FETİH SURESİ 2

Hudeybiye Barışı 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 3

Allah Ve Resulü İle Sözleşme Yapanlar. 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 5

Hudeybiye'den Geri Kalanlar. 5

Bazı Kelimeler: 6

Açıklama: 6

Rıdvan Bey'atı Ve Ondaki Hayırlar. 7

Bazı Kelimeler: 8

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 8

Açıklama: 8

Peygamberin Rüyasının Gerçekleşmesi 10

Bazı Kelimeler: 10

Nüzûl Sebebi: 10

Açıklama: 10

Muhammed Ve O'nun Temiz Sahabileri 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11


FETİH SURESİ

 

Ulemanın icmaı ile bu sure Medenî'dir. 29 ayettir. Geceleyin,Mekke ile Medine arasında Hudeyfaiye barışıyla ilgili olarak nazil olmuştur.

Resulullah (S.A.V.) efendimiz hicretin 6. senesinin Zilkade ayında bera­berinde Muhacir, Ensar, İslama giren diğer Araplardan 1500 kişi civarında Sahabileri ile birlikte Umre yapmak kastı ile Medine'den çıktı. Yanlarında Harem-i Şerifte kurban edilmek üzere kurbanlık hayvanları da vardı. Pey­gamber efendimiz Züîhuleyfe denilen yerde Umre İhramına girdi. Beraberin­de hanımlarından Ümmü Seleme (R.A.) de vardı. Resulullah (S.A.V.) İle sa-habîlerin de, sadece misafire mahsus, kınındaki kılıçlardan başka bir silah yok­tu. Mekke'ye İki konaklık mesafeye geldiklerinde Bişr bin Süfyan el Kâbi onu karşılayarak şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü! Kureyş kabilesi senin gelişini öğ­rendi. Beraberlerinde çoluk çocuk ve develeri olarak uzun müddet ikamet et­mek üzere Zituvâ denilen yerde konakladılar. Sizi Mekke'ye sokmamaya Al­lah adına and içtiler.

Kureyşliler, Resulullah'a elçi olarak gönderecekleri adamı kararlaştırıyorlardı. Resullah (S.A.V.) efendimiz de bu esnada Kureyş'e elçi olarak Osman bin Affan'ı görevlendirdi. Osman, Resulullah'm sadece Umre yapacağım ve bu maksatla Mekke'ye geldiğini onlara tebliğ edecekti. Hz. Osman yola çı­kıp gittiğinde Mekke'de Öldürüldüğü şayiası yayıldı. Bu esnada Resulullah (S.A.V.) efendimiz müslümanîan kendisine biat'a çağırdı. Ağaç altında yapi-ian o biat'a, Şecere-i Rıdvan biâtı denir. Seleme bin Ekva' (R.A.) şöyle der: Biz ve diğer Sahabiler,gerektiğinde cihaddan kaçmamaya fetih ya da şehadet müyesser oluncaya kadar beraberinde bulunmaya Resulullah'a va'dedip biat ettik.

Sahabilerin Peygamber efendimize bu şekilde biatta bulunduklarını Ku­reyşliler haber aldıklarında, sulh andlaşması yapmak üzere Süheyl Bin Amr'ı peygamber efendimize gönderdiler. Nihayet bu iş tamam oldu. Bu anlaşma­ya da Hudeybiye Barışı denildi. Bu barış antlaşmasının şartlarından bir kıs­mı şunlardı: Her iki tarafta on sene müddetle savaştan geri duracak. İnsanlar bu süre zarfında güvenlik içinde bulunacak. Savaş ve tecavüz olmayacak. Kureyş I ilerden, velisinden izin almaksızın Muhammed'e katılarlar yine sahip­lerine geri verilecekti. Ama Muhammed'in yanında bulunupta Kureyş'e ge­lenler geri verilmeyecekti Tk: taraf arasında saldırmazlık anlaşması vardı. İs­teyen Muhammed'in tarQ ma katılacak, isteyen Kureyş tarafına katılabilecekti. Huzaalılar çabuk davranarak Muhammed (S.A.V.)'in tarafına katıldılar ve onunla pakt yaptılar. Bunun peşi sıra Bekr oğullan kabilesi de aynı yolu izle­yerek şöyle dediler: Bizler Kureyş tarafına katılıyoruz. Şu da var ki müslü-manlar o sene Mekke'ye girmeden geri döneceklerdi. Ertesi sene olunca Ku-reyş'liler Mekke'den çıktılar, müslümanlar Mekke'ye girdiler. Orada üç gün kaldılar. Beraberlerinde sadece süvariye mahsus kınındaki kılıçtan başka bir silahlan yoktu. Müslümanlar. Hudeybiye anlaşmasını yaptıktan sonra Mek­ke'den döndüler. Bu barış anlaşması bazı müslüman büyükleri tarafından iti­razlarla karşılandı, ancak Ebu Bekir bunlara katılmamıştı. Hz. Ömer anlaşö maya muhalefet ettiğinde Hz. Ebu Bekir ona şöyle demişti: Ey Ömer, Resu-IuIIah'm üzengisine yapış ve onunla beraber yürü!

Günler ve zaman, bu barış anlaşmasının müslümanlar için apaçık ve ye­ni bir zafer ile fetih olduğunu ispatlamıştı. İşte bu mübarek sure.bu olay hak­kında nazil olmuştur. [1]

 

Hudeybiye Barışı

 

Rahman va rahim olan Allah'ın adıyla.

1- Ey Muhammedi Doğrusu Biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır.

2- Allah böyhce, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir.

3-  Böylece sana; kimsenin güç yetiremiyeceği bir şekilde yardım eder.

4- İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir. Ba­kîm olandır..

5- İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ır­maklar akan cennetine koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında bü­yük kurtuluş işte budur.

6- İnananlara yardım etmez diye Allah'a kötü sanıda bulunan ikiyüz­lü erkek ve kadınlara, puta tapan erkek ve kadınlara Allah azabetsin; kötü sanıları kendi başlarına gelsin! Allah onlara gazabetmiş, onları lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü dönüş yeridir!

7- Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah güçlü olandır. Ha­kim olandır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Fetih kelimesi bir beldeyi savaşarak zorla veya sulh yoluyla ele geçirmek, kapılarım açıp içine girmektir. Onur ve üstünlük sahibi olan güçlü zat. Tek ve benzersiz olan.Huzur ve sükunet.Yenilgi ve hoşa gitmeyen kötülük.însam kuşatan dorum. Ancak bu kelime daha ziyade istenilmeyen kötü durumlar anlamında kullanılmaktadır. [3]

 

Açıklama:

 

Yüce Allah, azamet nuru ile kendi nefsinden haber vererek; Hudeybiye sulhu sebebiyle Peygamber (S.A.V.) ile Mekke'Ii müşrikler arasında yapılan anlaşma neticesinde Mekke'nin fethedileceğini bildirmiştir. Böylece Mekke-li müşrikler ve Kureyş kabilesi Hz. Muhammed'i bir devrimci veya asi yahut kovulmuş bir başı bozuk olarak değil de, O'nu ve Sahabilerini ciddiye alın­ması gereken kimseler olarak ilk defa tanımışlardır. Kendisi ile barış yapıl­ması gereken bir şahsiyet olduğunu kabul etmişlerdir. Bu barışın ertesi sene­sinde müslümanlarm Kabe'yi ziyaret etme haklarını kabul etmekle de onları açıkça tanımışlardır. Jslamın, tanınması gereken sağlam bir din olduğunu iti­raf etmişlerdir. Bu barış anlaşması, müslümanlann, en tehlikeli ve azılı düş­manları olan müşriklerin tecavüzlerine karşı güvenlik içinde olmalarını sağ­lamıştır. Ayrıca Arap Yarımadasının en ücra köşelerine kadar İslam davetini yayma çalışmalarını sürdürmelerini temin etmiştir. Bu sebeple Peygamber (S.A.V,) efendimizin etraftaki kabilelerle devletlere, Kİsrâ'ya. Mukavkıs'a, He-raklius'a, Gassan emirlerine, Kisra'ya bağlı Yemen valilerine, Habeş Neçaşi' sine elçiler göndermiş olduğunu görmekteyiz. Yine bu barıştan sonra Yahu­dilerle olan hesabını tasfiye etmiştir. Hudeybiye sulhü,yeni dinin davetçileri-nin etrafa yayılarak İslam davetini dünyaya yayma çalışmalarını sürdürmele­rine zemin teşkil etmiştir. Bu sulhtan sonra İslamiyet geniş bir alana yayıl­mıştır. Nihayet insanlar Allah'ın dinine bölük böJük girmişlerdir. İşte bu ba­rış anlaşmasından iki yıl sonra Peygamber (S.A.V.) efendimiz onbinlerce mü-cahid savaşçı ile Mekke'ye girip orayı fethetmiştir.

