Fetih suresi, yirmi
dokuz âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.
Bu sure-İ celile,
Resulullah (s.a.v.)e müjde ile başlıyor ve buyuruluyor ki: "Ey Muhammed,
biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.[1]
Bu fetih müjdesi
Resulullaha, Hudeybiye musalahasım yaptıktan sonra Medine'ye dönerken veriliyor
ve yapılan anlaşmanın sonunda fetih ve zaferin muhakkak olduğu beyan ediliyor.
Allah teala bu surede
müminlere, gökten askerleriyle yardım edeceğini haber veriyor ve buyuruyor ki:
"Göklerin ve yerin askerleri Allahındır. [2]Alla-hm
bu askerleri, kendi yolunda çarpışan mümin kullarına yardım edecektir.
Sure-i celilede,
müminler Resulullaha biat etmeye çağırılıyor ve bu biatin aynı zamanda AHaha
biat demek olacağı beyan ediliyor ve buyuruluyor ki.: "Muhakkak sana biat
edenler, ancak Allaha biat etmişlerdir.. [3]
Sure-i celilede bundan
sonra, Resulullah ile birlikte savaşa çıkmayan Bedevilerin durumu beyan
ediliyor ve onların, zihinlerinde Allaha karşı beslendikleri kötü zanlan
ortaya çıkarılıyor.
Yine sure-i celilede,
özürleri sebebiyle savaşa katılamayanların durumu anlatılıyor ve bu
özürlerinden dolayı affedildikleri haber veriliyor.
Allah teala,
Hudeybiyede bir ağacın altında, sahabenin Resulullaha yaptıkları biattan ve
onu yapanlardan razı ıolduğunu haber vererek buyuruyor ki: "Şüphesiz
Allah, o ağacın altında sana biat eden müminlerden razı oldu. [4]
Sure-i celile,
Muhammed ümmetinin üstün vasıflarını beyan ederek sona eriyor. [5]
Ömer b. el-Hattab'dan
şu hadis rivayet edilmektedir: Eşlem diyor ki:
"Resulullah, bir
yolculuğu sırasında yürürken, geceleyin Ömer de onunla birlikte yürüyordu. Ömer
b.el-Hattab ondan bir şey sordu. Resulullah ona cevap vermedi. Tekrar sordu
Resulullah yine cevap vermedi. Tekrar scyud Resulullah yine cevap vermedi.
Bunun üzerine Ömer kendi kendine şöyle dedi: "Ey Ömer, annen seni
kaybetsin. Resulullaha üç kere ısrar ettin o hiç birinde sana cevap
vennedi." Ömer b. el-Hattab diyor ki: "Sonra devemi sürdüm insanların
Önüne geçtim. Hakkımda âyet ineceğinden korktum. Çok geçmedi ki bir kişinin
beni çağırdığını duydum. Korktum ki hakkında bir âyet indi. sonra Resulullahin
yanma vardım ve ona selam verdim. Resulullah bana şöyle dedi: "Bu gece
bana bir sure indirildi. O benim için, güneşin, üzerine doğduğu her şeyden daha
sevimlidir. Sonra Resulullah Fetih suresini okudu. [6]
Rahman ve Rahim olan
AHahın adıyla.
1- Ey
Muhammed, biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. [7]
2-3- Allah,
bu fethi sana, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak, üzerine olan nimetini
tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve seni şanlı bir zaferle muzaffer
kılmak için ihsan etti.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki biz sana, kavminin kâfirlerinden, sana karşı gelen ve sana düşmanlık
besleyenlere karşı ye dinleyen ve kendisine ulaşan için apaçık olan bir hüküm
verdik. Senin onlara galip gelmene ve onlara karşı muzaffer olmana karar
verdik. Böylece rabbinin senin lehine vermiş olduğu ve sana fetih
bahşetmesinden dolayı rabbine şükredesin, ona hamdedesin ve onu teşbih edesin
ve ondan, günahlarının affını düeyesin. O da senin şükretmene ve. af dilemene
karşılık Mekke'nin fethinden önce ve sonra işlediğin günahları affetsin. Seni
düşmanlarına galip getirerek, ünyada şanınf yükselterek ve günahlarını
affederek sana bahşettiği nimetlerini tamamlasın. Seni, dosdoğru bir yol olan
İslam dinine iletsin. Ve sana, diğer düşmanlarına karşı da şanlı bir zafer
versin.
Taberi, bu âyet-i
kerimeleri izah ederken Nasr suresini göz önünde bulundurarak izah ettiğini
söylemekte ve Resulullahm affedilme sebebinin, fetihten sonra onun Allahtan af
dilemesi ve verdiği nimetlere şükretmesi olduğunu söylemektedir.
Burada zikredilen
"Fetih"ten maksat, Mekke'nin fethi olmayıp onun fethine zemin
hazırlayan Hudeybiye musalahasıdır.
Resulullah, hicretin
altıncı yılında Zilkade ayında Umre yapmak üzere Medine'den hareket edip
Mekke'nin yakınlarında bulunan Hudeybiye'ye kadar gitmiştir. Resulullahm
geldiğini haber alan Mekkeli müşrikler, küçük düşeceklerini ileri sürerek onun
ve arkadaşlarının Kâbeyi ziyaret edip Umre yapmalarına engel olmuşlar ve
Resulullah ile on yıllık bir banş antlaşması yapmayı teklif etmişler ve bir yıl
sonra da Umre yapılmasına müsaade edeceklerini vaadetmiş-İerdir. Resulullah,
dış görünüşüyle çok ağır şartlar taşıyan bu banş teklifini, gelecekte mü si
umanların lehine olacağı için kabul etmiş ve Hudeybiye musalaha-smı
imzalamıştır. Böylece Umre için götürdükleri kurbanlarını Hudeybiye'de keserek
anlaşma gereği geri dönmüşlerdir. İşte Hudeybiye'den Medine'ye dönerken
bu'sure nazil olmuş ve Hudeybiye anlaşmasını bir fetih olarak
vasıflan-dırmiştır.
Bera b. Âzib (r.a.)
diyor ki:
"Siz bu fethi,
Mekke'nin fethi olarak mı kabul ediyorsunuz? Evet, Mekke'nin fethi bir
fetihtir fakat bizler, Hudeybiye günü yapılan "Bey'aM Rıdvan"ı fetih
kabul ediyorduk. [8]
Abdullah b. Mes'ud ve
Cabir b. Abdullah da âyette zikredilen "Fetih"ten maksaın Hudeybiye
musalahasi olduğunu söylemişlerdir.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanm, Hz. Muhammed (s.a.v.)in geçmiş ve gelecek günahlarını affettiği beyan
edilmektedir. Buna rağmen Resulullah bütün ibadetlerini diğer müminlerden daha
fazla olarak eda etmiş ve böylece rabbine şükrünü ifa etmiştir.
Muğire b. Şube diyor
ki:
"ResuluIIah ayağa
kalkıp namaz kılardı. Öyle ki ayaklan şişerdi. Bir gün ona denildi ki:
"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir. (Neden bu kadar
çok namaz kılıyorsun?) Resuullah.şöyle cevap vermiştir: "Ben, şükreden
bir kul olmayayım mı?" [9]
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"ResuluIIah
(s.a.v.) geceleri namaz kılardı. Öyle ki ayakları yarılırdı." Dedim ki:
"Ey Aİlahın Resulü, bunu neden yapıyorsun? Aiiah senin geçmiş ve gelecek
günahlarını affetmiştir." ResuluIIah şu cevabı verdi: "Ben, şükreden
bir kul olmayı istemiyeyim mi? [10]
4-
İmanlarına iman katmak için, müminlerin kalblcrinc huzur ve sükunet indiren
O'dur. Göklerin ve yerin askerleri Allahındır. Allah, her-şeyi bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
Allaha ve Resulüne
iman eden müminlerin kalbierine sükunet ve güveni sindiren Ailahtır. Böylece
daha önce iman ettikleri farzların yanında yeni farz kılınan hükümlere de iman
etsinler. Böylece imanları artmış olsun.
*Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Burada müminlerin kalbine indirildiği beyan edilen sükunetten
maksat, Aİlahın rahmetidir. "İmanlarına iman katmak, "tan maksat ise
şudur: Allah (c.c.) peygamberi Muhammed (s.a.v.)i Allah-tan başka hiçbir ilah
olmadığına şahadet getirme emriyle gönderdi. Müminler bunu kabul edince namaz
farz kılındı. Ona da iman ettiler. Sonra buna ilaveten oruç farz kılındı ona da
iman ettiler. Daha sonra buna ilave olarak zekât farz kılındı ona da iman
ettiler. Daha sonra buna ilaveten Hac farz kılındı ona da iman ettiler. Sonra
Allah onların dinlerini tamamladı ve buyurdu ki: "Bugün dininizi kemale
erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve din olarak size İslamı seçtim.. [11]
İşte Abdullah b.
Abbas, müminlerin imanlarının artmasını bu şekilde izah etmiştir. Allah teala,
âyet-i kerimede, göklerin ve yerin askerlerinin kendisine ait olduğunu beyan
etmektedir. Böylece Hudeybiye sulhünden sonra kalbierine sükunet indirilen
müminlerin maneviyatlarını yükseltmektedir. Zira Allah teala tek bir melekle,
kâfirlerin tümünü yok ettirebilir. [12]
5- Allah, bu
fethi sana, îman eden erkeklerle kadınları, içinde ebedi kalacakları, altından
ırmaklar akan cennetlere koymak ve yaptıkları kötülükleri silmek için ihsan
etti. İşte bu, Allah nezdinde büyük bir kurtuluştur.
Ey Muhammed, Allah
sana apaçık bir zafer ihsan etti ki sen rabbine, bu zafere karşılık şükredesin
ve ona hamdedesin. O da senin bu şükür ve hamdine karşılık geçmiş ve gelecek
günahlarını affetmiş olsun. Yine Alah sana bu apaçık fethi ihsan etti ki, mümin
erkek ve kadınlar, rablerinin kendilerine lütfettiği bu fethe ve müşriklere
galip gelmeye karşılık rablerine şükredip hamdetsinler. Rableri de onları
altından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennetlere koysun. Salih
amellerine karşılık kötü amellerini affetsin. İşte Aİlahın müminlere
vaadettiği bu nimetlere erişmek, Allah katında en büyük kurtuluştur.
*Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında Enes b. Mâlik'ten şunlar rivayet edilmektedir. Enes
diyor ki: "Şüphesiz ki biz sana apaçık bir fetih verdik." âyetindeki
fetihten maksat, Hudeybiye musaîahasıdır. Bu âyet inince Resuîuilahin
sahabileri kendisine şöyle dediler: "Fethin sana ihsan edilmesi ve geçmiş ve
gelecek günahlarının bağışlanması sana mübarek olsun. Ya bizim için ne
var?" Bunun üzerine Allah teaia: "Allah bu fethi sana, iman eden
erkeklerle kadınları içinde ebedi kalacakları, altından rımaklar akan
cennetlere koymak ve yaptıkları kötülükleri silmek için ihsan etti."
âyetini indirdi. [13]
6- Ayrıca
Allah bu fethi sana, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklerle
müşrik kadınları azaba uğratmak için ihsan etti. Onların, müminler hakkında
temenni ettikleri kötülükler kendi başlarına gelsin. Allah, onlara gazap
etmiş, lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. O ne kötü varılacak bir
yerdir.
Ey Muhmammed, Allah
sana apaçık bir fethi ihsan etti ki bu fetih sayesinde seni affetsin, mümin
erkek ve mümin kadınfan cennetlere koysun. Münafık erkek ve münafık kadınlara
azap etsin. Zira Allah, sana fethi ihsan ederek münafıkları ve müşrikleri
susturmuş olur. Sizin mağlup olacağınız şeklindeki beklentilerini ortadan
kaldırmıştır. Âhirette de onları, içinde ebedi olarak kalacakları cehenneme
koyacaktır. Onları felaketler bekiemekterir. Allah onlara gazap etmiş ve
lanetine uğratmıştır. Onlar için cehennemi hazırlamıştır. Cehennem ne kötü
varılacak bir yerdir.
Ey Muhammed, Allah
sana apaçık bir fethi ihsan etti ki bu fetih sayesinde seni affetsin, mümin
erkek ve mümin kadınları cennetlere koysun. Münafık erkek ve münafık kadınlara
ve Allaha karşı kötü zan besleyen müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etsin.
Zira Allah, sana fethi ihsan ederek münafıkları ve müşrikleri sustumıuş olur.
Sizin mağlup olacağınız şeklindeki beklentilerini ortadan kaldırmıştır.
Âhirette de onlan, içinde ebedi olarak kalacakları cehenneme koyacaktır. Onlan
felaketler beklemektedir. Allah onlara gazap etmiş ve lanetine uğratmıştır.
Onlar için cehennemi hazırlamıştır. Cehennem ne kötü varılacak bir yerdir. [14]
7- Göklerin
ve yerin askerleri ancak Allahındir. Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Göklerin ve yerin
askerleri Allaha aittir. Allahın düşmanlarına karşı bunlar, hazır
beklemektedirler. Allah bu askerlere, düşmanlarını helak etmeyi emrettiği
zaman onun emrine itaat ederek o emri yerine getirirler. Allah herşeye
galiptir. Hiçbir şey ona galip gelemez. Yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir.
[15]
8- Ey
Muhammed, biz seni, bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki biz seni, senin davet ettiğin şeyleri kabul ettiklerine dair ümmetine bir
şahit ve onları cennetle müjdeleyen, davet ettiğin şeyleri kabul etmedikleri
takdirde ise onları cehennem azabı ile uyaran bir peygamber olarak gönderdik.
Abdullahb. Amrb. el-As
diyor ki:
"Kur'anda
Resulullahın sıfatını belirten bu âyetin Tevrat'taki benzeri şöyledir: Ey
Peygamber, şüphesiz ki biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı ve okur
yazarlığı olmayanlara bir sığınak olarak gönderdik. Sen benim kulum ve
peygamberimsin. Seni, "Tevekkül eden" diye isilendirdim. Sen katı
kalbli, kaba, çarşılarda bağırıp çağıran biri değilsin. Sen, kötülüğü kötülükle
önleyen değil fakat affeden ve hoş görülü olan birisin. Allah, seninle bu
çarpık ümmeti "Laila-he İllalllah" diyerek düzeltmedikçe ve bu
kelimeyi tevhid ile kör olan gözleri, sağır olan kulakları ve perdeli olan
kalpleri açmadıkça senin ruhunu almayacaktır.
[16]
9- Böylece
ey insanlar, siz de, Allah ve Resulüne iman edesiniz, Allanın dinine yardımda
bul imasınız, ona tazim edesiniz ve onu, layık olmadığı şeylerden sabah akşam
tenzih edesiniz.
Böylece ümmetin,
Allaha ve peygamberine iman etsinler. Allahin dinine, onun düşmanlarına karşı
savaşarak yardım etsinler. AÜaha tazim etsinler ve sabah akşam onu, layık
olmadığı sıfatlardan uzaklaştirsınlar. [17]
10- Ey
Muhammcd, şüphesiz ki, sana biat edenler, ancak Allaha biat etmişlerdir.
Allanın kudreti, onların kuvvetinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi
aleyhine bozmuş olur. Kim de Allaha olan ahdini yerine getirirse, Allah ona
büyük bir mükafaat verecektir.
Ey Muhammed,
Hudeybiye'de düşmana karşı savaşacaklarına ve düşmanın önünden
kaçmayacaklarına dair sana biat eden arkadaşların şüphesiz ki Allaha biat
etmişlerdir. Zira Allah onlara bu biatlan karşılığında cenneti garanti etmiştir.
Onlar, Allanın peygmaberine yardım etmek üzere biat ettiler. Allah dilerse,
onların biati olmadan da peygamberine yardım eder. Zira Alîahın gücü ve kuvveti
onların güç ve güç ve kuvvetinden daha üstündür, fakat Allah onların biati ile
kendileriningerçek mümin olduklarını ortaya çıkarmış oldu. Ey Muhammed, artık
bundan sonra kim, sana yaptığı biati bozacak olursa kendi aleyhine bozmuş
olur. Çünkü o, kendisini, Allanın, biat edenlere vaadettiği cennetten mahrum
eder. Peygambere de Allanın yardımı yeterlidir. Kim de düşmanlarla karşı
karşıya geliğinde sabır ve metanet göstereceğine ve Allanın peygamberine
yardım edeceğine dair Allaha verdiği sözü yerine getirecek olursa Allah ona,
büyük bir mükafaat olan cenneti verecektir. [18]
Hudeybiye, Mekke
yakınlarında bulunan bir vadinin adıdır. Resulullah (s.a.v.) Hicretin altıncı
yılında, ashabiyla birlikte, Kabe'yi tavaf edip Umre yapmak için gittiğinde bu
vadide konakladı ve kendisini Mekke'ye sokmak istemeyen müşriklerle bir
antlaşma yaptı. İşte bu çok mühim olay şöyle cereyan etmiştir:
Misver b. Mahreme ile
Mervan'dan, birbirlerinin sözlerini tasdik ederek şöyle dedikleri rivayet
edilmiştir.
Resulullah (s.a.v.)
Hudeybiye seferinde Medine'den çıkmıştı. Yolun bir kısmına vardıklarında
yanındakilere:
-Halid b. Velid bir
takım Kureyş süvarisi ile gözcü olarak Gamim, mevkiindedir. Şimdi siz yolun
sağ tarafını tutunuz." buyurdu. Ravi diyor ki: "Vallahi Halid,
peygamberle maiyetinin hareketini anlamadı. Nihayet Halid, ordumuzun
kaldırdığı kara tozu gördü de hayvanına ayağı ile vurup koşturarak Resul-i
Ekrem'in geldiğini Kureyş'e bildirmek üzere süratle gitti. Nebi (s.a.v.) de
ordusuyla yürüdü. Nihayet seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş'in
karargâhı üzerine inilirdi. Burada Resulullahın bindiği Kasvâ adlı deve çöktü,
insanlar:
-Kasvânın huyu tuttu,
Kasvâ'nm huyu tuttu." demeye başladılar. Hayvanı sevk ettilerse de
çökmekte ısrar etti. Yine insanlar:
-Kasvânm huyu tuttu.
Kasvânın huyu tuttu." dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.):
-Kasvânın huyu tutmaz.
Onun çökmek huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Mekke'ye girmekten fili men eden
kudretullah şimdi de Kasvâyı menetti." buyurdu. Bundan sonra Resulullah:
-Hayatım kudret elinde
olan Allaha yemin ederim ki Kureyş, Allanın harem dalihinde muhterem kıldığı
şeylere saygı kasdederek benden ne kadar zor istekte bulunursa ben onu muhakkak
onlara vereceğim." buyurdu. Sonra Kasvâyı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp
kalktı. Râvi demiştir ki: "Bu defa Resulullah Kureyş tarafından dönerek
nihayet suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye
mevkiinin sonuna indi. Bu, az suyu, halk, birer parça almış ve halkın orada
durabilmesi için su bırakmayıp kuyunun suyunu tamamen çekmişlerdi. Resululah
(s.a.v.)e susuzluktan şikayet olundu. Bunun üzerine Resulullah, ok
mahfazasından bîr ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını
emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmaya başladı. Suyun bu feveranı,
Resululahm arkadaşları dönünceye kadar onları suya kandırmak için devam etti.
Onlar, kuyunun kenarında oturarak su kaplarını doldurdu.
Resulullah ile maiyeti
bu halde iken Huzaa kabilesinden Büdeyl b. Ver-ka, kendi kabilesi Huzaa'dan
birkaç kişi İle birlikte çıkageidi. Mekke ve havalisindeki Tihame kabileleri
arasında Huzaalılar, ötedenberi Resulullah (s.a.v.)in sırdaşı idiler. Müslüman
olsun müşrik olsun bütün Hazaalılar Mekke'de olup biten herşeyi Resul-i
Ekrem'den saklamazlar, gizlice bildirirlerdi. Büdeyl gelince Resul-i Ekrem'e:
-Haaberiniz olsun,
Kureyş'in Kâ'b b. Lüey ile Âmir b. Lüey kabileleri, Hudeybiye surlarının en
zengin menbaalarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri, kadınları ve
çocukları da yanlarında bulunuyor. Maişetleri yolundadır. Şimdi ben onları bu
halde bıraktım geliyorum. Onlar muhakkak size karşı harp edeçekler. Ve sizi
Beyt-i Şerife girmekten men edecekler." dedi. Resulullah da şöyle
buyurdu:
-Fakat biz, hiçbir
kimse ile harbetmek için gelmedik. Biz yalnız Umre yapmak niyetiyle geldik.
