MUHAMMED SURESİ 3

Surenin İsmi: 3

Önceki Sure ile İlişkisi: 3

Surenin Muhtevası: 3

Surenin Fazileti: 3

Kafirlerle Müminler Arasındaki Farkın Beyanı: 4

Belagat: 4

Kelime ve İbareler: 4

Nüzul Sebebi: 4

Açıklaması 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 5

Savaş, Esirler, Allah Yolunda Öldürülenlerin Hükümleri Ve İslam'ın Zaferi: 6

Belagat: 6

Kelime ve İbareler: 6

Nüzul Sebebi: 6

Ayetler Arası İlişki: 7

Açıklaması: 7

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 8

Geçmiş Ümmetlerin İzlerine Bakmak, Müminlerin Ve Kâfirlerin Hallerini Düşünmek: 10

Belagat: 11

Kelime ve İbareler: 11

Nüzul Sebebi: 11

Ayetler Arası İlişki: 11

Açıklaması: 11

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 12

Cennet Nimetinin Ve Cehennem Azabının Tasviri: 13

Belagat: 13

Kelime ve İbareler: 13

Ayetler Arası İlişki: 13

Açıklaması: 13

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 15

İnanç Ayetlerini Duyduklarında Münafıkların Ve Doğruyu Bulanların Hali: 15

Belagat: 15

Kelime ve İbareler: 15

Nüzul Sebebi: 16

Ayetler Arası İlişki: 16

Açıklaması: 16

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 17

Amelle İlgili Ayetler Nazil Olduğunda Münafıkların Ve Müminlerin Durumu: 18

Belagat: 18

Kelime ve İbareler: 18

Ayetler Arası İlişki: 19

Açıklaması: 19

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 20

Dinden Döndükten Sonra, Ruhları Kabzedilirken Ve Cihadın Hikmeti Hatırlatıldağında Münafıkların Hali: 21

Belagat: 21

Kelime ve İbareler: 21

Ayetler Arası İlişki: 22

Açıklaması: 22

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 24

Bazı Ehl-i Kitap Kafirleriyle Bazı Müminlerin Dünya Ve Ahiretteki Halleri: 24

Kelime ve İbareler: 25

Nüzul Sebebi: 25

Ayetler Arası İlişki: 25

Açıklaması: 25

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 26

Cihada Teşvikin Gönüllerden Dünya Sevgisini Çıkarmak İle Teyit Edilmesi: 27

Belagat: 27

Kelime ve İbareler: 27

Ayetler Arası İlişki: 28

Açıklaması: 28

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 29


MUHAMMED SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu surede Kur'an'ın Muhammed'e indirildiği beyan edildiği için sure, "Muhammed Suresi" diye adlandırılmıştır: "Muhammed'e indirilene ina­nanlar." (2. ayet). Kur'an-ı Kerim'de Muhammed ismi dört kez zikredilmiş­tir:

1- Al-i İmran suresi 144. ayet: "Muhammed ancak bir peygamberdir."

2- Ahzab suresi 40. ayet: "Muhammed hiç kimsenin babası değildir."

3- Muhammed suresi 2. ayet: "Muhammed'e indirilene inananların..."

4- Fetih suresi 29. ayet: "Muhammed Allah'ın rasulüdür."

Bunların dışında peygamberimiz, "Rasul" veya "Nebi" sıfatıyla zikre­dilmiştir.

Savaş esnasında ve savaş sonrasında surede kâfirlerle yapılan harp hükümleri beyan edildiği için sureye "kıtal suresi" de denilmiştir: "(Savaş­ta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun!" (4. ayet) [1]

 

Önceki Sure ile İlişkisi:

 

Bu surenin baş tarafı (İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanla­rın işlerini Allah boşa çıkarmıştır.) ile Ahkâf suresinin son tarafı (Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helak edilir mi hiç?) çok kuvvetli bir şekilde irtibatlıdır. Hatta bu iki sure arasındaki Besmele düşürülmüş olsa, bir ayetmiş gibi, hiç farkedilmeden doğrudan birbirlerine bağlanmış olurlar. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu surenin mevzuunu, Allah yolunda cihad diye nitelendirmek müm­kündür. Sure, Medenî olması sebebiyle, teşriî hükümlere, özellikle savaş, esirler ve ganimetlere, kâfirlerin ve müminlerin tasvirine, her iki grubun dünya ve ahiretteki alacağı karşılıklara, münafık ve mürtedlerin durumla­rına, onlara yapılan müjde ve tehditlere vurgu yapmaktadır.

Sure doğrudan Allah ve peygamber düşmanlarından ve Allah'ın gaza­bının onlar üzerine olduğunu açıklamayarak başlamış, bunun peşinden de iki grup arasındaki açık farkı ortaya koymak için müminlerin tasvirini ve Allah'ın onlardan razı olduğunu ifade buyurmuştur: "İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır." (3. ayet)

Sonra sure müminlere, kâfirlerle, yumuşaklık göstermeden şiddetli bir savaş yapmalarını emretmiştir. Çünkü kâfirler, nankör ve batıla tabi olan kimselerdir. Sure müminleri de, Allah'ın dinine yardım ettikleri ve düşmanlarla karşılaştıklarında sebat gösterdikleri takdirde, zaferle müjde­lemiştir. Allah'ın indirdiği Kur'an ve ayetlerinden yüz çevirdikleri için kâ­firlerin yüzüstü bırakılacağını da beyan etmiştir. Burada mümin ve kâfirle­rin dünya ve ahirette alacağı karşılığın tarifi vardır.

Daha sonra sure, Mekke kâfirlerine ve benzerlerine, geçmiş zalimlerin tuğyanları sebebiyle nasıl helak edildiklerini misaller getirerek anlatmaya önem vermiştir: "Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?" (10. ayet)

Bundan sonra da inanmaya ve itaata teşvik edip, yöneltmek için, Al­lah korkusu çeken takva ehli müminlere hazırlanan çeşit çeşit cennet ni­metlerini tasvir etmiştir.

Daha sonra münafık ve mürtedlerin özellikleri ve tehdit edilişleri be­yan edilmektedir: "Onların arasında seni dinleyenler var." (16. ayet), "İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sure indirilip de, onda savaştan söz edilince kalplerin­de hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün." (20. ayet) surenin sonuna kadar bu konu böyle de­vam eder. Bu arada sure, Allah yolundan alıkoyan kâfirlerin ve Allah Rasulüne (s.a.) düşman olanların Allah'a hiçbir zararlarının dokunmayaca­ğını ve amellerini Allah'ın boşa çıkaracağını ve onları bağışlamayacağını ve Allah ve Rusulü'ne itaat etmenin gerekli olduğunu hatırlatmıştır.

Sure, aslî mevzuuna uygun olarak son bulmuştur. Bu da, Allah yolun­da cihaddır. Sure müminleri izzet ve şereflerini gerçekleştirmeye, zaaftan ve küçük düşürücü barıştan kaçınmaya davet etmiş, güçlü halde iken düş­manlarla barış yapmaktan sakındırmıştır. Dünya halini de, oyun ve eğlen­ce diye nitelemiş ve Allah yolunda harcama yapmaya davet etmiştir. Çün­kü dünya bir gün fani olup, yok olacaktır: "Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın... Doğrusu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir." (35 ve 36. ayet). [3]

 

Surenin Fazileti:

 

Taberani'nin el-Evsat'ta İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre peygam­berimiz (s.a.) akşam namazında bu sureyi okurdu. [4]

 

Kafirlerle Müminler Arasındaki Farkın Beyanı:

 

1- İnkâr edenlerin ve Allah yolun­dan alıkoyanların işlerini Allah bo­şa çıkarmıştır.

2- İman edip, yararlı işler yapanla­rın, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananla­rın günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.

3- Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da, Rablerinden gelen hakka uymuş ol­malarıdır. İşte böylece Allah, insan­lara kendilerinden misallerini açık­lar.

 

Belagat:

 

"İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır." ayetiyle "İman edip yararlı işler yapanların" ayeti arasında "mukabele" sanatı, "inkâr edenlerin" kelimesiyle "iman edenler" kelimesi arasında tezat sanatı vardır.

"iman edenler..." den sonra "Muhammed'e indirilene iman edenler" ayetinin gelmesi ile amm'dan (umumi mana) sonra hassın (hususi mana ifade eden kelimenin) zikri gelmiş olmaktadır. Bu, peygambere ve ona indi­rilen Kur'an'a ta'zim, onsuz imanın tamamlanmayacağını ve onun iman konusunda esas olduğunu anlatmak içindir. Bu sebeple Allah şu sözüyle onu teyid etmiştir: "Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirile­ne..." (2. ayet)

"İşlerini boşa çıkarmıştır." "hallerini düzeltmiştir." ve "insanlara mi­sallerini açıklar." ayetlerin son kelimelerinde de (a'mâlehüm, bâlehüm, em-sâlehüm) sec'i vardır. [5]

 

Kelime ve İbareler:

 

"İnkâr edenlerin" Mekke halkı, Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hristiyanlar) ve benzeri kâfirler. Yani İslâm'a girmekten geri duranlar "ve Allah yolundan alıkoyanların" insanları İslâm'a girmekten alıkoyanlar. Bu, inkâr eden ve insanların İslâm'a girmesini engelleyen herkes hakkında geçerlidir, "işleri­ni Allah boşa çıkarmıştır." Küfürleri sebebiyle Allah amellerini boşa çıkarmıştır. Ahirette bu amellere karşı sevap yoktur. Dünyada bu amellere kar­şılık Allah'ın bir lütfü olarak mükâfatlanırlar. Meselâ sıla-ı rahim (akraba­ları ziyaret), esirleri azad etmek ve komşuluk haklarını korumak gibi.

"İman edip salih amel işleyenlerin" Muhacir, Ensar, Ehl-i Kitap ve di­ğerleri "Rableri tarafından hak olarak" yani Kur'an Allah'tandır, haktır, sabittir. Şek ve şüphe yoktur. "Muhammed'e indirilene inananların" Pey­gamber (s.a.)'e indirilen Kur'an'a inananlar. Umum bildiren ifadeden sonra bu şekilde bir tahsis Kur'an'a verilen önemi ve saygıyı göstermektedir, "gü­nahlarını Allah örtmüş" Allah o günahları, iman ve salih amelleri dolayı­sıyla örtmüş "ve hallerini düzeltmiştir."

"Bunun sebebi kâfirlerin batıla uymaları" kâfirlerin batıl işlerin ve şeytanın peşine düşmeleri; "inananların da rablerinden gelen hakka uy­muş olmalarıdır." Müminlerin de hakka, Kur'an ve Muhammed (s.a.)'e uy­malarıdır.

"Böylece Allah insanlara kendilerinden misalleri açıklar." İşte Allah her iki grubun; Mümin ve kâfirin durumlarını anlatır. Kâfirin ameli boşa gider, müminin günahı bağışlanır. Birincisi hüsranın misali, ikincisi kurtu­luşun misalidir. [6]

 

Nüzul Sebebi:

 

İbni Ebi Hatim, İbni Abbas'tan birinci ayetin "inkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların..." Mekke halkı hakkında; ikinci ayetin "iman edip yararlı işler yapanların" Ensar hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir.

İbni Abbas'tan gelen başka bir başka rivayette şudur: Bu birinci ayet Bedir savaşında müşrikleri doyuranlar hakkında nazil olmuştur. Bunlar on iki kişidir: Ebu Cehil, el-Haris b. Hişam, Rebia'nın oğulları Utbe ve Şey-be, Halefin oğulları Ubeyy ve Umeyye, Haccac'ın oğullan Munebbih ve Nu-beyh, Ebu'l-Bahteri b. Hişam, Zem'a b. el-Esved, Hakim b. Hizam ve el-Ha­ris b. Amir b. Nevfel. [7]

 

Açıklaması

 

"İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır." Allah'ın birliğini ve ayetlerini inkâr edenler, Allah'ı bırakıp, putlara tapanlar, başkalarını Allah'ın dini İslâm'a girmekten men edenle­rin -bunlar Kureyş kâfirleridir- amellerinin sevaplarını, Allah boşa çıkarıp, zayi etmiş olup bunlara ahirette hiçbir mükâfat vermeyecektir.

Sıla-ı rahim (akrabaları ziyaret), esirleri hürriyetine kavuşturmak, misafirleri ağırlamak, Mescidi Haramı onarmak, su dağıtıp hacılara hiz­met etmek ve sığınmak isteyene güvence verip sığındırmak gibi güzel ahlâklar diye niteledikleri bütün bu davranışlar küfür ve Allah yolundan alı­koymak günahları dolayısıyla makbul değildir.

Ayetin benzeri şudur: "Onların yaptıkları her işi ele alarak zerre zerre dağılan toza çeviririz." (Furkan, 25/23),

Kâfirlerin durumunu ve cezalarını beyan ettikten sonra, Allah Tealâ müminlerin halini ve mükâfatlarını beyan ederek şöyle buyurdu: "İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir." Allah'ı tasdik edip, itaat eden, emir ve yasaklarına tabi olan, Allah'ı mem­nun edecek yararlı işler (salih ameller) yapan, peygamberi Muhammed (s.a.)'e indirdiği Kur'an'ı doğrulayan ve onun hak olduğuna ve Allah'ın ke­lâmı bulunduğuna iman edenlerin geçmişte işledikleri günahlarını Allah silecek, iman ve amel-i salihleri sayesinde onların günahlarını bağışlaya­cak, onların dünya ve ahiret durumlarını düzeltecek, masiyetlerden koru­yacak, dünya ve ahirette onları hayırlı amellere yöneltecek ve ahirette on­ları cennet nimetlerine varis kılacaktır. Bu müjde, yararlı işler yapan mü­minlerden Muhacir, Ensar ve onlardan sonra gelen bütün müminleri de kapsamaktadır.

"Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların." ifadesi âmm (genel anlam ifade eden cümle) üzerine hass'ın (hususi mana ifade eden cümle) atfı şeklindedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamber olarak gönderilişinden (bi'setinden) sonra, imanın sahih olabil­mesi için, ona ve ona indirilen Kur'an'a iman etmenin şart olduğuna delil­dir. "Rableri tarafından hak olarak..." cümlesi ise güzel bir cümle-i mu'teri-ze, yani ara cümledir.

Sonra yüce Allah, kâfirlerin amellerini boşa çıkarmasının ve müminle­rin işlerini düzeltip mutlu kılmasının sebebini şöyle beyan etti: "Bunun se­bebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da, Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır." Hek iki grup için ifade edilen bu ceza, kâfirlerin Allah'a şirk koşma, masiyetlere dalma ve bunu hakka tercih etmeleri gibi batıla sapmaları; müminlerin de, tevhit, iman ve yararlı işler gibi Allah'ın, uyulmasını emrettiği hakka tabi olmaları sebebiyledir.

"İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini açıklar." İşte Allah, böyle açık bir şekilde, insanlara (mümin, kâfir) iki grubun, ibret ola­cak durumlarını açıklar, amellerinin hangi noktaya varacağını ve onların ahirette ne halde olacaklarını açıklar. [8]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Allah'ın birliğini inkâr eden, kendilerini ve müminleri Allah'ın dini İslâm'a girmekten alıkoymaya çalışan Mekke halkının cezası inkârlarında  devam ederken güzel ahlâk diye isimlendirdikleri amel ve davranışlarının semeresinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu durum, neticede onları helake gö­türür, mutluluk yollarını kaybederler.

Ayette geçen "idlâl" dan maksat: Kâfirlerin küfür halinde yaptığı ame­li ve onun güzel neticesini bütünüyle ortadan kaldırmaktır. O kadar ki in­san o amelini ve o ameline karşılık kendisine mükâfat verecek kimseyi bu­lamayacaktır.

2- Şüphesiz ki mağfiret (bağışlama) Allah'a inanan, farzlara uyup ya­saklardan kaçarak, Muhammed (s.a.)'e indirilen Kur'an'ı ve getirdiklerini, hiçbir hususta muhalefet etmeksizin, tasdik ederek yararlı işler yapanla­rın mükâfatıdır. Kur'an Rableri tarafından sağlam, sabit bir gerçek olup, daha önceki kitapları ve dinleri nesheden (hükmünü ortadan kaldıran) Al­lah kelâmıdır. Mağfiret ve Tekfir: Mümin olmadan önce onların geçmiş gü­nah ve hatalarının örtülmesi ve bağışlanmasıdır. Hallerinin düzeltilmesi: Dünyalarına müteallik işlerinin düzene konulmasıdır. Güzel ahlâk ve amel sahibi müminlerin günahlarının (seyyiatlannm) örtülmesidir. Bu durum bir ayette şöyle belirtilmektedir. "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir." (Fur-kan, 25/70).

Bu, Kur'an'ın metodudur. Yüce Allah her ne zaman iman ve salih amelden bahsederse hemen bunların arkasından bağışlamayı (mağfireti) ve mükâfatı (ecri) getirmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İman edip salih amel işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır." (Hac, 22/50), "İman edip iyi işler yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz." (Ankebut, 29/7).

3- "Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananlar." ifadesi Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamber olarak gönderilişinden (bi'setin-den) sonra, imanın sahih olması için Allah tarafından ona gönderilen Kur'an'a imanın şart olduğunu göstermektedir. Bu, kâfir hakkında söyle­nen "Allahyolundan alıkoyanlar..." ifadesine karşılıktır. Yani Muhammed'e tabi olmaktan insanları engelleyenler demek olup, peygambere tabi olma­ya teşviktir.

4- Hiç kuşkusuz Kur'an-ı Kerim aziz ve celil olan Rab tarafından nazil olan bir gerçektir. Ayette Muhammed (s.a.)'in getirdiği dinin asla hükmü­nün ortadan kalkmayacağına dair delil vardır.

5- Mümin, kâfir iki grubun cezalan arasındaki fark kâfirlerin idlâli (saptırılması) ve amellerinin boşa çıkarılması batıla tabi olmaları sebebiy­ledir. Bu da, Allah'tan başka bir ilâha tabi olmaları, şeytanı izlemeleri ve şirke düşmeleri şeklindedir. Müminlerin günahlarının bağışlanması, mutlu kılınmaları işlerinin ve durumlarının düzeltilmesi ise inanıp hakka tabi olmaları ve Allah'ı bir kabul etmeleri sebebiyledir.

Yani kâfirlerin saptırılması ve amellerinin boşa çıkarılması onların batılın arkasından gitmeleri yüzünden; müminlerin hidayete erdirilmesi ise Hakka tabi olmalarındandır. Çünkü kâfir batıla, mümin ise Hakka uyar.

6- Şüphesiz yüce Allah daha önce geçen beyanları gibi insanlara sürek­li olarak iyilikler ve kötülükler konusunu ve iki grubun (mümin, kâfir) du­rumunu beyan etmektedir. Ayet bu beyana ve darb-ı mesel'e uygun şekilde, ibret alsınlar diye Allah insanlara misallerini açıklamaktadır. Ayette darb-ı meselin (misal vermenin) anlamı şudur: Allah, batıla tabi olmayı kâfirlerin ameline, Hakka tabi olmayı da müminlerin ameline misal yapmıştır. [9]

 

Savaş, Esirler, Allah Yolunda Öldürülenlerin Hükümleri Ve İslam'ın Zaferi:

 

4- (Savaşta) inkâr edenlerle karşı­laştığınız zaman boyunlarını vu­run. Nihayet onları iyice vurup, sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Sonra da artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Harp ağırlığını kaybedip sona erinceye kadar, kâfirlere karşı böyle davra­nın. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Al­lah onların yaptıklarını boşa çıkar­maz.

5, 6- Allah onları muratlarına erdi­rir, durumlarını düzeltir. Ve onları, kendilerine tanıttığı cennetine so­kar.

7- Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.

8- İnkâr edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yap­tıklarını boşa çıkarmıştır.

9- Bunun sebebi, Allah'ın indirdiği­ni beğenmemeleridir. Allah da onla­rın yaptıklarını boşa çıkarmıştır.

 

Belagat:

 

"ya karşılıksız" ile "fidye" ya da "karşılığı" arasında tezat sanatı var­dır. "Harp, ağırlığını kaybedip sona erinceye kadar..." Burada istiare vardır. Savaşı (kıtali) terketmek, savaş aletini bırakmaya benzetilmiştir.

