Hucurat Suresi,
Medine'den nazil olmuştur ve on sekiz âyettir.
Bu seri-e celile, âyet
sayısı bakımından kısa fakat ihtiva ettiği hükümler ve koyduğu esaslar
bakımından büyük hususiyetler taşıyan bir suredir.
İnançta, ferdi ve
içtimai hayatta, İslamin eseslarının neler olduğu ve o esaslara nasıl
sarılmamız gerektiği beyan edilmekte ve İslam cemiyetinin çatısı ve hayat
biçimi ortaya konmaktadır.
Surenin başında
bulunan âyet-i kerimenin beyanına göre müminler,dinle-rinin hükümlerinden başka
hiçbir hükmü, hiçbir çözüm tarzını kabullenemezler. Onların dışına asla
çıkamazlar. Müminler için bu temel esas, kabulü ve uyulması zorunlu bir esastır.
Bu hususta buyurulmaktadır ki: "Ey iman edenler, Allanın ve Resulünün
önüne geçmeyin. Allahtan korkun. Şüphesiz Allah herşeyi hakkıyla işiten ve
bilendir.[1] Demek
ki mümin, Allah ve Resulünün hükmü ortadayken artık onların Önüne geçip onlan
yok sayarak başka hükümler, başka çözüm şekilleri arayamaz. Hayatını, Allah ve
Resulünün hükümlerine göre şekillendirmek zorundadır.
Sure-i celüede
müminlerin, Resulullah efendimize karşı nasıl davranacakları, ona karşı nasıl
saygılı olacakları çok açık bir biçimde beyan edilmektedir. Tabi ki bu
âyetler, onun zamanındaki ashabına hitabettiği gibi günümüzdeki müminlere de
hitab etmektedir. Müminler, Peygamberlerinin gıyabında da ona saygı
duyacaklardır.
Sure-i celilede,
birbirleriyle çatışan iki müslüman topluluğun arasındaki ihtilafın nasıl
halledileceği beyan ediliyor, müminlerin, aynı imanı taşımaları sebebiyle
kardeş oldukları bildirilerek onların birbirleriyle alay etmeyip birbirlerine
lakap takmamaları emrediliyor.
Yine müminlerin
birbirleri hakkında tecessüs içinde olmamaları ve zatının bir çoğundan
kaçınmaları emrediliyor.
İnsanlığın hayati için
elzem olan birçok hüküm ve emirleri beyan eden sure~i celile, her mümin
tarafından lafız ve manasıyla birlikte ezbere bilinmeli ve hükümleri mutlaka
yerine getirilmelidir.[2]
Rahman ve Rahim olan
Alkilim adıyla.
1- Ey iman
edenler, Allanın ve Resulünün ününe geçmeyin. Allahtan korkun. Şüphesiz Allah,
herşeyi hakkıyla işitendir, bilendir.
Ey, Allahın birliğine
ve Muhammed'in peygamberliğine iman edenler, gerek dini gerek dünyevî
işlerinizde Allahın ve Resulünün hükümlerine başvurmadan önce karar vermeyin.
Aksi takdirde Allahın ve Resulünün hükümlerine ters karar venniş olabilirsiniz.
Allahın ve Resulünün izin vermediği bir hususta herhangi bir söz söylemek veya
bir iş yapmaktan çekinin ve Allahtan korkun. Zira Allah, söylediklerinizi çok
iyi işiten ve yaptıklarınızı çok iyi bilendir.
Ayet-i kerimede,
müminlerin, Allahın ve Resulünün önüne geçmemeleri emredilmektedir. Abdullah b.
Abbas'a göre bu ifadeden makat, Allahın kitabına ve Resulullahın sünnetine
muhalif olan bir şey söylememektir. Allahın kelamı yanında herhangi bir şey
konuşmamaktır.
Mücahid'e göre ise,
Allahın ve Resulünün önüne geçmemekten maksat, Allah tealanm bir mesele
hakkında peygamberinin lisanıyla hüküm vermesin-den önce fetva vermemektir.
Katade ise diyor ki:
"Bir kısım insanlar, "Keşke benim hakkımda şöyle şöyle hükümler
inse." "Keşke şunlar ve şunlar meşru olsa." diyorlardı. Allah
te-ala bunu hoş görmedi, kendisinin ve peygamberinin önüne geçmelerini yasakladı.
Hasan-i Basrî ise bu
ifadeyi izah ederken şöyle demiştir: "Bir kısım insanlar, kurban
bayramında, Resulullah bayram namazını kıldırmadan önce kurban kesmişler
Resulullah da onlara.tekrar kurban kesmelerini emretmiştir. İşte bu âyet-i
kerime bu hususa işaret etmektedir.
Dehhak ise bu âyeti
şöyle izah etmiştir: Âyet- ikerime, müminlerin gerek savaşlarında gerekse diğer
işlerinde Allanın ve Resulünün emri olmadan karar vermemelerini emretmektedir. [3]
2- Ey iman
edenler, seslerinizi peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin.
Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi peygamberle de yüksek sesle
konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de, farkında bile olmazsınız.
Allah teala, bu âyet-i
kerime ile, müminlere peygamberle konuşma âdabını öğretmekte ve onun huzurunda
konuşurken selerini kısarak konuşmalarını emretmektedir. Bu âyet inmeden önce
müminler.ResuluUahın huzurunda yüksek sesle konuşuyorlar ve Resulullaha,
birbirlerine konuştukları gibi konuşuyorlardı. Allah teala bu âyetle müminlerin,
peygambere karşı edepli ve saygılı olmalarını emretti.