Bununla beraber Bedir, Hendek harbi, Kureyş'in maddi ve manevi bütün
kuvvetlerini zaafa ve onları hayli zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse
ben onlarla aramızda bir mütareke müddeti tayin edeyim. Şu şartla ki bu müddet
zarfında ben onlarla harp etmeyeyim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım
serbest bıraksınlar, karışmasınlar. Eğer ben, galip gelirsem, Kureyş
müşrikleri de halkın girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse kendi
arzularıyla girebilirler. Şayet ben, müşriklerin sandıkları gibi galip
gelmezsem, bu ihtimale göre de müşrikler benimle harp etmek külfetinden
kurtulur rahata ererler.
Eğer Mekkelüer böyle
bir mütarekeyi kabul etmez ve diğer Araplarla beni, kendi halimize bırakmayıp
müdahale etmek isterse, hayatım kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, şu
müdafaa ettiğim müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar
Mekkelilere karşı cihad edeceğim, bu muhakkaktır. Şu da kafidir ki, o zaman
Allah, Kur'an-ı mübindeki yardım vaadini yerine getirecektir." Bunun
üzerine Büdeyl b. Verka Resulullaha:
-Şimdi bu sözlerinizi
ben herhanlde Kureyş'e tebliğ ederim." dedi. Ve ra-vinin beyanına göre,
gidip Kureyş'in karargâhına vardı ve:
-Şimdi ben, yanınıza
şu adamın (Hz. Muhammed'in) yanından geliyorum. Şöyle bir söz söylediğini işittim.
İnerseniz anlatayım." dedi. İkrime b. Ebi Cehl ve Hakem b. Ebil As gibi
Kureyş'in beyinsizleri:
-Senin bize bir şey
haber vermene ihtiyacımız yoktur." diye karşıladılar. Fakat içlerinden
sağlam görüşlü birisi:
-Haydi işittiğin söz
ne ise söyle bakalım." dedi. Büdeyl:
-Onun şöyle şöyle
dediğini işittim." diyerek Nebi (s.a.v.)in sözlerini birer birer anlattı.
Bunun üzerine Urve b. Mes'ud ayağa kalkıp Kureyş'e karşı bir hutbe irad
ederek:
-Ey kavim, siz benim
babam yerinde değil misiniz? diye sordu. Kureyşli-ler.
-Evet, diye tasdik
ettiler. Bunun üzerine:
-Ben de sizin oğlunuz
mesabesinde değil miyim? dedi. Onlar:
-Evet diye tasdik
ettiler. Sonra Urve:
^Beni bir şüphe ile
itham eder misiniz? diye sordu. Buna da: -Hayır diye cevap verdiler. Bu defa
Urve:
-Ukaz halkının
tamamını yardıma davet ettiğimi ve onların imtina etmeleri üzerine kendim
çoluk çocuğumla ve bana itaat eden etrafımla size yardıma koştuğumu pekala
bilirsiniz değil mi? dedi. Onlar da:
-Evet biliriz diye
tasdik ettiler. Bu teminatı aldıktan sonra Urve:
-Bu adam (Resulullah)
size doğru bir teklifte bulunuyor. Onu kabul ediniz ve beni bırakınız ona
gideyim. Dedi. Mekkeliler:
-Haydi git diye izin
verdiler. Urve geldi ve Resulullaha durumu anlatmaya başladı. Resulullah da
Urve'ye Büdeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikir beyan etti. Bu
arada Resul-i Ekrem'in "Bir mütareke kabul etmezlerse Kureyş ile ölünceye
kadar harp edeceğim." buyurması üzerine Urve:
-Ey Muhammed, sen,
kavminin kökünü kazıyacak olursan bana söyler misin? Senden evvel Araptan kendi
kavmini toptan helak eden bir kimse işittin mi- Ya mesele diğer şekilde zuhur
ederse? Ya siz yenilirseniz? Vallahi ben aranızda ileri gelen bazı kimseler
görüyorum. Bu muhakkak olmakla beraber yine ben bir takım kabilelerden
toplanmış karışık bazı kimseler de görüyorum ki, bunlar harp sırasında kaçıp
seni yalnız bırakabilecek kabiliyettedirler." dedi. Ebubekir (r.a.)
Urve'nin, Peygamberin arkadaşlarını harptan kaçabilecekleri şeklinde göstermesi
üzerine Urve'ye:
-Haydi sen,
"Lafın kıçını yala. Biz mi Resulullahı yalnız bırakıp firar edeceğiz?
Hâşâ" diye fena halde çıkıştı. Urve:
-Bu da kimdir? diye
sordu. Ashab: -Ebubekir, dediler. Urve:
-Ah Ebubekir, hayatım
kudret elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde şu ana kadar karşılığını ödeyemediğim
bir iyiliğin olmasaydı elbette ben de sana cevap verirdim." diye mukabele
etti.
Râvi diyor ki: Urve,
Nebi (s.a.v.)e söz söylemeye devam etti ve konuşurken Arap âdeti üzere her söz
söyledikçe eliyle Resulullahın sakalını okşayarak saygıda bulunuyordu. Halbuki
bu sırada Muğire b. Şube ki, Urve'nin kardeşinin oğludur, başında miğfer ve
yalın kılıç bir halde Nebi (s.a.v.)in yanında durup onu muhafaza ediyordu. Ve
Urve her ne zaman Resul-i Ekrem'in sakalını okşamaya yeltenirse, Muğire,
kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:
"-Resulullah
(s.a.v.)in sakalından elini çek. İhtarında bulunuyordu. Muği-re'nin bu
ihtarları üzerine Urve başını kaldırarak:
-Bu da kimdir? diye
sordu. Ashab:
-Muğire b. Şube'dir.
dediler. Bunun üzerine Urve:
-Ey hain, ben hâlâ
senin cahüiyyetteki öldürdüğün adamların diyetini ödemeye çalışmakla meşgul
değil miyim? dedi. Muğire.müslüman olmazdan evvel cahiliyette, Mâlik
oğullarından bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş ve yolda bunları öldürüp
mallarım almış, sonra Medine'ye gelip müslüman olmuştu. Resul-i Ekrem'e bu
mallan arzettiğinde Resulullah (s.a..v):
-Müslümanlığın bizce
kabuldür. Fakat bu mallar haksız olarak elde edilmiştir. Biz bunlardan hiçbir
şeye e! sürmeyiz." buyurmuştur.
Sonra Urve, Nebi (s.a.v.)in
ashabını iki gözüyle tedkike başladı. Ve arkadaşlarına:
-Bu ne saygıdır.
Vallahi Resulullah (s.a.v.) bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine
getirmeye çalışıyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak
için nerdeyse birbirlerini Öldürüyorlar. Peygamber söz söylerken de huzurundaki
bütün ashab, seslerini alçaltarak cevap veriyorlar. Ona tazim için yüzüne de
dikkatle bakamıyorlar." dedi. Daha sonra Urve, Kureyşin yanına geldi ve
gördüklerini şöyle bildirdi:
-Ey ahali, vallahi ben,
vaktiyle birçok kralların huzuruna sefir olarak çıktım: Mesela, Rum meliki
Kayzer'in, Fars meliki Kırsa'nın, Habeş meliki Neca-şi'nin divanlarına eiçi
olarak girdim. Vallahi bunlardan hiçbir kralın arkadaşlarını, Muhammed'in
ashabının Muhammed'e saygı gösterdikleri derecede krallarına saygıda bulunur
görmedim. Muhammed'in ashabı, onun tükürüğü ile dahi te-berrük ediyorlar. 0,
bir şey emredince ashabı derhal emrini yerine getirmeye koşuyorlar. 0 abdest
aldığı zaman da abdest suyunun fazlasını almak için nerdeyse birbirlerini
öldürüyorlar. O, söz söylerken ashabı hafif bir sesle tasdik ve cevap
veriyorlar. Muhammed'in ashabı, saygı için onun yüzüne dikkatle bakamıyorlar.
Şimdi Muhammed size
güzel ibr anlaşma teklifinde bulundu. Bunu kabul ediniz." dedi.
Bunun üzerine Kinane
oğullarından birisi Kureyş'e hitaben:
-Beni bırakınız, bir
kere de Muhammed'in yanına ben gideyim." dedi. Onlar da:
-Pekala git. Dediler.
Bu Kulnaneli zat, Nebi (s.a.v.) ve ashabına doğru gelirken Resuluîlah (s.a.v.):
-Bu gelen, filan
kimsedir. O, bir kabiledendir ki onlar Hac ve Umre kurbanlarına saygı
gösterirler. Gerdanlıklı develeri bu zatın gözü önüne salıveriniz."
buyurdu. Ashab bütün kurbanlık develeri onun yolunun üzerine salıverdiler. Ve
ashab yüksek sesle "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" diyerek Kinaneliyi
karşıladılar. Kinaneli zat, kurban develerini ve halkın telbiye ile
karşılayışını görünce hayret ederek:
-Sübhanallah, bunlan
Beyt-i Şerifi ziyaretten men etmek, bunlara karşı layık olmayan bir
muameledir." dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de:
-Ben bunların Umre
için kesecekleri kurban develerini kıladelenmiş (gerdanlık takılmış) ve belli
edilmiş bir halde gördüm. Doğrusu bunlan Kabe'yi ziyaretten men etmeyi muvafık
görmem." dedi.
Sonra Kureyşüler
arasında Mikrez b. Hafs denilen birisi kalkıp:
-Bana müsaade ediniz
de Muhammed'e bir de ben gideyim." dedi. Onlar da:
-Haydi git, dediler.
