "Mecmaul-Beyan" tefsirinde ki rivayetlerini el-Hasan, el-Cübai, Ebi Müslüm'den rivayet ederek ayetin anlamını şöyle zikreder "Sizden bir ecir istemiyorum ancak sevgi ve sevmek, salih amellerden Allah'a yaklaştıranlar müstesna" ya da "Al­lah'a yakınlaşmak ve O'na sevgi ile itaat etmek" İbn Abbas da onu şöyle rivayet eder. "Sizden beni ancak akrabalığından dolayı sevmenizi, onun için korumanızı istiyorum." Mücahid ve Katade de "Sizin ile benim aramızdaki akrabalık için beni sevmelisiniz."

Saib bin Cübeyr, Amr bin Şuayb, Ebi Cafer, Ebi Abdullah da "Akrabalığımı ve yakınlı­ğımı sevmeniz ve onu aramızda korum an izdir." Hasan da ''Biz ehli beytiz. Allah her müslümana bizi sevmemizi emretti" dedi ve ekledi: "Ben, buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum." İbn Abbas bu ayet indiği zaman ashapla Ra-sul arasında şu diyalogun gerçekleştiğini rivayet eder: "Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın bi­ze sevmemizi emrettiği kimseler kimdir?". "Onlar Ali, Fatma ve çocuklarıdır buyurdu."

Yukarıda zikredilenlerin yorumunu yaparsak deriz ki, rivayetlerinde ayetin Medeni­liği iddia edilse de bu ayet önceki Mekki ayetlerle şekil ve konu bakımından birbirine sıkıca bağlantılıdır. Bu ondan sonra gelen iki ayetin Medeni olduğunu zikreden rivayet­ler için de geçerlidir. Onun Medine'de nazil olduğunu zikreden rivayetin İbn Abbas'a ait olması dikkat çekicidir. Ki o, değişik rivayetlerdeki tevilinde, Allah Rasulüne "ya­kınlık" hususundan vazgeçer. Buhari ve Tirmizi'den gelen bir hadis de var. Medine'de nazil olduğuna dair rivayette gariblik olduğu gizli değildir.

Belki de ayeti Allah Rasulünün akrabalarına yöneltmekte de bir kasıt vardır. Çünkü ayetin Mekki olması durumunda "ücret" almak kesinlikle yasak olacaktır. Çünkü Allah Rasulünün akrabalarının çoğu Mekke döneminde amcaları Ebu Talip, Ebu Leheb ve Abbas kafir idiler. Fatıma hâlâ evlenmemişti, Hasan ve Hüseyin tabiatıyla daha doğma­mıştı. Bu nedenlerden dolayı ayetin ve ondan sonra gelen iki ayetin Medeni olduğundan şüpheliyiz. Ayeti, Peygamber(s) akrabalarına, ya da Fatıma, Ali ve çocuklarına has kıl­ma yönüne gelince, Allah Rasulü ehli beytinden salih, muttaki kimselere ihsanda bulun­mak, onlara sevgi beslemek, ihtiram etmek bir vaciptir. Ancak Kur'ani bir nass yada ne­bevi bir hadisin içeriğini, Peygamberin daveti ve görevi için ecir olma konusunda buna atfedilmesi Nübüvvetin yücelik durumu, Rabbani kaynağı ile asla bağdaşmaz. Ne de peygambere, görevi için insanlardan bir ecir veya haraç istemediğini söylemesini emre­den değişik ayetlerin içeriği ile de bağdaşmaz. Çünkü değişik örneklerde de belirtildiği gibi onun herhangi şahsi, dünyevi amacı yoktur. İstisnai fazlalıklardan kaynaklanan bu anlamın daha evla ve daha doğru olduğunu belirten başka rivayetler de görmekteyiz. Bunlar da, risaleti için herhangi bir ecir yada özel bir çıkar istemediğini, bütün istediği şeyin onların hidayete ermeleri ya da sevgilerine mazhar olması yada davasını engclle-meinelcridir. İşte bu onunla onlar arasında bir yakınlaşmayı, gerekli kılmaktadır. Bu te­villerde Buhari ve Tirmizi'nin İbn Abbas'tan naklettikleri sahih hadiste Peygamberin akrabaları vurgulanmaktadır. Buna yakın derecede olan başka tevil içeren rivayetler yoktur. Tabarani'nin lahriç ettiği hadisin siyakında bazı ravilerinin zayıf olduğunu zaten zikretmektedir.

Tabcri bütün kavilleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Kavillerin en doğru olmaya layık olanı, ayetin görünüşüne yakın olan şu sözdür: Sizden istemiyorum ancak sizinle olan akrabalığımda, sizinle benim aramızda olan sırlar; rahimde olması müstesnadır. Harfi cerrin girmesi de bunu destekliyor. Eğer ayetin amacı Allah Rasulü yakınlarına sevgi olsaydı bu harfi cerr girmezdi. Cümle"Ancak yakınlara sevgi" ya da "Akrabala-larda olan bir sevgi" şeklini alırdı. İbn Kesir, zikrettiğimiz rivayet ve sözlerin çoğunu, Peygamber akrabalarına ihtiram ve sevgi göstermenin vacib olduğunu belirten hadisleri zikrettikten sonra şöyle der:

"Gerçek şu ki, bu ayetin tefsirini ümmetin alimi, Kur'an'ın tercümanı İbn Abbas yapmıştır." Yani Buhari ve Tirmİzİ'nİn rivayet ettiği hadisin tefsirini kastetmektedir. Ehli Beyte olan vasiyeti, onlara ihsanda, ikramda, ihtiramda bulunma emrini inkar etmi­yoruz. Onlar, neseb ve övgü bakımından yeryüzünün en şerefli, evinin en temiz zürriye-tidir. Tabi bu açık, celil nebevi sünnete tabi olurlarsa böyledir[31]. Müfessirlerin çoğu da bu tefsirin yanındadırlar[32].[33]

 

24- Yoksa: "Allah'a yalan uydurdu"mu diyorlar? Öyle bir durumda Allah dilese senin kalbine mühür basar; bâtılı mahveder, hakkı sözleriyle yerleştirir. Şüphesiz O, göğüs­lerin özünü bilir.

 

Ayette, kafirlerin Peygamber(s)'in "Allah'a iftira attığını" söylemeleri olumsuz bir soruyla kınanır. "Eğer sözleri doğru ise O peygamberin kalbini mühürler, gözlerini kör eder, O'na iftira edilen bâtılı siler ve hakkı gerçekleştirir" denilerek susturucu bir cevap verilir. Allah, göğüslerde olanı bilir, her şeyi kuşatır, her şeye kadirdir.

Ayet siyaktan kopuk değildir. Kafirlerin iddialarını ve onlara verilen cevabı içerme­sine rağmen özellikle bu sûredeki 21. ayetle ve öncekiler ile gözlenir bir şekilde bağlan­tılıdır. Bu ayetler, müşriklerin sözlerini ve tavırlarını hikaye eder.