Bu barış anlaşmasında müslümanlara karşı ileri sürülen şartlar içinde öyle bazı şartlar vardı ki bunlar; müslümanlarm,Özellikle Hz. Ömer ve emsali sahabilen'n çok zorlarına gitmişti. Fakat yine de Peygamber (S.A.V.) efendi­miz o şartları kabul etmişti. Bu şartlan şöyle özetleyebiliriz: Müslümanlar­dan irtidat eden bir kimse müşriklerin safına katılırsa müşrikler onu kabul edeceklerdi. Öte yarıdan müşriklerden îslamiyeti kabul edipte Peygamber (S.A.V.) efendimizin yanına gelenleri peygamber efendimiz müşriklere geri ve­recek ve onu yanında tutmayacaktı. Bu şart müslümanlarm çok ağırına git­mişti. Ama Peygamber efendimizin de,bu şartı kabul etmekteki gerekçesi şu idi: Bir kimse İslamdan dönerse ve müşriklere katılırsa İslamm ona ihtiyacı yoktu. Ama müşriklerden İslam nuru ile müşerref olup müslümanJann safı­na katılan kimsenin müşriklere iade edildiği takdirde bu zahmete-ve musibe­te sabretmesi gerekirdi. Zira Cenab-ı Allah onun için mutlaka bir çıkış yolu açacaktır. Bu barış anlaşmasının; özellikle müslümanlann, kendilerine bir ne­vi zulüm olduğunu zannettikleri bu şartın siyasî bir hikmet ve ileri görüşlü­lük olduğunu, ayrıca bunun İslam davetine olumlu yönden büyük te'siri ol­duğunu olaylar ispatlamıştır.

İşte Ebu Basir'den bir Örnek: Bu zat müsîüman olarak Peygamber efen­dimizin yanma gelmişti. Anlaşma gereğince Peygamber efendimizin onu müş­rikleri iade etmesi gerekiyordu. Çünkü o, efendisinden izin almadan müslümanların yanına gelmişti. Müşriklerin yanma geri dönmesi gerektiğini ken­disine söylerken Peygamber efendimiz ona şöyle demişti: Ey Ebu Basir! Bizler şu Kureyşli müşriklere söz verdik. Ahde hıyanet bize yaraşmaz. Allah senin ve senin gibi müstaz'afların kurtuluşu için mutlaka bir çıkış yolu açacaktır. sen kavmine geri dön!

Ebu Basir, "Beni müşriklere geri vereceksin ki, onlar beni dinimde fit­neye mi düşürsünler?!" dedi.

Nihayet Ebu Basir, beraberindeki arkadaşlarıyla konuşup anlaştıktan sonra Kızildeniz kıyısında bir yere inip konakladılar. Burası Kureyş kervanı­nın Şam'a giderken geçtiği bir yerdi. Kendileri gibi müslüman olup Kureyşli müşriklerden kaçan birkaç kişi de yanlarına gelip kendilerine katıldılar. Böy­lece güçlenen bu firariler, Kureyşlilerİn kervanlarının yolunu kesmeye ve mal­larını yağmalamaya başladılar. Nihayet Kureyşliler bu gücün karşısında sı­kıntıya düştüler. Kendilerini bu firarilere karşı koruması için Peygamber (S.A.V.) efendimizden ısrarla talepte bulundular.

Bu adamları Medine'de bırakmasını istediler. Böylece, Hz. Ömer ve di­ğer müslümanları rahatsız eden anlaşmanın mezkur şartı düşmüş oldu.

Bu, Allah'ın mtistümanlara açmış olduğu apaçık bir fetih değil midir?! Elbetteki bu apaçık bir fetih ve büyük bir kurtuluştur. Evet hem de çok bü­yük bir fetihtir. Evet, müşrikler kendi beldelerinden sizi uzaklaştırmak ve ra­hatlarım bulmak, ayrıca sizden eman istemek durumunda kalmışlar. Ve sizi kendilerine eşdeğer görmüşlerdi. Bu bir fetih değilde nedir?!

Bazı kimseler ayet-i kerimede geçen fetih kelimesi ile Mekke fethinin kas­tedildiğini söylemişlerdir.

Peygamber efendimizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarının Allah ta­rafından bağışlanması için fetih bir sebep midir? Bu soruya allame Zemah-şeri şöyle bir cevap vermiştir: Fetih, sadece bağışlama için bir sebep teşkil et­memektedir; ama bu, Peygamber efendimiz için bir araya gelen dört şeyden dolayıdır: Mağfiret, nimetin tamamlanması, dosdoğru yola kavuşma, büyük zafer.

Böyle olunca Cenab-ı Allah O'na sanki şöyle buyurmuştu: Biz Mekke fethini sana müyesser kıldık (Zemahşerî, ayet-i kerimede geçen fetih kelimesi ile, Mekke fethinin kastedildiğini düşünen kimselerdendir) ve düşmanlarına karşı seni muzaffer kıldık ki hem dünya, hem ahiret üstünlüğünü; hem dün­ya, hem ahiret mükâfatını sana verelim. Düşmana karşı cihad etmek olması bakjmından fethin, bağışlama, sevap, dosdoğru yola erişme, büyük zafere ka­vuşma sebebi olması da caizdir.

Ayet-i kerimede geçen, geçmiş ve gelecek günahlardan kasıt peygamber (S.A.V.) efendimizin kendi makamına nisbetle işlemiş olduğu hilaf-ı evlâ olan işlerdir. O, günah işlemekten ve Rabbine isyan etmekten münezzehtir. O'nun işlediği ve makamına yaraşmayan bazı zelleler, "iyilerin iyilikleri, Allah'a çok

yakın olan mukarrep kimselerin kötülükleri mesabesindedir" türünden bazı davranışlardır.

Bazı kimseler demişlerki; Ayet-i kerimede geçen günah kelimesinden kasıt; her ne kadar hakikatte günah değilse de Peygamber efendimizin yüce naza­rında günah olarak kabul edilen davranışlardır. Ayet-i kerimede ( ıiiii ) şek­linde kullanılan tamlama da herhalde bu manaya işaret etmektedir. Bazı alimler mağfiret kelimesini; kişi ile günah arasına perde koymak şeklinde tefsir et­mişlerdir ki, böyle kimselerin günah İşlemesi önlenmiş olur. Ya da günah ile ceza arasına perde koymak şeklinde tefsir etmişlerdir ki; bu durumda günah işlemişte olsa kişi, cezalandırılmaktan kurtulur. Şu halde masum Peygamberler birinci tefsire göre bir muameleye tabi olacaklardır. Sair beşer ise ikinci ma­nada anlatılan bir muameleye tabi tutulacaklardır.

Ey Muhammedi İslam dininin bayrağını yüceltip etrafa yayarak, insan­ları bölük bölük İslama girdirerek, dünyevi ve uhrevî nimetleri üzerine yağ­dırarak Rabbin, senin üzerindeki nimetini tamamlamıştır. Rİsaleti tebliğ et-hıe" işinde de sana dosdoğru yolu gösterecek, seni büyük bir muzafferiyetle bnlara üstün kılacaktır. Artık bu zaferden sonra senin için aşağılanma yok­tur. Eşsiz ve üstün bir makama yükseltileceksin. Zafer ancak Allah katmda-dır. Bu seseple ayet-i kerimede "Ve Allah sana şanlı bir zafer versin" diye buyurulmuştur.

Bu, Allah'ın Peygamberine bahşettiği bir lütuftur. Ama Allah'ın, Pey­gambere arkadaşlık eden mü'minlere verdiği lütfagelince, bununla İlgili ola­rak şöyle buyurulmuştur: Sarsıntı ve ıstıraptan sonra Cenab-i Allah mü'min-lerin gönüllerine it'mi'nan sebat ve sükûnet vermiştir. Daha önce onlar bîr ıstırap ve sarsıntı içindeydiler, ÖyJeki Hz. Ömer bile bir an gelmiş: Biz rnüs-lüman değilmiyiz? Biz hak yolda değil miyiz? Niçin dinimizi aşağılatıyoruz? demişti. Ama bundan sonra Cenab-ı Allah onların kalplerine it'mi'nan ve sükûnet vermişti. Göğüslerine yakîn nurunun serinliğini vermiş, kalplerini se-rinletmişti- Peygamber efendimizin Hudeybiye barışıyla ilgili ileri sürdüğü gö­rüşlerini mü'minlere açıklamıştı. Zaten onun görüşlerinin doğruluğunu za­man da tasdik etmişti. İmanlarına İman katma, yakînlerini daha da fazla Isş-tırmak için Cenab-ı Allah onların kalplerine huzur ve dinginlik vermişti. Bunda bir gariplik yoktur. Zira göklerle yerin askerleri Allah'ın emrinde ve O'na aittir. Bu askerleri yine Rabbinden başka hiç kimse bilemez. Allah kamil ilin sahibi, eksiksiz hikmet sahibidir. Bütün işleri bilir, Herşeyi yerli yerince ya­par.

