MUHAMMED SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Ayetler şu hususları içermektedir: 5

Ayetlerden .şu hususlar anlaşılmaktadır: 9

Bu ayetlerde : 11


MUHAMMED SÛRESİ

 

Kur’an’daki Sırası      : 47

Nüzul Süresi                : 99

Ayet Sayısı                  : 38

İndiği  Dönem              : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûrede, kafirler, küfürlerinden ve insanları Allah'ın yolundan menetmelerinden do­layı kınanmakta ve mü'minler onlarla savaşa teşvik edilmektedir. Esirler hakkında da bazı hükümler de vardır. Müslümanlar ve kafirlerin mukayesesi yapılmakta ve her iki toplulu­ğun sonu değerlendirilmektedir. Kalplerinde hastalık bulunanlar kınanmakta ve onların konumları yahudilerle işbirlikçiliklerinden sahneler sunulmaktadır. Müslümanlar, Allah'a ve Rasulü'ne itaate, cihada ve Allah yolunda fedekarlığa teşvik edilmiş; cimrilik edenler ve islam düşmanları ile birlikte mü'minleri hafife alanlar kınanmıştır. Bazı müfessirler[1] sûrede, kafirlerle savaşa teşvik olduğundan dolayı sûreni bir diğer isminin "Kıtal" olduğunu rivayet etmişlerdir.

Muhammed sûresi, ayetlerinin tertibi yönünden kendine has bir üsluba sahiptir. Bu açıdan sûrenin tümünün bir defada nazil olduğu veya bölümlerinin birbirinin peşisıra nazil olduğu söylenebilir. Kaynak aldığımız mushafta 13. ayetin, Rasulullah Medine'ye hicref ederken yolda indiğine dair bir rivayet vardır. Bu ayetin diğer ayetlerle uyuşup uyuşmadığı konusunu aydınlatmak için sözkonusu rivayeti incelemek gerekir.[2]

Bizim kendisine dayandığımız mushafın nüzul sırası ile ilgili rivayetlere göre bu süre Hadid sûresinden sonra inmiştir1. Hadid sûresinin nüzul sırasının ise Nisa süresinden son­ra olduğu sözkonusu rivayetlerde mevcuttur. Ancak, bu sürenin içeriğinde, onun Mek­ke'nin fethinden sonra indiğini gösteren işaretler vardır. Bu açıdan biz de bu sürenin tefsi-. rini Nisa sûresinden hemen sonraya aldık. Bu sûre ile Nisa süresinin bazı bölümleri ara­sında ince benzetmeler vardır. [3]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1-  Kafirler ve insanları Allah yolundan saptıranların hayır sanarak yaptıkları şeyler boştur[4]'.

2-  İman edenler, salih amel işleyenler ve Rablerinden bir gerçek olarak Muhammed'e indirilenlere iman edenlerin ise, yaptıkları kötülükleri Allah örtmekte ve onların durumlarını düzene koymaktadır[5]'.

3-  Bu da, kafirlerin bâtıla, iman edenlerin ise Rablerinden gelen gerçeğe tabi olmalarındandır. İşte Allah insanlara böyle örnekler getirmektedir"

 

Birinci ayette, kafirlerin, küfürlerine bir de insanları Allah yolundan saptırmayı ekle dikleri belirtilmekte ve bu şekilde onlar yerilmektedir. Ayrıca yaptıkları -sözde- amelle rin boşa çıktığı ve tuzaklarının düştüğü haber verilmektedir.

İkinci ayette, salih amel işleyen ve Nebi (s)'ye gönderilen risaleti doğrulayıp O'n; indirilene iman edenler övülmektedir. Allah'ın, onların işlediği kötülükleri örteceği, du rumlarını düzelteceği ve korkularını dindireceği duyurulmaktadır.

Üçüncü ayette ise, kınama, övgü ve verilen haberlerin nedenleri yer almaktadır. Ka firler, bâtıla uyan ve insanları doğrulardan saptıranlardır. Mü'minler doğru yolda oluj gerçeğe teslim olanlardır. Dolayısıyla herkes, kendi gittiği' yola ve ameline uygun ola cak şekilde bir sona ulaşacaktır. Buradaki üslup, Allah'ın insanları uyarıp öğüt vermed< kullandığı her zamanki üslubudur.

Bildiğimiz kadarıyla müfessirler[6] ayetlerin nüzul sebepleri hakkında bir rivayette bulunmamışlardır. Ancak, ayetlerin mânâsına göre bu ayetler sadece, daha sonraki ayet­ler için bir giriş niteliğindedir.

Gerçekdışı olan şeyler ve bunun savunucuları olan kafirler yerilirken, gerçeğin ta kendisi olan hak ve savunucuları üstün tutulmuştur. Ayetlerin ilk bölümü bu anlamı ile­riye dönük olarak daimi bir şekilde telkin ediyor. "İyi sandıkları amelleri boşa çıkmış­tır" cümlesi, kafirlerin yaptıkları iyiliklerin, işledikleri sevapların küfürlerinden ötürü boşa çıktığını ifade ediyor. Bu görüş bir kısım tabiine nispet edilmektedir. Beğavi'nin Dahhak'a nisbet ettiği bir diğer yoruma göre, zikri geçen cümlenin mânâsı: "Allah, on­ların Peygamber (s)'e yönelik desise ve komplolarını boşa çıkardı ve başlanna çaldı" şeklindedir.[7] [8]

 

4-  Kafirlerle savaşa giriştiniz mi vurun boyunlarını, onları iyice kırıp, bozguna uğrattıktan'[9]' sonra onları sağlamca bağlayın'[10]'. Daha sonra dilerseniz karşılıksız salıverirsiniz, dilerseniz fidye karşılığı bırakırsınız'[11]'. Savaş bitip silahlar bırakılıncaya kadar'[12]' bu böyledir. Allah dileseydi savaşsız da helak ederdi onları. Fakat Allah bir kısmınızı diğer bir kısmınızla sınamak istiyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince; onların amelleri asla boşa çıkmayacaktır.

5-  Onları doğru yola ulaştıracak ve durumlarını düzelte­cektir.

6- "Onları, kendilerine tanımladığı cennete sokacaktır"'[13]'.

 

Birinci ayette hitap mü'minleredir. Kafirlerle karşı karşıya geldiklerinde, onları kırıp geçirinceye ve bozguna uğratıncaya kadar canla başla savaşa sarılmaları, onlardan geri­ye kalanları esir alıp savaş bitinceye ve silahlar indirilinceye kadar bu hâl içinde tetikte olmaları emrediliyor.

İkinci ayette, esirlere nasıl muamele yapılacağına dair kurallar belirtilip, esirler ko­nusunda müslümanların muhayyer oldukları belirtiliyor. Duruma göre isterlerse onlara iyi davranır ve karşılıksız serbest bırakırlar, isterlerse de onlardan fidye alarak serbest bırakırlar.

Üçüncü ayette, Allah'ın savaş olmadan da kafirleri kahredip müslümanlan muzaffer kılacağına işaretle bir başka konuya temas edilmektedir. Fakat ilahi hikmet, bir kısım in­sanları diğer bir kısmıyla imtihan etmeyi murad etmiştir.

Dördüncü ayette ise, Allah'ın kendi yolunda savaşanların amellerini boşa çıkarma­yacağına dair bir müjde ve mü'minlerin gönüllerine sükunet verilmektedir. Kendi yo­lunda savaşanların korkularını giderip kalplerini ferahlatacak ve onları tanıttığı cennete yerleştirecektir.

Zemahşeri, "Eğer Allah dileseydi savaşsız da helak ederdi onları" cümlesini şu an­lamda yorumlamıştır: "Allah, savaş olmadan onlardan intikam almak yerine mü'minleri kafirlerle deneyip mü'minlerin cihad etmelerini dilemiştir. Kafirleri ise mü'minlerle im­tihan edecek ve bu şekilde uğrayacakları azabı kendi elleriyle sabit kılacaklardır. Ze­mahşeri haricindeki müfessirler ise ayeti mü'minlerin sevaba, kafirlerin azaba doğru gi­decekleri şeklinde tefsir etmişlerdir.

Şu hususu da eklemek yerinde olacaktır. Ayet, müslümanların kafirlerle savaşmaları yerine, şiddetli savaşlara girmeden ve can kaybına maruz kalmadan kafirlerin kalplerine korku salmanın ve bizzat yüce Allah'ın kafirleri kendi eliyle yakalayıp onlardan intikam almasının daha elverişli olduğu noktasında müslümanların zihinlerinde oluşabilecek bir soruya cevap niteliğindedir. Nitekim bu tür cevabi müdafaalar Enfal ve Âli İmran sûre­lerinde geçmişti.[14]

"(Savaşta) inkar edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun" ayetini takip eden iki ayetle, savaş esirleri ve kölelik meselesiyle ilgili ayetler arasında özel bir ilintinin varolduğuna muttali olmadık. Ayetlerin ruhundan, içeriğinden akla ilk gelen şey, mutlak mânâda kafirlerle savaşmayı teşvik sadedinde yapılan genel bir hitaptır.

"Allah'ın yolundan engellediler" ifadesini, sûrenin birinci ayetinden "onlar ki kafir oldular" cümlesiyle birleştirdiğimizde müslümanların kendileriyle karşılaştıklarında kafirlerle savaşıp, boyunlarının vurulmasını öngören 4. ayeti kerimenin içerdiği hük­mün sebebi, onların, insanları Allah'ın dinine girmelerini engellemeleri ve kafir olmala­rıdır. Ayette geçen "sadd" kavramı, İslami daveti durdurmak, ona hile ve tuzak kurmak ve müslümanlara düşmanlık beslemek gibi anlamlara gelir. "Onlardan intikam alır()" ifadesi de bu anlamı pekiştiriyor. Çünkü "intişar/intikam almak" demek aynısıyla karşı koyarak saldırıyı geri püskürtmektedir. İşte böylece buradaki savaş emri, Kur'an ayetle­rinin içerdiği cihad ilkeleriyle uyuşmaktadır ki, o da tekrarına lüzum görmediğimiz, da­ha önce değişik münasebetlerle açıkladığımız gibi, salt anlamda kafirlerle savaşmak de­ğil, saldırganlarla savaşmaktır.

"Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın)" cüm­lesinde savaşı hedefleyen Kur'anî bir hüküm vardır. O da helak etmek için değil ancak edeplendirmek, cezalandırmak, gücünü göstermek içindir. Bu amaç gerçekleştiği zaman savaştan vazgeçmek vacip olur.