Geçen ayetin açıklamasında bu ayetin de Medeni olduğunun iddia edildiğini zikret­miştik. Bu ayetin öncekilerle irtibatı bu iddiayı geçersizleştirir. Bu ayetin üslubu ve içe­riği Mekki ayetlerde tekrarlanmaktadır. İçerdiği tablolar ise genel ve galib anlamda Mekki ayetlerin tablolarına benzemektedir.

Ayette, Peygamberin kendisine vahyedileni ilan etmesinde ihlasını, doğrulukta sebat duygusunu, Rabbani vahiy ile bağlantısını, vahyedilmeyen bir emrin O'na nisbet ihti­malini ortadan kaldıran Allah'ın heybetini gösteren ilginç bir tablo açığa çıkar. Bu tab­lonun her inatçıyı ve büyükleneni susturması mümkündür. [34]

 

25-  O'dur ki kullarından tevbeyi kabul eder, kötülükleri bağışlar ve yaptıklarınızı bilir.

26-  İman edip salih amel işleyenlere icabet eder ve onlara kendi fazlından artırır. Kafirlere geünce; onlar için çetin bir azap vardır.

 

Ayetlerde, Allah'ın kendine tevbe edenlerin tevbelerini kabul ettiğini, kötülükleri af­fettiğini, insanların yaptıkları herşeyi bildiği belirtilir. Allah'ın; iman edenlerin, salih amellerde bulunanların tevbe edenlerin tevbelerine icabet ettiği, onlara sevgisini bağış­ladığı, lütfundan onlara artırdığı bildirilir. Kafirlere gelince O'nun katında onlara sadece çetin bir azap vardır.

Şüphesiz önceki ayetlerde Allah lafzı zikrediliyor. Ondan sonra gelen bu ayetler ise Allah'a işaret eden, lafız ile yetiniyor. İki ayette de Allah'ın insanlara kapısının açık ol­duğunun ilan edilmesi amaçlanmakta, önceki ayetlerde zikredilen müjdeleme ve Pey­gamberin daveti ile bir bağlantı kurulmaktadır.

"Kötülükleri bağışlar" cümlesinin bir önceki cümle ile bağlantılı ve onun neticesi ol­duğu açıktır. Ayet, Allah'ın günahlarından ve kotu amellerinden dönüş yapanların, ken­dine tevbe edenlerin kötülüklerini affedeceğini içermektedir. Tevbe konusu, Kur'an'ın çok yerinde tekrarlanmakta ve "tevbe" teşvik edilmektedir. Böylece Furkan sûresinde açıkladığımız gibi Kur'an'ın bildirdiği önemli ve büyük bir prensibe işaret edilmektedir.

Bazı müfessirler (İbn Kesir ve Hazin) bu cümlenin siyakında tevbe etmeye büyük oranda teşvik eden bazı nebevi hadisler zikretmişlerdir. Bunlardan bir tanesi Ebu Hurey-re'nin rivayet ettiği bir hadistir: "Allah Rasulünün şöyle dediğini işittim: Andolsun ki Allah'a günde yetmiş defadan fazla tevbe ediyorum, O'ndan mağfiret diliyorum". El-Ağar bin Beşşar el-Müzeni'nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Allah'a tevbe ediniz, ben günde O'na yüz defa tevbe ediyorum."

Abdullah bin Mesud'un rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: Allah Rasulü'nü şöyle söylerken işittim: Allah, çölün kurak bir yerinde devesiyle, yiyecek ve içeceği ile yolcu­luk eden, uyumak için başını koyup uyuyan, uyandığında devesinin kaybolduğunu gö­ren ve bulmak için, onu sıcağın en şiddetli olduğu bir vakte kadar susuz bir şekilde ara­yan, ya da Allah'ın istediği kadar arayan, sonra bulunduğum yere dönüp ölünceye kadar uyuyayım diyen ve başını ölmek için koluna koyup uyuyan, kalktığında yiyecek ve içe­ceği ile devesini yanında bulan bîr adamın sevincinden çok. mü'min kulunun tövbesine sevinir. [35]

 

27-  Allah kullarına rızkı bollaştırsaydf, yeryüzünde azar­lardı. Fakat (O rızkı) dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O, kullarını (n her halini) haber alandır, görendir.

28-  O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru in­dirir, rahmetini serip yayar. O Veli'dİr, Hamid'dir.

29-  Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip yayması O'nun ayetlerindendir. Ve o, dileyeceği zaman onların hepsini toplamağa güç yetİrendir.

30-  Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, hatalarınızın) birçoğu­nu da affeder.

31-  Siz yeryüzünde (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz. Ve sizin Allah'ın dışında ne bir veliniz, ne de bir yardımcınız vardır.

 

Ayetler Şu Noktalan İçermektedir:

 

1- İnsanların ahlâklarıyla ilgili bir tutuma dikkatler çekilmektedir. Bu ahlaki tutuma göre, Allah rızkı yayıp sebeplerini genişi etseydi, insanlar haddi aşıp zulümlerini arttıra­caklardı.

2- Bunun için O'nun hikmeti, nzıklannın belirli miktarda olmasını gerektirir. Kullanndan haberdâr olan, ahlâklarını ve durumlarını bilen, gören O'dur.

3-  İnsanların umutlarının kesildiği bir anda Allah yağmuru yere indirir, yeryüzünde rahmetinin sahneleri yayılır. Onların Velisi O'dur. Hamda layık olan sadece O'dur.

4-  Yağmur indirmeden Allah'ın azameti ve kudretine şahid olan bazı sahnelere dik­kat çekilir. Gökleri ve yeri yaratan, onda çeşitli hayvan ve canlıları var eden O'dur. Ta-biyatıyla istediği zaman onları bir araya toplamaya gücü yeten de O'dur. Çünkü onları yoktan var eden O'dur.

5- Dinleyen muhatablara dikkat çekme üslubu ile, onların başına gelen herhangi bir musibetin, yaptıkları amellerinin neticesinde olduğu bildirilir. Bununla beraber hakettik-lerinin azına duçar olurlar. Çünkü Allah çoğu günahları geçer ve bağışlayıcı muamele yapar.

6-  Korkulma üslubu ile dinleyen muhatablar uyarılır. Onların Allah'ı aciz edemeye­ceklerini, O'ndan kurtulamayacakları bildirilir. Öyle ise övünmeleri gerekmez. O onları kuşatıcıdır. Onlara muktedir olandır. O:ndan başka onların bir velisi, bir yardımcısı yok­tur ki, onları O'nun gazabından korusun, yasaklasın.

Bu ayetler ile geçen iki ayet arasında konu ve üslub yönünden bir benzerlik ve bağ­lantı vardır. Ayrıca kalplere ve akıllara yönelik güçlü isballan da içerir. Bunlar, kendi nefislerinde, evrendeki gözlemlerinden kaynaklanır. İbadette, boyun eğmede, şükret­mekte sadece Allah'ın hak sahibi olduğunu amaçlar. Müşriklerin O'ndan başka veliler ve ortaklar edinmesinin çirkinliğini belirtir. Müşriklerin ayetlerde zikredilen Allah'ın fi­il ve sıfatlarım itiraf ettikleri açıklanır. Bu da ayetlerin güçlü ve genel boyutunu kuvvet­lendirir.