Bu konuda Rablerİnin kendilerine bahşettiği nimetleri bilip gereğince şük­retsinler diye Allah mü'minleri kafirlere musallap kılıp üstün getirdi. Böyle­ce Rabbin onları Cennete koyacak, günahlarını da örtecektir. İşte bu, senin Rabbinin katında büyük bir kurtuluştur. Müslümanlara verilen nimetin ta­mamlanmasını Öfke ile karşıladıklarından dolayı münafık erkeklerle münafık kadınları azâplandirmak için senin Rabbin işte böyle yaptı. Şüphesiz imanın amelle artması, münafıklarla müşrikleri öfkelendiren hususlardandır. Ayet-i kerimede münafıkların müşriklerden önce anlatılmasının hikmet sebebine ge­lince, onlar müslümanlara müşriklerden daha çok zarar verirler. Yani onlar Allah katında kötü düşünmüşler ve sûizanda bulunmuşlardı. Allah'ın, Pey­gamberine ve mü'minlere yardım etmeyeceği zannma kapılmışlardı.

Mü'minîerin başlarına gelmesini istedikleri kötü olaylar sadece onların üzerine gelsin ve onları kuşatsın. Allah'ın gazabı onların üzerine olsun. O1 nun rahmetinden kovulsunlar. Kendileri için Cehennem hazırlanmıştır. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.

Bütün tu anlattıklarımızda bir acaiplik yoktur. Çünkü onlar her ne ka­dar sayı ve teçhizat bakımından çokta olsalar, göklerle yerin askerleri ve or­duları Allah'a aittir. Allah mağlub edilemeyen güçlü, her işi yerli yerince ya­pan hikmet sahibidir. Bakınız, ayet-i kerime  cümlesiyle nihayetlendirilmiştir. Bu ayet-i kerime ise kelimeleri ile sona ermektedir. Bunun sebebi şudur: Önceki ayet-i kerimenin anlatmak istediği şey; yaratıkların işlerini tam bir şekilde tedbir ve idare etmek idi. Bu iş, ilim ve kapsamlı bilgi ile mütenasip idi. Burada ise münafıklarla müşrikler tehdit edilmektedir. Öyleyse bu ayetin sonunda da izzet ve galabeden bahsetmek uy­gun olmaktadır. [4]

 

Allah Ve Resulü İle Sözleşme Yapanlar

 

8-9- Ey Muhammedi Doğrusu seni şahid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar! Siz de Allah'a ve peygamberine manasınız ona yar­dım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O'nu sabah akşam teşbih edesiniz.

10- Ey Muhammedi Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah'a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir verecektir. [5]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şahit olarak.Onu tazim edip ulularsınız.Onu ağırlarsınız. Seninle sözleşirier.Sözleşmeyi bozdu.Yaptığı sözleşmenin şartlarına riayet etti. [6]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Seni, islam davetini tebliğ eden doğru bir şahid olarak gönderdik ki, beşeriyeti küfür karanlığından kurtarasın ve doğru yola erişen kimseleri de, genişliği göklerle yerin genişliğince olan Cennet ile müjdeleyesin. Doğru yoldan sapıp heveslerinin peşine düşen ve uçurumlara düşüp az­gınlık yoluna giren kimseleri de Cehennem ateşi ile korkutasın. O Cehennem ateşi ki, kafirler için hazırlanmıştır. Rabbin kendisine ve Resulüne iman ede­siniz, O'nu uluiayıp Peygamberine yardım edesiniz, O'nu ağırlayıp ta'zim ede­siniz, noksanlıklardan tenzih edip sabah akşam O'na duâ edesiniz diye bü­tün bunları size yaptı. Şüphesiz ResuluIIah'a yardım etmek Allah'a yardım manasım taşır. Allah yoluna davet etmekle kendinizi feda etmeniz; Allah ve Resulünün rızasını kazanmanızın en büyük sebeplerindendir. Bütün bunlar­da müslümanlarm, her ne kadar zahmet çekecekte olsalar İslama yardim et­mek ve Peygambere destek olmak hususunda onunla akidleşme ve biatleşme yapmalarını gerekli kılmaktadır. Nitekim müslümanlar böyle yaptılar ve şecere-i Rıdvan altında Peygamber (S.A.V.) efendimize biatte bulundular.

Cenab-ı Allah peygamberlerini hidayet ve hak yol ile müjdeleyici, uyarı­cı, izni ile Allah'a davet edici, aydınlatıcı birer kandil olarak gönderdi ki, be­şeriyeti cehaletten kurtarsınlar ve müşrikleri uçurumdan çıkarıp yüksek sevi­yelere ulaştırsınlar. Bu mertebedeki elçilere biat eden kimse, hakikatte Allah'a biat etmiş olur. Allah'ın dinine zafer ihsan edinceye kadar savaştan kaçma-maya veya şehid oluncaya kadar savaşmaya dair peygambere söz verip biat eden kimse mutlaka bu biati ile Allah ve Resulünün hoşnutluğunu ve Cenne­tinin sevabını kast etmiş olur. "Sana biat edenler, gerçekte Allah'a biat et­mektedirler". Peygamber, Allah ile dostları olan mü'minler arasında sırf bir elçiden ibarettir. "Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir". Bu ayet-i kerimede de, Peygambere biat eden kimselerin ellerinin üzerinde Allah'ın eli bu­lunduğu, yani bu gibi kimselerin Peygamberle biat ederken aslında Allah ile biat ettikleri ifade edilmektedir. Allah kendilerinden razı olsun. Selef ulema­sı; Cenab-ı Allah'ı yaratıklara benzemekten ve cisimlerin sıfatı ile nitelemek­ten, kendisi için organları bulunduğunu söylemekten tenzih etmekle beraber bu gibi ayet-i kerimelerde siyaktan kast edilen umumi manayı anlamışlardır. Bu gibi hususları Allah'a bırakarak şöyle demişlerdir: Bu ayet-i kerimede ge­çen el kelimesinin hakikatini bilmek, Allah'ın zatının hakikatini bilmekten bir parçadır. Bu bir mahluk için mümkün müdür? Heyhat mahlukun bunu . anlaması mümkün değildir! Şu halde bunu Allah'ın bilgisine bırakmak daha uygun olur. Ama bunun yanı sıra Kur'an-ı Kerim'de ve sahih sünnette gelen bütün hususlara kamilen iman etmekte gereklidir.

Halef ulemasına gelince onlar bu gibi ayetleri te'yit ederek bunlarda is­tiareler bulunduğunu söylemişlerdir. Ya da ayet-i kerimede geçen el kelimesiyle organ değil de kuvvet manasının kast edildiğini ifade etmişlerdir. Yani bu-ıa göre ayet-i kerimede geçen el kelimesinden; Allah'ın kuvveti ve zaferi kast edilmiştir. Allah'ın kuvveti onların kuvvetinin üstünde, zaferi de onların za­ferinin fevkindedir. Ey Muhammed! Sen yalnızca Allah'a güven. Zafer sadece O'nun kalındadır. Başkalarının yanında değildir.

Ya da ayet-İ kerimeden şu mana kast edilmiştir:

Allah'ın onlara hidayet nimetini vermesi ve seninle biatleşmek hususun­da kendilerini muvaffak kılması, onların sana yaptıkları yardımın ve sana yap­tıkları biatin fevkindedir. Şu halde ayet-i kerimede geçen el keiimesi de nimet anlamında kullanılmış olmaktadır: "Müslüman olmanızı benim başıma kak­mayın. Tersine sizi İmana ilettiği için Allah size minnet eder"[7]

Madem böyle, her kim ahdini bozarsa, onun günahı ve fiilinin akıbeti sadece kendi nefsinin aleyhinedir. Başkaları bundan mes'ul değildir. Her kim ahdini yerine getirip görevini eksiksizce İfâ ederse, onun için güzel bir mükâ­fat vardır. Rabbin onu hoşnud edinceye kadar kendisine büyük mükafat ve­rir. Buharı ve Müslim, Yezid bin Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet ederler: Se­leme bin Ekva'a sordum: "Ne üzerine Resulullah'a biat ettiniz?" cevaben dedi ki: "ölüm üzerine Resulullah'a biat ettik".

Müslim, Ma'kıl bin Yesar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hudeybİye barışı dolayısıyla Peygamber efendimizin Şecere-i Rıdvan altında Müslüman­larla biatleştİği esnada ben o ağacın dallarından birini, ResuluUah'm başına değmesin diye yukarıya kaldırıyordum. Biz orada 1400 kişi idik. Ölüm üzeri­ne değil de, savaştan kaçmamak üzere Resulullah'a söz verip biatleştik".

