Allah Ve Resulü İle Sözleşme Yapanlar
Rıdvan Bey'atı Ve Ondaki Hayırlar
Peygamberin Rüyasının Gerçekleşmesi
Muhammed Ve O'nun Temiz Sahabileri
Ulemanın icmaı ile bu sure Medenî'dir. 29 ayettir. Geceleyin,Mekke
ile Medine arasında Hudeyfaiye barışıyla ilgili
olarak nazil olmuştur.
Resulullah (S.A.V.) efendimiz hicretin 6. senesinin Zilkade
ayında beraberinde Muhacir, Ensar, İslama giren diğer Araplardan 1500 kişi civarında Sahabileri ile birlikte Umre yapmak kastı ile Medine'den
çıktı. Yanlarında Harem-i Şerifte kurban edilmek üzere kurbanlık hayvanları da
vardı. Peygamber efendimiz Züîhuleyfe denilen yerde
Umre İhramına girdi. Beraberinde hanımlarından Ümmü
Seleme (R.A.) de vardı. Resulullah (S.A.V.) İle sa-habîlerin de, sadece misafire
mahsus, kınındaki kılıçlardan başka bir silah yoktu. Mekke'ye İki konaklık
mesafeye geldiklerinde Bişr bin Süfyan
el Kâbi onu karşılayarak şöyle dedi: Ey Allah'ın
Resulü! Kureyş kabilesi senin gelişini öğrendi.
Beraberlerinde çoluk çocuk ve develeri olarak uzun müddet ikamet etmek üzere Zituvâ denilen yerde konakladılar. Sizi Mekke'ye sokmamaya
Allah adına and içtiler.
Kureyşliler, Resulullah'a elçi olarak
gönderecekleri adamı kararlaştırıyorlardı. Resullah
(S.A.V.) efendimiz de bu esnada Kureyş'e elçi olarak
Osman bin Affan'ı görevlendirdi. Osman, Resulullah'm sadece Umre yapacağım ve bu maksatla Mekke'ye
geldiğini onlara tebliğ edecekti. Hz. Osman yola çıkıp
gittiğinde Mekke'de Öldürüldüğü şayiası yayıldı. Bu esnada Resulullah
(S.A.V.) efendimiz müslümanîan kendisine biat'a çağırdı. Ağaç altında yapi-ian o biat'a, Şecere-i Rıdvan biâtı denir. Seleme bin Ekva'
(R.A.) şöyle der: Biz ve diğer Sahabiler,gerektiğinde
cihaddan kaçmamaya fetih ya
da şehadet müyesser oluncaya kadar beraberinde
bulunmaya Resulullah'a va'dedip
biat ettik.
Sahabilerin Peygamber efendimize bu şekilde biatta
bulunduklarını Kureyşliler haber aldıklarında, sulh andlaşması yapmak üzere Süheyl Bin Amr'ı
peygamber efendimize gönderdiler. Nihayet bu iş tamam oldu. Bu anlaşmaya da Hudeybiye Barışı denildi. Bu barış antlaşmasının
şartlarından bir kısmı şunlardı: Her iki tarafta on sene müddetle savaştan geri
duracak. İnsanlar bu süre zarfında güvenlik içinde bulunacak. Savaş ve tecavüz
olmayacak. Kureyş I ilerden, velisinden izin
almaksızın Muhammed'e katılarlar yine sahiplerine
geri verilecekti. Ama Muhammed'in yanında bulunupta Kureyş'e gelenler geri verilmeyecekti Tk:
taraf arasında saldırmazlık anlaşması vardı. İsteyen Muhammed'in tarQ ma katılacak, isteyen Kureyş tarafına katılabilecekti. Huzaalılar
çabuk davranarak Muhammed (S.A.V.)'in tarafına katıldılar ve onunla pakt
yaptılar. Bunun peşi sıra Bekr oğullan kabilesi de
aynı yolu izleyerek şöyle dediler: Bizler Kureyş
tarafına katılıyoruz. Şu da var ki müslü-manlar o sene Mekke'ye girmeden geri döneceklerdi. Ertesi
sene olunca Ku-reyş'liler
Mekke'den çıktılar, müslümanlar Mekke'ye girdiler.
Orada üç gün kaldılar. Beraberlerinde sadece süvariye mahsus kınındaki kılıçtan
başka bir silahlan yoktu. Müslümanlar. Hudeybiye
anlaşmasını yaptıktan sonra Mekke'den döndüler. Bu barış anlaşması bazı müslüman büyükleri tarafından itirazlarla karşılandı,
ancak Ebu Bekir bunlara katılmamıştı. Hz. Ömer anlaşö maya muhalefet
ettiğinde Hz. Ebu Bekir ona
şöyle demişti: Ey Ömer, Resu-IuIIah'm
üzengisine yapış ve onunla beraber yürü!
Günler ve zaman, bu barış
anlaşmasının müslümanlar için apaçık ve yeni bir
zafer ile fetih olduğunu ispatlamıştı. İşte bu mübarek sure.bu olay hakkında
nazil olmuştur. [1]
Rahman va rahim olan Allah'ın adıyla.
1- Ey Muhammedi Doğrusu Biz sana apaçık bir zafer
sağlamışızdır.
2- Allah böyhce, senin geçmiş
ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola
eriştirir.
3- Böylece sana;
kimsenin güç yetiremiyeceği bir şekilde yardım eder.
4- İnananların, imanlarını kat kat
artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur.
Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir. Bakîm olandır..
5- İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli
kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetine koyar, onların kötülüklerini
örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur.
6- İnananlara yardım etmez diye Allah'a kötü sanıda
bulunan ikiyüzlü erkek ve kadınlara, puta tapan erkek ve kadınlara Allah azabetsin; kötü sanıları kendi başlarına gelsin! Allah
onlara gazabetmiş, onları lanetlemiş ve cehennemi
kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü dönüş yeridir!
7- Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah güçlü
olandır. Hakim olandır. [2]
Fetih kelimesi bir
beldeyi savaşarak zorla veya sulh yoluyla ele geçirmek, kapılarım açıp içine
girmektir. Onur ve üstünlük sahibi olan güçlü zat. Tek ve benzersiz olan.Huzur
ve sükunet.Yenilgi ve hoşa gitmeyen kötülük.însam
kuşatan dorum. Ancak bu kelime daha ziyade istenilmeyen kötü durumlar anlamında
kullanılmaktadır. [3]
Yüce Allah, azamet
nuru ile kendi nefsinden haber vererek; Hudeybiye sulhu
sebebiyle Peygamber (S.A.V.) ile Mekke'Ii müşrikler
arasında yapılan anlaşma neticesinde Mekke'nin fethedileceğini bildirmiştir.
Böylece Mekke-li müşrikler ve Kureyş
kabilesi Hz. Muhammed'i bir devrimci veya asi yahut
kovulmuş bir başı bozuk olarak değil de, O'nu ve Sahabilerini
ciddiye alınması gereken kimseler olarak ilk defa tanımışlardır. Kendisi ile
barış yapılması gereken bir şahsiyet olduğunu kabul etmişlerdir. Bu barışın
ertesi senesinde müslümanlarm Kabe'yi ziyaret etme
haklarını kabul etmekle de onları açıkça tanımışlardır. Jslamın,
tanınması gereken sağlam bir din olduğunu itiraf etmişlerdir. Bu barış
anlaşması, müslümanlann, en tehlikeli ve azılı düşmanları
olan müşriklerin tecavüzlerine karşı güvenlik içinde olmalarını sağlamıştır.
Ayrıca Arap Yarımadasının en ücra köşelerine kadar İslam davetini yayma
çalışmalarını sürdürmelerini temin etmiştir. Bu sebeple Peygamber (S.A.V,)
efendimizin etraftaki kabilelerle devletlere, Kİsrâ'ya.
Mukavkıs'a, He-raklius'a, Gassan emirlerine, Kisra'ya bağlı Yemen valilerine, Habeş Neçaşi'
sine elçiler göndermiş olduğunu görmekteyiz. Yine bu barıştan sonra Yahudilerle
olan hesabını tasfiye etmiştir. Hudeybiye sulhü,yeni dinin davetçileri-nin
etrafa yayılarak İslam davetini dünyaya yayma çalışmalarını sürdürmelerine zemin
teşkil etmiştir. Bu sulhtan sonra İslamiyet geniş bir alana yayılmıştır.
Nihayet insanlar Allah'ın dinine bölük böJük
girmişlerdir. İşte bu barış anlaşmasından iki yıl sonra Peygamber (S.A.V.)
efendimiz onbinlerce mü-cahid
savaşçı ile Mekke'ye girip orayı fethetmiştir.
