Peygamber Huzurunda Sesli Konuşmak
Âlimler Huzurunda Sesli Konuşmak
Peygamber Evinin Odalarını Kim Kaldırdı?
Hükümden Önce Araştırma Vacibdir
Dargın Müslümanların Arasını Bulmak Gereklidir
Baği Kimdir Ve Nasıl Bir Muameleye Tabidir?
Bîr Mümine Kötü Lakap Takmak Haramdır
İnsanların Kabile Ve Boylara Ayrılmasının Hikmeti
Medine DÖnemi'nde nazil olmuştur. 18 ayettir.
Bu sure ismini dördüncü ayetteki «ELHucurat» tabirinden almaktadır Hasan, Katade ve İkrime'nin rivayetine göre bu sure hicretten sonra nazil olmuştur. Mecma'ul-Beyan'da Tabersi îbn Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir: «Ancak 13. Ayet Mekke DÖ-nemi'nde nazil olmuştur. Umulur ki «Ey iman edenler» tabiri Medine Dönemi'nde inen ayetlerdendir. «Ey nas!» tabiri de Mekke DÖnemi'nde nazil olan ayetlerdendir» Bu kaideye binaen Ibn Ab-bas bu istisnayı yapmıştır. Fakat gerçek şudur ki bu kaide daimi değildir. Haffaci «Bu ayet şaz bir görüşle Mekki'dir» demiştir.
Sure icma ile 18 ayettir. Kelime sayısı 343, harf sayısı ise 1476'dır.
Fetih Suresi ile aralarındaki ilişki şöyledir: İkisi de Medine DÖnemi'nde nazil olmuştur. İkisi de birtakım hükümler getirmektedir. Fetih Suresi'nde kafirlerle savaş meselesi vardır. Burada da asîlerle savaş söz konusudur. Fetih Suresi «Ey iman edenler!» hi-tabıyla sonuçlanırken, bu sure de «Ey iman edenler!» hitabıyla açılmıştır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
1- Ey iman edenler! Sakın Allah'ın ve Rasûlü'nün huzu-
runda öne geçmeyin. Allah'tan (azabından) korkun. Muhakkak Allah işiten ve bilendir.
2- Ey iman edenler! Seslerinizi salan Peygamberin sesin-den daha fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Pey-gamber'e de yüksek sesle bağırmayın. (Böyle yaptığınız takdirde) haberiniz olmadan amelleriniz yanıp hiç olur.
3- Kuşkusuz ki Rasûlullah'm huzurunda seslerini kısanlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4- (Ey Rasûlüm!) Odaların arkasından sana seslenenler var ya! Onların çoğu hakikaten akıl erdiremiyorlar. [2]
(1-4) «Ey iman edenler! Sakın Allah'ın ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Öne geçmeJc»ten maksat, bir dununu Allah ve Rasûlü onunla hükmetmezden önce işlemeyin, buna cesaret göstermeyin ve kesinleştirmeyin. Ancak onun yapılmasına izin verirlerse yapın demektir. Hulâsa bu ayet Kitap ve Sünnet'in ışığında olmaksızın herhangi bir işin yapılmasına ruhsat vermemekte ve Kitap ile Sünnet'e muhalefetten sakindirmaktadir. Yani dini bir meselede, kendiliğinizden, Kitap ve Sünnet'e müracaat etmeden herhangi bir hükme varmayın. (Bu yorum İbn Abbas'tan gelmiştir).
îbn'uUVTunzir, İbn Ebi Hatim ve Ebu Nuaym, İbn Abbas'in şöyle dediğini rivayet ediyorlar: «Kitap ve Sünnet'in hilafım söylemeyiniz.»
îbn Cerir'in, tbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, onlar Allah kelâmının önünde konuşmaktan yasaklandılar. Onlara düşen, kulak kabartmak ve konuşmamaktı.
Bu ayetin bu son mânâya delâlet etmesi, Allah Rasûlü'nün lafzıyla beraber Allah'tan naklettiği kelâm veya mânânın Allah'tan, lâfzın Rasûlullah'tan olduğu kelâmdır. Veya burada hem Allah'ın hem de Rasûl'ün kelâmı kastedilirse böyledir.
Abd bin Humeyd'in Mücahid'den «Allah Rasûlü diliyle bir hü~ hum vermeden, siz Rasûlullah'tan herhangi bir şeyin fetvasını istemeyin» şeklinde naklettiği bu rivayet, birinci yorum gibi yorum* lanır ve îbn Abbas'ın yorumuna destek olur.
Bu ayetin sebebi nüzulünde ihtilâf vardır. Buhari ve İbn'uî Munzir, Abdullah bin Zübeyr'den şöyle rivayet ediyorlar;
«Beni Temim'den bir grup Hz. Peygamîber'e geldi. Ebubekir Sıddık, «Onların başına emir olarak Ka'kaa bin Mabed'i seç» dedi. Hz. Ömer «Akra' bin Habis'i seç» dedi. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer'e:
«Sen bu sözünle sadece bana muhalefet etmeyi amaçladın» dedi. Hz. Ömer, «Sana muhalefeti amaçlamadım» deyince ikisi yüksek sesle münakaşa ettiler ve bunun üzerine bu ayet indi.»
Abd bin Hunıeyd ve İbn Cerir'in Hasan'dan rivayet ettiğine göre bazı kimseler Kurban Bayramı'nda, Hz. Peygamber kurbanını henüz kesmeden Önce kendi kurbanlarını kestiler. Peygamber onlara ikinci bir kurban kesmelerini.emretti ve bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Hasan Basri'den gelen ikinci bir rivayete göre Hz. Peygamber Medine'ye yerleştikten sonra her taraftan kendisine heyetler gel. meye başladı. Bu kimseler çoık sual soruyorlardı. Bu ayet «Peygamber başlamadan önce sual sormaya başlamayın» yasağını getirmiştir.
îbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet etmektedir:
Bazı kimseler «Falan kişiler hakkında, eğer ayet nazil olsaydı, şöyle şöyle olurdu» şeklinde birtakım temennilerde bulunuyor-
lardı. Cenab-ı Hak bu temennilerin Allah'ın hoşuna gitmediğini bildirmek ve bunu yasaklamak için bu ayeti indirdi.
Tabarani ve İbn Merduveyh Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bazı kimseler Ramazan ayının Önünde ve Peygamber'den önce oruç tutardı. Bu ayet onlar hakkında gelmiştir.»
Bazı müfessirler «Bu ayet her söz ve her fiil için genel bir hüküm getirmiştir» demiştir, Rasûl-ü Ekrem'in huzurunda bir meselenin cereyan etmesi halinde Peygamber'den önce hiç kimsenin ona cevap vermemesi istenmektedir. Hz. Peygamber'in Önünden gidilmemesi, yemeğe ondan önce başlanmaması emredilmektedir. Muhtemelen ayetin mânası şöyledir: «Peygamber'in önünde yürümeyin.» Bu ayetten her şeyde Allah'ın hükümlerine tâbi olmanın farziyeti ortaya çıkmaktadır. Kıyası kabul etmeyenler genellikle bu ayetle istidlal etmişlerdir. Fakat bu istidlalleri, yerinde değildir. [3]
«Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne çıkarmayın.»
Cenab-ı Hak birinci ayette sözde ve fiilde RasûluUah'm önüne geçilmesini yasakladıktan sonra bu ayetle de söz keyfiyetin, deki geçmeyi yasaklamıştır. Birinci ayetin başında «Ey iman eden-ler» hitabı geçtiği halde ikinci ayetin başında da bu hitabın tekrar edilmesi, ikaz ve tembihte mübalağa yapmak ve bu iki kelâmın başlıbaşma iki hüküm olduğunu belirtmek içindir.