Alimler bu iki hadis arasında zıtlık bulunmadığını söylemişlerdir. Çünkü hadisin ravileri olan Seleme'nin beraberinde bir grup, Ma'kıPin berabe­rinde de bir grup cemaat vardı. [8]

 

Hudeybiye'den Geri Kalanlar

 

11- Bedevilerin savaştan geri kalmış olanları, sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile" diyecekler. Dil­leriyle, gönüllerinde bulunmayanı söylerler; de ki: "Allah size bir zarar gel­mesini dilerse, yahut bir fayda elde etmenizi dilerse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

12- Aslında siz, Peygamberin ve inananların, ailelerine bir daha dön­meyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sam­da bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz.

13- Allah'a ve peygamberine kim inanmamışsa bilsin ki, şüphesiz Biz, inkarcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlanmışızdır.

14- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azabeder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

15- Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: "Bı­rakın, biz de sizinle gelelim" diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştir­mek isterler. De ki: "Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle bu­yurmuştur'' Size: "Hayır, bizi çekemiyorsunuz" diyecekler. Aksine, kendile­ri ancak pek az söz anlayan kimselerdir.

16- Ey Muhammedi Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: "Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrıla­caksınız; eğer itaat ederseniz, Allah size güzel ecir verir, ama daha Önce dön­düğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır."

17- Ama, gözleri görmeyen kimse savaşa gelmezse ona bir sorumlu­luk yoktur: topala ve hastaya da sorumluluk yoktur. Kim Allah'a ve peygam­berine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır. [9]

 

Bazı Kelimeler:

 

Mekke'ye Peygamber (S.A.V.) ile birlikte yürümekten Allah'ın Seri bıraktığı kimseler.Çölde yaşayan Araplar yani bedeviler.

Faydanın zıddı, örneğin yenilgi, zayıflık veya perişanlık gibi durumlar anlamına gelir.Döner.

Helak olmuş, bozulmuş ve hiçbir şeye yaramayan.Bizi bırakınki sizinle yürüyelim.

Dinlerinden hiçbirşeyi anlamaz ve bilmezler, ancak çok az şeyleri bilirler.Çok güçlü ve kuvvetli.

Günah ve suç. Topal. [10]

 

Açıklama:

 

Resulullah (S.A.V.) efendimiz Hudeybiye barışının yapıldığı sene savaş­mak veya tecavüzde bulunmak kastıyla değil de, umre yapmak niyeti ile Mek­ke'ye doğru yola koyuldu. Medine çevresindeki vurucu Arap kabilelerini de kendisi ile birlikte Mekke'ye gelmeye çağırdı. Savaş istemediğine şahit olma­larını sağlamak istedi. Şayet Kureyşliler kendisine saldıracak, ya da onu Ka­be'yi ziyaretten men edecek olurlarsa bütün Araplar, Kureyşlilerin ve kendisi-nin'durumunu anlayacaklardı. Ayrıca Kureyşlilerin kendisine tecavüzde bu­lunmalarına engel olacak çok büyük sayıda yardımcıları da etrafında bulun­muş olacaklardı. Kendisi ile.birlİkte Mekke'ye gelmelerini istediği kabileler­den bazıları şunlardı: Gıfar, Cüheyne, Müzeyne, Eşlem, Eşca', Düeyl. Bu ka­bilelerin ekseriyeti Kureyş'ten çekindikleri için Peygambere katılmayıp geri kaldılar. Halbuki Peygamber efendimiz insanların, kendisinin sataşmak ni­yetinde olmadığını anlamaları için kurbanlık hayvanlarını da önüne katarak Umre ihramına girmiş idi. Bununla beraber bazı bedeviler ağır davranarak Peygamber efendimizle birlikte Mekke yoluna koyulmadılar, geri kaldılar. Meş­guliyetlerini bahane ettiler. Ve şöyle dediler: Yığmış olduğumuz mallarımız, ailemiz bizi bu sefere katılmaktan geri koydu. Çoluk çocuğumuza ve malımı­za bakacak kimseniz yoktu. Ey Muhammedi Özrümüzü kabul etmesi için Rab-bine yalvar ve bizi bağışlamasını taleb et.-

Bu sözleri dilleri ile söylediler ama onların yalancı olduklarını Cenab-i Allah biliyordu. Bu sahtekarlıklarını açığa vurdu. Bu sözü söylemelerinden önce Cenab-i Allah onların bu durumlarını bildiren.ayetler indirdi. Ve Cenab-i Allah; onların bu sözleri sadece dilleri ile söylediklerini aslında gerçekten mağ­firet talebinde bulunmadıklarını ve hiçbir mazeretlerinin de bulunmadığını bildirdi.

Bundan sonra kendilerine şöyle demesini Cenab-ı Allah Peygamberine emir buyurdu: 'Allah size bir zarar vermek dilemiş, yahut size bir fayda ver­mek İstemiş olsa allah'ın, sizin içîn dilediğine kim engel olabilir? "Hayır hiç kimsenin buna gücü yetmez. Durum böyle olduğuna göre mal ve aile efradı ile meşgul olmak bir mazeret olarak kabul edümez. Çünkü bu, sizden bir.za-rarı def etmez. Düşmanla karşılaşmanız halinde de sizi yenilgiden kurtarmaz. Allah'ın size vermek istediği bir faydayı da hiç kimse men edemez.

Hayır durum bundan da tehlikelidir. Sizin yapmakta olduğunuz işleri Cenab-ı Allah görüp bilmektedir. Ey seferden geri kalanlar! Bu geri kalışı­nızdan ötürü sizleri yüce Allah cezalandıracaktır. Hayır sizler, Peygamberin ve mü'minlerin ailelerine geri dönmeyeceklerini zannettiniz. Siz Rabbiniz hak­kında da böyle bir zanda bulundunuz! Aslında bu seferden geri kalışınızın gerçek sebebi, sizin mazeret olarak ileri sürdüğünüz sebebin kendisi değildir. Aslında sizler Muhammed ile ashabının az sayıda olduklarını ve Kureyş ile hempalarına karşı savaşamayacaklarını zannettiniz. Daha dün Medine kapı­larında Hendek savaşında onlara karşı savaştıklarım düşünmüştünüz ve ey seferden geri kalan sizler, bu geri kalışınız sizin gönlünüze süslü gösterildi. Bunu size hoş gösteren de şeytanın kendisidir. "Ve şeytan onlara amellerini süslü gösterdi". Yahut bu seferden geri kalışınızı size süslü gösteren Cenab-ı Allah'ın kendisidir. "Biz onlara amellerini süslü gönderdik". Aslında sizler kötü bîr zanda bulundunuz ve helak olan bir kavim oldunuz. Sizde asla ha­yır yoktur!

Allah'a ve Resulüne iman etmeyen kimseler için çılgın alevli bir ateş hazırladik. Çünkü o kafirler güruhundandir. Bunda tuhaf karşılanacak bir du­rum yoktur. Zira göklerle yerin mülkiyeti Allah'a aittir. O işini tam bir hik­met ve eksiksiz bir ilimle idare eder. Azabı hak edenlerden dilediğini azap-landırır.. Bağışlanmayı hak edenlerdende dilediğini bağışlar. O, yaratıkları­nın durumunu en İyi bilendir. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir. Sizinle birlikte sefere çıkmaktan Allah'ın geri bıraktığı ve Resulullah (S.A.V.) ve sa-habileri ile birlikte yola koymaktan alıkoyduğu kimseler; sizin ganimetlere-Hayber ganimetine- koştuğunuzu gördüklerinde şöyle diyecekler: Bırakın bizde sizinle birlikte savaşa ve gazaya gelelim.

Bunlar müslümanlann ganimet elde edeceklerini zannederek bu sözü söy­lediler. Seferden geri kalan ve size katılmayan bu insanlar, bu talepleri ile Al­lah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar. Zira Cenab-ı Allah Hudeybiye barışı­na ve Şerece-i Rıdvan biatma katılan kimselere ganimeti vadetmişti. "(Şerece-i Rıdvan biatine katılan kimselerin) üzerine (Allah) huzur ve güven indirdi.On-lara yakın bir fetih verdi. Yine onlara (yakında) alacakları bir çok ganimet­ler bahşeyledî".

Ey Muhammed! Onlara de ki: Bundan sonra artık hiç bir gazada peşimi­ze düşmeyin ve bizimle beraber olmayın. Çünkü bizler sizi tanıdık. Benim söylediğim bu sözü Cenab-ı Allah emredip hükme bağlamıştır. O, hüküm ve­renlerin en hayirhsıdır. Sizin bundan sonra hiçbir gazada peygambere tabi ol­mayacağınıza hüküm veren O'dur. Hayber ganimetlerinin de sadece Hudey­biye barışında hazır julunan Mü'minlere verilmesi gerektiğini hükme bağla­yan da O'dur.