30. ayet bizlere, İnsanlara isabet eden musibetlerin kendi ellerinin kazandıkları sonu­cunda meydana geldiğini bildiriyor. Bunu akıl, hak ve gerçek de doğrular. İnsanlara isa­bet eden çoğu musibetler, belalar, zararlar, şerrler, tehlikeler amellerinin ve tasarrufları­nın sonucunda meydana gelir. İnsanların bu hali kınamalarım başkalarına yöneltmeleri gerekmez. Onların görevi, amellerinde, tasarruflarında bu zarar ve lehikelerden korun­mak için düşünmeleridir. Bunun tabiatıyla hidayet ve sapıklık veya iman ve salih amel, küfür ve ölçüsüzlük açığa çıkar.

Ayetler, sanıları, pratikleri, ufku ve nefislerini gözlemlemeleri nedeniyle insanların üzerine dikkatleri yöneltiyor. Ve yorumlarında bu çerçevenin dışına çıkmaması gereki­yor. Çünkü bu, Kur'an'm kastına girmiyor.

"Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde azarlardı" ayetinin bizim Ölçü al­dığımız Mushaf'ta Medeni olduğu zikredilmektedir. Müfessîr Hazin bunu destekleyen, Allah Rasulünün ashabından Habbab Bin Eret'in rivayet ettiği bir hadisi zikreder: "Bu ayet bizim hakkımızda indi. Çünkü biz, Beni Kurayza, Beni Nadir, Beni Kaynuka'nın mallarını kolluyor, onu almayı temenni ediyorduk. Allah bu ayeti indirdi". Oysa bu ayet, diğer ayetler ile konu ve şekil yönünden tam bir uyumluluk arzeder. Özellikle Se-be sûresinde ve önceki sûrelerde geçen örneklerin bazısmi içerir. Ayetin Mekki oldu­ğunda ihtilaf yoktur. Medeni olduğu ile ilgili rivayetlerin hikmeti Mekki siyak içinde değerlendirilebilir. Bunun yanında ayetin içeriği sözkonusu rivayetin içeriği ile tama­mıyla uyum sağlar. Bütün bunlara binaen biz Medeni rivayetin üzerinde şöyle duruyo­ruz:

Allah Rasulü'nün bazı sahabesinin, Medine yahudilerin elinde olan servete hayretle­rini gizlememiş olmaları karşısında, Peygambcr'in bu ayeti okuyarak Allah'ın rızkı ge­nişletme ve daraltmadaki kanunu hatırlatması mümkündür. Bu hal karsısında sahabeden bazıları da ayetin yeni indiğini zannedebilirler.

Ayetin Mekke'de aynı sebepten dolayı indirilmesi de mümkündür. Çünkü kafirler zenginlikleri ve servetleri ile Övündüklerini birçok ayet zikretmiştir. Ya da bazı müslü-manlar bunun hikmeti hakkında sordular, ayette onlara cevap vermek, teselli etmek si­yakında devam etmek için geldi. Bu sûrenin 36. ayetinde de açıklayacağımız buna ben­zer durumlar sözkonusudur.

Tabcri'nin Katade'den rivayet ettiğine göre, ayet indiği zaman Allah Rasulü şöyle söylemiştir: "Ümmetim için en çok korktuğum şey dünya zevkleri ve rızkın bolluğudur. Biri şöyle sordu: Hayırdan şerr gelir mi Ey Allah'ın Peygamberi? Soruyu tekrarladı, sonra ona vahy geldi. Vahy bitince şöyle dedi: 'Hayırdan ancak hayır gelir'. Üç defa tekrarladı. Allah'a yemin olsun ki hiçbir bahar yoktur ki herşeyi kuşatmasın (Baharda kötü maddeler, iyi maddelerle birlikte nebata karışırlar). Allah'ın kendisine mal verdiği bir kula gelince, o malı Allah yolunda kullanır, farzı yerine getirir ve razı olursa işte o kul, onunla hayrı istemiş, hayır için azmetmiştir. Allah'ın kendisine mal verdiği bir kula gelince, o malı şehvetinde, lezzetinde kullanır, Allah'ın onda olan hakkını vermezse işte o kul, onunla şerri istemiş ve şerr için azmetmiştir".

Müfessir Beğavi de ayetin tefsirinde, Peygamber(s)'den Enes bin Malik yoluyla bir kudsi hadis rivayet eder. [36]

 

32-  Deniz de yüksek dağlar'[37] gibi seyretmekte olan gemi­ler'[38] O'nun ayetlerindendir.

33-  Dilerse rüzgarı durdurun[39], {gemiler denizin} sırtında durakalır. Kuşkusuz bunda sabreden, şükreden herkes için ibretler vardır.

34-  Ya da kazanmakta olduklarından dolayı onları (gemi­lerle birlikte kendilerini) helak ederi[40], bir çoğunu da affe­der (kurtarır).

35-  Ki ayetlerimiz hakkında tartışanlar; kendileri için kaça­cak bir yer olmadığını bilsinler.

36-  Size verilen şeyler, dünya hayatının geçimidir. İman edip Rabblerine dayananlar için Allah'ın katında bulunan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

 

Ayetlerde Belirgin Noktalar Şunlardır:

 

1-  Gemilerin denizlerde seyretmesi Allah'ın kudreti ve koyduğu Ölçüler sayesinde­dir. Denizin sırtında belirgin gemiler, Allah'ın takdir ettiği evren kanunlarına göre dağ­lar gibi seyretmektedir. Rüzgarın harekete geçerek gemileri seyrettirmekte ya da sakin-leşerek onları durdunııaktadır. Veya çok şiddetli kasırgalarla onlan helak eder ki, bu in­sanların kazandıkları amellerinin cezasıdır. Bununla birlikte Allah, onlan kurtarmaya, çoğu kötülük ve hatalarını görememezlikten gelmeye muktedir olandır. Bütün bunlarda Rabbani ayetler vardır, Allah'ın kudretini ve kuşatmasını isbat için düşünülmeye en la­yık olandır. Bunu, Allah'ın lütfuna şükreden, musibetler karşısında sabreden, çok sebat­kâr kulları takdir edebilir. Allah'ın ayetlerine karşı büyüklenenlerin ise bir kurtuluş ve kaçış yerlerinin olmayacağı vurgulanır.

2-  Çoğul muhatab sigasi ile dinleyicilere, bu dünyada kendilerine verilen rızkın ve yaşam sebeplerinin ancak kısa süreli bir meta olduğu bildirilir. Onlar kısa bir süre sonra tükenir. Allah'ın katında iman edenlere ve O'na tevekkül edenlere hazırladığının ise da­ha hayırlı ve daha kalıcı olduğuna dikkat çekilir.

Ayetler, Allah'ın delillerini evrendeki kanunlarını açıklama, büyüklenenleıi korkut­ma, Allah'a iman ve O'na tevekkül etmeye teşvik etme, sabreden, şükreden müminleri Övme noktasında bir önceki ayetlerin devamı niteliğindedir. Onda zikredilenler bir ön­cekilerinde görüldüğü gibi insanların gözlem ve uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Az önce yaptığımız uyarma haliyle bunun için de geçerlidir.