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında İbn-i Ebi Müleyke şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir:
"Resulullaha,
Temim oğullarının heyeti geldiğinde Ebubekir ve Ömer, Resulutlahın yanında
konuşurken seslerini yükselttiler. Birisi, (Ömer) Resulul-lahtan, Temim
oğullarına Akra b. Hâbis'i emir tayin etmesini istedi. Bunun üzerine Ebubekir
Ömer'e "Sen, bana karşı gelmekten başka birşey istemiyorsun." dedi.
Ömer ise, "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Böyle
konuşurlarken sesleri yükseldi. Şunun üzerine Allah teala: "Ey iman
edenler, seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin.
Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi peygamberle de yüksek sesle
konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de farkında bile olamazsınız."
âyetini indirdi.
Abdullah b. Zübeyr
diyor ki: "Bu âyet indikten sonra Ömer, Resulullahi dinlemeden önce ona
bir şey konuşmazdı. [4]
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.) bir ara Sabit b. Kays'ı göremez oldu. Sahabilerden biri: "Ey AH
ahin Resulü, ben ondan sana malumat getiririm." dedi. Gidip Sabit'i buldu.
Onu evinde oturup, başını yeri eğmiş bir halde gördü. Ve ona: "Sana ne
oldu?" diye sordu. Sabit: "Çok kötü bir şey oldu." diye cevap
verdi. Zira o, Re-sulullahin yanında sesini yükselterek konuşuyordu. Bu yüzden
amelinin boşa (Metin Buhuri'den alınmıştır.)
gittiğini ve
kendisinin cehennemlik olduğunu sanıyordu. Bu kişi Resulullaha geldi ve
Sâbit'in söylediklerini ona bildirdi.
Enes'in oğlu Musa
diyor ki: "O adam, tekrar Sabit'e büyük bir müjde ile döndü. Zira
Resulullah o adama demişti ki: "Git Sâbit'e de ki: "Sen cehennem ehli
değilsin. Sen cennet ehlisin. [5]
Enes (r.a.) diyor ki:
"Biz, onun,
aramızda gezdiğini görüyorduk ve onun cennetlik olduğunu biliyorduk. Yemame
savaşında (Resulullahın vefatından sonra Hz. Ebubekir'in halifeliği zamanında,
zekat vennek istemeyenlerle yapılan savaşta) bizde bazı bozgunlar oldu. Bu
sırada Sabit b. Kays geldi. O, kefenini giymiş buhur kokusunu sürmüştü. Bize
şöyle demişti. "Arkadaşlarınızı ne kötü huylara alıştırıyorsunuz."
Sabit, daha sonra savaştı ve öldürüldü. Allah ondan razı olsun. [6]
3-
Peygamberin huzurunda seslerini kısanlar, işte onlar, Allanın, kalblcrini takva
ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için affedilme ve büyük nıükafaat
vardır.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, bundan önceki âyetin emrine uyarak Resulullahın yanında seslerini
kısanların imtihanı başardıklarını, takvaya eriştiklerini, böylece geçmişteki
günahlarının bağışlandığını ve kendilerine, büyük bir mükafaat olan cennetin
verileceğini beyan etmiştir. [7]
4- Ey
Muhammed, sana odaların arkasından seslenenlerin çoğu akılları ermeyen
kimselerdir.-
Allah teala bu âyet-i
kerimede, Resulullahın hanımlarının bulunduğu odaların arkasından "Ey
Muhammed11, diye ona seslenen Bedevileri kınamaktadır, bu âyet-i kerimenin,
yukarıda zikredilen Akra b. Habis et-Teymî hakkında nazil otluğu rivayet
edilmektedir. Akra diyor ki:
"Hücrelerin (otluların)
arkasından Resulullahı çağırdı. "Ey Allahın Resulü." dedim.
Resulullah cevap vermedi. Bunun üzerine dedim ki: "Ey Allahın Resulü, iyi
bil ki, bana hamdetmek iyi beni kınamak ise kötü bir şeydir." Bunun
üzerine Resululluh: "Senin o dediğin Allahtır." diye cevap verdi. [8] Ve
işte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. [9]
5- Eğer
onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabrctsclcrdi, elbette kendileri için daha
hayırlı olurdu. Şüphesiz Allah, çok affeden ve çok bağışlayandır.
Ey Muhammed, seni
odaların arkasından çağıran bu insanlar, senin, kendi yanlarına çıkmana katlar
sabretmiş olsalardı, Allah katında onlar için daha hayırlı olurdu. Zira Allah
onlara, sana saygı göstermelerini emretti. Onlar, seni odaların arkasından
çağırmumakla bu emre uymuş olurlardı. Allah, böyle yapan insanların, bu
davranışlarından vazgeçmeleri halinde onları affedendir ve bu suçlarına
karşılık onları cezalandırmayarak onlara merhamet edendir. [10]
6- Ey iman
edenler, eğer yoldan çıkmış bir kimse size haber getirirse, onun doğruluk
derecesini araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme eziyet edersiniz de
yaptığınıza pişm,an olursunuz.
