DUHAN SURESİ 2

Sûrenin Tanıtım.. 2

Allah'ın Ardarda İntikamla Korkutması 5

 


DUHAN SURESİ

 

Kurandaki Sırası       : 44

Nüzul Sırası               : 64

Ayet Sayısı                : 59

İndiği Dönem            : Mekke

Sûrenin Tanıtım

 

Sûrede, insanlar için Peygamber'in risaletine, vahyin Kur'an'la İniş gecesine övgü var­dır. Bunun doğruluğunu pekiştirir. İnat ve küfürlerinde İsrar eden kafirleri ise kınar. Onları korkutur. Musa'nın risaletine karşı Firavun ve kavminin tavırlarını hatırlatır. Onların nasıl boğulduğu ve İsrailoğuları'nın kurtulduğu, Allah'ın onlara olan nimetlerinin ilahi daveti ka­bullendikleri için olduğu vurgulanır. Dirilişi inkâr noktasında kafirlerin sözlerini hikaye eder ve sözlerini akılsızlıkla suçlar. Kainatın yaratılışında ve Kıyamei gününün gelişinde Allah'ın hikmeti ve adaletini sağlamlaştırır. Orada kafirlerin, muttakilerin sonunu açıklar.

Sürenin bölümleri bağlantılı ve ayetleri dengelidir Bu da bir defada ya da ardarda in­diğine delalet etmektedir. [1]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1-  Ha, mim.

2- Apaçık Kitab'a andolsun ki,

3-  Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz, uyarı­cıyız.

4- Her hikmetli İşe, o gecede karar verilir[2]:

5-  (Yani) katımızdan (verilen her) emir. Çünkü biz (elçi) göndericiyiz.

6-  Senin Rabb'inin rahmeti gereği olarak (gönderdiğimiz elçilere o gece, vahiylerimizi bildiririz). Doğrusu O, işiten­dir, bilendir.

7- Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir.

8-  O'ndan başka ilah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabb'inİz, önceki atalarınızın da Rabb'idir.

 

Sûre uyarmak ve dikkatleri çekmek için (Ha, Mim) harfleriyle başlar. Sonra apaçık Lilab'a yemin takip eder. Sonra da onun yerine cevap ya da cevap niteliğinde Rabbani iraflar gelir:

1- Allah, Kur'an'ı büyük bir hal taşıyan bir gecede indirdi; emirlerinden muhkem ve yarı içerenleri o gece kararlaştırdı.

2- Kitab'i indirmek istemesi insanları uyarmak ve korkutmak içindir.

3- O, Rasulü'nü büyük risalet görevi için insanlara acıdığı için gönderir. O, işitendir, bilendir. Göklerin ve yerin Rabb'idir. İçindekilerin de Rabb'idir. O'ndan başka ilah yoktur. Dirilten ve öldüren O'dur. Dinleyenlerin Rabbi ve ilk atalarının da Rabb'idir.

4- Eğer dinleyenler yakini olarak ve bilmek isliyorlarsa işte apaçık gerçek budur.

Ayetler, Kur'an'ı Allah'a nisbetini, Rasul'ün asaletinin doğru olduğunu ve onun in­sanlar için rahmet olma noktasını pekiştirmektedir. İşte sûrenin başlangıcı, üslubu ve hedefi, diğer "Havamim"li kardeşlerinin başlangıcı ile uyumlu bir şekilde gelmektedir.

Bundan sonra Şaban ayının ortasının gecesi "Biz onu mübarek bir gecede indirdik" ibaresi hakkında rivayet edilen görüşler değişiktir. Kimi onun Kadir gecesi olduğunu söyler. Bunda delili de Kadir sûreşi'dir. "Kur'an'ı Kadir gecesinde indirdik" ayetine dayanmaktadır. Bakara sûresinin şu ayeti 185. ayeti, "Ramazan ayı ki, onda Kur'an in­dirildi"şeklindedir. Sonra Ubade bin Samit'tcn rivayet edilen hadiste Peygamber(a) şöyle buyurdu: "Ramazan'ın son on gününde Kadir gecesini arayınız." Kimileri de bu gecenin Şaban ayının yarısında olduğuna bazı nebevi hadislere dayanarak söylemekte­dir. Bu konuda şu hadis değerlendirilir: ''Şabanın ortasında bir gecede Allah (c) dünya göğüne iner, her nefise mağfiret eder, ancak kalbinde kin bulunan, Allah'a şirk koşan müstesna {bağışlamaz)". Bu konuda ikinci hadis de şudur: "Şaban ayından Şaban ayma kadar eceller kesilir. Ta ki bir adam nikahlanır ve bir çocuğu doğar bir de adının ölçüler arasında adı çıkar." İbn Abbas'tan rivayet edilen hadiste "Allah Şaban ayının yarısında­ki bir gecede öleceklere hüküm verir. Bununla sorumluluk sahiplerine onu verir" ifade­siyle kastedilen meleklerdir. Kadir gecesinde görülen bunlardır. Hasan Basri'nin rivayet ettiği hadiste şöyledir: "Kulların azıkları ve ecelleri, bütün işleri bu geceden gelecek yı­lın bu geceyi ayıran aynı geceye kadar kararlaştırılır." Bu yaklaşımlarla ilgili olarak Bc-gavi tefsirine bakılabilir. Bazıları ise Kadir gecesinin Ramazan'da olduğunu söylerler. Bu gece, yıldan yıla önemli işlerin ayrıldığı gecedir. Bazıları her iki görüş arasında orta yolu bulmayı başarmışlardır.

Görüşlerin çoğu, Kadir gecesinin Ramazan ayında olduğuna dair görüşün yanında­dır. Bakara sûresinde ve Kadir süresindeki ayet ile bu ayetin bir uyum sağladığını beli-tenler çoğunluktadır. Şaban ayı ortasındaki gece hakkında zikredilen hadislerde, Kur'an'ın bu günde indirildiğine dair açıkça işaret edilmemektedir. Bu durum da bizi onların bununla sevindiklerini söylemeye götürür. İbn Kesir, Şaban ayının ortasındaki gece diyenlerin sözlerini inkâr eder. Böyle diyenler kurtuluştan uzaklaştılar der. Çünkü Kur'ani nass, Kadir gecesinin Ramazan ayında olduğunu destekliyor, Şaban gecesi hak­kında nebevi hadis mürseldir. Bununla sabit bir nassa itiraz edilemez[3].