Bu barış anlaşmasında müslümanlara karşı ileri sürülen şartlar içinde öyle bazı
şartlar vardı ki bunlar; müslümanlarm,Özellikle Hz. Ömer ve emsali sahabilen'n
çok zorlarına gitmişti. Fakat yine de Peygamber (S.A.V.) efendimiz o şartları
kabul etmişti. Bu şartlan şöyle özetleyebiliriz: Müslümanlardan irtidat eden bir kimse müşriklerin safına katılırsa
müşrikler onu kabul edeceklerdi. Öte yarıdan müşriklerden îslamiyeti
kabul edipte Peygamber (S.A.V.) efendimizin yanına gelenleri peygamber
efendimiz müşriklere geri verecek ve onu yanında tutmayacaktı. Bu şart müslümanlarm çok ağırına gitmişti. Ama Peygamber
efendimizin de,bu şartı kabul etmekteki gerekçesi şu idi: Bir kimse İslamdan dönerse ve müşriklere katılırsa İslamm ona ihtiyacı yoktu. Ama müşriklerden İslam nuru ile
müşerref olup müslümanJann safına katılan kimsenin
müşriklere iade edildiği takdirde bu zahmete-ve musibete sabretmesi gerekirdi.
Zira Cenab-ı Allah onun için mutlaka bir çıkış yolu
açacaktır. Bu barış anlaşmasının; özellikle müslümanlann,
kendilerine bir nevi zulüm olduğunu zannettikleri bu şartın siyasî bir hikmet
ve ileri görüşlülük olduğunu, ayrıca bunun İslam davetine olumlu yönden büyük te'siri olduğunu olaylar ispatlamıştır.
İşte Ebu Basir'den bir Örnek: Bu zat müsîüman olarak Peygamber efendimizin yanma gelmişti.
Anlaşma gereğince Peygamber efendimizin onu müşrikleri iade etmesi
gerekiyordu. Çünkü o, efendisinden izin almadan müslümanların
yanına gelmişti. Müşriklerin yanma geri dönmesi gerektiğini kendisine
söylerken Peygamber efendimiz ona şöyle demişti: Ey Ebu
Basir! Bizler şu Kureyşli
müşriklere söz verdik. Ahde hıyanet bize yaraşmaz. Allah senin ve senin gibi müstaz'afların kurtuluşu için mutlaka bir çıkış yolu
açacaktır. sen kavmine geri dön!
Ebu Basir, "Beni
müşriklere geri vereceksin ki, onlar beni dinimde fitneye mi
düşürsünler?!" dedi.
Nihayet Ebu Basir, beraberindeki
arkadaşlarıyla konuşup anlaştıktan sonra Kızildeniz
kıyısında bir yere inip konakladılar. Burası Kureyş
kervanının Şam'a giderken geçtiği bir yerdi.
Kendileri gibi müslüman olup Kureyşli
müşriklerden kaçan birkaç kişi de yanlarına gelip kendilerine katıldılar. Böylece
güçlenen bu firariler, Kureyşlilerİn kervanlarının
yolunu kesmeye ve mallarını yağmalamaya başladılar. Nihayet Kureyşliler bu gücün karşısında sıkıntıya düştüler.
Kendilerini bu firarilere karşı koruması için Peygamber (S.A.V.) efendimizden
ısrarla talepte bulundular.
Bu adamları Medine'de
bırakmasını istediler. Böylece, Hz. Ömer ve diğer müslümanları rahatsız eden anlaşmanın mezkur şartı düşmüş
oldu.
Bu, Allah'ın mtistümanlara açmış olduğu apaçık bir fetih değil midir?!
Elbetteki bu apaçık bir fetih ve büyük bir kurtuluştur. Evet hem de çok büyük
bir fetihtir. Evet, müşrikler kendi beldelerinden sizi uzaklaştırmak ve rahatlarım
bulmak, ayrıca sizden eman istemek durumunda
kalmışlar. Ve sizi kendilerine eşdeğer görmüşlerdi. Bu bir fetih değilde nedir?!
Bazı kimseler ayet-i
kerimede geçen fetih kelimesi ile Mekke fethinin kastedildiğini
söylemişlerdir.
Peygamber efendimizin
geçmiş ve gelecek bütün günahlarının Allah tarafından bağışlanması için fetih
bir sebep midir? Bu soruya allame Zemah-şeri şöyle bir cevap vermiştir: Fetih, sadece bağışlama
için bir sebep teşkil etmemektedir; ama bu, Peygamber efendimiz için bir araya
gelen dört şeyden dolayıdır: Mağfiret, nimetin tamamlanması, dosdoğru yola
kavuşma, büyük zafer.
Böyle olunca Cenab-ı Allah O'na sanki şöyle buyurmuştu: Biz Mekke
fethini sana müyesser kıldık (Zemahşerî, ayet-i
kerimede geçen fetih kelimesi ile, Mekke fethinin kastedildiğini düşünen
kimselerdendir) ve düşmanlarına karşı seni muzaffer kıldık ki hem dünya, hem ahiret üstünlüğünü; hem dünya, hem ahiret
mükâfatını sana verelim. Düşmana karşı cihad etmek
olması bakjmından fethin, bağışlama, sevap, dosdoğru
yola erişme, büyük zafere kavuşma sebebi olması da caizdir.
Ayet-i kerimede geçen,
geçmiş ve gelecek günahlardan kasıt peygamber (S.A.V.) efendimizin kendi
makamına nisbetle işlemiş olduğu hilaf-ı evlâ olan
işlerdir. O, günah işlemekten ve Rabbine isyan etmekten münezzehtir. O'nun
işlediği ve makamına yaraşmayan bazı zelleler,
"iyilerin iyilikleri, Allah'a çok
yakın olan mukarrep kimselerin kötülükleri mesabesindedir"
türünden bazı davranışlardır.
Bazı kimseler demişlerki; Ayet-i kerimede geçen günah kelimesinden kasıt;
her ne kadar hakikatte günah değilse de Peygamber efendimizin yüce nazarında
günah olarak kabul edilen davranışlardır. Ayet-i kerimede ( ıiiii
) şeklinde kullanılan tamlama da herhalde bu manaya işaret etmektedir. Bazı
alimler mağfiret kelimesini; kişi ile günah arasına perde koymak şeklinde
tefsir etmişlerdir ki, böyle kimselerin günah İşlemesi önlenmiş olur. Ya da günah ile ceza arasına perde koymak şeklinde tefsir
etmişlerdir ki; bu durumda günah işlemişte olsa kişi, cezalandırılmaktan
kurtulur. Şu halde masum Peygamberler birinci tefsire göre bir muameleye tabi
olacaklardır. Sair beşer ise ikinci manada anlatılan bir muameleye tabi
tutulacaklardır.
Ey Muhammedi İslam
dininin bayrağını yüceltip etrafa yayarak, insanları bölük bölük
İslama girdirerek, dünyevi ve uhrevî nimetleri
üzerine yağdırarak Rabbin, senin üzerindeki nimetini tamamlamıştır. Rİsaleti tebliğ et-hıe"
işinde de sana dosdoğru yolu gösterecek, seni büyük bir muzafferiyetle
bnlara üstün kılacaktır. Artık bu zaferden sonra
senin için aşağılanma yoktur. Eşsiz ve üstün bir makama yükseltileceksin.
Zafer ancak Allah katmda-dır. Bu seseple
ayet-i kerimede "Ve Allah sana şanlı bir zafer versin" diye buyurulmuştur.
Bu, Allah'ın
Peygamberine bahşettiği bir lütuftur. Ama Allah'ın, Peygambere arkadaşlık eden
mü'minlere verdiği lütfagelince,
bununla İlgili olarak şöyle buyurulmuştur: Sarsıntı
ve ıstıraptan sonra Cenab-i Allah mü'min-lerin gönüllerine it'mi'nan sebat
ve sükûnet vermiştir. Daha önce onlar bîr ıstırap ve sarsıntı içindeydiler, ÖyJeki Hz. Ömer bile bir an
gelmiş: Biz rnüs-lüman değilmiyiz? Biz hak yolda değil miyiz? Niçin dinimizi
aşağılatıyoruz? demişti. Ama bundan sonra Cenab-ı
Allah onların kalplerine it'mi'nan ve sükûnet
vermişti. Göğüslerine yakîn nurunun serinliğini
vermiş, kalplerini se-rinletmişti-
Peygamber efendimizin Hudeybiye barışıyla ilgili
ileri sürdüğü görüşlerini mü'minlere açıklamıştı.
Zaten onun görüşlerinin doğruluğunu zaman da tasdik etmişti. İmanlarına İman
katma, yakînlerini daha da fazla Isş-tırmak için Cenab-ı Allah onların
kalplerine huzur ve dinginlik vermişti. Bunda bir gariplik yoktur. Zira
göklerle yerin askerleri Allah'ın emrinde ve O'na aittir. Bu askerleri yine
Rabbinden başka hiç kimse bilemez. Allah kamil ilin sahibi, eksiksiz hikmet
sahibidir. Bütün işleri bilir, Herşeyi yerli yerince
yapar.