Bu hükümle, Enfal sûresinin 67. ayetinden "Yeryüzünde ağır basıp küfrün belini iyi­ce kırıncaya kadar hiç bir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz" cümlesinde ge­çen hüküm arasında bir çelişki yoktur, bilakis aralarında uyum vardır. Peygamber'in heybet ve kuvveti, düşmanın kalbinde kökleşmedikçe esir almanın gerekmediğini vur­guluyor. Öldürerek onların kökünü kurutma yerine, onlardan esir almanın bir sakıncası olmaz. Burada izah etmeye çalıştığımız cümlenin ifade ettiği hüküm ise, düşmanları öl­dürmek ve onları altetmek için baskın düzenlediklerinde müslümanların galip gelmeleri durumunda esir almalarına hoşgörüyle bakmaktadır.

Müfessirler[15] "savaş yükünü indirinceye kadar" cümlesini kafirlerin tevbe sdip, müslüman olmaları, şirkin sona ermesiyle, onlarla savaş halinin ortadan kalkması anla­mında yorumlamışlar.

Biz bu yorumu mutlak şekilde kabul etmekten kaçmıyoruz. Çünkü Nebi'nin döne­minde vâki olan bazı olaylar bunun böyle olmadığını gösteriyor. Nitekim Allah'ın Ra-sulü müşriklerle, şirklerinde devam ettikleri halde barış akti. yapmıştır. Örneğin, Bu sû­reden çok sonra nazil olan Fetih sûresinde işaret edildiği gibi hicri 6. yılda Kureyş'le gerçekleşen Hudeybiye barışı bunlardan biridir. Bu bansın sonucunda müşrik olmaları­na rağmen Beni Bekir Kureyş'in, Beni Huzaa da Rasulullah'ın barış aktine girmişlerdi[16].

O halde bu cümle, kafirlerin müslüman olması durumunda veya kendileriyle barış sağ­lanmak suretiyle savaş halinin ortadan kalkması anlamındadır.

"Sonra onları ya karşılıksız salıverirsiniz, ya da onlardan fidye alırsınız" cümlesi, kafirlerden alınan esirlerin, daha önce ifade edilen iki şekilden birisiyle savaş hali sona erdikten sonra, müslümanlan fidye almadan iyilik ederek onları serbest bırakma ile, fid­ye karşılığı salıvermek arasında, muhayyer bıraktığı anlaşılmaktadır. Tabiatıyla tercih hakkı müslümanların emir sahibine aittir.

Bu cümle hakkında tefsir kitaplarında[17] İbn Abbas, Mücahid, Dahhak, Şafii, Ebu Yu­suf ve diğerlerine atfedilen birçok görüş serdedilmiştir. Bu görüşler şunlardır:

1- Bu cümlenin hükmünün, Tevbe sûresinde "Haram ayları çıkınca (Allah'a) ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerin­de otur(up) onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse yolları­nı serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan esirgeyendir" mealindeki ayetle neshedildi-ğinden, kafir esirleri, ne fidye karşılığı ne fidyesiz bırakmak caiz olmayıp, yapılması ge-reken onları öldürmek ya da kölelikte tutmaktır.

2-  Ayet muhkemdir. Fidye karşılığı veya fidyesiz onları serbest bırakma hakkını imama tanıdığı gibi, onları öldürme yetkisini de tanımıştır. Çünkü Tevbe sûresinde biraz önce zikredilen ayeti kerimede bu (öldürme yetkisi) ona tanınmıştır.

3- Ayet öldürmeyi caiz görüyor ve ayetin bu hükmü muhkemdir. İmam için esirleri fidye karşılığı, fidyesiz serbest bırakma veya kölelilkte tutma yetkisi vardır.

4- Öldürmek caizdir. Çünkü Rasulullah Bedir esirlerinden fidye almadan önce Haris oğlu Nadir, Ebu Muayt oğlu Ukbe gibilerinin öldürülmelerini emretmişti.

5- Tefsircilerin zikrettikleri örneklerden birinde, müslümanlardan bir seriyye, Yema-me beyi Sümame'yi esir almıştı. Rasulullah onu hapsetmişti ve zaman zaman İslam'ı ona arzediyordu. Sümame ise, müslüman olmaya değil, kurtuluş akçesini (fidye) verme­ye hazır olduğunu söylüyor. Sonra Allah Rasulü O'nun fidyesiz bırakılmasını emrediyor ve o da bırakıldıktan sonra müslümanlığını ilan ediyor.

6- Ayette geçen "menn" (lütfetmek) kavramı esirleri öldürmeyi veya köle edinmeyi ya da fidye karşılığında serbest bırakmayı ifade ediyor.

Bu konuda düşündüklerimiz:

1- Ayeti kerimede düşman erleri esir alındıktan sonra öldürüleceklerine dair herhan­gi bir hüküm bulunmadığı gibi, bu ayeti nesneden,ve esirlerin öldürülmelerini ifade e-den bir ayet de yoktur. Tevbe sûresinde zikredilen ayet ise, müşriklerin bulundukları yerde öldürülmelerini emrediyor, esir alındıktan sonra öldürülmelerini ifade etmiyor.

2- Ayette esirleri mutlak surette köle edinmeye dair bir ifade bulunmamakla birlikte

Kur'an'da bunu açıklayan herhangi bir nass da yoktur.

3- Nebi (s)'nin fîdyesiz bazı esirleri serbest bıraktığına dair bazı rivayetler zikredil­miştir.

4-  Bedir esirlerinden Ebu Muayt'ın oğlu Ukbe, Haris oğlu Nadir'in öldürülmeleri, ayetin inişinden önce idi. Dolayısıyla fidye karşılığı veya fidyesiz esirleri serbest bırak­mayı öngören bu ayetin siyakında esirleri öldürmek hususunda bununla amel etmek ca­iz değildir.

Buna göre, ayetin hükmünün muhkem olup, neshedilmediğini söylemek mümkün­dür. Bu hüküm şudur: İmamın, İslam ve müslümanlar için savaş, siyaset ve tebliğ yö­nünden gördüğü maslahat icabı, fidye karşılığı veya fidyesiz esirleri serbest bırakma se­çeneğine sahip oldup, esirleri öldürme hakkının olmadığı söylenebilir. Eğer Rasulul-lah'ın savaş esirlerini köle edindiği, onları sattığı, mücahitlere ganimeti tevzi ettiği es­nada onları da mücahitlerle paylaştığı, onlardan 1/5'ini Beytü'l Mâl'e ayırdığı yolunda­ki rivayetler olmasaydı diğer birçok tarihi rivayetlerin anlattığına göre İslam'ın ta başın­dan beri süregelen İslami fetihlerde uygulanan ve tevatür yoluyla bir teamül halinde düşman kafirlerin erkek, kadın ve çocuklarından esir aldıkları, ayırım yapmadan köle edindikleri, müslüman olmadıkça köle muamelesini kendilerine uyguladıkları yolundaki haberler olmasaydı ayetten böyle bir hüküm çıkarılabilirdi. Esirler, köle edinilmeden müslüman olurlarsa artık onlar köleleştirilemez, dolayısıyla fidyeli veya fidyesiz salıve­rilme hükmünün çerçevesine girmezler. Bu anlattıklarımızdan, ayetin hükmü üzerinde nebevi bir tadilatın yapıldığını söylemenin mümkün olduğu anlaşılıyor. Bu tadilat, onla­rı köle edinme ile, fidyesiz salıverme arasında tercih hakkına sahip olmasıdır. Ayeti ke­rimenin, imamın fidyesiz serbest bırakmak istemediği, fidye vermeye gücü yetmeyen esirler konusunda bir hüküm belirtmediği düşünülüyor. O halde Peygamber'in getirdiği tadilat, ayetin, hükmünü belirtmediğinin bir izahı ve bir tefsiridir.

İnsanları köleleştirmeye başlıca sebep teşkil eden ve birçok toplumları, ülkeleri kap­sayan savaş esirlerini köle edinme geleneği uzun zamandan beri müslüman olmayan birçok toplumda, yakın tarihe kadar devam etti. Zikri geçen ayet, köle edinme geleneği­ne kesin bir darbe indirmiştir. Ayete yönelik nebevi tadilat ise ayetin bu konudaki şidde­tini hafifletme keyfiyetini taşımıyor. Çünkü bu bir muhayyerliktir, gereklilik değildir. Bu anlattıklarımıza Mekki ve Medeni sûrelerde geçen örneklerden de anlaşıldığı üzere, ayetin köleleri azad etmekle ilgili içerdiği bir çok sebebi ve sünnetin ihtiva ettiği husus­ları ilave ettiğimiz zaman, Kur'an ve sünnetin kölelik müessesesini ortadan kaldırmayı hedeflediğini, kölelik konusunda Kur'an ve sünnette varit olan hükümlerin amacının, köleliği onaylayıp teyit etmek değil, pratikte uygulanan bir olayı takip etmek ve ona gö­re hükmünü belirtmek olduğunu söyleyebiliriz. [18]

 

7-  Ey inananlar eğer siz Allah'ın (dinin)'e yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder. Ayaklarınızı (Hakkı koruma yolunda) sağlam tutar.

8- İnkar edenler (e gelince) yıkım onlara! (Allah) onların iş­lerini boşa çıkarmıştır.

9- Böyledir, çünkü onlar, Allah'ın indirdiğinden hoşlanma-mıştır. Allah da onların amellerini heder etmiştir.

10-  (Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendile­rinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Al­lah onları (evlerini, barklarını) yıkıp başlarına geçirmiştir. Bu kafirlere de, onun benzeri sonuçlar vardır.

11-  Bu böyledir, çünkü Allah inananların koruyucusudur. Kafirlerin ise koruyucuları yoktur.

12-  Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennete sokar, inkar edenler ise (dünya hayatından biraz) zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler, (sonun­da) yerleri ateştir.

 

Ayetler şu hususları içermektedir:

 

1- Müslümanlar Allah'ın dinine yardım ettikleri zaman Allah da onlara yardım, sabi ve metanet vereceğine söz veriyor, onların mevlası olduğunu ve onları cennete koyaca ğını ilan ediyor.

2-  İndirdiği vahiyden hoşlanmadıkları ve onun nimetini inkar ettiklerinden dolay:Allah, kafirleri kınıyor. Bu sebeple onların hilelerini boşa çıkardığını, amellerinin sa­pıklık ve hüsranla damgalandığını beyan ediyor. Yeryüzünde dolaşıp, kalıntılarını gör­dükleri kimseleri helak ettiği gibi, kendilerini de helak edeceği yönünde uyarıyor. Son­ra da ahirette varacakları yerin ateş olduğunu bildiriyor. Ayrıca ayet-i kerime faydalan­manın ne olduğunu hissetmeyen, karınlarını doldurmaktan başka bir gayeleri olmayan dört ayaklı hayvanların duyduğu zevkten öte dünyada bir haz duymayan kafirleri davar­lara benzetiyor.