Bazı müfcssirlcr[4] bu ayetle ilgili cümledeki zamirin Kur'an'ın bütününe döndüğünü tekrar söylüyorlar. Onun (Kur'an'ın) tümünün önce dünya göğüne indiğini, sonra Pey-gamber'e, İbn Abbas'ın rivayet ettiği gibi sûre sûre, ayet ayet indiğini belirtiyorlar. Kalir sûresinin tefsirinde bu ayetteki yorumumuz yeterlidir. Burada yeniden tekrarlamaya. Memeye ihtiyaç yoktur.

Bu gecedeki tanımlamanın, sûrenin 3. ve 4. ayetleıindeki nitelemesinden Ramazan iyinin son günlerindeki Kadir gecesi olduğu tercih edilir. Kadir sûresinin tefsiri akışında Kadir Gecesi1 adlanması ilmi bir adlandırma olduğu da bunu desteklemektedir. Dinle­nenlerin zihinlerinde bu gece dini bir telkini çağrıştırmakladır.

Bütün bunlara rağmen, ecellerin, rızıklann, durumların yıldan yıla Şaban ayının or-asındaki bir gecede, yada Kadir gecesinde takdir edilmesi; Şaban ayının ortasındaki bir ;ecede müslümanların kutlamalarda bulunmaları ve dualar okumaları ile ilgili rivayetler lakkında diyoruz ki, bu hadisler zayıf isnad ile gelmiştir. Allah'ın hikmeti onlarda orta-m çıkmaz. Öyle ise bu durumda dikkatli olmak gerekir. Şaban ayının ortasında gelen ■eceyi kutlamak hakkında ne nebevi sünnetten ve ne de sahabeden sabit bir asıl yoktur. [5]

 

9- Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar.

10- Göğün, açık bir duman (musibet, azab) getireceği gü­nü gözetle.

11- (Duman), insanları kuşatır. Bu, acı bir azaptır.

12-  Rabb'imiz azabı üstümüzden kaldır; çünkü biz (artık) İman edicileriz.

13-  Artık onlar nasıi düşünüp öğüt alacaklar? Oysa kendi­lerine apaçık bir peygamber gelmişti.

i 4-Ondan yüz çevirdiler; "Bu, öğretilmiştir, delidir." dediler.

15- Biz sizden azabı birazcık kaldırırız ama s\v. yine (inkâ­rınıza) dönersiniz.

16- Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün elbette biz in­tikam alacağız.

 

Ayetler sûrenin başlangıcına atıfla gelir; ilk önce kafirleri kınar. Çünkü onlar Al­lah'ın Kitabı'ndan dinledikleri ayetleri şüphe, alay ve oyun konusu olarak algılarlar. İkinci olarak onları, gökten büyük bir duman bulutunun yayılarak havayı doldurduğu günde insanlar kuşatıldıklarını, kafirler ise Allah'ın acıklı bir azabın kendi üzerlerine İneceğini hissederler. Bunu üzerlerinden kaldırmak için O'na yalvarırlar ve iman ettik­lerini ilan ederler. Üçüncü olarak inkâr edenlerin, kabul etmeyenlerin sorgulaması yapı­lır. Eğer bu kendilerine fayda verecekse onlara apaçık ayetlerle Aİlah Rasulü gelmişti. Vakitleri olduğu halde, ondan yüz çevirdiler, onu küçümsediler, ona deliliği nispet etti­ler; O'na başkaları tarafinan öğretilmiştir dediler. Dördüncü olarak sözü onlara yöneltir. Aİlah bu defa onların duasını kabul edecektir, onlardan azabı belli bir süre kaldıracaktır fakat onlar, o kalktıktan sonra eskiden içinde bulundukları inatçılığa ve küfre tekrar dö­neceklerdir. O zaman da, Allah'ın büyük azabı onlara inecek ve onlardan intikam ala­caktır.

"Biz sizden azabı birazcık kaldırırız ama siz yine (inkârınıza) dönersiniz" ayetinin le'vilini hemen yukarıda zikretmiştik. Bazı rivayetlere binaen Cumhuru'l-Müfessİrin'in görüşü de budur. "Muhakkak ki dönersiniz" cümlesinin başka bir tc'vili bize şöyle gö­rünür: O da, "Siz her halükârda büyük azab gününde bize döneceksiniz (yani Kıyamet günü), eğer sizden azabı belli bir müddet kaldırırsak, duanızın kabul edildiğini belirtsek dahi bize Kıyamet günü döneceksiniz".

İbn Mesud'dan rivayet edilen bir hadisin açıklamasıyla "Göğün, açık bir duman ge­tireceği günü gözetle. (O) insanları kuşatır. Bu, acı bir azaptır" ayetlerinin anlamının or­taya çıkarılmasına çalışılmıştır. Oysa ayetler, kafirleri uhrevi azapla korkutma noktasın­dadır. Mahiyeti ise bu ilimden değildir. İnsanın bilmediği bir konuda bilmiyorum deme­si daha ilmi olanıdır.

İbn Mesud'un rivayetine göre, Kureyş İslam'ı kabullenme noktasında yavaşça hare­ket ettikleri zaman Aliah Rasulü'ne bu ağır geldiği ve onlara, Yusuf (a) kıtlığı gibi kıt­lık verilmesi için beddua ettiği rivayet edilir. Buna göre, bitkinlik ve açlık onları sarın­ca, ölü ve kemikleri yediler. Gözlerini gökyüzüne çevirdiklerinde sadece duman ya da onlar ile gök arasında bitkinlikten duman şeklinde bir şey görüyorlardı. Allah Rasulü'ne gelerek ona dediler ki: Mudar (zarar görenler) için Allah'tan yağmur yağdırması için d-ua et. Çünkü onlar helak oldu. Onlara yağmur yağdırması için dua etti ve yağmur yağdı. Refah ve genişliğe kavuşunca eski hallerine geri döndüler. Allah da onlan büyük azapla uyardı. Bu da Bedir savaşında görüldü. Tirmizi, Müslim, Buhari müsncdlerinde sahih hadis gibi varid olan bu rivayetin ravileri meşhurdur. Bunu çoğu müfessirler, bazı deği­şikliklerle zikrederler. Buna örnek olarak Ebu Süfyan Pcygamber(a)'e gelerek şöyleder; "Sila-i Rahmi emretmek için geldiğini söylüyorsun, bak kavmin helak oldu. Onlara dua et."[6]