Bu konuda Rablerİnin kendilerine bahşettiği nimetleri bilip gereğince
şükretsinler diye Allah mü'minleri kafirlere musallap kılıp üstün getirdi. Böylece Rabbin onları
Cennete koyacak, günahlarını da örtecektir. İşte bu, senin Rabbinin katında
büyük bir kurtuluştur. Müslümanlara verilen nimetin tamamlanmasını Öfke ile
karşıladıklarından dolayı münafık erkeklerle münafık kadınları azâplandirmak için senin Rabbin işte böyle yaptı. Şüphesiz
imanın amelle artması, münafıklarla müşrikleri öfkelendiren hususlardandır.
Ayet-i kerimede münafıkların müşriklerden önce anlatılmasının hikmet sebebine
gelince, onlar müslümanlara müşriklerden daha çok
zarar verirler. Yani onlar Allah katında kötü düşünmüşler ve sûizanda
bulunmuşlardı. Allah'ın, Peygamberine ve mü'minlere
yardım etmeyeceği zannma kapılmışlardı.
Mü'minîerin başlarına gelmesini istedikleri kötü olaylar sadece
onların üzerine gelsin ve onları kuşatsın. Allah'ın gazabı onların üzerine
olsun. O1 nun rahmetinden kovulsunlar. Kendileri için
Cehennem hazırlanmıştır. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.
Bütün tu
anlattıklarımızda bir acaiplik yoktur. Çünkü onlar
her ne kadar sayı ve teçhizat bakımından çokta olsalar, göklerle yerin
askerleri ve orduları Allah'a aittir. Allah mağlub
edilemeyen güçlü, her işi yerli yerince yapan hikmet sahibidir. Bakınız,
ayet-i kerime cümlesiyle nihayetlendirilmiştir. Bu ayet-i kerime ise kelimeleri ile
sona ermektedir. Bunun sebebi şudur: Önceki ayet-i kerimenin anlatmak istediği
şey; yaratıkların işlerini tam bir şekilde tedbir ve idare etmek idi. Bu iş,
ilim ve kapsamlı bilgi ile mütenasip idi. Burada ise münafıklarla müşrikler
tehdit edilmektedir. Öyleyse bu ayetin sonunda da izzet ve galabeden
bahsetmek uygun olmaktadır. [4]
8-9- Ey Muhammedi Doğrusu seni şahid,
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar! Siz de Allah'a ve
peygamberine manasınız ona yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O'nu
sabah akşam teşbih edesiniz.
10- Ey Muhammedi Şüphesiz sana baş eğerek ellerini
verenler, Allah'a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah'ın eli onların ellerinin
üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a
verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir verecektir. [5]
Şahit olarak.Onu tazim
edip ulularsınız.Onu ağırlarsınız. Seninle sözleşirier.Sözleşmeyi
bozdu.Yaptığı sözleşmenin şartlarına riayet etti. [6]
Ey Muhammedi Seni, islam davetini tebliğ eden doğru bir şahid
olarak gönderdik ki, beşeriyeti küfür karanlığından kurtarasın ve doğru yola
erişen kimseleri de, genişliği göklerle yerin genişliğince olan Cennet ile müjdeleyesin.
Doğru yoldan sapıp heveslerinin peşine düşen ve uçurumlara düşüp azgınlık
yoluna giren kimseleri de Cehennem ateşi ile korkutasın. O Cehennem ateşi ki,
kafirler için hazırlanmıştır. Rabbin kendisine ve Resulüne iman edesiniz, O'nu
uluiayıp Peygamberine yardım edesiniz, O'nu ağırlayıp
ta'zim edesiniz, noksanlıklardan tenzih edip sabah
akşam O'na duâ edesiniz diye bütün bunları size yaptı. Şüphesiz ResuluIIah'a yardım etmek Allah'a yardım manasım taşır.
Allah yoluna davet etmekle kendinizi feda etmeniz; Allah ve Resulünün rızasını
kazanmanızın en büyük sebeplerindendir. Bütün bunlarda müslümanlarm,
her ne kadar zahmet çekecekte olsalar İslama yardim
etmek ve Peygambere destek olmak hususunda onunla akidleşme
ve biatleşme yapmalarını gerekli kılmaktadır. Nitekim müslümanlar
böyle yaptılar ve şecere-i Rıdvan altında Peygamber (S.A.V.) efendimize biatte
bulundular.
Cenab-ı Allah peygamberlerini hidayet ve hak yol ile
müjdeleyici, uyarıcı, izni ile Allah'a davet edici, aydınlatıcı birer kandil
olarak gönderdi ki, beşeriyeti cehaletten kurtarsınlar ve müşrikleri uçurumdan
çıkarıp yüksek seviyelere ulaştırsınlar. Bu mertebedeki elçilere biat eden
kimse, hakikatte Allah'a biat etmiş olur. Allah'ın dinine zafer ihsan edinceye
kadar savaştan kaçma-maya veya şehid oluncaya kadar
savaşmaya dair peygambere söz verip biat eden kimse mutlaka bu biati ile Allah
ve Resulünün hoşnutluğunu ve Cennetinin sevabını kast etmiş olur. "Sana
biat edenler, gerçekte Allah'a biat etmektedirler". Peygamber, Allah ile
dostları olan mü'minler arasında sırf bir elçiden
ibarettir. "Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir". Bu ayet-i
kerimede de, Peygambere biat eden kimselerin ellerinin üzerinde Allah'ın eli bulunduğu,
yani bu gibi kimselerin Peygamberle biat ederken aslında Allah ile biat
ettikleri ifade edilmektedir. Allah kendilerinden razı olsun. Selef uleması; Cenab-ı Allah'ı yaratıklara benzemekten ve cisimlerin
sıfatı ile nitelemekten, kendisi için organları bulunduğunu söylemekten tenzih
etmekle beraber bu gibi ayet-i kerimelerde siyaktan kast edilen umumi manayı
anlamışlardır. Bu gibi hususları Allah'a bırakarak şöyle demişlerdir: Bu ayet-i
kerimede geçen el kelimesinin hakikatini bilmek, Allah'ın zatının hakikatini
bilmekten bir parçadır. Bu bir mahluk için mümkün müdür? Heyhat mahlukun bunu .
anlaması mümkün değildir! Şu halde bunu Allah'ın bilgisine bırakmak daha uygun
olur. Ama bunun yanı sıra Kur'an-ı Kerim'de ve sahih
sünnette gelen bütün hususlara kamilen iman etmekte gereklidir.
Halef ulemasına
gelince onlar bu gibi ayetleri te'yit ederek bunlarda
istiareler bulunduğunu söylemişlerdir. Ya da ayet-i
kerimede geçen el kelimesiyle organ değil de kuvvet manasının kast edildiğini
ifade etmişlerdir. Yani bu-ıa göre ayet-i kerimede
geçen el kelimesinden; Allah'ın kuvveti ve zaferi kast edilmiştir. Allah'ın
kuvveti onların kuvvetinin üstünde, zaferi de onların zaferinin fevkindedir.
Ey Muhammed! Sen yalnızca Allah'a güven. Zafer sadece O'nun kalındadır.
Başkalarının yanında değildir.
Ya da ayet-İ kerimeden şu mana kast edilmiştir:
Allah'ın onlara
hidayet nimetini vermesi ve seninle biatleşmek hususunda kendilerini muvaffak
kılması, onların sana yaptıkları yardımın ve sana yaptıkları biatin
fevkindedir. Şu halde ayet-i kerimede geçen el keiimesi
de nimet anlamında kullanılmış olmaktadır: "Müslüman olmanızı benim başıma
kakmayın. Tersine sizi İmana ilettiği için Allah size minnet eder"[7]
Madem böyle, her kim
ahdini bozarsa, onun günahı ve fiilinin akıbeti sadece kendi nefsinin
aleyhinedir. Başkaları bundan mes'ul değildir. Her
kim ahdini yerine getirip görevini eksiksizce İfâ ederse, onun için güzel bir
mükâfat vardır. Rabbin onu hoşnud edinceye kadar
kendisine büyük mükafat verir. Buharı ve Müslim, Yezid
bin Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet ederler: Seleme
bin Ekva'a sordum: "Ne üzerine Resulullah'a biat ettiniz?" cevaben dedi ki:
"ölüm üzerine Resulullah'a biat ettik".
Müslim, Ma'kıl bin Yesar'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Hudeybİye barışı
dolayısıyla Peygamber efendimizin Şecere-i Rıdvan altında Müslümanlarla biatleştİği esnada ben o ağacın dallarından birini, ResuluUah'm başına değmesin diye yukarıya kaldırıyordum.
Biz orada 1400 kişi idik. Ölüm üzerine değil de, savaştan kaçmamak üzere Resulullah'a söz verip biatleştik".