Allah telala bu âyet-i
kerimede, herhangi bir fâsıktn bildirmiş olduğu haberde, ihtiyatlı olmayı,
haberin doğru olup olmadığım araştırmayı emretmektedir. Böylece, yalan veya
yanlış olma ihtimali bulunan haberlerden uzak durulmuş olur ve sağlam
haberlere dayanılarak karar verilir.
Bu âyet-i kerimenin,
Resulullahın, Mustalik oğullarının zekatını getinne-ye gönderdiği Velid b. Ukbe
b. Ebi Muyat hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Velid, Mustalik
oğullarından zekatı getirmeye gidince onlar, Resulul-lahm elçisini karşılamak
için hazırlanmışlar Velid de kendisinin Öldürüleceğini sanarak korkup geri
dönmüş ve Resulullaha Mustalik oğullarının zekat vermediklerini, kendisini
öldürmek istediklerini söylemiştir. Daha sonra Resulullah da bir müfreze
göndermiş ve Velid'in bildirdiği haberin doğru olmadığı anlaşılmış ve bunun
üzerine de bu âyet-i kerime nazil olmuştur.
Huzaa oğullarından
Haris b. Dırar diyor ki:
"(Bu kişi,
Resulullahın hanımı Meymune'nin babasıdır) Ben Resulullaha geldim. O beni
İslama davet etti. Ben onun davetini kabul edip İslama girdim. Beni zekat
vermeye davet etti. Ben de kabu! ettim ve dedim ki: "Ey Allanın Resulü,
kavmime döneyim, onları İslamı kabul etmeye ve zekat vermeye davet edeyim,
davetimi kabul edenlerin zekatını toplayayım. Topladığım zekatları sana
getirmesi için şu zamanlarda bana bir elçi gönder." Haris, davetini kabul
edenlerden zekatı toplamış ve Resulullahın, elçi göndererek zekatları aldırma
vakti gelmiştir. Fakat Resulullahın elçisi zekatları almak için gelmemiştir. Bunun
üzerine Haris, Allahi ve Resulünü gazaplandıracak bir şey yaptığını sanmıştır.
Haris, kavminin ileri gelenlerini toplayarak onlara şöyle demiştir: "Resulullah
yanımda bulunan zekatları almak üzere bana elçi göndermek için belli bir vakit
tayin etmişti. Resulullah verdiği sözden caymaz. Sanırım ki Resulullahın
elçisine engel olan sebep onu, herhangi bir şeyden dolayı kızdirmamızdır.Hep
beraber Resulullaha gidelim." Diğer taraftan Resulullah Hâris'in toplamış
olduğu zekatı almak üzere ona elçi olarak Velid b. Ukbe'yi göndermişti. Velid,
yürüyüp yolun bir kısmını gittikten sonra korkarak geri dönmüş ve tekrar
Resulullaha gelmişti ve ona: "Ey Allanın Resulü, Haris bana zekat
verilmesine mani oldu ve beni öldünnek istedi." dedi. Bunun üzerine
Resulullah, Hâris'e bir müfreze göndermeye karar verdi. Müfreze, Medine'den
ayrılırken Medine'ye gelmekte olan Haris ve arkadaşlarıyla karşılaştı.
Müfrezedekiler: "İşte bu Haris." dediler. Haris onlara yaklaşınca:
"Siz kime gönderildiniz?" dedi. Müfrezedkiler ise: "Sana
gönderildik." dediler.Hâris: "Niçin?" dedi. Onlar:
"Resulullah sana, Velid b. Ukbe'yi gönderdi. Velid, senin ona zekat
venneye engel okluğunu ve onu öldürmek istediğini sanmış." dediler.
Haris: "Muhammed'i hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin olsun ki ben
onu ne gördüm ne de o bana geldi." dedi. Haris Resululiahın yanma yarınca
Resulullah şöyle buyurdu: "Zekatı vermeye engel oldun, elçimi de öldünnek
istedin ha?" Haris: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin
olsun ki ben, onu ne gördüm ne de o bana geldi. Benim yola çıkmama sebep ise,
senin elçinin bana gelmemesi ve Allahı ve Resulünü gazaplandiracak bir şey
yaptığımdan dolayı elçinin geri kaldığı korkusudur." Bunun üzerine bu
âyet ve bundan sonra gelen iki âyet nazil oldu. [11]
Taberi bu olayı
çeşitli şekillerde rivayet etmiştir.
Fakat Ahmed b. Han-bel'in rivayeti tercih edilerek alınmıştır. [12]
7-8- Kilin
ki Allahm Resulü aranızda bulunmaktadır. Eğer o birçok işlerde size uysaydı
mutlaka zor duruma düşerdiniz. Ama Allah size imanı sevdirmiş, onu kalblerinize
nakşetmiş ve size inkarı, yoldan çıkmayı ve günahı çirkin göstermiştir. Allahm
lütuf ve nimctiylc doğru yolda olanlar işte bunlardır. Allah, herşeyi hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ey, Allaha ve
peygambere iman eden müminler, bilin ki Allanın Resulü, sizin içinizde
bulunmaktadır. Asılsız ve yalan sözleri söylemekten kaçının. Zira Allah sizin
haberlerinizi ona biidimıekte ve ona doğru yolu göstermektedir. Şayet
Resulullah birçok hususta sizin görüşünüzle amel edecek olsa onun size uymasıyla
sıkıntı ve zorluklara düşerdiniz. Zira o da sizin gibi hata ederdi. Mesela,
Velid b. Ukbe'nin, Mustalik oğullan hakkındaki görüşü, onu hataya düşürebilirdi.