«Rasûl-ü Ekrem'in sesinin ulaştığı noktanın ötesine kadar sesinizi ulaştırmayın, gürültü yapmayın» ayetinden malcsat, şiddet-Ü şekilde bağırmayın, şiddetli bağırmaların altında konuşun, demek değildir. Yani peygamberin yanında gürültü yapmayın. Daha önce yaptığınız gibi sizden kabalık sadır olmasın. Rasûlullah'la aranızdaki sesli konuştuğunuz gibi konuşmayınız.
Birinci cümle, seslerin Hz. Peygamber'in sesinin üzerine çıkarılmasını yasaklıyor. İkinci cümle de kendi aralarındaki sesli konuşmaları peygamberle sesli konuşmaya eşit tutmalarını yasakla maktadır. Çünkü insan ancak kendi dengiyle bu şekilde konuşabilir. Allah'ın peygamberiyle ise böyle konuşulmaz.
Bazılarına göre, birinci hüküm peygamberin onlarla konuşmasına dairdir. İkinci hüküm ise Rasûl-ü Ekrem'in sükûtuyla tahsis edilmiştir. Yani peygamber sizinle konuştuğu zaman sesinizi onun sesinin üstüne çıkarmayın. Peygamber sustuğu zaman, eğer siz konuşursanız, onunla sesli ve gürültülü bir şekilde konuşmayınız! Yani seslerinizi peygamberin sesinden daha hafif tutunuz. Ona fısıltıya yakın bir sesle hitap edin. Böylece peygamberliğin azametini gözetmiş olursunuz. İşte bu noktadan dolayıdır ki Hz. Ebubekir Sıddık bu ayet indikten sonra «Ey Allah'ın Rasûlü! Sana Kitab'ı indiren Allah'a yemin ederim, bundan böyle, ölünceye kadar seninle ancak fısıltıyla konuşurum» demiştir,
Rasûlullaih, kendisine heyetler gelince, kendisine nasıl selâm vereceklerini, Peygamber'in huzurunda sekinet ve vakarlarının nasıl olacağı hususunu öğreten bir kimseyi gönderiyordu. Evvela o heyetlere bunlar Öğretiliyor, ancak bundan sonra Rasûlullah'ın huzuruna geliyorlardı. Hz. Ömer, (Buhari'de yer alan ve Zübeyr'den gelen bir rivayete göre) Rasûlullah'ın yanında konuştuğunda sesini peygamber işitmiyordu. Ondan ne söylediğini sorduğu zaman sözlerini tekrarlıyordu.
Bazıları da «Bu ayetin mânâsı birbirinize hitap ettiğiniz gibi, onu ismiyle, Jcünyesiyle çağırmayınız. Ona Nebi, Rasûl şeklinde hi. tap edin demektir» demiştir. Bu mânâ, tekrar emrinden daha uzak olmasına rağmen zahire muhalif düşer. Çünkü o takdirde «cehr» kelimesinin zikredilmesi için herhangi bir neden kalmaz.
«Amelinizin boşa çıkması» cümlesi iki nehyin de nedenidir. Yani Cenab-ı Hak sizi, bahsi geçen davranışlardan nehyetmiştir. Çünkü bunları yaptığınız takdirde ameliniz bâtıl olur. Veya sesli konuştuğunuz, gürültü yaptığınız takdirde ameliniz yanacağı için bunu yapmayın!
Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki günahlar mutlak olarak sa-lih amelleri iptal eder! Ehli Sünnet'in mezhebi, sadece küfrün sa-lih amelleri iptal edeceği şeklindedir. Birinci görüş Mutezile'nin görüşüdür. Bunun için Zemahşeri, Keşşafta şöyle der: «Bu ayet iki Önemli duruma delâlet eder:
1- Günahlardan bir kısmı vardır ki müminin amelini boşa çıkarır.
2- Müminin amellerinde boşa çıkıp-çîkmadığı bilinmeyen ameller vardır. Umulur ki onlar da Allah katında iptal olmuştur.
İbn'ul-Münir, Zemahşeri'ye şu cevabı veriyor: «Ayette sesin peygamberin sesinden yüksek tutulması yasağı vardır. Biliniyor ki yasağın hükmü, peygamberin rahatsızlığından meydana gelen bir nesnenin orada bulunmasından ileri gelmektedir. Tercih edilen kaide şudur: RasûLü Ekrem'e rahatsızlık vermek, bütün mezheb-lerin ittifakıyla ameli yok eden küfür mertebesine çıkar. îşte böylece peygambere rahatsızlığın verildiğinin zannedildiği bir yerde bu ithamın kökünü kesmek için bu davranış yasak kılınmıştır. Bu mânâ ister mevcut olsun ister olmasın. Rasûl-ü Ekrem'e rahat-sizlik vermek basan küfür mertebesine kadar uzanabilir. Basan da o dereceye kadar ilerlemez. Bu iki şekli aytrd edecek herhangi bir delil olmadığı için peygambere rahatsızlık verme zannının olduğu yerden mutlak şekilde kaçmak gerekir».
İbn'ul-Münir devamla şöyle der:
«Bu takdir, sahih olan iki mukaddime üzerinde cereyan etmektedir:
1- Sesin yükseltilmesi rahatsızlığı meydana getiren şeyler cinsindendir. Bu da naklen ve gözle müşahede edilen bir hakikattir. Hatta hoca, huzurunda talebenin sesli konuşmasından rahatsız olur. Hoca böyle olursa, peygamberlik rütbesi nasıl olur? Ona gerekli olan iclal ve tazim nasıldır?
2- Allah Easûlü'ne rahatsızlık vermek küfündür. Bunun küfür olduğu sabittir. Ehli sünnetin bütün imamları bu hususta ittifak etmişlerdir. RasûluPah'a küfür yönünden rahatsızlık veren bir kimsenin öldürülmesi hususunda fetva verilmiştir. Onun tev-besi kabul olunmaz. Çünkü Allah Rasûlü'ne verilen rahatsızlık Allah katında daha büyük bir cezayı müstelzimdir.
Bütün bunlardan sonra şu da bilinmelidir ki, yükselen seslerden bir kısmı bu yasağın kapsamına girmez. Mesela savaş esnasında bir sahabenin peygamberin yanında bağırması veya bir tartışma esnasında inatçı rakibine bağırması veya bir düşmanı korkutmak için bağırması haranı değildir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem bu gibi seslerden rahatsızlık duymaz. Diğer bir değişle bu sesin sahibi Peygamber'i hiçe saymış değildir.
Bir hadisi şerifte Rasûl-ü Ekrem, Huneyn Günü'nde Hz. Ab-bas'a «Ağacın altında biat edenleri, çağır» dedi. O da sesinin en tiz tonuyla «Semurre arkadaşları nerededir?» diye bağırdı. (Hz. Ab-bas çok gür sesli bir zattı).
Alimler «Bu ayet delâlet eder ki peygamberin kabri şerifi yanında da sesli konuşmak yasaktır. Hadisi okunduğu zaman da sesli konuşulmamalıdır. Çünkü ölü olduğu haldeki hürmeti diri olduğu haldeki hürmeti gibidir» demişlerdir. [4]
Ebu Hayyan «Alim bir kişinin huzurunda da sesli konuşmanın mekruh» olduğunu söyler. Çünkü sesli konuşmak onu üzmek ve değerini sıfıra düşürmek mânâsım taşıyabilir. [5]
«İmtihamnn mânâsı tecrübe ve denemedir. Allah için tecrübe muhal olduğu için burada temrin kastedilmektedir. Yani Cenab-ı Hak onların kalbinin takvadan ayrılmadığını görüyor!
Veya imtihandan maksat marifettir. Ayetin mânâsı; «Allah onların kalplerini takva için tanıdı» demek oluyor. Veya «Allah onların kalplerinde çeşitli şiddet ve teklifler yükletti, bunu da takva için yaptı» demektir. Yani takvaları ortaya çıksın ve muttaki oldukları bilinsin.