Bu rivayetin yanında müfessİrler başka bir hadise yer verir. Huzcyfe bin Yeman'm rivayeti şöyledir: "(Kıyamet) alametlerinin ilki şüphesiz şunlardır; Deccal, İsa (a)'nm inmesi, Aden'den çıkacak apaçık, belirgin bir ateşin, insanlan mahşere sevketmesi ve dumandır." Huzeyfe "Duhan" nedir diye ona sorar. Allah Rasulü şu ayeti okur "Göğün, açık bir duman getireceği günü gözetle. (Duman) insanları kuşatır. Bu, acıkiı bir azap­tır." Sonra buyurur: O, doğu ile batı arasım doldurur. Kırk gün kırk gece böyle kalır -yani duman - mü'mine gelince isabet eder. Kafire gelince sarhoş gibi olur." Bu ayetlerin açıklamasında bu hadis İbni Mesud'un tefsirini bozar gibi görünüyor. (Taberi tefsirine bkz.) Taberi bu hadisi zayıf bulur ve İbn Mesud'un tefsirini doğru tercih eder. Tabcrani ise Peygamber'den başka bir hadisi rivayet eder. İsnadının iyi olduğunu söyler: "Rabbi-niz sizi üç defa uyardı: Mü'mini grib gibi alan, kafiri ise şişirerek her yerinden çıkaran bir alma iie gelen Duman, ikincisi Dabbe (yeryüzü hayvanı), üçüncüsü Deccal'dir." Bu, Huzeyfe hadisini destekliyor. Duhan'ın Kıyamet alametlerinden bir alamet olduğunu ifade etmektedir.

Mü'mİnun süresindeki 75-77. ayetler bu konuyla irtib atlandın lir: "Biz onlara acıyıp da başlarındaki sıkıntıyı açsaydık, yine azgınlıklarında bocalamaya devam edeceklerdi. Andolsun biz onları azab ile yakaladık, ama yine Rab'lerine boyun eğmediler. O'na yal-varmıyorlar. Nihayet üzerlerine şiddetli bir azab kapısı açlığımız zaman, derhal onun içinde şaşkın ve umutsuz kalırlar." Nahl sûresinin 112. ayeti de "Allah bir şehri Örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, nzkıda her yerden bol bol gelmekteydi; fa­kat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak ona açlık ve korku elbisesini tattırdı." Müfessir Beğavi bu iki ayetle ilgili İbn Mesud'un ri­vayetlerini aktarır: "Peygamber (s) Kureyş'e beddua etti. Senelerini Yusuf'un kıtlık se­neleri gibi yapmasını Allah'tan istedi. Kuraklık isabet etti ve kıtlık başladı. Ebu Süfyan, Peygambere gelerek şöyİe dedi: Sıla-i Rahim adına yemin olsun, Allah'ın seni alemleri rahmet olarak gönderdiğini iddia etmiyor musun? Evet, dedi. O da: Babaları kılıçla, ço­cuklarını da açlıkla öldürdün. Allah'a dua et de, bizden bu kuraklığı ve kıtlığı kaldırsın. Dua etti ve bu kalktı".

Nahl süresindeki ayetin siyakindaki rivayete göre ise, Allah Kureyş'i kıtlık, açlıkla imtihan ettiği sırada bu ayet inmiştir. "Allah Rasulünün emri ile müslümanlar, Mekkeli Araplara yaptıkları yardımları kestiler. Bitkin düşünce köpekleri, leşleri ve kemikleri yediler. Onlardan biri gökyüzüne baktığı zaman açlıktan duman görür gibi oluyordu. Mekke'nin önderleri Peygamber(s);le konuştular. Ona şöyle dediler: Farzet ki, erkeklere düşmandın. Kadınların ve çocukların suçu ne? O da insanların onlara yemek götürmesi­ne izin verdi". Eğer bu rivayetler doğru ise İbn Mes'ud'un rivayetiylc bazı noktalarda çalışmaktadır. Onun illeti ise, Mekke'den hicret eden Pcygamber'den sonra Kureyş'e mübtela olan musibeti ifade eden içeriktedir. Oysa her iki sûre de Mckki'dir. Ayetlerin Medeni olduğuna dair rivayetler yoktur.

Buraya kadar söylediklerimizin yanında Allah Rasulü'nün bazı sahabelerinden ve Tabiin'dcn konuyla ilgili bazı rivayetler de bulunmaktadır. Büyük yakalama, Kıyamet gününde Allah'ın büyük azabı anlamını taşır. İbn Mesud'un rivayetinde zikredildiği üzere Bedr savaşı'ndaki zafer değildir. (Beğavi, İbn Kesir tefsirlerine bkz.) Tirmizi, Müslim, Buhari'nin İbn Mes'ud'dan isnadlarıyla rivayet etmeleri ve bu rivayet ile ayet­lerin tefsiri noktasında, Cumhuru'l-Müfessirin'in şeyhi tabiri bu tercihin yanında yer al­ması dikkat çekicidir.

Bize gelince bu rivayete karşı tereddüt ve şaşkınlık içindeyiz. Çünkü biz 10. ayetin nassma dikkatlice baktığımızda Duman olayının gerçekleştiğinin sözkonusu olmadığını görüyoruz. Oysa onun yaklaştığı, olma ihtimali belirtiliyor. Ondan sonra gelen ayetler, sonra geleceklerin sonuçlandır. 12. ayet kafirlerin "Biz inanacağız" sözlerini hikaye ediyor. Bunu, duman azabı onlara gerçekleştiği zaman diyeceklerini belirtiyor. İbn Me­sud'un rivayetinde onların Peygambcr'e iman ettiklerini ilan ettikİerini, azabı kaldırma­sı, yağmur yağdırması için Allah'a dua etmesini istedikleri zamanı zikretmiyor. 12. aye­tin içeriği, azabı kaldırma isteği onlardan Allah'a yönelik olduğunu ifade etmektedir. Oysa rivayet, onların Peygambere gelip onlardan azabı kaldırması için dua etmesini is­temelerini zikrediyor. Farklılık özde ve önemîidir. Bu ayetler, Bedir zaferinde olduğu gibi, Kureyş'in Allah tarafından büyük bir yakalanışla yakalandığını ifade etmez. Çün­kü onlar Bcdir'den sonra da müslümanlarla hicret ettikleri mahalde iki defa savaşacak, Uhud savaşında onları sarsacaklardı. Bunun yanında 25. ayetin üslubu, tehdid ve kor­kutmanın daha uzak boyutta ve daha etkili bir konumda olduğunu ilham ediyor. Bundan sonra kesin intikamla korkutmayı ve dünyada kahredici Rabbani bir yakalamanın olma­dığını, ahiret azabının kastedilmesi ihtimalinin daha güçlü olduğunu ilham ediyor.