Zira Velid, onların dinden çıktığını söylüyor, onlara karşı savaş yapılmasını
istiyordu. Fakat Allah, sizleri, kendisine ve peygambere iman etmeyi sevdirdi.
Onu kalbinizde güzel bir şey yaptı. Böylece, Allahm Resulü size değil siz ona
uyar oldunuz. O da sizi sıkıntı ve meşakkatlerden kurtardı. Allah sizlere,
inkarcılığı, yalan söyleme gibi yoldan çıkmayı, Allanın yasakladığı şeyleri
işleme gibi günahları ise size çirkin gösterdi. Böylece iman ve itaatten
ayrılmaz oldunuz. İşte hak yolda olanlar, Allahm, kendilerine imanı sevdirdiği,
inkarı fısk'ı ve isyanı kötü gösterdiği kimselerdir. Allanın bukullanna böyle
yapması onun sadece bir lütfudur. Bu, onun tarafından bir nimettir. Allah,
sizlerden kimin iyilikte bulunup kimin kötülükte bulunduğunu ve kimin
nimetlerine ve lütfuna layık olduğunu çok iyi bilendir. Yarattıklarını sevk ve
idare etmekte hikmet sahibidir.
Katade bu âyet-i
kerimeyi okuduktan sonra, kendisini dinleyenlere şöyle demiştir: "Âyet-i
kerimenin zikrettiği bu insanlar, Resululiahın sahabileridir. Şayet Resulullah
onların görüşlerine göre hareket edecek olsaydı birçok hususta sıkıntı ve
zorluklara düşeceklerdi. Sizlerse, Allaha yemin olsun ki, görüşleri daha
basit, akılları daha şaşkın insanlarsınız. Herkes görüşüne kuşku ile baksın.
Allahm kitabına samimi bir şekilde sarılsın. Zira Allahm kitabı, onunla amel
eden ve onunla yetinenler için bir güvencedir. Allahm kitabının dışındaki
şeyler ise aldatıcı şeylerdir. [13]
9- Eğer
müminlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulup barıştırın.
Eğer onlardan biri, diğerine saldırmaya devam ederse, saldıran taraf Allanın
hükmüne dönünceyc kadar onlarla savaşın. Eğer Allanın hükmüne dönerse
aralarını adaletle bulup barıştırın. Her zaman âdil davranın. Şüphesiz ki Allah
âdil olanları sever.
Ey iman edenler,
müminlerden iki gurup birbiriyle savaşacak olursa, onları, Allahın kitabındaki
hükme çağırarak aralarını bulun. Şayet o guruplardan biri, Allahın kitabındaki
hükmü kabul etmeyerek azgınlığa düşerse, Allahın hükmünü kabul etmeyene karşı,
onun emrine boyun eğinceye kadar savaşın. Sizin, o gurupla savaşmanızdan sonra
Allahın kitabındaki hükmüne dönüp de boyun eğecek olursa siz bu iki gurubun
arasında, Allahın kitabındaki hükmü uygulayarak adaletli davranın. Ve onları
barıştırın."
Abdullah b. Abbas, bu
âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Allah, peygamberine ve müminlere iman
eden iki gurubun birbirleriyle savaşmaları halinde onları Allahın hiikmüıîe
davet etmelerini ve onlara adaletli davranmalarını emretmiştir. Şayet her ikisi
de Allahın kitabındaki hükme boyun eğmeye karşı çıkacak olursa işte o, azgın
bir guruptur. Müminlerin emirinin, Allahın hükmüne boyun eğdirinceye kadar
onlarla cihad etmesi ve onlarla savaşması gerekir.
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında şu olay zikredilmiştir: Enes b. Mâlik (r.a.) diyor ki:
"Resulullaha
"Sen, Abdullah b. Übey'[14]
gitsen nasıl olur?" denildi. Bunun üzerine Resulullah, merkebine binip
hareket etti. Müslümanlar da onunla hareket edip yürüyemey başladılar. Üzerinde
yürüdükleri arazi çorak bir yerdi. Resululah, Abdullah b. Übey'in yanına
varınca o, Resulullaha "Benden uzak dur. Allaha yemin olsun ki senin merkebinin pisliği
beni rahatsız etti." dedi. Bunun üzerine Ensar'dan bir kişi "Allaha
yemin olsun ki Resulullahın merkebinin kokusu senin kokundan daha
güzeldir." dedi. Abdullah b. Übey'in kavminden bir kişi de bu söze kızdı.
Bu iki kişi birbirlerine sövdüler. Bunun üzerine bu iki kişiden herbirinin
taraftarları da hiddetlendiler. Birbirlerini hurma dallarıyla, elleriyle ve
takunyalarla dövmeye başladılar. Bize ulaştığına göre "Eğer müminlerden
iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bulup barıştırın." âyetini
işte bunlar hakkında nazil olmuştur[15]
Süddî bu âyet-i
kerimenin, karısıyla geçimsizliğe düşen bir adam ile karısının taraftarları
arasında çıkan anlaşmazlık üzerine nazil olduğunu söylemiş, Mücahid, Evs ile
Hazreç arasındaki bir anlaşmazlık üzerine indiğini söylemiş Katade ise bu
âyetin, Ensar'dan, birbirlerinde alacakları 'bulunan ve anlaşmazlığa düşen iki
kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Ancak birinci sebep, sahih hadis
kitaplarında nakledildiğine göre tercihe şayandır. [16]
10-
Müminler, ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını bulup barıştırın.