Şu münafıklar Allah'ın bu dinîne inanmadıklarından dolayı Hayber ga--nimetlerinden kendilerini müslümanlarm mahrum bırakmak için bir düzen kurduklarını zannetmişlerdi. Onları bu zanna yönelten şey, çekememezlikle-ri ve öfkeleri İdi. Hudeybiye seferinden geri kalan şu münafıklar mü'minlere şöyle dediler: Hayır sizler bizi çekemiyorsunuz. Durum sizin İddia ettiğiniz gibi değildir. Sizler bu sözü bizi çekemediğinizden ve bize karşı zalimlik yap­tığınızdan dolayı söylüyorsunuz.

Evet onlar böyle söylediler. Cenab-ı Allah da onların dinleri konusunda çok az şey anlayan bir kavim olduklarını söyleyerek bu iddialarını reddetti. İşte bu sebeple onların Allah'a ve Resulüne karşı düzen kurduklarını görmek­tesin ama onlar aslında kendi nefislerini aldatmaktan başka bir şey yapmı­yorlar. Bunun farkında da değillerdir. Ey Muhammed! Hudeybiye seferinden geri kalan şu münafıklara de ki: Güçlü, kuvvetli bir kavim İle savaşmaya, davet edileceksiniz. Allah bilir ya, bu güçlü kavim, peygamber efendimizin vefa­tından sonra .irtidat eden kimselerdirki bunlardan ;Müseylimetül Kezzab'ın kavmi olan Hanife oğullarıdır. ResuluIIah'ın halifesi Hz. Ebu Bekir (R.A.), müslümanları ve Bedir seferine katılmaktan geride kalanları, şu mürtedlerle Arap müşriklerinin tekrar İslama girmelerini temin etmek için savaşa çağır­mıştı. Çünkü mürtedlerle diğer Arap müşrikleri, ya müslüman olacaklar ya-hutta kendileri ile savaşılacaktı. Ama Arap olmayan müşrikler, putperestler, mecusİler ve Ehl-i kitap bu statüye dahil değillerdir. Bunlar ya müslümanhğı kabul eder, ya cizye verir yada kendileri ile savaşılırdı. Bu,Ebu Hanife'nin görüşüdür. Şafii buna muhaliftir. Ama doğru olan, Ebu Hanife'nin görüşü­dür. Ey Hudeybiye seferine katılmayıp geri kalanlar! Allah'a ve imamınızın emrine itaat ederseniz, Rabbiniz size güzel bir mükafat verir, tevbenizi de ka­bul buyurur. Daha önceleri yaptığınız gibi itaattan imtina edip yüz çevirirse­niz Allah size pek acıklı bir azap verir. Bu sizler için bir fırsattır. Halis ve sadık bir tevbede bulunmakla bu fırsatı değerlendirin.

Bu, islamın insanlara bîr rahmetidir. İnsanları hesaba ancak kudret sa­hibi Allah çeker. O, herkese gücünün yettiği işleri yapmasını teklif eder. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: Hudeybiye seferine Peygam­berle katılmayıp geride kalan kimselerden kör, topal ve hasta kimseler için bir günah ve sorumluluk yoktur. Bunlar cihada katılmadıklarından dolayı mes'uliyet altına girmezler. Çünkü bu işi yapmaya iktidarları yoktur. İkti­darsızlıkları onlar için makbul bir mazerettir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah kalplerdeki şeyleri bilendir. Resulullah (S.A.V.) efendimiz ne doğ­ru buyurmuşlar: "Ameller niyyetlerle kaimdirler. Her kişi için niyet ettiği şey vardır".

İşte burada, özür beyan edenler için bir mazeret bırakmayacak şekilde bütün mahlukatı kapsayan umumî bir kanun vardır: Allah'a ve Resulüne, ver­dikleri her emir ve yasakta itaat eden kimseleri Rablerİ, altlarından ırmaklar akan ve genişliği göklerle yerin genişliği kadar olan Cennetlere sokar. Her kim kendi nefsini ve heveslerini tercih ederek Allah ve Resulüne itaattan yüz çevirirse Rabbi onu pek acıklı bir azaba maruz bırakır. Onu Cehenneme so­kar. Orası ne kötü dönüş yeridir! [11]

 

Rıdvan Bey'atı Ve Ondaki Hayırlar

 

18-19- Ey Muhammedi Allah inananlardan, ağaç akında sana baş ağe-rek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur. Gönüllerinde olanı da bil­miş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahsetmiştir. Allah, güçlü olandır, Hakim olandır.

20- Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vadetmiştir. İna­nanlar için bir belge olması, sizi doğru yola eriştirmesi için bunları size he­men vermiş ve insanların size uzanan ellerini Önlemiştir.

21- Bundan başka, sîzin gücünüzün yetmediği fakat Allah'ın sizin için sakladığı ganimetler de vardır. Allah her şeye kadir olandır.

22- İnkâr edenler sizinle savaşsalardı yüzgeri döneceklerdi. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı.

23- Allah 'm önceden gelip geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah 'ın yasasında değişme bulamazsın.

24- Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların elle­rini sizden, sizin ellerinizi onların geri tutan, savaşı Önleyen O'dur. Allah yap­tıklarınızı görendir.

25- Onlar inkar edenlerdir, Sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanıma­dığın inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzün­tüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, diledikle­rine rahmet etmek için böyle yapmıştır.Eğer inananlarla inkarcılar birbirin­den ayrılmış olsalardı, inkâr edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık.

26- İnkar edenler, gönüllcrindeki cahiüiyye çağının asabiyet ataşini ateş­lendirdiklerinde, Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Al­lah her şeyi bilmektedir. [12]

 

Bazı Kelimeler:

 

Altında Rıdvan biati yapılan malum ağaç.Amel­lerine karşılık onları mükafatlandırdı.Allah'ın mü'minleri müda­faa edeceğine dair alamet. Allah onu kuşatmıştır.

Yani Hudeybiye'de. Hareme sevkedilip orada kesi­len kurban. Kesim yeri ki, orası da Mina'dır.Mahbus olarak. Öldürme veya başka bir şekilde üzerlerine basmanız.

Dağıldılar.Ayıp.Gayret ve samimiyet.Sükunet. Yani kelime-i tevhid. [13]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Rıdvan biati meşhur bir biat olup müslümanların umumi siyaseti üze­rinde büyük bir te'sire sahiptir. Tarihçilerin ve siyer yazarları ile tefsir alimle­rinin bu konuda yazdıkları birçok yazılar vardır. Surenin evvelinde bu konu­da kısa bir malumat vermiştik. Bu biatin yapılmasını çabuklaştıran sebepler­den biri de şudur: Peygamber (S.A.V.) efendimiz, maksatlarının savaş olma­dığım, sadece Umre yapmak niyeti ile geldiğini, beraberinde kurbanlık hay­vanları da getirdiğini, üzerinde kınındaki kılıçtan başka silahı bulunmadığım bildirmesi için elçi olarak Osman bin Affan Hazretlerini Kureyş'e gönderdi. Gönderdikten bir süre sonra Kureyşliler onu yakalayıp yanlarında günlerce alıkoydular. Bu arada Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber Peygamber efendimiz ile sahabilerini çok etkiledi. Peygamberimiz, Sahabile-rini, kendisi ile biat yapmaya çağırdı.

Sahih-İ Müslim'de Ebu Zübeyr'in Cabir'den şöyle bir rivayette bulun­duğu kaydedilmektedir. Cabir şöyle demiş: Hudeybiye gününde bizler 1400 kişi idik. Bizler Resulullah (S.A.V.) efendimiz ile biat yaptık. Hz. Ömer ağa­cın altında Resulullah'm elini tutmuştu. Mugaylan ağacının altında hepimiz Resulullah'a biat ettik. Yalnız Ced bin Kays el Ensarî, devesinin karnı altında gizlenerek biat etmedi. Bizler ölüm için değilde savaştan geri kalmamak için Resulullah'a söz verip biat ettik (Başka bir rivayete göre ise Sahabe-i Kiram, ölmek, üzere Resulullah'a biatte bulunmuşlardır). Kureyşliler Sahabe-i Kiram in Resulullah'a biat ettiklerini öğrendiklerinde korktular ve Hudeybiye sul-hünü akdetmesi İçin elçi olarak Süheyl bin Amr'ı Resulullah'a gönderdiler. Anlaşmayı kaleme alan Hz. Ali başa yazdı. Süheyl bin Amr; Bizler Bismillahirrahmânirrahim'in ne demek olduğunu bilmeyiz. Yalnız bildiğimiz; Bİsmike Allahümme ifadesidir. Hz. Ali onun dediği şekilde yazdı. Bu ifadeden sonra "Bu, Allah Resulü Muhammed'in yazdırdığı bir yazıd.r" diye yazdı. Bunun üzerine Süheyl şöyle dedi: Biz se­nin Allah elçisi olduğunu bilseydik sana tabi olur ve seninle-savaşmazdık. Yalnız kendi adını ve babanın adını yaz.