Durum ne olursa olsun dediğimiz gibi ayetler bir öncekini takip etmek için gelerek, kafirlerin Kur'an'a, Pcygamber'e ve davasına karşı tutumlarını kınar ve kesin bir kor­kutma ile korkutur.

Açıkladığımız gibi ayetler, sonra meydana gelecek duman azabına karşı pişmanlık duyarak, çabucak iman ettiklerini ilan etmeleri, Allah'tan onu kaldırması için taleb et­meleri gibi dünyevi bir korkulmayı ifade etmiyor. Belki Allah onlardan azabı kaldıra­caktır, fakat onlar yine azgınlıklarına geri döneceklerdir. İşte o zaman Allah'ın büyük yakalamasını hak edeceklerdir.

Buna benzer tavırları hikaye eden başka ayetler vardır. Yunus sûresi 22-23. ayetleri bunlardan biridir: "Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler içinde bulunanları hoş bir rüzgarla alıp götürdüğü ve (yolcular) bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden geîen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (bir daha kurulma­yacaklarını) sandıklan zaman, boyun eğmeyi yalnız Allah'a halis kılarak O'na şöyle yalvarmaya başlarlar: Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerdcn olacağız. Ama (Allah) onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey in­sanlar, taşkınlığınız kendi aleyhin izedir. Sadece şu yakın (geçici) hayalın zevkinden iba­rettir. Sonra dönüşünüz bizedir; size bütün yaptıklarınızı haber veririz."

Nah! ve Mü'minun sûrelerinde ki ayetler ile gelen hükümler, belki de. Duban sûresi ayetlerinde Allah'ın onları dünyevi azapla korkutmasını gerçekleştiren bir azab yada on­lar için Rabbani bir bela meydana geldiğini gösterebilir. Nabl sûresi de değinilen ayet-lerdcki bela meydana gelmiştir. NahS sûresinin ayeti tefsirindeki rivayette, açlıktan gök­yüzünü duman gibi görmeleri bunu tasdik eder nitelikte olabilirliği mülahaza edilmeli­dir. Mekki olan Mü'minun süresindeki ayetlerin tefsirinde, hicretten sonra Allah'ın aza­bını ifade eder. Rivayetlerin illetlerinin kullanılması karışıklık yaratabilir. Allah en iyi bilendir. [7]

Allah'ın Ardarda İntikamla Korkutması

 

Arap kafirlerine yöneltilen Allah'ın intikam alma tehdidi bu sûrede ve öncekinde art arda gelmesi dikkat çekicidir. Bu da kafirlerin düşmanlıklarında ve eziyetlerinde şiddet göstermeye başladıklarını ilham ediyor.

Müslüman olmayan bazı araştırmacıların oriaya attıkları sorunlardan birine değine­ceğiz. Onlar bu iki sûrede ve başkalarında Kur'an'ın art arda intikamla korkutmasını ve Allah'ın gazap, intikam sahibi, güçlü, şiddetle cezalandıran, yakalayan, Cebbar, Kahhar, Mütckebbir. Müheymin vs. gibi sıfatlarla tanımlanmasını sorun yaptılar. Müslüman ol­mayan araştırmacılardan Philiph Hitti[8] diyorlar ki: 'İslami akidede, Allah hakkındaki sevgi sıfatları, güç ve celal sıfatları diğerlerinin yanında az kalır". Bu heva ve heves üzerinde bina edilmiş üzücü bir iftiradır. Araştırma ve doğruyu bulma yolunda atılan adımlarla gelmemiştir. Kur'an bu sıfatların yanında Rahman, Rahim, Gafur, Afv, Ke­rim, Vedud, Rezzak, Tevvab, es-Selam, Gaffar, Mucib, Garib, Şekur, Halim, Hamid sı­fatlarım da zikretmiştir. Bilakis bu sıfatların zikredilme sayılan azapla ilgili sıfatların zikredilme sayılarından daha çoklur. Oysa sıfatlar müşrik ve kafirlerin nebevi davete karşı inatçı, düşmanca, bilakis müslümanlara işkenceci tavırlarını hikaye etme maka­mında kullanılmıştır. Bunun yanında Allah'tan zulüm şifalını nefyeden çoğu ayetler vardır. Eğer Allah insanların kazandıklarına karşı onlara azab etmek istese yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Eğer Allah, onların hayırdan çok şerrle azab edilmelerinde ace­le etmelerine, O da acele etse onları hemen canlarını alırdı. O Ğafur'dur, Rahmet sahibidir. Onları yaptıklarına karşı canlarını almak istese onlara azabı indirmeye acele ederdi. Allah onların zulmüne karşı ceza vermek istese yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fa­kat Peygamber'e, hoşnutlukla, selamla, sabırla, müsamaha ile, ihsan ile, yüz çevirmey­le, güzel terketmeyle, güzel sabırla vs. muamele etmesini emretti. Değişik üsluplarla tevbe etmeye, Allah'a yönelmeye çağırdı. Allah'ın rahmetinden umut kesmemelerini is­tedi. Günahı ne kadar büyükte olsa tevbe kapısını sonuna kadar açık bıraktı. Her kafir, her mü- afik ne kadar cürüm etse, ne kadar kötülük işlese dahi nefislerini ıslah etmeleri­ni, yeni bir hayata başlamalarını, Allah'ın affından, rahmetinden, mağfiretinden, müsa-hamasından faydalanmalarım istedi. Bunu içeren ayetler örnek veremeyecek kadar çok­tur.

"Dediler ki, kendisine Öğretilmiş ya da cinlenmiştir" ifadesi, kafirlerin Peygam­ber^) hakkında söyledikleri sözdür. "Kendisine öğretilmiş" ten kastedilen, Furkan sûre­si ayetinde zikredilen, Kur'an ayetlerini yazmada başka bir kavmin ona yardım ettiğini söylemelerine işarettir. İnkâr edenler: "Bu, yalandan başka bîr şey değildir. (Muham-med) onu uydurdu, başka bir topluluk da kendisine yardım etti" dediler ve kesin bir haksızlığa ve iftiraya başvurdular. (4. ayet) Ona Arap olmayan bir şahıs öğretiyoımuş. Nahl sûresi 103. ayeti bunu anlatıyor. "Biz onların, 'O'na bir İnsan öğretiyor' dedikle­rini biliyoruz. Hak' tan saparak kendisine yöneldikleri adamın dili Arapça değildir, bu ise apaçık Arabça bir dildir."