Allahtan korkun ki, merhamet cdilesiniz.
Ey iman edenler, iyi
bilin ki müminler ancak din kardeşidirler. Onlar birbirleriyle savaştıkları
zaman, onları Allahın hükmüne davet ederek aralarını bulun. Birbirleriyle
savaşanların arasını bulma vazifenizi ve diğer yükümlülüklerinizi yerine
getirerek Allahtan korkun ki o da size merhamet etsin ve geçmişte işlediğiniz
günahlarınızı affetsin.
*Âyet-i kerimede,
mümilerin ancak kardeş oldukları bildirilmektedir. Peygamber efendimiz bu
kardeşliğin nasıl olduğunu ve neler icabettirdiğini çeşitli hadis-i şeriflerinde
beyan etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır.
Abdullah bin Ömer,
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayete diyor:
"Müslümna
müslümamn kardeşidir. O, kardeşine zulmetmez onu sahipsiz bırakmaz. Kim
kardeşinin ihtiyacına koşacak olursa Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim
müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderecek olursa Allah da onun kıyamet
gününün sıkıntılarından bir sıkıntısını gidenniş olur. Kim bir müslümamn
kusurunu örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. [17]
Ebu Hureyre,
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Kim bir
müminden, dünya sıkıntılarından bir sıkıntı giderecek olursa Allah tla onun
kıyamet günün sıkıntılarından birini giderir. Kim, darda kalana kolaylık
gösterecek olursa Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir Kim bir
müslümamn ayıbını örtecek olursa Allah da onun ayıplarını dünya ve
âhirette örter. Kul, mümin kardeşinin
yardımında bulunduğu müddetçe Allah da ona yardım eder. Kim ilim talebi için
bir yol tutacak olursa Allah onun bu yolunu cennete doğru kolaylaştırır.
Herhangi bir kavim, Allanın evlerinden (mescitlerden) birinde toplanıp Allanın
kitabını okur ve birbirlerine öğretirlerse onların üzerine mutlaka huzur iner,
onları rahmet kaplar. Onların çevresini melekler kuşatır. Allah onlan
katmdâ-bulünanlara bildirir. Herkimi işlediği amal yavaşlatacak olursa onun
soyu onu hızlandıramaz. (Kim eksik amel işlerse onun soyu onun amelini
tamamlayamaz) [18]
Ebu Musa (r.a.)
Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Bir mümin diğer
bir mümin için birbirine kaynamış binaya benzerler." Resulullah bunu
söylerken parmaklarını birbirine geçirdi ve müminlerin birbir-leine nasıl
kenetlendiklerini gösterdi. [19]
Numan b. Beşir,
Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Müminler.birbirlerini
sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine karşı şefkatli davranmada
bir vücut gibidirler. Vücudun organlarından biri rahatsız olduğunda diğer
organlar, uykuyu kaybetmede ve acıyı paylaşmada ona ortak olurlar. [20]
Sehl b. Sa'd es-Sâidî,
Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Müminlerin
içinde bir mümin, bir vücut ile ondaki başa benzer. Vücut, baş ağrısından acı
duyduğu gibi mümin de iman ehlinin ızdırabından acı duyar. [21]
11- Ey iman
edenler, bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de alay edilen kavim
alay edenden duba hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki
alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Birbirinizi
ayıplamayın. Birbirinize lakaplar takmayın. İman ettikten sonra bir müminin
fâsıklıkla anılması ne kötü şeydir. Kim bundan tevbe etmezse işte onîar,
zalimlerin ta kendileridir.
Ey, Allahı ve Resulünü
tasdik eden müminler, mümin bir kavim, diğer bir mümin kavimle alay etmesin.
Belki de alay edilen kavim, alay edenlerden daha hayırlıdır. Mümin kadınlar da
diğer mümin kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilen kadınlar, alay
edenlerden daha hayırlıdır. Ey iman edenler, birbirinizi ayıplamayın,
birbirinize dil uzatmayın. Birbirinizi, sevmediğiniz lakap ve sıfatlarla
çağırmayın. Bunları yaptığınız takdirde, Allanın emirlerinden ayrılan fâsıklar
olursunuz. İman ettikten sonra "Fâsıklık" sıfatını almak ne kötü bir
şeydir kim bunları yaptıktan sonra tevbe etmeyecek olursa, işte onlar, zalimlerin
ta kendileridir.
Ayet-i kerime, genel
bir ifade kullanarak alaya almanın her çeşidini yasaklamıştır. Bu itibarla,
bir müminin başka bir mümini, fakirliğinden veya acizliğinden yahut işlediği
bir hatasından dolayı alaya alması caiz değildir.
Âyet-i kerimede,
müminlerin birbirlerini ayıplamaları, birbirlerine dil uzatmaları yasaklandığı
gibi birbirlerini, asıl isimlerini bırakıp, sevilmeyen lakaplarla çağırmaları
yasaklanmaktadır. Zira, bu tür şeyleri yapmak, müminler arasında sevgi ve
saygıyı zedeler. Ve İslam kardeşliğini sarsmış olur. Bu nedenle bu tür
davranışlara düşen müminlerin fa"sık olacakları, fâsıkhğın ise müminlere
yakışmayan bir sıfat olduğu beyan edilmektedir.