Onun bu itirazı üzerine Peygamber (S.A.V.) efendimiz Hz. Ali'ye: Allah elçisi İfadesini sil dedi. Hz. Ali onu silemedi. Hz. Ali'ye, Allah Resulü İbare­sinin yazılı olduğu kısmı kendisine göstermesini istedi. Hz. Ali ona gösterin­ce, o ifadeyi kendi eliyle sildi, işte böyle, Kureyşlilerin, peygamber efendimi­zin üzerine Cenab-i Allah tarafından bir sükunet ve huzur nazil olduğu bir esnada kendi bağnazlıklarına ve cahîliyetlerine nasıl saplandıklarını görüyo­ruz. Cenab-ı Allah Peygamberimizi ve etrafındaki sahabelerini takva kelime­sine bağladı. Reâulullah ile sahabeleri buna layık ve ehil idiler. Bazı sahabe­nin razı olmadığı bu sulh anlaşması aslında apaçık bir fetihten başka bir şey değildi. Cenab-ı Allah'ın islam davetine bahşettiği büyük bir zafer idi. Bir-şeyden hoşlanmaya bilirsiniz ama o sizin için belkide daha hayırlıdır. [14]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah imanda derinleşen, ihlasta olgunlaşan mü'minlerden razı olmuştur. Çünkü onlara kendilerinden razı olan bir zat gibi muamelede bu­lunmuştur. Onlara Feth-i Mübin nasip edip doğru yolda muvaffakiyet mü­yesser kılmıştır. Ayrıca onlar için bol sevap takdir etmiştir. Ey Muhammedi Sana biat eden mü'minlerin hepsinden Cenab-ı Allah hoşnut olmuştur. Yal­nız Ced bin Kays el Ensarî bundan müstesnadır. Çünkü o, biat etmeyen bir münafık idi.

Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki; Cenab-ı Allah kafirlerden razı değildir. Onları dünyada yardımsız bırakmıştır. Ahirette de onlar için çok kötü bir akıbet hazırlamıştır. Allah'ın razılığından dolayı bu biate Rıdvan Biati denilmiştir.

Cenab-ı Allah mü'minlerden hoşnut olmuştur. Çünkü onlar Şecere-i Rıd­van altında sana biatte bulundular. Kalpleri Allah'ın nusretinden yana mut-ma'în olarak biat etmişlerdir. Onların kalplerinde yerleşmiş olan iman, İhlas ve sadakati Allah bilmiştir. Bu sebeple onların üzerine sükunet ve dinginliği inzal buyurmuş, onları yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır. O fetih Hayber kalesinin fethidir.

Bu ayeti kerime, Peygamber efendimiz ile sahabilerinin Hudeybiyeden dönüşleri esnasında nazil olmuştur. Yani Hayber'in fethinden önce nazil ol-muşturki, bu da Allah'tan mü'minlere verilen bir vaattir ve bu vaa'dte ger­çekleşmiştir. Allah mü'minlere bir çok nimetleri mükafat olarak vermiştir. Hayber kasabası ekin ve meyveler bakımından çok zengin bir kasaba idi. Orada yahudiler yaşamaktaydılar. Servet sahibi idiler.

Bakınız, ayet-i kerime nasıl bir ifade ile sona eriyor: Allah güçlüdür. O'nu hiçbir galip yenemez. Hikmet sahibidir. Dostlarına yaptığı işleri yerli yerince yapar.

Şüphesiz ki bu ifade, ayet-i kerimenin nihayetinde oldukça münasip bir şekilde kullanılmıştır.

Ey müslümanlar1. Sizler doğru niyyetlİ olup Allah yolunda ve İlâyı keli-metullah uğrunda mücadeİe ettiğiniz müddetçe savaşlarınızda Allah size bir­çok ganimetler vadediyor. Bu ganimetler, mezkur şarta riayet ettiğiniz takdirde kıyamet gününe kadar size verilecektir. Şu Hayber ganimeti, Allah ve Resu­lünün emrine itaat etmenizden dolayı bir mükafat olarak size bahsedilmiştir. Cenab-ı Allah insanların ellerinin' size uzanmasına engel olmuştur. Yani sizi insanların tecavüzlerine karşı korumuştur.

öyle anlaşılıyor ki bu ayet-i kerimede geçen insanlardan kasıt,Hayberli-ler ile onların müttefikleri olan Esed ve Gatafan kabileleridirler; Bunlar, müt­tefikleri olan Hayberlilere yardıma geldikleri esnada Cenab-ı Allah onların kalplerine korku bıraktı.

Bazıları demişler ki; ayet-i kerimede geçen insanlardan kasıt, müslüman-ların Hudeybiyeye geldikleri esnada Mekke'de yaşayan müşriklerdir.

Birinci görüş daha sahihtir. Zira müslümanlar Hudeybiye'de iken insan­ların ellerinin onlardan men edilmesine dair haber ileride gelecektir. Cenab-ı Allah insanların ellerinin müslümanlara uzanmasına engel oldu ki, müslü­manlar, bu yardımından dolayı Cenab-ı Allah'a şükretsinler ve ayrıca bu da müzminlerin hak yolda olduğuna dair bir alamet olsun ki, müşrikler, Cenab-ı Allah'ın, inandıkları müddetçe mü'minleri müdafaa edeceğini de anlasınlar. Ey müslümanlar! Bu /esile ile Cenab-ı Allah sizleri dosdoğru yola iletmekte­dir. O yol Allah'a tevekkül yoludur. O yol işleri Allah'a havale etme yoludur. O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.

Cenab-ı Allah şu Hayber ganimetlerini size acil olarak verdi. Ayrıca başka ganimetleri de; mesela Huneyn savaşındaki Hevazin kabilesinden kalan ga­nimetleri de size bahşetti. Halbuki siz daha önce bu ganimetleri elde etmeye muktedir değildiniz. Sizler, kuvvetinize güvenmiş Allah'a tevekkül etmemiş­tiniz. Ama Allah büt in bunları kuşatıp istila etti. Bunlar O'nun kabzasında ve tasarrufunun altındadır. O dilediği kulunu bu ganimetlere sahip kılar. Ken­disine sığınıp yöneldiğiniz zaman sizleri buna sahip kıldı. Allah herşeyİ yap­maya muktedirdir. "Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürkndirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başını­za dar gelmişti, nihayet bozularak arkanızı dönmüş (kaçmaya başlamışımız. Sonra Allah, Resulünün ve mü'minlerİn üzerine sekînetini (güven veren rah­metini) indirdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirleri azaba çarptır­dı (bozguna uğrattı). Sşte kafirlerin cezası budur!"[15].

Şu halde bundan ibret alıp işlerimizi Allah'a havale etmemiz gerekmez mi? Halbuki O, kullarının durumlarını görendir.

Mekkelilerden kafir olanlar sizinle musaİaha yapmayıp savaşırlarsa ar­kalarını dönüp kaçarlar. F nşan hale düşüp yenik düşerler. Sonrada Allah-tan başka kendilerine bir dost ve yardımcı bulamazlar. İşte bu, Allah'ın elçi­lerine ve dostlarına Ötedenberi uygulamakta olduğu bir yasadır. Allah'ın ya­sasında bir değişiklik bulamazsınız. O'dttr ki Mekke kafirlerinin ellerini siz­den geri çekmiş, sizin de ellerinizi onlardan geri çekmiştir. Sizler Mekke'ye yakın Hudeybiye denilen bir mıntıkadaydınız. Hudeybiye mıntıkasının bir kısmı Harem bölgesine, bir kısmı da Harem bölgesi dışındaki HU mıntıkasına da­hildir. Sizi onlara galip kıldıktan sonra Cenab-i Allah ellerinizi onlardan geri çekti.

Sabit, Enes (R.A.)'den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Ten'im dağından inerek Peygamber efendimizin üzerine hücum ettiler. O'nu ve sahabilerini ani bir baskın neticesinde yakate vıak isti­yorlardı. Fakat biz onları teslim aldık- Güçleri yetmediğinden dolabı boyun­larını büküp teslim oldular. Onları öldürmedik. Bunun üzerine Cenab-ı Al­lah şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Mekke'nin göbeğinde onlara karşı si­ze zafer verdikten sonra, onların ellerini sîzden, sizin ellerinizi onlardan çe­ken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görmektedir". Bu yaptıklarınızın karşılığını da eksiksiz olarak verecektir.