Furkan sûresi tefsirinin akışında bunu yeteri derecede açıkladık. "Mecnun" kelime­sine gelince, kafirler Peygamber(s) hakkında defalarca tekrarladılar. Bunun örneğini Kalem, A'raf, Sebe', Kamer, Saffat, Tekvir sûrelerinde bulabiliriz. Bu konuyu özellikle de Kamer sûresinde yeterince açıkladık.

Herhâlükârda her iki kavramda, kafirlerin Peygamber hakkında zannianna, inkâr ne­denlerini ve davasına karşı sağır olmalarına delildir. Bu nedenle ayetler onun geldiği gi­bi, korkutucu ve kinayıcı bir üsluptadır. [9]

 

17- Andoİ5un, onlardan önce Fir'avun toplumunu da (im­kanlar vererek) imtihan ettik'[10]. Onlara değerli bir peygam­ber geldi, (şöyle dedi):

18- "Ey Allah'ın kulları, davetimi kabu) edin'[11]: Çünkü ben size (Allah'ın gönderdiği) güvenilir bir eiçiyîm.

19-  Allah'a karşı büyüklenmeyin; hiç şüphesiz ben size apaçık, isbatlı bir delil getirmekteyim.

20-  Ve doğrusu ben, sizin beni taşa tutmanızdan benim de Rabbİm, sizin de Rabbİniz olan (Allah)'a sığındım.

21-  "Eğer bana iman etmiyorsanız bari ben(im yolum)'dan çekilin"'[12]'.

22- Sonra (Musa): "Gerçekten bunlar, suç ve günah işleyen bir kavimdir" diye Rabbine dua etti.

23-  (Allah da): "Öyleyse, kullarımı geceleyin harekete ge­çir, mutlaka takip edileceksiniz" (diye).

24-  Denizi durgun[13]' ve açık bırak. Çünkü onlar, (suda) boğulacak bir ordudur.

25- Onlar geride nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar.

26- (Nice) Ekinler, güzel makamlar!

27- Ve zevku sefa sürdükleri nice nimetlerle dolu hayat'[14]'.

28-  İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik.

29- Oniar için ne gök, ne yer ağladı ve onlar (azabı) ertele­nenler de olmadı.

30-  Andolsun, biz İsrailoğullarını o alçaltıa azabtan kur­tardık;

31- Firavun'dan. Çünkü o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi.

32-  Andolsun, biz onları bir basiret üzere alemİere karşı üstün kıldık[15]'.

33-  Ve onlara, her birinde açık birer imtihan'[16]' bulunan ayetler verdik.

 

Ayetlerde, Musa(a) risalelinin Fir'avun'a ve Kavmin'e olan mesajlara ve akıbetleri­ne, apaçık cümlelerine işaret vardır. Kur'an'ın üslubu gereği kafirlerin akıbetiyle ilgili hüküm, onları kınama ve korkutmadan sonra gelir. Bu bölüm, kıssada zikredilenleri iyi­ce tetkik etmekle birlikte uyumlu bir güzelliğe ve işaret üslubuna önem verir. Bu da, Kur'ani hikmetin gereği Kur'an kıssalarının yöntemlerinden di r. Güçlü ve etkili üslubu, içeriği kafirleri korkutmayı, Peygamber ve müminlere güven vermeyi hedeflediğini il­ham eder. Firavun ve kavmini Allah helak etti. Onlardan daha çok güçlü idiler. Onlara fırsat vermedi. Ne gök, ne de yer onlar için ağladı. Onlardan sahip oldukları bahçelerin, ekinlerin, pınarların hepsini ve şımarık, bollukla dolu yaşadıkları bir hayatı ellerinden aldı.

Bütün bunlara, başkalarını mirasçı kıldı. îsraİloğullan'ni; müstekbir olan, aşırı gi­den, şiddet sahibi Firavun'un azabından kurtardı. Sonra onları alemlerin en hayırlısı yaparken durumlarını biliyordu ve bu seçilmenin getireceği imtihanı da. Ayetlerden ibret alınacak nokla şudur: Allah, Firavun ve kavmine, İsrailoğullarrndan daha güçlü, daha büyük olmalarına rağmen onlara bunu yapmıştı, öyleyse Arap kafirlerine de bunu yap­maya muktedir olmalıydı. Mü'minleri İse onların arkalarında bıraktıklarına mirasçı kı­lıp, onlara lütfetti; Bütün zenginlikleri, refah bir yaşamın vesilelerini onlara bıraktı. Ör­nek rolünü oynadıkları İçin alemler için seçti onları. İşte İsrailoğullarf na Allah'ın lutfu böyle idi.

"Andolsun, biz onları bir basiret üzere âlemlere karşı üstün kıldık" cümlesindeki "âlemler" kelimesinin, her zamanda bulunacak yeryüzü halkı olmadığını ve o dönemde yaşayan halk olduğunu belirtiyorlar. Makul olan da budur. Çünkü Allah, mü'min Arap­ları ve bütün mü'minleri, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet kıldığını Al-i İmran 110. ayetinde belirtmektedir. "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. Ma'rufu emreden, mün'keri ınen'edersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kilab ehli, inan­mış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inanlar da var, ama çokları fasık-lardır". Bu ayet en hayırlı olmayı, Allah'a imanla, ma'rufu emretmek ve münkeri neh-yetmckle yorumluyor. Buna kıyas ederek İsrailoğu 11 arının o zamanda ki halklardan en hayırlı olmalarının nedeni, Musa(a)'nın davasını kabul etmeleri, sadece Allah'a iman et­meleri ve şeriatlarına bağlanmalarıdır. Allah'a ibadet etmekten sapıp buzağıya taptıkla­rı, Allah'ın şeriatlerindcn saptıkları, fevahişi ve büyük günahları İşledikleri, Allah'ın ki­taplarını tahrif ve sözünü yerinden değiştirdikleri, Allah'a yalan ve iftiralar attıkları, Musa hayatta iken ve sonra Allah'ta olmayan sıfatlan ona nispet ettikleri zaman onların (Beni İsrail) üzerinde en hayırlı olma sıfatı kalkıyor. Çünkü bunun böyle devam etmesi, ne Allah'ın hikmetine ve ne de Kur'ani telkinin ruhuna uymaz. Bu durumu, onlar aley­hine değişik "Ahdil-Kadim kitapları"[17] ve Kur'anKcrim'in çoğu ayetleri kaydetmişler­dir[18].