Mikrez, Resul-i Ekrem ile ashabına doğru gelirken, Nebi (s.a.v.):
-Şu gelen Mikrez'dir.
Facir bir kimsedir, buyurdu. Mikrez, Nebi (s.a.v.) ile görüşmeye başladı ve
Resul-i Ekrem'e durumu anlatmak üzereyken Süheyl b. Amr çıkageldi. Süheyl
gelince Nebi (s.a.v.) ümitlenerek ashaba karşı:
-Artık işiniz bir
dereceye kadar kolaylaştı, buyurdu. Süheyl b. Amr gelince Resul-i Ekrem'e:
-Haydi hokka, kalem ve
kağıt getir, sizinle aramızda, bir antlaşma yaz. dedi. Bunun üzerine Nebi
(s.a.v.) kâtibi Ali b. Ebi Talib'i çağırdı ve buyurdu ki:
"Bismillahirrahmanirrahim." diye yaz. Bunun üzerine Süheyl Resul-i
Ekrem'e:
-İyi amma ben, rahman
kelimesinin mahiyeti nedir bilmiyorum. Fakat vaktiyle senin de yazdırdığın gibi
"Bismike Allahümme" "Allahım senin isminle" diye yaz dedi.
Müslümanlar da hep bir ağızdan:
-Vallahi biz onu
yazmayız. Ancak "Bismillahirralımanirrahim." yazılmasını
isteriz." demişlerdi. Nebi (s.a.v.) Hz. Ali'ye hitaben:
-Haydi "Bismike
Allahümme." diye yaz. buyurdu. Sonra da: "Bu yazı Muhammed
Resuluîlahın içindekileri kabul ve imza tetiği antlaşmadır." diye
yazmasını emretti. Süheyl buna da itiraz ederek:
-Vallahi biz, senin
Resulullah olduğunu bilmiş ve tasik etmiş olsak seni Kabe'yi ziyaretten men
etmez ve sana karşı savaşa kalkışmazdık. Şimdi sen, "Muhammed b.
Abdullah" diye yaz, dedi. Bu teklif üzerine Resul-i Ekrem: "Vallahi,
siz beni yalanlasanız da ben Allanın peygamberiyim." dedi ve:
-Haydi Resulullah
lafzını sil de "Muhammed b. Abdulah." yaz diy emretti. Alib.
EbiTalib:
-Vallahi ben senin
mübarek Resululah unvanını katiyyen silemem." dedi. Bunun üzerine, Resul-i
Ekrem yazıyı elinealıp "Muhammed b. Abdullah" diye yazdırdı.
Bu hadisin ravilerinden
olan Zührî demiştir ki: "Resulullahın gerek besmelenin gerek anltaşmanın
unvanının yazılış şekli hakkında Süheyl b. Amr'ın tekliflerine muvafakat
buyurmaları, Resul-i Ekrem'in evvelce: "Kureyş, Allahın haremi dahilinde
muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar müşkül talepte
bulunursa bulunsun ben onu muhakkak onlara vereceğim." şeklindeki
kararının tecellesidir.
(Antlaşmanın unvanı:
"Ya rab, senin isminle başlarım. Bu yazı Muhammed b. Abdullahın
içindekileri imza ettiği bir musalahanamedir." şeklinde kararlaştırılıp
yazıldıktan sonra Resul-i Ekrem antlaşma şartlarını teklif ederek Süheyl b.
Amr'a:)
-Siz bizimle Beyt-i
Şerifin arasını serbest bırakınız da biz de Beyti tavaf edelim, buyurdu. Süheyl
bu teklife de itaraz ederek:
-Vallahi sizinle
Beytin arasını boş bırakamayız. Çünkü Arap milleti "Cebren ve kahren
istila olunduk." diye hakkımızda dedikodu eder. Şu kadar ki, bu serbest
bırakma keyfiyeti gelecek seneden itibaren başlasın." dedi. Ve bu suretle
kabul olunarak Hz. AH yazdı. Süheyl b. Amr da şöyle bir madde teklif etti:
-Sana bizden bir erkek
gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin,"
dedi. Bu teklife müslümanlar hayret ederek:
-Sübhanallah. İslam
camiasına iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade olunur? dediler.
Onlar bu halde iken süneyi b. Amr'ın oğlu Ebu Cendei, ayaklan bağlı olara seke
seke geldi. Ebu Cendei müslüman olmuştu. Ve bu yüzden Mekke'de hapsolunmuştu.
Bu sırada Mekke'de hapis bulunduğu yerden birçok zorlularla kaçmış ve türlü
güçlüklerle buraya gelip nihayet kendisini müslümanlar araşma atmıştı. Bunun
üzerine Süheyl:
-İşte ey Muhammed,
sana karşı imza edeceğim antlaşmanın birinci maddesine tevfikan bunu bana
vermelisin." dedi. Nebi (s.a.v.):
-Biz antlaşmayı henüz
imza etmedik bile." buyurdu. Süheyl:
-Öyleyse vallahi ben
de seninle hiçbir rçıadde üzerinde anlaşma yapmam. ' dedi. Nebi (s.a.v.):
-Haydi bunu bana
bağışlayıp imza et." buyurdu. Süheyl: -Ben bunu sana asla bırakamam."
dîye reddetti. Resul-i. Ekrem: -Hayır bu işi hatırım için yap." buyurdu.
Süheyl ısrar edip:
-Asla yapamam."
dedi. Kureyş heyetinden Mikrez b. Hafs da Resul-i Ekrem'e hitaben:
-Haydi bunu sana
bağışladık." dedi. Fakat imzaya yetkili olan Süheyl bunu kabul etmedi.
Bunun üzerine Ebu Cendei babasının bu katı tutumundan ümitsizliğe kapılarak
şöyle dedi:
-Ey cemaat-i müslümin,
müslüman olarak geldiğim halde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim
uğradığım bu felaketi görmüyor musunuz? diye haykırdı. Hakikaten Ebu Cendei,
Allah yolunda Kureyş'in en şiddtetli işkencelerine maruz kalmıştı.
İbn-İ İshak, hadise şu
rivayeti ilave etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyu nnuştur:
-Ey Ebu'Cendel sabret,
Allahtan ümidini kesme. Biz müslümanlar mağdur ve mağlup olmayız. Allah teala
yakında sana da kurtuluş yolunu bahşedecektir.
Bu durumdan müteessir
olan Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: "unun üzerine ben Resulullah
(s.a.v.)e varıp:
-Sen, Allanın hak
peygamberi değil misin? dedim. Resulullah: -Evet, hak peygamberiyim."
buyurdu. Ben:
-Biz müslümanlar hak,
düşmanlarımız bâtıl üzere bulunmuyorlar mı? dedim. Resul-i Ekrem:
-Evet öyledir."
buyurdu. Ben:
-O halde dinimiz
uğrunda bu zilleti-niçin kabul edelim? dedim. Resul-i Ekrem:
-Şüphesiz ki ben
Allahın peygamberiyim ve ben, bu antlaşmayı kabul etmekle Allaha isyan etmiş
değilim. Allah benim yardımcimdır." buyurdu. Ben yine:
-Vaktiyle sen bize
"Yakında Beyt-i şerife varıp Beyti tavaf edeceğiz." diye haber
vermez mi idin? dedim. Resulullah:
-Evet vermiştim, fakat
bu sene varıp tavaf edeceğiz." diye haber verdim mi?- buyurdu. Ben de:
-Hayır, dedim. Resul-i
Ekrem:
-Herhalde sen yakın
bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, buyurdu.
Ömer b. el-Hattab
demiştir ki: "Bunu müteakiben ben, Ebubekir'e vardım ve:
-Ey Ebubekir, bu AH
ahin hak peygamberi değil midir? dedim. O da: -Evet öyledir, diye cevap verdi.
Tekrar ben:
-Biz müslümanlar hak,
düşmanlarımız bâtıl üzere bul ummuyorlar mı? dedim. Ebubekir: "Evet
öyledir." dedi. Ben de dedim ki:
-Öyle ise niçin biz
dinimiz uğrunda zilleti kabul edelim? Ebubekir:
-Behey adam. Muhammed,
Allahın peygamberidir. O, rabbine âsi değildir. Allah onun yardımcısıdir. Sen
hemen onun emrine sarıl. Vallahi MuHam-med hak üzeredir." dedi. Ben
tekrar:
-O bize, Medine'de:
"Beyt-i şerife varacağız, tavaf edeceğiz," demedi mi? diye sordum.
Ebubekir:
-Evet öyledir. Fakat
sana bu sene varıp tavaf edersin." diye mi haber verdi?" dedi. Ben
de:
-Hayır, dedim.
Ebubekir:
-Dur bakalım. Yakın
bir zamanda sen Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin, dedi.
Ömer (r.a.): "Bu
itizarlarımdan dolayı keffaret ödeyerek daha sonra birçok salih amelde
bulundum." demiştir.
Râvi diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) antlaşmanın yazım ve imzasını bitirdikten sonra
ashaba:
-Haydi artık kalkınız.
Kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." buyurdu. Râvi diyor
ki: "Vallahi ashaptan bir kişi olsun kalkmayınca Resulullah,
hanımlarından Ümmü Seleme'nin yanına girdi. Ve: "Şu halkı görüyor musun?
Onlara emrediyorum da emirlerimi yerine getirmiyorlar." diye halktan gördüğü
kayıtsızlığı ona anlam, Ümmü Seleme:
-Ey Allahın
Peygamberi, emrini yerine getirtmek istiyor musun? O halde şimdi dışarı çık.
Sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş
edinceye kadar ashaptan hiçbirisine bir kelime bile söyleme. Dedi. Bunun
üzerine Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiçbirisi ile
görüşmeyerek kurbanlık develerini kesti. Ve berberi, Huzaah Hıraş b. Ümey-ye'yi
çağırıp tıraş oldu. Ashap, Resul-i Ekrem'i bu halde görünce onlar da hemen
kalkarak kurbanlarını kestiler. Birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Aceleden
birbirlerini öldüreyazdılar.