Ebu Cübeyre b.
ed-Dehhak diyor ki:
"Bu âyet, biz
Seleme oğullan hakkında nazil olmuştur. Resulullah, bize geldiğinde bizden her
birimizin iki veya üç ismi vardı. Resulullah herhangi birimizi "Ey
falan" diye çağırdığında ona "Dur ya Resulflah, o bu isme
kızıyor." diyorlardı. İşte bunun üzerine bu ûyet-i kerime nazil oldu. Ve
müminlerin, birbirlerini, kızacakları lakaplarla çağırmalarını yasakladı. [22]
12- Ey iman
edenler, zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannin bazısı günahtır.
Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden
biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. AUahtan
korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbclcrİ daima kabul edendir, çok merhametlidir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede müminlere, kötü zamla bulunmayı, tecessüsü ve gıybet yapmayı
yasakamaktadır. Âyet-i kerimede, bütün zanlardan değil bunların birçoğundan
kaçınılması emredilmektedir. Bundan da, kötü zanda bulunmanın yasak olduğu,
müminler için iyi zanda bulunmanın ise hayırlı bir şey
olduğu anlaşılmaktadır. İyi zanda
bulunmanın hayırlı bir şey olduğu hususunda başka bir âyette de şöyle
buyurulmaktadır. "İftirayı işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin
kadınların birbirlerine hüsnü zanda bulunup da "Bu apaçık bir
iftiradır." demeleri gerekmez miydi?
[23]
Âyette, kaçınılması
emredilen kötü zandan maksat, kişinin aile efradını veya akrabalarını yahut da
herhangi bir insanı itham etmesidir.
Peygamber efendimiz bu
konuyla ilgili olarak bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
"Zandan kaçının,
zira sözlerin en yalanı zandır. Tecessüsde bulunmayın. Konuşulanları dinleme
merakına kapılmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Siz, Allanın kullan olarak
kardeşler olun. Kişi mümin kardeşinin sözlüsünü, kardeşi onunla evleninceye
veya onu bırakıncaya kadar istemesin. [24]
Tecessüste bulunmaktan
maksat ise, kişinin, başkalarının kusurlarını araştırması ve onun
gizliliklerini öğrenmeye çalışmasıdır.
Peygamber efendimiz,
mü.slümanlann kusurunu örteni övmüş ayıplarını araştıranı ise eleştirmiştir.
Bir hadis-i şerifinde:
"... Kim bir
müslümanın bir ayıbını örtecek olursa Allah da kıyamette onun ayıbını örter. [25]'buyurmuştur.
Diğer bir hadis-i
şerifinde ise şöyle buyurmuştur:
"Şayet sen
insanların kusurunu araştıracak olursan ya onlan ifsat etmiş olursun veya ifsad
etmeye yaklaştırırsın. [26]'
Diğer bir hadis-i
şerifinde ise:
"İdareci,
insanlar hakkında şüpheci bir tavır takınırsa onlan ifsad eder. [27]'buyumuıştur.
Âyet-i kerimenin son
bölümünde gıybet etmek yasaklanmakta ve gıybet edenler ölü insanın etini
yiyenlere benzetilmektedir.
Resululahtan, gıybetin
ne olduğu sorulmuş o da:
"Kardeşini,
sevmediği bir şey ile anmandır." buyunnuştur. Bunun üzerine: "Şayet
söylediklerim o kardeşimde varsa?" diye sorulmuş Resulullah da şu cevabı
vermiştin "Eğer söylediklerin, kardeşinde varsa işte sen onun gıybetini
yapmış olursun. Şayet, söylediklerin onda yoksa sen ona iftirada bulunmuş
olursun. [28]'
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"Ben ResuluIIaha
"Safiye'nin şöyle şöyle olması yeter." dedim. (Hz. Aişe bu sözüyle Hz.
Safiye'nin kısa boylu olduğunu söylemek istemiştir) Bunun üzerine Resulullah
şöyle buyurdu: "Öyle bir söz söyledin kî denizin suyuna karışsa orayı
bulundınrdı. [29]
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben, Miraç için yukarı çıkarıldığım da, bakırdım
tırnaklan bulunan ve o tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırma layan bir
kavmin yanından geçtim." Ey Cebrail, bunlar kimdir?" diye sordum
Cebrail "Bunlar, insanların etlerini yiyen ve ırzlarına dil uzatanlardır."
dedi. [30]
Ebu Berze el-Eslemî
diyor ki:
"Resulullah şöyle
buyurdu: "Ey, dilleriyle iman eden fakat kalblerine iman girmeyen
topluluk, müslümanların gıybetini yapmayın. Onların kusurlarını araştırmayın.
Zira onların kusurlannı kim araştınrsa Allah da onun kusurunu araştırır. Allah
da kimin kusurunu araştınrsa onu evinin ortasında rezil eder. [31]
Cabirb. Abdullah diyor
ki:
"Bir gün biz,
Resulullah ile biraber idik. Kokmuş bir leşten kokular geldi. Bunun üzerine
Resulullah şöyle buyurdu: "Bu koku nedir biliyor musunuz? Bu, müminlerin
gıybetini yapan kimselerin kokusudur. [32]
13- Ey
insanlar muhakkak ki sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık, tfirhiı iııi/le
tanışasınız diye sîzi milletlere ve kabilelere ayırdık. Elbette ki Allah
ne/dinde en şerefli olanınız, ondan en çok korkanmızdır. Şüphesiz ki Allah,
herşeyi çok iyi bilendir, her şeyden haberdardır.