"Onlar için ne gök ne yer ağlamadı" cümlesinin, onları pişman etmek ve azarlamak için mübalağa, misal ve mecaz kabilinden geldiği görülmekledir. Keşşaf tefsirinde Zc-mahşeri şöyle dedi: Onların güçlü ve bolluk içinde olmalarına rağmen Allah durumları­nı hakir gördü ve alçalllı.

Müfessirlerin zikrettikleri hadisler bize garib geliyor. Çünkü ayet, gök ve yerin ger­çekten ağladığını, tabiyatıyla ölen mü'minlcre ağladığını açıklama noktasındadır. Bun­dan hareketle[19] Enes bin Malik'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyu­rur: "Hiç bir kul yoktur ki, gökte onun için iki kapısı bulunmasın. Bir kapıdan rızkı çıkar, bir kapıdan da ameli ve Sözleri girer. Eğer vefat ederse o ikisi onu kaybettiklerini anlayınca onun için ağlarlar'. Ve bu ayeti okur: "Onlar için ne gök ne yer ağladı'7. Yani onlara ağlanacak salih amelleri yeryüzünde yapmadıkları için. Söz ve amellerinden gü­zel amellerin göğe çıkmadığını zikreder. Böylece onları kaybedince, onlara ağlamadılar da". İbn Ubeyd el-Hasarı'dan rivayet ediicn bir hadisle der ki: "AHdh R'asulü şöyle' bu­yurur: 'Şüphesiz İslam garip başladı ve başladığı gibi de garip dönecektir. Dikkat edin mü'min için gurbet yoktur. Gurbette ölen her mü'minin arkasından ağlayanları olma­yınca gök ve yer onun için ağlar'. Sonra şu ayeti okur: "'Onlar için ne gök ne yer ağla­dı'". Sonra o ikisinin kafir için ağlamadığını söyledi." Ubbad bin Abdilîah'tan rivayet edilen bir hadiste, bir adam AH bin Ebi Taiib'e yer ve gök hiç kimseye ağlar mı? diye sorunca o da bu hadisi söyler: "Hiçbir kul yoktur ki onun için yeryüzünde bir mescidi, gökte de amelinin çıkacağı yeri olmasın. Firavun ailesinin yeryüzünde salih amelleri al­madığı gibi, göğe çıkacak amelleri de yoktu. Sonra bu ayeti okudu. ''Onlar için ne gök ne yer ağlamadı ve onlar (azabı) ertelenenler de olmadı''. İbn Abbas'tan bir soruya ce­vap olarak gelen hadiste ise "Hayret mi ediyorsun? Yeryüzüne ne öiuybrdâ secde ve ru-kularıyla onu imar eden bir kula ağlamıyor. Gökyüzüne ne oluyor da, arının vızıltısı gi­bi onda yankı yapan teşbihlerini, tekbirlerini yayan bir kula ağlamıyor?" Mücahid'in ri­vayet ettiği bir hadiste "Bir mü'min ölürse yer ve gök onun için kırk sabah ağlar.''

İbrahim'den rivayet edilen hadis de şudur; "Dünya okluğundan beri gökyüzü, iki adamın: Yahya bin Zekcriya ve Hüseyin bin Ali'nin öldürüldükleri zaman dışında ağla­madı" denilmektedir. '"Oradan biri şöyle sordu; Gök ve yer mü'min bir kimseye ağlamı­yor mu? dedi ki: "Ameli çıktığı zaman işte makamı budur. Sonra ona dedi ki: Gökyüzü­nün ağlamasının ne oluğunu biliyor musun/ Hayır, dedi. Yağ gibi gülîeşcn kızıhmsı bir renk almasıdır dedi. Yozid bin Ebi Ziyad dedi ki: "Hüseyin bin Ali öldürülüğü zaman göğün ufukları dört ay boyunca kızıllaştı. Kızıllığı ise ağlamasıdır." Hüseyin öldürül­mesiyle ilgili İbn Kesir'in ifade etliği şu sözü de zikrettiler: "O gün her kaldırılan taşın altı kanlanmışiı. Güneş tutulmuştu. Ufuk kızülaşmışti. Taşlar düşmüştü."

İbn Kesir, rivayet edilen bu rivayetler hakkında Hüseyin ile ilgili şu yorumu getire­rek diyor ki: "Bütün bunlarda şüphe vardır. Görünen o ki bunlar Şia'nın çirkinlikleri­dir. Yalanlarıdır. Bu durumu büyük göstermek için bunu yapıyorlardı. Şüphesiz bu du­rum büyüktür. Fakat bu haya! ürünleri ve yalanlan gerçekten olmadı. Hüseyin'in ölü­münden daha büyük şeyler oidu. Zikrettiklerinden hiçbiri olmadı. Ondan icma ile kat kat üstün babası öldürüldü, Osman bin Affan kuşatılmış, mazlum biri olarak öldürüldü, Ömer bin Hattab, mihrapta öldürüldü ama zikredilen bu şeylerin hiç biri olmadı. İşle insanlığın efendisi Allah Rasulü vefat ettiği zaman zikrettikleri şeylerin hiçbiri olmadı. Peygamberimizin oğlu İbrahim öldüğü gün güneş tutulmuştur. İnsanlar İbrahim için tutuldu dediler. Allah Rasulü cenaze namazını kıldırdı ve onlara şöyle konuştu: Ay ve Güneş hiç kimsenin ölümü ya da yaşaması için tutulmaz. Bunu açıkladı onlara".

İşte gerçek budur. Hüseyin'in öldürülmesi için uydurduklarını ispat etmek için sün­netle asîmin olduğunu belirtmek için Şia'nın ilk hadislerde parmağı olacağından şüphe ediyoruz. Allah en iyisini bilir.