Çoğul muhatab zamirinin kafirlere döndüğü tercih edilir. Ayet, müslümanlardan da­ha çok nzık genişliği ve yaşamsal refah içindeki kafirlerin övünmelerine bir cevap ver­me yolunu tercih eder. Böbürlenme ve övünmelerini kınar. İçinde bulundukları ortamın az süreli bir yaşam olmasıyla onları korkutur. Mü'minler için Allah'ın kalında olan da­ha hayırlı ve kalıcı bir yaşam ile onlara güven verir. Mü'minlerle kafirler arasındaki tabloları da içermektedir. (27) Ayetin tefsir akışı içinde zikrettiklerimiz gibi bu ayet kü­mesinin de Medeni olduğu rivayeti hakkında şüphemiz geçerlidir, [41]

 

37- Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da onlar, atfederler.

38-  Rablerinin çağrısına gelirler, namazı ikame (cemaatle) ederler. İşleri, aralarında şûra[42] iledir. Kendilerine verdiği­miz nzıktan hayır için harcarlar.

39-  Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar[43].

40-  Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, bağışlarsa onun mükafatı Allah'a aittir. Doğrusu O, düşmanlık edenleri[44]' sevmez.

41-  Kim de düşmanlığa uğradıktan sonra kendini savunur­sa artık onlar için aleyhlerinde bir yol yoktur[45].

42-  Ancak şunlar aleyhine (kınama, cezalandırmaya) yol vardır ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. İşte böyleleri için acıklı bir azab vardır.

43-  Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz, bu çok büyük işlerdendir!

 

İlk üç ayet, bir önceki 36. ayete atfedilir. Çünkü 36. ayet, Allah katında insanlar için hazırlanan daha hayırlı ve kalıcı şeyleri mü'minlere anlatma noktasındadır.

1- Büyük günah ve çirkin işlerden uzaklaşanlar, eğer bir durum onları kızdırırsa, kı­zarak hareket etmez; bilakis mağfiret ve müsamaha ile davranmayı tercih ederler.

2-  Allah'ın davetine icabet eden, dinlerini O'na has kılan, düşmanlık edenlere büyük­lük gösteren, namazı ikame (cemaatle) eden, sadece kalplerini O'na tâbi kılan onlardır, işlerini, aralarında müşavere ederek en güzel yönü ve çözümü elde etmeye çalışırlar.

3-  Onlar Allah'ın verdiği nzıkları değişik insan katmaniannda harcarlar. Zulüm ve haksızlığa karşı koyarlar, boyun eğmezler. Eğer bir saldırgan veya düşman onlara saldı­rırsa hemen yardımlaşmak için dayanışma gösterirler, saldırı ve düşmanlığı defetmeye çalışırlar.

Bu kümedeki son dört ayet ise, önceki üç ayet için bir yönlendirme ve açıklamayı içermektedir:

1- Eğer saldırıya uğrayanın hakkı, bu saldırıyı karşılamak veya defetmekse, bu mi­sillemenin, sınırları içerisinde, haddi aşmadan, israfa kaçmadan olması gerekir. Kötülü­ğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Bununla beraber affeder, ıslah ederse bu onun için daha hayırlıdır. Ecir Allah'tan alınır.

2-  Allah, insanlara düşmanlıkla yönelen ya da karşılık vermede haddi aşan, zulüm ve katılık gösteren zalimleri sevmez.

3- Zulmü kendilerinden defedenler için kınama ve cezalandırma yoiu yoktur. Çünkü onlar zulmü istemediler. Cezalandırma, insanlara zulüm ve düşmanlıkla yönelen, yeryü­zünde haksız yere fesad ve saldırganlık çıkaranlar için geçerlidir. İşte o kimseler bütün kınamaya layıktırlar, acıklı bir azaba müstahaktırlar.

4- Bununla birlikte sabırla, bağışlama ile, göz yumma ile davranmak, her halükârda büyük bir meziyet ve ahlâktır.

İbn Kesir, Taberi, Tabrcsi gibi bazı müfessirler, bu ayetler ya da bazısının tefsirinde onların Ensar ve ahlaklarını övmek için indiğini söylerler. Bazıları ise, bu ayetlerin tü­münün ya da bazısının müslümanlar hicretten sonra Mekke kafirlerinden intikam almak için cihad etmeye başladıkları zaman indiğini söylerler. Bu da ayetlerin Medeni olması­nı gerektiriyor. Fakat biz bunu zikreden bir rivayete rastlamadık. Ayetler önceki ve son­rakiler ile sıkı sıkıya bağlıdır. Üslub ve karakterleri onların baskın olarak Mekki olduk­larını gösterir. Bize göre Mekke'de kafirlerle karşılaşmayı isteyen bazı müslümanların kendilerine yapılan eziyete aynısı ile karşılık verebileceklerine veya sabretmeyi tercih edebileceklerine yönelik bir ruhsat ifade ederler. Ayrıca diğer Mekki ayetlerin açık ve kısmi işaretlerini de içermektedirler. "Sen af (veya kolaylık) yolu benimse, (İslam'a) uy­gun olanı (örfü) emret ve cahillerinden yüz çevir." (A'raf. 199). "Eğer ceza yerecekse-niz, size ceza verilenin misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, an dolsun bu, sabre­denler için daha hayırlıdır." (Nahl, 126). Bu ayetlerin Peygamber hayatında önemli olaylar akabinde inzal olduğu ihtimal dışı değildir.

"Büyük günahlardan ve fevahişten sakınırlar.." ayeti ve diğerleri Mekki dönemde Peygamberdi destekleyen, İslam'ın davetini kabullenen mü'minlerin ilk neslinin tanım­lanmasını amaçlamaktadır. Bu da her ihîaslı müslümanın özelliklerinden, ya da İslam'ın ve onda ihlaslı olmanın sonuçlanndandır. Mekke'de ortaya çıkan bu ilk Kuran neslinin yaşadığı İhlasın, dayanışmanın, meşveretin, boyun eğmemenin, müsamahanın, güzel ahlâkın oluşturulması daha sonrakiler için de zaruridir. Bu asırlar boyu büyütülmeye, övülmeye layık ebedi bir kuraldır. Bununla tanımlanan, onun yolunda yürüyen toplu­mun, her zaman ve her yerde şerefle, izzetle, kuvvetle, durumunu yüceltme ve ıslah et­mekle, güvenle yaşamasıdır. Bu tanımlama, insanların karakteri ile, hakkın ve adaletin esaslarıyla birlikte yürüyor. Fert ve topium olarak müslümanları güzel ahlak ve hayırlı değerlere yöneltiyor. Ayetler, Kur'ani grupların en güzeli sayılmaya değer. [46]

 

Direniş Ve Şûra

 

"Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar" ve "işleri, arala­rında sura iledir" cümleleri genel şekilde övülmeye layıktır. İlki, onların savunmada dayanışma yaptıklarını, düşmanın karşısında şiddetle durduklarını, zulüm ve saldırıya boyun eğmeyi kabullenmediklerini göstermektedir. İkincisi ise, aralarında haddi aşanla­rın, zorbaların olmadığım, hepsinin eşit olduğunu, kimsenin kimseye üstün olmadığım, kimsenin başkasına düşmanca tavır koymadığını içerir. Genel işlerine ortak bir görüşle bakarlar, problemlerini aralarında aldıkları şura kararlarının sonucuna göre çözerler. Bu hal, bugün demokrasi diye adlandırılan tablonun çok ilerisindedir.