Resul-i Ekrem tıraş
olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi. Bu hususta nasıl hareket
edileceğini öğreten Allah teala şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, mümin
olduklarını söyleyen kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onlan
imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir, mümin
olduklarını öğrendiğiniz zaman da, onları
kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mümin kadınlar kâfirlere helaldir, ne de
kâfir erkekler mümin kadınlara helaldir. Kâfir kocalarının sizlere muhacir
olarak gelen mümin kadınlara vermiş oldukları mehirleri geri iade edin. Bu
muhacir kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde kendileriyle evlenmenizde bir
mahzur yoktur. Kâfir kadınları nikahınız altında tutmayın. Siz, kâfir kadınlara
verdiğiniz mehiri istemeyin. Kâfir erkekler de size gelen muhacir kadınların
mehirlerini istemesinler. İşte Allahın sizin hakkınızda hükmü budur. O,
aranızda hükmeder. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. [19]
Bu âyetin nüzulü
üzerine Ömer, hâlâ müşrike olan iki karısını boşadı. Bunlardan biri, Muaviye b.
Ebi Süfyan ile diğeri de Safvan b. Ümeyye ile evlendi.
Sonra Nebi (s.a.v.)
Medine'ye döndü. Onun Medine'ye dönüşünden sonra Kureyşlilerden Ebu Basîr
müslüman olarak Medine'ye geldi. Kureyş de onu geri istemek üzere iki kişi
gönderdi. Bunlar Resul-i Ekrem'e: "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı
hatırlatırız." dediler. Resul-i Ekrem de antlaşma mucibince Ebu Basîr'i bu
iki kişiye iade etti. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Nihayet
Zülhu-leyfe'ye vardılar. Dağarcıklarındaki hurmadan bir miktarını yemek için
oraya indiler. Ebu Basîr, bu iki kişiden birisi olan Huneys'e:
-Ya filan, vallahi şu
kılıcını ben, emin ol ki çok güzel görüyorum." dedi. Kılıcın sahibi olan
diğeri de kılıcı kınından çekerek:
-Evet vallahi bu kılıç
çok iyidir. Ben onu defalarca tecrübe ettim. dedi. Ebu Basîr de:
-Müsaade et de
bakayım." dedi ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen Huneys'e vurdu.
Huneys nihayet öldü. Diğer arkadaşı, bir rivayette Hunesy'in kölesi Kevser
kaçarak tâ Medine'ye vardı. Mescide koştu, Resulullah (s.a.v.), onun telaşla
koşup geldiğini görünce:
-Muhakkak şu adam bir
korku görüp geçirmiştir." buyurdu. Kevser, Nebi (s.a.v.)e yaklaşınca
Resul-i Ekrem'e:
-Vallahi, efendim
Öldürüldü. Engel olmazsanız muhakkak ben de öldürü-. leceğim." dedi. Bu
sırada Ebu Basîr de geldi ve:
-Ya Resulullah,
vallahi sana Allah ahdini ifa ettirdi. Beni müşriklere iade ettin. Sonra Allah
beni onlardan kurtardı." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ashaba
hitaben:
-Anası helak olası Ebu
Basîr'e hayret olunur. Bu adam harp gel berisi d ir. Eğer bunun fikrine yardım
eden bulunsa o fınn karıştırır gibi harbi ateşleyecek sulh bozulacak." Ebu
Basîr Resul-i Ekrem'in bu sözlerini işitince, kendisini müşriklere hemen iade
edeceğini anladı. Resulullahın huzurundan çıktı. Ve deniz sahiline kadar
kaçtı." İS" mevkiinde karar kıldı.
Râvi diyor ki:
"Süheyl'in oğlu Ebi Cendel de yetmiş süvari müslüman ile birlikte
müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e iltihak etti. Şimdi artık müslüman
olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet
Ebu Basîr'in etrafında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Ku-reyş'in
Şam'a bir ticaret kafilesinin gittiğini duyunca hemen onları çevirirlerdi.
Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.
Kureyş, kendisini
tehdit eden bu vaziyet üzerine Resulullah (s.a.v.)e Ebu Süfyanı hususi bir
yetki ile gönderdi. Şimdi Kureyş Resul-i Ekrem'den Allah rızası için ve
aradaki akrabalığa hünneten Ebu Basir cemaatinin talanına mani olmasını ricaya
başlamıştı. "Artık bundan böyle Mekke'den Medine'ye kim gelirse emindir
iade edilmeyecektir." diye haber göndermişlerdi. Nebi (s.a.v.) Ebu Bâsir
cemaatine mektup gönderdi. Medine'ye gelmelerini bildirdi. Bunun üzerine Allah
teala: "Sizi, onlara muzaffer kıldıktan sonar Mekke'nin göbeğinde onların
ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektiren Allahtir. Allah, yaptıklarınızı
çok iyi görür." "Onîar, inkar edenler, sizi Mescid-i Haram'ı
ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis ettiğiniz hayvanları yerine
kavuşmaktan alıkoyanlardır. Eğer o kâfirler arasında bilmediğiniz mümin
erkekler ve mümin kadınlar bulunup da farkında olmayarak, onlan tepeleyip vebal
altında kalma ihtimaliniz olmasaydı, savaşmanıza izin verirdik. Bütün bu
nimetleri Allah size, dilediklerini rahmetine kavuşturmak için vermiştir. Eğer
müminlerle kâfirler birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette
kâfirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık." "İnkar edenler,
kalblerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da
peygamberinin ve müminlerin kalblerine huzur ve sükunet indirdi. Onları takvayı
gerektiren sözden ayırmadı. Bunlar ise, buna hakkıyla layık ve ehil kimselerdi.
Allah, herşeyi çok iyi bilir. [20]
âyetlerini indirdi. [21]
11- Savaşa
katılmayan bazı Bedeviler sana: "Savaşa katılmaktan bizi mallarımız ve
ailelerimiz alıkoydu. AHahtan, bizim bağışlamamızı dile" diyeceklerdir.
Onlar dilleriyle kainlerinde bulunmayan şeyi söylerler. Sen onlara şöyle de:
"Allah size bir zarar veya fayda vermek isterse, AHaha karşı size kim ne
yapabilecektir? Doğrusu Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır."
Ey Muhammed, Umre
yapmak için Mekke'ye yaptığın yolculukta sana katılmayıp geride kalan bazı
Bedevileri, geri döndüğünde kınayınca, onlar senin kınamana karşı şöyle
diyeceklerdir: "Seninle beraber gelmeye, mallarımızı ve ailemizi
düzeltmekle meşgul olmamız engel oldu. Rabbimizden bizim, geri kalışımızdan
dolayı işlediğimiz hatalarımızı affetmesini dile." Bedeviler bu sözlerinde
yalancıdırlar. Onlar, kalblerinde olmayan şeyleri dilleriyle söylüyorlar.
Aslında yaptıklarına pişman olmadıkları halde senin, kendileri için af dilemeni
istiyorlar. Sen bu Bedevilere de ki: "Ben sizin, Aİlahtan affınızı dilesem
bile Alah sizi, mallarınızı ve ailelerinizi helak etmeyi dileyecek olursa veya
mallarınızı artırarak ve ailenizi düzelterek size bir fayda sağlayacak olsa
Allanın bu dilediğini geri çevirecek kim olabilir? Bu münafıkların zannettiği
gibi Allah onların kalblerinde olanları bilmekten gafil değil bilakis onların
yaptıklarından haberdardır. Yaratıklarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli
değildir. O, bunları zaptettimıektedir ve âhirette kullarına, amellerine göre
ceza ve mükafaat verecektir.
Peygamber efendimiz
Mekke1 ye^iderek Umre yapmak istediği Hudey-biye yılında, Kureyşliler'in kötü
davranacaklarından çekinerek Medine'nin çevresinde bulunan Bedevileri de Umre
yapmaya davet etmiştir. Tâ ki Kureyşliler yanlış bir kanaata sahip olmasınlar
ve kendileriyle savaşa gelinmediğini bilsinler. Hatta Resulullah bu maksatla,
beraberinde kurbanlıklar da götürmüştür. Fakat Bedeviler, Resulullah ile
birlikte Umre yapmayı reddetmişler ve ona katılmamışlardır. İşte âyet-i kerime
bu hususları beyan etmektedir. [22]
12- Daha
doğrusu siz, peygamber v c müminlerin bir daha ebediyyen ailelerine
dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu düşünce kalbinize güzel gösterilmişti. Kütü
zanda bulunmuştunuz. Bu yüzden siz, helak edilmeye layık bir kavim oldunuz,
Ey, "Malımız ve
ailemiz seninle savaşa gitmemize engel oklu." diyen Bedeviler, aslında
sizin savaşa çıkmanıza mani olan, mallarınız ve aileleriniz değildi. Gerçekte
engel olan şey sizin, "Resuiullahın ve sahabilerinin, düşman!an tarafından
imha edilerek tekrar ailelerine dönemeyecekleri" şeklindeki tahmini-nizdi.
Şeytan, bu tahmininizi size yaldızlı göstermişti. Allanın, peygamberine ve
müminlere yardım etmeyeceği zarımda bulunmuştunuz. İşte bu, kötü bir tahmindi.
Bu sebeple sizler, helak olmayı hak eden, fasit ve kendilerinden hayır
beklenmeyen bir kavim oldunuz. [23]
13- Kim
Allaha ve Resulüne iman etmezse, şüphesiz ki biz, kâfirler için alev alev yanan
bir cehennem hazırladık.
Ey münafık Bedeviler,
gerek sizden gerek sizin dışınızdan kim, Allaha iman etmez, Allanın
peygamberinin getirdiklerini tasdik etmezse bilsin ki biz, o gibi insanlar için
kıyamet gününde, alev alev yanan cehennem ateşi hazırlami-şızdır. [24]
14- Göklerin
ve yerin mülkü sadece Allahındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap
eder. Allah, çok affaden ve merhamet edendir.
Ey münafıklar,
göklerin ve yerin mülkiyeti sadece Allaha aittir. Size azap etmeyi dilediği
takdirde kimse buna mani olamaz. Münafıklığınızdan vazgeçtiğinizde, sizi
affetmesine de kimse mani olamaz. Allah, çok affeden ve çok merhamet sahibi
olandır.