"ayaklarınızı sabit kılar." (kaydırmaz) Burada "mecaz-ı mürsel" vardır. Cüz (ayaklar) söylenerek, kül (insanın bütünü) kastedilmiştir, yani sizi sa­bit kılar. Ayaklar sabit kalmanın aleti olduğu için mana bununla ifade edildi. Tıpkı "Başınıza gelen her hangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikle­riniz yüzündendir." (Şura, 42/30) ayetindeki "ellerinizle kelimesinde oldu­ğu gibi. [10]

 

Kelime ve İbareler:

 

Savaşta "inkâr edenlerle karşılaştığınızda" "lakitum=karşılaştığımz-da" kelimesi "likaün" masdarmdan türemiştir. Bu kelime burada harp an­lamına gelmektedir, "boyunlarını" gerçekten "vururi'yani onları öldürün. Boyunlarını vurma tabiri öldürmekten mecazdır. Çünkü çoğunlukla öldür­mek boyuna vurmakla olur. Bu ifade de öldürmeyi (katli), korkutmanın en kötü suretiyle tasvir etme vardır. "Nihayet onları sindirince" çoğunu öldür­düğünüzde veya onları mecalsiz hale getirdiğinizde "bağı sıkıca bağlayın." onları esir ediniz. "Sonra da" savaş sona erince "ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin." Ayette geçen "menn" kelimesi esiri, karşılıksız ve fidye-siz olarak serbest bırakmaktır, "fida" ise esiri, bir mal karşılığında veya esirlerin değişimi (mübadelesi) şeklinde serbest bırakmaktır. "Harp" eden­ler "ağırlığını bırakıncaya kadar" harbin sona ermesinden mecazdır. Yani harp sona erip bitinceye, ortada barış isteyenden başka kimse kalmayınca-ya kadar. Ayetteki "evzârahâ" kelimesi: silâh, at ve diğer harp alet ve mal­zemeleridir. "Allah dileseydi onlardan" savaşmadan da yere batırmak, su­da boğmak ve zelzele gibi afetlerle "intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister..." Allah, cihad etmek suretiyle müminleri kâfirlerle dene­mek için size savaşmayı (kıtali) emretmiştir. Böylece müminler büyük mü­kâfatı hak edeceklerdir. Kâfirleri de müminlerle dener ki bir kısmı küfür­den vazgeçsinler. "Allah onları muratlarına erdirir." Allah, hayatta kalan müminleri sevaba yönlendirir ve onların hidayette kalmalarını devam etti­rir, ya da onları dünya ve ahirette kendilerine faydalı olacak şeylere yönel­tir. Allah "onların" dünya ve ahiretteki "durumlarını düzeltir." Hidayet ve durumların düzeltilmesi savaşta ölmeyenler için düşünülür.

Onları "kendilerine tanıttığı cennetine sokar." Yani Allah Tealâ onlara cenneti tanıtacak, herkes makamını bilecek ve yaratıldığından beri sanki oranın sakini imiş gibi oraya sokulacaktır.

"Eğer siz Allah'a O'nun dinine ve Rasulüne "yardım ederseniz O da" düşmanlarınıza karşı "size yardım eder ayaklarınızı sabit kılar." ve savaş esnasında kâfirlerle vuruşurken size direnç, güç ve kuvvet verir bozguna uğratmaz. [11]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Allah onları muratlarına erdirir, durumlarını düzeltir." ayetinin (5. ayet) nüzul sebebi ile ilgili olarak İbni İbni Hatim'in Katade'den rivayetine göre Katade Allah'ın "Allah yolunda öldürülenlere gelince..." ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu ayetin, Uhud savaşında nazil olduğu bize anlatılmış­tır. O sırada Allah Rasulü (s.a.) vadide bulunuyordu, Ashab-ı Kiram arasın­da da yaralanmalar ve ölümler zuhur etmişti. Müşrikler o gün en büyük putlarını kastederek "Hubel yüceldir." diye bağırıyorlardı. Müslümanlar ise "Allah en yücedir" diyorlardı. Bunun üzerine müşrikler "Bizim bir de el-Uz-za'mız var, sizin Uzza'nız yok.' dediler. Allah Rasulü (s.a.) de ashabına "Al­lah bizim mevlâmızdır, sizin mevlânız yoktur, deyiniz" buyurdu. [12]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yüce Allah insanları iki gruba; biri batıla tabi ve hizbu'ş-şeytan (şey­tanın taraftarları) olan kâfirler grubu; diğeri hakka tabi olan ve hizbu'r-Rahman (Rahmanın taraftarı) bulunan müminler grubuna ayırdıktan son­ra bu gruplaşma noktasında meydana gelecek savaş hükmünü zikretmiş ve müminlere, savaş esnasında ve savaş sonrasında müşriklerle yaptıkları harbin esaslarım öğretmiştir. [13]

 

Açıklaması:

 

"(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun." Yani savaşta kâfirlerle karşı karşıya geldiğiniz zamanda onları kılıçlarla biçin ve boyunlarını vurun. Bu, müslümanlarla anlaşmaları bulunmayan müşrik ve Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hristiyan) kâfirleriyle, savaşın gerekçe­leri oluşup, zulüm dayanılmaz bir hale geldiğinde, cihad emridir. Artık bu, şefkat ve barışın olmayacağı bir savaştır. Bu kâfirlere karşı harbin tabiatı neyi gerektiriyorsa o silahı kullanmak gerekir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Al­lah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur." (Bakara, 2/93).

Ayet esaretten sonra karşılıksız salıvermekle fidye alarak serbest bı­rakmak arasında müslümanları muhayyer bırakmaktadır. Sünnette ise kâ­firleri esir aldıktan sonra maslahat için katlin caiz olduğu beyan edildiği gibi, geçmişte hakim olan adete uygun olarak ve misli ile muamele edilerek köle yapmanın da mubah olduğu beyan edilmiştir. Doğrusu bu ayet Bedir savaşından sonra nazil olmuştur. Bu sebeple yüce Allah, kendilerinden fid­ye almak için o gün pek çok esir elde etmelerine karşı müminlere sitem et­miştir.

Sonra yüce Allah savaşın meşru olmasındaki hikmeti şöyle diyerek be­yan etmiştir:

"Durum şu ki, Allah dileseydi onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister." İşte bu, kâfirle savaşmanın hükmüdür. Müminler! Siz savaşmadan da, Allah, düşmanlarından intikam almaya; yere batırma,zelzele ve suya garketme gibi dilediği azap çeşitleriyle onları helak etmeye kadirdir. Allah ancak size onlarla harp etmeyi şunun için emretmiştir: Sizi birbirinizle denemek, Allah yolunda cihad edenleri ve bu yolun zorlukları­na karşı sabredenleri ortaya çıkarmak, bunların mükâfatlarını artırmak ve bunların eliyle kâfirleri cezalandırmak, azap gelmeden önce ölüm kor­kusunun onları imana sevketmesi içindir. Dolayısıyla cihadın hikmeti in­sanları imtihan etmek, zorluklara karşı sabırlarını denemektir: "Yoksa Al­lah içinizden cihad edenleri belli etmeden sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Ali İmran, 3/142)

Sonra da Allah Tealâ kendi yolunda cihad eden şehidlerin mükâfatını şöyle dile getirmiştir:

1- "Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını bo­şa çıkarmaz." Yani şüphesiz Allah yolunda öldürülenlerin ecrini Allah zayi etmez. Kâfirlerin amelleri zayi olduğu gibi, Allah müminlerin amellerini boşa çıkarmayacaktır.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve İbni Mace'nin Mikdad b. Ma'di Karib el-Kindi (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: "Şüphesiz Allah yanında şehidin altı özelliği vardır: Kanının ilk aktığı anda günahlarının affedilmesi, cennetteki makamını görmesi, iman elbise­sini giymesi, hurilerle evlendirilmesi, kabir azabından kurtarılması ve bü­yük korkudan emin olması. Şehidin başına inci ve yakutla süslü vakar tacı takılır. Ondaki bir yakut, dünyadan da içindekilerinden de daha kıymetli­dir. Şehid, yetmiş iki huri ile evlendirilir, akrabalarından yetmiş kişi hak­kında şefaatçi kılınır."

Müslim'in Sahihinde de Abdullah b. Amr ve Ebu Katade'den rivayete göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Şehidin borcu hariç bütün gü­nahları bağışlanır."

2- "Allah onları muratlarına erdirecek, gönüllerini şadedecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır." Yani yüce Allah onları, sevdiği ve razı olduğu amelleri yapmaya muvaffak kılacak, onlara cennetin yolunu gösterecek, ahiretteki hal ve durumlarını düzeltecek, amelleri korunup ebe-dileştirecek, onları cennet bahçelerine koyacak, orada sevinip mutlu olacak­lardır. Allah Tealâ bu cenneti onlara bildirmiş ve yolunu göstermiş olacak­tır, onlar kılavuzsuz cennetteki evlerini ve makamlarını bulacaklardır.

Buhari'nin Sahihi 'indeki bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Ca­nım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, cennet ehlinden biri cennet­teki menzilini, dünyadaki evinden daha iyi bilecektir."

Mücahid de şöyle demiştir: Cennet ehli cennetteki evlerini ve mesken­lerini Allah'ın kendilerine taksim ettiği şekilde hata yapmadan, sanki ya­ratıldıklarından beri oranın sakinleri imiş gibi, kimseye yol sormadan bu­lacaktırlar. "Allah onları hidayete iletecek ve durumlarını düzeltecektir." ayetinde lafız ve mana açısından yukarıda geçen ayetler dikkate alındığın­da, bir tekrar var, bu açık. Birincisi nimetin sebebi, ikincisi nimetin kendi­sidir.

İnsanlar cennette amellerine göre derece sahibi olacaklardır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır." (Enam, 6/132).

Sonra yüce Allah müminlere, dinine yardım etmek şartıyla, zafer müj­desi verdi ve onları bu şartı gerçekleştirmeye teşvik ederek şöyle buyurdu: "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. "Allah'a, Kur'an'a ve İslâm'a ina­nan müminler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, o da düşmanları­nıza karşı size yardım eder; savaş anında harp meydanlarında ayaklarınızı kaydırmaz; nihayet galebe, izzet ve üstünlük sizin olur ve Allah'ın kelimesi (davası) en yücelerde bulunur.

Bunu pekiştirmek ve müminlerin kalplerini güçlendirmek için Allah Tealâ mücahitlerin mükâfatını beyan ettikten sonra kâfirlerin cezasını zik­rederek şöyle buyurdu:

"İnkâr edenlere gelince onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıkla­rını boşa çıkarmıştır." Allah'ı ve peygamberin risaletini inkâr edenler için hüsran, rüsvaylık ve bedbahtlık vardır. Yüce Allah onların amellerini hiçe sayarak boşa çıkarmıştır. Dolayısıyla onların bu ameller sebebiyle hiçbir mükâfatları olmadığı gibi, ahirette de umulacak hiçbir hayırları yoktur. "...onlara yıkım vardır..." sözü, Allah'ın dinine ve Rasulüne yardım edenle­rin ayaklarının kaydırılmamasına mukabildir.

Daha sonra da yüce Allah, bu hüsranın, amelleri boşa çıkarmanın, kü­für ve dalâlet üzerinde devam etmenin sebebini şöyle diyerek belirtti:

Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu helak ve amellerin boşa gitmesi onların Al­lah'ın Kur'an'ında peygamberi Muhammed (s.a.)'e indirdiği emir ve yasak­ları (teklifleri) beğenmemeleri yüzündendir. Onlar, Allah'ın Kur'an'ını iste­mezler, sevmezler. Bu sebeple Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Amellerden maksat, küfür halinde yaptıkları hayır amelleridir. Çünkü kâ­firin yaptığı amel, müslüman olmadan kabul edilmez. [14]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Zafer ve galebeyi gerçekleştirmek, düşmanı kovmak ve ordusuna ezici bir hezimet vermek için savaş esnasında öldürmenin mubah olması. Çünkü bu, harbin tabii bir neticesidir. Bazı müfessirler, boyunları vurma ve harp esnasında pek çok kâfirin öldürülme serbestisini putperest müş­riklere ve müslümanlarla aralarında barış andlaşması olmayan gayri müslimlere tahsis etmişlerdir. Doğrusu, ayetin umumi olmasıdır, "...boyunları­nı vurun..." ayeti umumi olduğu için tahsise delil yoktur.

Bu ayet Enfal süresindeki şu ayetle uyuşmaktadır: "Yeryüzünde ağır bas(ıp küfrün belini kırınjcaya kadar hiçbir peygambere, esirler sahibi ol­mak yakışmaz." (Enfal, 8/67). Ancak Enfal süresindeki ayette, ağırbasıp düşmanların beli kırıldıktan sonra ne olacağı zikredilmemiştir. Buradaki ayette ise esirlerin geleceğinin tesbiti ve onlar hakkında devlet reisinin ka­rar vereceği, isterse onları hiçbir karşılık almadan veya fidye karşılığı ser­best bırakmasının izahı yapılmıştır.

Harp öncesi ve sırasında işledikleri suçlar gibi özel hallerde veya bir maslahattan dolayı esirleri öldürmek veya köleleştirme konusu ise sünneti nebeviyyeden (peygamberimizin tatbikatından) alınmıştır. Dolayısıyla dev­let reisi esirler hakkında dört alternatif arasında muhayyerdir: Öldürmek, köle yapmak, karşılıksız serbest bırakmak ve fidye karşılığı hürriyetine kavuşturmak.

Buhari'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.) Necid tarafına bir süvari müfrezesi göndermişti. Bu müfreze Beni Hanife (Hanife oğullan) kabilesinden Sümame b. Üsal denilen bir kişiyi esir alıp getirdi ve onu mescidin direklerinden birine bağ­ladı. Rasulullah mescide çıktığında Sümame'ye: "Ya Sümame, yanında ne var (gönlünden ne geçiriyorsun)?" buyurdu. Sümame: "Ya Muhammed, gön­lümde hayır ümidi var. Eğer sen beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Ve eğer bana af nimeti ihsan edersen, nimete karşı şükreden bir kişiye ihsan etmiş olursun. Eğer mal istersen dilediğini iste" dedi. Nihayet ertesi gün olunca Efendimiz (s.a.) ona yine "Yanında ne var? diye sordu, o da, yanımda sana söylediğim var dedi." Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.) "Sümame'yi serbest bırakın," buyurdu.

Sümame, mescide yakın bir hurmalığa (hurma bahçesine) gitti, orada yıkandı, sonra mescide girdi ve "eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasulühü" diyerek kelime-i şehadet getirdi ve "Ya Muhammed! Daha önce bana yeryüzünde senin yüzünden daha çirkin bir yüz yoktu, ama şu anda senin yüzün bana en sevimli yüz haline geldi. Al­lah'a yemin ediyorum ki, daha önce senin dininden daha nefret ettiğim bir din yoktu, ama şimdi senin dinin bana en sevimli din haline geldi. Allah'a yemin ediyorum ki daha önce senin beldenden daha nefret ettiğim bir bel­de yoktu, ama şu anda senin belden bana beldelerin en güzeli oldu. Senin süvarilerin beni yakalayıp getirdi. Ben Ka'be'yi ziyaret etmek istiyordum. Ne buyurursun ey Allah'ın Rasulü!" dedi. Allah Rasulü de ona müjde verdi ve umre yapmasını emretti. Sümame Mekke'ye gelince birisi ona: Dininden mi döndün?" dedi, o da "Hayır, ancak ben Muhammed (s.a.)'le birlikte müs-lüman oldum." dedi.

İşte bu olay, esiri karşılıksız serbest bırakmanın caiz olduğuna dair sünneti (peygamber tatbikatı olan) bir delildir.

Bedel karşılığı (fidye ile) esaretten kurtarmaya yine sünnetten (nebevi tatbikattan) bir delil de şudur: İmran b. Husayn şöyle demiştir: Allah Rasulünün (s.a.) ashabı (arkadaşları) Akil kabilesinden bir adamı esir edip bağlamışlardı. Sakif kabilesi de peygamberin ashabından iki kişiyi esir al­mışlardı. Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.) Sakif kabilesinin esir aldığı bu iki sahabeye karşılık, Akil kabilesinden olan o adamı serbest bırakmıştır.

Esirin katlinin caiz olduğuna dair delile gelince el-Cassas şöyle demiş­tir: Şehirlerin fakihleri esirin katlinin caiz olduğu konusunda ittifak halin­dedirler, bu konuda aralarında hiçbir farklılık bilmiyoruz. Esirin katline dair Nebi (s.a.)'den mütevatir haberler gelmiştir. Bunlardan birisi pey­gamberimizin Bedir harbinde esir aldıktan sonra, Ukbe b. Ebi Muayt ve Nadr b. el-Haris'i öldürmesidir. Uhud savaşında da Peygamberimiz (s.a.) esir edildikten sonra şair Eba İzze'yi öldürmüştür. Sa'd b. Muaz'ın hükmü­ne razı olduktan sonra Yahudilerden beni Kurayza hakkında (eli silah tu­tan savaşçıları hakkında) katil hükmü verip onları katletmesi ve çocukları­nı da esir etmesi bunun örneklerindendir. Bunlar arasından Zübeyir b. Ba-ta'ya ihsanda bulunup serbest bırakmıştır.

Hayber'in bir kısmı barış, bir kısmı da savaş yoluyla fethedilmiştir Peygamber (s.a.), İbni ebi'l-Hukayk'a hiçbir şeyi gizlememesini şart koş­muştu. Peygamberimiz daha sonra onun hainliğini ve bazı şeyleri gizlediği­ni anlayınca onu öldürmüştür. Allah Rasulü (s.a.) Mekke'yi fethetmiş ve Hilal b. Hatal, Mıkkyas b. Subabe, Abdullah b. Sa'd b. ebi Sarh ve diğerle­rinin katlini emretmiş ve "Ka'be örtüsüne sarılmış da bulsanız onları öldü­rün." demişti. Buna mukabil Mekke halkına ihsanda bulunmuş, onları kar­şılıksız serbest bırakmış ve mallarını ganimet olarak almamıştır.[15]

Harpten sonra diğer milletlerin yaptıklarına benzer bir muamele olan esirlerin köleleştirilmesinin caiz oluşunun delili ise şudur: Peygamber (s.a.) Havazin, beni Mustalık ve diğer Arap kabilelerinden bazılarını köle yapmıştır.[16] Ebu Bekir (r.a.)'de Kureyş'den beni Naciye'yi esir alıp köle yapmıştı. Sahabeler İran ve Bizans ülkelerini fethetmiş ve yakaladıklarını esir alarak köleleştirmişlerdi.

Ancak "Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın." ayetini, esiri öldürmenin cevazına delil getirmek doğru değildir. Zira sözü edilen ayet, esaretten önce öldürme konusunda açık bir delildir. Fakat düş­manı zayıf düşürdükten sonra düşman safında savaşan kişi esir durumuna düşerse bunun hükmü esir düşmeden önceki hükmünden farklıdır. Bazı alimler, ayetten köleleştirmenin caiz olduğunu anlamışlar, bunu da "...bağı sıkıca bağlayınız..." ifadesinden almışlardır. Bundan sonra iki hal söz ko­nusudur: Ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıvermek.

İbni Abbas (r.a.) "Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yakışmaz." (Enfal, 8/67) ayeti­nin Bedir harbi ile ilgili olduğunu söylemiştir. Müslümanlar o zaman az idiler. Sonra çoğalıp, hakimiyetleri güçlenince Allah esirler hakkında "Sa­vaş sona erince de ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin..." ayetini in­dirdi ve böylece peygamberi ve müminleri esirler hakkında muhayyer bı­raktı. Dilerlerse onları öldürürler, isterlerse köle yaparlar veya fidye karşı­lığı salıverirler.[17] Yani devlet reisi harp ve esirlerin özel durumları neyi ge­rektiriyorsa ona uygun karar verir.

2- "...artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin..." ayeti muhkem midir, (hükmü halâ geçerli midir,) yoksa mensuh mudur? (hükmü ortadan kaldırılmış mıdır?):

Ebu Hanife (r.a.) es-Süddî'nin görüşüyle amel ederek sözü edilen aye­tin, "...müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." (Tevbe, 9/5) ayetiyle men­suh olduğunu söylemiştir. Böylece esir, mal (fidye) karşılığı salıverilemez, harp halinde bulunulan düşmana bu esirler satılamaz. Çünkü tekrar mu­harip olarak karşımıza çıkarlar. Müslüman esirlerine karşılık olarak da sa­lıverilmezler ve tamamen karşılıksız da bırakılmazlar. Çünkü sonunda müslümanlara karşı yine savaşırlar. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muham-med (r.a.) ise: Müşrik esirlerine karşılık mümin esirlerin salıverilmesinde hiçbir beis yoktur, demişlerdir. Bu görüş Sevri ve Evzai'nin de görüşüdür.