Bu sûredeki "Biz onları başka bir topluma miras verdik" cürniesi ile Şuara sûresin­de "Biz onları Israiloğulları'na miras verdik" cümlesi arasında bir çelişki görülebilir. Bazıları, İsrailoğullan'nın Mısır'dan çıktıklarını ve Firavun ve kavminden miras alma­dıklarını karıştırabilir. Fakat burada herhangi bir çelişki ve sorun yoktur. Buradaki ayet­ler, İsraüoğullarının mirasçüığını inkâr etmiyor. Bazı ayetler îsrailoğullanmn Mısırlıla­rın mücevheratını aldıklarını zikrediyor. Örneğin Taha sûresi 87. ayeti "Dediler ki: 'Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik, biz onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı". Bu, Mısırlıların mallarına miras konduklarını içeriyor. Filistin ve Ürdün'ün doğu­su Mısırlıların hakimiyeti çerçevesinde idi. İsrailoğullan'nın oraları istila ettikleri de ek­lenebilir. Araf sûresinin 137. ayeti bunu miras olarak zikreder: "Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp zayıf bırakılanları mirasçı kıldık. Rabbinİn İsrailoğullarına olan güzel vaadi, sabretmeleri dolayısıyla yerine geldi. Fira­vun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükseliiklerini (köşk ve saraylarım) da yerle bir ettik."

Kur'an nasslarının uyumluluğu noktasında inancımızla birlikte diyoruz ki, bu ve benzeri noktaları değiştirmemek gerekir. Çünkü bu ve benzeri ayetlerdeki temel hedef, Kur'an'da değişik münasebetlerde, değişik cümle ve üslublarla tekrarlanan bir hatırlat­ma ve nasihattir. [20]

 

34- Şunlar da diyorlar ki:

35-  lik ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltile­cek'[21] değiliz.

36- Eğer doğru söylüyorsanız, babalarımızı geri getirin.

37- Onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi ve onlardan önçekiler mi? Cürüm (suç) İşledikleri için biz onların hepsini helak ettik.

38-  Bİz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlen-mek için yaratmadık.

39- Onları sadece gerçek bir sebeple (hikmetli bir gaye ile) yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.

 

Ayetler, kafirlerin dirilişi inkâr etmelerini "Biz ebedi bir ölümle öleceğiz ve ondan sonra dirilmeyeceğiz" sözlerini hikaye eder. Onları dirilişle uyaran Peygamber'e mey­dana okuyarak babalarını getirmesini veya uyarmasında doğru ise onları diriltmesini is­terler. Onlara isteklerini reddeden bir soru ile cevap verir. Onlar, Allah'ın helak ettiği Tubba kavmi ve ondan önceki kavimlerden daha mı güçlü, daha mı hayırlıdırlar? Çün­kü onlar da inkâr ve küfr cephesinde durmuşlardı. Allah gökleri ve yeri, içindekilerini oyun ve eğlence için yaratmadığına dikkat çeker. Oysa bununla bir hak ve hikmeti ger­çekleştirmek ister. Fakat bu gerçeği dinleyenlerin çoğu anlamazlar.

Ayetlerin, kafirlerin sözlerini, tavırlarını, onları korkutmayı ve kınamayı hikaye ederken başlangıca dönüş yaptığı açıktır. Kafirler ile Peygamber (s) arasında tartışma ve inatçılık tablolarından bir tablo bulunmaktadır. O ve bu durum siyakın devamıdır.

Kafirler hakkında söylenenler arasında ilk defa "Eğer doğru söylüyorsanız, babaları­mızı geri getirin" ayetinde görüldüğü gibi, onların meydan okumaiarıyla karşılaşıyoruz. Geçen sûrelerdeki değişik ayetler onların ve babalarının öldükten, paramparça olarak ke­mik ve toza dönüşmelerinden sonra dirileceklerini inkar ettiklerini bildirmekteydi. Kur'an da Allah'ın onları ikinci defa dirilteceğine ve kudretli olduğuna dair deliller getirerek ce­vap vermekteydi. Bu deliller, gözleriyle şahit oldukları evrendeki, Allah'ın kudretine, aza­metine ve melekutuna tanıktır. Onları yoktan varedenin onları tekrar yaratmaya kadir ol­duğuna dikkat çeker. Onlara ölü toprağı yağmurla nasıl dirilttiğini örnek verir. Şimdide gelmiş Peygamber'e (s) dünyada babalarını diriltmesi için ve onları görüp konuşmaları için deliller isteyerek meydan okuyorlar. Kur'an ise hikmeti gereği, Mekke kafirlerinin kendilerinden öncekilerin kıssalarını bildiklerini. Tubba' kavminden örnekler vererek suç­luların helak edildiğini hatırlatarak cevap verir. Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Ön­ceki suçlulara, helak ve azab indiren elbetteki onlara da muktedirdir. Allah'ın yerleri ve gökleri oyun ve eğience için yarattığı düşünülemez. Bunun bir hikmeti olması gerekir. O da, insanları dirilterek amellerini hesaba çekmek, başarılarını mükafatlandım!aktır.

Rabbani cevap, Allah'ın iradesine uygun bir şekildeki üslubla gelir. Müddesir sûresinin tefsiri içinde açıkladığımız üzere, Kur'an, Allah Rasulü'nün risalelinin doğruluğu­na deli! olacak mucizeler getirmesini Peygamber'den isleyen kafirlerin meydan okuyuş­larına meydan okumakla cevap vermedi. Çünkü babalarını yeniden canlandırma isteği meydan okuma üslubunda istedikleri mucizedir. Fakat Ailah (c) kudreti çerçevesine gir­mesine rağmen, onlara cevap vermeye gerek duymadı. Çünkü onların tekrarlanan mey­dan okuma tavırlarında tulumları aynıdır. [22]

 

40-  Hüküm günü, hepsinin varacağı bir gündür.

41- O gün dost, dostundan bir şey savamaz. Ve onlara yar­dım da edilemez.

42- Ancak Allah'ın âCidiğı kimseler (kurtulur). Şüphesiz O, üstündür, esirgeyendir.

 

Ayetler bir öncekilerini destekleyici, tamamlayıcı ınahiyeücdir. Uhrevi hüküm ve hesap günü ilk ve son olarak büüin insanların toplanacağı gündür. Orada bir dost, bir dostuna, bir müttefik, bir müuefiğine yardım edemeyecektir. Onun şerrinden ve korkunç tablosundan sadece rahim biati, güçîü olan. yardımcı olan Allah'ın rahmet ettiği kişiler kurtulacaktır. Her ne şartta olursa oisun güç, rahmet, yardım istendiğinde O verir.

Bu ayetlerin, babalarım geri getirmeleri için Peygambere meydan okuyanlara karşı başka bir cevap olduğu açıktır. İstisna da ise, dünya da salih amel işleyenlere, iman edenlere, Allah'ın rahmetinin kavuştuğunu belirterek güven verir. Amaçladığı tek şey kafirleri korkutmak ve onları vazgeçirmeye çalışmak ve müminlere güven vermektir. [23]

 

43- Zakkum ağacı?[24]

44- Günahkârların yemeğidir.