Âyet-i kerime,
Hudeybiye seferinden geri kalan münafık Bedevileri, yaptıklarından vazgeçmeye
ve onları tevbe etmeye üavet etmektedir. [25]
15- Siz
ganimetleri almaya gittiğiniz vakit, savaşa katılmayıp geride kalanlar
"Bırakın da biz de size tabi olalım." diyeceklerdir. Onlar bu sözleriyle
Alicin kelamını değiştirmek isterler. Ey Muhammcd, sen onlara: "Elbette b
ie tabi olamayacaksınız. Çünkü Allah, daha önce sizin için böyle
buyurmuşun-." de. Bunun üzerine onlar da: "Hayır, siz bizi
çekemiyorsunuz." diyeceklerdir. Doğrusu onlar, pek az anlarlar.
Ey Muhammed, sen ve
ashabın, Beytullahı ziyaret edip Umre yapmak için yola çıktığınızda sizin,
müşrikler tarafından öldürüleceğinizi ve sağ salim ailenize dönemeyeceğinizi
zannederek sizin yolculuğunuza katılmayan münafıklar, sizler, Allanın,
Hudeybiye seferinde bulunanlara vaadettiği Hayber ganimetini almaya giderken
bu defa "Bize müsaade edin de sizinle beraber gelelim." derler. Onlar
bu sözleriyle Allanın, sadece Hudeybiye sulhüne katılanlara vaadettiği
ganimetten pay almayı ve Allahm bu vaadini değiştirmeyi isterler. Sen onlara de
ki: "Biz, Hayber'e giderken siz bize asla tabi olmayacaksınız. Çünkü
Allah, biz Hudeybiye'den dönerken daha sizin yanınıza varmadan önce Hayber
ganimetinin sadece bize ait olduğunu bildirdi."
Bunu duyan münafıklar
"Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Doğrusu onlar, pek
az anlayışlıdırlar. Zira onlar, anlayışlı olsalardı Hudeybiye seferinden geri
kaldıkları halde Hayber ganimetinden pay istemekten utanırlardı.
Peygamber efendimiz,
Umre yapmak üzere Beytullaha giderken, Mek-keli müşriklerin saldırılarına karşı
tedbir almak için Medine ve çevresinde bulunan bütün müslümanların, kendisiyle
birlikte bu Umre yolculuğuna katılmalarını istemiştir. Fakat Bedevilerden
münafık olanlar, Resulullahın ve sahabilerinİn yok edileceklerini ve bir daha
geri dönme imkanı bulamayacaklarını zannederek, Resulullahın kafilesine
katılmamışlardır. Resulullah, Hudeybiye sulhunu yapıp geri dönünce Allah teala
ona Hayber'i fethedeceklerini ve Hayber ganimetlerinin Hudeybiye sulhüne
katılanlara ait olacağını bildirmiştir. Bunun üzerine Resulullaha daha önce
katılmayan münafıklar bu defa Hayber seferine katılmak istemişler fakat âyet-i
kerime inmiş ve onların Hayber seferine katılmayacaklarını beyan etmiştir.
Âyet-i kerimede
"Onlar, Allahm kelamını değiştirmek isterler." ifadesi geçmektedir.
Mücahid, Katade ve Cüveybir'e göre bu ifadeden maksat, Allah tealanın,
Hudeybiye'ye katılan müminlere Hayber ganimetini vaadettiğini bildiren
kelamıdır. Münafıklar bu ifadeyi değiştirerek kendilerinin de Hayber ganimetlerinden
pay almak istemişlerdir.
îbn-i Zeyd ise
demiştir ki: Sefere katılmayan münafıkların, değiştinnek istedikleri ilahi
kelamdan maksat şu âyet-i kerimedir: "Eğer Allah, bu cihattan sonra tekrar
seni geri kalan bu topluluğa döndürür de, onlar da seninle cihada çıkmak için
izin isterlerse onlara şöyle de: "Benimle beraber bir daha asla çıkmayacaksınız
vedüşmana karşı benimle beraber'savaşamayacaksmiz. Çünkü ilk defasında savaşa
çıkmayıp oturmayı istediniz; Şimdi de geriye kalanlarlar beraber oturun. [26]
Taberi, birinci görüşü
tercih etmiş, ikinci görüşte zikredilen âyet-i kerimenin Tebük seferine
katılmak istemeyen münafıklar hakkında nazil olduğunu, Tebük seferinin ise
Mekke'nin fethinden sonra gerçekleştiğini söylemiştir. [27]
16- Ey
Muhammcd, savaşa katılmayıp geride kalan Bedevilere sen şöyle de: "Yakında
güçlü kuvvetli bir kavimle savaşa çağırılacaksınız. Onlarla ya savaşacaksınız
veya ınüslüman olacaklar. Eğer bu davete uyarsanız Allah, size güzel bir
mükafaat verecektir. Şayet daha önce yüzçevirdiği-niz gibi yine de yüz
çevirecek olursanız sizi, can yakıcı ağır bir azapta cezalandıracaktır."
Allah teala bu âyet-i
kerimede, Hudeybiye seferine katılmayan münâ-faklara hitab ediyor ve onlara,
yakın bir zamanda kuvvetli bir düşmanla savaşa çağırılacaklarını, bu çağırıya
uydukları takdirde Alluhın vaadetîiği güzel bir mükafaat olan ceneti
kazanacaklarını, uymadıkları takdirde ise azaba uğratılacaklarını beyan
etmektedir.
Bedevilerden münafık
olanların, kendileri ile savaşmaya davet edilecekleri bu güçlü ve kuvvetli
kavmin hangi kavim olduğu hususunda,farklı görüşler zikredilmiştir.
Atâ b. Ebi Rebah'ın
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği bir görüşe göre bu kavimden maksat,
Farslardır. Ata, Mücahid ve bir rivayete göre İkrime de bu görüştedirler.
Abdurrahman b. Ebi
Leylâ ve Hasan-ı Basri'den nakledilen bir görüşe göre ise bu kavimden maksat,
Farslar ve Rumhırdır.
Said b. Cbeyr, Katade
ve İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu kavimden maksat, Huneyn
savaşında müslümanlnra karşı savaşım Hevazin, Sakiyf ve Gatafan oğullarıdır.
Zührî, Cübeyr, bir
rivayete göre Sadi b. Cübeyr ve İkrime'ye göre bu kavimden maksat, yalancı
peygamberlik iddia eden Müseylimetü! Kezzab'a uyan Hanif oğullarıdır.
Kâ'bul Ahbar'a göre
ise bu kavimden maksat. Rumlardır.
Taberi, âyet-i
kerimenin bu kavimlerden herhangi birini açıkça zikretmediğini, bu itibarla
âyeti bunlardan herhangi birine tahsis etmenin isabetli olmayacağını söylemiş,
âyetni bunlardan herhangi birini kasdedebileceği gibi bunların dışında başka
bir kavmi de kasdetmiş olabileceğini söylemiştir. [28]
17- (Savaşa
katılmayıp geride kalan) köre bir günah yoktur. Topala da bir günah yoktur.
Hastaya da bir günah yoktur. Kim Allaha ve Resulüne itaat ederse, Allah onu,
altından ırmaklar akan cennelere koyar. Kim de yüzçcvirirse, Allah onu, can
yakıcı bir azaba çarptırır.
Ey insanlar, içinizden
kör olanın, müminlerle birlikte cihada gitmemesinde bir günah yoktur. Topal
olan için de bir günah yoktur. Hasta olan için de bir günah yoktur. Kim, Allaha
ve peygamberine, kâfirlere karşı savaşma emirlerinde itaat eder de müminlerle
beraber olursa Allah onu kıyamette, altından intaklar akan cennetlere
koyacaktır. Kim de kâfirlerle savaşmaya davet edildiği zaman savaştan geri
durarak Allaha ve Resulüne itaatten yüzçevirecek olursa Allah onu, kıyamet
gününde can yakıcı bir azapla cezalandıracaktır. [29]
18-19-
Şüphesiz Allah, o ağacın altında sana biat ederken müminlerden razı oldu.
Kalblcrindc olanı bildi ve onlara huzur ve sükunet bahşetti. Onları yakın bir
fethi ve elde edecekleri birçok ganimetlerle mükafaatlan-dırdı. Alllahjherşeye
galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ey Muhammed, Allah,
Hudeybiye sulhünden Önce, ağacm altında Ku-reyşle savaşacaklarına, seni bırakıp
kaçmayacaklarına dair sana biat eden müminlerden, sana biat ettikleri sırada
razı oldu. Allah, onların kalblerindeki samimiyeti ve vefakarlığı ve sabn
bildi. Onlara sükunet ve vakar bahşetti. Dinlerinde sabit kaldılar. Haktan
ayrılmadılar. Yine Allah onlara, Mekke'nin fethinden önce Hayber'in fethini,
mükafaat olarak nasibetti. Onlara, Hayber'den ve ondan sonraki fetihlerden
alacakları birçok ganimetleri lütfetti. Allah, düşmanlarından
intikam almakta
herşeye galiptir. Yaratıklarını sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet
sahibidir.
Âyet-i kerime,
Hudeybiye sulhünden önce, Resulullahın, sahabilerden Kureyş'e karşı
savaşacaktanna dair almış olduğu "Rıdvan bey'atım" beyan etmektedir.
İbn-i İshak bu biata
sebep olarak şunları zikretmiştir:
Resuluîlah (s.a.v.)
Kureyş'in ileri gelenlerine, kendisinin Mekke'ye gidiş sebebini bildirmesi için
Hz. Ömer'i çağırmış ve onu elçi olarak göndermek istemiştir. Hz. Ömer ise
"Ben Kureyşlilerden çekmiyorum. Zira Mekke'de beni Kureyş'e karşı
koruyacak kabilem Adiy oğullarından kimse bulunmamaktadır. Ku-reyşliler, benim
kendilerine karşı olan düşmanlığımı ve sertliğimi çok iyi bilmektedirler.
Falcat istersen ben sana, Kureyşlilerin benden daha fazla takdir ettikleri
birisini göstereyim. Bu, Osman b. Affan'dır. Sen onu Ebu Süfyan'a ve Kureyş'in
diğer ileri gelenlerine gönder. O senin, savaş için gelmediğini, Kabe'nin kutsallığını
takdir ederek onu ziyarete geldiğini söylesin." dedi. Bunun üzerine
Resuluîlah (s.a.v.) Hz. Osman'ı gönderdi. Hz. Osman Mekke'ye vardı. Eban b.