Ey insanlar, şüphesiz
ki biz sizi, atanız Âdem ve anneniz Havva'dan meydana getirdik. Onlardan sonra
da erkek ve kadının suyundan diğer bütün insanları meydana getirdik. Sizleri
aynı soydan yarattık. Bir kısmınızın soyu diğerine uzaktır. Bunlar
milletlerdir. Diğer bir kısmınızın soyu ise başka bir kısmınıza yakındır.
Bunlar da kabilelerdir. Bizim, sizleri milletlere ve kabilelere ayırmamızın
hikmeti, birbirinizle kolayca tanışmanızı sağlamak isteyişimizdendir. Birbirinize
üstünlük taslamanız ve birbirinizi ezmeniz için değildir. Zira sizin, Allan
katında en üstün olanınız, ondan en çok karkanınızdır, şu veya bu soydan olmanı?,
yahut da mal mülk ve sayıca çok olmanız değildir.
*Bu âyet-i kerime,
insanlığın, tek anne ve babadan meydana gelen soy kardeşler olduğunu
bildirmekte ve hiçbir milletin diğerine karşı soyca üstünlük taslamasına hakkı
olmadığını beyan etmekte ve insanların üstünlüklerinin, ancak kendilerini
yaratan rablerinin emir ve yasaklarına uyarak ondan korkmala-nyla
gerçekleştiğini bildimıektedir. İşte bu itibarla İslam ırkçılığı, kavmiyetçiliği
reddetmektedir.
Bu hususta peygamber
efendimiz bir hadis-i şerifinde ş.öyel buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Aziz
ve Celil olan Allah, sizlerin cahiliye kibirlenmelerinizi ve atalarınızla
övünmenizi gidermiştir. İnsanlar ya takva sahibi bir mümin veya isyankar bir
fâcirdir. Sizler, Âdem'in oğullarısınız, Âdem ise topraktandır. Artık bir kısım
adamlar, kavimleriyle övünmeyi bıraksınlar. Zira onlar cehennemin kömürlerinden
başka bir şey değildirler. Yoksa onlar Allah katında, burnu ile pislikleri
yuvarlayan pislik böceklerinden daha âdi olurlar." [33]
Haksızlıkta kavmine
destek olan kişi hakkında şöyle Duyurulmuştur:
"Kim.haksız yere
kavmine yardım edecek olursa o kimse kuyuya düşüp Ölen bir deveye benzer ki onu
kuyruğundan tutarak çıkarmak isterler. [34]
Vasile b. el-Eska,
peygamber efendimize:
"Ey Allanın
Resulü, ırkçılık nedir?" diye sorduğunda Resulullah: "Haksızlıkta
kavmine yardımcı olmandır." cevabını venniştir. [35]
Peygamber efendimiz,
ırkçılık uğrunda savaşan veya o uğurda ölen kimse hakkında şöyle buyumıuştur:
"Kim, emre
itaatten çıkar, cemaattan ayrılır ve Ölecek olursa o kimse cahiliye ölümü ile
Ölmüş olur. Kim, kavmi için gazaplanarak veya kavmiyetçiliğe davet ederek yahut
kavmiyetçiliğe yardımda bulunarak kör sancak altında savaşır da öldürülecek
olursa o kimse cahiliye ölümüyle öldürülmüş olur. [36]
Peygamber efendimiz
diğe bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
"Soylarınız,
sizden birinize sövmek için sebep değildir. Şüphesiz ki sizler, Âdem'in
çocuklarısınız. Ölçek eksik kaldı onu dol duramadınız. (Herkesin bir kusuru
vardır, eksiksiz insan yoktur) Bir kimsenin diğerine üstünlüğü ancak
dindarlıkla veya salih amel işlemesiyledir. Kişinin, hayasız, âdi, cimri ve
korkak olması, aşağılık olarak ona yeter. [37]
14- Ey
Muhammcd, Bedeviler "İman ettik" derler. Sen onlara şöyle de:
"Hayır, iman etmediniz. Si/, ancak "Müslüman olduk." deyin.
Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir. Eğer Allah ve Resulüne itaat ederseniz,
Allah, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok affdendir, çok
merhamet edendir.
Bedeviler: "Biz,
Allahı ve Resulünü tasdik ettik. Bizler müminiz." dediler. Ey Muhammed,
sen onlara de ki: "Sizler iman etmediniz. Sizler mümin değilsiniz. Bu
itibarla "İman ettik" demeyin. "Teslim olduk" deyin, zira
iman gerçekten kalbinize girmemiştir. Henüz onun ne demek olduğunu kavramış
değilsiniz. Sizler, AHahın ve Resulünün emirlerini tutup yasaklarından
kaçınarak Alla-ha ve Resulüne itaat edecek olursanız, Allah, amellerinizin
mükafaatmdan hiçbir şey eksiltmez. Zira Allah, yaptıklarından vazgeçip
kendisine itaat edeni affedendir ve ona merhametli davranandır. O halde ona
tevbe ediniz ki sizi affedip size merhametli olsun."