Birinci tefsir en kuvvetlisidir. Zira sesin alçaltilması ancak takva sahibi ve şiddetli sabır göstermiş kimselerce mümkün olabilir.
«Bu ayeti celile Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer hakkında nazil olmuştur» denilmiştir. Çünkü bunlar bu ayetten sonra seslerinin tonunu alçaltmışlardır. Saklanan kimselerin yaptığı gibi fısıltı halinde konuşmuşlardır.
Hakim'in hadisinde Muhammed bin Sabit bin Kays'tan şöyle rivayet ediliyor: Bu zat babasının sessinin durumunu hikâye ettikten sonra «Bu ayet nazil oldu» diyor. Fakat bu ayetin hükmü geneldir. Hem Ebubekir Sıddık, Hz. Ömer, hem de Safoit bin Kays bu hükme dahildir.
«Hucurat» hücre'nin çoğuludur. Hücreden maksat oda veya evdir. Ayette sözkonusu edilen odalar peygamber zevcelerinin odalarıdır. Onlar dokuz kişiydiler ve her birisinin bir odası vardı. Hatta İbn Sa'd'm rivayet ettiğine göre hurma ağaçlarından yapılmışlardı ve kapılarında kıldan siyah perdeler asılıydı.
Buhari, El-Edeb'ul-Müfred'de Davud bin Kays'tan şöyle rivayet ediyor: «O odaları gördüm, hurma ağaçlarından yapılmışlardı. Ve dışarıdan da kıldan örtülerle kapatılmışlardı. Zannıma göre evin, eni oda kapısından, evin kapısına kadar altı veya yedi zira' dır. İçi on zira tahmin ediliyor. Uzunluğu ise yedi veya sekiz zira idi».
Hasan Basri diyor ki: «Rasûlullah'ın hanımlarına ait olan odalara Hz. Osman bin Affan'ın halifeliğinde girdim. Elimi uzattığımda, tavana dokunabiliyordum. [6]
Peygamber'in zevcelerine ait olan odalar Abdulmelik'in oğlu Velid'in hükümdarlığı zamanında Peygamber'in Mescidi'ne katılmışlardır. Hücrelerin mescide katıldığı yani yıkıldıkları gün bütün halk ağlamıştır. Said bin Mliseyyeb o 'gün şöyle dedi: «Allah'a yemin ederim, o odaları hali üzere bırakmalarını, Medine ehlinden bir grubun ve İslâm memleketlerinin uzak köşelerinden gelen müslümanlann Rasûlullah'ın hayatta ne ile iktifa ettiğini görmelerini ve bunun da onların dünya ile iftihar hususunda zühdlerine sebeb olmasını isterdim.»
Bu odaların yıkılması kesinlikle İslâm'da irtikâb edilen suçlardan bîridir. Keşke yıkılmasalardı da, Kıyamet'e kadar o halleriyle muhafaza edilselerdi...
' Odaların zikredilmesiyle, asıl Feygamiber'in hanımlanyla halveti kastedilmiştir. Çünkü odalar peygamberin hanımlanyla halvet olması için hazırlanmışlardı. Rasulû Ekrem'i tazim etmek için «Senin veya hanımlarının odaları» denilmemiştir. Onların odaların dışında bağırmalan, odalara tek tek gelip bağırmalan gibidir. Veya Rasûlullah'a bir odanın arkasından foağrılması, bütün odaların arkasında durup bağırmak gibidir. Böylece bağırmanın isnadı bir kısmın bütüne isnadı gibidir. Bazıları da «Rasûlullah'a bağıran tek kişi idi» demiştir. Nitekim Tirmizi'nin Bera' bin Azib* ten rivayet ettiği hadisten de bu anlaşılıyor. İmam Ahmed ve İbn Cerir'in sahih bir senedle Eîbu Seleme bin Abdurrahman'm Ekva bin Habs'tan rivayet ettiği şu söz de buna delâlet eder: «B^n Pe&-gambere vardım» «Ey Muhammedi Bizim yanımıza çık» dedim. Rasûl-ü Ekrem cevap vermedi. Tekrar ettim: «Ey Muhammedi Benim övmem süs, zemmetmem de çirkinliktir» dedim. Yani seni översem güzel olursun, aleyhinde konuşursam çirkinlik olur demek istiyordu. RasûUü Ekrem buna cevap olarak: «Övülmesi süs, zemmedîlmesi çirkin olan Allah'tır, buyurdu. Bunun üzerine bu ayet indi.»
Bu yoruma binaen bağırmak hepsinin fiili olur. Çünkü onlar da Ekva'nm bağırmasına rıza göstermişler ve ona bağırmasını söylemişlerdir.
Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bağıranlar bir gruptu. Bazılan «Hücre tek olabilir. O da Rasûlullah'ın o anda içinde bulunduğu odaydı. Peygamberi tazim için çoğul kullanılmıştır» demiştir.
«Onların çoğunun akü etmediklerinden» maksat, aklın muk-tezası gibi hareket etmemeleridir. Zira akıl Rasûlullah'a karşı edebli olmayı gerektirir.
«Onların ekserisi akılsızdır» denildi de «Hepsi akılsızdır» denilmedi. Çünkü onlardan bazıları edebi terketmeyi kastetmemiş-tir. Herhangi bir meseleden ötürü Peygamber'e seslenmiştir.
Bu seslenenler Beni Temim kabilesinden idiler. Nitekim tarihî kaynakların çoğu böyle kaydetmiştir.
Kadı Beyzavi'nin sarihi el-Haffaci, Şihab'mda şunları söylüyor: «Peygamber Beni Ambere denilen bir kabileye akıncılar gönderdi. Emirleri Uyeyne bin Hasn idi. Kabile erkekleri, kaçtılar, hanımları ve çocuklarım bıraktılar. Uyeyne çocuk ve hanımları esir etti. Hepsini P'eygamber'e getirdi. Erkekler esirlerinin bırakılması maksat ve ricasıyla Medine'ye geldiler. Odalarının dışından Hz. Peygamber'e seslendiler. RasûUü Ekrem bunların yarısını serbest bıraktı, diğerlerinden fidye aldı.»
Bu kelâmın zahirinden anlaşılıyor ki bu gelenler Beni Temim' den değildirler. Oysa Kamus, «Anber, Temim'den bir kabilenin adıdır» der. Beni Ariber, Kamus yorumuna göre, Temimlilerden-dir. [7]
5- Eğer onlar, sen yanlarına çıkıp gelinceye kadar sabretse-lerdi muhakkak ki onlar için (bu sabır) daha hayırlı olurdu. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
6- Ey iman edenler! Eğer bir fasik size bir haber getirirse onun içyüzünü araştırın. Aksi takdirde bilmeden bir kavme fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.
7- Bilin ki içinizde Allah'ın Rasûlü vardır. Eğer o bir çok işlerde size uymuş olsaydı muhakkak ki kötü duruma düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinizde süslemiş, küfrü, faşıklığı, ve isyanı size iğrenç olarak göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
8- Bu Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
9- Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarım düzeltin. Şayet biri diğerine saldırırsa (saldıran grup) Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar onlarla savaşın. Eğer dönerlerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (bütün durumlarda) adaletli davranın. Kuşkusuz ki Allah adil davrananları sever.
10- Müminler birbiriyle kardeştirler. Öyle ise, (dargın olan) kardeşlerinizin arasını düzeltin* ve Allah'tan (azabından, kahrından) korkun ki esirgenesiniz.