Said ile görüştü. Eban kendi bineğinden inip onu bindirdi ve kendisi de bindi.
Resulullahın mektubunu tebliğ edinceye kadar Osman'ı himayesine aldı. Osman
(r.a.) Ebu Süfyan ve Kureyş'in ileri gelenleriyle görüştü ve onlara, Resulullahın
İsteklerini bildirdi. Hz. Osman Resulullahın mektubunu bitirince Ku-. reyşliler
ona: "Eğer Kâbeyi tavaf etmek istersen et." dediler. Hz. Osman,
"Resu-lullah onu tavaf etmeden önce ben tavaf etmem." dedi.
KureyşlilerHz. Osman'ı
geri göndermeyip yanlarında alıkoydular. Resu-lullaha ve müslümanlara, Hz.
Osman'ın öldürüldüğü şeklinde bir haber geldi. Bunun üzerine Resuluîlah: "Biz
bu kavimle vuruşmadan önce geri dönmeyecc-' giz." dedi. Ve insanları
ağacın altında biat etmeye çağırdı. Bütün müslümanlar, Kureyşle vuruşacaklarına
ve savaştan kaçmayacaklarına, gerekirse canlarım feda edeceklerine dair biat
ettiler. Sadece Ced b. Kays biat etmemiştir.
Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Ben, Ced b. Kays'in, insanlann gözünden-saklanmak için
devesinin koltuğuna yapışık bir şekilde durduğunu gördüm," Sonra
Resulullaha Hz. Osman hakkında söylenenlerin doğru olmadığı haberi geldi. Bu
ağaç altında Resulullaha biat edenlerin sayısının bin dört yüz ile bin beş yüz
kişi arasında olduğu rivayet edilmektedir. [30]
20- Allah,
size, elde edeceğiniz daha birçok nimetler vaadetmiştir. Şimdi ise müminlere
bir delil olsun, sîzi de doğru yola şevketsin diye bu ganimetleri (Haybcr
ganimetini) hemen vermiş ve insanların elini sizden çektirmiştir.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanın, müminlere bir kısım ganimetleri derhal verdiği, diğer bir kısım
ganimetleri ise daha sonra vereceği beyan edilmektedir. Derhal verilen
ganimetlerden maksat, Mücahid'e göre Hudeybiye sulhünden sonra müsitimanlann
elde ettikleri Hayber ganimetleridir. Taberi üe bu görüşü tercih etmiştir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise, derhal verilen
ganimetlerden maksat, Hudeybiye sulhunun bizzat kendisidir. Bu sulh müminler
için bir ganimet mahiyetindedir.
Âyette, daha sonra
verileceği ifade edilen ganimetten maksat ise Mücahid'e göre müminlerin,
Hayber ganimetinden sonra, kıyamete kadar, kâfirlerden alacakları ganimetlerdir.
Huneyn savaşında alınan ganimetler Fars ve Rumlardan alınan ganimetler,
Allahın vaadettiği bu ganimetlerdendir.
İbn-i Zeyd'e göre ise
bu ganimetlerden maksat, Hayber'de elde edilen ganimetlerdir.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanın, müminlerden insanların ellerini çektirdiği beyan edilmektedir. Bu
insanlardan maksat, Katade'ye göre Yahudilerdir. Zira müminler, Hudeybiye
sulhunun yapıldığı yıldaki Umreyi yapmak için yola çıktıklarında Allah
müminlerin Medine'de kalan aile ve çocuklarını, orada yaşayan Yahudilerin
şerrinden korumuştur. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Diğer bir görüşe göre
ise, Allahın müminleri şerlerinden koruduğu insanlardan maksat, Mekke
müşrikleridir. Zira Allah, müminleri onların şerlerinden korumuştur. [31]
21- Ayrıca,
henüz gücünüzün yetmediği, fakat Allahın ilmî ile kuşattığı ganimetler de
vardır. Allah, herşeye kadirdir.
AlIah teala bu âyet-i
kerimede, âyetin indiği zamanda henüz müslüman-lann güçlerinin yetmediği fakat
bilahare fethederek ganimetlerini elde edecekleri ülkelerden bahsetmektedir.
Bu ülkelerden maksat, Abdullah b. Abbas, İbn-i Ebi Leyla ve Hasan-ı Basrî'ye
göre Farslar ve Rumlardır. Mücahid'e göre ise kıyamete kadar fethedilecek
ülkelerdir. Delıhak, İbn-i Zeyd ve İbn-i İshak'a göre ise, Hayber'dir.
Katade'ye göre de Mekke'dir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Zira müminlerin,
bu âyet indiğinde fethetmeye güç yetiremedikleri şehir Mekke idi. [32]
22- Eğer
kâfirler sizinle savaşacak olsalar, elbette arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra da
ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.
Ey Rıdvan biatına
katılan müminler, Mekke'de yaşayan kâfirler sulh yapmayıp sizinle savaşmaya
girişecek olsalardı elbette ki mağlup olacak ve gerisin geri kaçacaklardı. Zira
Allah, sizinle beraberdir. Onların ise ne bir dost ne de bir yardımcıları
vardır.
AIIah teala bu âyet-i
kerimede, ağacın altında Resulullaha biat eden müminlerin maneviyatını takviye
etmekte ve onlara yardım edeceğini bildirmektedir. [33]
23- Allahı
ti öteden beri devam edegelen kanunu budur. Allahın kanununda hiçbir değişiklik
bulamazsın.
Allahın, devamlı
olarak süregelen kanunu, kâfirlere karşı dostları olan müminlere yardım
etmektir. Allahın bu kanunu asla değişmeyecektir. Zira iyilikte bulunana
iyiliğinin karşılığını vermek, kötü amel işleyenleri cezalandırmak, Allanın
adaletinin gereğidir.
Bu âyet-i kerime
Hudeybiye sulhu sırasında müşriklerin Resulullaha yapmak istedikleri bir
saldırıyı beyan etmektedir. [34]
24- Sizi,
onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde onların etlerini sizden,
sizin ellerinizi de onlardan çektiren AHahtir. Allah, yaptıklarınızı çok iyi
görendir.
Enes b. Mâlik bu
âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında şöyle diyor:
"Mekkelilerden
seksen kişi, Resulullahı ve sahabilerini gafil avlamak maksadıyla Ten'im
dağından aşağı silahlarını kuşanmış olarak, Resulullaha doğru iniyorlardı.
Resulullah bunları, çatışma olmadan yakaladı. Fakat bunları öl-dünneyip
affetti. Bunun üzerine Allah teala "Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra,
Mekke'nin göbeğinde onlann ellerini sizden sizin ellerinizi de onlardan çektiren
AUahtır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir." âyetini indirdi. [35]
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında başka rivayetler zikredilmiş , ise de bunların en
sahihinin yukarıda anlatılan sebep olduğu nakledilmektedir. [36]
25- Ünlar,inkar
edenler, sizi Mcscid-i Haram'ı ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis
ettiğiniz hayvanları yerine kavuşmaktan alıkoyan-1 larçhr. Eğer o kâfirler
arasında, bilmediğiniz mümin erkekler ve mümin' kadınlar bulunup da farkında
olmayarak, onları tepeleyip vebal altında kalma ihtimaliniz olmasaydı,
savaşmanıza izin verirdik. Bütün bu nimetleri Allah size, dilediklerini
rahmetine kavuşturmak için vermiştir. Eğer müminlerle kâfirler, birbirlerinden
seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık.
Allah teala, bu âyet-i
kerimede, Resululiahın Umre yapmak için kurbanlıklarla birlikte Kâbeyi
ziyarete vardığında onun Kâbeye girmesine engelolan ve kurbanlarının Harem
bölgesinde kesilmesine mani olan Mekkeli müşriklerin kâfir olduklarını
bildiriyor ve Hudeybilye şulhü yerine bunlarla savaşmaya izin verilmemesinin
hikmetini beyan ediyor. Bu da, Mekkeli müşriklerin içinde, korkularından
imanlarını açığa vuramayan veya imanlarını açığa vurdukları haldö Mekkeli
müşriklerin hicret etmelerine engel oklukları bir kısım müminlerin bulunmasıdır.
Zira Medine'den gelen Resulullaha ve sahabilere, Mekke müşrikle-riyle savaşmaya
izin verilecek olsaydı bunların içinde bulunan müminler, müs,--lümanlar
tarafından ezilmişolurlardı. İşte bu sebeple Allah, müşriklerle Hudey> biye
sulhunun yapılmasına izin verdi ve bu sulh yukarıda zikredildiği şekilde
yapıldı. [37]
26- İnkar
edenler, kalblerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da
peygamberinin ve müminlerin kalblerine huzur ve sükunet indirdi.
Onları,takvaya götüren sözden ayırmadı. Onlar ise buna hakkıyla layık ve ehil
kimselerdi. Allah, herşeyi çok iyi bilendir.
Âyet-i kerimede,
kâfirlerin kalblerine cahiliye taassubunun yerleştiği mektedir. Kâfirlerin
cahiliye taassupları, Resululluhın Mekke'ye girmesine engel olmalarıyla
ve'Hudeybiye sulhunun metni yazılırken "Rahman ve Ral?im"
kelimelerine itiraz etmeleriyle ve: "Bu, Allanın peygmaberi
Muham-îTJ^arafridan yapılan bir anlaşmadır." cümlesindeki "AHahın
peygamberi" ke-İ)ffİ^İne itiraz etmeleriyle ve: ^'Bu AHahın peygamberi
Muhammed tarafından ^n bir anlaşmadır." cümlesindeki "AHahın
peygamberi" kelimesine itiraz yle.ortaya çıkmıştır. Zira onları bu tür
davranışlara sevkeden tek sebep, taassuplarıdır. İşte âyet-i kerime,
müşriklerin böyle bir taassup içinde İpujünurken Allanın, müminlerin
kalbinesükunut ve vakar verdiğini ve onları takvaya ulaştıran "Lailahe
İlalllah" kelimesinden ayırmadığını beyan etmektedir, müminler,
kâfirlerin taassuplaları karşısında vakarlarını muhafaza etmişler ve'CİÎhlerinden
taviz vermemişlerdir.Ayet-i.kerimede müminlerin "Takvaya götüren
sözden" ayrılmadıkları
zikredilmektedir.