Alimler bu iki hadis
arasında zıtlık bulunmadığını söylemişlerdir. Çünkü hadisin ravileri
olan Seleme'nin beraberinde bir grup, Ma'kıPin beraberinde de bir grup cemaat vardı. [8]
11- Bedevilerin savaştan geri kalmış olanları, sana:
"Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı
dile" diyecekler. Dilleriyle, gönüllerinde bulunmayanı söylerler; de ki:
"Allah size bir zarar gelmesini dilerse, yahut bir fayda elde etmenizi
dilerse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan
haberdardır."
12- Aslında siz, Peygamberin ve inananların, ailelerine
bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de
kötü samda bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz.
13- Allah'a ve peygamberine kim inanmamışsa bilsin ki,
şüphesiz Biz, inkarcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlanmışızdır.
14- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. O,
dilediğini bağışlar, dilediğine azabeder. Allah
bağışlayandır, merhamet edendir.
15- Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya
giderken: "Bırakın, biz de sizinle gelelim" diyeceklerdir. Onlar
Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Bize uymayacaksınız; Allah
sizin için önceden böyle buyurmuştur'' Size: "Hayır, bizi
çekemiyorsunuz" diyecekler. Aksine, kendileri ancak pek az söz anlayan
kimselerdir.
16- Ey Muhammedi Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki:
"Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman
olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itaat ederseniz, Allah size güzel
ecir verir, ama daha Önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can
yakan bir azaba uğratır."
17- Ama, gözleri görmeyen kimse savaşa gelmezse ona bir
sorumluluk yoktur: topala ve hastaya da sorumluluk yoktur. Kim Allah'a ve
peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere
koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır. [9]
Mekke'ye Peygamber
(S.A.V.) ile birlikte yürümekten Allah'ın Seri bıraktığı kimseler.Çölde yaşayan
Araplar yani bedeviler.
Faydanın zıddı,
örneğin yenilgi, zayıflık veya perişanlık gibi durumlar anlamına gelir.Döner.
Helak olmuş, bozulmuş
ve hiçbir şeye yaramayan.Bizi bırakınki sizinle
yürüyelim.
Dinlerinden hiçbirşeyi anlamaz ve bilmezler, ancak çok az şeyleri
bilirler.Çok güçlü ve kuvvetli.
Günah ve suç. Topal. [10]
Resulullah (S.A.V.) efendimiz Hudeybiye
barışının yapıldığı sene savaşmak veya tecavüzde bulunmak kastıyla değil de,
umre yapmak niyeti ile Mekke'ye doğru yola koyuldu. Medine çevresindeki vurucu
Arap kabilelerini de kendisi ile birlikte Mekke'ye gelmeye çağırdı. Savaş
istemediğine şahit olmalarını sağlamak istedi. Şayet Kureyşliler
kendisine saldıracak, ya da onu Kabe'yi ziyaretten
men edecek olurlarsa bütün Araplar, Kureyşlilerin ve
kendisi-nin'durumunu anlayacaklardı. Ayrıca Kureyşlilerin kendisine tecavüzde bulunmalarına engel
olacak çok büyük sayıda yardımcıları da etrafında bulunmuş olacaklardı.
Kendisi ile.birlİkte Mekke'ye gelmelerini istediği
kabilelerden bazıları şunlardı: Gıfar, Cüheyne, Müzeyne, Eşlem, Eşca', Düeyl. Bu kabilelerin
ekseriyeti Kureyş'ten çekindikleri için Peygambere
katılmayıp geri kaldılar. Halbuki Peygamber efendimiz insanların, kendisinin
sataşmak niyetinde olmadığını anlamaları için kurbanlık hayvanlarını da önüne
katarak Umre ihramına girmiş idi. Bununla beraber bazı bedeviler ağır
davranarak Peygamber efendimizle birlikte Mekke yoluna koyulmadılar, geri
kaldılar. Meşguliyetlerini bahane ettiler. Ve şöyle dediler: Yığmış olduğumuz
mallarımız, ailemiz bizi bu sefere katılmaktan geri koydu. Çoluk çocuğumuza ve
malımıza bakacak kimseniz yoktu. Ey Muhammedi Özrümüzü kabul etmesi için
Rab-bine yalvar ve bizi bağışlamasını taleb et.-
Bu sözleri dilleri ile
söylediler ama onların yalancı olduklarını Cenab-i
Allah biliyordu. Bu sahtekarlıklarını açığa vurdu. Bu sözü söylemelerinden önce
Cenab-i Allah onların bu durumlarını bildiren.ayetler
indirdi. Ve Cenab-i Allah; onların bu sözleri sadece
dilleri ile söylediklerini aslında gerçekten mağfiret talebinde
bulunmadıklarını ve hiçbir mazeretlerinin de bulunmadığını bildirdi.
Bundan sonra
kendilerine şöyle demesini Cenab-ı Allah Peygamberine
emir buyurdu: 'Allah size bir zarar vermek dilemiş, yahut size bir fayda vermek
İstemiş olsa allah'ın, sizin içîn dilediğine kim
engel olabilir? "Hayır hiç kimsenin buna gücü yetmez. Durum böyle olduğuna
göre mal ve aile efradı ile meşgul olmak bir mazeret olarak kabul edümez. Çünkü bu, sizden bir.za-rarı def etmez. Düşmanla karşılaşmanız halinde de sizi
yenilgiden kurtarmaz. Allah'ın size vermek istediği bir faydayı da hiç kimse
men edemez.
Hayır durum bundan da
tehlikelidir. Sizin yapmakta olduğunuz işleri Cenab-ı
Allah görüp bilmektedir. Ey seferden geri kalanlar! Bu geri kalışınızdan ötürü
sizleri yüce Allah cezalandıracaktır. Hayır sizler, Peygamberin ve mü'minlerin ailelerine geri dönmeyeceklerini zannettiniz.
Siz Rabbiniz hakkında da böyle bir zanda bulundunuz! Aslında bu seferden geri
kalışınızın gerçek sebebi, sizin mazeret olarak ileri sürdüğünüz sebebin
kendisi değildir. Aslında sizler Muhammed ile ashabının az sayıda olduklarını
ve Kureyş ile hempalarına karşı savaşamayacaklarını
zannettiniz. Daha dün Medine kapılarında Hendek savaşında onlara karşı
savaştıklarım düşünmüştünüz ve ey seferden geri kalan sizler, bu geri kalışınız
sizin gönlünüze süslü gösterildi. Bunu size hoş gösteren de şeytanın
kendisidir. "Ve şeytan onlara amellerini süslü gösterdi". Yahut bu
seferden geri kalışınızı size süslü gösteren Cenab-ı
Allah'ın kendisidir. "Biz onlara amellerini süslü gönderdik". Aslında
sizler kötü bîr zanda bulundunuz ve helak olan bir kavim oldunuz. Sizde asla hayır
yoktur!
Allah'a ve Resulüne
iman etmeyen kimseler için çılgın alevli bir ateş hazırladik.
Çünkü o kafirler güruhundandir. Bunda tuhaf
karşılanacak bir durum yoktur. Zira göklerle yerin mülkiyeti Allah'a aittir. O
işini tam bir hikmet ve eksiksiz bir ilimle idare eder. Azabı hak edenlerden
dilediğini azap-landırır.. Bağışlanmayı hak edenlerdende dilediğini bağışlar. O, yaratıklarının
durumunu en İyi bilendir. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir. Sizinle
birlikte sefere çıkmaktan Allah'ın geri bıraktığı ve Resulullah
(S.A.V.) ve sa-habileri ile
birlikte yola koymaktan alıkoyduğu kimseler; sizin ganimetlere-Hayber ganimetine- koştuğunuzu gördüklerinde şöyle
diyecekler: Bırakın bizde sizinle birlikte savaşa ve gazaya gelelim.
Bunlar müslümanlann ganimet elde edeceklerini zannederek bu sözü
söylediler. Seferden geri kalan ve size katılmayan bu insanlar, bu talepleri
ile Allah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar. Zira Cenab-ı
Allah Hudeybiye barışına ve Şerece-i
Rıdvan biatma katılan kimselere ganimeti vadetmişti. "(Şerece-i
Rıdvan biatine katılan kimselerin) üzerine (Allah) huzur ve güven indirdi.On-lara yakın bir fetih verdi. Yine onlara (yakında)
alacakları bir çok ganimetler bahşeyledî".
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Bundan sonra artık hiç bir gazada peşimize düşmeyin ve bizimle beraber
olmayın. Çünkü bizler sizi tanıdık. Benim söylediğim bu sözü Cenab-ı Allah emredip hükme bağlamıştır. O, hüküm verenlerin
en hayirhsıdır. Sizin bundan sonra hiçbir gazada
peygambere tabi olmayacağınıza hüküm veren O'dur. Hayber
ganimetlerinin de sadece Hudeybiye barışında hazır julunan Mü'minlere verilmesi
gerektiğini hükme bağlayan da O'dur.