11- Ey iman edenler! Bîr kavm (topluluk) diğer bir kavmi alaya almasın. Belki de o alay edilenler onlardan (alay edenlerden) daha iyidirler. Kadınlar da (başka) kadınları alaya almasınlar. Belki o alay edilenler kendilerinden daha iyidirler. Birbirini/i ayıplamayın. Birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın. İmandan sonra f asıkhk ne kötü bir isimdir. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir! [8]
(5-11) «Eğer onlar, sen yanlarına çıkıp gelinceye...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Eğer peygamber çıkıncaya kadar sabredip bekleseydiler bu onlar için aceleden daha hayırlı olurdu. Çünkü edebi korurlar, peygamberi tazim ederlerdi. Bunlar da onları övmeye sebep olurdu. Ayrıca isteklerinin tamamına nail olurlardı ve Hz. Peygamber esirlerin tamamını bırakırdı.
Bu kelâm, onlar Peygamber çıkıncaya kadar beklemeleri gerektiğini ifade eder.
Bu ayetlerde Peygambere karşı yapılan edepsizliğin ne kadar çirkin olduğuna işaret edilmektedir.
İşte bu ayet ve benzerlerinden güzel edebler alınmaktadır. Nitekim fazilette şöhreti afaki dolduran Ebu Ubeyde der ki:
«Bir alime bir sual sormak için gittiğimde, o kendiliğinden evinden çıkmadıkça kapısını çalmadım».
6. ayet hakkında İmam Ahmed, Hars bin Ebu Derar'ul-Huzai' den şöyle rivayet ediyor: «Rasûlullah'a vardım. Beni İslâm'a davet etti. İslâm'a girdim. «Zekât ver» dedi. Onu da kabul ettim ve dedim ki: «Ey Allah'ın Rasûlü! Kavmime gideyim de onları İslâm'a girmeye, zekât vermeye davet edeyim. Kim imanı kabul ederse zekatını toplayayım. Bana bir elçi gönderirsin, falan zamanda topladığım zekâtı sana getirir». Hars müslüman olanların zekâtını topladı ve Rasûlullah'm elçi göndereceği zaman geldi. Buna rağmen elçi gelmedi. Bunun üzerine Hz. Peygamberin kendisine kızdığını düşündü ve kavminin ileri gelenlerini çağırarak onlara şöyle dedi: «Allah'ın elçisi benim için bir vakit tayin etmiştir. O vakitte bir elçi gönderecekti ki bizim yanımızdaki zekâtı alıp götürsün. Rasûl-ü Ekrem sözünden caymaz. Peygamber elçisinin gelmemesini bana kızmasına hamlediyorum. Gelin, Rasûlullah'a varalım».
Aynı tarihte de Hz. Peygamber, onlara göndermek üzere, Ve-lid b. Ukbeb. Muayt'ı göndermişti. Hz. Osman'ın anne bir kardeşi olan bu zat onların yanında toplanan zekâtı getirecekti. Velid, Peygamberin yanından ayrılıp yola devam ederken bir ara korlt tu, geri döndü ve Rasûllullah'a «Hars bana zekâtı vermedi ve beni öldürmek istedi» dedi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem, Hars'a karşı kuvvet göndermeye karar verdi. Hars, arkadaşlarıyla beraber Medine'ye doğru gelirken bu kuvvetlerle karşılaştı. Onlar da Medine'den ayrılmıştı. Dediler ki: «İşte bu Mars'tır, geliyor».
Ordu onların etrafını çevirdiğinde Hars onlara «Kime gönde-rildiniz?» diye sorunca onlar «Sana gönderildik» dediler. Hars bunun sebebini sorunca onlar: «Çünkü Rasûl-ü Ekrem'in elçisi Ve-lid b. TJkbe zekât vermediğinizi, kendisini öldürmek istediğinizi söyledi» dediler. Hars: «Muhammed'i hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben hiçbir zaman Velid'i görmedim. O bana da gelmemiştir» dedi. Hars, Rasûl-ü Ekrem'in huzuruna girdiğinde Rasûl-ü Ekrem «Sen zekâtı vermedin, benim elçimi de öldürmek istedin değil mi?» diye sordu. Hars: «Hayır! Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki ne ben onu gördüm, ne de o beni gördü. Senin elçin bana söylediğin zamanda gelmediği için, Allah'tan ve peygamberden bir Öfke hasıl olmuştur zannına kapıldım, onun için geldim» dedi. Bunun üzerine «Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse onu araştırın...» ayeti nazil oldu. [9]
Fasık'tan maksat, şeriatın emirlerinden dışarı çıkmış kişidir. Ragıb «Fasık kâfire de, az veya çok günah işleyene de denir. Fa-sık çoğunlukla, şeriat hükmüne giren, sonra da o hükümlerin bir kısmını tamamen veya kısmen ihlal eden kişiye denir» der.
Ayetin zahirine bakılırsa buradaki fasık bir müslümandır, şer'i ahkâmın bir kısmını veya mürüvveti ihlâl etmiştir. Tebyin ise araştırmak, tanımak içki araştırma yapmaktır.
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bu ayet indiği gün RasûUü Ekrem, 'Tesebbut Allah'tan, acele şeytandandır' buyurdu».
Allah Rasûlü ile sahabiler, huzurlarında hiç kimsenin yalan söylemeye cesaret edemediği bir mertebede olduklarından dolayı Cenab-ı Hak şek ifadesi kullanmıştır: Eğer "bir fasık gelirse...
«Ey iman edenler» hitabının işaret ettiği mânâya göre iman, fasikm haberinde araştırmayı gerekli kıldığı için, fışkın olmamasını da gerekli kılmaktadır.
Pasık'ı hitaptan çıkarmak, fışkın çok çirkin olduğuna delalet eder. Bu ayette fasıkın şahitlik yapabileceği hükmü getirilir. Aksi takdirde tebyinin hiçbir mânâsı kalmaz. Meselâ köle şahitlik yaptığı zaman onun şehadeti reddedilir. Burada bir araştırma yapılmaz. Ancak İmam Şafii «Fasıkın şehadeti caiz değildim demiştir.
Bazı kimseler «Bu ayet sahabe içerisinde adil bulunmayan kimselerin mevcudiyetine delâlet eder» demişlerdir. Zira Velid bin Ukbe kesinlikle sahabidir ve Cenab-ı Hak kendisine fasık demektedir. Bu ayet «Bütün sahabe adildir. Gerek rivayette gerekse şahitlikte onların adaleti araştırılmaz» diyenin aleyhinde bir reddiyedir. Bu, elbette bu meselede söylenen görüşlerin biridir. Selef ve halef ulemasının çoğu buna zahib olmuştur. İkinci görüşe göre sahabe de diğer müslümanlar gibidir. Onlar hakkında da rivayetler ve şahitliklerde adaleti var mıdır, yok mudur şeklinde araştırma yapılır! Ancak Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in rivayet ve şehadetleri gibi açıkça hakikat olduğu bilinenler bundan müstesnadır. Üçüncü görüşe göre onlar Hz. Osman şehit edilinceye kadar adildiler. Hz. Osman'ın şehadetinden sonra onların adaleti araştırılmalıdır. Çünkü fitne vaki olmuştur. Onların içinde bu fitneye dalmaktan kaçanlar vardır.
Dördüncü görüş şöyledir: Onlar adildirler, ancak Hz. Ali ile savaşanlar müstesnadır. Çünkü onlar hak imama karşı çıktıklarından dolayı fasıktırlar. (Bu, Mutezüe'nin görüşüdür).
Fakat hakikat ekserin ifade ettiği görüştür. Onlar derler ki: Sahabeden bir kimse yalan söyler veya hırsızlık yaparsa veya zina ederse o sahabi hakkında onun mucibince amel edilir... Ancak o adaletini ortadan kaldıracak bir şeyde ısrar etmezse. Zira onların medhu senası hakkında birçok ayet ve hadisler varid olmuştur. Bizim için, onlardan biri fışkı gerektiren bir hareket yapmıştır diye «Bu kişi fısk üzerinde ölmüştür» demek caiz olmaz. Biz onlardan bazılarının hayatlarında fısk işlediklerini inkâr etmiyoruz. Masum değildirler. Onlara tevbe etmezden önce fasık deniliyordu. Fakat bu fasıldık vasfının onlarda daimi bir vasıf olduğu söylenemez. Çünkü bu Rasûl-ü Ekrem'in sohbetinin bereketiyle olmuştur. Allah onlan çok Övmüştür. Meselâ Cenab-ı Hak Kur'an'da «İşte böylece sizi vasat (adil) bir ümmet kıldık» buyuruyor. Başka bir ayette ((İnsanlar için çıkartılmış ümmetlerin en hayırlısısınız» buyuruluyor.