Cumhur (İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu), "...Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin..." ayetinden do­layı karşılıksız salıvermeyi, müslüman esirlere karşılık veya mal karşılığı esiri kurtarmayı caiz görmüşlerdir. Çünkü ayet, her hangi bir kayıt yap­maksızın, mutlak olarak fidye ile salıvermeyi caiz görmüştür. Peygamberi­miz (s.a.) mal karşılığı Bedir esirlerini kurtarmıştır. İbni Mübarek'in İm-ran b. Husayn'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Sakif kabilesi Peygamber (s.a.)'in ashabından iki kişiyi esir almıştı. Peygamber (s.a.)'in ashabı da Amir b. Sa'sa'a oğullarından birini esir etmişti. Bu kişi peygam­berimizin yanma getirilmiş ve "Ben, neden esir tutuluyorum?" demiş; pey­gamberimiz de "Dostlarının günahı yüzünden." şeklinde cevap vermiştir. Adam "Ben şüphesiz müslümanım." demiş, Efendimiz (s.a.) de "Eğer sen bunu hür iradenle söylemişsen kesinlikle kurtuluşa erdin." buyurmuştur. Sonra Allah Rasulü (s.a.) yoluna devam ederken adam tekrar peygamberi­mize seslenmiş peygamberimiz de ona dönmüş, adam "Ben açım, beni do­yur." demiş, Efendimiz (s.a.) de "Evet bu, senin ihtiyacındır." buyurmuş; sonra Sakif kabilesinin esir ettiği o iki adama karşılık bu adamı salıvermistir. Rivayet edildiğine göre Efendimiz (s.a.), müşriklerden bir adama karşılık, müslümanlardan iki adamı esaretten kurtarmıştır.

İbnu'l-Arabi ve Kurtubi şöyle demiştir: Doğru bir araştırma şunu gös­terir: Sözü edilen ayet, savaş emri konusunda muhkemdir.[18] (hükmü geçer­lidir.) Bu, alimlerin cumhurunun (çoğunluğunun) görüşüdür. İbni Ömer, Haseni Basri ve Ata (r.a.) bunlardandır. İmam Malik, Şafii Ahmed b. Han-bel, Sevri, Evza'i, Ebu Ubeyd ve diğerlerinin görüşü de budur. Birbiri ile çelişir gözüken deliller arasını uzlaştırmak mümkün olmazsa, işte o zaman nesih (hükmü ortadan kaldırılması) görüşüne başvurulabilir. Halbuki bu­rada savaş ayetlerini harp haline, anlaşmayı bozma durumuna, savaşın ge­reklerine hamlederek uzlaşmayı sağlamak mümkündür. İşte bu durumda, harp esnasında Allah'ın davasını yüceltmek, İslâm'ın izzetini ortaya koy­mak ve müslümanların heybetini yükseltmek için savaş esirlerini öldür­mek gerekli olabilir. İstenilen gerçekleşir, savaş sona erip, barış yerleşirse, işte o zaman müslümanlar karşılıksız ve fidye karşılığı esirleri salıvermek­te muhayyerdirler. Esaretten sonra esirleri öldürmek ancak devlet reisinin kabul ettiği açık bir harp menfaati (maslahatı) sebebiyle olabilir.

Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Fidye karşılığı esirleri kurtarmak ve esir almak ancak iyice vurup sindirip ve kılıçla öldürdükten sonra olabilir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yakışmaz." (Enfal, 8/67). Dolayısıyla bundan sonra düşman esir edilirse, artık devlet reisi ister öldürür, ister serbest bırakır, bu durum onun görüşüne bırakıl­mıştır.[19] Bu, cumhurun Malikiler, Şafiiler ve Hanbeliler'in görüşüdür.

Kısacası: İslâm hukukçuları (fukaha) "Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin." ayetinden anlaşılan tahsisin gere­ğine sarılmamışlar ve esaretten sonra, savaşanların durumunun bu iki hu­susa bağlı olmadığını, bilakis öldürmenin, esir etmenin, karşılıksız veya fidye karşılığı salıvermenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Zira ayette zikre­dilen, bir yol gösterme (irşad) şeklindedir. Kaldı ki, "(savaşta) inkâr eden­lerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun..." ayetinde öldürme zikredil­miştir.

3- Cihad, sabredip, dürüstlük gösterenlerin ve Allah yolunda canını fe­da ederek cihad edenlerin bilinip ortaya çıkması için bir imtihan ve dene­me yoludur. Gerçi Allah, her hangi bir kimseden yardım istemekten mü­nezzeh olup düşmanlarını, savaş dışında çeşitli yollarla cezalandırıp helak etmeye, onlara meleklerini veya en zayıf yaratığını musallat etmeye kadir­dir. Ama yüce Allah, kendi yolunda müminler hakkıyla cihad ediyorlar mı, etmiyorlar mı diye, kâfirler vasıtasıyla onları denemekte; kâfirleri de, hakka boyun eğiyorlar mı, eğmiyorlar mı diye müminler vasıtasıyla imtihan etmektedir. Bu durumda Allah'ın huzurunda hiç kimsenin elinde bahane gösterecek bir delili olmayacaktır. Çeşitli defalar geçtiği gibi Allah'ın imti­han etmesinin anlamı şudur: Allah onlara, imtihan edicinin imtihan edile­ne yaptığı muameleyi yapmasıdır, ya da meleklere, insanlara ve cinlere du­rum belli olsun diye Allah insanları imtihan etmektedir.

4- Allah yolunda öldürülüp, şehid olanların amelleri zayi olmayacak­tır. Rableri onları, dünya ve ahiret mutluluğunu idrak etmeye ve mükâfat elde etmeye sevk edecek, onları hidayet üzerinde sabit kılacak, kabirlerin­den kalktıktan sonra, aramadan, şaşırmadan ve duraksamadan cennetin yolunu onlara gösterecek, onların ahiretteki hallerini ve geçimlerini düzel­tecek, onlara apaçık tarif ettiği, onların da yol gösterici olmadan onları ta­nıdıkları cennetlerine koyacaktır.

5- Savaşlarda müminlerin muzaffer olması, Allah'ın dinine yardım et­meleri, kurallarını tatbik ederek emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınma şartına bağlıdır. Bu sebeple yüce Allah bu manayı birçok ayette şöyle diye­rek tekrarlamıştır: Eğer siz, Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da kâ­firlere karşı size yardım eder; kalplerinizi güven, zafer ve savaş meydanla­rındaki yardımı ile sabit kılar.

6- Kâfirlerin cezası şüphesiz zor, meşakkatli ve karanlık olacaktır. Hüsran, rezillik ve hezimet dünyada onlarındır. Allah'ın indirdiği kitapla­rını ve nizamlarını benimsemedikleri için ahirette amelleri boşa gidecektir. Çünkü dünyada yaptıkları işler şeytana itaat uğrunda olmuştur. Kaldı ki, onların Mescid- Haram'ı ve kutsal değeri olan yerleri onarmaları, misafire ikram etmeleri ve çeşit çeşit iyilikler yapmalarını Allah boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah sadece müminin amelini kabul eder.

İşte böylece kâfirlerin ölüleriyle, müslümanlarm ölüleri arasındaki fark apaçık ortaya çıkmıştır: Şöyle ki kâfirlerin ölüleri hakkında yüce Al­lah şöyle buyururken: "Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." mü­minlerin ölüleri hakkında "Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz." bu­yurmuştur. [20]

 

Geçmiş Ümmetlerin İzlerine Bakmak, Müminlerin Ve Kâfirlerin Hallerini Düşünmek:

 

10- Yeryüzünde dolaşıp kendilerin­den öncekilerin sonlarının nasıl ol­duğunu görmezler mi? Allah onla­rın kökünü kazıdı. Kâfirlere de o  kötü sonucun benzerleri vardır.

11- Bu, Allah'ın inananların yardım-cısısı olmasından dolayıdır. Kâfirle­re gelince, onların yardımcıları yoktur.

12- Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar; inkâr edenler ise (dünyadan) faydalanır­lar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.

13- Senin şehrinden -ki ora halkı se­ni çıkardı- daha kuvvetli nice şehir­leri yok ettik; onlara bir yardım eden de çıkmadı.

14- Rabbinden apaçık bir delil üze­rinde bulunan kimse, kötü işi ken­disine güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mu?

 

Belagat:

 

"Kâfirlere de o kötü sonucun benzerleri vardır." ayetinde zamir yerine zahir isim konmuş, yani "Onlara da bu kötü sonucun benzerleri vardır." de­nilmemiştir.

"...seni çıkaran şehir..." ifadesinde de mecaz-ı mürsel vardır. Mahal zikredilip, oranın halkı kastedilmiştir, "nice şehir..." terkibinde de aynı ede­bî sanat vardır. [21]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Allah onların kökünü kazıdı." Allah onların kendilerini, evlâtlarını ve mallarını helak etmiştir. Bu terkib "Allah onları helak etti" ifadesinden da­ha beliğdir. Zira bu mutlak helak edilişi gösterir. Halbuki birinci terkib insan oğlunun yakını bulunan canı, malı, evlâdı ve diğerlerinin helak edilişi­ni anlatır.

"Bu, Allah 'in inanların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere ge­lince onların yardımcıları yoktur." Yani, Allah'ın müminlere yardımı ve kâ­firleri hezimete uğratışı, Onun müminlerin dostu ve düşmanlarına karşı yardımcısı olması ve kâfirlerin asla kendilerine yardım edecek ve onları azaptan koruyacak bir dostlarının bulunmaması sebebi iledir. Ayette geçen "Mevla" kelimesi "Malik," yani sahip manasına da gelir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur: "...Artık onlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndü­rülmüşlerdir." (Yunus, 10/30). Yani işlerinin maliki ve hakiki mutasarrıfı­na...

"O kâfirler, hayvanların yediği gibi yerler." Yani midelerinden ve tena­sül uzuvlarından başka hiçbir düşünceleri yoktur. Akıbeti düşünmezler, ahirete dönüp bakmazlar.

"...kötü işi" şirk ve ma'siyetleri "kendisine güzel görünen ve" putlara tapınmakta "heva heveslerine uyan kimse gibi olur mu? " Bu konuda kendi­lerinin lehine bir delilin bulunması bir yana, delil şüphesi bile yoktur. [22]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Bu, Allah'ın inanların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere ge­lince, onların yardımcıları yoktur." ayetinin nüzul sebebi ile ilgili olarak Katade şöyle demiştir. Bu ayet, Uhud savaşında, Peygamber (s.a.) "Şe'b" denilen yerde iken nazil olmuştur. Müşrikler müminlere şöyle bağırmışlar­dı: Harp nöbetledir. Bedir'de siz üstündünüz. Bugün ise izzet bizimdir, siz perişansınız, izzetiniz kalmamıştır. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.) ashabına şöyle demiştir: "Allah bizim dostumuzdur. Sizin asla dostunuz yoktur, deyiniz." Bu daha önce geçmiştir.

"Senin şehrinden -ki ora halkı seni çıkardı- daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik; onlara bir yardım eden de çıkmadı." ayetinin nüzul sebebi ile ilgi­li olarak Ebu Yala ve İbni Ebi Hatim'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir: Allah Rasulü (s.a.) Muğara tarafına doğru çıkınca Mekke'ye baktı ve şöyle dedi: "(Ey Mekke!) Sen, bana Allah'ın en sevimli beldesisin. Eğer halkın beni senden çıkarmasaydı, ben senden ayrılmaz­dım." Bunun üzerine Allah Tealâ yukarıda mealini verdiğimiz ayeti indir­di. Bunu, Sa'lebi de, Katade ve İbni Abbas'dan rivayet etmiştir. Bu, sahih bir hadistir. [23]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ kâfirlerin ve müminlerin akıbetlerini apaçık belirttikten, yani birincileri kınayarak suçlayıp, ikincileri imanın gerekliliğine dikkat

çekmek için övdükten sonra geçmiş milletlerin eserlerine bakmaya, ibret ve nasihat için müminlerin ve kâfirlerin hallerini düşünmeye Allah'ın, mü­minlere yardım ettiğini, kâfirleri ise yardımından mahrum bıraktığını an­lamaya, iman ehline ve güzel işler yapanlara hakkı apaçık ortaya koymala­rı sebebiyle ikramda bulunduğunu, kâfirleri ise putlara tapma bakımından heva heveslerine tabi olmaları yüzünden cehennemle cezalandıracağını id­rak etmeye teşvik etmiştir. [24]

 

Açıklaması:

 

"Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl oldu­ğunu görmezler mi? Allah onların kökünü kazıdı. Kâfirlere de o kötü sonu­cun benzerleri vardır." Yani Allah'a şirk koşan, peygamberini yalanlayan bu insanlar, ibret almak için, Ad, Semud, Lût kavminin ve diğerlerinin yurtlarında gezip geçmiş milletlerin akıbetlerinin nice olduğunu, daha ön­ceki kâfirlerin vardıkları sonu görmediler mi? Çünkü yalanlamaları ve in­kârları sebebiyle ülkelerindeki azap izleri halâ bulunmaktadır. Şüphesiz ki Allah, onların ülkelerini başlarına yıkmış, onları helak edip aile, çocuk ve mallarından zikre değer hiçbir şey bırakmamıştır. Aralarındaki müminleri ise kurtarmıştır.

Bu yalanlayıcı kâfirler ve tüm inançsız milletler için daha önceki kâ­firlerin akıbetlerinin benzerleri vardır. Kureyş kâfirleri dünyada, Bedir Sa­vaşında ve Mekke'nin fethinde hiç de sevmedikleri bir bozguna uğratılarak cezalandırılmıştır. Ahirette ise cehennem ateşinde çok şiddetli azap onlar içindir.

Bu cezanın sebebini de yüce Allah şöyle belirtmiştir:

"Bu Allah'ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince onların yardımcıları yoktur." Yani Allah'ın, kâfirleri mahvedip, kök­lerini kazıması, müminlerin ise kurtuluşu, Onun, mümin kullarına ve Rasulüne itaat edenlere yardımcı olması dolayısı iledir. Allah'ı inkâr edip, peygamberini tekzip edenlerin ise kendilerinden azabı savacak hiçbir yar­dımcıları yoktur. Bu sebeple başlarına azap gelmişttir.

Allah Tealâ inanan ve inanmayanların dünyadaki halini takiben, ahi-retteki durumlarını şöyle beyan etmiştir:

1- "Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmak­lar akan cennetlere koyar." Allah, kıyamet gününde kendisine inanıp tasdik edenleri, güzel güzel işler yapanları, farzları yerine getirip günahlardan kaçınanları yüceltmek için, köşklerinin altlarından nehirler akan cennetle­re koyarak mükâfatlandıracaktır.

2- "İnkâr edenler ise (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir." Allah'ın varlığını ve birliğini inkâr edenler, pey­gamberini yalanlayanlar dünya nimetinden yararlanırlar, hayvanlar gibi yerler, mideleri ve tenasül uzuvlarından başka hiçbir düşünceleri yoktur, akıbetten gafildirler. Bu sebeple Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Tirmi-zi ve İbni Mace'nin Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri sahih bir hadiste şöyle denilmektedir. "Mümin, bir mide ile yer, kâfir ise yedi mide ile." Ceza gününde cehennem ateşi onların kalacağı mesken ve menzilleridir.

Kısacası Allah, ahiret aleminde mümini cennete, kâfiri ise cehenneme koyacaktır.

Sonra Allah Tealâ Mekke müşriklerini aşağıdaki şu sözüyle tehdit et­miştir: "Senin şehrinden ki ora (halkı) seni çıkardı daha kuvvetli nice şe­hirleri yok ettik; onlara bir yardım eden de çıkmadı." Seni Mekke'den çıka­ran Mekke halkından daha güçlü kuvvetli olan nice şehir halklarını ve geç­miş milletleri biz helak ettik. Onlar, kendilerinden azabı giderecek bir yar­dımcı ve dost bulamadılar. Onlardan daha zayıf olan Kureyş'i helak etme­miz ise çok daha kolaydır.

Bu, Hatemu'l-enbiya (peygamberlerin sonuncusu) olan efendimiz Al­lah Rusulü'nü (s.a.) yalanlamaları sebebi ile Mekke halkına yönelik şiddet­li bir tehdittir. Yüce Allah peygamberleri yalanlayan azılı milletleri böylece helak edince, aynı helaki onlara benzeyenlere de yapar. Rahmet peygambe­ri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.) sebebiyle, dünyada köklerini kazıyacak azap gerçekleştirilmeyecek olsa da, ahirette mutlaka onlar azaba duçar olacaklardır.

Daha sonra yüce Allah, mümin ve kâfir gruplarının cezalandırılmala-rındaki farklılığın sebebini açıklamış ve inkâr üslûbu ile şöyle buyurmuştur:

"Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mu?" Basiret üzere bulu­nan, dininin esaslarına kesin şekilde inanan ve Allah'ın birliğini kabul ede­cek tarzda güzel bir fıtrat (fıtrât-ı selime) üzere yaratılan bir kimse, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve onu güzel zanneden kimse gibi midir? Halbuki bu kişi putlara tapmakta, Allah'a şirk koşmakta, günahlar işle­mektedir. Bunlar, putlara tapınmakta heva heveslerine uymuşlar, sağlam delil bir yana en ufak şüpheyi gerektirecek bir sebep olmaksızın, çeşitli sa­pıklıkların içine dalmışlardır. Netice olarak: Bu iki grup eşit olamazlar.

Yukardaki ayetin benzerleri yüce Allah'ın şu sözleridir:

"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar." (Ra'd, 13/19). "Cehennem ehliyle cennet ahli bir olmaz. Cennet ehli, isteklerine eri­şenlerdir." (Haşr, 59/20). [25]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Yüce Allah insanları, eskilerin durumlarıyla tehdit etmiştir. Kureyş kâfirlerini ve tüm insanları, peygamberleri yalanlayan kâfirlerin akibetle-rini düşünmeye çağırmıştır. Onları helak edip köklerini kazıdığını ve her asır ve her nesilde kâfirler için bu helak edişin emsalleri olduğunu belirtti. Ayrıca iman etmedikleri takdirde geçiş ümmetlerin yalanlamalarının neti­celerinin benzerinin onlar için de olacağını açıkça ifade etti.

2- Bu helak ediş ve zillet, Allah'ın, müminlerin yardımcısı olması sebe­biyledir. Allah'ı bırakıp da, faydası ve zararı olmayan birtakım putları ilâh edinen kâfirlere gelince, onlardan azabı bertaraf edecek hiçbir yardımcı yoktur.

3- Bu iki grubun cezası farklıdır: Allah Tealâ yararlı işler yapan mü­minleri altlarından nehirler akan cennetlere koyacaktır. Kâfirler ise dün­yada hayvanlar gibi yiyip içmektedirler, onların mideleri ve şehvetlerinden başka hiçbir düşünceleri yoktur, gelecekten gafildirler. Ahirette cehennem ateşi onların ayrılamayacakları makam ve barınakları olacaktır.

Razi şöyle demiştir: Cenneti tasvir ederken Allah Tealâ çoğu kez ne­hirleri zikretmekle yetinir. Çünkü nehirlerin peşinden ağaçlar, ağaçların peşinden meyveler gelir. Su, dünyada hayatın sebebi, ateş ise yok etme se­bebidir. Mümin suya bakar ve ondan yararlanır; kâfir ise ateş içerisinde bocalayıp durur ve onunla azap görür.[26]

4- Allah Tealâ Mekke halkını özellikle bir başka tehdit ile ikaz etmiş­tir. Yüce Allah "Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?" sözü ile daha önce verilen misallerden yete­rince ibret almayanlara bir başka misal daha zikretmiştir ki o da şudur: Mekke halkından daha güçlü olan geçmiş nice kavimleri Allah Tealâ helak etmiştir. Onları kurtaracak hiçbir yardımcı da bulunmamıştır.

5-  Dünyada aklen, ahirette de vakıa ve adalet gereği olarak kesin iman üzerinde bulunan müminlerle (ki, bunlar Muhammed (s.a.) ve ümme­tidir) putperestlerin eşit olması mümkün değildir. Ebu Cehil ve benzeri kâ-firlerlere şeytanlar çirkin amellerini güzel göstermiş onlar da nefislerinin arzularına tabi olmuşlardır. Birinciler kurtulacak, ikinciler ise helak ola­caklardır. [27]

 

Cennet Nimetinin Ve Cehennem Azabının Tasviri:

 

15- Muttakilere vaadolunan cennen durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere ıezzet veren şaraptan ırmaklar ve  süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarmdır. Rablerinden de bağışlama vardır. hiç bu, ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?

 

Belagat:

 

Bu ayette "nehirler" kelimesinin tekrarı ile bir edebî sanat olan itnab vardır. Cennet nimetlerine teşvik için nehirler kelimesi tekrarlanmıştır. [28]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Cennetin durumu..." Bu terkibin başında soru edatı kaldırılmıştır. Çünkü önceki ayette bunu görmekteyiz. "Rabbinden apaçık bir delil üzerin­de bulunan kimse, kötü işi kendine gösterilen ve heveslerine uyan kimse gi­bi olur mu?" Bu istifhama göre cümlenin takdiri şöyledir: Cennet ve cennet­liklerin durumu, cehennemde ebedi kalacak kimsenin durumu gibi midir?