Onların ellerinin sizden geri çekilmesi, onların iyiliklerinden dolayı de­ğildi. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü inkar etmiş, Hz. Peygamber'i Mek­ke'den çıkarmış, sizleri Mescid-i Haram-ı ziyaret etmekten men etmişlerdi. Harem-i Şerifte kurban edilecek hayvanları da alıkoyup kurban edilmekten men ettiler. Bu kurbanlıkların, kesim yerine ulaşmasına mani oldular ki, bü­tün bunlar da, onlarla savaşmayı gerekli kılıyordu.

Şu halde İki tarafın savaşmamak üzere ittifak ettiklerini, musalaha yap­tıklarını, aralarında anlaşmazlık kalmadığım söylemek makul olmamakta­dır. Bilakis aralarındaki çekişme ve anlaşmazlık sürüp gidecekti. Çünkü on­lar küfreden, insanları Kabe'yi ziyaret etmekten alıkoyan, kurbanlık hayvan­ları da kesim yeri olan Mina'ya ulaşmaktan men eden bir kavim idiler. îki tarafın ellerinin birbirine uzanmasının men edilmiş olması Allah'ın bildiği bazı ilahî hikmet sebeplerine dayanmaktadır. Bu seseplerden biri de şudur: Orada yani Mekke'li müşriklerin yaşadığı yerde, tanımadığınız müslüman er­keklerle müslüman kadınlar vardı. Şayet arada bîr savaş patlak verseydi siz­ler o tanımadığınız müslümanları öldürecektiniz. Aralarında yaşamakta ol­duklarını bildiğiniz müslümanları kafirlerle beraber öldürmüş olacak ve böy­lece hoşlanılmayan büyük bir ayıp işlemiş olacaktınız. Büyük bir meşakkatle karşılaşacaktınız. Çünkü kefaret ödemeniz gerekecektir. Ayrıca onları Öldür­düğünüzden dolayı da üzülecektiniz. Yani savaşta mü'min erkeklerle mü'min kadından kafirler safında bulunduklarından dolayı Öldürmeniz çirkin bir iş olmasaydı, Cenab-ı Allah sizin elinizi onlardan, onların da elini sizden geri çekmeyecekti. Çünkü savaşmış olsaydınız o mü'minleri de onların arasında öldürecek, böylece çirkin bir İş yapmış olacaktınız. Ama noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah bu mütareke dolayısıyla dilediği kulunu rahmet ve tevfîkinin kapsamına almak İçin sizlere, biribİrinizden elçektirdi ki, İslami­yet daha çok kazanç sağlasın, eziyeti hak etmedikleri halde Mekke'de yaşa­yan müslümanlar eziyetten korunsun. Şayet Mekke'deki mü'minlerle kafir­ler birbirlerinden seçilebilseydi, birbirlerinden ayrılsalardi, bizler Mekkeli ka­firleri, dünyada ölüm veya esaret ile pek acıklı bir azaba uğratırdık. Ayrıca ahirette de onlara acı bir azap çektirirdik. Hani kafirler ilk cahiliyyet taassu­buna saplandılar ve anlaşma metninin Bismillâhirrahmânirrahîm ile yazjlma-sma karşı çıktılar. Peygamber (S.A.V.) İnde Allah elçisi olarak vasıflandırıl­masın! kabul etmediler. İleri sürdükleri bazı şartların, müslümanların aley­hine olacağım zannettiler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah sükunet ve huzuru mü'minlerin ve peygamberin üzerine indirdi. Çünkü onlar tahrip edici savaşı terk etme uğruna kendilerine karşı İleri sürülen bütün şartlan kabul ettiler ki bu aslında onlar için apaçık bir zafer ve fetih idi. Bakınız Cenab-ı Allah müslümanları nasıl koruyor ve amaçlarına ulaşmakta muvafak kılıyor: "/ia- inayetin gözleri seni korursa korkusuzca uyu, artık bütün korkular senin için güvenliktir".[16]

 

Peygamberin Rüyasının Gerçekleşmesi

 

27- And olsun ki Allah, peygamberinin rü'yasmm gerçek olduğunu tasdik eder. Ey insanlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde başlarınızı tıraş et­miş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a girecek­siniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.

28- Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, doğruluk reh­beri Kur'an ve hak din ile gönderen O'dur. Şahid olarak Allah yeter. [17]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onu bütün dinlere üstün kılsın. Aslında izhar ke­limesi, bir şeyi sırta vurmaktır. Sonra bununla birşeyi yüceltme manası kast edilir olmuştur. [18]

 

Nüzûl Sebebi:

 

ResuIulIah (S.A.V.) efendimiz Hudeybiye'ye gitmeden Önce rüyasında ken­disi ile sahabilerinin güvenlik içinde Mekke'ye girdiklerini, kiminin saçlarını traş etmiş, kimininde kışlatmış vaziyette olduklarını görmüştü. Rüyasını müs-lümanlara anlatınca onlar sevinip müjdelenmişlerdi. Kendilerinin aynı sene içinde Mekke'ye gireceklerini zannetmişler ve şöyle demişlerdi: Resulullah'm rüyası haktır.

Bu rüyanın gerçekleşmesi gecikip, Hudeybiye senesinde Mekke'ye giriş­lerini müşrikler engelleyince bazı münafıklar bu konuda şöyle dediler: Valla­hi saçımızı ne traş ettik ne de kısalttık. Ne de Mescid-i Haram'ı gördük!...

Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. [19]

 

Açıklama:

 

Andolsun ki Allah, Resulünün rüyasını doğru çıkardı. Her ne kadar bu rüyanın ameli açıklaması bir sene sonra olduysa da bu rüya karışık ve an­lamsız rüyalardan değildi. Doğrulama, ya sözle ya da fiille olur. Ayet-i keri­medeki rüyanın doğrulanması fiilen olmuştur. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah ResuluIIuh'ın rüyasını hak ve sonsuz hikmetle tasdik etti. İman-ı Kamil İle sarih nifakın açığa çıkacağı sahih bîr maksat için rüyanın doğru­lanması bir sene kadar geciktirildi.

Vallahi sizler, Allah dilerse Mescid-İ Haram'a gireceksiniz.Adamın biri çikıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: Allah bütün şeylerin yaratıcısıdır. Vukuundan önce o şeyleri bilendir. Nasıl olurda yapacağı işi kendi meşîet ve iradesine bağlar? Yani yapacağı bir iş için ne diye inşaallah tabirini kullanır? Buna verilecek cevap da şudur: Evet Cenab-ı Allah böyle bir İfade kullanmıştır ki kullan da yapacakları bir iş için inşaallah desinler ve yapacakları işin olmasını Allah'ın dilemesi şartına bağlasınlar. Ayrıca mü'minle-rin Mekke'ye girişlerinin de başka bir sebeple değil de, ancak Allah'ın emir ve meşieti ile olacağını bilsinler.

Evet, sizler düşmanlarınızdan yana güvenlik içinde olarak kiminiz saç­larınızı traş etmiş, kiminiz de kısaltmış bir vaziyette Mescid-i Haram'a gire­ceksiniz. Artık oraya girdikten sonra korkmayacaksamz. Allah, sizin bilme­diğiniz işleri bilmiştir. Bu rüyanızın ameli bir şekilde gerçekleşmesinden ön­ce o size yakın bir fetih nasip etmişti. Yani bundan Önce de Hayber'i fethet-miştinİz. Hayber'in fethedilişini, rüyanın doğruluğuna ve gerçekleşeceğine İliş­kin bir delil kılmıştı, sizler peygamberin rüyasının gerçekliği ve tahakkuk ede­ceği konusunda nasıl şüpheye düşersiniz? Halbuki Rabbi O'nu hidayet ve hak din ile göndermiştir. Rüyasında O'na gerçek dışı şeyleri göstermesi doğru ol­maz. Zira yalan yanlış rüyalar görmesi O'nun insanlar tarafından yalanlan­masına ve getirdiği haberler konusunda tereddüt etmelerine sebebiyet verir. O Allah'tır ki elçisini insanlara hidayet verici, doğru yolda yürüyen hüccet, burhan, nûr ve Kur'an ile te'yid edilmiş bir kişi olarak göndermiştir. İslâmi-yeti bütün dinlere üstün kılıp ondaki hakkı tesbit edip batılı boşa çıkarmak ve bu zamana elverişli olmayan hükümleri değiştirmek için Resulünü hak din ile ve içinde şüphe bulunmayan gerçek ile göndermiştir. Buna şahit olarak Allah kâfidir.

Ey Muhammedi Seri Allah'ın elçisi, ve peygamberlerinin de sonuncususun.