Ayetlerin inişi hususunda özel bir rivayete rastlamadık. Akla ilk gelen şey, bunların önceki ayetleri takiben konu ettiği mü'minleri müjdelemek, sabır ve metanet vermek, hayra ve cennete teşvik etmek, kafirleri de sert bir dille kınamak ve onları uyarmak hu­susunda kuvvetli bir üslup kullanmıştır. Bilindiği üzere bunlar, ayetlerin hedeflediği hu­suslardandır. [19]

 

13- Seni (içinden) çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şe-hir(ler) var ki, biz onları yok ettik de onlara bir yardım e-den çıkmadı.

 

Ayetteki hitap, Allah Rasulü'ne yöneliktir. Rasulullah'ı şehrinden çıkmaya zorla­yan, kendi halkından daha güçlü daha kuvvetli insanları barındıran birçok şehirlerin varlığından, yüce Allah'ın onları yok edip, hiç bir yardımcıları bulunmayışından söz ediyor. Ayetin vurguladığı bu ifadeden Rasulullah'ın şehir halkını cezalandırıp yok et­mesinin Allah'a daha kolay olduğu anlaşılıyor. Ayeti kerime bununla peygamberini te­selli etmeyi, sabır ve metanet kazandırmayı hedefliyor. Tefsircilerin[20] İbn Abbas'dan ri­vayetlerine göre Rasulullah muhacir olarak Mekke'den çıktığı zaman ona dönerek şöyle dedi: "Sen bana göre şehirlerin en sevimlisisin, eğer müşrikler beni çıkarmasalardı ben senden çıkmazdım". Bunun üzerine bu ayet indi. Bizim güvendiğimiz bir kaynağa göre, ayetin Rasulullah'ın Medine'ye hicret yolunda inmiş olduğu da kaydedilmiştir.

Ancak ayetin, daha önce kafirlere yapılan uyan ve tehditle ilintili bulunduğunu, si­yak itibariyle kuvvetli bir bütünlük arzettiğini görüyoruz. Bazı rivayetlerde ayetin bir önceki ayetlerin iniş ortamından farklı bir ortamda indiği ifade ediliyor. Bu rivayet şüp­he uyandıracak niteliktedir. Bu, Nebi'nin sürekli Kureyş müşriklerinin kendine karşı tu­tumlarından söz etmesi ve o sebeple kendi şehrinden çıkmaya zorlanması sonucu, Kur'an'ın

intikam aldığı gibi, onlardan da intikam almaya kadir olduğuna dair Rasulü'nü yatıştır­mak ve onu rahatlatmak istemesine muhalif bir rivayettir. [21]

 

14- Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine süslendirilip güzel gösteril)en ve keyflerine uyan (insanlar) gibi olur mu?

 

Ayette iki grup arasında eşitliğin olabilme imkanının olmadığı vurgulanıyor. Ayetin ruhundan anlaşılan gerçek budur.

Bazı müfessirlere göre ayet, Nebi (s) ile, Kureyş müşrikleri Ebu Cehil ve benzeri arasında bir mukayese yaptığını ifade etmektedir. Fakat müfessirler bu sözlerini herhan­gi bir rivayete dayandırmamışlardır. Akla gelen ilk şey, ayetin bir önceki ayetlerin mânâlarını takiben konunun geliş ve üslubunu devam ettirmesidir. Bu arada hidayete er­miş, salih kişilerin üstünlüğü, kötü ve sapmış olanların da kusurları vurgulanmaktadır. [22]

 

15- (Şirkten, günahtan uzak durup, Allah'ın azabından) ko­runanlara söz verilen cennetin durumu şudur: İçinde bo­zulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmak­lar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme bal­dan ırmaklar vardır. Ve onlar için orada her çeşit meyva, Rablerinden de bağışlama vardır. (Şimdi bu nimetler için­de yaşayan), ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça par­ça kesen sıcak suyun içirildiği kimseler gibi olur mu?

 

Bilindiği gibi yine ayet, konunun gelişme üslubunu devam ettirmekte, aynı zamanda hidayete ermiş salih kişilerin ve sapıtmış olan insanlann ahirette gidecekleri yerlerinin eşit olamayacağı gerçeğini de vurgulamaktadır. Çünkü her birinin sahip oldukları ma­kam ve mekan itibariyle, eşit derecede bulunmaları mümkün değildir. Muttakilere arı-duru sudan, hoş ve temiz sütten, lezzetli şaraptan, safi baldan ırmakların, her türlü mey-vaların, bunlarla birlikte Allah rızası ve bağışlamasının bulunduğu cennetler vaadedil-mişken, sapık, bedbaht kafirlere de Allah'ın ebedi azabı hak olmuş, bağırsakları parça parça eden, şiddetle kaynayan sular vaadedilmiştir.

Ahirette cennet nimetlerini, cehennem azabını nitelendiren tabirler, haddizatında dünyada alışılmış tabirlerden kaynaklanmaktadır. Bu tabirler, daha önce değişik müna­sebetlerde dikkatleri çektiğimiz Kur'an'ın edebi üslubunun sürdüregeldiği, kurtuluşa erenlerin nasibini teşvik edici bir eda ile görkemliliğini, şakilerin uğrayacakları azabı da ürpertici bir üslupla ifade ediyor.

Kur'an'ın haber verdiği bu gaybi haberlere iman etmenin vacip olduğuna, fazla bir şey söylemeden bu sınırda durmanın gerekliliğine, zikredilen cennet nimetlerinin ce­hennem azabının Allah'ın kudret sınırı dahilinde olduğuna dikkatler çekilmektedir. [23]

 

16-  İçlerinden, gelip seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman kendilerine bilgi verilmiş olan­lara (seni çekiştirmek, dinlediklerini küçümsemek amacıy­la): "Demin ne söyledi?[24]'" derler. Onlar öyle kimselerdir ki Allah kalplerini mühürlemiştir de heva ve heveslerinin ardına düşmüşlerdir.

17-  Hidayet bunlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırmış ve onlara korunmalarını (kendilerine kötü sonuç­tan koruyacakları vasıtaları) vermiştir.

 

İki ayette, ve mü'minlerin Rasulullah'ın meclisine gidip de onun tebliğ ve irşadlannı dinledikleri zaman, kafir münafıklardan bazı grupların gösterdikleri tavırlar dile getiril­mektedir. Evvelkiler yani kafir ve münafıklar, duydukları ilahi vahyi hafife alıp alay et­mek için bu meclislere giderlerdi. Oradan çıktıkları zaman, o meclislere gelen Rasulul­lah'ın ashabından ilim ve anlayış sahibi bazı kimselere Rasulullah'ın yeni nelerden söz ettiğinden sorarlardı. İşte bunlar, içlerinde tuttukları pislik, küfür ve nifakları sebebiyle kalpleri üzerine mühür basılmış, dolayısıyla doğruyu, rüştü ve anlayış melekesini yitir­miş, nevalarının peşisıra sürüklenmiş kimselerdir. Samimi mü'minler böyle değildir. Allah'a karşı gösterdikleri takvaya yaraşır şekilde Nebi (s)'nin meclisine her gittiklerin­de, O'nun vaaz ve irşadlannı her dinlediklerinde Allah onların hidayetlerini ve anlayış­larını artırırdı.

Onların "demin ne dedi" şeklindeki soruları, Rasulullah'ın tebliğini hafife alma ve alay etme ihtimalini taşıdığı gibi, ne dediğinden iyice emin olma kasdını da taşıyabilir . Çünkü onlar Rasulullah'ın sözlerine dikkat etmiyorlar ya da onu kavrayıp anlayamıyor­lardı. Tefsirciler her iki ihtimali de zikretmişlerdir.

Tevbe sûresi 164-165'inci ayetleri de alay ve hafife alma mânâsını içerdiklerinden bu kategoriye girer: "Ne zaman bir sûre indirilse (iki yüzlüler) arasında kimi: "Bu han­ginizin imanını artırdı?" der. (O adam bilsin ki Kur'an), inananların imanını artırmıştır. Onlar bunun inişini birbirlerine müjdelerler. Fakat yüreklerinde hastalık olanlara gelince (bu), onların pisliklerine pislik katmış (murdar düşüncelerini daha da berbat etmiş) ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir."

Konu ettiğimiz ayette geçen sualin alay ve hafife alma için olduğu ihtimalinin daha kuvvetli olduğunu tevbe sûresinde geçen bu iki ayet delillendirmektedir.

"Onlardan" kelimesiyle başlayan ve izah etmeye çalıştığımız bu iki ayetin, kafirler­den söz eden önceki konu ile bağlantılı oldukları görülmektedir. Çünkü bu, daha önceki gelişme üslubunu ayetlerin devam ettirdiğini ve ikinci olarak Medine döneminde de ka­firlerin Rasulullah'ın meclisine gittiklerini ve onu dinlediklerini ifade ortaya koyuyor.

Böyle bir sonuca varmamız doğru kabul edilirse, bu kafirler ya kendileriyle barış ya­pılmış ya da can güvenlikleri verilmiş kimselerdir. Herhâlükârda müslümanlarla savaşan düşmanlar değillerdir. Onların bu durumları müslümanlarla aralarında karşılıklı akitleş-me varmış görüntüsü veriyor.

Bunların münafık olabilme ihtimali de vardır. Ayetin sonunda geçen ifadeler ve on­ların ahlaki durumlarını, hile ve tuzaklarını açığa çıkaran hususların bulunuşu bu ihtimal üzerinde yoğunluk kazanıyor.

Bu ihtimal, her iki ayet arasındaki konu bütünlüğünü sağlayan ilgiyi koparmaz. Bu­rada, olsa olsa sözün konuyu değiştirip münafıkların durumunu anlatmaya geçmesi söz-konusudur.

Bilinmelidir ki, tefsirciler her iki ayetin önceki ayetlerle ilgi bağını kurma konusun­da herhangi bir ilişkinin olmadığını belirttikleri gibi kendi aralarında da bir ilgi bağının olduğuna dair bir şey anlatmamışlardır.

O halde şöyle demek mümkündür: "Ayet, başından beri sûrenin gelişme üslubunu, mü'minlerin, kafirlerin ve münafıkların konumlarını, Allah'ın yolundan engelleyen ka­firlere karşı mü'minlerin göstermeleri gereken tavırlarını sergileyen genel bir sahnedir".[25]

 

18- "(İnanmayanlar, kıyamet) saat(in)in, ansızın kendileri­ne gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar? İşte onun alâmetleri'[26] geldi, o geldikten sonra artık öğüt almaları nereden mümkün olsun?"

 

Önceden sözü edilen konunun, kendileri -yani kafirler veya kafirlerle münafıklar-olunca, yadırgama şeklinde bir soru yöneltiliyor: "Onlar Allah'tan korkup iman etmele­ri için Kıyamet'in kopmasını mı bekliyorlar? Halbuki (kıyamet) geldiğinde artık küfür ve isyan halini bırakmanın, ilahi mesajları kabul etmenin hiç bir yaran yoktur".