Ayet isbat (olumlu şekilde kurulmuş) bir cümledir. Ancak istifham-ı inkâri ile olumsuzluk anlamı taşımaktadır. Yani cennet ve cennetliklerin durumu, cehennemde ebedi kalacakların durumu gibi değildir.

"...bozulmayan s w... "manasının ifadesi "âsin" uzun süre beklediği için tadı ve kokusu değişen demektir. Bu kelime "âsin" şeklinde (medd ile) okunduğu gibi, "esin" şeklinde (kasr ile de) okunmuştur. Yani cennet suyu­nun tadı ve kokusu değişmez. Halbuki dünya suyu böyle değildir. O, her­hangi bir sebeple değişebilir, "tadı değişmeyen sütten ırmaklar" dünyadaki süt böyle değildir. O, memeden çıktığı için değişebilir, "içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar" içenlere sadece zevk veren şarap. Bu cennet şarabının içilmesi sırasında ne aklî bir dengesizlik, ne sarhoşluk ve ne de baş ağrısı olmaktadır. Halbuki dünya şarabı böyle değildir, "ve süzme baldan ırmak­lar vardır." Mum, toz ve arının artıklarından içerisinde hiçbir şey bulun­mayan tertemiz süzülmüş bal. Fakat dünya balı böyle değildir. O, arıların

karınlarından çıkar ve ona mum ve diğer şeyler karışır. "Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır." Yani cennette onlara çeşitli meyveler vardır.

"Rablerinden bağışlama da vardır." Allah adı geçen nimetleri onlara ihsan ederek onlardan razı olacaktır. [29]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yüce Allah, doğruyu bulma ve sapıklığa düşme noktasında müminler­le kâfirler arasındaki farkı ortaya koyduktan sonra, ceza ve ahiretteki va­rılacak yer hususunda da her iki grubun aralarındaki farklılığı beyan et­miş, müminler için çenetteki çeşitli nimetleri, kâfirler için cehennemde ebedî kalışı ve bağırsakları parça parça eden son derece kaynar suyu içe­ceklerini zikretmiştir. Bu ayet, yüce Allah'ın daha önce söylediği "Muhak­kak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennet­lere koyar." (12. ayet) sözüne bağlıdır. Orada müminlere verilecek olan mü­kâfatlar beyan edilmişti. Burada ise muttakiler (Allah'tan gereği gibi sakı­nanlar) için hazırlanmış olan bu cennetlerin tasviri vardır. [30]

 

Açıklaması:

 

Yüce Allah bu ayette mümin ve kâfirlerden her birine iki çeşit ce­zadan (karşılıktan) bahsetmiştir: maddî ve manevî ceza. Müminlerin iki tür cezaları içecek ve yiyecek ile günahlarının bağışlanması ve rıza-i ilâhî­dir. Kâfirlerin iki çeşit cezalarına gelince; son derece kaynar su ve cehen­nemde ebedî kalmak. Allah önceki ayette, ileriyi gören ve inandığı konular­da delili bulunan kimseyi (mümini) heva hevesine tabi olan insandan önce zikredince bu ayette de aynı sırayı gözeterek ahirette müminin durumunu kâfirin durumunun önüne almıştır.

Ayetin manası şöyledir: Emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçına­rak Allah'ın azabından kendilerini koruyan muttaki kullarına Allah'ın va-adettiği cennetin o hayret verici tasviri duyduğunuz şekildedir.

Sonra Allah cennet ehlinin içeceklerini zikretmeye başlamıştır:

O cennette, uzun süre beklediği için rengi, kokusu ve tadı değişmeyen sudan meydana gelen nehirler vardır. Hatta bu, yerden fışkıran tertemiz tatlı bir sudur. Onda çer çöp, bitki artıkları yoktur. Ondan içen ebediyyen susuzluk çekmez. Cenabı Allah cennet nimetlerine önce suyu zikrederek başladı. Çünkü su insanlar için diğer içeceklerden çok daha faydalıdır. İbni Ebi Hatim'in İbni Mesud'dan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: "Cennet ırmakları, misk denilen bir dağdan fışkırır."

O cennette ekşimeyen sütten ırmaklar vardır. Halbuki dünya sütleri bozulur, ekşir. Merfu bir hadiste şöyle denilmiştir: "Cennetteki süt, deve, sı­ğır ve koyunların memelerinden çıkmamıştır." Cennet içecekleri arasında ikinci olarak yüce Allah sütü zikretmiştir. Çünkü süt bütün insanlar için zaruridir. O tam bir gıda ve lezzetle yenilecek bir yiyecektir.

Cennette, tadı leziz, içimi güzel şaraptan ırmaklar vardır. Dünya şara­bı gibi tadı ve kokusu çirkin ve acı da değildir. Bilakis görünümü, tadı ve kokusu güzeldir: "O cennet şarabında ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar."(Saffat, 37/47). "Bu şaraptan ne başlara ağrıtılır, ne da akılları giderilir." (Vakıa, 56/19). Yani bu cennet şarabında hiçbir zarar ol­madığı gibi, aklı giderecek sarhoşluk verici hiçbir madde de yoktur. Onu içenin başı ağrımadığı gibi aklı da zayi olmaz. O, içenler için lezzetli bir içecektir. "Berraktır, içenlere lezzet verir." (Saffat, 37/46).

Merfu bir hadis-i şerifte şöyle denilmiştir: "Bu cennet şarabını insan­lar ayaklarıyla sıkmamışlardır.' Cennet şarabı da üçüncü sırada zikredil­miştir. Çünkü bu zaruri değildir. Onda zevk neşesi vardır. Onun tadı leziz, içimi güzeldir. İçenler ondan tiksinmez. Yemek yenilip, suya tam kanıldık­tan sonra o cennet şarabı zevk için içilir.

Cennette rengi, tadı ve kokusu son derece güzel süzülmüş baldan ır­maklar vardır. O bala, mum, tortu, ve çer çöpden hiçbir şey karışmamıştır. Merfu bir hadiste şöyle gelmiştir: "Bu bal, arıların karınlarından çıkma­mıştır." Zaruri olmadığı için bal dördüncü sırada zikredilmiştir. Bala çeşitli tatları ve arzulanan zevk duygularını kendisinde birleştirmiştir. Şüphesiz yiyeceklerin en lezizleri tatlılardır. Bal ise bunların en zirve noktasında bulunur. Balda insan bedeni için çok faydalar vardır. "Onda insanlar için şifa vardır." (Nahl, 16/69). Dünyada içecek ve yiyeceklerden sonra balda şi­fa vardır; ahirette ise hayır vardır.

Yüce Allah ayet-i kerimede bu dört cins ırmağı zikretmiştir. Çünkü bunlar: Zarureti (suyu), ihtiyacı (sütü), zevki (sarhoşluk vermeyen şarabı) ve faydalı ilacı (balı) bir araya getirmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Beyhaki'nin, Muaviye b. Hay-de'den rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir: Allah Rasulünü şöyle der­ken duydum: "Cennette süt denizi, su denizi, bal denizi ve şarap denizi var­dır. Sonra ırmaklar bu denizlerden meydana gelirler."

Sonra Allah Tealâ zevk ve lezzet verici yiyeceği zikretmiştir. Bu da ol­gun meyvelerdir. Çenette Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden muttaki kullarına çeşitli, şahane renkleri bulunan, güzel kokulu ve tatları hoş mey­veler vardır. "Orada güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler." (Duhan, 44/55), "İkisinde de her türlü meyveden çift çift vardır." (Rahman, 55/52). Cennette yemek, ihtiyaç için değil de, lezzet için olduğundan Allah burada meyveleri zikretti; et ve ekmek vs.iyi zikretmedi.

Yüce Allah yiyecek ve içecekten maddi mükâfatı belirttikten sonra, manevi mükâfatı zikretti. Bu manevi mükâfat da bütün bu maddi mükâfat yanında cennet ehlinin Allah'ın mağfiretini ve rızasını elde etmeleri; Allah'ın lütfü, keremi ve rahmeti olarak, hatalarının ve günahlarının üzeri­nin örtülmesidir. Günahlarının bağışlanması (mağfiret) cennete girmeden evvel olacaktır. Ayet-i kerimedeki "mağfireten" kelimesi "lehum" üzerine atfedilmiştir. Buna göre mana şöyledir: O muttakiler için cennette meyve­ler vardır ve cennete girmeden önce günahlarının affı da vardır.

Daha sonra da Allah Tealâ muttakilere vaadettiği cennet nimetleriyle, kâfirleri tehdit ettiği cehennemi mukayese etmiş ve şu açıklamayı getir­miştir: Cennetteki makamlarını zikrettiğimiz ve içerisinde bulundukları nimet ve ebedîliği açıkladığımız bu insanlar (müminler), cehennemde ebedî olarak kalacak insan gibi midir? Cennet derecelerinde (tabakalarında) olanların eşit olamayacağı noktasında her hangi bir şüphe yoktur. İçinde meyvelere ve çeşitli ırmaklar bulunan cennet ehli, içinde kaynar su bulu­nan cehennem ehli gibi değildir. Onlar elem verici azap içerisindedir.

Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: "Onların yeri ateştir." (Muhammed,47/12).

Ebedîlik cennet ehli ile cehennem ehli arasında müşterek bir özellik­tir. Ancak ikisi arasında fark vardır. Müminler sürekli nimet içerisinde ebedîdirler, kâfirler ise elem verici azap içerisinde ebedîdirler.

Cehennem ehlinin şarabına gelince; o, dayanılamayacak derecede kay­nar bir sudur. Cehennemliklere işte bu su içirilecektir. Onlar bunu içmeye mecbur edilecektir. Bu su da bağırsakları ve iç organları parça parça ede­cek derecede sıcak olduğundan karında ne varsa eritecektir. Şimdi bunla­rın şarabı, yukarıda zikri geçen cennet ehlinin şarabı gibi olur mu? [31]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Yüce Allah, mutteki müminlerle, zalim kâfirlerin iki tür cezasını kar­şılaştırmıştır. Bu karşılaştırma düşünmeyi gerektiren ve teşvik edilenle sa­kındırılan arasındaki büyük farkın boyutunu göstermektedir.

Muttakilerin şarabı dört ırmaktan meydana gelmektedir: Su, süt, sar­hoşluk vermeyen lezzetli şarap ve bal. Yiyecekleri de çeşit çeşit meyvelerdir. Cehennemliklerin şarabı ise, son derece sıcak ve kaynar sudur. Bağırsakları parça parça eder. Cehennemliklere yaklaştığında yüzlerini yakar, başlarının derisi dökülür. İçtikleri zaman da bağırsaklarını parça parça eder. O, sadece sıcak su değildir. Çünkü sadece sıcaklık bağırsakları parçalamaz. O bağır­sakları ve iç organları parça parça eden özel bir kaynar sudur.

Bütün bunlarla beraber cennet ehlinin günahları Rableri tarafından bağışlanacak ve Allah, onlardan razı olacaktır. Cehennem ehli ise ilâhî ga­zap ve öfkeye maruz kalacaklardır. Ahirette gerek cennetlikler ve gerekse cehennemlikler ebedîlik içerisindedirler. Cennet ehli cennette, cennet ni­metleri içerisinde ebedî kalacaklar, cehennem ehli ise cehennemde ebedî kalacaklardır. Sürekli, alevli cehennem sıcağında yanacaklardır.

İbni Keysan şöyle demiştir: İçinde meyveler ve ırmaklar bulunan bu cennet, içinde kaynar su ve zakkum bulunan cehenneme benzer. Bunlar, devamlılık bakımından aynıdır. Yoksa cennetlikler cehennemlikler gibi olur mu? Ferra da şöyle demiştir: Cennet nimeti içerisinde ebedî kalanlar, cehennemde ebedî kalanla bir midir?

Allah bizi cennetliklerden eylesin! Cehennem ateşinden korusun! [32]

 

İnanç Ayetlerini Duyduklarında Münafıkların Ve Doğruyu Bulanların Hali:

 

16- Onların arasında seni dinleyen­ler vardır. Fakat senin yanından çı­kınca, kendilerine bilgi verilmiş olanlara: Az önce ne demişti? diye sorarlar. Bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği, heva ve heveslerine uyan kimselerdir.

17-  Doğruyu bulanlara gelince, Al­lah onların hidayetlerini artırır ve sakınmalarını sağlar.

18- Onlar kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri belirmiş­tir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?

19- Bil ki, Allah'tan başka ilâh yok­tur. Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların gü­nahlarının bağışlanmasını dile! Al­lah, gezip dolaştığınız yeri de dura­cağınız yeri de bilir.

 

Belagat:

 

Ayet sonlarındaki "ehvâehüm", "tekvâhüm" ve "zikrâhüm" kelimelerin­de edebî sanatlardan, seci vardır. Bu, dinleyenlerin kulağına hoş gelecek güzel bir ahenk verir. [33]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Onların arasında seni dinleleyenler vardır." O kâfirler arasında seni dinleyen münafıklar grubu vardır. "Fakat senin yanından çıktıklarında" Cuma hutbelerinde ve değişik vesilelerle peygamberi dinleyen münafıklar peygamberimizin yanından ayrılınca, "kendilerine bilgi verilmiş olanlara, sorarlar." İbni Mesud ve İbni Abbas gibi, sahabenin alimlerine alaylı bir tarzda şöyle dediler: " Biraz önce ne demişti? " Az önce o peygamber ne söy­ledi. "Bunlar Allah'ın kalplerini" küfürleri sebebiyle "mühürlediği " müna­fıklıklar "heva ve heveslerine uyan kimselerdir."

"Allah... onların sakınmalarını sağlar." Allah onlara Rablerinden sakı­nacakları şeyleri beyan etmiş ve ateşten korunacakları hususları ilham et­miştir.

"Onlar kıyametin ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar?" Onlar, O Mekkeliler kıyametin ansızın gelmesinden başka bir şeyi beklemezler. "Kı­yametin alâmetleri belirmiştir." Peygamberimizin gönderilişi, ayın ikiye ay­rılması (inşikak-ı kamer) ve duhan'ın (duman) ortaya çıkışı kıyametin alâ-metlerindendir. "Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar." Kıya­met geldiği zamanda onu hatırlamanın onlara ne faydası olacaktır? O za­manda hatırlamanın onlara hiçbir faydası olmayacaktır.

"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin hem de mümin er­keklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!" Yani sen ya Muhammedi Müminlerin mutluluğunu, kâfirlerin bedbahtlığını görüp öğrenince, vahdaniyyet (Allah'ın birliği) üzerinde nefsini kemale erdirerek durumunu düzelt ve kıyamet gününde faydalı olacak hususları elde etmede sebat edip azimli ol. Günahın için Allah'tan af dile. Günahlardan masum (korunmuş) olmasına rağmen peygamberimize verilen bu emir bir eğitim ve ümmetinin kendisine bu konuda uyması içindir. Peygamberimiz de bu emri yerine getirmiştir. Taberani'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği­ne göre peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ben, kuşkusuz, günde Allah'a yüz defa tevbe istiğfar ederim."

"Mümin erkekler ve mümin kadınlar için de..." Yani ehli imana dua ederek ve onları affedilme sebeplerine teşvik ederek günahlarının bağış­lanmasını iste.

"Allah gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir." Yani yüce Allah dünya ve ahirette bütün durumlarınızı bilir Ona hiçbir şey gizli kal­maz. O halde Ondan sakının! Burada hitap bütün insanlaradır. [34]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Onların arasında seni dinleyenler vardır..." ayetinin (16. ayet) nüzul sebebi ile ilgili olarak İbni Münzir'in İbni Cüreye'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir. Müminler ve münafıklar, peygamber (s.a.)'in meclisinde top­lanırlar, müminler peygamberin söyledirlerini dinler ve bellerlerdi. Müna­fıklar da dinler, ama bellemezlerdi. Peygamberimizin yanından ayrıldıkla­rında müminlere, "Az önce o peygamber ne dedi?" diye sorarlardı. İşte bu­nun üzerine: "Onların arasından seni dinleyenler vardır..." ayeti nazil oldu.

Mukatil'in rivayetine göre: Peygamber (s.a.) hutbe irad eder ve bu hut­besinde münafıkları kınayarak uyarırdı. Münafıklar mescidden çıkınca İb­ni Mesuda alaylı bir şekilde "Muhammed az önce ne dedi?" diye sorarlardı. İbni Abbas da şöyle demiştir: Aynı sorular bana da sorulmuştur. [35]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ dünya ve ahirette müminlerin ve kâfirlerin halini beyan ettikten sonra münafıkların durumunu zikrederek, onların kâfirlerden ol­duğunu, dinlediklerinde peygamberin sözünü anlamayan cahiller oldukla­rını belirtti. Münafıklar peygamberi dinlerler, ancak küçümseyip alaya al­dıklarından, bundan faydalanmazlar. Gerçeği bulmuş mümin böyle değil­dir. O, dinler dinlediğini anlar ve öğrendikleriyle amel eder. Sonra yüce Al­lah o münafıkları tehdit etti ve kıyamet gelip çatmadan önce düşünüp ibret almalarını emretti. Daha sonra da Allah, Rasulüne üzerinde bulunduğu doğru inançta sebat etmesini, kendisi ve inanan erkekler ve kadınlar için istiğfar etmesini emretti. [36]

 

Açıklaması:

 

"Onların arasından seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çı­kınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara: Az önce ne demişti? diye sorar­lar." Yani cehennemde ebedî olarak kalacak bu kâfirlerden bir kısmı da münafıklardır. Onlar, Peygamber (s.a.)'in hutbelerinde ve sohbet meclisle­rinde konuşmalarını ve tilâvetini dinlerler, ama idrakleri ve inançları ol: madiği için bundan hiçbir şey anlamazlar. Peygamberin yanından ayrıldık­larında da, sahabenin bilginlerine küçümseyerek, alaylı bir tarzda "Az ön­ce Muhammed ne dedi?" diye sorarlar. Yani "Biz onun sözüne dikkat etme­dik, ne konuştuğuna aldırmadık, ne dediğini de anlamadık demek isterler.

Bu sebeple Allah Tealâ onların içyüzlerini ortaya koyacak bir şekilde tasvir ederek, şöyle buyurdu:

"Bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği, heva ve heveslerine uyan kimselerdir." İşte bu münafıklar, nifakları sebebiyle, Allah'ın kalplerini mü­hürlediği kimselerdir. Bu sebeple onlar inanmazlar ve gerçeği bulamazlar, kalpleri hiçbir hayra yönelmez. Küfür ve inatta duygularına heva ve heves­lerine tabi olmuşlardır. Kafasızlıkları yüzünden ya da istifade edecekleri şeye kulak vermediklerinden, tam aksine kendilerine zararı dokunacak şeyleri ön plana çıkardıklarından hakka tabi olmayı terketmişlerdir. Böyle­ce onlar gerçek bir anlayış ve güzel bir yönelişten mahrum kalmışlardır.

Sonra Allah bu münafıkları doğruyu bulan müminlerle karşılaştıra­rak şöyle buyurmuştur:

"Doğruyu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırır ve sa­kınmalarını sağlar." Hayır yoluna girmek niyyetini taşıyanları Allah mu­vaffak kılar, onların gönüllerini (imana) açar ve onlar da Allah'a inanır, O'nun emirlerine göre hareket ederler. Allah onları hidayet üzerinde sabit kılar, tevfiki ile hidayetlerini artırır, onların gönüllerine gerçeği ilham eder ve razı olacağı işler konusunda onlara başarı nasip ederek kötülüklerden sakınmada onlara yardımcı olur.

Sonra kıyametin gelişiyle onları tehdit ederek yüce Allah şöyle buyurdu:

"Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar1? Şüp­hesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?" Bu münafık ve kâfirler gafil oldukları halde, kıyametin ansı­zın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Onun alâmetleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de Muhammed (s.a.)'in, peygamber olarak gönderilişidir. Buhari, Müslim ve diğer kaynakların Enes (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadiste Enes (r.a.) şöyle demiştir. Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "-Orta parmağı ve işaret parmağını göstererek- Ben ve kıyamet, işte bu ikisi gibi gönderildik."