Şu münafıklar Allah'ın
bu dinîne inanmadıklarından dolayı Hayber ga--nimetlerinden kendilerini müslümanlarm
mahrum bırakmak için bir düzen kurduklarını zannetmişlerdi. Onları bu zanna
yönelten şey, çekememezlikle-ri
ve öfkeleri İdi. Hudeybiye seferinden geri kalan şu
münafıklar mü'minlere şöyle dediler: Hayır sizler
bizi çekemiyorsunuz. Durum sizin İddia ettiğiniz gibi değildir. Sizler bu sözü
bizi çekemediğinizden ve bize karşı zalimlik yaptığınızdan dolayı
söylüyorsunuz.
Evet onlar böyle
söylediler. Cenab-ı Allah da onların dinleri
konusunda çok az şey anlayan bir kavim olduklarını söyleyerek bu iddialarını
reddetti. İşte bu sebeple onların Allah'a ve Resulüne karşı düzen kurduklarını
görmektesin ama onlar aslında kendi nefislerini aldatmaktan başka bir şey
yapmıyorlar. Bunun farkında da değillerdir. Ey Muhammed! Hudeybiye
seferinden geri kalan şu münafıklara de ki: Güçlü, kuvvetli bir kavim İle
savaşmaya, davet edileceksiniz. Allah bilir ya, bu
güçlü kavim, peygamber efendimizin vefatından sonra .irtidat
eden kimselerdirki bunlardan ;Müseylimetül
Kezzab'ın kavmi olan Hanife
oğullarıdır. ResuluIIah'ın halifesi Hz. Ebu Bekir (R.A.), müslümanları ve Bedir seferine katılmaktan geride
kalanları, şu mürtedlerle Arap müşriklerinin tekrar İslama girmelerini temin etmek için savaşa çağırmıştı.
Çünkü mürtedlerle diğer Arap müşrikleri, ya müslüman olacaklar ya-hutta kendileri ile
savaşılacaktı. Ama Arap olmayan müşrikler, putperestler, mecusİler
ve Ehl-i kitap bu statüye dahil değillerdir. Bunlar ya müslümanhğı kabul eder, ya cizye verir yada kendileri ile savaşılırdı. Bu,Ebu Hanife'nin görüşüdür. Şafii
buna muhaliftir. Ama doğru olan, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ey Hudeybiye
seferine katılmayıp geri kalanlar! Allah'a ve imamınızın emrine itaat
ederseniz, Rabbiniz size güzel bir mükafat verir, tevbenizi
de kabul buyurur. Daha önceleri yaptığınız gibi itaattan
imtina edip yüz çevirirseniz Allah size pek acıklı bir azap verir. Bu sizler
için bir fırsattır. Halis ve sadık bir tevbede
bulunmakla bu fırsatı değerlendirin.
Bu, islamın insanlara bîr rahmetidir. İnsanları hesaba ancak
kudret sahibi Allah çeker. O, herkese gücünün yettiği işleri yapmasını teklif
eder. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: Hudeybiye seferine
Peygamberle katılmayıp geride kalan kimselerden kör, topal ve hasta kimseler
için bir günah ve sorumluluk yoktur. Bunlar cihada katılmadıklarından dolayı mes'uliyet altına girmezler. Çünkü bu işi yapmaya
iktidarları yoktur. İktidarsızlıkları onlar için makbul bir mazerettir.
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah kalplerdeki şeyleri bilendir. Resulullah (S.A.V.) efendimiz ne doğru buyurmuşlar:
"Ameller niyyetlerle kaimdirler. Her kişi için
niyet ettiği şey vardır".
İşte burada, özür
beyan edenler için bir mazeret bırakmayacak şekilde bütün mahlukatı kapsayan
umumî bir kanun vardır: Allah'a ve Resulüne, verdikleri her emir ve yasakta
itaat eden kimseleri Rablerİ, altlarından ırmaklar
akan ve genişliği göklerle yerin genişliği kadar olan Cennetlere sokar. Her kim
kendi nefsini ve heveslerini tercih ederek Allah ve Resulüne itaattan yüz çevirirse Rabbi onu pek acıklı bir azaba maruz
bırakır. Onu Cehenneme sokar. Orası ne kötü dönüş yeridir! [11]
18-19- Ey Muhammedi Allah inananlardan, ağaç akında sana baş
ağe-rek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur.
Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer
ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahsetmiştir. Allah, güçlü olandır, Hakim
olandır.
20- Allah size, ele geçireceğiniz bol bol
ganimetler vadetmiştir. İnananlar için bir belge
olması, sizi doğru yola eriştirmesi için bunları size hemen vermiş ve
insanların size uzanan ellerini Önlemiştir.
21- Bundan başka, sîzin gücünüzün yetmediği fakat Allah'ın
sizin için sakladığı ganimetler de vardır. Allah her şeye kadir olandır.
22- İnkâr edenler sizinle savaşsalardı yüzgeri döneceklerdi. Sonra bir dost ve yardımcı da
bulamayacaklardı.
23- Allah 'm önceden gelip geçmişlere uyguladığı yasası
budur. Allah 'ın yasasında değişme bulamazsın.
24- Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde,
onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onların geri tutan, savaşı Önleyen
O'dur. Allah yaptıklarınızı görendir.
25- Onlar inkar edenlerdir, Sizi Mescid-i
Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır.
Eğer, oradaki henüz tanımadığın inanmış erkeklerle inanmış kadınları
bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı
önlemezdi. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır.Eğer
inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, inkâr edenleri can
yakıcı bir azaba uğratırdık.
26- İnkar edenler, gönüllcrindeki
cahiüiyye çağının asabiyet ataşini
ateşlendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların
takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah
her şeyi bilmektedir. [12]
Altında Rıdvan biati yapılan
malum ağaç.Amellerine karşılık onları mükafatlandırdı.Allah'ın mü'minleri müdafaa edeceğine dair alamet. Allah onu
kuşatmıştır.
Yani Hudeybiye'de. Hareme sevkedilip
orada kesilen kurban. Kesim yeri ki, orası da Mina'dır.Mahbus olarak. Öldürme veya başka bir şekilde üzerlerine
basmanız.
Dağıldılar.Ayıp.Gayret
ve samimiyet.Sükunet. Yani kelime-i tevhid. [13]
Rıdvan biati meşhur
bir biat olup müslümanların umumi siyaseti üzerinde
büyük bir te'sire sahiptir. Tarihçilerin ve siyer
yazarları ile tefsir alimlerinin bu konuda yazdıkları birçok yazılar vardır.
Surenin evvelinde bu konuda kısa bir malumat vermiştik. Bu biatin yapılmasını
çabuklaştıran sebeplerden biri de şudur: Peygamber (S.A.V.) efendimiz,
maksatlarının savaş olmadığım, sadece Umre yapmak niyeti ile geldiğini,
beraberinde kurbanlık hayvanları da getirdiğini, üzerinde kınındaki kılıçtan
başka silahı bulunmadığım bildirmesi için elçi olarak Osman bin Affan Hazretlerini Kureyş'e
gönderdi. Gönderdikten bir süre sonra Kureyşliler onu
yakalayıp yanlarında günlerce alıkoydular. Bu arada Hz.
Osman'ın öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber Peygamber efendimiz ile sahabilerini çok etkiledi. Peygamberimiz, Sahabile-rini, kendisi ile biat
yapmaya çağırdı.
Sahih-İ Müslim'de Ebu Zübeyr'in Cabir'den
şöyle bir rivayette bulunduğu kaydedilmektedir. Cabir
şöyle demiş: Hudeybiye gününde bizler 1400 kişi idik.
Bizler Resulullah (S.A.V.) efendimiz ile biat yaptık.
Hz. Ömer ağacın altında Resulullah'm
elini tutmuştu. Mugaylan ağacının altında hepimiz Resulullah'a biat ettik. Yalnız Ced
bin Kays el Ensarî,
devesinin karnı altında gizlenerek biat etmedi. Bizler ölüm için değilde savaştan geri kalmamak için Resulullah'a
söz verip biat ettik (Başka bir rivayete göre ise Sahabe-i Kiram, ölmek, üzere Resulullah'a biatte bulunmuşlardır). Kureyşliler
Sahabe-i Kiram in Resulullah'a biat ettiklerini
öğrendiklerinde korktular ve Hudeybiye sul-hünü akdetmesi İçin elçi
olarak Süheyl bin Amr'ı Resulullah'a
gönderdiler. Anlaşmayı kaleme alan Hz. Ali başa
yazdı. Süheyl bin Amr; Bizler Bismillahirrahmânirrahim'in
ne demek olduğunu bilmeyiz. Yalnız bildiğimiz; Bİsmike
Allahümme ifadesidir. Hz.
Ali onun dediği şekilde yazdı. Bu ifadeden sonra "Bu, Allah Resulü
Muhammed'in yazdırdığı bir yazıd.r" diye yazdı.