«Leanittum» fiili sıkıntıya ve helake düşersiniz demektir, «işte doğru yolda bulunanlar bunlardır» cümlesindeki hitap Rasûl-ü Ekrem'edir. Cenab-ı Hak sanki peygamberine onların içinde bulunduklarının doğruluk olduğunu göstermek istiyor. [10]
«Eğer müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin...» ayeti şu hükümleri getirmektedir: Nasihat etmekle, eğer varsa şüpheyi izale etmekle, Allah'ın hükmüne davet etmekle aralarını düzeltin. «Allah'ın emrine dönmek» demek onun hükmüne dönmek demektir. «Adaletle onların aralarını ıslah edin», yani onların aralarında bulunan ihtilafları Allah'ın hükmüne göre çözün. Sadece mütarekeyi kâfi görmeyin. Çünkü ihtilaf çözülmediği takdirde onlar için İkinci bir savaş mümkündür. Yaptığınız ve yapmadığınız her şeyde adaleti gözetin. «Allah adil olanı sever».
Bu ayet Evs ile Hazrec arasında vaki olan savaş hakkında nazil olmuştur. Ahmed, Buhari, Müslim ve İbn Cerir, Enes'ten şöyle rivayet ederler «Allah Rasûlü'ne Keşke Abdullah bin Ubeyy'e git-seydin» denildi. Bu ısrara karşı Hz. Peygamber de belki ıslah olur diye münafıkların başına gitti. Bir merkebe binmişti. Müslümanlar da yaya yürüyordu. Peygamber ona vardığında îbn Ubeyy Pey-gamber'e şöyle dedi: «Benden uzaklaş! Allah'a yemin ederim, merkebinin kolcusu beni rahatsız ediyor.»
Bunun üzerine Ensardan bir kişi: «Allah'a yemin ederim, Pey. gamberin merkebinin kokusu senin kokundan daha-hoştur» dedi. Abdullah'a söylenen bu sözden ötürü Evs Kabilesi'nden bazı kimseîer öfkelendiler ve böylece Hazreçliler de bu sözü söyleyen zata arka çıktılar. Aralarında hurma dallarıyla, sille tokat vuruşma başladı. Cenab-i Hak o zaman bu ayeti indirdi.
Diğer bir rivayette, Rasûl-ü Ekrem, Sa'd bin Ubade'nin hastalığını işitmiş, onu ziyarete gidiyordu. Abdullah İbn Ubey bin Se-lül'ün yanından geçti ve o zaman Abdullah yukarıdaki sözlerini söyledi. Abdullah bin Revaha da ona cevap verdi. Hazreçliler Abdullah bin Revaha'nm arkasına, Evsliler de Abdullah bin Ubey'in arkasına geçerek savaştılar. Bu ayet o zaman indi. Peygamber de bu ayeti okudu. Böylece barıştılar.
îbn Abbas'tan gelen rivayete göre buradaki emir vücub ifade eder. Yani iki müslüman grubun arasını ıslah etmek vaciptir. Ve baği (asi) kimseler savaşta ısrar ederlerse onlara karşı savaş açmak vaciptir. Savaştan çekilirlerse terkedilirler. [11]
Hakim'in rivayet ettiği bir hadiste Rasûl-ü Ekrem: «Ey İbn üvvmü Abd! Biliyor musun, Allah bu ümmetin bağileri hakkında Tiasıl hükmetmiştir?» dedi. İbn Ümmi Abd (İbn Mesud): «Allah ve Rasûlü daha iyi bilir» deyince: «Onların yaralıları, esirleri öldürülmez. Kaçanlarının arkasına düşülmez ve onların malları ganimet olarak taksvM edilmez» buyurdu.
Hanbeliler'den bazıları «Baği kimselerle savaşmak dhad etmekten daha üstündür» der. Çünkü Hz. Ali, halife olduğu devrede, cihada, hududlara gitmedi, bağilerle savaştı. Hakikat şudur ki bağilerle savaşmak mutlak cihaüdan üstün değildir. Eğer bağilerle savaşılmazsa büyük bir başıbozukluk meydana gelirse ve bu cihadın maslahatından daha korkunç olursa, o zaman onlarla savaşılır, cihada gidilmez.
Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki baği mümindir. Çünkü Ce-nab-ı Hak iki grup için de «müminlerden» tabirini kullanmıştır. İmam zalim olsa dahi ona karşı çıkmak büyük günahtır. Tabii eğer tevilsiz karşı çıkılırsa veya kesinlikle bâtıl bir tevil getirilirse durum böyledir. Mutezile böyle meselelerde «İmama karşı çıkan fa~ sıktır, eğer tevbesiz ölürse cehennemde ebedî kalır» demişlerdir. Hariciler «İmama karşı çıkan kâfirdir» diyorlar. İmamiler, Şiiler Hz. Ali'ye karşı çıkan bağileri tekfir etmektedirler. Ve Rasûl-ü Ekrem'in «Senin savaşın benim savaşımdır» hadisini de delil gösterirler. Fakat onların delilleri üzerinde düşünmek gerekir.
«Müminler ancak kardeştir» cümlesi istinafi bir cümledir. Daha önce «ıslah ediniz» emrini tesbit ve takrir etmektedir. Müminlere kardeş denilmiştir. Bu tabir Teşbih'ul-Beliğ kabilindendir. Bütün müminler ebedi hayatı gerektiren iman kökenine mensub olmalarından dolayı kardeşlere benzerler. «İki kardeşinizin arasını ıslah edin» cümlesi dinden gelen kardeşliğin sulhu gerektirdiğini ifade eder.
«İki kardeşinizin arasını ıslah edin» tabiri iki kişinin arasında dahi sulh yapılmasının vacip olduğunu ifade ediyor. O halde ikiden fazla kişiler arasında sulh yapılması daha kuvvetlidir.
Bazıları «İki kardeşten maksat Evs ve Hazrec kabileleridir» der. Zira bu ayet onlar hakkında nazil olmuştur. Onlara kardeş denilmiştir, çünkü en yukarıdaki dedelerinde birleşirler. [12]
«Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya aîmasın»; yani sizden olan bir grup, yine sizden olan bir topluluğu alaya almasın. Onlarla istihza etmesin!
İbn Hacer, Zevacir'inde «Suhriye, eksiklik gözüyle alınan kişiye bakmak demektir» der. Kurtuibi «Suhriye kişiye hakaret etmek ,onu hafife almak, ayıp ve eksikliklerini bildirecek şekilde konuşmaktır» diyor. İşte suihriye, bazen fiille, sözle, işaretle veya ima ile veya alaya alan kişinin kelamından ötürü gülmekle olur. Veya onun sanatından veya suretinin çirkinliğinden ötürü gülmekle de olur.
Mukatil'den gelen rivayete göre ayet, Beni Temim Kabilesinden bir grup hakkında nazil olmuştur. Onlar Bilal, Selmani Farisi, Ammar, Habab, Suheyb, İbnMuheyre, Salim gitoi zatlarla alay ediyorlardı. Bir rivayete göre Aişe ve Hafsa validelerimiz, Ummu Seleme validemizi böğrünün üzerine beyaz bir elbise bağlamış olarak gördüler. Onun sırtından aşağı doğru sarkmıştı. Hz. Aişe, Hz. Hafsa'ya, Ümmü Seleme'niri arkasından sarkan şeyi işaret ederek «Sanki bir köpeğin dilidir» dedi ve ayet bunun üzerine indi.