Kıyamet onlara gelip çattığında onu hatırlamanın ne yararı var? Nite­kim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "İnsan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var?" (Fecr, 89/23). Yani kıyamet günü gelip çattığında daha önce inanmamış olanların o gün inanmalarının ve kı­yameti hatırlamalarının kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

Bu ayetten kastedilen mana şudur: Allah'a imanın peygamberin doğ­ruluğunun ve öldükten sonra dirilmenin (ba'sin) gerçek olduğuna dair de­liller pek çoktur. Bu deliller; Kur'an'da insanın fıtratında, ruhunda, aklın­da ve görünür dünyada (alem-i şehadet ve histe) bütün açıklığıyla parla­maktadır. İnsanlar, ölüm ve kıyamet gelmeden, yakın bir zamanda inan­mazlarsa, ömür bitip, amel ve teklif yurdu olan dünya yok olduktan sonra iman etmenin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

Sonra Allah Tealâ, peygamber (s.a.)'e davasında sebat etmeyi ve istiğ­farı emrederek şöyle buyurmuştur: "Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahları­nın bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, duracağınız yeri de bilir." Ey peygamber! Mutluluk ve bedbahtlık noktasında mümin ve kâ­firin halini ve kıyamet alâmetlerinin ortaya çıkışını öğrenince bulunduğun tevhid inancında ve nefsi kontrol etme hususunda sebat et! Allah'tan baş­ka bir ilâh olmadığını, O'ndan başka Rab bulunmadığını bil. Öldükten son­ra dirilmenin (ba'sin) gerçek olduğunu ve şüphesiz geleceğini kabul et. Ev­la (daha uygun) olanın aksine, az uygun işlerinden dolayı af dile, sana tabi olan ümmetinin günahları için de af dile. Mümin erkekler ve mümin ka­dınların günahlarının bağışlanması için Allah'a dua et. Allah, gündüz yap­tığınız işleri ve geceleyin ne gibi işlerle meşgul olduğunuzu bilir. Geceleyin nerede kalacağınızı da bilir. Şöyle de denilmiştir: Ahiret yurdundaki sığı­nacağınız yeri bilir. İbni Kesir şöyle demiştir: Birinci mana daha uygun ve daha zahirdir. Burada güzel güzel çalışmaya teşvik ve Allah'ın emirlerine muhalefetten sakındırma vardır.

Bu ayet, tıpkı aşağıdaki ayetlere benziyor: "Geceleyin sizi öldüren (öl­müş gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur." (En'am, 6/60), "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah 'm üzerindedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bun­ların) hepsi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz'da)dır." (Hud, 11/6).

İstiğfar ve dua konusundaki ilâhî emre uygun olarak peygamberimiz (s.a.) de dua ederdi. İşte Buhari ve Müslim'in Sahih'inde yer aldığına göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle derdi: "Allah'ım! Hatamı, cehaletimi, aşırı davra­nışlarımı ve benim bilmeyip de senin bildiğin günahlarımı bağışla. Al­lah'ım! Şakamı da, ciddimi de bağışla, bilmeden ve kasten yaptığım gü­nahları da bağışla. Hepsi sence malûmdur.''

Yine sahih bir hadis-i şerifte ifade edildiğine göre Allah Rasulü (s.a.) namazının sonunda şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Benim önceki günahlarımı da, sonraki günahlarımı da bağışla! Açıkça yaptığımı, gizlice işlediğimi, aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin hatalarımı, affet. Sen benim ilâhım-sın, senden başka hiçbir ilâh yoktur."

Müslim'in Sahih'inde peygamberimizin şöyle dediği sabit olmuştur: "Ey insanlar! Rabbinize tevbe ediniz çünkü ben, Allah'a günde yetmiş defa­dan fazla, tevbe ve istiğfar ederim."

Ebu Ya'la, Ebu Bekir es-Sıdık (r.a.)'dan, o da Allah'ın Rasulünden ri­vayet etmiştir. Allah Rusulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kelime-i Tevhid'e (La ilahe illallah'a) ve istiğfara devam ediniz. Bunları çok yapınız. Çünkü iblis (şeytan) şöyle demiştir: Ben, insanları günahlarla mahvettim. İnsanlar da beni kelime-i tevhid ve istiğfarla perişan ettiler. Ben bu durumu görünce onları heva ve heveslerle mahvettim. Onlar halâ doğru yolda olduklarını zannediyorlar."

Bir rivayete göre İblis şöyle demiştir: "İzzetin ve celâlin hakkı için, in­sanların ruhları bedenlerinde bulunduğu sürece, onları yoldan çıkarmaya devam edeceğim." Allah azze ve celle de: "İzzetim ve celâlim hakkı için, on­lar benden affedilmelerini diledikleri sürece, ben de onları affetmeye de­vam edeceğim." buyurmuştur.

Süfyan b. Uyeyne'ye ilmin fazileti sorulmuş o da "Bil ki, Allah'tan baş­ka ilâh yoktur." ayetini okumuştur. Çünkü bu ayette Allah önce ilmi, sonra da ameli emretmiştir. [37]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Abdullah b. Übeyy b. Selül, Rifaa b. et-Tabut, Zeyd b. es-Salib, Ha­ris b. Amr ve Malik b. Duhşum gibi münafıklar, fırsatçı ve menfaatçi bir topluluktur. Bunlar, Cuma günü peygamberin hutbesini dinlemeye gelirler, hutbede münafıklardan söz edildiğini duyunca peygamberden yüz çevirir­lerdi. Onun yanından çıkınca da, peygamberin ne dediğini sorarlardı. Bun­lar, kalpleri iman nurundan yoksun ve akılları kavrayış ve idrakten uzak olduğu için, cahil bir topluluktur. Müminlerle birlikte Allah Rasulünün ya­nında bulunmalarına peygamberin konuşmasını dinlemelerine rağmen peygamberin konuşmalarına itibar etmezler, dinlemezlerdi.

2- Bu sebeple yüce Allah onları, küfürleri sebebiyle Allah'ın kalplerini mühürlediği kimseler olarak nitelemiştir. Onlar inanmamışlar ve inkârları hususunda heva heveslerine tabi olmuşlardır. Nitekim yüce Allah şöyle bu­yurmuştur: "Tam aksine küfürleri sebebiyle Allah, o kalpler üzerine mühür vurmuştur." (Nisa, 4/155).

3- Kur'an'm metodu, fark tam olarak ortaya çıksın diye zıtlar arasında mukayese ve karşılaştırma yapmaktır. Geçen ayetlerde olduğu gibi Kur'an-ı Kerim çoğu kez, müminlerle kâfirler arasında veya müminlerle günah­kârlar arasında mukayeseler yapar. Burada da gerçeği bulan müminlerle münafıklar arasında mukayese yapmıştır. Allah, küfürleri sebebiyle müna­fıkların kalplerini mühürlemiştir. Onlar, küfürde heva ve heveslerine tabi olmuşlardır. Müminlerin ise Allah, hidayetlerini artırmıştır, onlar da duy­duklarını anlamışlar ve öğrendikleriyle amel etmişlerdir. Allah, onlara tak­vayı (Allah korkusunu ve saygısını) ilham etmiş ve onları, kendilerine farz kıldığı şeyleri yapmaya muvaffak eylemiştir.

4- Allah'ın varlığını, peygamberin doğruluğunu ve öldükten sonra di­rilmeye (ba'se) iman etmeyi gösteren deliller apaçık ortada iken, kâfirler ve münafıklar da buna inanmayınca, onların ancak ansızın gelecek olan kıya­met anında inanacakları beklenir. Kıyametin alâmetleri de ortaya çıkmış­tır. Bunlardan bazıları şunlardır. Hz. peygamberin gönderilişi, ayın ikiye bölünmesi (inşikak-ı kamer), duhan (duman), mal ve ticaretin çoğalması, yalancı şahitliğin artması, akraba ziyaretlerinin kesilmesi, cömert ve asil insanların azalıp alçakların çoğalması.

Kıyamet geldiği zaman, onların inanmanın da faydası olmayacaktır. Çünkü o zamanda yapılan tevbe ve iman kabul edilmeyecektir.

5- Mümine fayda verecek ancak Allah'ın birliği ve O'ndan başka ilâh olmadığı inancında sebat etmesidir. Bu inanç her şeyin üstünde ve önünde­dir. Kendisi için, mümin erkekler ve mümin kadınlar için de istiğfarla meş­gul olması onun faydasınadır. İşte bu, kardeşlik ve sevgi delilidir, bütün müminlerin hayır ve mutluluğunu arzu etmenin işaretidir, ayrıca tüm müs-lümanlar için, kişinin af istemesinin gerekli (vacip) olduğunun delilidir.

Peygamberimiz (s.a.), tevhid inancında sabit olmaya, ihlâsa, ve hem kendi günahı, hem de mümin erkekler ve mümin kadınların günahları için istiğfar etmeye devam etmekle emredilmiştir. Çünkü o, ümmeti için güzel örnektir. Böylece ümmetine, kendi yolunda nasıl gidileceğini ve hayatını nasıl örnek alacaklarını öğretmektedir. Peygamberlerin günahları Allah katında, kendi yüce mevkilerine daha lâyık olanı terketmeleridir. Ayette is­tiğfardan önce tevhidin (Allah'ın bir kabul edilişi) getirilişi, ilmin, amelden önceliğini gösterir, ayrıca insanlar için gerekli ilk şeyin -konuşmadan ve karar vermeden önce- bilmek ve düşünmek olduğunu ifade eder. Ayette te­vazuu ve nefsin kibrini kırmayı anlatan işaretler de vardır. Çünkü yüce Al­lah Rasulüne (s.a.) kendi günahı ve kendi dininde olanların günahlarının affı için istiğfar etmesini emretmiştir.

6- İnsanoğlunun, hatta bütün mahlûkatın harekât ve sekenâtından hiçbir şey Allah'a saklı kalmaz. Yüce Allah bütün bunları toplu ve detaylı olarak da bilir. O, mahlûkatın, gündüzleyin gezip dolaştığı ve geceleyin ka­rargâh kurduğu yeri bilir. Dünya ve ahiretteki yerlerini bilir. İşte "Allah, gezip dolaştığınız yeri de, duracağınız yeri de bilir." ayeti, buna göre umu­ma hamledilmiştir. Kurtubi (r.a.)'nin tercihi de böyledir.

Allah'ın her şeyi gözettiğini bilmek, O'na itaat etmeyi ve yararlı iş yapmayı gerektirir. İsyandan ve O'nun emirlerine karşı gelmekten kork­mayı icabettirir. İşte Allah'ın, mümin kullarını muvaffak kıldığı takvanın manası budur. [38]

 

Amelle İlgili Ayetler Nazil Olduğunda Münafıkların Ve Müminlerin Durumu:

 

20-  İman etmiş olanlar: "Keşke ci-had hakkında bir sure indirilmiş ol­saydı!" derler. Ama hükmü açık bir SUre indiriliP de' onda edilince, kalplerinde hastalık olanların ölüm baygınlığı geçiren kimSenİn bakışı gibi sana baktıkıarmı  görürsün. Korktukları başlarına geleşi adamlar!

21-  (Onların vazifesi) itaat ve güzel  sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah'a sadakat gösterselerdi, elbette

 kendileri için daha olurdu. dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz  mısınız?

23- işte bunlar, Allah'ın lanetlediği sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.

 

Belagat:

 

"İş ciddiye bindiği zaman", burada, mecaz-i aklî vardır. Çünkü "aze-me-ciddileşme" fiili "emre-işe" nisbet edilmiştir. Halbuki maksat bu işi ya­panlardır. Mesela "Onun gündüzü oruçludur" ifadesinde oruç gündüze is­nat edilmiştir. Halbuki oruç tutan gündüz değil, şahıstır. Dolayısıyla bu cümlede de bir mecaz-i aklî vardır.

"Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmaya dönmüş olmaz mı­sınız?" Bu cümlede de gaibten muhataba yöneliş, yani iltifat sanatı vardır. Bu, kınama ve ayıplamada daha etkili olmak içindir. Kur'an dışında bela-ğatte bu sanata tecahül-i arif denmektedir. [39]

 

Kelime ve İbareler:

 

"İman etmiş olanlar. Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı derler." Ayetteki "levlâ-keşke" kelimesi, kendisinden sonraki mananın mey­dana gelmesini teşvik içindir.

"Ama hükmü açık" muhkemetün, apaçık şüphesiz ve bir başka mana­ya ihtimali olmayan, içinde cihadı ortaya koyan sure "bir sure indirilip de orda savaştan söz edilince kalplerinde hastalık" din konusunda zaaf, şüphe ve nifak "olanların ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi baktıkları­nı görürsün." ya da bakışı bir noktaya yoğunlaşmış ölmeye yakın kimse gi­bi. Anlatılan, münafıkların savaştan korkmaları ve savaşı sevmemeleridir. "Korktukları başlarına gelesi adamlar!" Bunun anlamı istemedikleri şeyin başlarına gelmesi için bedduadır. İbni Cüzeyy, et-Teshil li Ulumit-Tenzil ad­lı eserinde, bu "evlâ" kelimesinin, tehdit ve beddua ifade eden bir lafız ol­duğunu söylemiştir.

Onların vazifesi "itaat ve güzel sözdür." Bu yeni bir cümledir. Yani Al­lah'a itaat etmek ve güzel söz, onlar için daha hayırlı ve daha güzeldir. Ra-zi şöyle demiştir: "tâatün' kelimesini "nekre" görüp de, mübteda olmaz de­mek doğru değildir. Çünkü biz onun gizli bir sıfatla mevsuf olduğunu söy­lüyoruz. Bu görüşümüzü "kavlün marufun" terkibi göstermektedir. Dolayı­sıyla yukardaki cümle şöyle kabul edilir.[40] "Halis bir itaat ve güzel söz da­ha iyidir."

"îş ciddiye bindiği zaman" Savaşın farz kılmışı ile savaş isteyenlerin durumu ciddiye binince "Allah'a sadakatgösterselerdi." Cihada olan hırsla­rında, iman ve itaat noktasında Allah'a sadakat gösterselerdi "elbette ken­dileri için daha hayırlı olurdu."

"Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağ­larını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?"

"Aseytüm" kelimesi sin'in kesre ve fethasiyle okunur, "lealleküm" ma-nasmdadır; bu takdirde ayetin anlamı: "İmandan ve cihaddan yüzçevirirse-niz muhakkak siz, yeryüzünü ifsad edersiniz." "Aseytüm" kelimesinin asli manası düşünülerek ayet şöyle de yorumlanabilir: "Eğer imandan ve cihad­dan yüz çevirirseniz sizden fesattan başka ne beklenir?" "Asâ" kelimesi kendinden sonraki mananın meydana gelişinin beklendiğini, öyle umuldu­ğunu gösterir. Bu bekleme işini de Allah hakkında düşünmek doğru değil­dir. Çünkü yüce Allah olanı da, olacağı da bilir. O halde burada "aseytüm" kelimesi kesinlik ifade eder. Mana şöyle olur: "Eğer siz, Allah'ın dininden ve Rasulünün sünnetinden yüz çevirirseniz, daha önceki cahiliyyet döne­mine geri dönmüş olursunuz: Yağmalar, soygunlar, akrabalık bağlarını ke­serek yakınların birbirleriyle savaşması ve kız çocuklarının diri diri topra­ğa gömülmesiyle yeryüzünü ifsad edersiniz."

"İşte bunlar Allah'ın lanetlediği" İşte bu müfsidleri Allah lanetlemiş, bozgunculukları ve akrabalık kağlarını kesmeleri yüzünden onlardan rah­metini kesmiştir. Hakkı duymayacak şekilde onları "sağır kıldığı," gerçeği göremeyecek şekilde "gözlerini kör ettiği kimselerdir." Bu sebeple onlar hak yolu bulamazlar. [41]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

İslâm'da itikad esaslarıyla ilgili olarak tevhid, haşr ve ba's konusun­daki ayetleri duydukları zamanda kâfirin, münafıkın ve gerçeği bulan mü­minin halini beyan ettikten sonra yüce Allah, cihad, namaz ve zekât gibi amele dair ayetler indiğinde yine onların durumlarını ortaya koymuştur. Yüce Allah şunu açıklamıştır: Mümin bu ayetlerin inmesini beklerdi, teklif (sorumluluk) geciktiği zaman da şöyle derdi: Rabbime yaklaşmak ve rızası­na nail olmak için her hangi bir ibadet (kulluk)le mükellef olmalı değil miydik? Münafık ise, her hangi bir bedenî veya malî sorumluluk geldiğin­de, bu onun pek zoruna giderdi: İşte bu, ilim ve amelde iki grup arasındaki zıtlığın bilinmesine yardımcı olmaktadır.

Şöyle ki; münafık ilmi anlamıyor, amel etmek de istemiyor. Mümin an­lıyor ve anladığıyla amel etmeyi istiyor.

Bu sebeple Allah müminleri rızası muhabbeti ve cennetiyle mükâfat­landırırken, münafıklar da lanetle, rahmet ve bereketten uzaklaştırılarak cezalandırılmıştır. [42]

 

Açıklaması:

 

"İman etmiş olanlar: "Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsay­dı!" derler. Ama hükmü apaçık bir sure indirilip de, onda savaştan söz edi­lince kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakı­şı gibi sana baktıklarını görürsün. Korktukları başlarına gelesi adamlar!"

Samimi müminler cihadın meşru kılınmasını temenni eder, cihad se­vabına olan düşkünlükleri ve mücahidlerin derecelerine kavuşma arzula­rından dolayı "Rabbimiz bize, savaşı emrettiği bir sure indirseydi" diyerek, yüce Rablerinden istekte bulunurlar. Savaşı emreden ve içerisinde, cihadın müslümanlara farz kılındığı zikredilen bir sure indirildiğinde müslüman-lar buna sevinirler, münafıklara ise bu zor gelir. Kalplerinde şüphe, hasta­lık ve nifak bulunan münafıkları ise sen -savaştan ödleri koptuğu ve düş­manlarla karşı karşıya gelmekten kortukları için- ölüm anında gözleri dı­şarı fırlayan kimsenin sana bakışı gibi baktıklarını görürsün. Veyl, ölüm ve helak onlara pek yakındır.

Mana şöyledir: Onlara en lâyık olan ve yakışanı dinleyip itaat etmele­ri, ya da cezaya müstahak olmalarıdır.

Bu birinci manaya göre onların helakinin yaklaştığı noktasında onları bir tehdittir."Ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görür­sün." ayeti, düşmanla karşılaşmalarında münafıkların kalplerindeki korku ve endişe halini pek güzel bir şekilde tasvir etmektedir. Ayette ayrıca, sa­vaş emredildiğinde münafıkların halinin rezilliği gözler önüne serilmekte­dir. Ancak savaştan önce münafıklar her iki gruba, müminlere de, kâfirlere de gidip gelirlerdi.

Bu ayetin benzeri Allah Tealâ'nın şu kavlidir:

"Kendilerine ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekatı verin, de­nilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir grup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insan­lardan korkmaya başladılar da, Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) ol­maz mıydı?" dediler. (Nisa, 4/77).

Bu tehditten sonra yüce Allah, onları teşvik ederek şöyle buyurmuş­tur: "(Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür." Yani Allah için samimi bir ita­at ve güzel bir söz, onlar için başkalarından daha hayırlı ve daha idealdir.

"îş ciddiye bindiği zaman, Allah 'a sadakat gösterselerdi, elbette kendi­leri için daha hayırlı olurdu." Yani durum ciddiyet kazanıp savaş farz kı­lındığında, sözlerinde ve savaş konusunda samimi olup, halis bir niyetle Allah'a itaat etselerdi, onlar için imanı ortaya koyup, itaat etmek, isyan edip, karşı gelmekten daha hayırlı olurdu.

Sonra Allah, onları kınamış ve onların, "Adam öldürmek ortalığı fesa­da vermektir; Araplar da bizim akrabalarımız ve kabilelerimizdir." şeklin­deki şüphelerine şöyle diyerek cevap vermiştir:

"Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağ­larını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?" Eğer siz itaat ve cihaddan yüz çevi­rir, savaşın hükümlerini geçerli kılmaktan uzaklaşırsanız; ya da idareyi üzerinize alırsanız, belki de cahiliyye dönemindeki kötülüklerinize döner, kan akıtırsınız, yeryüzünü zulüm, yağma, soygun ve kötülüklerle ifsad eder, birbirinizi öldürerek, ana-babaya isyan edip kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek ve diğer cahiliyye kötülükleriyle akrabalık bağlarını ko­parırsınız. Katade ve diğerleri ayetin anlamı konusunda şöyle demişlerdir: "İmandan yüz çevirirseniz, tekrar yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve kan akıtmanızdan korkulur.