"(İnanmayanlar, kıyamet) saat(in)in, ansızın kendilerine..." ayeti, konunun gelişiyle bir bütünlük arzetmektedir. Tefsirciler İbn Abbas'tan[27] şunu rivayet ediyorlar: "Hz. Muhammed (s)'in peygamber olarak gönderilişi Kıyamet alametleri ve işaretlerinden-dir". Aynca Buhari, Müslim ve Tirmizi'in rivayet ettikleri bir hadiste, Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Nebi olarak gönderildim, benle kıyametin kopması şöyle (iki par­mağını, bir rivayette teşehhüd parmağıyla orta parmağını işaret ederek) idik" Bununla, Peygamberliğinin Kıyamet'in kopmasına yakın olduğunu vurgulamak istiyordu[28]

Tefsirciler bunlarla birlikte, kıyametin alametleriyle ilgili bir kaç hadis daha rivayet ederler:

I- Vefatına yakın bir zamanda Enes'in rivayet ettiği bir hadiste: "Benden başka, kimsenin size söylemeyeceği bir hadisi size söyleyeyim mi? Rasulullah'ın şöyle dediğini duydum: Şunlar Kıyamet'in alametlerindendir: İlim kalkacak, cehalet ortaya çıkacak, içki içilecek, zina yaygınlaşacak, erkekler yok olacak, kadınlar kalacak, öyleki elli kadı­na bir erkek bakacaktır."

II-  Ebu Hureyre'nin hadisinde, Allah Rasulü şöyle buyurdu: "zamanın biribirine yaklaşması, ilmin azalması, fitnelerin ortaya çıkması, cimriliğin meydana gelmesi, he-rec'in çoğalması kıyametin alametlerindendir. Herec nedir? Diye sordular, herec katil­dir" diye buyurdu.

III-  Yine Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir bedevi Peygamber'e ge­lip, kıyamet ne zamandır? diye sordu ve konuşmasına devam etti. Sözünü bitirdikten sonra Allah'ın Rasulü soru soranın kim olduğunu sorunca, benim burdayım, Ey Allah'ın Rasulü, diye cevap verdi. Allah'ın Rasulü: "Emanet zayi olunca kıyameti bekle", buyur­du.

- "Emanet nasıl zayi olur?" diye sorunca, şöyle buyurdu:

- "Emanet ehli olmayana teslim edildiği zaman Kıyameti bekle" diye cevap verdi.

Hadislerin işaret ettiği olaylar, ayetin iniş sırasında henüz ortaya çıkmadığı için aye­tin söz konusu ettiği Kıyamet'in alameti, İbn Abbas'a atfedilen söz ile Peygamber'den rivayet edilen, ilk hadisin ışığında ayetin inişi sırasında gerçekleşen alamettir ki, o da Rasulullah'ın gönderilişidir.

Ayet-i kerime, kafir ve münafıkları sapıklık ve azgınlığa saplandıkları, fırsatı kaçırıp Allah'ın davetine icabet etmedikleri için ayıplıyor.

Fırsat elden çıktığında pişman olurlar ama artık pişmanlık fayda vermeyecektir. Baş­ka bir ifade ile ayet, onları küfür ve nifaklarından vazgeçmeye, Allah'ın davetine vakit kaybetmeden gecikmeden icabet etmeye teşvik ediyor. Bu mânâ bir çok ayetlerde defa­larca işlenmişti. Aynı gaye ve hedefi vurgulamak için onlardan bir kaç örnek geçmişti. [29]

 

19- "Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur. (Ey Muhammed) kendi günahın, inanan erkeklerin ve inanan kadınların gü­nahı için (Allah'tan) mağfiret dile. Allah dönüp dolaşacağı­nız yeri'[30]' ve varıp duracağınız yeri'[31]' bilir"

 

Ayetin ibaresi/anlamı açıktır. Burada, geçmiş ayetlerin hemen akabinde Allah hita­bını peygamberine yönelterek onu teselli etmek, istikrarını sağlamak amacıyla (Allah daha iyi bilir) sanki şöyle demek istiyor: "Kafir ve münafıkların ilahi daveti kabul etme­mede ısrarlı olmaları, azgınlık ve sapkınlıkla direnmeleri nedeniyle fazla tasalanmasına gerek yoktur. O'na (peygambere) sadece devamlı olarak tevhidi yaşaması tevhide davet etmesi, ibadetle Rabbine yaklaşması kendi günahlarının, mü'min ve mü'minelerin gü­nahlarının bağışlanmasını talep etmesi yaraşır. Allah onların bütün hal ve hareketlerini, göç ve konaklarını bilir. Onların akibetleri Allah'ın elindedir".

Geçen bir çok örnekte olduğu gibi buna benzer, Allah'ın peygamberini tatmin ve te-yid sadedinde bu ayet gibi, birçok ayet vardır.

Müfessirlerin "Yüce Allah'ın, peygamberine hitaben (günahın için af dite)" cümlesi üzerinde değişik yorumları vardır.

1-  Hz. Peygamber'in bununla emrolunması ümmetinin bu konuda O'nun sünnetine uymaları içindir.

2- Kendi ev halkının günahlarının bağışlanmasını istemesi demektir.

3-  İnsanların işleriyle meşgul olması, kendisini Allah'ın ibadetine vermekten engel­lerdi. Bu ise, onun yanında "iyilerin sevapları Allah'a yakın olanların günahları mesa­besindedir." sözü kabilinden, bir günah işlemek veya vazifesini ihmal etmek gibidir.

Tefsirciler, tesbit ettikleri bir hadiste [32]Allah Rasulü şöyle demiştir: "Şüphesiz kalbime (bulut gibi) bir tabaka bağlar ve ben her gün yüz kere Allah'a istiğfar ede­rim." Hadiste geçen "ğayn" kelimesini, gökte beliren ince bulut diye tefsir etmiş­lerdir. Peygambere nisbet edilen "ğayn" gevşeme, gaflet, anlamına geliyor ki, Allah Rasulü hakkında Allah'a karşı yapılan bir nevi günah anlamına geliyor, Peygamber ondan istiğfar ediyor. Bu mânâ, ileri sürülen yorumların en iyisidir. Kalbimize başka bir mânâ daha geliyor ki, o da şudur: "Allah Rasulü bazen vahy ile değil, kendi içti­hadına dayanarak bir şeyi emreder veya nehyeder yahut fiilen onu yapar fakat Al­lah'ın ilminde hoş karşılanmadığı için Kur'an'da bazı örnekleri olduğu gibi, Allah ta­rafından kınanır. Dolayısıyla bu tür şeylerden ötürü Allah Rasulü'nün kendi nefsi için istiğfar etmesi emrolunur. O da istiğfar eder. Kalbinin üzerinde tabaka tutma anlamı­na gelen "ğayn" sözcüğüne verdiğimiz bu mânâ olsun ister daha önce açıkladığımız yorumlar olsun; hiçbirisi, Allah katında veya Allah'ın emirleri doğrultusunda meyda­na gelen bir sapma veya ihmalkarlık anlamında bir günah değildir. Çünkü Allah Rasulü'nün bunlardan hiç birisini yapmayacak kadar korunmuş olduğuna inanıyoruz".

Peygamber'in, kendisi ve mü'minler için istiğfar etmesini vurgulayan emirleri ihtiva eden aynı zamanda mü'minleri istiğfara teşvik edip, Allah'ın onları bağışlamaya hazır olduğuna dair onları tatmin eden ve bağışlanmalarını dileyen mü'minlerin şanını yücel­ten Mekki ve Medeni birçok ayetler vardır. Burada ruhi tedavi ile birlikte ıslah edici, eğitici, bir davetin içerildiği gözlenmektedir. Çünkü istiğfar, günahları itiraf etmek, on­lardan dolayı pişmanlık duymak, onların affı için Allah'a sığınmak anlamına gelirken; istiğfar etmeyi emreden ayetler ise, kulların kendilerinden sadır olan günahlarından do­layı pişmanlık duyarak, bağışlanmaları için Allah'a sığındıkları zaman yüce Allah'ın onların günahlarını affedeceği ümidini içermektedir.

Tefsirciler, peygamberin istiğfar etmesi konusunda daha önce geçen hadisten başka bir kaç hadis daha rivayet etmişlerdir. Sonra mü'minleri istiğfara teşvik eden, istiğfarla ilgili hadislerin bazı sigalarını öğretip faidelerini belirtme sadedinde hadisler de zikret­mişlerdir. Mesela: Peygamber'in, kendi nefsi için istiğfarıyla ilgili rivayet edilen hadis­lerden bazıları:

1- Ebu Hureyre'nin hadisi, "Rasulullah'ın şöyle dediğini işittim: Ben Allah'a günde yetmiş defa istiğfar edip, tevbe ediyorum" Başka rivayette: "Yetmiş defadan fazla" bu­yuruyor[33]

2-  İbn Ömer'in hadisi: "Bir mecliste Allah Rasulü'nün yüzden fazla 'Rabbim beni bağışla ve tevbemi kabul et çünkü sen çokça tevbeleri kabul eden, kullarına rahmet edensin' dediğini sayardık"[34].

3- Hz. Peygamber namazının sonunda "Allah'ım takdim ettiğim, te'hir ettiğim, giz­lediğim, açıkladığım, israf ettiğim ve bende olduğunu bildiğin her şeyi bağışla sen be­nim ilahımsın, senden başka hiç bir ilah yoktur." diye dua ederdi.[35]

4- Yine bir hadiste Rasulullah'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ım hatamı, cehli­mi, işim hakkındaki israfımı, bende olduğunu bildiğin her şeyi bağışla. Allah'ım şakala­rımı, ciddi işlerimi, yanılgımı ve kasıtlı yaptıklarımı, -bunlar hepsi yanımda var- bağış­la!"

Bütün bunlar, Allah Rasulü'nün yüce Allah'a karşı büyük bir sorumluluğunu, kendi­sinde meydana gelmesi muhtemel bir durumun, kendisinde uyandırdığı derin şuurun hayret verici bir tablosunu yansıtmaktadır.