Bir başka rivayete göre Aişe validemiz, Zeyneb binti Huzeyme el-Hilaliye ile boyunun kısalığından dolayı alay etti. Bu ayet o zaman nazil oldu.
Bazıları da «Bu ayetin sebebi nüzulü Ebu Cehil'in oğlu İkrime hasretleridir» der. İkrime, Medine'de yürüdüğü bir sırada bir topluluk «İkrime bu ümmetin Firavunun oğludur» dedi. Bu sözü işiten İkrime bundan rahatsız oldu. Rasûlullah'a şikâyette bulundu, onun üzerine bu ayet na7.il oldu. [13]
«Umulur ki alaya alınanlar Allah katında alaya alanlardan daha hayırlıdır». Zira hadiste varid olduğu gibi saçı sakalı birbirine karışmış, toz, gubar içine gömülmüş iki çaput giyen ve insanların gözünde hiçbir kıymet taşımayan nice kişiler vardır ki Allah'a yemin verirse Allah onu yemininde doğru çıkarır. Mümkündür ki, ayetin mânası bir kısmınızın diğer bir kısmınızı tahkir etmemesi için ikazdır. Çünkü tahkire uğrayan kişi aziz, tahkir eden de zelil olabilir. Şair şöyle diyor: «Fakiri tahfif, tahkir etme. Olabilir ki sen bir gün eğilirsin, zaman da onu yükseltir».
«Kavra», erkekler cemaati demektir. Bunun için Cenab-ı Hak hemen bunun akabinde «Mümin kadınlar da mümin kadınlarla istihza etmesin» buyurmuştur. Kavm kelimesi ya mastardır ve erkek cemaati için kullanılmıştır. Veya kaim kelimesinin ismi cemidir. Bazıları «Bu kelime cemidir» deyip bununla lugavi mânâyı kastetmiştir. Kavmin sadece erkekler için kullanılması emirleri sevk ve idare etmenin erkeklere ait bir vazife olmasındandır. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdtrlar» buyurmuştur. Bazen kavm kelimesinden erkek ve kadınların hepsi kastedilmiş olabilir: Ad Kavmi, Firavun kavmi gibi.
Ayet metnindeki «Ni$a»dan maksat kadındır. Bu kelime nis-van ve nisvet kelimeleri gibi mer'et (kadın) lâfzının çoğulu olarak geliyor. Cenaıb-ı Hak gerek erkekler, gerekse kadınlar hususunda cem'e delâlet eden tabirleri kullanmıştır. Bir erkek diğer erkeği, bir kadın da diğer kadını alaya almasın, tarzında bir şey söylememiştir. Halbuki en genel ve en kapsayıcı olan asıl da bu idi. Zira çoğu kez suhriyye (maskaralık) insan topluluklarında olur. Suhriyye'den lezzet alanlar ve ondan elem duyan nice kimseler vardır. Yani alay eden birkaç kişi alay edilen de birkaç kişidir.
«Nefislerinizi ayıplamayın» tabirinden maksat, bir müslüma-nın diğerini ayıplamamasıdır. Yani birbirinizi ayıplamayınız. Çtinkü müslümanlar bir tek nefis gibidirler. Birbirlerini ayıplayanlar sanki kendi nefislerini ayıplamışlardır.
«Enfus» kelimesi cins yerine kullanılmıştır. Nitekim «Andol-sun, size nefislerinizden bir rasûl geldi» buyurulmuştur. Başka bir ayette «Sakın nefislerinizi öldürmeyin» denilmiştir.
«Birbirinizi ayıplamayın» yasağı daha önceki yasaktan farklıdır. Her ne kadar bu iki yasak müminlere mahsus ise de. Çünkü suhriyye, güldürücü bir tarzda başkalarının yanında kişiyi hakir görmektir. «Lemz» ise şahsın ayıplarına dikkat çekmektir. İster güldürücü şekilde olsun, ister olmasın. İster başkalarının yanında olsun, ister olmasın. [14]
«Tenâbezû, fiili nebeze kökünden gelir ve lakab demektir. Cemi enbaz'dır. Yani birbirinizi lakablandırmayın, birbirinizi lakab-la çağırmayın. Birbirinizi kötü lakaplarla isimlendirmeyin, birbirinize kötü lakab takmayın!
Hasan ve Mücahid şöyle derler: «Müslüman olduktan sonra kişi «Ey yahudi, Ey Nasrani gibi» küfrüyle ayıplanıyordu. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu».
Katade ve Ebu'l-Aliye, İkrime'den şöyle rivayet ediyorlar: «Birbirinizi lakaplarla çağırmayın» ifadesinin mânâsı kişinin başkasına ey fasık, ey münafık gibi kötü îakablarla seslenmesinin ya-saklamasıdır.»
Kişiye müslüman olduktan ve tevbe ettikten sonra kâfir ve ya zani demek, yapılan isimlendirmenin en çirkini ve en kötüsü-dür.
«Kim kardeşini lakablandırırsa, onunla devamlı olarak istıfu za ederse, o fasıktır». Sahih'de «Kim kardeşine «ey kâfir» derse mutlaka küfür sıfatı bu ikisinden birisine isabet etmiş olur. Eğer söylediği gibiyse muhatab, aksi takdirde konuşan kâfir olur.»
Burada genel kaide şudur: Kendisiyle çağrıldığında hoşuna gitmeyecek bir şeyle, kişiye eziyet vermek maksadıyla lakap takılması doğru değildir. [15]
12- Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zan-nın bir kısmı vardır ki günahtır. Sakın tecessüs etmeyin. Bir kısmınız diğer kısmınızın gıybetinde bulunmasın. Sizden biri, Ölü kardeşinin etini yemeği sever mi? Bundan hemen iğrendiniz (değil mi)? Allah (m azabın) dan sakının. Kuşkusuz ki Allah tevbeyi çok kabul edendir, (müminleri) esirgeyendir.
13- Ey insanlar" Sizi bir dişi ve bir erkekten yarattık ve sizi aşiretler ve kabileler haline getirdik ki tanışasmız. Elbette Allah indinde makbul olanınız Allah'tan ençok çekinenizdir. Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.
14- Ey Rasûlüm! Bedeviler «inandık» dediler. De ki: «Siz inanmadınız. Lâkin «m ü siü man olduk» deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederseniz (Allah) yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.
15- Kuşkusuz ki müminler ancak Allah'a ve Rasûlü'ne iman eden, ondan sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlardır, işte doğru olanlar onlardır.
16- (Ey Rasûlüm!) De ki: «Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir».
17- (Ey Rasûlüm!) Onlar İslâm'a girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki: «Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Aksine sizi imana ilettiği için Allah size minnet eder. Eğer doğrulardan iseniz.
18- Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yapmakta olduklarınızı görmektedir! [16]
(12-18) «Ey iman edenler! Zannın çoğundan...)) Bu Ayetlerin Tefsiri
Bazılarına göre bu ayet Rasûİ-ü Ekrem'in sahabilerinden iki kişi hakkında nazil olmuştur. Onlar arkadaşlarının gıybetinde bulunuyorlardı. Şöyle ki: Rasûl-ü Ekrem her seferde muhtaç bir ki siyi iki zengine katardı. O da onlara hizmet eder ve mallarından istifade ederdi. Selman Farisi'yi de iki kişiye katmıştı. Selman konağa vardığında uykusu geldi ve uyudu. Onlara herhangi bir şey hazırlamadı. Onlar geldiğinde baktılar ki ne yemek ne de katık var. Hz, Selman'a «Git, bizim için Peygamber'den yiyecek ve katık iste» dediler. Hz. Selman Rasûl-ü Ekrem'e geldi. Peygamber ona «Usame bin Zeyd'e git. Eğer yanında fasla yemek varsa sana versin» buyurdu. «Usame, Rasûl-ü Ekrem'in haznedarı idi». Selman, Usame'ye gitti. Usame: «Benim yanımda bir şey yok» dedi. Dönüp gelerek durumu onlara haber verdi. Onlar da Selman'a «Usame'nin yanında bir şey varsa da cimrilik yapıp, bize vermemiştir» dediler. Sonra Selman'ı sahabilerden bir gruba gönderdiler. Onların yanında da bir şey yoktu. Bunun üzerine: «Eğer biz Selman'î.Medine'de bulunan Sümeyha kuyusuna göndersek, onun suyu bile çekilir» dediler.