Bütün bunların yanında bazı gayretli kimseler, İslam'daki cihad düşüncesinin Medi­ne döneminde var olduğunu, affetme ve müsahama etme prensiblerinin müslüman ol­mayanlar için Mekke döneminde indiğini ve Medine döneminde ihmal edildiğini söyler­ler. Bu, cinayet derecesinde bir yanlıştır. Bu ayetleri dikkatlice düşünenler, Kafinin sû­resi tefsirinde açıkladığımız üzere Medeni ayetlerde cihadı farz kılan esasların aynısını, cihad düşüncesinin çekirdeği olarak bu ilk dönem ayetlerde de görebilirler. Bu prensip­ler de; saldırganla mücadele etmek, zulmü defetmek, İslami davetin hürriyetini sağlama alrriak, misilleme ile karşılık verirken aşırı gitmemektir. Medeni ayetlerin çoğunu dik­katlice inceleyenler, eziyet edici, inatçı ve inkarcı tutumlarından vazgeçenler, Allah'a yönelenler ve tevbe edenler için Mekki ayetlerde de daima kapının açık olduğunu göre­ceklerdir. Medine'de inen Kur'an ayetlerinin çoğu da, affetmeye, müsamaha gösterme­ye, bağışlamaya, sözlerinde durmaya, vaadlerini yerine getirmeye, düşmanlık eden ve etmeyen gayri müslimlerlc adaletle ve ihsanla davranmaya teşvik etmektedir[47].[48]

 

44- Allah kimi sapıklıkta bırakırsa artık onun, Allah'tan sonra bir velisi yoktur. Zalimlerin, azabı gördükleri zaman"(Dünyaya) geri dönmenin[49] bir yolu var mı?" dediklerini görürsün.

45- Yine onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde ateşe sunulurken göz ucuyla gizli gizli bakarlar. İman edenlerde: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, Kıyamet günü hem kendilerini, hem de yakın-akraba (veya yan­daşlarını da hüsrana uğratmışlardır." dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab İçindedirler.

46-  Onların Allah'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir (çıkış) yolu yoktur.

 

Hak ve adalet yolundan sapan zalimler için ayetlerde güçlü korkutmalar taşıyan uyarmalar bulunmaktadır. İnkarcılıkları ve zulümleri nedeniyle Allah'ın gazabım ve aşağılamasını hak etmişlerdir. O'ndan sonra ne bir velileri ne de yardımcıları olmaya­caktır. Allah'ın azabını gördükleri zaman yaptıklarından dolayı pişmanlık duyacaklar­dır. Korkan, pişman olan, tedirgin birinin sorguladığı gibi soracaklar: "Dünyaya geri dönüp yaptıklarını telafi etme imkanı için bir yol var mı?'T Ateşe sürüklendikleri zaman güçleri tükenir, korkudan sinirleri sarsılır. Sanki tehlike ve zorluklarla karşılaştıkları za­man, korkak ve zelil kişinin kirpiklerinin altından zillet ve korku ile baktığı gibi. İşte o zaman mii'minler emin olarak şöyle derler: "Gerçek hüsrana uğrayanlar. Kıyamet günü kendilerini ve ailelerini kurtuluşu olmayan, sonu olmayan daimi bir azabın içine atan kişilerdir. Onları kurtaracak velileri de yoktur. İşte Allah'ın gazabı ve aşağılamasını hak edenlerin sonu budur. Çünkü onlar için selamet ve güvene götürecek ya da çıkaracak ne bir yol ne de bir çıkış vardır".

Ayetler, mü'minler ile kafirlerin halleri ve herbirinin ayrı sonları arasında tercih ve karşılaştırma noktasına değinmektedir. Bu ayetler ile öncekilerin arasındaki ilişki kesin­tisizdir. Tablo gerçekten ürkütücü derecede güçlüdür. Anlaşıldığına göre bu ayetler, gü­nahkâr kafirlerin kalplerinde korkuyu, mü'minlerin kalplerinde ise güveni uyandırmayı amaçlamıştır. Allah'ın saptırdığı kimseleri zalimler ve hüsrana uğrayanlar olarak tanım­lar. Bu insanlar veli ve yardımcılarını kaybetmişlerdir. İbareyi yönlendirme ve açıkla­mamızı destekler deliller mevcuttur. Konuyla ilgili yorumlarımızı önceki ibarelerde ay­nen bulmak mümkündür. [50]

 

47-  Allah'tan geri çevrilmesi'[51] mümkün olmayan bir gün, gelmeden önce, Rabb'inİze icabet edin. Çünkü o gün ne sığınacak bir yeriniz var; ne de (yaptıklarınızı) inkâra[52] bir çare.

48-  Eğer yüz çevirirlerse (üzülme); biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnızca tebliğ etmektir. Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama ellerinin (yapıp öne sürdüğü) İşlerden dolayı başlarına bir kötülük gelirse, insan, hemen nankör olur.

 

İlk ayette, çoğul muhatab sigası ile hitap dinleyicilere yöneltilir. Hak yoldan sapma­larından vazgeçmeleri ve Allah'ın davetine icabet etmeleri için teşvik ederek onlara haykırır. Allah'tan başka hiç kimseye yardımcı ve sığınağın olmayacağı, Allah'tan kaçı­şın bulunmadığı, o geri döndürülemeyecek gün, Kıyamet gelmeden önce bunu yapmala­rını ister. İkincisinde dikkat çekme ve intikal etme yoluyla hitap Peygamber'e yöneltilir. O'nu Allah'ın insanlar üzerine bir bekçi, bir sorumlu yapmadığına, onların kabullenme­si için bir garantörde olmadığına dikkat çekilir. Eğer onlar sapıklıklarında ve haktan yüz çevirmelerine devam ederlerse, ona düşen sadece tebliğ etme ve korkutmadır. Bundan sonra ayet, insan ya da insan nev'i için genel bir şekilde azarlayan bir tamamlama geti­rir. O da, eğer Allah ona bir nimet bağışlarsa haddi aştığım, sevinip böbürlendiğini, zu­lüm ettiğini ve Allah'ı unuttuğunu; günahları ve hataları nedeni ile bir musibet başına gelirse umutsuzluğa düştüğünü ve küfre battığını vurgular. Her iki ayetin, bir öncekile­rini tamamlamak için geldiği görülmekledir.