Mü'minleri istiğfara davet eden hadisler, istiğfarın öneminin beyanı sadedinde Bu-hari, Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai'nin Şeddad b. Evs'den rivayet ettikleri hadislerdir:

1- Allah Rasulü buyurdu ki, "İstiğfarın büyüğü şöyle demektir: Allah'ım! Rabbim sensin, senden başka hiç bir ilah yoktur, sen beni yarattın, ben senin kulunum, gücüm yettiğince ahdine bağlıyım, yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım, üzerimdeki nimetle­rinle sana yöneliyor, günahlarımla sana rücu ediyorum, beni bağışla! Zira günahları an­cak sen bağışlarsın" Ve buyurdu ki, "Kim buna inanarak gündüz söyler akşamlamadan ölürse o cennet ehlindendir. Kim buna inanarak geceleyin söyler sabahlamadan ölürse o cennet ehlindendir."[36]

2- Ebu Davud ve Tirmizi'nin tespit ettikleri Peygamber'in azatlı kölesi Zeyd'in ha­disidir. Zeyd diyor ki, Rasulullah'm şöyle dediğini işittim: "Kim, (estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa huvel Hıyyul Kayyum ve etubu ileyh) derse, ordudan kaçmış olsa da­hi günahları affolunur."[37] Hadis-i şerifin anlamı şudur: Büyük olan Allah'tan bağışlan­mamı diliyorum. O ki O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. Kendisi için ölüm olmayan bir diri, bir hayat sahibidir. Her şeyin varlığı ve hayatı elinde olan O'dur. Ve ben O'na dö­nüyor tevbe ediyorum."

3- Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri Ebubekir'in hadisi, Ebubekir es-Sıddık diyor ki Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Günahlarından dolayı istiğfar eden günde yetmiş defa geri dönse yine ısrar etmiş sayılmaz."[38]

İşte böylece Nebevi telkin ile Kur'ani tebliğ, bu konuda bir uzlaşım halinde birleşi­yor. Önemli bir noktaya işaret etmemiz yerinde olur. Şöyleki: İstiğfar yani tevbe veya tevbe anlamı taşıyan başka kelimelerle günahlarının affını dileyen bir adamın tevbesinin kabulü için bazı şartlar vardır:

1- Günahlarından pişmanlık duyması.

2- Nefsini ıslah etmeye karar vermesi.

3-  Ömrünün afiyetli ve sıkıntısız geçtiği anlarda günahlara dönmeyeceğine dair az­metmesi. Nitekim bunları Furkan ve başka sûrelerin siyakında açıklamıştık. İstiğfarın faidesi bunlarla gerçekleşir, sadece dili depretmekle istiğfar olamaz. [39]

 

20-  inananlar (cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil midir?"'[40]' derler. Fakat hükmü açık'[41]' bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, sana ölümden bayılıp düşen kimsenin bakışı gibi baktıkla­rını görürsün. Onlara uygun olan'-"[42]:

21-  İtaat ve güzel söz söylemektir. İş ciddiye bindiği za­man (cihad isteklerinde) Allah'a sadık kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.

22-  Demek iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde boz­gunculuk yapmanız, akrabalık bağlarını koparmanız siz­den umulur değil mi?

23-  Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah onları lanetleyip sağır yapmış, gözlerini kör etmiştir.

24-  Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri(nin) üzerin­de kilitleri mi var (ki hiç hakikat gönüllerine girmiyor)?

 

Ayetlerden .şu hususlar anlaşılmaktadır:

 

1- Samimi miislürnanların, Allah yolunda cihad etmeleri için kesin bir şekilde cihadı emreden, Kur'an'dan bir sûrenin inmesi yolundaki temennilerini dile getirmekte.

2-  Cihadı açık ve kesin bir üslupla emreden sûreyi Allah indirdiği zaman kalpleri hasta olanların hallerini yansıtmakta. Öyle ki ayet; korku kendilerini bürümüş, ümitsiz­lik, dehşet ve korku ile dopdolu ölüm hali ile yüzyüze gelmiş, Peygamberin yüzüne ba­kanların durumlarını sergiliyor.

3-  İçine düştükleri bu hallerinden dolayı ayıplanmakta ve kendilerine beddua edil­mektedir.

4-  Bu üzücü nahoş durumu düzeltici mahiyette onlar için en iyi, en yakışır olanın; Allah'ın hükmünü işitip, itaat ettiklerini ilan etmeleri, güzel bir ifade ile Allah'ın emri­ne icabet etmeye hazır olduklarını açık bir şekilde söylemeleri, ilahi emrin uygulama zamanı geldiğinde Allah'a verdikleri sözlerine sadık kalarak savaşa icabet etmeleri gerektiğini belirtmektedir.

5-  İşbaşına geldiklerinde; kendilerinden beklenen yeryüzünde bozgunculuk etmek, aralarındaki sıla-i rahim ve akrabalık bağlarını koparmak gibi kötülüklerinden dolayı bu gruba, ayıplayıcı ve kınayıcı bir soru yöneltilirken, aynı zamanda bunları yapanların Al­lah'ın lanetine müstehak oldukları, Allah Teala'nın gözlerini kör, kulaklarını sağır ettiği kimseler gibi oldukları vurgulanmaktadır.

6- Bu tür insanların Kur'an'daki öğüt verici ayetleri, açık delilleri düşünüp onlardan etkilenmemeleri için, "acaba kalpleri üzerinde bunların girmesini engelleyen kilitleri mi var?", denilerek ayıplamayı, kınamayı içeren ve olumsuzluğu varsayan bir soru yönel­tilmektedir.

"İnsanlar: '(cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi?' derler..." ayeti ve bu­nu takip eden dört ayetin inişiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Şunu söy­leyebiliriz: Bu ayetler bir önceki bölüme ek olarak Medine'deki münafıkların nitelikle­rinden bir bölümü teşkil eder. Ayete dikkatle bakıldığında Medine'deki münafıkların daha önce zikredilen niteliklerinden farklı niteliklerini ve onları kınayan bir hususu ihti­va ettiği görülür. Sözü edilen nitelikleri hiç bir yerden destek almayan, yerinde çakılıp duran korkak adamın duruşunu andıran bir şekilde cihada çağrı emrine icabet etmeyiş­leridir.

Önceki ve sonraki ayetlerde zikredilen bir çok münasebetlerde onların bu halleri tekrar tekrar anlatılmaktadır. Nisa sûresinde bu bölüme benzer bir bölüm geçmektedir. Ayetin siyakında orada zikrettiğimiz bir rivayet vardır ki, bazı samimi, güçlü müslüman büyüklerin cihada çıkmak, kafirlerin saldırılarına karşı misliyle mukabele etme iznini almak için Peygamber'e başvurduklarını aktarıyor, sonra münafıklar itiraz ediyor, ciha­dın kendilerine farz oluşundan canlan sıkılıyor, bu farziyetin bir müddet daha ertelenmisini arzu ediyorlar. Oysaki, en doğrusu rivayetin bu ayetlerle ilintili olmasıdır. Çünkü birinci rivayette Peygamber'e müracaat ettiklerine dair açık bir işaret varsa da Nisa sü­resindeki ayetlerde böylesine bir işaret bulunmamaktadır.

Muhammed sûresinde 22. ayetin yorumu hakkında tefsirciler bir çok görüş ve nakil­ler serdetmişlerdir. Bazılarına göre[43] bu ayetin anlamı "Eğer siz Kur'an'ı dinleyip onun emirlerini uygulamaktan yüz çevirir aldırış etmezseniz cahiliye dönemindeki yaşantını­za döner, yeryüzünde bozgunculuk eder, böylece aranızda akrabalık bağlarını koparır atarsınız." demektir. Başkalarına göre: "Şüphesiz eğer siz cihaddan kaçınırsanız daha önce üzerinde bulunduğunuz sıla-i rahmi kesme, fesatçılık etme gibi ahlaksızlığa yeni­den dönersiniz"[44] derken, diğer bazıları, "işbaşına geldiğiniz zaman yeryüzünde fesatçı­lık eder, akrabalık bağlarını koparırsınız"[45] demiştir. Bunlardan farklı olarak bazıları da şu görüşe yer vermişlerdir: "Ayetler Beni Ümeyye (Emeviler)'nin idareyi ele aldıkların­da Haşimoğulları'nı öldürmek suretiyle yeryüzünde bozgunculuk etmek, akrabalık bağ­larını kesmek gibi çirkin işlerine atıfta bulunmaktadır."[46]

Son görüşte Şiiliğin tesiri olduğu açıktır, ayetin içeriğinde bu görüşe herhangi bir yer yoktur.

Birinci ile ikinci görüş, üçüncü görüşten daha isabetli görülmektedir. Bizim bu ko­nuda doğru olduğunu umduğumuz görüşümüz şudur: "Cihaddaki niyetinizi halis tutar, Allah'ın cihad farzını rıza ve itaatla karşılayıp Allah'ın emrini fiilen yerine getirmediği­niz taktirde düşmanı ümitlendirmiş, yeryüzünde bozgunculuk etmeye, üzerinize saldırıp, aranızdaki akrabalık bağlarını merhamet ve şefkat duygularını kesmeye cesaretlendirmiş olursunuz." Yüce Allah muradını daha iyi bilir.

Ayetlerin üslubu kuvvetli ve tesirlidir. Zira ayetler, münafıkların, kalpleri hastalıklı olanların Rasulullah'ın kalbinde endişe oluşturan tutumlarına ve bu tutumlarından bek­lenen şer, tehlike ve bozgunculuğun yanıbaşında samimi mü'minlerin Allah Rasulü'nün kalbinde yer eden mevkilerine işaret etmektedir.

Ayrıca ayetlerde, ümmetten herhangi bir grubun korkaklık, çekingenlik ve dehşete kapılma gibi tavırlar sergileyerek düşmanın zulüm ve saldırganlığını bertaraf etmek için toplumun yanında yer almamalarının çirkinliğini ve bundan doğan bozgunculuk ve teh­likeleri vurgulayan kuvvetli telkinler bulunmaktadır. Cihaddan kaçan bu gurup dahi, canlan, kanları ve vatanları hususunda sözü edilen bu tehlikelerden kurtulamayacaklar­dır.

Burada geçen "sûre" kavramı, sonu ve başlangıcı olan ayetlerden müteşekkil müstakil sûre anlamına gelmekten çok mutlak olarak Kur'anî bir cümle veya Kur'anî bir emi-ri ifade ediyor. Sûre lafzının varid olduğu bazı yerlerde ondan bu mânâyı çıkarmak mümkündür. Aynı zamanda bu anlamın "sûre" kelimesinin asli mânâsı olduğunu anla­mak da mümkündür.

Bazı tefsirciler "ve tukattiu erhameküm" (akrabalık bağlarım koparmanız) cümlesi bağlamında sıla-i rahimin saygınlığını ve onu kesmenin yasaklığını vurgulayan bir çok hadisi şerif rivayet etmişlerdir.

Bu konuda rivayet ettikleri hadislerin çoğu, bizzat veya az bir değişiklikle sahih ha­dis müsnedlerinde rivayet edilen hadislerdir. Onlardan bazıları:

1- Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri Ebu Eyyub'un hadisi; "Adamın biri, 'ey Al­lah'ın Rasulü beni cennete koyacak bir ameli bana haber ver' dedi. Allah'ın Rasulü 'Al­lah'a ibadet eder O'na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namazını kılar, zekatını verir ve sı­la-i rahim yaparsın[47]' buyurdu".

2- Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un rivayet ettikleri Ebu Hureyre'nin hadisi, Allah Rasulü buyurdu ki: "Kim, Allah Teala'nın rızkını genişletmesini, ömrünün artmasını (bereketlenmesini) istiyorsa akrabalık bağını devam ettirsin."[48]

3-  Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri hadistir. "Sıla-i rahim yapan, aynıyla karşılık veren değildir, bilakis akrabalık bağını koparanlara karşılık onu devam ettirendir."[49]

4- Müslim'in tesbit ettiği Ebu Hureyre'nin hadisi; adamın biri "ey Allah'ın Rasulü! Benim akrabalarım var ben onları ziyaret ediyorum beni terk ediyorlar, onlara iyilik ediyorum onlarsa bana kötülük ediyorlar, ben onlara karşı ağırbaşlı davranırken onlar bana karşı cahillik ediyorlar" dedi. Allah Rasulü buyurdu ki, "eğer dediğin gibi olursan onlara sıcak kül yedirmiş gibi elem çekecekler, sen bu halde devam ettikçe onlara karşı Allah'tan sana bir yardımcı yanında yer alacaktır."[50]

5- Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud'un Abdullah bin Amr'dan rivayet ettikle­ri hadis, Allah Rasulü: "Kişinin anne ve babasına lanet etmesi kebairin en büyüğüdür" buyurdu:

- Ey Allah'ın Rasulü kişi anne babasına nasıl lanet edebilir?

- Adam başkasının babasına söver o da onun anne ve babasına söver, buyurdu".[51]

6- Dört sünen sahibinin Cübeyr bin Mutim'den rivayet ettikleri hadisi şeriftir: Allah Rasulü "Akraba bağını kesen (sıla-i rahmi terkeden) cennete girmez" buyurdu.[52]

Anlaşıldığı üzere Kur'anî ve Nebevi telkinler, akrabaların biribirilerine karşı akraba­lık bağına saygılı olmalarını, aralarındaki dayanışma ve kaynaşmayı sağlayan maddi ve manevi ilgi ve alakayı pekiştirmelerini hedeflemektedir. Bu akrabaların bir ailenin, bir aşiretin, bir kabilenin ve bir kökten türeyen bir oymağın bireyleri olmaları arasında fark yoktur. [53]

 

25-  Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına (yine eski küfürlerine) dönenlere, şeytan (günah işlemeyi) kolaylaştırmış'[54]'ve onları  uzun hayallere düşürmüştür.

26-  Bu böyledir. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden hoş­lanmayanlara "Bazı hususlarda size itaat edeceğiz" dedi­ler. Oysa Allah onların gizlediklerini'[55]' biliyor.

27-  Fakat melekler onların canlarını alırlarken, (işin, feca­atini görünce) yüzlerini ve sırtlarını dövmeye başladıkları zaman durumları nice olur?

28-  Bu böyledir. Çünkü onlar Allah'ı kızdıran şeylerin ar­dınca gittiler. O'nu razı edecek şeylerden (imandan ve ita-attan) hoşlanmadılar. Bu yüzden (Allah) onların amellerini boşa çıkardı.

 

Ayetlerin anlamı açıktır. Ayetler, kendilerine hidayetin alametleri belirdikten sonra hidayete sırt çevirip, Allah'ı razı edecek şeylerden hoşlanmayan, O'nu kızdıracak şeyle­rin arkasına takılıp duranları kınamayı içermektedir. Çünkü bunlar kafirlerle anlaşma yapıyor, istekleri doğrultusunda itaat edip, hareket edeceklerine söz veriyorlardı. Ayrıca ayetler onlara, şeytanın kendilerini aldatması, yaptıkları işlerini cazip göstermesi sonu­cu bir ihtar vererek, yüce Allah'ın onların dünyadaki işlerini hile ve desiselerini boşa çı­karacağını haber veriyor. Vefatları sırasında meleklerin, onların yüzlerine ve enselerine vurmak suretiyle kendilerini en kötü ve en korkunç bir şekilde karşılayacaklarını bildiri­yor.

Ayetlerin inişiyle ilgili özel bir rivayete rastlamadık. Bilinen şu ki, yine bu ayetler daha önceki iki bölümle ilintili olarak başka bir bölüm arzetmektedir. "Kendilerine hi­dayet belirlendikten sonra gerisin geriye dönenler" kısmı münafıkları kasdediyor. Fakat "Bu böyledir, çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara demişlerdi..." kısmı­nın ise Arap veya Yahudi kafirlerini kasdetmiş olması mümkündür.

Çünü bazı ayetlerde Yahudiler bazılarında da, Arap kafirleri bu vasıfla niteleniyor. Arap kafirleri aynı sûrenin 9. ayetinde de bu vasıfla nitelendirilmektedir. Dolayısıyla burada da birinci ihtimal olan Arap kafirlerinin kasdedilmiş olması mümkündür. Hele hele bu sûrenin Kurayzaoğulları yahudilerinin olayından önce indirildiğine dair herhan­gi bir delilin bulunmayışı bu görüşü daha da pekiştirmektedir. Çünkü onlardan sonra münafıkların kendileriyle koalisyon yapacakları bir yahudi kitlesi Medine'de kalmamış­tı.

Sûrenin 26. ayetinde, ister yahudi isler müşriklerden olsun Muhammedi elçiliğin düşmanlarıyla münafıkların uyum halinde bir anlaşma içerisinde olduklarına işaret var­dır. Daha önce örnekleri geçmiş bir çok ayette aynı işaret tekrarlanmıştı.

Ayetler bir yönden şiddetle olayı çirkin gösteriyor, ihtar ediyor ve kınıyor. Başka bir yönden de geçen iki bölümde olduğu gibi, burada da sürekli, hak ve hidayet belirginleş­tikten sonra tekrar sapıklığa, batıla dönmeyi, münafıklık yapmayı, İslam ve müslümarı-ların düşmanlarıyla anlaşmalarda bulunmayı çirkin gösteren mesajlar vermektedir. [56]

 

29-  "Yoksa kalplerinde hastalık olanlar Allah, kendilerinin (peygambere ve mü'minlere karşı güttükleri) kinlerini'[57]' or­taya çıkartmayacak mı sandılar?

30-  "Biz dileseydik onları sana gösterirdik, böylece sen onları simalarından tanırdın ve onları sözlerinin üslubun­dan'[58]) tanırsın. Allah bütün işlediklerinizi bilir."

 

Bu ayetlerde :

 

1- İhtar ve kendilerini cehalete nisbet etme anlamını içeren, onların zanlannm zıddı- ifade eden bir soru cümlesi var, şöyleki kalpleri hasta olan münafıklar, yaptıkları işle­rin Allah'a gizli kalacağını Allah'ın, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri, kötü niyetlerini/kinlerini ortaya çıkarmak suretiyle kendilerini rüsva etmekten aciz olduğunu mu zannediyorlar?

2- Peygamber'e yönelik bir işaret var: Eğer dileseydik biz onları tek tek isim ve eş­kaliyle kendisine tanıtarak gösterirdik. Bununla beraber şaşırtma, inat, hile emaresini ta­şıyan; nifak, yalan, aldatma içerikli, sözlerinin üslubundan; konuşmalarının lehçesinden onları farkedip tanıyabilir.

3- Yüce Allah'ın bütün insanların yaptıklarını bildiğine ve hepsini ilim ve kudretiyle kuşattığına dair tenkitli bir vurguyu içeriyor.

"Yoksa kalplerinde hastalık olanlar..." bu ve bunu takip eden her iki ayetin geçmiş bölümlerle ilintili ve onlan tamamlayıcı mahiyette olduğu açıktır. İkinci ayetin anlamı­nın ruhundan, ilk etapta şu hususlar akla gelmektedir. Yüce Allah'ın bütün münafıkları açık ve net bir şekilde Peygamber'e ve müslümanlara tanıtmaması hususunda ilahi mu­radın tecellisi toplum için en hayırlı yararı sağlamıştır. Hele, davranış biçimleriyle ko­nuşma lehçeleriyle; Allah'ın vahyi ve ilhamıyla ilişkili halde bulunan açık zeka, kesin basiret sahibi Hz. Peygamber'e kendilerini gizleyememeleri...

İkinci husus: Ayet bir yönden, münafıkları rüsva etmekle tehdid ederken, diğer yön­den yüce Allah'ın, rüsvay olma korkusunu onların kalplerinde yarattığını ifade ediyor. Ta ki, nifakla damgalanmalarına yolaçabilecek olan bu tutumlarından vazgeçsinler. Zira bir kere damga yedikten sonra kendileri için kurtuluş söz konusu değildir.

Her iki husus da öncelikle münafıkların, en azından kimilerinin, gerçek durumlarını bazı müslümanlara gizleyebilecekleri imajını vermektedir.

Tevbe sûresinde bunu açık bir şekilde ifade eden bir ayette; değil müslümanlara, ba­zı münafıkların, gerçek durumlarını peygambere bile gizliyebildiklerini açıklıyor: "Çev­renizde ki bedevi Araplar'dan ve Medine halkından iki yüzlülüğe iyice alışmış insanlar vardır. Sen onları bilmezsin onları biz biliriz. Onlara iki kere azap edeceğiz. Sonrada onlar büyük azaba itileceklerdir" (Tevbe, 101).

İkinci olarak, münafıklar nifaklarının bilinmesinden son derece sakınıyor, nifakları yüzünden rezil olmamaya özen gösteriyorlardı. Bundan dolayı da tutumlarını tevillerle kamufle etmeye çalışıyorlardı. Birçok ayetler bu hususu dile getirmektedir. Onlardan bazıları:

1-  "Münafıklar (iki yüzlüler) sana geldikleri zaman: "Şahitlik ederiz ki sen muhak­kak Allah'ın elçisisin" derler. Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder."(Münafikun, 1)

2- "Sizden olduklarına Allah'a yemin ediyorlar. Oysa onlar sizden değiller fakat on­lar korkak bir topluluktur." (Tevbe, 56)

3-  "(Senin aleyhinde söyledikleri yakışıksız sözleri) söylemediler diye Allah'a ye­min ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü söylediler, müslüman olduktan sonra inkar etti­ler, başaramadıkları bir şeye yeltendiler..."(Tevbe, 74)

Zaten nifakın aslında amacı budur. Münafık hem kafir hem kalleştir. Eğer rezil ol­maktan, eziyetten korkmasalardı kandırma yoluna başvurmadan gerçek yüzlerini açığa vururlardı. Bununla beraber, sanırım şöyle demek doğru olur: "Münafıklar daha çok, Allah'ın Rasulü Medine'yi yerleşim merkezi olarak belirledikten, özellikle caydırıcı bir ceza olarak yahudileri uzaklaştırıp temizledikten sonra kendilerini açığa vurmamaya özen gösterdiler".