45- İnce katran[25]' gibi karınlarında kaynar.

46- Sıcak suyun kaynaması gibi

47-  (Allah zebanilere emreder): "Tutun onu, cehennemin ortasına şiddetle sürükleyin."[26]'

48- "Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün."

49-  (AzabıJ tad; çünkü sen, (kendince) oldukça üstün, ol­dukça onurluydun.

50-  "Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapılmakta olduğunuz sevdir."

51-  Muttakilere gelince; muhakkak onlar, güvenli bir ma­kamdadırlar.

52- Cennetlerde ve pınarlarda,

53-  Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan[27] (elbiseler) gi­yinirler, karşılıklı olarak (otururlar).

54- İşte böyle; ve biz onları simsiyah İri gözlü hurilerle ev-lendirmişizdir.

55-  Orada, güvenlik içinde her türlü meyveyi istemekte­dirler.

56-  Orada, İlk Ölümün dışında başka Ölüm tatmazlar. Ve (Aflah da) onları cehennem azabından korumuştur.

57-  Senin Rabbinden bir fazilet ve (lütuf) olarak. İşte bü­yük mutluluk ve kurtuluş budur.

 

1- Günahkâr kafirin yemeği, ince katranın tadına benzeyen kötü bir taddaki zakkum ağacı olacaktır. Ateşin üstünde kaynayan su gibi karınlarda kaynayacaktır.

2-  Allah (c) azabla görevli meleklere onu almasını ve sevk etmesini, sürüklemesini, ateşin ortasına atmasını; başından aşağı çok sıcak su dökmesini emredecektir. Melekler ona Ey Aziz ve Kerim olan, işte makamın. Sen ki, kendin için izzet ve şeref iddia edi­yordun. Gururunun ve küfrünün mcyvasmı tad. İşte şüphe ettiğin ve dönüp dolaştığın şey gerçekleşti.

3- MuttakİIere gelince, onlar pınarlarda ve cennetlerde ipek elbiseler giyerek, tahtla­ra yaslanarak, süslenerek karşılanırlar. Mutmain ve güvenilir makamlarda bulunurlar. Her türlü meyvadan yerler, gözleri iri iri olan hurilerle evlenirler. Allah onları iki defa Ölmekten korumuştur, onları ateşin azabından himaye etmiştir, Onlar için ebediliği yaz­mıştır. Bütün bunlar Allah'ın lütfü ve rahmetidir. İşte büyük kurtuluş budur. Bu sonun­cusu, her iki grup için tanımlanması çok güçtür. Öyle ki, kafirlere korku verecek ve mü­minlerde ise gıbta ve güven diriltecektir. Görünen odur ki, ayetlerin hedefi budur. [28]

 

58-  Biz o Kur'an'ı senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.

59-  Öyleyse, sen gözleyip-bekle'[29]'; gerçekten onlar da gözleyip- bekîemekte olanlardır.

 

Her iki ayet kâfir ve müminlerin sonlarını tanımlamak için tamamlayıcı olarak gelir, Sûrede delilli tartışma konumları üzerinde son sözü ifade eder. Her ikisindeki hitap Peygamber'e yöneliktir. Allah subhanehu, Kur'an'ı Peygamber'in diliyle indirdi ki, kendi dilleri olan dinlcyeciler nasihat alsınlar. Eğer nasihat almadılarsa Peygamber de bekle­sin, onunla birükte kafirler de; Allah'ın emirlerini ve hükümlerini beklesinler. O, şüphe­siz gerçekleşecektir.

Bu kafirler için bir korkutma Peygamber için bir güvendir. Böylece ümit, güven, kuvvet ve mehil verme halini hedeflenir. [30]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/397.

[2] Yüfrakü Hükmolunur. Kararlaştırır, kesinlesin

[3] Bkz. Beğavi, Hazin Tefsiri.

[4] Bkz. Beğavi, Hazin Tefsiri.

[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/398-400.

[6] Bkz. Taberi, İbn Kesir, Beğavi, Hazin, Zemahşeri, Tabersi Tefsirleri.

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/401-404.

[8] Bkz- Arapların Tarihi c. 1, s. 177, 2. Baskı; Tabira'nın ''İslamin Ruhu", s. 82-84

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/404-405.

[10] Pelennâ İmtihan ettik. Denedik.

[11] Eddû ileyye Bana geliniz ve davetimi kabul ediniz.

[12] Fe'tezilûn Yolumdan ya da davetimden ve işimden uzaklasın.

[13] Rahvan Sakin, hareketsiz olarak.

[14] Ni'metûn Fayda ve nimet veren hayat.

[15] İhternâhüm alâ ilmin Durumlarım büerek ve bir basi­ret üzere onları seçtik. Zemahşeri şöyle demiştir: "Onları bir ilim üzere seç­tik. Şöyle ki, denenmelerinden ve imtihan edilmelerinden dolayı sapıyorlar­dı"

[16] fihi belâün mubîn Onda çok şiddetli deneme ve imtihan vardır.

[17] Ahdi! Kadim kitaplarını bulmak mümkündür. Musa (a)'dan sonra tedvin edilen şu kitaplara isteyen başvu­rabilir: Yuşa, el-Cudat, el-Mukuk, Ahbarul-Yevm. Eşiya, Ermiya, Hazbiyal. Danyel, Huşea, Yuvii! Amus, Abidya. Miha, Habkak, Sanfiya, Mulahi.

[18] Bakara süresi ayet (51-69, 75-96, 100-105), Âi-i İmran sûresi ayet (69-78, 98-100, 110-112), Nisa sûresi ayet {43-54, 152-161), Maide sûresi ayet (11-13)

[19] ibn Kesir, Taberi, Beğavi, Hazin, Tabersi tefsirlerine .

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/407-410.

[21] Mûnşerîn en-nüşür'den gelir. Ölümden sonra diriliştir,

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/411-412.

[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/412.

[24] Şeceratü'z-zakkûm Tanımı önceden geçti.

[25] el-Muhlü Erimiş maden, ince katran. Maden tortusu.

[26] Fa'ülûhü Azarlanmış olarak onu taşıyın ve sevkedin.

[27] es-Sündüsü ve'l-istebraki İpekten iki çeşittir. Bu iki kelime, mu'rab olarak kullanılan A'cemİ (yabancı) kelimelerdir. Kur'an'ın nüzulundan önce Araplar kullanıyorlardı.

[28] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/414.

[29] Irtekib Sabret ya da bekle.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/414-415.