Ebu Hayyan şöyle demiştir: En doğrusu, bu ayette ifadesini bulan hi­tabın savaş konusunda, münafıklara yapılmış bir hitap olduğudur. Bu ko­nuda da ayetler geçmiştir. Yani siz, müslümanlara yardım etmemekle sa­vaş konusunda Allah'ın emrine itaat etmekten yüz çevirirseniz, yeryüzün­de fesat çıkarmaktan başka sizden ne beklenir? Eğer müslümanlara yar­dım etmezseniz aranızdaki akrabalık bağlarını koparmış olursunuz. Bu hi­tabın münafıklara yapıldığının kanıtı, hemen o hitabın peşinden gelen şu ayettir: "İşte bunlar, Allah 'm kendilerini lanetlediği kimselerdir." Bütün bu ayetler, münafıklar hakkındadır. "Asa" kelimesinde ifadesini bulan "bir işin, durumun olmasını umma, bekleme" manası Allah için söz konusu ola­maz. Çünkü yüce Allah olanı ve olacağı bilir. Bu ancak münafıkları bilip tanıyan kimse ile ilgilidir. Sanki Allah, onlara şöyle demektedir: Bizim, on­ların helak olma noktasında bilgimiz vardır. Siz eğer savaştan yüz çevirir­seniz, şöyle şöyle yapmaktan başka sizden ne beklenir?[43]

Bu, münafıkları düşünmeye, ırkçılığı ve cedeli bırakmaya teşviktir. Yüce Allah çok iyi biliyor ki, onlar, milletin idaresini üzerlerine alsalar ve­ya bu dinden yüz çevirseler -cahiliyye dönemi insanlarının adeti olduğu gi­bi- onlardan; adam öldürmek yağmalamak ve diğer bozgunculuklardan başka hiçbir şey meydana gelmez.

Bu sebeple Allah Tealâ onları lanetleyerek şöyle buyurmuştur:

"İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir." Yani bu zalimler ve haksız yere kan dökücüler, Al­lah'ın kendilerini rahmetinden uzaklaştırdığı ve kovduğu kimselerdir. Bu sebeple yüce Allah onların kulaklarını dünyada sağırlaştırdığı için, hakkı duyamıyorlar, basiretlerini yok ettiği için gerçeği göremiyorlar ve Allah'ın adil nizamını gösteren kainat delillerini düşünemiyorlar ve haksız olarak mallara ve canlara el uzatılamayacağına dair, kulları için koymuş olduğu dinî hükümleri anlayamıyorlar. Allah (c.c.) ayette "Onları sağır kıldı." bu­yurdu, "kulaklarını sağırlaştırdı" demedi. Çünkü duymak, kulağın bulu­nup bulunmamasıyla farklılık arzetmez. Zira kulağı kesilmiş olan kimse de duyar. Ama görmek bizzat göze bağlıdır. Bu sebeple Allah ayette gözleri zikretti, ama kulağı zikretmedi.

Bu, genelde yeryüzünde fesat çıkarma, özelde akrabalık bağlarını ko­parma konusunda bir yasaklamadır. Yeryüzünde ıslahı (onarmayı, düzelt­meyi) ve sıla-ı rahimi, akrabalara iyilik yapmayı emreden bir ifadedir.

Buhari ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den onun da Efendimiz'den rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Allah mahlû-katı yaratmıştır. Bu yaratma işini bitirdiği vakit, rahim (akrabalık) ayağa kalkmış ve Rahmanın belini[44] tutmuş. Bunun üzerine Rahman (rahime) "Sen sus" buyurmuştur. Rahim de, "Bu, ilginin kesilmesinden sana sığına­nın makamıdır." demiştir. Yüce Allah da, "Evet, sana sıla yapana, benim sı­la yapmam, senden alâkayı kesene, benim de alâkayı kesmemden hoşnut olur musun?" buyurmuş. Rahim, evet razıyım demiş. Allah Tealâ hazretleri de: Bu sana verilmiştir, buyurmuştur." Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:

"Siz döner de yeryüzünde fesat çıkarır ve akrabalık bağlarını keser misi­niz?" ayetlerini okuyun. [45]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Samimi müminler vahyi arzulamakta, cihada ve cihad sevabına düşkünlüklerini ortaya koymaktadırlar. Münafıklar ise   savaşta korku ve sabırsızlıklarıyla korkaklıklarını ortaya koymakta gizlice kâfirlere sempati göstermekte, dini sorumluluklardan özellikle cihad vazifesinden kaçmakta­dırlar.

2- Allah, münafıkları tehdit etmekte ve "Korktukları başlarına gelesi adamlar!" ayetiyle, onları sakındırmaktadır. Yani, azap ve helak onlar için­dir. Bundan maksat istenmeyen şeylerin, kendilerini izlemesi noktasında onlara yapılan beddua ya da Allah'a itaat ve güzel söz, onlara ne kadar da lâyıktır şeklindedir.

Sonra yüce Allah, onları durumlarını düzeltmeye teşvik etti ve onları itaata çağırarak şöyle dedi: Samimi itaat ve güzel söz onlar için muhalefet edip, isyan etmekten ve kötülüğün propagandasını yapmaktan, çok daha hayırlı, güzel ve gayet idealdir.

3- Allah Tealâ, onları itaate davetini ve emrine muhalefetten sakmdır-mayı teyit etti ve şöyle dedi Eğer iş ciddiye biner de, cihad farz kılınırsa, onlar bundan hoşlanmazlar.[46] Ya da cihadla mükellef olan insanlar karar­lılık gösterip iman ve cihad noktasında Allah'a sadakat gösterselerdi, onlar için bu, Allah'a isyan edip, muhalefet etmekten daha hayırlı olurdu.

4- Münafıklar idareye gelirler, ya da Allah'ın kitabından, dininden ve Rasulüne (s.a.) tabi olmaktan yüz çevirirlerse yapacakları şüphesiz belli­dir: Haksız yere kan dökerek haksızlık ve zulüm yapıp insanların malları­nı yağmalayarak ve akrabalık bağlarını parçalayarak yer yüzünü fesada vermek suretiyle tekrar cahiliyye döneminin kötülüklerine dönmektir.

5- Bu münafıklar, münafıklıklarına devam ettikleri sürece, Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırılmaktan başka hiçbir şeye müstahak ol­mazlar, kulakları sağırlaştırılır, hakkı duyamazlar, gözleri ve kalpleri kör-leştirilir, doğruyu idrak edemezler. Bunların yolundan giden herkese lanet müstahaktır, Allah onlardan duyma ve görme nimetini çekip alır; duysa da hakka boyun eğmez ve adeta düşünmeyen hayvanlar gibi olurlar. [47]

 

Dinden Döndükten Sonra, Ruhları Kabzedilirken Ve Cihadın Hikmeti Hatırlatıldağında Münafıkların Hali:

 

24- Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?

25- Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına  dönenleri, şeytan süslü göstermiş  ve kendilerine uzun zaman göstermiştir'

26-Bunun sebebi; onların, Allah'ın  indirdiSinden hoşlanmayanlara:  "Bazı hususlarda size itaat edecedemeeridir- Oysa Allah, onlann gizlediklerini biliyor.

27-Ya melekler onların yüzlerine  ve suratlarına vurarak canlarını  alırken durumları nasıl olacak?!

28- Bunun sebebi onların Aılahı gazaplandıran şeylerin ardınca git- meleri ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bü yüzden  Allah onların işlerini boşa çıkar.

29- Kalplerinde hastalık olanlar,  yoksa Allah'ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?

30- Biz dileseydik onları sana göste- rirdik de, sen onları yüzlerinden ta- nırdın. Andolsun ki sen onları ko- nuşma tarzlarından tanırsın. Allah, işlediklerinizi bilir.

31- Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenlerleri belirle-yinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.

 

Belagat:

 

"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" Buradaki istifham, istifham-ı tevbihî (kınama maksadı ile soru şeklinde kurulan bir cümle)dir.

"Yoksa kalpleri kilitli mi?" Bu ayette açık istiare vardır. Münafıkların kalpleri kilitli kapılara benzetilmiştir. Hiçbir kişinin nasihatına açılmazlar.

"arkalarına dönerler..." İmandan sonra inkâra düşmekten kinayedir. [48]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" Münafıklar, masiyetlere dalma­mak ve helak edici günahlara düşmemek için, Kur'an'daki öğütleri ve ya­sakları görmek üzere, onu iyice düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? "Yoksa kalpleri mühürlü mü?" Yoksa onların kalplerinde açılmayacak kilitleri mi var ki, o Kur'an'ı anlamıyorlar, "kulübün" kelimesinin nekre olarak gelme­si, onlardan bir kısmının kalpleri kastedildiği içindir.

"Arkalarına döndüler." Yani daha önceki inkârlarına döndüler. "Şeytan onlara" günahlarını "süslü göstermiş ve onları" boş arzularla oyalayarak "uzun zaman göstermiştir." onlara daha uzun zaman yaşayacakları va­adinde bulunmuştur.

"Bunun sebebi, onların, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Ba­zı hususlarda size itaat edeceğiz." demeleridir." Yani münafıklar, müşrikle­re ya da Yahudilere; yahut da, sonra peygamberi inkâr eden Yahudiler mü­nafıklara şöyle demişlerdir: Cihaddan geri kalmakta ve peygambere düş­manlık konusunda yardımlaşma gibi bazı konularda size itaat edeceğiz. "Allah onların gizlediklerini bilir." Yani münafıklar veya Yahudiler, yukarı­daki sözü gizlice söylemişler, ama Allah onu ortaya çıkarmıştır.

"Ya melekler onların yüzlerine ve suratlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak!" Yani onların hali nice olacak, o zaman nasıl edip de bu acıdan kurtulma çareleri bulacaklar? Bu ayette, münafıkların ölümü tasvir edilmektedir. Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına demir kamçı­larla vurarak onların canlarını alacaktır. Burada korkutma ve tehdit vardır. Çünkü o münafıklar ölüm anında öyle korkulu hallerle karşılaşacaklardır ki, bu halleri korkup da savaş yapmadıkları şeylere benzemektedir.

"Bunun sebebi," yani bu halde ölümün sebebi onların, Allah'ı gazap-landıran şeylerin ardınca gitmeleri" küfür, peygamberin özelliklerini sakla­ma ve emrine isyan gibi "ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamaları­dır. " Allah'ı razı edecek iman, cihad ve benzeri itaatleri sevmemeleridir.

Bu yüzden "Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır."

"Yoksa Allah'ın kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?" Yani onlar Allah'ın, peygamberine ve müminlere, kinlerini ortaya koymayacağı­nı mı sandılar? "Sen onları konuşma tarzlarından tanırdın." Konuşma üslûbu ve manası, ya da konuşmayı sarih-açık şeklinden üstü kapalı, kinaye­li tarza kaydırmalarından. Ya Muhammedi O münafıklar senin yanında konuştukları zaman müslümanların durumlarını ayıplayacak tarizler de, üstü kapalı konuşmalarda bulunurlar. [49]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Yüce Allah münafıkların hayırdan ve Kur'an-ı Kerinl'i dinlemekten yüz çevirişlerini beyan ettikten sonra, onlara Kur'an'ı iyiden iyiye düşün­melerini emretti ve onları helak edici tehlikelere düşmemekleri için, Kur'an-ı Kerim'den yüz çevirmekten nehyetti. Sonra da, İslâm gerçeği apa­çık delillerle kendilerine besbelli olduktan veya Tevrat'ta verilen bilgiler­den açık mucizelerle Muhammed (s.a.)'in peygamber olduğu, ortaya çıktık­tan sonra yine de dönüp küfre girdiklerini haber verdi. Yüce Allah onların dinden dönüş (riddet, irtidat) sebeplerini açıkladı ki o da Beni Kurayza ve Beni Nadir Yahudileri'ne söyledikleri şu sözdür: Bazı konularda ve bazı du­rumlarda size yardım edeceğiz.

Sonra da heva ve heveslerine uyarak ve Rablerini kızdırmaları sebe­biyle, ruhları kabzedilirken karşılaşacakları korkuları zikretti. Allah Te-alâ, peşinden de onların hallerini ortaya çıkarmaya ve kendilerini rezil et­meye olan kudretini ortaya koydu. Yüce Allah, açıkça belirtti ki, bu dünya bir imtihan yeridir. Cihad gibi birtakım emirleri, savaştan kaçmamak gibi bazı yasakları olacak, böylece imanında samimi olan ve ilâhî tekliflerin zorluklarını sabır gösteren insanlar belli olup ortaya çıkacaktır. Allah Te-alâ insanları güzel amelleriyle de, kötü davranışlarıyla da ve ortalığa yay­dıkları haberleriyle de deneyip imtihan edecektir. Herkese yaptığıyla kar­şılık verecektir. [50]

 

Açıklaması:

 

"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?" Yani bu münafıklar ve başkaları Kuranı anlamaya çalışıp düşünmüyorlar mı, Kur'an'da bulunan engelleyici nasihatler, açık ve kesin delillerle ortaya ko­nan hükümlerle amel etmiyorlar mı? Yoksa kalplerinde birtakım kilitler mi var? Bu sebeple manalarını anlayamıyorlar, hiçbir şey düşünemiyorlar mı, kalpleri hakka açılmıyor mu? Ayetin zahiri tüm kâfirlere hitaptır.

Ayet, o münafık ve kâfirleri kınamakta ve onlara Kur'an'ı düşünmele­rini ve anlamaya çalışmalarını emretmekte, onları Kur'an'dan yüz çevir­mekten sakmdırmaktadır. Bu ayet, önceki ayeti teyit eder mahiyette gel­miştir. Çünkü yüce Allah önceki ayette şöyle buyurdu: "İşte bunlar, Al­lah'ın kendilerini lanetlediği..." Kendisinden, ya da dürüstlükten, hayırdan ve diğer güzel işlerden uzaklaştırdığı, kimselerdir. Onları sağırlaştırmış,  gerçek sözü duymazlar, körleştirmiş, İslâm yolunu bulup tabi olamazlar. Kur'an-ı Kerim'in anlattığına göre onlar iki hal arasındadır. Allah, onları hayırdan uzaklaştırdığı için ya Kur'an'ı düşünmezler, ya da düşünürler ama kalpleri kilitli olduğu için manaları kalplerine girmez.

Sonra da yüce Allah, Peygamberimiz (s.a.)'in nitelikleri, peygamber olarak gönderilişi (bi'seti) hakkındaki gerçek kendilerine besbelli olan ve buna rağmen irtidad eden (dinden dönen) ehli kitaba (Yahudi ve Hristiyan-lara) işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendileri­ne ümit vermiştir." Yani Allah Rasulü (s.a.)'nün getirmiş olduğu açık muci­zeler ve gün ışığı gibi delillerle gerçek yol (İslâm yolu) kendilerine apaçık belli olduktan sonra imandan ayrılıp, küfre dönenlere şeytan, hatalarını süslü göstermiş, o hatalara düşmeyi onlara kolaylaştırmış, küfrü (inançsız­lığı) güzel olarak takdim etmiş, onları birtakım boş arzu ve emellerle aldat­mış, ömürlerinin uzun olacağını ve ecellerinin uzayacağını onlara vaadet-miştir.

Bu ayetin, Kitap Ehli hakkında olduğu söylenmiştir. Katade şöyle de­miştir: Bu ayet, Yahudilerden bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Onlar, Tevrat'tan Allah Rasulü (s.a.)'nün durumunu öğrenmişlerdi. Peygamber (s.a.) bu şekliyle kendilerine besbelli olmuştu. Ancak o peygamber olarak gönderilip, Yahudiler, kendisiyle yüz yüze gelince ona haset ettiler ve daha önceki kabulleriyle sahip oldukları hidayet yolundan ayrıldılar.

Bir görüşe göre de bu ayet münafıklar hakkındadır. İbni Abbas ve di­ğerleri (r.a.) şöyle demişlerdir: Bu ayet, daha önce müslüman olmuş, sonra da kalpleri ölmüş birtakım münafıklar hakkında nazil olmuştur.

Ebu Hayyan'ın da zikrettiği gibi ayetten açıkça anlaşılan şudur: Ayet, lafzının şümulüne giren herkesi içerisine almaktadır.

Sonra yüce Allah, onların sapıklıklarının bazı sebeplerini beyan ede­rek şöyle buyurmuştur:

"Bunun sebebi; onların, Allah 'm indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Ba­zı hususlarda size itaat edeceğiz." demeleridir. Oysa Allah onların gizledik­lerini biliyor." İman ettikten sonra irtidad (dinden dönme) ve küfrün sebebi şudur: Dinden dönen bu münafık ve Yahudiler, Allah'ın Kur'an'da indirdik­lerini beğenmeyen müşriklere veya Yahudilere (Medine Yahudilerinden Be­ni Kurayza ve Beni Nadir Yahudileri) bazı konularda size itaat edeceğiz, demişler ve Peygambere düşmanlıkta, getirdiklerine muhalefet etmekte ve onunla birlikte cihada gitmekten geri kalmakta itaat etmişlerdir. Yani bu münafıklar, müşriklerle birlikte İslâm'ın aleyhine gizlice komplolara katılmışlardır. İşte bu, münafıkların işidir. İçlerinde olanlarla, dışlarında olanlar farklıdır.

Bu sebeple Allah Tealâ onları deşifre etmiş, onların gizlediklerini ve aşikâr yaptıklarını bildiğini belirtmiştir. Nitekim bir ayette şöyle buyur­muştur: "Allah da onların gizlice kurduklarını yazar." (Nisa, 4/81).

Tefsirini yaptığımız ayetin benzeri Allah Tealâ'nm şu sözüdür: "Müna­fıkların, Kitap Ehlinden inkâr eden dostlarına: Eğer siz yurdunuzdan çı-karıhrsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinizde kimse­ye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız mutlaka yardım ederiz" dedikle­rini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder." (Haşr, 59/11).

Sonra da yüce Allah onların kötü durumlarını ve ruhları alınırken maruz kalacakları korkuları zikrederek şöyle buyurmuştur:

"Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarark canlarını alırken durumları nasıl olacak!" Ruhlarını almak için melekler onlara geldiğinde, yüzlerine ve sırtlarına vurarak şiddetle canlarını çıkardığında onların hali nice olacak? Bu, dünyada iken hoşlanmadıkları ve korktukları bir haldir. Bundan dolayı savaşa (cihada) gitmekten korkuyorlardı. Nitekim Allah az-ze ve celle şöyle buyurmuştur: "Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıcı cehennem azabını!" diyerek o kâfirlerin canlarını alırken on­ları bir görseydin!" (Enfal, 8/50), "O zalimler ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurta­rın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırı­lacaksınız. " derken onların halini bir görsen!" (En'am, 6/93). Yani bütün bunların manası kâfir ve münafıkları korkutup tehdit etmektir. Azap bir süre ertelense de, nihayet bu, ömrün bitmesine kadardır.

Bu korkuların sebebini Allah Tealâ ayette şöyle belirmiştir: "Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu ra­zı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır." O münafıkların canlarının bu şekilde alınması: Onların, Allah'ı kızdıracak imansızlık ve kötülüklerin ardınca gitmeleri, Allah düş­manlarıyla birlikte peygambere karşı komplo kurup onunla ve ashabıyla savaşa tutuşmaları ve Allah'ı memnun edecek gerçek iman, tevhid ve itaati sevmemeleri sebebiyledir. Bu yüzden de Allah onların yapmış oldukları iyi­lik, vermiş oldukları sadakalar, fakirlere ve darda kalmışlara yaptıkları yardımlar gibi hayır amellerini boşa çıkarmıştır. Çünkü onlar bu hayrı, şirk ve küfür esnasında ve şeytanın emriyle işlemişlerdir. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız)" (Purkan, 25/23).

Sonra Allah münafıkları kınadı ve kısa görüşlü oldukları ve müminle­re düşmanlıklarından dolayı onları tehdit ederek şöyle buyurdu:

"Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa Allah'ın, kinlerini ortaya çıkar­mayacağını mı sandılar?" Kalplerinde şüphe, nifak, ve müminlere karşı düşmanlık bulunan bu münafıklar yoksa Allah'ın, kendilerinin müminler hakkında düşüncelerini, kinlerini ve düşmanlıklarını ortaya çıkarmayaca­ğına mı inanıyorlar? Sakın bunu böyle düşünmesinler! Çünkü Allah, gö­rünmeyen (gayb) alemleri de, görünen (şehadet) alemleri de bilir.

Böylece onların durumlarını gayet açık bir şekilde ortaya koyacak ve onları rezil edecektir. Nitekim Fadıha suresi de denilen Berâ'e suresinde (Tevbe suresi) onların ne tür insanlar olduklarını anlatmıştır.

Daha sonra da yukarıdaki manayı şu sözüyle teyid etmiştir: "Biz dile-seydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir." Ey Muhammedi Biz dileseydik sana onların şahıslarını bildirirdik ve onla­rın bizzat kendilerini görme yerine geçecek bir bilgiyle sana tarif ederdik. Sen de onları, kendilerine has alâmetleriyle tanırdın. Fakat Allah bunu bütün münafıklar hakkında yapmadı. Böylece yaratıklarının ayıplarını ör­tüp meseleleri dış görünüşüne (zahirine) hamletti.