Ayrıca ayetlerin, öğüt verici, beliğ dersleri sürekli telkinle ihtiva ettiği bir gerçektir. "Özellikle insanları yönetenlere, samimi, münafık ve ne olduğu belirsiz insanlardan mü­teşekkil toplumun idaresi hususunda yönetimlerini üstlenen idareci ve liderlere dersler vermektedir.

Şii bir müfessir olan Tabresi, ikinci ayetin siyakında şöyle bir rivayet kaydetmiştir: "Ebu Said el Hudri "lahne'1-kavl". terkibinde gaye, Ebu Talib'in oğlu Hz. Ali'ye buğz etmektir. Çünkü, münafıkların, Rasulullah döneminde Hz. Ali'ye buğzettiklerini biliyo­ruz" dedi. Müfessir devamla, bu tür rivayetlerin Cabir bin Abdullah ve Ubade bin Sa-mit'ten de rivayet edildiğini ilave etmiştir. Ancak müfessir, rivayetleri güvenilir bir se­netle ispatlayamadığı gibi, sahih hadis müsnetlerinde bu rivayetlere yer verilmemiştir. Burada açıka Şiilik taassubu görülmektedir. Hz. Ali'ye buğzetmenin nifakın alametle­rinden olmasında gerçeklik payı varsa da Rasulullah'in ashabı olan birinci nesillden Hz. Ali de dahil, gerek onun yaşıtları gerekse onların öncesinde bulunan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan herbirine karşı yapılan buğzun münafıklık alameti olacağı, ko­nusunda doğruluğunu gösterecek herhangi bir yer bulunmamaktadır. [59]

 

31- Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki, içinizden cihad edenleri, (güçlüklere) sabredenleri bilelim. Ve (yaptığınız işler hakkındaki) haberlerinizi sınayalım. (Gerçekten ima­nınızda mü'min kardeşlerinize karşı dostluğunuzda sadık mısınız, değil misiniz bunu ortaya çıkartalım).

 

Görünen şu ki, ayetin hitabı, geçmiş ayetlerin bahsettiği münafıkların, tutum ve dav­ranışlarının izahı ve tamamlayıcısı türünden mutlak olarak bütün mü'minlere yöneliktir. Şöyle ki, ayet-i kerime mü'minleri uyararak, mücahid, sabırlı ve samimi mü'minlerin diğerlerinden ayırtedilmesi ve her birinin tutum ve davranışlarının açığa çıkması için onları cihad emriyle imtihan etmektedir.

Ayrıca ayet, Allah'ın emrettiği, farz kıldığı şeylerde ilahi hikmetin beyanını içeriyor. İlahi hikmetin fonksiyonu: "Halis mü'minlerin kalbinde Allah için canını feda etme ar­zusunu; sabır, müjde ve huzur duygusunu yerleştirmek; münafık ve şaşkınlarda da bir etki ve bir irkilmeyi meydana getirmektir".[60]

 

32-  İnkar edip (insanları) Allah yolundan çevirenler ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Rasul'e eziyet edenler, Allah'a hiç bir zarar veremezler. (Allah) onların işlerini boşa çıkartacaktır.

33-  Ey inananlar, Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin, işlerinizi boşa çıkartmayın.

34- İnkar edip Allah yolundan çeviren, sonra kafir olarak ölenleri Allah affetmeyecektir.

 

Ayetlerin anlamı açıktır. Yeniden başa dönülerek ayetlerde şu ilan yapılmaktadır: Allah Teala; kendilerine hidayet alametleri belirdikten sonra Rasul'e muhalefet edip, Allah yolundan men eden inkarcıların işlerini ve entrikalarını boşa çıkartacağını, bu ha­reketleriyle Allah'a asla zarar veremeyeceklerini ve bu hal üzerine onlardan ölenleri ka-tiyyen bağışlamayacağını bildiriyor. Aynı zamanda ayetlerde; Allah'a ve Rasulü'ne ita­at eden, herhangi bir şekilde bundan saparak amellerinin karşılığını (semeresini) zayi et­meyen mü'minler için açık övgüler vardır.

Ayetlerde Allah ve Rasulü'nün emirlerinin ciddiyet ve önemini, özellikle geçen bö­lümde konu edilen cihad hususunun gereğini vurgulayan direktifler, samimi mü'minlere yollarından sapmamaları, kafirlere de ölmeden önce kendilerine gelip irkilmeleri için bir uyarı anlamını taşıyor.

Bazı müfessirler, burada anlatılmak istenen kafirlerin, "Ehli Kitap olduğudur" de­mişlerdir.[61] Fakat Ehli Kitab'a yönelik ayetlerin gelişme üslubunda bu özgülüğün doğ­ruluğunu ifade eden herhangi bir husus bulunmamaktadır. Buradaki tabir, İslam'a ve müslümanlara eziyet etme, düşmanlık ve engelleme tavrını takınan herkesi kapsamına almaktadır. Sûrenin ilk ayetleri "Onlar ki kafir olup Allah yolundan çevirdiler" şeklin­de başlamakta, onların amellerinin boşa çıkacağım bildirerek mü'minlerin onlarla sa­vaşmalarım emretmektedir. Bu ayetlerin ruhundan anlaşılan kastedilenin kafirlerin, Ehli Kitab değil, Arap kafirleri olduğudur. Ortak özelliklerinden dolayı burada kasdedilen kafirlerle orada kasdedilen kafirler aynı kategoriye dahildirler. [62]

 

35- Sakın gevşeyip (zillet içinde) barış istemeyin. Siz galip­siniz, Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi zayi et­meyecektir."'[63]'

 

"Sakın gevşeyip (zillet içinde) barış istemeyin..." ayetinin inişi hakkında özel bir ri­vayete rastlamadık. Bilinen şu ki, ayet, konunun geliş ve üslubunun bir devamıdır. Özellikle, direkt olarak kendinden önceki ayetlere, onlar içinde de müslümanlara hitap edenlere atfedilmiştir.

Ayetin birinci bölümü üzerinde tefsircilerin değişik te'villeri vardır:

Bazılarına göre ayet, müslümanlara, kafirleri barış ve antlaşmaya davet etmemeyi emrediyor. Teslim oluncaya kadar onlarla savaşmak hususunda gevşeklik göstermeme­lerini zorunlu kılıyor.[64]

Kimilerine göre, müslümanlara, kafirlere üstün ve baskın geldikleri zaman barışı emrediyor. Onlara göre bu ayet müslümanları kafirlere üstün geldikleri vakit onlarla ba­rış ve antlaşma yapmaktan menetmemektedir.[65] Onlar bu görüşlerine Peygamber'in Hu-deybiye'de Kureyşlilerle yaptığı barışı delil getiriyorlar.

Başka müfessirler de, "ayet-i kerime müslümanlara, kafirlerle savaşmada gevşeklik ve zayıflık göstermemelerini, barış ve antlaşmayı ilk defa onların istememelerini emre­diyor," diyorlar.[66]

Bize göre ayet, mü'minlere cihadı ertelememelerini, cihad hususunda zayıflık gös­termemelerini, müslümanlara zorluk ve meşakkat çıkaran kafirlerle barışa meyletmeme­lerini emrediyor veya cihadda can kaybı gibi doğacak birtakım sonuçlardan sakınarak cihadı ihmal etmeyin diyor. Ayet mü'minler kendilerinin üstün ve yüce olduklarını, Al­lah'ın yardımının daima kendileriyle beraber olduğunu, O'nun hiç bir zaman kendilerini yalnız başına bırakıp, emeklerini boşa çıkarmayacağını ifade ederek onları tatmin etmek istiyor. Bu özelliklere sahip olanların, Allah yolundan çeviren saldırgan kafirlere karşı direniş gösterme hususunda gevşeklik göstermelerinin kendilerine yakışmayacağını be­lirtiyor.

Bu yorum, genel anlamda cihad ayetlerinin, özelde ise bu sûrenin, ayetleriyle ve Kur'an'ın bütünüyle uzlaşan bir yorumdur. Kafirlerin ve İslam düşmanlarının, savaşın durmasını, saldırı veya baskınların sona ermesini candan istedikleri ve barışa meylettik­leri takdirde müslümanlarm da barışa meyletmeleri hususunda bir yasak göremiyoruz. Enfal sûresinin 61. ayetinde geçen "Eğer onlar barışa meylederlerse sen de meylet ve Allah'a tevekkül et" ifadesi bu hususu desteklemektedir.

Ayetin doğruluğuna kanaat getirdiğimiz bu açıklamasında; müslümanlar sürekli, ge­rek düşmanın durumunu basite almak gerekse onlardan gelebilecek zararlardan gaflet etmek gibi, onlara karşı müdafada aşağılık kompleksine kapüınmaması hususunda uya­rılıyor. Onlara karşı müdafa koşulları ve gerekleri karşısında zaaf ve gevşeklik ruhunun yaygınlaşmaması için uyarıda bulunarak, telkinler yapmaktadır. Ayrıca müslümanlann üstün olduklarını, çünkü onların Allah'ın dini uğrunda cihad eden Allah'ın dostları ol­duklarını ifade etmekte ve Allah'ın kendilerine bahşettiği, ehil kıldığı şeref ve keramet­lerini muhafaza etme bilincinde olmalarını, sonuçlar ne olursa olsun amellerine karşılık kendilerini ödüllendireceğine dair söz verdiğini ve bu sözün kendilerinde bir güven meydana getirdiğini unutmamalarının, onların görevleri arasında olduğunu telkin edi­yor. [67]

 

36-  "Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanır (günahlardan) korunursanız (Allah) size mükafatları­nızı verir ve sizden (bütün) mallarınızı istemez. (Sadece zekat ve sadaka gibi cüz'i bir miktar talebeder.)"

37-  "Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştırsaydı[68], cimrilik ederdiniz ve (bu) sizin kinlerinizi ortaya çıkartırdı. (Al­lah'ın Rasulune karşı kin beslemeye başlardınız)"

38-  "İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz; içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse o an­cak kendisine cimrilik eder. (Çünkü infakın faydası da cimriliğin zararı da kendisine aittir). Allah zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız yerinize başka bir kavim getirir de onlar siz gibi olmazlar.

 

"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir..." ayetinde ve onu takib eden diğer iki ayette müsliimanlara yönelik şu hitaplar yer almaktadır:

1 - Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibaret, dünya meta-ı ve müddeti kısa, gelip geçicidir.

2-  Müslümanların Allah'tan alacakları ecirleri, imanlarındaki samimiyet ve takvala­rına bağlıdır.