Bunda Peygamber efendimizi teselli eden ifadeler yok mudur? Bundan daha güçlü bir teselli sözü düşünebiliyor musunuz? Mekkeliler tarafından el­çi olarak gönderilen Süheyl bin Amr'ın peygamber (S.A.V.) in risaletine yap­tığı itiraz karşısında Cenab-ı Allah, Peygamberini işte bu güzel sözlerle tesel­li etmiştir. [20]

 

Muhammed Ve O'nun Temiz Sahabileri

 

29- Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde bulunanlar, in­karcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allahtan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerîndeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflandır. İncilde de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalın­laşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Al­lah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Al­lah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir. [21]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şedid kelimesinin çoğulu olup kaba, katı ve güçlü demektir. Rahim kelimesinin çoğulu olup kalbinde acıma bulunan kimsedir.Sima, alamet demektir. Onların sıfatlan.Filiz.Ona yardım etti.Kalınlaştı. Sapı üzerinde durdu. Yani kuvvetlendi.

İşte bu ayet-i kerime ile fetih suresi nihayete ermekte yine bu ayet içeri­sinde, muzafferiyetin sebepleri ve galibiyetin esasları açıklanmaktadır. [22]

 

Açıklama:

 

Hidayet ve hak din ile gönderilen bu elçi, Allah'ın elçisi ve-Peygamber­lerinin sonuncusu, aynı zamanda önderi olan Muhammed'dir. O'nun hak­kında Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Ve sen büyük bir ahlak üzerindesin" Evet bu, güvenilir, doğru sözlü ve sadakatli bir elçi olan Muhammed'dir. Cenab-ı Allah, yüksek makamında O'na rahmette bulunur. Tertemiz melek­ler onun için istiğfarda bulunurlar. Salih mü'minler de O'nun için, Sahabile-ri ile kıyamet gününe kadar O'nun davetini yapan kimseler için duada bulu­nurlar. O, Allah'ın Resulü Muhammed'dir. Bunlarda, beraberinde bulunan sahabileridir. Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Bunlar hidayet rehberleri ve din önderleri olan sahabileridirler. Peygamber, onlar hakkında şöyle der: "Benim sahabilerim yıldızlar gibidirler. Onlardan hangisine uyarsanız doğru yola girersiniz. Sizden biri Uhud dağı kadar altın in fak etse bile (infak ettiği o mal), onların infak ettikleri bir avuç malın, ya da yansının değerine ulaşamaz". Bakınız Cenab-ı Allah'ta onlar için şöyle buyuruyor: "Mü'minkre karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve şid­detlidirler"[23]. Gerçek mü'min; kendisine karşı savaşan ve dinine cephe alan kafirlere karşı asla yumuşaklık göstermez. Onlara karşı asık suratlı, mü'min kardeşine karşı da güler yüzlü olur. Ancak mü'minler kardeştirler. Peygam­ber (S.A.V.) efendimiz bu hususu te'yid için şöyle buyurmuştur: "Biribirleri-ni sevme ve bİribirlerine merhamet etme bakımından mü'minler aynı cese­din organları gibidirler. Biri hastalandığı takdirde bedeninin diğer kısımları ateş ve uykusuzluk ile onun acısına katlanırlar". Evet îslam davetini her ta­rafa yayan, onların güçlü pazulan ile kaleler ve hisarlar fethedilen gerçek mü­minler işte bunlardır. Bunlar kafirlere karşı şiddetli, bİribirlerine karşı ise mer­hametli idiler. Müslümanlar biribirlerinden koptukları günde güçlerini yiti­rip saptılar. Başkalarına karşı alçalıp bİribirlerine karşı üstünlük tasladılar. Aralarında İslamiyeti yıkıp küfür kalelerini yüceltecek şekilde fitnelerle kin ve mihnetler peydahlandı. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar! Ey insanlar! öyle bir çağda yaşıyoruz ki îslâm düşmanları her taraftan bizi pençelemek için beklemektedirler. Siyaset ve propaganda alanında pek ilerilere gitmişler­dir. Her üslubu deneyerek bütün yollardan insanları dinsizliğe davet etmek­tedirler. Bu alandaki silahlan da ekonomi ve maddiyât; ilmidir. Bu helak edi­ci fırkalar ve müslümanlann safları arasındaki açık ihtilaflar, serden ve kö­tülükten başka birşey üretmez. Malesef bu rezaletlerin sorumluluğu da, yar­dımcısı azalan ve gücü zayıflayan İslama yüklenmektedir. Onunla ve onun hükümleriyle bazı kimseler alay etmeye kalkışmaktadırlar. Ey insanlar bizler şimdi ne diyelim?! Allah'ım sen kendi katından bize lütufta bulun. Sen ken­di dinine zafer ihsan eyle. Kur'an'mı sen koru. Ey Rabbimiz şüphesiz Sen du­aları işiten ve yalvarışlarla yakarışlara icabet edensin!

Şu müslümanlann rüku'da ve sücud'da bulunduklarım görürsün. On­lar salih amel işleyip namaz kılarlar. Bununla da sadece Allah'ın nzasını kast ederler. O'nun lütuf ve ihsanından başka birşey istemezler. O'nun hoşnutlu­ğundan başka bir şeyi ümit etmezler. Allah'ın hoşnutluğu herşeyden büyük­tür. İşte bu gibi kimselerin alametlerini yüzlerindeki secde izinde görürsün.

Evet bunlann nişanlan nedir? Namaz kılanın alnında görünen secde İzin­de midir bu nişan? Ama öyleleri var ki namaz kıldıkları halde kalpleri Fir-avnınkinden daha da katıdır. Zahire bakılırsa bu nişan yüzdeki nûr, kalpteki sükûnet, azalardaki yumuşaklık, huşu ve teslimiyettir. İçi düzgün olanın dı­şını da Cenab-ı Allah düzeltir. Sahih imanın alameti kişinin yaşayan bir Kur'an olması, yani Kur'an'ın bütün emirlerini tatbik eder olmasıdır. İslamı tam olarak yaşamasıdır. Günah işlememesi, fasıklık yapmaması, yalan söylememesi, hi­le yapmaması, başkalarını aldatmaması, saptırmaması, katılaşmaması, günahtan kaçınması ve facir olmamasıdır. İnsanların en kötüsü, insanların ken­disinin kötülüğünden korktuğu kimsedir...

İşte bunlar müslümanın yüzünde görünen bazı İman alametleridir. MüL mİnlerin İncil'deki ve Tevrat'taki vasıflarıdır. Bu, yüce Allah'ın onlara bü­yük bir ikramıdır. Cenab-ı Allah, peygamberle birlikte onlara pek parlak bir misal verdi. Peygamber, İslam davetini tek başına başlattı. Sonra az sayıda insanlar ona iman ettiler. Bu az sayıdaki İnsanlar gittikçe çoğalıp arttılar. Ni­hayet hepsi küçümsenemeyecek bir kuvvet haline geldiler. Ekinin, sapın çev­resinde ortaya çıkan filizlerle kuvvetlenerek ziraatçinin hayretini celbedecek şekilde güçlenmesi gibi, az sayıdaki mü'minler bilahare çoğalarak güçlendi­ler. Cenab-ı Allah, kafirleri onlar sebebiyle öfkelendirmek için mü'minleri bu şekilde güçlendirdi. Zaten kafirlerde fiilen onlara karşı öfkelendiler. Ka­firlerin üstünlükleri, güçleri ve saltanatları yıkıldı. Bizans ve Fars imparator­lukları çöktü. İslamİn bayrağı yükseldi. Nihayet kafirlerin ve küfrün kalbi İslama ve müslümanlara karşı öfke ile dolup taştı. İşte bu müjdenin eserleri ve İslam düşmanlarının peşpeşe devam eden hamleleri görülüyor. Asıl deh­şet verici şudur ki; O kafirler, gayr-ı dini kültürle yetişen ve beslenen îslam gençliğinde verimli bir mer'a görmektedirler. Onların dini yönden az kültür­lü oluşlarını istismar etmekte ve zehirlerini onların kalplerine yüklemekte­dirler. Ey Müslümanlar; sizden iman edip salih amel işleyenlere Cenab-ı Al­lah büyük bir .mağfiret ve bol bir mükafat vadetmiştir. Allah, vadi sadık olan­dır. Bu vaad, her zaman ve mekanda salih amel işleyen herkes için geçerlidir. Bizleri İslama ve müslümanlara hayır yapmakta muvaffak kılmasını Cenab-ı Allah'tan diliyoruz. [24]

 

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/579-580.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/580-58.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/581

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/581-585.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/585-586.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/586.

[7] Hucurat süresi: 17.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/586-588.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/588-589.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/589-590.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/590-593.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/593-594.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/595.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/595-596.

[15] Tevbe süresi: 25-26.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/596-599.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/599-600.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/600-601.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/601-602.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/602.

[23] Maide sûresi: 54.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 5/602-604.