Allah'a andolsun ki, Ya Muhammedi Sen o münafıkları sözlerinin ma­na, maksat ve üslubuyla tanırsın. Onlar, senin ve müslümanlann davaları­na tarizde bulunurlar (üstü kapalı kötüleme yaparlar). Peygamber (s.a.)'e, dışı güzel, içi çirkin birtakım lafızlarla hitap ederler. Kelbi şöyle demiştir: Bu ayet indikten sonra peygamberin yanında konuşan herhangi bir müna-fıkı peygamber tanırdı. Enes'ten rivayet edildiğine göre: Bu ayet indikten sonra peygambere, münafıkların hiçbir hali saklı kalmamıştır. Biz savaşla­rın birinde bulunuyorduk, bu savaşta münafıklardan dokuz tane vardı, in­sanlar bunlardan şikâyet ediyordu. Bir gece uyudular, sabah olduğunda, herbirinin alnında, "Bu münafıktır." yazısı vardı.

Allah'a hiçbir şey saklı kalmaz. O, insanların bütün amellerini bilir. Bu amellere göre onları hayırla mükâfatlandırır veya şerle cezalandırır. Bu, bir bakıma müjde, bir bakıma da tehdit ve korkutmadır.

Sonra da Allah Tealâ seri tekliflere nisbetle dünya hayatının yolunu açıkça ortaya koydu ve şöyle buyurdu:

"Andolsun ki, içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." Andolsun ki, sizi birtakım emirler ve yasaklarla imtihan edeceğiz, size imtihan edilenin mu­amelesini yapacağız. İmtihan yollarından biri de Allah yolunda cihaddır. Bunu biz, hadise tam olarak ortaya çıksın diye yapıyoruz. Allah Tealâ, tüm hadiseleri ve gerçekleri olmadan evvel bilir. Ancak cihad teklifi, Allah'ın ci­had emrine uyup yolunda hakkıyla cihad edenleri, dininde sebat edip mü­kellef tutulduğu şeylerin zorluklarına göğüs gerenleri ortaya çıkarır. Allah, insanların cihadla ilgili haberlerini, onları denemek için ortaya çıkarır. Böylece Allah'ın emirlerine itaat edenlerle, asi olanlar, insanlar yanında belli olur. Bunun için İbni Abbas bu gibi yerlerde "Bilmemiz için" yerine"Görmemiz için" demektedir. Hz. Ali de aynı yorumu getirmektedir.

İbrahim b. el-Eş'as şöyle demiştir: Fudayl b. İyaz bu ayeti okuduğunda ağlar ve şöyle derdi: Allah'ım! Bizi imtihan etme, çünkü sen bizi imtihan edersen, rezil eder, günahlarımızı örten örtüleri kaldırırsın. [51]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Müslüman olsun olmasın herkese, Kur'an'ı düşünmek, hükümleri­ni, maksat ve hedeflerini öğrenmek ve İslâm'dan yüz çevirenlere yönelik olarak Allah'ın hazırladığı cezayı bilmek için onu anlamaya çalışmak gere­kir. Eğer bunu yapmazlarsa Allah onların kalplerini küfür ve inat kilitle-riyle kilitler de artık düşünme kabiliyetlerini kaybederler.

Bu ayet insan, kendi fiillerini kendisi yaratır, diyen Kaderiyye ve İma-miyye mezheplerine bir cevaptır.

2- İslâm akide ve şeriatının doğruluğuna dair deliller kendisine zahir olmuş, bunları duyup inanmayan herkes, şeytanın kötü amelleri ve hatala­rını süslediği kimselerdendir. Bunlar, ister Muhammed (s.a.)'in özellikleri ve peygamberliğine dair gerçek, Tevrat'ta kendilerine apaçık belli olan ve buna rağmen irtidad eden Kitap Ehli olsun, isterse diğer insanlar olsun de­ğişmez.

3- Münafıklar ve Yahudiler peygamber (s.a.)'e ve müminlere karşı giz­lice komplo kurdular ve onlara düşman kesildiler. Müslümanların gücünü zayıflatmak noktasında, Allah'ın kitabında indirdiğini hoş görmeyen müş­riklerle birlikte anlaştılar. Fakat Allah Tealâ onların sırlarına muttalidir, onların niyetlerini ortaya çıkaracaktır. Bu sebeple Allah onların bu halini peygamberine haber vermiştir.

4- Kâfir ve münafıklar ölüm anında şiddetli korkularla yüz yüze gele­ceklerdir. Melekler onların canlarını sertlikle ve haşin bir şekilde alacak, yüzlerine ve sırtlarına demir kamçılarla vuracaklardır.

5- Onların dünyadaki bu korkularının sebebi, Allah'ı kızdıracak mü­nafıklığın peşinden gidip içlerinde küfürlerini saklamaları, ya da Tevrat'ta Muhammed (s.a.)'in özelliklerini gizlemeleri ve Allah'ı memnun edecek imanı sevmemeleridir. Dolayısı ile bu durum, onların yapmış oldukları iyi­liklerin boşa gitmesine sebep olacaktır.

6- Münafıklar, eğer durumlarının örtülü kalacağını içlerinde sakladık­ları kötülüğü, hasedi, kini ve Allah'ın peygamberi Muhammed (s.a.)'e ve müminlere olan düşmanlıklarını Allah'ın ortaya çıkarmayacağını zannedi­yorlarsa hata ediyorlar.

7- Allah'ın, peygamberine, münafıkların zatlarını bildirmesi kudreti dahilindedir. Peygamberine Berae (Tevbe) suresinde onları isimleriyle değil de özellikleriyle bildirmiştir. Maksatlarını ifade eden sözlerinden dolayı onlan kolaylıkla bilmek mümkündür. Çünkü konuşulan sözün manası halin gerçeğini haber verir. Allah, kullarının yaptıklarını bilmekte, bunlardan hiçbir şey O'na gizli kalmamaktadır. Berae (Tevbe) suresinde münafıkların tanıtıldıklarına dair misallerden biri Allah Tealâ'nın şu ayetidir: "Eğer Al­lah seni onlardan bir grubun yanına döndürür de (Tebuk seferinden Medi­ne'ye döner de başka savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin ister­lerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı be­nimle beraber asla savaşmayacaksınız." (Tevbe), 9/83),"Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma!" (Tevbe, 9/84).

Sünnette (hadiste) münafıklardan bir grubun belirlendiği sabittir. İmam Ahmed b. Hanbel'in Ukbe b. Amir'den rivayetine göre Ukbe şöyle de­miştir: "Allah Rasulü (s.a.) bize bir hutbe okudu, Allah'a hamdü sena ede­rek şöyle dedi: "İçinizde şüphesiz münafıklar var. İsmini söylediğim ayağa kalksın." Sonra falan sen kalk, falan sen kalk diyerek otuz altı kişinin is­mini verdi." Sonra "İçinizde şüphesiz münafıklar var, Allah'tan korkunuz." buyurdu. Ravi Ukbe şöyle dedi: Ömer (r.a.) daha önce tanımakta olduğu, Peygamber (s.a.)'in ismini verdiği yüzü örtülü bir adamın yanına uğradı. Adam, Hz. Ömer'e "Ne oluyor sana?" dedi. Hz. Ömer de ona, peygamberi­mizin söylediklerini anlattı. Bunun üzerine adam ona: "Hayatta kaldığın sürece sana lanet olsun!" dedi.

8- İnsanların hayatlarını sürdürdükleri dünya bir imtihan ve tecrübe sahasıdır. İnsanlardan bir kısmının hali diğer bir kısmına belli olacaktır. Allah (c.c.) işlerin neticesini daha önceden bilse de, yolunda cihad edenleri, emir ve yasakların zorluklarına sabredenleri görmek ve diğerlerinden ayır­mak, insanların tavırlarını denemek ve bunları topluluğa göstermek için, kullarını birtakım hükümlerle sorumlu kılar. İmanında samimi ve "inan­dım" sözünde dürüst olan, ancak cihad ile, inandım deyip de, içinde küfür gizleyen yalancı münafıktan ayrılır. [52]

 

Bazı Ehl-i Kitap Kafirleriyle Bazı Müminlerin Dünya Ve Ahiretteki Halleri:

 

32- İnkâr edip, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklannı °Şa çıkaracaktır.

33. Ey iman edenler, Mlsih,a itaat edin' Peygambere iedin erinizi boşa çıkarmayın.

34-inkâr edip'ADah yolundan ahkoyanları ve sonra da kâfir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz.

35- Üstün durumda iken gevşeyip ba"ŞaÇ inle beraberdir. O, amellerinizi asla eksilt-meyecektir.

 

Kelime ve İbareler:

 

"İnkâr edip Allah yolundan (hak yoldan) alıkoyanlar..." Bunların, Ku-reyş kâfirleri, müşrikler olduğu söylenmiştir. Bedir savaşında kendi asker­lerini doyuran kimselerdir. Tercihe şayan görüş, bunların Beni Kurayza ve Beni Nadir Yahudileri olan Ehl-i Kitap olmalarıdır. Çünkü Allah surenin başında müşrikleri sonra da münafıkları zikretmiştir. Yani Allah yolu, hak yolu "belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler" Bu da, ayetin Ehl-i Kitap hakkında olduğunu teyid eder. Onlara, kitapları Tevrat'ta Muhammed (s.a.)'in doğruluğu apaçık belli olmuştu. "Allah'a hiçbir zarar veremez­ler. " Küfürleriyle ve Allah'ın yolundan alıkoymakla. Bu bir tehdittir. Onlar zannediyorlar ki bu karşı geliş Allah Rasulünedir. Halbuki bu, Allah'a mu­halefettir. Çünkü Muhammed Allah'ın Rasulüdür. (s.a.) Onun vazifesi sa­dece tebliğdir. Zarar verseler, belki peygambere zarar verirler. Allah, kâfi­rin küfrü ve fasıkın fışkı ile zarar görmekten münezzehtir. "Allah onların" sadaka, sıla-i rahim (akraba ile ilgi ve alâkayı sürdürmek) ve benzeri hayır "amellerini" boşa çıkaracaktır. Ahirette bunların hiçbir sevabını göremeye­cekler. Ayetin manası şöyle olur: Allah, onların güzel amellerini, küfürleri ve Allah Rasulüne olan düşmanlıkları sebebiyle "boşa çıkaracaktır."

"Ey iman edenler..!" Bu Yahudi ve münafıkların amellerini boşa çıkardıkları gibi, sizde "amellerinizi" küfür, nifak, kendini beğenmişlik, riya, ba­şa kakmak, eza etmek ve benzeri hareketlerle "boşa çıkarmayın!" sevapsız kılmayın. Beyzavi şöyle demiştir: Bu ayette, büyük günahlarla, iyiliklerin boşa çıkacağına dair bir delil yoktur.

"Sonra kâfir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz." Gerçi Bedir'de ölen müşrikler hakkında nazil olsa da, bu ayet, küfür üzere ölen herkesi kapsamına almaktadır.

"Üstün durumdayken gevşeyip barışa çağırmayın." Güçlü ve galip ol­duğunuz halde, zafiyet göstermeyin, kâfirlerle karşılaştığınız zaman onla­ra boyun eğerek barışa davet etmeyin.

"Allah" yardımı ve nusretiyle "sizinle beraberdir." Yani sizin yardımcınızdır.

"Allah amellerinizin" sevabını zayi edip, "eksiltmeyecektir." [53]

 

Nüzul Sebebi:

 

İbni Abbas'a göre: "İnkâr edip Allah yolundan (hak yoldan) alıkoyan­lar..." (32. ayet) ayetinde anlatılanlar, Bedir savaşında askerlerini doyuran müşriklerdir.

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın." (33. ayet) ayeti, Allah'ın emirlerinde Peygamber (s.a.)'in sünnetinde, Allah ve Rasulüne devamlı itaat etme noktasında müminlere bir hitaptır. Bu ayetin nüzulü ile ilgili olarak İbni Ebi Hatim ve Muham-med b. Nasr el-Mervezi'nin Kitabu's-Salât da Ebu'l-Aliye'den rivayet ettiği­ne göre Ebu'l-Aliye şöyle demiştir: Allah Rasulünün ashabı Lâ İlahe İllal-lah=Kelime-i Tevhid'le birlikte hiçbir günahın zararı olmayacağını düşünü­yorlardı. Şirk ile beraber hiçbir amelin faydası olmadığı gibi. Bunun üzeri­ne bu ayet nazil oldu. Böylece onlar günahın, amelin sevabını ortadan kal­dırmasından korktular.

"inkâr edip, Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kâfir olarak ölen­leri Allah asla bağışlamaz." (34. ayet) ayeti Bedir kuyusu yanındaki müş­rikler hakkında nazil olmuştur. Onların savaşçıları öldürülüp kuyunun içi­ne atılmıştır. [54]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ surenin baş tarafında müşriklerin halini, sonra da müna­fıkların durumunu açıkladıktan sonra; Ehl-i Kitaptan bir grubun, Kuray-za ve Nadir oğullarının tavrını zikretti. Onlar, inkâr edip insanları Allah'ın yolundan vazgeçirmeye çalışmışlardır. Hakkı bilip öğrendikten sonra ter-kettikleri için yüce Allah, onları tehdit etmiştir. Bunlar, müslüman olup müslümanlıklarını peygamberin başına kakan Sa'd oğullarıdır. Allah, onla­rı bu davranışlarından sakmdırmıştır. Daha sonra da Allah Tealâ, kâfir olarak ölenlerin hükmünü belirtmiştir. Bu hüküm Allah'ın, onları asla ba­ğışlamaması, dünya ve ahirette onları yardımcısız bırakmasıdır. Müslü­manlar güçlü, galip ve üstün bir noktada iken, o kâfirler karşısında zafiyet ve zillet göstermeye hiçbir şey sebep olamaz. [55]

 

Açıklaması:

 

"İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler, Allah 'a hiçbir zarar veremezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır." Allah'ın birliğini (tevhid) in­kâr edenler, İslâm'dan ve Allah Rasulüne (s.a.) tabi olmaktan menederek insanları Allah'ın dininden ve hak yoldan uzaklaştıranlar, hak kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, peygambere isyan edip ona düşman olan­lar; peygamberin, Allah'ın Rasulü olduğunu, açık mucizeler ve kesin delil­lerle Allah tarafından gönderildiğini bilenler inanmamak ve küfürde ısrar­ları dolayısıyla Allah'a asla zarar veremezler.

Çünkü hiçbir kul Rablerine zarar verecek noktaya ulaşamaz ki, O'na zarar versin. O, ne olursa olsun, başkalarının zarar vermesinden münez­zehtir. Onlar, ancak kendi nefislerine zarar verirler ve kıyamet gününde o nefislere yazık ederler. Allah, küfürlerinden dolayı onların amellerinin se­vabını boşa çıkaracaktır.

Sonra yüce Allah, mümin kullarına, kendisine ve rasulüne (s.a.) itaati emretti. Çünkü bu itaat, insanların dünya ve ahiret mutluluğuna sebeptir. Onları, amelleri boşa çıkaracak olan irtidattan (dinden dönme) sakındıra­rak şöyle buyurdu: "Ey iman edenler! Allah 'a itaat edin, peygambere itaat edin. Amellerinizi (işlerinizi) boşa çıkarmayın." Allah'a ve Rasulüne inanan­lar! Emirlerine, yasaklarından kaçarak Allah'a ve Rasulüne itaat ediniz! Dinden dönerek (riddetle), ya da büyük günahlarla, riya (gösteriş) ve göste­riş için başa kakarak ve eza ederek amellerinizin sevaplarını boşa çıkarma­yın. Riddetle (dinden dönerek) amellerin sevabının boşa çıkarılmasının deli­li bundan sonra gelecek olan "Allah onları asla bağışlamaz." ayetidir.

Kebairle (büyük günahlarla) amellerin sevaplarının boşa çıkacağına dair delil ise, Ebu'l-Aliye'den nüzul sebebi ile ilgili olarak zikredilen şu hu­sustur: Peygamberin ashabından bazıları, şirk ile birlikte hiçbir amelin faydası olmadığı gibi, Lâ İlahe İllallah=Kelime-i tevhidi söyledikten sonra hiçbir günahın zararı olmayacağı görüşünü benimsiyorlardı. Nihayet, yu­karda sözü edilen ayet nazil oldu. Bu sebeple amellerinin sevabının zayi olacağı noktasında büyük günahlardan korkuyorlardı.

Katade (r.a.) şöyle demiştir: Kötü ameliyle iyi amelinin sevabını gidermeyen bir kula Allah merhamet etsin. İbni Abbas (r.a.)'dan da şöyle rivayet edilmiştir: Amellerinizin sevabını; riya ve suma ile, ya da şüphe ve nifakla ortadan kaldırmayınız!.

Muhammed b. Nasr el-Mervezi'nin İbni Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği­ne göre o şöyle demiştir: Biz, Allah Rasulünün ashabı (arkadaşları) hase­nattan (iyiliklerden) her şeyin makbul olduğunu düşünüyorduk. Nihayet "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın." ayeti nazil oldu. "Amellerimizi boşa çıkaran bu şey nedir?" di­ye kendi kendimize sorduk, yine biz cezayı gerektiren büyük günahlar, çir­kin şeylerdir, diye cevapladık. Sonra "Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağış­lar." (Nisa, 4/48, 116) ayeti indi. Bu ayet nazil olunca artık bu konuda ko­nuşmayı bıraktık. Biz, büyük günahlara ve çirkin işlere girmiş insanlar adına korkar, endişe ederdik, fakat bunlara bulaşmamış kimseler için Al­lah'ın rahmetini dilerdik.

Sonra Allah Tealâ şunu açıkladı ki, kulun amelleri batıl da olsa, Al­lah'ın fazlı (ihsanı) bakidir. Küfür üzerine ölmedikçe dilerse Allah onu ba­ğışlar. Allah Tealâ şöyle buyurdu: "înkâr edip Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kâfir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz." Yani Allah'ın birli­ğini inkâr edenler, insanları Allah'ın dininden ve Rasulüne tabi olmaktan alıkoyanlar, küfürde ısrar ettikleri halde ölenlere asla af yoktur. Bilakis onlar cehennemde ceza göreceklerdir. Katade şöyle demiştir: Bu ayet, pey­gambere kendi babası hakkında soran ve babasının, küfründe samimi ol­duğunu söyleyen bir adam hakkında nazil olmuştur. Kelbi'den Bedir'e katı­lanların reisleri hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir.

Ayetin benzeri şudur: "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağış­lamaz, bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar." (Nisa, 4/48). Bundan daha fazla da müsamaha olamaz. Çünkü Allah, mümin ola­rak ölene mağfiret ve rahmetiyle muamele edecektir. Küfür üzere ölene ne mağfiret vardır, ne de rahmet!

Sonra da Allah, kâfirin dünyada da, ahirette de hürmete değer bir du­rumu olmadığını açıkladı ve onlarla savaşmayı emrederek şöyle buyurdu:

"Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraber­dir. O, amellerinizi asla eksiltmeyecektir." Müminler! Kâfirlerle savaşmakta zafiyet göstermeyin. Acz ve zaaf göstererek, istek sizden gelmek üzere, kâfir­leri barışa davet etmeyin. Bu durum, ancak zaaf anında olur. Müşrikler de benimserse barışı kabul etmeye hiçbir engel olamaz. Ama güçlü kuvvetli, düşmanlarınıza galip durumda iken ilk defa sulh talebinde siz bulunmayın. Allah, onlara karşı yardım ve zaferiyle sizinle beraberdir. Amellerinizin se­vabından hiçbir şeyi eksiltmeyecektir. "Allah sizinle beraberdir." cümlesi düş­manlara karşı zafer elde edileceğini ifade eden büyük bir müjdedir.

Kâfirlerin güçlü olması ve müslümanlara göre sayıca çok bulunması halinde ise, müslümanlarm lideri (imam) eğer sulh ve barışta maslahat (kamu yaran) görürse bunu yapar. Nitekim Allah Rasulü (s.a.) Kureyş kâ­firleri kendisini Mekke'ye girmekten engellediğinde ve onu barışa davet edip on yıl aralarında savaşı sona erdirmeyi istediklerinde onlara bu konu­da olumlu cevap vermişti. [56]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Allah ve Rasulünü inkâr etmenin insanları İslâm'dan uzaklaştır­maya çabalamanın, deliller ve mucizelerle peygamber olduğunu öğrendik­ten sonra Allah Rasulüne (s.a.) düşman olmanın kötülüğü ve zararı bizzat kâfirlere ait olacaktır. Allah onların yaptıkları amellerin sevaplarını boşa çıkaracaktır. Allah, hiçbir kâfirin küfründen ve hiçbir fasıkın fışkından za­rar görmez.

2- Müminler sürekli olarak Allah'ın emirlerine ve Rasulünün sünneti­ne bağlanarak itaat etmekle mükelleftirler. Büyük günahlarla, gösteriş ile, başa kakarak ve eza ederek, ya da Allah Rasulüne itaati terkederek iyilik­lerin sevabını boşa çıkartmalarından sakmdırılmışlardır.

Burada, büyük günahların itaatleri boşa çıkardığına ve masiyetlerin, imandan uzaklaştırdığına işaret vardır.