Bunun üzerine Süheyl şöyle dedi: Biz senin Allah elçisi olduğunu bilseydik
sana tabi olur ve seninle-savaşmazdık. Yalnız kendi adını ve babanın adını yaz.
Onun bu itirazı
üzerine Peygamber (S.A.V.) efendimiz Hz. Ali'ye:
Allah elçisi İfadesini sil dedi. Hz. Ali onu
silemedi. Hz. Ali'ye, Allah Resulü İbaresinin yazılı
olduğu kısmı kendisine göstermesini istedi. Hz. Ali
ona gösterince, o ifadeyi kendi eliyle sildi, işte böyle, Kureyşlilerin,
peygamber efendimizin üzerine Cenab-i Allah
tarafından bir sükunet ve huzur nazil olduğu bir esnada kendi bağnazlıklarına
ve cahîliyetlerine nasıl saplandıklarını görüyoruz. Cenab-ı Allah Peygamberimizi ve etrafındaki sahabelerini
takva kelimesine bağladı. Reâulullah ile sahabeleri
buna layık ve ehil idiler. Bazı sahabenin razı olmadığı bu sulh anlaşması
aslında apaçık bir fetihten başka bir şey değildi. Cenab-ı
Allah'ın islam davetine bahşettiği büyük bir zafer
idi. Bir-şeyden hoşlanmaya bilirsiniz ama o sizin için belkide
daha hayırlıdır. [14]
Cenab-ı Allah imanda derinleşen, ihlasta
olgunlaşan mü'minlerden razı olmuştur. Çünkü onlara
kendilerinden razı olan bir zat gibi muamelede bulunmuştur. Onlara Feth-i Mübin nasip edip doğru
yolda muvaffakiyet müyesser kılmıştır. Ayrıca onlar için bol sevap takdir
etmiştir. Ey Muhammedi Sana biat eden mü'minlerin
hepsinden Cenab-ı Allah hoşnut olmuştur. Yalnız Ced bin Kays el Ensarî bundan müstesnadır. Çünkü o, biat etmeyen bir
münafık idi.
Bu ifadelerden de
anlaşılıyor ki; Cenab-ı Allah kafirlerden razı
değildir. Onları dünyada yardımsız bırakmıştır. Ahirette
de onlar için çok kötü bir akıbet hazırlamıştır. Allah'ın razılığından dolayı
bu biate Rıdvan Biati denilmiştir.
Cenab-ı Allah mü'minlerden hoşnut
olmuştur. Çünkü onlar Şecere-i Rıdvan altında sana biatte bulundular. Kalpleri
Allah'ın nusretinden yana mut-ma'în
olarak biat etmişlerdir. Onların kalplerinde yerleşmiş olan iman, İhlas ve sadakati Allah bilmiştir. Bu sebeple onların
üzerine sükunet ve dinginliği inzal buyurmuş, onları yakın bir fetihle
mükafatlandırmıştır. O fetih Hayber kalesinin
fethidir.
Bu ayeti kerime,
Peygamber efendimiz ile sahabilerinin Hudeybiyeden dönüşleri esnasında nazil olmuştur. Yani Hayber'in fethinden önce nazil ol-muşturki,
bu da Allah'tan mü'minlere verilen bir vaattir ve bu vaa'dte gerçekleşmiştir. Allah mü'minlere
bir çok nimetleri mükafat olarak vermiştir. Hayber
kasabası ekin ve meyveler bakımından çok zengin bir kasaba idi. Orada yahudiler yaşamaktaydılar. Servet sahibi idiler.
Bakınız, ayet-i kerime
nasıl bir ifade ile sona eriyor: Allah güçlüdür. O'nu hiçbir galip yenemez.
Hikmet sahibidir. Dostlarına yaptığı işleri yerli yerince yapar.
Şüphesiz ki bu ifade,
ayet-i kerimenin nihayetinde oldukça münasip bir şekilde kullanılmıştır.
Ey müslümanlar1.
Sizler doğru niyyetlİ olup Allah yolunda ve İlâyı
keli-metullah uğrunda mücadeİe
ettiğiniz müddetçe savaşlarınızda Allah size birçok ganimetler vadediyor. Bu ganimetler, mezkur şarta riayet ettiğiniz
takdirde kıyamet gününe kadar size verilecektir. Şu Hayber
ganimeti, Allah ve Resulünün emrine itaat etmenizden dolayı bir mükafat olarak
size bahsedilmiştir. Cenab-ı Allah insanların
ellerinin' size uzanmasına engel olmuştur. Yani sizi insanların tecavüzlerine
karşı korumuştur.
öyle anlaşılıyor ki bu
ayet-i kerimede geçen insanlardan kasıt,Hayberli-ler ile onların müttefikleri olan Esed
ve Gatafan kabileleridirler; Bunlar, müttefikleri
olan Hayberlilere yardıma geldikleri esnada Cenab-ı Allah onların kalplerine korku bıraktı.
Bazıları demişler ki;
ayet-i kerimede geçen insanlardan kasıt, müslüman-ların Hudeybiyeye geldikleri
esnada Mekke'de yaşayan müşriklerdir.
Birinci görüş daha
sahihtir. Zira müslümanlar Hudeybiye'de
iken insanların ellerinin onlardan men edilmesine dair haber ileride
gelecektir. Cenab-ı Allah insanların ellerinin müslümanlara uzanmasına engel oldu ki, müslümanlar,
bu yardımından dolayı Cenab-ı Allah'a şükretsinler ve
ayrıca bu da müzminlerin hak yolda olduğuna dair bir alamet olsun ki,
müşrikler, Cenab-ı Allah'ın, inandıkları müddetçe mü'minleri müdafaa edeceğini de anlasınlar. Ey müslümanlar! Bu /esile ile Cenab-ı
Allah sizleri dosdoğru yola iletmektedir. O yol Allah'a tevekkül yoludur. O
yol işleri Allah'a havale etme yoludur. O ne güzel dost ve ne güzel
yardımcıdır.
Cenab-ı Allah şu Hayber
ganimetlerini size acil olarak verdi. Ayrıca başka ganimetleri de; mesela Huneyn savaşındaki Hevazin
kabilesinden kalan ganimetleri de size bahşetti. Halbuki siz daha önce bu
ganimetleri elde etmeye muktedir değildiniz. Sizler, kuvvetinize güvenmiş
Allah'a tevekkül etmemiştiniz. Ama Allah büt in
bunları kuşatıp istila etti. Bunlar O'nun kabzasında ve tasarrufunun
altındadır. O dilediği kulunu bu ganimetlere sahip kılar. Kendisine sığınıp
yöneldiğiniz zaman sizleri buna sahip kıldı. Allah herşeyİ
yapmaya muktedirdir. "Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürkndirmişti.
Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü
başınıza dar gelmişti, nihayet bozularak arkanızı dönmüş (kaçmaya
başlamışımız. Sonra Allah, Resulünün ve mü'minlerİn
üzerine sekînetini (güven veren rahmetini) indirdi,
sizin görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirleri azaba çarptırdı (bozguna
uğrattı). Sşte kafirlerin cezası budur!"[15].
Şu halde bundan ibret
alıp işlerimizi Allah'a havale etmemiz gerekmez mi? Halbuki O, kullarının
durumlarını görendir.
Mekkelilerden kafir
olanlar sizinle musaİaha yapmayıp savaşırlarsa arkalarını
dönüp kaçarlar. F nşan hale düşüp yenik düşerler.
Sonrada Allah-tan başka kendilerine bir dost ve yardımcı bulamazlar. İşte bu,
Allah'ın elçilerine ve dostlarına Ötedenberi
uygulamakta olduğu bir yasadır. Allah'ın yasasında bir değişiklik
bulamazsınız. O'dttr ki Mekke kafirlerinin ellerini
sizden geri çekmiş, sizin de ellerinizi onlardan geri çekmiştir. Sizler
Mekke'ye yakın Hudeybiye denilen bir mıntıkadaydınız.
Hudeybiye mıntıkasının bir kısmı Harem bölgesine, bir
kısmı da Harem bölgesi dışındaki HU mıntıkasına dahildir. Sizi onlara galip
kıldıktan sonra Cenab-i Allah ellerinizi onlardan
geri çekti.
Sabit, Enes (R.A.)'den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Mekkelilerden
80 kişi silahlı olarak Ten'im dağından inerek Peygamber efendimizin üzerine
hücum ettiler. O'nu ve sahabilerini ani bir baskın
neticesinde yakate vıak
istiyorlardı. Fakat biz onları teslim aldık- Güçleri yetmediğinden dolabı
boyunlarını büküp teslim oldular. Onları öldürmedik. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
"Mekke'nin göbeğinde onlara karşı size zafer verdikten sonra, onların
ellerini sîzden, sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı
görmektedir". Bu yaptıklarınızın karşılığını da eksiksiz olarak
verecektir.