İlk ayet mutlak bir şekilde dinleyicilere yönelik ise de, ikinci ayetin ruhu ve içeriği, vakit geçmeden, Kıyamet günü pişman olmadan önce büyüklenme ve inkar etme tavır­larına bir son vermeleri için, onlara teşvik yoluyla hitabı kafirlere yönelttiğini ilham et­mektedir. İkinci ayetin içerdiği azarlama durumuna gelince, ilk derecede kastedilenler, inkarcı zalimlerdir. İkinci ayetin içeriğini ve geçen sûrenin son ayetlerinden birinin içer­diğini unutmamak gerekir. Orada da azarlama kafirlere yöneliktir. [53]

 

49-  Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. (O) dilediğini ya­ratır. Dilediğine dişiler bahşeder, dilediğine de erkekler bahşeder.

50-  Yahut onları çift (sınıflara) ayırır[54] Hem dişi, hem er­kek (verir). Dilediğini de kısır yapar. O (herşeyİ) bilendir, (herşeye) gücü yetendir.

 

Her iki ayette de, Allah'ın mülkünün ve kudretinin kapsamlı oluşuna övgü vardır. Göklerde ve yerde olan herşey O'nun mülküdür. İradesinin istediği şekilde herşeyi ya­ratmak elindedir. Bunun altına annelerin hamile kalması ve çocukların nevi de girmek­tedir. Dilediğine sadece dişiler veren, dilediğine sadece erkekler veren O'dur. Dilediği­ne de erkek ve dişiden sınıflarla çocuk edindiren de O'dur. Dilediğini de kısır yapan O'-dur. Bütün bunların hepsi ilminin ve hikmetinin çerçevesinde gerçekleşir. Her şeyi bi­len, herşeye muktedir olan O'dur.

Bu iki ayetin, Önceki siyak ve konu ile alakası olmadığı görülmektedir. Ancak bu ikisi ile 48. ayetin içeriği arasında biraz ilişki bulmak mümkündür. Çünkü o, insanın fıt­ratında nimet anında azmasını, musibet anında ümitsizliğe ve küfre batmasını içermek­tedir. Erkek çocukları seviyor ve iştahları kabanyordu. Kızların doğmasından nefret cdiyolardı. Kadınları dişi doğurduğu zaman onlara kızıyorlardı. Bunu bir musibet olarak telakki ediyorlardı. Bunu değişik ayetler ifade etmektedir. Nahl sûresi 57. ve 59. ayetleri örnek verilebilir. "O sânı yüce Allah'a kızları veriyorlar (melekleri Allah'ın kızları sanı­yorlarsa kendilerine hoşlandıkları (erkek çocuklan) (alıyorlar). Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyfe dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisi­ne verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu ha­karetle tutsun mu, yoksa onu toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar!" Ön­ceki son ayetin zikrettiği şeyler sûrenin nüzulü sırasında olmuştur belki de. Her iki ayet buna bir cevap olarak gelir. Sevinip azanları ya da öfkelenip umutsuzluğa düşenleri kı­nar. Çünkü yaratılma veya doğum olaylarında karşılaşılan durum ve takdirinin sonucun­da Allah kanunlarının sahnelerinden bir sahne olduğunu belirtir. Bu nedenle ümitsizliğe ve azmaya gerek yoktur. İşte böylece iki ayet, bu konularda müslüman ve gayri müslim-lerin eşit olduğunu ima eder; var olan piskolojik durumun tedavisini amaçlar. Telkini devamlı ve uzak boyutlu olan bir tedavi. Çünkü o, görüldüğü gibi devamlı bir öfke ve sevincin durumunu tedavi eder. Her şey, Allah'ın takdiri çerçevesinde, yarattıklarında koyduğu kanunlara göre olmaktadır. İnsanlar içinde müslüman olanlara düşen, Allah'ı zikretmeleri, azmamaları ve Öfkelenmemeleridir; Allah'ın takdirine nza göstermeleridir. [55]

 

51-  Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer İçin olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir eiçi gönderip kendi İzniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

52-  İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik. Sen Kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kulları­mızdan dilediğimizi doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz, sen, doğru yola götürüyorsun.

53- Göklerde ve yerde bulunan herşeyin sahibi Allah'ın yoluna. İyi büinki bütün işler sonunda Allah'a varır.

 

İlk ayette üç sahneye işaret edilmektedir: Allah'ın söz ile beşerle ilişkisi, ya da onla­rın bu konuda onunla ilişkisi. Allah'ın herhangi bir insanla karşılıklı konuşması müm­kün değildir. Allah'ın seçtiği insanların ilişkiye girmesi, onlarında O'nunla ilişkisi an­cak vahiy yoluyladır. Bu vahiy, ya bir perdenin arkasından, ya da O'nun tarafından gön­derilen elçi vasıtasıyla O'nun emir ve izinlerinin istediğini vahyedecek. Durumunda ve künhÜnde eşitlenemeyen, yüce olan O'dur. Hikmetinin gereği istediğini seçer ve istedi­ğini yapar. Hakim olan O'dur.

İkinci ve üçüncü ayetlerde, Allah'ın, Peygamber ile olan ilişkisine işaret edilmekte­dir. Onların ilkinde hitabı O'na yöneltmişti. Allah'ın hikmeti ve sünneti gereği ona em­rinden ve izninden bir ruhu (sözü) vahyetmesidir. Bundan önce Allah'ın kitaplarım ve vahyini, yakini dirayetle O'na imanın keyfiyetini bilmediği gerçeğini vurgulamaktadır. Allah bunu kullarından istediğini hidayete erdiren bir nur yapar. Peygamberin onunla hidayet bulduktan sonra, başkalarının hidayetine sebep olma durumu belirtilir. Göklerde ve yerde bulunan herşeyin sahibi, Allah'ın yoludur bu. [56]

 

Vahyin Mahiyeti

 

"Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyeîmesi (durumu) başka".

Müfessir Beğavi ve onu takip eden Hazin, Medine'deki bazı yahudilerin sorularına binaen bu ayetlerin indirildiğini rivayet ederler. Bu da ayetlerin Medeni olmasını gerek­tiriyor. Oysa bunu ifade eden bir rivayete rastlamadık. Kur'anî üslupta bir soruya cevap verirken önce konusu anlatılır, sonra cevap verilir, ancak bahsedilen ayetlerde bu yok­tur.

Sûrenin sonu olarak gelen bu ayetlerin sûrenin başlangıcı ile bağlantılı olduğu görül­mektedir. Bu başlangıç, Allah'ın ondan önceki peygamberlere vahyettiği gibi Peygam-ber'e de vahyettiği işaretini içermektedir. İndiriliş hikmetinin gereği sûrenin başını sonu ile bağlamaktır. Bu bazı örnekleriyle başka sûrelerde de geçmişti. Eğer söylediğimizin doğruluğunu farzedersek, bu ayetlerin önceki ayetlerden bağımsız bir bölüm gibi algı­lanması tartışılır. Çünkü sûrenin bir defada ya da arka arkaya bağlantılı bölümler halin­de indirildiğine delalet eden Kur'anî sahneler güçlüdür.