Takvaya götüren sözden maksat, Hz. Ali, Abdullah b.Abbas, Amr b, Meymun,
Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd, Dehhak, İkrime, ve Ata göre "Lailahe
İllallah" kelimesidir. Müminler bunu söyleyerek kendi-jıçehennem azabından
kurtamıış olurlar.
-sI/t'r^Mücahid'den
nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Takvaya götüren îiKiZi'i'Uen maksat,
İhhıstır, Zühri'ye göre ise bu kelimeden maksat,
"Bismillahir-r^tahîdnİiTahirn"dir.
(Dığer bir görüşe göre
ise "Takvaya götüren söz"den maksat, "Lailahe İl-lallahu
Vahdehulaşerikeleh. Lehul Mülkü ve Lehul Hamdü ve Huve Ala Külli Şey'in
kadir." Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. O tektir, onun hiçbir ortağı k:
Cylülk sadece ona aittir. Övülme .sadece ona mahsustur. O, herşeye gücü
,"1. sözüdür. [38]
27- Şüphesiz
ki Allah,peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Ey müminler, elbette ki sizler,
Allah dilerse güven içinde saçlarınızı tıraş etmiş[39]
28- Dinini
bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak bir din ile
gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.
Peygamberi Muhammed'i
doğru yola götüren açık seçik hükümlerle ve hak din olan İslam ile gönderen
Allahtır. Allah, peygamberini böylece gönderdi ki Hak din olan İslam ile bütün
dinleri iptal etsin. Ve böylece yeryüzünde İs-lamdan başka din kalmasın.
Allanın İslam dinini diğerlerine galip getireceğine dair şahit olması yeter.
Başka şahitlere ihtiyacı yoktur.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, Hudeybiye sulhu yapılırken müşriklere ılımlı davranıldığmdan dolayı
üzülen müminleri teselli etmekte ve onların dinleri olan İslamın, bütün
dinlere galip geleceğine, bizzat Allanın kendisinin şahit olduğunu
bildimıektedir ki müminler, Mekke'nin ve onun gibi olan birçok yerin daha
sonraki tarihlerde mutlaka fethedileceğini bilmiş olsunlar ve maneviyatları
güçlensin. [40]
29- Muhammed,
Allahın Resulüdür. Onun yanında bulunan müminler kâfirlere karşı çok sert,
kendi aralarında son derece merhametlidirler. Onların rüku ve secde ettiklerini
görürsün. Onlar Allahın lütuf ve rızasını dilerler. Onların yüzlerinde secde
izlerinden nişanları vardır. İşte bu onların Tcvratta anlatılan vasıflarıdır.
İncildcki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken
kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler
ki, bu, çiftçilerin hoşuna gider. İşte Allah, kâfirleri öfkelendirmek için,
(müminleri böyle çoğaltıp geliştirir.) Allah onlardan iman edip de salih amel
işleyenlere mağfiret ve büyük bir müka-faat vaadetmiştir.
Allah teala bu âyette
Resulullahı ve müminleri vasıflandırarak buyuruyor ki: "Muhammed Allahın
peygamberidir. Onun dinine tabi olan sahabileri ise kafirlere arşı pek sert,
birbirlerine karşı çok merhametlidirler. Zira onların kızmaları da
merhametleri de Allah nzası içindir.
Evet, müminler,
kâfirlere karşı katı kalplidirler. Bu hususta başka bir âyette şöyle
Duyurulmaktadır: "Ey iman edenler, çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın,
sizde bir sertlik bulsunlar." [41]
Müminler kendi
aralarında ise şefkatli ve merhametli davranırlar. Bu hususta peygamber
efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Sen,
müminlerinbirbirlerine merhamet etmelerinde, birbirlerini sevmelerinde ve
birbirlerine karşı şefkatli davranmalarında tek bir vücut gibi olduklarını
görürsün. Vücudun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları uykusuz kalarak,
ateş ve acıyı paylaşarak rahatsız olan organa ortak olurlar. [42]
Allah teala, Resulullah
ile beraber olan müminlerin sıfatlarını beyan etmeye devamla buyuruyor ki:
"Ey Muhammed, en, o müminlerin namazlarında rüku ve secde ettiklerini
görürsün. Onlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametli olmaları ve
rüku ve secdeleriyle sadece Allahın lütfunu ve rızasını dilerler. Gösteriş
yapmak istemezler. Onların yüzlerinde secde izlerinden nişanlan vardır.
Müfessirler
müminlerin, secde etmelerinden dolayı yüzlerinde görülen bu . nişanların ne
olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
Abdullah b. Abbas,
Halid el-Hanefi, Atiyye, Mukatil ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen bir görüşe
göre, namazlarında secde eden müminlerin yüz-lerinüeki alamet, kıyamet gününde
ortaya çıkacak bir parlaklık ve bir nurdur. Allah, kıyamet gününde müminlerin yüzüne
böyle bir alamet verecek ve onlar bu alametleriyle tanınacaklardır.
Mücahid'den ve
Abdullah b.Abbas, Halid el-Hanefi, Atiyye, Mukatil ve Hasan-ı Basrî'den
nakledilen bir görüşe göre, namazlarında secde eden mümin- * lerin yüzlerindeki
alamet, kıyamet gününde ortaya çıkacak bir parlaklık ve bir nurdur. Allah,
kıyamet gününde müminlerin yüzüne böyle bir alamet verecek ve onlar bu
alametleriyle tanınacaklardır.
Mücahid'den ve
Abdullah b. Abbas'ın diğer bir rivayetinden nakledilen başka bir görüşe göre ise,
müminlerin yüzlerinde görülen secde alameti İslami bir sima taşımaları,
mütevazı ve huşu içinde olmalarıdır.
Hasan-ı Basrî ve İbn-i
Atiyye'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise secde edenlerin yüzlerinde
görülen alametten maksat, namaz kılanların yüzlerinde görülen yorgunluk,
saramı a vb. alametlerdir.
Said b. Cübeyr ve
İkrime'den nakledilen başka bir görüşe göre ise secde edenlerin yüzlerinde
görülen alametlerden maksat, yerden insanların yüzlerine yapışan topraklar ve
çiğlerden oluşan ıslaklık vb. şeylerdir.
Taberi, bu görüşleri
naklettikten sonra özetle şöyle demektedir: "Allah te-ala, sıfatlanın
zikrettiği bu müminlerin yüzlerinde secde izlerinden alametler olduğunu beyan
etmiş ve bu alametlerin dünya ve âhiret gibi herhangi vakitle mukayyet olduğunu
veya herhangi bir şekille şekillendiğini bildirmemiştir Madem ki durum
böyledir, o halde bu alamet müminlerin yüzlerinde her zaman mevcuttur. Dünyada
müminleri tanıtan bu alamet, İslamm izleridir. Bunlar da. İslamın, mümine
bahşettiği, huşu, takva, mütebessim bir sima vb. alametlerdir. Âhirette ise,
ümmini tanıtan bu alametler, secde izleri, alnında parlayan abdest izleri vb.
alametlerdir. Allah teala, Resulullaha iman eden müminlerin bu şekilde sıfatlanmalarının
Hz. Musa'ya verilen Tevratta bulunduğunu, Hz. İsa'ya verilen İncil'de ise Hz.
Muhammed (s.a.v.)e imane den müminlerin şu şekilde nitelendirildiklerini beyan
ediyor ve buyuruyor ki: "Onlar, filizini yanp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş,
kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler."
Allah teala,
müminleri, önce filiz halinde olup daha sonra yetişen ekinlere benzetmiştir.
Zira müminler İslamın geldiği İlk zamanlarda sayıları ve güçleri az olarak bu
filizlere benzemekteydiler.Daha sonra ise, filizlerin çoğalıp güçlenmesi gibi müminler de çoğalıp güçlenmişler ve
mükemmel hale gelmişlerdir.
Yetişen ekinlerin,
ziraatçilerin hoşuna gitmesi gibi, müminlerin çoğalması da iman edenlerin
hoşuna gitmiştir. Allah, Hz. Muhammed'e tabi olan müminleri, bu şekilde
kuvvetlendimıiştir ki, kendisini inkar eden kâfirleri öfkelendirip kederlendirsin.
Onlar böylece hüzün içerisinde kalsınlar. Allah, ekin filizlerine benzeyen bu
müminlerden, hakkıyla iman edip salih amel işleyenlere, kusurlarını affetmeyi
ve onları cennete koymayı vaadetmiştir. [43]
[1] Felih Suresi, ayet: 1
[2] Felih Suresi, ayet: 4
[3] Felih Suresi, ayet: 10
[4] Felih Suresi, ayet: 18
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/451.
[6] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 48, bab: 1.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/453.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/454.
[8] Buharı, K.el-M.ngazi.bab: 35
[9] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 48, bab: 2
[10] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure, 48, bab: 2
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/454-456.
[11] Mâicie Suresi, âyet: 3
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/456-457.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/457458.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/458.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/459.
[16] Bulıarl, K.Tcfsir cl-Kur'an, Sure: 48, bab: 3
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/459
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/460.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/460.
[19] Müıntahine Suresi, âyet: 10
[20] Fetih Suresi, âyet: 24-26
[21] Buhari, K. eş-Şürut, bab: 15.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/461-476.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/477.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/478.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/478.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/479.
[26] Tevbe Suresi, 3yet 83.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/479-480.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/481.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/482.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/482-483.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/484.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/485.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/485.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/485
[35] Müslim,K.el-Cihari,bab: 133, Hadis no: 1808 /Ebu
Davud,K.el-Cih;td, bab: 120, Hadis no: 2688.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/486.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/487.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/487-488.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/488-489.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/490.
[41] Tevbe Suresi, âyet: 123.
[42] Duhari, K.el-Edeb, hah: 27 /Müslim, K.el-Birr, bub:
<S6, Hadis no: 258fi.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/491-493.