Onların ellerinin
sizden geri çekilmesi, onların iyiliklerinden dolayı değildi. Çünkü onlar
Allah'ı ve Resulünü inkar etmiş, Hz. Peygamber'i Mekke'den
çıkarmış, sizleri Mescid-i Haram-ı ziyaret etmekten
men etmişlerdi. Harem-i Şerifte kurban edilecek hayvanları da alıkoyup kurban
edilmekten men ettiler. Bu kurbanlıkların, kesim yerine ulaşmasına mani oldular
ki, bütün bunlar da, onlarla savaşmayı gerekli kılıyordu.
Şu halde İki tarafın
savaşmamak üzere ittifak ettiklerini, musalaha yaptıklarını,
aralarında anlaşmazlık kalmadığım söylemek makul olmamaktadır. Bilakis
aralarındaki çekişme ve anlaşmazlık sürüp gidecekti. Çünkü onlar küfreden,
insanları Kabe'yi ziyaret etmekten alıkoyan, kurbanlık hayvanları da kesim
yeri olan Mina'ya ulaşmaktan men eden bir kavim
idiler. îki tarafın ellerinin birbirine uzanmasının men edilmiş olması Allah'ın
bildiği bazı ilahî hikmet sebeplerine dayanmaktadır. Bu seseplerden
biri de şudur: Orada yani Mekke'li müşriklerin
yaşadığı yerde, tanımadığınız müslüman erkeklerle müslüman kadınlar vardı. Şayet arada bîr savaş patlak
verseydi sizler o tanımadığınız müslümanları
öldürecektiniz. Aralarında yaşamakta olduklarını bildiğiniz müslümanları kafirlerle beraber öldürmüş olacak ve böylece
hoşlanılmayan büyük bir ayıp işlemiş olacaktınız. Büyük bir meşakkatle
karşılaşacaktınız. Çünkü kefaret ödemeniz gerekecektir. Ayrıca onları Öldürdüğünüzden
dolayı da üzülecektiniz. Yani savaşta mü'min
erkeklerle mü'min kadından kafirler safında
bulunduklarından dolayı Öldürmeniz çirkin bir iş olmasaydı, Cenab-ı
Allah sizin elinizi onlardan, onların da elini sizden geri çekmeyecekti. Çünkü
savaşmış olsaydınız o mü'minleri de onların arasında
öldürecek, böylece çirkin bir İş yapmış olacaktınız. Ama noksanlıklardan münezzeh
olan yüce Allah bu mütareke dolayısıyla dilediği kulunu rahmet ve tevfîkinin kapsamına almak İçin sizlere, biribİrinizden elçektirdi ki,
İslamiyet daha çok kazanç sağlasın, eziyeti hak etmedikleri halde Mekke'de yaşayan
müslümanlar eziyetten korunsun. Şayet Mekke'deki mü'minlerle kafirler birbirlerinden seçilebilseydi,
birbirlerinden ayrılsalardi, bizler Mekkeli kafirleri,
dünyada ölüm veya esaret ile pek acıklı bir azaba uğratırdık. Ayrıca ahirette de onlara acı bir azap çektirirdik. Hani kafirler
ilk cahiliyyet taassubuna saplandılar ve anlaşma
metninin Bismillâhirrahmânirrahîm ile yazjlma-sma karşı çıktılar.
Peygamber (S.A.V.) İnde Allah elçisi olarak vasıflandırılmasın! kabul
etmediler. İleri sürdükleri bazı şartların, müslümanların
aleyhine olacağım zannettiler. Bunun üzerine Cenab-ı
Allah sükunet ve huzuru mü'minlerin ve peygamberin
üzerine indirdi. Çünkü onlar tahrip edici savaşı terk etme uğruna kendilerine
karşı İleri sürülen bütün şartlan kabul ettiler ki bu aslında onlar için apaçık
bir zafer ve fetih idi. Bakınız Cenab-ı Allah müslümanları nasıl koruyor ve amaçlarına ulaşmakta muvafak kılıyor: "/ia-hİ inayetin gözleri seni korursa korkusuzca uyu, artık
bütün korkular senin için güvenliktir".[16]
27- And olsun ki Allah,
peygamberinin rü'yasmm gerçek olduğunu tasdik eder.
Ey insanlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş veya
saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i
Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka,
yakın zamanda bir zafer verecektir.
28- Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini,
doğruluk rehberi Kur'an ve hak din ile gönderen
O'dur. Şahid olarak Allah yeter. [17]
Onu bütün dinlere
üstün kılsın. Aslında izhar kelimesi, bir şeyi sırta vurmaktır. Sonra bununla birşeyi yüceltme manası kast edilir olmuştur. [18]
ResuIulIah (S.A.V.) efendimiz Hudeybiye'ye
gitmeden Önce rüyasında kendisi ile sahabilerinin
güvenlik içinde Mekke'ye girdiklerini, kiminin saçlarını traş
etmiş, kimininde kışlatmış vaziyette olduklarını
görmüştü. Rüyasını müs-lümanlara
anlatınca onlar sevinip müjdelenmişlerdi. Kendilerinin aynı sene içinde
Mekke'ye gireceklerini zannetmişler ve şöyle demişlerdi: Resulullah'm
rüyası haktır.
Bu rüyanın
gerçekleşmesi gecikip, Hudeybiye senesinde Mekke'ye
girişlerini müşrikler engelleyince bazı münafıklar bu konuda şöyle dediler:
Vallahi saçımızı ne traş ettik ne de kısalttık. Ne
de Mescid-i Haram'ı gördük!...
Bunun üzerine
yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. [19]
Andolsun ki Allah, Resulünün rüyasını doğru çıkardı. Her ne
kadar bu rüyanın ameli açıklaması bir sene sonra olduysa da bu rüya karışık ve
anlamsız rüyalardan değildi. Doğrulama, ya sözle ya da fiille olur. Ayet-i kerimedeki rüyanın doğrulanması
fiilen olmuştur. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah ResuluIIuh'ın
rüyasını hak ve sonsuz hikmetle tasdik etti. İman-ı Kamil İle sarih nifakın
açığa çıkacağı sahih bîr maksat için rüyanın doğrulanması bir sene kadar
geciktirildi.
Vallahi sizler, Allah
dilerse Mescid-İ Haram'a gireceksiniz.Adamın biri çikıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: Allah bütün
şeylerin yaratıcısıdır. Vukuundan önce o şeyleri bilendir. Nasıl olurda
yapacağı işi kendi meşîet ve iradesine bağlar? Yani
yapacağı bir iş için ne diye inşaallah tabirini
kullanır? Buna verilecek cevap da şudur: Evet Cenab-ı
Allah böyle bir İfade kullanmıştır ki kullan da yapacakları bir iş için inşaallah desinler ve yapacakları işin olmasını Allah'ın
dilemesi şartına bağlasınlar. Ayrıca mü'minle-rin Mekke'ye girişlerinin de başka bir sebeple değil de,
ancak Allah'ın emir ve meşieti ile olacağını
bilsinler.
Evet, sizler
düşmanlarınızdan yana güvenlik içinde olarak kiminiz saçlarınızı traş etmiş, kiminiz de kısaltmış bir vaziyette Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Artık oraya girdikten sonra
korkmayacaksamz. Allah, sizin bilmediğiniz işleri
bilmiştir. Bu rüyanızın ameli bir şekilde gerçekleşmesinden önce o size yakın
bir fetih nasip etmişti. Yani bundan Önce de Hayber'i
fethet-miştinİz. Hayber'in
fethedilişini, rüyanın doğruluğuna ve gerçekleşeceğine İlişkin bir delil
kılmıştı, sizler peygamberin rüyasının gerçekliği ve tahakkuk edeceği
konusunda nasıl şüpheye düşersiniz? Halbuki Rabbi O'nu hidayet ve hak din ile
göndermiştir. Rüyasında O'na gerçek dışı şeyleri göstermesi doğru olmaz. Zira
yalan yanlış rüyalar görmesi O'nun insanlar tarafından yalanlanmasına ve
getirdiği haberler konusunda tereddüt etmelerine sebebiyet verir. O Allah'tır
ki elçisini insanlara hidayet verici, doğru yolda yürüyen hüccet, burhan, nûr
ve Kur'an ile te'yid
edilmiş bir kişi olarak göndermiştir. İslâmi-yeti
bütün dinlere üstün kılıp ondaki hakkı tesbit edip
batılı boşa çıkarmak ve bu zamana elverişli olmayan hükümleri değiştirmek için
Resulünü hak din ile ve içinde şüphe bulunmayan gerçek ile göndermiştir. Buna
şahit olarak Allah kâfidir.
Ey Muhammedi Seri
Allah'ın elçisi, ve peygamberlerinin de sonuncususun.