Sonra merak edip, Usame'nin yanında bir şey olup olmadığını araştırmaya başladılar. Rasûl-ü Ekrem onları görünce: «Ne oluyor Td, sizin ağsınızda etin yeşilliğini görüyorum» dedi. Onlar: «Ey Allah'ın Peygamberi! Biz bugün ne et ne de başka bir şey yedik» dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: «Siz sabahtan beri SeU man ve Usame'nin etini yiyorsunuz» buyurdu ve bunun üzerine bu ayeti celile nazil oldu. (Sa'lebi)
Sahih-i Müslim ve Buhari'de E!bu Hureyre'den şöyle rivayet ediliyor: «Zandan sakının. Kesinlikle zan sözün en yalanıdır. Ta-hassus ve tecessüs etmeyin. Birbirinize kötü lakab takmayın. Birbirinizi kıskanmayın, birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun».
Her zan konusunda ihtiyatla davranılsm ve bu zannıtı hangi kabilden olduğu bilinsin diye «Kesiren» kelimesi nekre getirilmiştir. Çünkü zanmn bir kısmının peşinden gitmek mubahtır. Maişet emirlerinde olan zan gibi. Bir kısmı ise vacibtir. Mesela ameller hakkında kesin delil olmadığı yerdeki zan kesin bir delille sabit olmayan vaciblerdeki zan ve Allah hakkındaki hüsnü zan gibi.
Zanmn bir kısmı da haramdır. Mesela inançlarda, peygamberlerle ilgili meselelerdeki zan gibi. Kesin delile ters düşen zan ve müminler hakkındaki suizan haramdır.
Cenab-ı Hak, Müslümanın kanım ve namusunu ve hakkında kötü zan beslenmesini haram kılmıştır. Aişe validemiz merfu olarak şu hadisi rivayet ediyor: «Kim kardeşi hakkında kötü zanda bulunursa, Allah hakkında kötü zanda bulunmuştur. Çünkü Cenab-ı Hak «zannın çoğundan sakınınız» buyurmuştur». [17]
«Tecessüs etmeyiniz»; yani zahire yapışın. Müslümanların ayıplarını araştırmayın. Hiçbiriniz bir müslüman kardeşinin ayıbını araştırmasın. Allah, kardeşinizin ayıbını örttükten sonra onu açığa çıkarmaya gayret etmeyin! [18]
«Sakın birbirinizi gıybet etmeyin» ayeti gıybeti yasaklayan bir ayettir. Gıybet, kişide bulunan sıfatlarla onu zikretmendir. Eğer bunlar onda bulunmazsa o zaman bu iftira olur. Gıybetin mânâsı, Sahihi Müslim'de Ebu Hureyre'den gelen şu hadisle sabit olmuştur: Hz. Peygamber: «Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?» diye sorunca, Sahabe: «Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.» dediler. Bunun üzerine Basûl-ü Ekrem: «Senin din kardeşini onun hoşuna gitme-, yeceği bir şeyle zikretmendir» buyurur. Sahabe: «Eğer benim söylediklerim kardeşimde varsa yine de bu gıybet olur mu ya Rasûl-allah?» dediler. Hz. Peygamber (s.a.v) de: «Eğef senin söylediğin şeyler kişide varsa sen onun gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa, ona iftira atmış olursun» buyurdular.
Bazıları gıybet için kısa ve veciz bir tarif yapmıştır. «Zikr'uU Aybı bi Zehr'iUGaybi». Yani kişinin olmadığı bir zamanda onun ayıplarını zikretmek gıybettir.
Hasan Basri «Gıybette üç vecih vardır. Hepsi de Cenab-ı Hak' kın Kitabı'ndadır: Gıybet, iftira, bühtan» diyor. Gıybet, müslüman kardeşinde bulunan kusurları söylemendir. İlk (İftira) müslüman kardeşin hakkında kulağına geleni söylemen, Bühtan ise onda olmayan şeyleri söylemendir.
Şube'den şöyle rivayet ediliyor: Bana Muaviye bin Urve şöyle dedi: «Eğer eli, ayağı kesik bir kişi senin yanından geçse sen de «Bunun eli ayağı kesiktir» desen bu gıybet olur».
ŞuTse diyor ki «Ben bu hadiseyi Ebu îshak'a söyledim. O da Muaviye bin Urve için doğru söylemiştir dedi».
Alimler eskiden beri «Eğer sözlerden kişinin ayıbı kastedilir. se bu gıybet olur» şeklinde ittifak etmişlerdir.
Hasan Basri'den şöyle
rivayet ediliyor: «Üç kişi vardır ki on-ların hürmeti yoktur
1- Hevai
nefsine tabi olan kişi,
2- Alenen
fasık olan,
3- Zalim bîr idareci».
Hasan Basri , Haccac-ı Zalim öldüğü zaman şöyle demiştir: «Ya Rabbi! O'nu öldürdün. Onun sünnetini veya çirkinliklerini de bizden kaldır. Çünkü o bize kör ve tepegöz olarak geldi. Elini uza. tıyordu, parmakları kısaydı. Allah yolundan hiçbir toz ve tere katılmadı. Saçını tarıyor, yolda gururla yürüyordu. Minbere çıkıyor, namazı kaçıracak kadar fuzuli konuşmalar yapıyordu. Ne Allah'tan korkar, ne de insanlardan haya ederdi. Onun üstünde Allah, altında da yüzbin veya daha fazla yardımcıları vardı. Hiç kimse ona 'Ey kişi! namaz geçiyor' şeklinde cesaretle seslenemezdi».
Hakim'e hakkını ispat etmek için «falan adam bana zulmetti, malımı aldı. Beni öfkelendirdi, bana ihanet etti» gibi sözler gıybet olamaz. Rasûl-ü Ekrem'in «Hak sahibinin söz söylemeye hakkı vardır» şeklinde bir hadisi vardır. [19]
(13) «Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık...» Bu Ayetin Tefsiri
«Erkek»den maksat Hz. Adem, «Dişinden maksat ta Hz. Havva'dır. Bu ayet Ebu Hind hakkında nazil olmuştur.
Ebu Davud, Merasü^inde Zühri tankıyla şöyle rivayet ediyor: «Rasûlullah Beni Beyat Kabilesi kadınlarından birini Hind'le ev-lendirmeyi isteyince Rasûl-ü Ekrem'e şöyle dediler; «Biz kızlara mevalimizle (aramızda söz olan veyahut da bizim azadlımız sayılan kişilerle) evlendirmeyiz». Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi. Zühri der ki: «Bu ayet özel olarak Ebu Hind hakkında nazil oldu». Bazıları da «Sabit bin Kays bin Şemmas hakkında nazil oldu» demişlerdir. Bu ayet onun, kendisine oturmak için yer vermeyen kdsi hakkında «Falan kadının oğlu» demesi, o kişiye tan etmesi hakkında nazil olmuştur. Rasûl-ü Ekrem: «Kimdir o adamın annesinin bahsini yapan?» diye sordu. Sabit: «Bendim, ey Allah'ın Rasûlü» dedi. Rasûl-ü Ekrem: «Ey Sabit! Kavminin yüzüne bak» dedi. Sabit baktı. Hz. Peygamber: «Ne gördün?» diye sordu. Sabit: «Beyaz, siyah ve kırmızı gördüm» dedi. Rasûl-ü Ekrem: «Sen ancak takva ile onlardan üstün olabilirsin» buyurdu ve bu ayet Sabit ve bu hadise hakkında nazil oldu.