Tabiatıyla bu durum ayetlerin içeriğini açıklama İhtimalini ortadan kaldırmıyor. Sû­renin nüzulü sırasında ya da öncesinde kafirlerin ya da Ehli Kitab'ın ya da müslümanlann sordukları somya bir cevap niteliği taşıyor. Peygamber (s)'in Allah ile olan ilişkisini insanlara haber vermesine karşı, insanların hayret edişlerine verilen bir cevaptır. Bu me­sele her insanı hayrete düşürür, onun künhünü bilmeye ya da kalbine su serpmeye yö­neltir. Sûrenin ilk ayetlerinde, Muhammed'den önce peygamberlere Allah'ın dinden şe­riat kıldığını, ona da tavsiye ettiğini zikreder. Allah onlara vahyettiği gibi ona da vahye -der; sûrenin İlk ayetlerinde bu vurgu vardır.

Ayetlerin boyutu üzerine bîr yorum yaparsak; ilki onun vahiy olması, ikincisi perde arkasından olması, üçüncüsü gönderdiği elçinin istediği, izin ve elçi vasıtasıyla vahye-dilmesidir.

"el-Vahy" mânâsının aslı, sürat ya da süratli geçiş ya da ilham ve kalbe atmadır. Bu da ayetteki vahyin zati ve kalbi şuuru demektir. Vahyedilenin nefsine atılan, düşünce ve konular, nefsini aydınlatan ışınlar gibi söz kalıplan içerisinde, Rabbani yüce ilhamı işit­tiren bir duygudur.

Ayette zikredilen ve sahnelerden üçüncüsünü oluşturan "rasul"ün, müfessirlerin cumhuru, "Peygamber' e vahyi getiren melek" olduğunu söylüyorlar. "Feyevhâ İîey-him" deyimini kullanması ona göre, Peygamber'le ilişkiye giren meleğin ilham etmesi­dir. Bu da ruhi ve kalbi bir ilişkidir. Bu Şuara sûresinin 192-194. ayetinde açıkça zikre­dilir: "Muhakkak ki o (Kur'an), alemlerin Rabb'inin indirin esidir. Onu, er-Ruhu'1-Emin (Cebrail) indirdi. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için." Bakara sûresinin 97. ayetin­de meleğin adı açıklanmaktadır: "De ki: 'Allah'ın izniyle Kur'an'ı kendinden öncekileri doğrulayıcı ve inanlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiği için kim Cibril'e düşman olursa".

Birinci sahnenin, üçüncüsünden farkı, Allah vahyinden Peygamber'in kalbine bırak­tığı zaman, zâtından ayrılmayan bir telkini hissetmiyor olmasıdır. Üçüncü sahnede ise belki bunu hissediyor olmasıdır.

Peygamber (s) ikinci sahnesine gelince, de3'imdcn de anlaşılacağı gibi kendisine ilkâ edilen anlaşılan bir sözü, kimin ilka ettiğini bissetmeksizin, Allah katından geldiğini hissedip idrak etmesidir. Bu herhâlükârda kalbi ve batini olmayan dış bir bağlantıdır. Bundan da görüleceği gibi, A'raf, Nemi, Kasas, Taha sûrclcrindeki ayetlerin Musa'yla konuşulan Rabbani sözü, geçen açıklamada belirtildiği üzere haber verir.

Biz bunu zikredilen deyimlere göre açıklamasını yapmaktayız. Bu ilişkinin, hissedi­len bu şuurun gerçeğini anlamak ve idrak etmeye gelince Allah'ın vahyi, konuşması ve ilişki kurmak için seçtiği kimselerin iki Özelliğidir. Başkalarına göre o ikisi, iman edil­mesi farz olan hakikatlerdir. Çünkü onu seçkin kimseler haber vermektedir. Onlar haber verdikleri şeylerde doğrudurlar. Onu Allah'ın emri ve vahyi olarak yorumlarlar. İnsanla­rın anlaşması için geniş kavramlardır! Vahyin mahiyetine gelince, o, Allah'ın ve pey­gamberlerinin sırrı ile bağlantılı bir sırdır. İnsan aklı, onu, değişik deliller olmasına rağmen anlamada aciz kalır. Bunu ancak büyüklenenler inkar ederler.

Bütün bu söylediklerimiz ilk ayetin İşaret edip İçerdiği sahneler ve rütbelerin açıkla­ması noktasında odaklanır. Hz. JVIuhammed(s) ile Rabbani bağlantı sahnesine gelince, onu açıklamada "evhayna" ve "ruhen" kavramlarını kullandı. Müfessirlerin çoğu ikinci kavramın melek Cibril(a) olduğunu zikrederler. Az önce zikrettiğimiz Bakara süresin­deki ayette zikredilen bu meleğin adıdır. Orada Onun (Cibril, Peygamberin) kalbine Kur'an'ı indirmekteydi. Ruh kavramı. Şuara sûresinin ayetlerinde, Peygamber'in kalbi­ne Kur'an'la inen ruh olarak burada da kullanılır. Bu kavram, işaret edilen Peygamberin Allah ile olan iletişim sahnesine özellikle ilham eder. O ilham veren, ima eden, ruhani-yet dolu bir sahnedir. Cibril'in iniş sahnesinin üçüncü sahne de tabir edilen "ya da elçi göndersin" cümlesinin olması mümkündür. Buradaki cümlelerin ilham ettiği ile Bakara ve Şuara süresindeki ayetlerin ilham ettiği arasında gerçekten bir çelişki yoktur. Çünkü kalbe indirme, ayetlerin ruhundaki ilham veren, ima eden, ruhaniyet dolu sahnenin il­ham ettiğini geçmez.

Peygamber'e ilk vahyin nüzulü hakkında Alak sûresinin akışında Aişe (a)'den Bu-hari'nin rivayet ettiği bir hadisi zikretmiştik. Onda vahiy tablolarından bir tablo vardır. Burada, birini Buhari, Tirmizi ve Müslim'in rivayet ettiği, ikinci ve üçüncüsünü Müs­lim'in rivayet ettiği üç hadisi zikredeceğiz. Böylece onda tamamlayıcı başka tablolar bulunmaktadır. Sahih hadislerde işaretler taşıyan, Rabbani vahiy tabloları vardır. Doğru olmasını umut ediyoruz. Aişe (a) şöyle rivayet eder: "Haris bin Hişam Peygamber'e, vahyin nasıl geldiğini sorar. Buyurur ki: Bana bir zil sesi gibi gelir. Bu benim için en zor olanıdır. Benden ayrıldığında söylediklerinin hepsini anlayıp hıfzederim. Bazan de melek bir ademi kılığında gelir. Ve bana vahyi konuşur, söylediklerini anlayıp hıfzedin-ceye kadar". Aişe dedi ki "Çok soğuk bir günde ona vahyin indiğini gördüm. Ondan ay­rıldığı zaman alnından terler boşanırdı." İkinci ve üçüncüsünü Ubadc'den Sâmid rivayet eder. İkincisi şöyle gelir: "Peygamber (s), vahiy indiği zaman, onun için muztarib olur, yüzü sararırdı." Üçüncüsü ise: "Peygambcr(s)'e eğer vahiy inerse başını indirirdi, onun­la birlikte ashabı da başlarını indirirlerdi. Vahiy bitince de başını kaldırırdı."