Bunda Peygamber
efendimizi teselli eden ifadeler yok mudur? Bundan daha güçlü bir teselli sözü
düşünebiliyor musunuz? Mekkeliler tarafından elçi olarak gönderilen Süheyl bin
Amr'ın peygamber (S.A.V.) in risaletine
yaptığı itiraz karşısında Cenab-ı Allah,
Peygamberini işte bu güzel sözlerle teselli etmiştir. [20]
29- Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde
bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları
rükua varırken, secde ederken, Allahtan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerîndeki secde izi
ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflandır. İncilde de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış,
onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna
giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle
inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama
ve büyük ecir vadetmiştir. [21]
Şedid kelimesinin çoğulu olup kaba, katı ve güçlü demektir.
Rahim kelimesinin çoğulu olup kalbinde acıma bulunan kimsedir.Sima, alamet
demektir. Onların sıfatlan.Filiz.Ona yardım etti.Kalınlaştı. Sapı üzerinde
durdu. Yani kuvvetlendi.
İşte bu ayet-i kerime
ile fetih suresi nihayete ermekte yine bu ayet içerisinde, muzafferiyetin
sebepleri ve galibiyetin esasları açıklanmaktadır. [22]
Hidayet ve hak din ile
gönderilen bu elçi, Allah'ın elçisi ve-Peygamberlerinin sonuncusu, aynı
zamanda önderi olan Muhammed'dir. O'nun hakkında Cenab-ı
Allah şöyle buyurmuştur: "Ve sen büyük bir ahlak üzerindesin" Evet
bu, güvenilir, doğru sözlü ve sadakatli bir elçi olan Muhammed'dir. Cenab-ı Allah, yüksek makamında O'na rahmette bulunur.
Tertemiz melekler onun için istiğfarda bulunurlar. Salih mü'minler
de O'nun için, Sahabile-ri
ile kıyamet gününe kadar O'nun davetini yapan kimseler için duada bulunurlar.
O, Allah'ın Resulü Muhammed'dir. Bunlarda, beraberinde bulunan sahabileridir. Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında
ise merhametlidirler. Bunlar hidayet rehberleri ve din önderleri olan sahabileridirler. Peygamber, onlar hakkında şöyle der:
"Benim sahabilerim yıldızlar gibidirler.
Onlardan hangisine uyarsanız doğru yola girersiniz. Sizden biri Uhud dağı kadar altın in fak etse bile (infak ettiği o
mal), onların infak ettikleri bir avuç malın, ya da
yansının değerine ulaşamaz". Bakınız Cenab-ı
Allah'ta onlar için şöyle buyuruyor: "Mü'minkre
karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler"[23].
Gerçek mü'min; kendisine karşı savaşan ve dinine
cephe alan kafirlere karşı asla yumuşaklık göstermez. Onlara karşı asık
suratlı, mü'min kardeşine karşı da güler yüzlü olur.
Ancak mü'minler kardeştirler. Peygamber (S.A.V.)
efendimiz bu hususu te'yid için şöyle buyurmuştur:
"Biribirleri-ni sevme
ve bİribirlerine merhamet etme bakımından mü'minler aynı cesedin organları gibidirler. Biri
hastalandığı takdirde bedeninin diğer kısımları ateş ve uykusuzluk ile onun
acısına katlanırlar". Evet îslam davetini her tarafa
yayan, onların güçlü pazulan ile kaleler ve hisarlar
fethedilen gerçek müminler işte bunlardır. Bunlar kafirlere karşı şiddetli, bİribirlerine karşı ise merhametli idiler. Müslümanlar biribirlerinden koptukları günde güçlerini yitirip
saptılar. Başkalarına karşı alçalıp bİribirlerine
karşı üstünlük tasladılar. Aralarında İslamiyeti
yıkıp küfür kalelerini yüceltecek şekilde fitnelerle kin ve mihnetler
peydahlandı. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar! Ey insanlar! öyle bir çağda
yaşıyoruz ki îslâm düşmanları her taraftan bizi
pençelemek için beklemektedirler. Siyaset ve propaganda alanında pek ilerilere
gitmişlerdir. Her üslubu deneyerek bütün yollardan insanları dinsizliğe davet
etmektedirler. Bu alandaki silahlan da ekonomi ve maddiyât; ilmidir. Bu helak
edici fırkalar ve müslümanlann safları arasındaki
açık ihtilaflar, serden ve kötülükten başka birşey
üretmez. Malesef bu rezaletlerin sorumluluğu da, yardımcısı
azalan ve gücü zayıflayan İslama yüklenmektedir.
Onunla ve onun hükümleriyle bazı kimseler alay etmeye kalkışmaktadırlar. Ey
insanlar bizler şimdi ne diyelim?! Allah'ım sen kendi katından bize lütufta
bulun. Sen kendi dinine zafer ihsan eyle. Kur'an'mı
sen koru. Ey Rabbimiz şüphesiz Sen duaları işiten ve yalvarışlarla yakarışlara
icabet edensin!
Şu müslümanlann
rüku'da ve sücud'da bulunduklarım görürsün. Onlar salih amel işleyip namaz kılarlar. Bununla da sadece
Allah'ın nzasını kast ederler. O'nun lütuf ve
ihsanından başka birşey istemezler. O'nun hoşnutluğundan
başka bir şeyi ümit etmezler. Allah'ın hoşnutluğu herşeyden
büyüktür. İşte bu gibi kimselerin alametlerini yüzlerindeki secde izinde
görürsün.
Evet bunlann nişanlan nedir? Namaz kılanın alnında görünen secde
İzinde midir bu nişan? Ama öyleleri var ki namaz kıldıkları halde kalpleri Fir-avnınkinden daha da katıdır.
Zahire bakılırsa bu nişan yüzdeki nûr, kalpteki sükûnet, azalardaki yumuşaklık,
huşu ve teslimiyettir. İçi düzgün olanın dışını da Cenab-ı
Allah düzeltir. Sahih imanın alameti kişinin yaşayan bir Kur'an
olması, yani Kur'an'ın bütün emirlerini tatbik eder
olmasıdır. İslamı tam olarak yaşamasıdır. Günah
işlememesi, fasıklık yapmaması, yalan söylememesi, hile
yapmaması, başkalarını aldatmaması, saptırmaması, katılaşmaması, günahtan
kaçınması ve facir olmamasıdır. İnsanların en kötüsü,
insanların kendisinin kötülüğünden korktuğu kimsedir...
İşte bunlar müslümanın yüzünde görünen bazı İman alametleridir. MüL mİnlerin İncil'deki ve
Tevrat'taki vasıflarıdır. Bu, yüce Allah'ın onlara büyük bir ikramıdır. Cenab-ı Allah, peygamberle birlikte onlara pek parlak bir
misal verdi. Peygamber, İslam davetini tek başına başlattı. Sonra az sayıda
insanlar ona iman ettiler. Bu az sayıdaki İnsanlar gittikçe çoğalıp arttılar.
Nihayet hepsi küçümsenemeyecek bir kuvvet haline geldiler. Ekinin, sapın çevresinde
ortaya çıkan filizlerle kuvvetlenerek ziraatçinin
hayretini celbedecek şekilde güçlenmesi gibi, az
sayıdaki mü'minler bilahare çoğalarak güçlendiler. Cenab-ı Allah, kafirleri onlar sebebiyle öfkelendirmek için
mü'minleri bu şekilde güçlendirdi. Zaten kafirlerde
fiilen onlara karşı öfkelendiler. Kafirlerin üstünlükleri, güçleri ve
saltanatları yıkıldı. Bizans ve Fars imparatorlukları çöktü. İslamİn bayrağı yükseldi. Nihayet kafirlerin ve küfrün
kalbi İslama ve müslümanlara
karşı öfke ile dolup taştı. İşte bu müjdenin eserleri ve İslam düşmanlarının peşpeşe devam eden hamleleri görülüyor. Asıl dehşet verici
şudur ki; O kafirler, gayr-ı dini kültürle yetişen ve beslenen îslam gençliğinde verimli bir mer'a
görmektedirler. Onların dini yönden az kültürlü oluşlarını istismar etmekte ve
zehirlerini onların kalplerine yüklemektedirler. Ey Müslümanlar; sizden iman
edip salih amel işleyenlere Cenab-ı
Allah büyük bir .mağfiret ve bol bir mükafat vadetmiştir.
Allah, vadi sadık olandır. Bu vaad, her zaman ve
mekanda salih amel işleyen herkes için geçerlidir.
Bizleri İslama ve müslümanlara
hayır yapmakta muvaffak kılmasını Cenab-ı Allah'tan
diliyoruz. [24]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/579-580.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/580-58.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/581
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/581-585.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/585-586.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/586.
[7] Hucurat süresi: 17.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/586-588.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/588-589.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/589-590.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/590-593.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/593-594.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/595.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/595-596.
[15] Tevbe süresi: 25-26.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/596-599.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/599-600.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600-601.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/601-602.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/602.
[23] Maide sûresi: 54.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/602-604.