İbn Abbas, ayetin sebebi nüzulü hakkında şunları söyler: «Mekke fethinde Hz. Peygamber Bilal'e: «Kabe'nin üzerine çık ve ezan oku» dedi. O da ezan okudu. Anneb bin Esid bin Ebi'UAs: «Hamd o Allah'a olsun ki, babamın canını aldı da bu günü görmedi» dedi. Haris bin Hişam: «Muhammed bu siyah kartaldan başkasını müezzin olarak bulamadı mı?» dedi.
Süheyl bin Amr: «Eğer Allah bir şeyi irade ederse onu değiştirir» dedi.
Ebu Süfyan: Ben bir şey söyleyemem. Göklerin Rabbi'nin beni Muhammed'e ihbar etmesinden korkarım» dedi. Böylece Cebrail gelerek onların sözlerini peygambere haber verdi. Rasûl-ü Ekrem onları çağırdı. O sözleri kendilerinden sordu. Onlar da ikrar ettiler. Bunun üzerine bu ayeti celile nazil oldu»
Ayet onları ata ve ecdadıyla iftihar etmekten menetmiştir. Malların çokluğuyla iftiharı, fakirleri hakir görmeyi yasaklamaktadır. Çünkü şerefin, üstünlüğün kaynağı, ölçüsü takvadır. İnsanların hepsi Adem ve Havva'dan gelmektedir. Fazilet ise tafcva iledir.
Tirmızî, îbn Ömer'den şöyle rivayet eder:
Hz. Peygamber,
Mekke'de hutibe okuyarak şöyle dedi: «Ey insanlar! Kesinlikle Allah sizden
cahiliye ayıbım, arını gidermiştir. Atalarınızla övünmeyi menetmiştir. İnsan
iki gruptan ibarettir:
I- Muttaki,
Allah katında şerefli kişidir.
2- Şaki, Allah katında kıymetsiz kişidir. İnsanların hepsi Adem'in oğullarıdır, Allah Adem'i topraktan yaratmıştır». Hz. Peygamber sonra bu ayeti okudu.
«Birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık» cümlesindeki, «Şuub» kelimesi kabilelerin başlan demektir: Rebia, Mudar, Evs, Hazrec gibi. Tekili «Şa'b»dır. Onlara «Şuub» denilmesi bir kökten dallanmaları ve bir kökten bir araya gelmeleri sebebiyledir. Tıpkı ağacın dalları gibi. Cevheri «Şuub, Arap ve Acem kabilelerinden datlanantardır. Cemi Şuub gelir» diyor. Şuubiye bir fırkadır ve araibı acemden üstün görmemektir.
«Şuublardan bir kişi müslüman oldu» sözüne gelince, burada şuufo acem manasınadır. «Şuub» büyük kabileye denilir. Bu, kendisine nisbet edilen kabilenin atasıdır. Yani kabileleri birbirlerine bitiştirir.
İbn Abbas «Şuub cumhur demektir. Mudar gibi» der. «Kaba-U», kabilenin çoğuludur. O da uyruklar demektir. Yani o kabileden ayrılan diğer kabileler. Mücahid, «Şuub, nesebten uzaklaşan kişilerdir» diyor. Kabile ondan daha biraz yakındır.
Taberi'nin naklettiğine göre Salim, Ebu Cahd'dan şöyle rivayet ediyor: «Ensardan bir kişi evlendi. Fakat kadın, soyu temiz de. ğil diye kınandı. Kişi de «Ben onun soyuyla evlenmedim, onu, dini ve ahlâkı sebebiyle aldım» dedi. RasûUü Ekrem de «Sen Hacib bin Zilrare'nin ailesinden değilsen, bu sana bir zarar vermez» buyurdu ve. şöyle devam etti: «Kesinlikle Allah İslâm'ı getirdi ve onunla hasisliği kaldırdı. Eksiği tamamladı. Onunla kınanmayı götürdü. Müslümanın üzerinde kınanma yoktur. Kınanma ancak cahiliye döneminin kılınmasıdır».
Abdullah, Malik'in bu ayeti delil göstererek şöyle dediğini rivayet ediyor: «Mevali (Acem), Arap bir kadınla evlenebilir» Ebu Hanife ve Şafii «Evlenmekte soy ve mal (zenginlik) dikkate alınır. Soyda da, malda da eşit olacaklardır» derler.
«Bedeviler dediler» diye başlayan 14. ayet Beni Esed bin Hu-zeyme göçebeleri hakkında nazil olmuştur. Kıtlık bir senede Pey-gamber'e gelerek «Lailâhe illallah Muhammedun Resûlüllah» dediler. Fakat kalplerinde mümin değildiler. Medine'nin yollarım pisliklerle kirlettiler, ifsad ettiler. Eşyaları alarak pahalılık yaptılar. Allah'ın Peygamberi'ne «Sana ağırlıklar ve çoluk-çocukta geldik. Falan kabile gibi sana savaş açmayacağız. Bize de sadaka ver» dediler. Ve böylece müslüman olmalarını Hz. Peygamber için adeta bir minnet saymaya çabaladılar. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.
İbn Abbas ise der ki: «Bu ayet hicret etmeden önce muhacir ismini almak isteyen bedeviler hakkında nazil oldu. Cenab-ı Hak onların muhacir değil, bedevi olduklarını bildirdi.» Kısaca bu ayet, birtakım bedevilere mahsusen inmiştir. Çünkü onların içinde Allah'a, Ahiret Günü'ne iman edenler vardı.
«Lâkin, «Biz müsülman olduk deyin», cümlesinin mânâsı, biz ölümden ve esir edilmekten korkarak teslim olduk, demektir. Bu, münafıkların özelliğidir. Çünkü onlar zahiren müslüman olmuşlar fakat kalpleri iman etmemiştir. İmanın hakikati kalbin tasdikidir. İslâm ise Rasûlüllah'ın getirdiğini, zahiren kabul etmektir. Zahiren müslüman gözükmeleri onları, kanlarının akıtılmasmdan korur.
Müminler Allah ve Rasûlü'ne iman edip de şüpheye düşmeyen (peygamberi tasdik eden, şüpheye düşmeyen ve tasdiklerini cihad ve salih ameller yapmakla tahakuk ettiren) kimselerdir, «fş. te onlar doğruların ta kendileridir». Yoksa ölüm korkusundan ve mal ümidiyle müslüman olan kimseler değillerdir.
Bu ayet geldiğinde Bedeviler yemin ederek «Biz iç alemimizde de müslümaniz» dediler. Fakat bu hususta da yalan söylediler. Bunun üzerine «De ki: Siz Allah'a dininizi rai öğreteceksiniz? Oysa Allah göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bilendir» ayeti nazil oldu.
«Kuşkusuz Allah göklerin ve yerin gaybım (Onlarda gayb olanları) bilir. Ve Allah gerek gizlice gerek açıkta işlediğinizi görmektedir. Sizin içinizdekiler Allah'a nasıl gizli kalabilir?» [20]
HUCÜRÂT SURESİ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/390.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/391.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/392394.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/394-398.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/398.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/398-399.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/399-401.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/403.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/404-406.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/406-408.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/408-409.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/409-410.
[13] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 16, sh: 324, vd
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/410-413.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/413-414.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/416.
[17] ^am'ul-Kur'an, cilt: 16, sh: 331, 332. Alusi,
Ruh'ul-Meani, t: 26, sh: 156
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/417-418.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/419-420.
[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/420-424.