3- Müminlere: "İşlerinizi boşa çıkarmayın" diye bir emir verilmektedir. Bunun zahiri (görünen ilk anlamı) şuna işaret etmektedir: Bir insan nafile bir ibadete başlar da, sonra onu terketmek isterse, bu onun için caiz değil­dir. İlim adamlarının bu konuda birtakım görüşleri vardır:

Şafii: Başlanılan nafile amellerin terkinin caiz olacağı görüşünü be­nimsemiştir. Çünkü nafile ibadeti yapan kişi kendi nefsinin emiri (idareci­sidir. Böyle bir nafile ibadeti kendine vacip kılması, o ibadeti nafile olmak­tan çıkarır. "Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (bir sorumluluk) yoktur." (Tevbe, 9/91). ayetinden maksat, farz amelin sevabını boşa çıkarmaktır. Al­lah, farz amelin sevabını boşa çıkarmaktan sakındırmıştır. Ama nafileye gelince durum böyle değildir. Zira nafile ibadet kişiye farz değildir. Ayette­ki lafzın umumi olduğu ileri sürülecek olursa, umumi lafzın da tahsisi caiz­dir, şeklinde cevap verilir. Zira nafile gönüllü olarak yapılan bir ibadettir. Gönüllü olarak yapılan bir ibadet de muhayyerliği, yapıp yapmama özgür­lüğünü gerektirir.

İmam Malik ve Ebu Hanife ise: Başlanılan nafile bir ibadetin terkedi-lemeyeceği görüşündedirler; nafile namaz ve nafile oruç gibi. Çünkü nafile ibadet yapan kimse bu ibadete başlamadan önce kendi nefsinin emiri (ida­recisi) idi. Fakat başladıktan sonra artık bu ibadeti kendisine farz kılmış ve onu yapmaya kesin olarak karar vermiştir. Dolayısıyla üzerine farz kıldığı şeyi eda etmesi ve karar verdiği ibadeti ifa etmesi gerekir. "Ey iman edenler! Akitlerin (gereğini) yerine getiriniz." (Maide, 5/1).

4- Kâfir olarak ölmek, sürekli olarak cehennemde kalmayı gerektirir. Tevbe ve mağfiret kapısı hayat boyu açıktır. Allah'ın birliğini (tevhidi) in­kârda ısrar ederek ölen kimse cehennemle cezalanır.

5- Müslümanlar güçlü oldukları sürece, zillet ve zaaf göstererek düş­manları barış ve sulha davet etmeleri caiz değildir. Bazı hallerde zahiren düşmanların üstünlüğü ortaya çıksa da Allah müminlere yardım edecek ve onların hiçbir amelinin sevabını eksiltmeyecektir.

Müslümanlar zayıf düşüp düşmanlara mukavemetten aciz kaldıkla­rında zaruret halinde onlarla barış anlaşması yapmak caizdir.

Aynı şekilde devlet reisi (imam) barış anlaşmasında bir menfaat gö­rürse, bunu yapabilir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.) on sene süre ile müşrik­lerle Hudeybiye barış antlaşmasını yapmıştır.

Müşrikler, iyi niyetle, herhangi bir hile olmaksızın barış isterlerse on­ların bu barışlarını kabul etmekte bir zarar yoktur. Çünkü Allah şöyle bu­yurmaktadır: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et." (Enfal, 8/61).

İşte bütün bu açıklamalara göre "sakın gevşemeyin..." (Muhammed, 47/35) ve "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa..." (Enfal, 8/61) ayetlerinden her biri muhkemdir, yani hükmü geçerlidir. Bazılarının dediği gibi biri diğeriyle mensuh, hükmü ortadan kaldırılmış değildir. Çünkü bu iki ayet, farklı iki durumda ve iki ayrı zamanda nazil olmuştur. Birincisi, müslümanlann güç­lü oldukları zamanda, ikincisi ise düşmanların barış istedikleri durumda. [57]

 

Cihada Teşvikin Gönüllerden Dünya Sevgisini Çıkarmak İle Teyit Edilmesi:

 

36- Dünya hayatı bir oyun ve eğlen­cedir. Şayet iman eder ve takva sa­hibi olursanız, Allah size mükâfatı­nızı verir ve sizden mallarınızı (ta­mamen sarfetmenizi) istemez.

37-Eğer onları isteseydi de (vermeniz için) ısrar etseydi cimrilik eder­diniz ve bu da sizin kininizi ortaya çıkarırdı.

38- İşte sizler, Allah yolunda harca­maya çağrılmakta olanlarsınız. Sizden bazıları cimrilik ediyor, kim cimrilik ederse ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir siz ise fakirsiniz. Şayet ondan yüz çevirirseniz yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar si­zin gibi de olmazlar.

 

Belagat:

 

Ayette geçen "zengindir" ve "fakirsiniz" kelimeleri arasında tezat sanatı vardır. [58]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Dünya" hayatında bir şeylerle meşgul olmak istikrarı olmayan bir "oyun ve eğlencedir." Oyun kelimesi, gelecekte faydası olmayan her şey için kullanılmaktadır. Önemli işler varken başka şeyler ile meşgul olunmaz. Bu yüzden, kişiyi meşgul edip önemli işlerin yapılmasına engel olan şeyler eğ­lencedir.

"Şayet iman eder ve" emrettiği şeyleri yerine getirmek ve nehyettikle-rinden de sakınmak suretiyle "takva sahibi olursanız Allah size mükâfatı­nızı" takva ve iman sahibi olmanızın sevabını "verir."

"Sizden mallarınızı" mallarınızın tamamını sizden "istemez." Bilakis onda bir veya kırkta bir gibi mallarınızın sadece belli bir oranını zekat ola­rak istemektedir.

"Eğer onları isteseydi de ısrar etseydi" cimrilik "kinlerinizi" yani İslâm dinine karşı düşmanlığınızı "ortaya çıkarırdı."

"İşte sizler" ey şu vasıflara sahip muhataplar! "Allah yolunda harca­maya" yani size farz kılınan zekat, cihad masrafları ve başka harcamalara Allah tarafından "çağırılmakta olanlarsınız. Allah zengindir." sizin harca­malarınıza ihtiyacı yoktur, "siz ise fakirsiniz." Allah'a muhtaçsınız. "Şayet O'ndan yüz çevirirseniz" O'na itaatten vazgeçerseniz "yerinize sizden başka bir toplum getirir." Sizin bulunduğunuz mevkiye başka bir kavim getirir veya sizin yerinize başka bir kavim yaratır. "Sonra onlar" Allah'a imanı ve ona itaati terketme hususunda "sizin gibi de olmazlar." aksine Allah'a ita­atte kusur göstermezler. [59]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ cihadı emredip, mücadeleye devam etmede zayıflık ve gev­şeklik göstermek, düşmanla anlaşma yapmak ve ateşkes talep etmeyi ya­sakladıktan sonra müminlerin gözünde dünyayı değersiz göstermek ve on­ların iman ve takvaya rağbetlerini artırmak suretiyle can ve mal ile cihad etmeye ve Allah yolunda harcamada bulunmaya teşvik etmiştir. Zaten bunların faydası yine kendilerine dönecektir. Surenin sonunda ise şayet iman, cihad ve takvadan vazgeçerseniz dinini yerleştirme ve İslâm daveti­ne yardım etmek için sizden daha değerli bir kavim sizin yerinize getirir, diyerek onları tehdit etmiştir. [60]

 

Açıklaması:

 

"Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlencedir." Yani ey müminler! Düş­manlara karşı cihad etmeyi şiddetle arzu edin. Dünya hayatını küçümse­yip ahireti talep edin. Çünkü dünyada elde edilen şeyler bir oyun ve eğlen­cedir, bir boş iş ve bir aldanıştır. Dünyada insan için Allah yoluna girmek, onun rızasını talep etmek, O'na ibadet ve itaat etmek gibi Allah rızası için yapılan işler dışında kalıcı hiçbir amel yoktur. Bu ayette dünyayı küçümse­me ve aşağılama vardır.

Oyun, hali hazırda zaruri olmadığı gibi gelecekte de faydası olmayan her şey demektir. Bu tür işlerle meşgul olunmaz. Eğer zaruri işleri varken hiçbir faydası olmayan oyunla vakit geçirilirse buna da eğlence denir. İn­sanları meşgul edip önemli işlerini yapmalarına engel olduğu için müzik aletleri de eğlence manasmdadır.

Dünya hayatını, dünyaya karşı aşırı istekli olmayı, dünya nimetlerine aldanarak ahireti ihmal etmeyi kötüleyen birçok ayet gelmiştir. Allah Te-alâ'nın şu sözü dünyayı kötüleyen ayetlerinden biridir. "Biliniz ki dünya hayatı sadece bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda övünmede daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir." (Hadid, 57/20).

Daha sonra Allah Tealâ "Şayet iman eder ve takva sahibi olursanız si­ze mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarfetmenizi) iste­mez." buyurarak sevap vaadini tekrar vurgulamış ve müminleri ahirete teşvik etmiştir. Buna göre ayetin manası şöyledir: Eğer Allah ve Rasulüne (s.a.) tam manasıyla iman eder; farzları eda etmek, yasaklarından azami ölçüde kaçınmakla gerçek takvaya ulaşırsanız, yaptığınız iyi amellerin ve itaatinizin sevabını Allah size verir. Zekât ve başka yollarla mallarınızın tamamını elden çıkarmanızı istemez. Allah Tealâ zengindir. Sizden hiçbir şey talep etmez. Fakir kardeşlerinize yardımcı olmanız için size sadece mallarınızın zekâtını vermenizi farz kılmıştır. Zaten bunun faydası ve se­vabı yine size dönecektir.

Dünyaya karşı aşırı istekli olmanın sebebini ise Cenabı Hak şöyle ifa­de etmiştir: "Eğer onları (mallarınızı) isteseydi de (vermeniz için) ısrar et­seydi cimrilik yapardınız, bu da sizin kininizi ortaya çıkarırdı." Yani şayet Rabbiniz bütün mallarınızı isteseydi ve ısrar ederek sizi vermeye zorlasaydı cimrilik edip vermez ve Allah'ın bu emrine uymazdınız. İşte böylece si­zin kinleriniz de apaçık ortaya çıkmış olurdu.

Katade demiştir ki: Allah Tealâ, malların infak için çıkartılmasının iç­teki kin ve nefretin ortaya çıkmasını sağladığını bildirmiştir. Katade'nin bu görüşü gerçekten yerinde bir tesbittir. Nitekim İbni Kesir de bunun ger­çek ve doğru olduğunu ifade etmiştir. Çünkü nefis malı çok sever, onu an­cak daha çok sevdiği bir şahıs için harcar.

Sonra Allah Tealâ daha önce geçen olayları açıklamış ve bunu şu sö­züyle vurgulamıştır: "İşte sizler Allah yolunda infak etmeye çağınhyorsu-nuz." Sizler ey ilâhî hitaba muhatap olanlar! Allah yolunda yani cihad, ze­kât ve diğer hayır yollarına mallarınızı harcamaya davet ediliyorsunuz.

"Sizden bazıları cimrilik ediyor, cimrilik eden kendine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir siz ise fakirsiniz." Bir kısmınız az bir malı vermede bi­le cimrilik etmiş ve Allah yolunda harcama yapma çağrısına icabet etme­mişken mallarınızın tamamını cimrilik yapmadan nasıl harcayabilirsiniz? Malını infak etme hususunda cimrilik yapan kendisini sevap ve mükâfat­tan mahrum bıraktığı için yine kendisi zarar eder. Ayrıca cimrilik yapma­nız sebebiyle düşmanlar size galip gelirler de izzetiniz, mallarınız ve hatta canlarınız helak olup gider.

Allah Tealâ sizin mallarınıza muhtaç olmaktan münezzehtir. Mutlak zenginliğin sahibidir. O kendi dışında her şeyden müstağni olduğu gibi ay­nı zamanda her şey daima Ona muhtaçtır. Bu sebeple "siz fakirsiniz" bu­yurmuştur. Yani siz ey bizzat Allah ve onun nezdindeki hayır ve rahmete muhtaç olan kullar! O noksan sıfatlardan münezzeh olan, muhtaç olduğu için size harcamada bulunmanızı emretmiyor. Aksine siz sevaba muhtaçsı­nız. Bu yüzden infakta bulunmanızı emretmektedir.

Bütün bunların peşinden Allah Tealâ, emaneti üstlenmekten yüz çe­virmeleri durumunda bir kavmin yerine daha faziletli bir kavmi getirmek hususundaki ilâhî kanununu (sünnetullah) dile getirmiştir. Sakındırarak hatırlatma yaparak ve tahdit ederek Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Eğer yüz çevirirseniz yerinize başka bir toplum getirir. Sonra onlar sizin gibi de olmazlar." Yani eğer siz imandan, takvadan, itaattan ve Allah'ın dinine uy­maktan yüz çevirirseniz sizden daha itaatkâr bir kavmi sizin yerine getirir. Onlar iman ve takvadan vazgeçmek ve Allah yolunda cimrilik yapmak hu­susunda sizin gibi olmazlar.

İbni Cerir, İbni Ebi Hatim, Abdurrezzak, Beyhaki, Tirmizi ve diğer muhaddisler Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ra-sulullah (s.a.) "Eğer yüz çevirirseniz yerinize başka bir toplum getirir, sonra onlar sizin gibi de olmazlar." ayetini okuyunca Ashab-ı Kiram "Ey Allah'ın Rasulü! Biz yüz çevirdiğimizde bizim yerimize getirilip de bizim gibi olma­yacak olanlar kimlerdir?" dediler. Ebu Hüreyre dedi ki: Rasulullah (s.a.) eliyle Selman-ı Farisi (r.a.)'nin omuzuna vurdu sonra "Bu ve bunun kavmi­dir. Şayet İslâm dini Süreyya yıldızında olsaydı Farisilerden bazıları onu mutlaka elde ederdi." buyurdu. Ancak İbni Kesir'inde ifade ettiği gibi bu hadisin sıhhati hakkında bazı hadis imamları tenkit edici sözler söylemiş­lerdir. Tirmizi: "Bu hadis gariptir. İsnadında tenkid edilecek noktalar var­dır. " demiştir.

Kelbi, Hasen ve İkrime'den şu söz rivayet edilmiştir: Allah Tealâ'nm başka bir kavmi getirmesinin şartı o zamanki müslümanların yüz çevirme­leriydi. Fakat onlar yüz çevirmemişlerdir. Dolayısıyla onların yerine -yuka­rıda geçtiği anlamıyla- Araplar, Yemenliler ve Acemlerden başka bir kavim getirilmemiştir. [61]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Dünya oyun, eğlence, lüzumsuz meşguliyetler ve şehvetler diyarı­dır. Bahtiyar kişi dünyayı ahiret için kullandığı gibi, ihtiyacı kadar dünya­dan nasibini almayı da unutmaz. Kim Allah'a, meleklerine, peygamberleri­ne, kitaplarına ve ahirete iman eder, farzları yapmak ve yasakları terket-mek suretiyle Rabbinden sakınırsa ebedîlik yurdu olan ahirette büyük bir sevaba nail olur.

2- İnsan yaratılışı gereği malı sever. Bu sebeple Allah Tealâ kendinde bir lütuf ve mağfiret olarak Allah'ın bir ihsanı olan kârın bir kısmını ver­mesini emretmiştir. Bu infakm sevabı da yine infak eden kişiye döner. Mal­dan harcamak oranı ise onda bir, yirmide bir ile kırkta bir arasında değiş­mektedir. Bundan dolayı Allah Tealâ "mallarınızı istemez" buyurdu. O, an­cak sizden kendi mallarını yani sizin için önemsiz denecek kadar az olan kârların bir kısmını istemektedir. Çünkü onların asıl sahibi Odur. Ayrıca onları nimet olarak veren de Odur.

3- Allah Tealâ malî mükellefiyetler konusunda kullarına lütufta bu­lunduğunu vurgulamış, onlardan mallarının az bir kısmını istediği halde cimrilik yapıp vermediklerini, tamamını isteseydi o zaman hiç vermeyecek­lerini ifade etmiştir.

4- Cihad vb. hayır yollarına malından bir şey vermeyip, cimrilik yapan kimseler sevap ve mükâfattan mahrum kaldığı için aslında kendisine cim­rilik yapmış demektir.

5- Allah Tealâ kullardan ve bütün varlıklardan müstağnidir, onların mallarına muhtaç değildir. Fakat bizzat kullar sevaba ve ilâhî ihsana nail olmak için Allah'a muhtaçtır. Dolayısıyla bizim savaşa ve fakirlere yardı­ma ihtiyacımız yok demesinler. Gerçekte dünya ve ahirette kullar bundan müstağni değildir. Dünyada cihad olmasa idi müslüman ülkeler yağmala­nır, kâfirlerin saldırısıyla müslüman halk öldürülürdü. Bir şeye muhtaç olan kimse ihtiyacını gideremez ise zengine yönelir ve onun malını alır. Ahirette ise mal ve evlâdın fayda vermeyeceği, sorgu sual için bekletilen hesap gününde her insanın Allah Tealâ'nm fazlu keremine ve rahmetine muhtaç olması ise ayan beyan ortadadır.

6- Alah Tealâ kullarını ikaz etmiş ve ilâhî mesuliyeti yüklenmeyi ve mükellefiyetlerin gereklerini yerine getirmeyi ihmal etmekten onları sakındırmıştır. Kullar şayet iman, cihad ve takvayı bırakıp yüz çevirirlerse daha itaatkâr, daha faziletli ve daha çok iyilik yapan bir kavmi onların ye­rine getirir. Allah'ın kulları hakkındaki ilâhî kanunu böyledir. Öncekilerin yerine getirilen bu toplum Allah yolunda malını harcamada ve cimrilik yapma hususunda öncekiler gibi olmaz. Nitekim Taberi de bu ifade etmiş­tir. Razi'nin de dediği gibi evlâ (yorumlamada daha yerinde olanı farklılı­ğın genel olması, hem sıfat ve özellikleri hem de cinsi içine almasıdır. Yani ne vasıf ve özellikleri bakımından (cimrilik) ne de cins bakımından (Arap olma) size benzemezler. Zemahşeri ayetin tefsirinde demiştir ki "Yani sizin özelliğinizin aksi bir özelliğe sahip, iman ve takvaya rağbeti olan ve asla yüz çevirmeyen bir kavim yaratır." Nitekim bir başka ayette "O (Allah) ye­ni insanlar getirir." (Fatır, 35/16) buyurulmaktadır.

Müfessirler bu yeni toplumun kim olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bunun melekler, ensar, tabiun, Yemenliler, Kinde ve Nela'lılar, Acemler, İranlılar ve Rumlar olduğu söylenmiştir. En doğrusu bunu Allah'ın ilmine havale etmektir.

Burada Kureyş kavmine veya Medinelilere hitap edilmiştir. Bununla birlikte ister vahyin indiği esnada ister daha sonraki dönemlerde olsun, milletler ve nesiller yenilendikçe bu hitap da yenilenmektedir.Ebu Musa'l-Esarî'den hikaye edildiğine göre bu ayet nazil olduğunda Rasulullah (s.a.) çok sevinmiş ve "Bu ayet bana dünyadan daha sevimli­dir. " buyurmuştur. [62]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/315.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/315.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/315-316.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/316.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/317.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/317-318.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/318.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/318-319.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/319-321.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/322-323.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/323.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/323-324.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/324.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/324-326.

[15] Ahkâmu'l-Kur'an, III/391.

[16] Neylu'l-Evtâr, VIIF2 v.d.

[17] Ahkâmul-Kur'an, III/390.

[18] Ahkâmul-Kur'an, IV/1689; Kurtubî, XVI/228.

[19] Kurtubî, XVT/228.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/326-331.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/332.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/332-333.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/333.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/333-334.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/334-335.

[26] Razî, XXVIII/51.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/336.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/337.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/337-338.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/338.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/338-340.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/340-341.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/342.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/342-343.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/343.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/344.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/344-346.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/346-348.

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/349.

[40] Razî, XXVIII/62.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/349-351.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/351.

[43] el-Bahru'l-Muhit, VIII/82.

[44] Hadis-i Şerifte geçen "hagvün" kelimesi, izar veya bel manasına gelir. Burada kaste­dilen, Allah'a sımsıkı bağlanıp, onun yardımına iltica etmektir.

[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/351-354.

[46] Bu manaya göre ayetteki "iza"nın cevabı hazfedelmiştir.

[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/354.

[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/356.

[49] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/356-357.

[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/357.

[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/357-361.

[52] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/361-362.

[53] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/363-364.

[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/364.

[55] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/364-365.

[56] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/365-367.

[57] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/367-368.

[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/369.

[59] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/369-370.

[60] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/370.

[61] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/370-372.

[62] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/372-374.