3-  Allah'ın, müslümanlardan bütün mallarını, Allah'a vermelerini ısrar ederek iste­memesi, böyle bir talep karşısında insanoğlunun tabiatındaki cimrilik, ihtiras, somurt­kanlık ve yüz çevirici karakterini bildiği ve bu karakterinin açığa çıkmasını istemediği içindir. Bu konuda Allah'ın kendilerinden istediği, sadece bir kısmını infak etmeleridir. Bu da kolay bir şeydir, tereddütsüz bunu yapmaları gerekir. Bununla beraber onlardan bunda da cimrilik edenler vardır. Kim cimrilik ederse kendi aleyhine yapmış olur. Çün­kü cimriliğin vebali kendisine aittir. Allah'ın insanlara ihtiyacı yoktur. Her halükarda insanlar Allah'a muhtaçtır. Allah'ın kendilerini davet ettiği infak ise onların yararınadır. Allah'ın davetine icabet etmekten, O'nun ihlasından yüz çevirdikleri taktirde kendileri gibi cimri ve ihtiraslı olmayan, takva ve ihlasları bulunan bir kavmi onların yerine getir­mesi, Allah'a zor olan bir şey değildir. Ayetlerin ruh ve içeriğinden "Ve sizden malları­nızı istemez" anlamında olduğu anlaşılmaktadır.

Ayetlerin gelişme tarzı, kalplere ve akıllara birlikte hitap eder nitelikte, kuvvetli ve sağlamdır. Bu, üsluptaki gelişme tarzı, Kur'an'ın, eşyanın tabiatıyla uzlaşır halde, hik­metli birtakım gayeleri işleyişindeki üslubu ile uyum arzetmektedir.

Allah yolunda infak hususunda cimrilik etmek, cimrileri kötü akibetle uyarmak, Al­lah'ın gazabının sonucu kendilerini yok edip, başkalannı yerlerine getirerek yaptığı teh­ditle ilgili ayetlerin verdiği mesajlar oldukça manidardır. Çünkü bu mesaj, Allah yolun­da infak işinin önemini, onun kaçınılmaz bir zaruret olduğunu, infak etmeyenlerin akıl ve imanlarının zayıf olduğunu vurgulayan direktifler içeriyor. Bu hususu destekleyen ayetlerde bazı örnekler daha önce geçmişti. Bilindiği gibi bütün bunlarda süreklilik ar-zeden telkinler vardır.

Gördüğümüz kadarıyla müfessirler, ayetlerin inişiyle ilgili herhangi bir rivayet zik-retmemişlerdir. Gözlemlenen şudur ki ayetler hem daha önceki gelişme üslubunu devam ettirmekte hem de infak sorununu dile getirmeye bir geçiş yapmaktadır. Çünkü düşman­la mücadele bunu gerektirmektedir. Bir önceki ayetin düşmana karşı gevşeklik göster­memekle ilgili içerdiği emrin bu konu ile alakası olabilir. Çünkü bazı müslümanlar ora­da kendilerine düşen görevlerini ihmal ediyor bu da gevşeklik ve bıkkınlık alametlerin­den birini yansıtıyordu. Dolayısıyla ilahi hikmet bu konuyu bir kez daha dile getirme gereğini duydu.

Ayetin ruhundan, bu konuda görevlerini yerine getirmeyenlerin münafıklardan başka bir grup olduğu anlaşılıyor. Şayet bu doğru ise, ayetlerde şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:

Allah yolunda malı harcamakla ilgili yapılan davetle karşı karşıya gelen bazı müslü-manların, gevşeklik ve tereddüt geçirdikleri, bunların münafıklıkla damgalandığı, ge­nelde azaptan korkarak, cenneti umarak ya da oluşan şartlara ayak uydurarak müslüman olup, sonra da durumlarını gizlemedikleri ve de münafıklık etmedikleri anlaşılıyor.

Bakara, Ali İmran ve Nisa sûrelerinde bazı ayetlerde bu grup nefisle cihad etmeye davet edildiklerinde yine daveti, gevşeklik ve tereddütle karşıladıklarına dair işaretler var. "Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah yanında en sevilmeyen bir şeydir. Allah, kendi yolunda kurşunla kay­natılmış binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff, 2-4)

Bu grup, Allah Teala'nın Tevbe 100. ayetinde "ilk öne geçenler" diye vasfettiği Mu­hacir ile Ensar ve iyilikte onlara uyanlardan başka bir gruptur. Tevbe 100. ayette öne geçenler hakkında Allah şöyle buyurmuştu: "Allah onlardan razı olmuştur onlarda O'n-dan razı olmuşlardır." Sonrada onları Tevbe 119. ayette "sadıklar" vasfı ile anarak şöyle buyurmuştu: "Ey inananlar Allah'a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun." [69]

 



[1] Taberi, Zemahşeri, ve ibn Kesir Tefsiri

[2] Bkz. "Kur'an'a Hz. Peygamberin Hayatı" adlı eserimiz c. 2, s. 9

[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/255.

[4] Edalle e'malehum Amelleri boşa çıktı, tuzakları bozuldu.

[5] Eslaha balehum Durumlarını düzeltti, korkularını dindirdi.

[6] Taberi, İbn Kesir, Hazin, Beğavi Tefsirleri

[7] Bunu ayrıca Hazin de rivayet etmiştir.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/

[9] Eshantumühüm Onları kırıp bozguna uğrattınız.

[10] Fe süddül-vesak Sıkıca bağlayın.

[11] Fe imma mennen ba'du ve immafida Dilerseniz öylece salıverin, dilerseniz de fidye alın.

[12] Hatta tedaul-harbu evzareha Savaş sona erinceye ve silahlar bırakılıncaya kadar.

[13] Arrafelehüm Cenneti onlara tanıtmaktadır.

[14] Taberi, Tabresi, Beğavi ve Hazin Tefsirleri 258

[15] Beğavi, Nesefi, Hazin, İbn Kesir ve Tabresi tefsirleri.

[16] Bkz. ibn Hişam c. 2, s. 355-369

[17] Taberi, Beğavi, Zemahşeri, İbn Kesir ve Hazin Tefsirleri. Bu kitapların bazıları sözlerin tümünü, bazıları da bu sözlerin bir kısmını içermektedir.

[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/258-261.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/262-263.

[20] Beğavi, Hazin ve ibn Kesir Tefsirleri.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/263-264.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/264.

[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/265.

[24] Mâzâ kale anifa Yine ne dedi?

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/266-267.

[26] Eşratuha Alametleri. Sözcük alamet ve emare anlamındaki "şart" sözcüğünün çoğuldur.

[27] Beğavi, Hazin ve İbn Kesir'in ayetler hakkındaki yorumları. Metinler Hazin'den menkuldür.

[28] Ayrıca Hazin Tefsiri.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/267-268.

[30] Mütekallebeküm Bir yerden gitmenizi ve hareketinizi.

[31] Mesvaküm İkamet ettiğiniz ve oturduğunuz yerleri.

[32] Beğavi ve Hazin Tefsirleri.

[33] Hazin'den

[34] Tac, c. 5, s. 3-4

[35] İbn Kesir'den

[36] Tac, c. 5, s. 134-135

[37] Tac, c. 5, s. 134-135

[38] Tac, c. 5, s. 134-135

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/269-271.

[40] Levla Burada temenni anlamındadır.

[41] Muhkemetün Burada açık ve kesin anlamındadır.

[42][42][42] Fe evla lehüm terkibi: Bazı tefsirciler, tehdit ve ayıplama makamında söylenen bir beddua olduğunu veya onlara yazıklar olsun yahut hoşlanmadıkları başlarına gelsin anlamında olduğunu söylemişlerdir Tabresi, Zemahşeri, Hazin.. Kıya-me sûresinde gelen (Evla leke feevla): terkibi de bu mânâdadır. Müfessirlerin bazıları da bu terkibi, kendisinden sonraki cümle ile bağlantı kurarak: "Onla­ra uygun olan: İtaat ve maruf söz söylemektir." anlamında olduğunu söyle­mişlerdir ibn Kesir. Bizim kanaatimize göre, birinci görüş ayetlerin ruhuyla uzlaştığı için daha doğrudur.

[43] Hazin

[44] ibn Kesir

[45] Zemahşeri

[46] Beğavi ve Tabresi. Burada bunlardan bazı müfessirlerin sözkonusu sözlerin birçoğunu zikrettiklerini belirtelim.

[47] Tac, c. 5, s. 8-9. Hadis müfessirleri burada "Yenseu fi esrihi" ibaresinin anlamının "Allah onun omurunu uzun eder" mânâsında olduğunu, "eş-şecene" kelimesinin de diğeriyle kesişen ya da ondan çıkan anlamına geldiğini, aslının ise birbiriyle çatallaşan ağaç dalları olduğunu söylemişlerdir. Burada "rahim" ke­limesinin "rahman" isminden türediği kastedilmektedir.

[48] Tac, c. 5, s. 8-9. Hadis müfessirleri burada "Yenseu fi esrihi" ibaresinin anlamının "Allah

onun omurunu uzun eder" mânâsında olduğunu, "eş-şecene" kelimesinin de diğeriyle kesişen ya da ondan çıkan anlamına geldiğini, aslının ise birbiriyle çatallaşan ağaç dalları olduğunu söylemişlerdir. Burada "rahim" ke­limesinin "rahman" isminden türediği kastedilmektedir.

[49] Tac, c. 5, s. 8-9. Hadis müfessirleri burada "Yenseu fi esrihi" ibaresinin anlamının "Allah

onun omurunu uzun eder" mânâsında olduğunu, "eş-şecene" kelimesinin de diğeriyle kesişen ya da ondan çıkan anlamına geldiğini, aslının ise birbiriyle çatallaşan ağaç dalları olduğunu söylemişlerdir. Burada "rahim" ke­limesinin "rahman" isminden türediği kastedilmektedir.

[50] Tac, c. 5, s. 9-10, buradaki "el-mil" kelimesi kızgın kum anlamındadır.

[51] Tac, c. 5, s. 9-10, buradaki "el-mil" kelimesi kızgın kum anlamındadır

[52] Tac, c. 5, s. 9-10, buradaki "el-mil" kelimesi kızgın kum anlamındadır

[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/273-276.

[54] Sevvele lehüm ve emla lehüm Onları süslendirdi, te­menni ettirdi, onları aldattı.

[55] Israrehüm Gizlice yaptıklarını veya içlerinden gizlediklerini.

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/277.

[57] Edğanehüm Kalplerinde gizledikleri kin.

[58] Lahni'l-kavl Sözün üslubu.

[59] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/278-279.

[60] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/280.

[61] Tabresi

[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/281.

[63] Len yetireküm a'maleküm Sizi eksiltmeyecektir. Sizden esir­gemeyecek veya amellerinizden dolayı sizi' üzmeyecek, musibete uğratmaya­caktır.

[64] Tabresi, Hazin, Nesefi

[65] ibn Kesir

[66] Zemahşeri ve Beğavi

[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/282-283.

[68] Feyuhfiküm Israr ve üsteleme.

[69] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/283-285.