Bunun yanında ikinci ayet, Peygamber'in Rabbani iletişim olmadan önce gerçekten ne imanı ne de kitabı bilmediğini içerir. Peygamber nübüvvet konularını Allah'ın vahy iletmesinden sonra öğrendiği bildirilir. Mevlit ve Şemail kitablarında zikredilen rivayet­leri Kur'an'in bu kati delilleri geçersiz kılar. Tabii bu, Peygamber'in Allah'ın meleku-tunu ve nimetlerini düşünmediği, Allah'ın hakikati, hanif İbrahim milleti, yürümesi ge­reken dosdoğru dinin yolu hakkında araştırma yapmadığı anlamına gelmez. Kavminin inançlarından, taklitlerinden, şirklerinden gördüğü çirkinliklerden dolayı nefesinin tu­tulmadığını söylemek doğru değildir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a sadece yönelmek, ibadet etmek, iman etmek, O'ndan yardım dilemek, O'ndan başkasını reddetmek gerek­tiğine tek başına varmış olmasını düşünmek de tarihi gerçekliğe aykırı değildir.

Duha sûresinde açıkladığımız üzere Hira mağarasmdaki ruhani itikafi esnasında bunları düşünmüştür. Ruhu orada temizleniyordu. Ta ki, ulvi iletişime hazır bir hale gel­sin, Allah'ın vahyini ve ruhunu karşılasın. Nefsinde, Allah'ın dosdoğru yoiuna insanları hidayet etmek, davet etmek, risaletini taşımak için ilahi nur ile hidayet bulup yakini imanın gerçeğiyle tanışsın.

Bazı müfessirler (Tabresi, Hazin, Bağavi) son ayet, Pcygamber'in İslam ve iman şe­riatlarının ayrıntılarını, namazın şekil ve vakitlerini bilmediğini, ancak tevkifi Rabbani vahye dayalı olarak bunları öğrendiğini belirtir, derler. Dikkat edilirse son ayetteki an­lam, Pcygamber'in yanında genel akü imanın oluştuğunu inkâr etmiyor. Bu da bizim belirttiğimiz şeyleri ortadan kaldırmıyor bilakis onlarla uyum sağladığı görülüyor. [57]

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/321.

[2] Mİnfeykihinne Bir görüşe göre zamir, "semavat" kelimesi­ne râcidir. O zaman, "her gök, gelenin üstünden parçalanacak1' anlamına ge­lir. Diğer görüşe göre, zamir "arz" kelimesine gider. O zaman, "Gökler, ne­redeyse yerin üstünden parçalanacak" anlamına gelir. Birçok müfessir bu cümlenin, 6. ayette de zikredileceği üzere müşriklerin Allah'tan başka veliler edinmesinden dolayı korkutma üslubuyla geldiğini ifade eder. Meryem Sûre­si 88-91. ayetlerdeki apaçık beyanlar da bu kabildendir: "Rahman, çocuk edindi, dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dola­yı, neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp dağılacaktır.

Bu, Rahman'a çocuk isnadında bulunmalarından dolayıdır"

[3] Yetefettarne Parçalanacak.

[4] Hafîzûn aleyhim Onları gözetleyen, kuşatan, fiillerindeki kusurlardan temizleyendir.

[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/323-324.

[6] Ümmü'l-kurâ Mekke'den kinayedir.

[7] Yevmi'l-cem' Kıyamet gününden kinayedir.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/324-325.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/325.

[10] Yezraûkûm Size çoğaltıyor, geliştiriyor ya da sizin için yara­tıyor, yardım ediyor.

[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/326-327.

[12] Sere'a Açıkladı, farz kıldı (kanun) vaz'etti, sınır çizdi.

[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/327-328.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/329.

[15] Lâ Hüccete beynenâ ve beynekûm Bizimle sizin aranızda düşmanlığa ve delilleşmeye imkan olmasın.

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/330.

[17] Bkz. Taberi, Zemahşeri, İbn Kesir, Tabresi, Hazin, Begavi Tefsirleri.

[18] Bkz. Al-i İmran: 112, 113, 199; Nisa, 162; Maide: 83-84; En'am, 114 Ra'd, 36; İsra, 107-108; Kasas 51-52-Ankebut46. ayetlere bkz.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/330-333.

[20] Dâhidatûn Düşen ya da batıl olan.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/333-334.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/334-335.

[23] el-Mizân Adaletten veya kendisiyle hakkı ve batılı tarttığı akıl­dan ya da hak ile batıl arasındaki dengeyi kuran

güçten kinayedir.

[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/335-336.

[25] el-Harsû Burada "sevab, pay veya fayda" anlamındadır.

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/336.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/337-338.

[28] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/338.

[29] Mecmau'z-Zevaid c. VII, s. 102-103

[30] et Tacul-Cami Liusuİi Ahadisir Rasul c. VI, s. 203-204

[31] Bkz. İbn Kesir Tefsirine

[32] Bkz. Zemahşeri, Hazin, Beydavİ, Beğavi Tefsirleri.

[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/341.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/342-343.

[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/343-345.

[37] el-Civârü "Caraye"' kelimesinin çoğuludur. Denizin gemile­rinden kinayedir.

[38] el-E'lâmü Dağlar gibi deniz yüzeyinde yükselen dalgalardan kinayedir. Fırtına.

[39] Revakidün "Rakidetün" kelimesinin çoğuludur. Seyirde dur­ma, durgun hareketsiz.

[40] Yubikühünne Onlan helakeder.

[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/346-347.

[42] Şura Danışma ve müşavere etme anlamında mastardır. Fikir te­atisinde bulunmak, müzakere etmek.

[43] Tentesirûn Düşmanlığa ya da haddi aşmaya dengiyle karşı­lık vermek ve onu savmak.

[44] ez-Zalimin Burada haddi aşanlar tecavüz edenler anlamındadır.

[45] Ma'aleyhim minsehîl Onlar kınanacak ve azarlana­cak değillerdir.

[46] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/348-349.

[47] Bkz. Bakara 108, Nisa 26, 90, 94, 145, 146, Maitie 2, 8, 23, 32, 33, 42, Enfal, 18, 38, 39, 61, 72, Tevbe 4, 7, Mümtahine 8, 9.

[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/

[49] Meraddin Burada geri dönme, dünyaya dönüş anlamındadır.

[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/351.

[51] Meradde Ona cevap verecek ve onu müdafaa edecek yoktur anla­mındadır.

[52] Nekir Burada "yardımcı, çok yardım eden" anlamında. Asıl an­lamı meydana gelen olayları, sözleri inkar eden, itiraz edendir.

[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/352-353.

[54] Yuzcvvicühüm Burada "onları türlendiriyor, çeşit çeşit kılı­yor" anlamındadır. Erkek ve dişiden karışık sınıflar yapıyor.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/353-354.

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/355.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/355-358.