*Bu âyet-i kerimenin,
Esedoğullan Bedevileri hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Bu
Bedeviler hakkında: "Huyır, iman etmediniz. Siz ancak "Müslüman
olduk." deyin bu vurulmasının sebebi, Zührî ve ibn-i Zeyd'e göre,
Bedevilerin, dilleriyle "İman ettik" demelerine rağmen amelleriyle
iman etmediklerini göstermeleridir." Bu izaha göre imandan maksat,
kişinin, inandığını diile söylemesi, İslamdan maksat ise yaptığı amellerle iman
ettiğini ispat etmesidir. Bedeviler bu tür amelleri yapmadıklarından dolayı
âyet-i kerimenin muhatabı olmuşlardır.
Katade ve Said b.
Cübeyr'e göre ise Bedevilere böyle söylenmesinin sebebi, onların, iman
etmelerini Resulullahın başına kakmalarıdır.
Katade diyor ki:
"Yemin olsun ki bu âyet bütün Bedevileri kapsamaktadır. Zira
Bedevilerden, Allaha ve âhiret gününe iman edenler de vardır. Fakat bu âyet-i
kerime, Bedevilerden bir kabile hakkında nazil olmuştur. O kabile, müs-lüman
oluşlarını Resulullahın başına kakıyor ve şöyle diyorlardı: "Biz, savaşsız
müslüman olduk. Falan ve.falan oğullan gibi savaşmadık." Bunun üzerine
Allah teala buyurdu ki: "Siz, iman ettik" demeyin. Korkudan
"Teslim olduk." deyin. [38]
15- Müminler
ancak o kimselerdir ki Allaha ve Resulüne iman ederler sonra imanlarında
şüpheye düşmzler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte
hakkıyla iman edenler bunlardır.
Ey, dilleriyle
"İman ettik" diyen fakat kalblerine imanın gerçeği girmeyen
Bedeviler, müminler ancak o kimselerdir ki Allahı ve Resulünü tasdik ederler.
Sonra AHahın birliği ve Resulünün peygamberliği hakkında asla şüpheye
düşmezler. Allahı ve Resulünü razı edecek ameller işlerler. Müşriklere karşı,
mallarını harcayarak ve canlarını feda ederek cihad ederler. Allahin sözü
yücel-sin, kâfirlerin sözü ise alçalsin. İşte bunları yapanlar "Biz
müminleriz." diyen sözlerinde doğru olanlardır. Kılıç korkusuyla
"İman ettik" diyenler değil. [39]
16- Ey
Muhammcd, de ki: "Allaha dininizi siz mi öğreteceksiniz?" Halbuki
Allah, göklerde ve yerde bulunanı bilir. Allah, herşeyi bilendir.
Ey Muhammed de ki:
"Ey Bedeviler, Alİaha nasıl itaat edeceğinizi ona siz mi öğreteceksiniz?
Halbuki Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi bilir. Hiçbir şey ona gizli
değildir. O halde siz Allaha, dinin ve itaatin ne olduğunu nasıl
öğreteceksiniz? Allah, geçmiş ve gelecek olan herşeyi bilendir. O halde
kalbinizde bulunanların
aksini Allaha karşı
söylemekten kaçının. Aksi takdirde gazabına ve cezasına uğratılırsınız. [40]
17- Ey
Muhammcd, onlar, m uslu man olmalarını senin başına kakıyorlar. De ki:
"Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Eğer imanınızda sadık kimselerseniz,
imana kavuşturduğu için, asıl sizi Allah minnet altında bırakır.
Ey Muhammed, o
Bedeviler, müslüman olmalarını senin başına kakarlar. "Biz seninle
savaşmadan iman ettik. Başkaları gibi savaştıktan sonra iman etmedik."
derler. Sen onlara de ki: "Müslüman oluşunuzu benim başıma kakmayın. Eğer
"İman ettik." sözünüzde samimi iseniz bilin ki sizi Allah hidayete erdirdiği
için mümin oluşunuzdan dolayı o sizi minnet altında bırakır.
*Said b. Cübeyr, bu
âyet-i kerimenin, Esedoğullarından olan Bedeviler hakkında nazil olduğunu
söylemiştir. Zira onlar, Resulullaha gelerek "Biz savaşmadan iman
ettik." diyorlar ve böylece müslüman oluşlarını onun başına kakıyorlardı. [41]
18- Şüphesiz
Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah, yaptıklarınız ı çok iyi
görendir.
Ey Bedeviler,
sizlerden kimin doğru kimin yalancı olduğu, kimin İslama isteyerek girip kimin
de Peygamberin korkusuyla müslüman loduğu Allaha gizli değildir. Zira Allah,
göklerin ve yerin gaybım bilir. O, gizli ve aşikâr, itaat veya isyan olan bütün
amallerinizi görendir. O, sizleri, amellerinize göre cezalandıracak ve
mükafaatlandıracaktır. [42]
[1] HucıiRit Suresi, âyet: 1
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/495-496.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/497-498.
[4] Buhari, K.Tufsir el-Kur'an, Sure: 49, bab: 1 /Tinnizî,
K.Tefsir cl-Kur'an, Sure: 49, bab: 1, Hadis no: 3266
[5] Bııhari, K.Tefsir el-Kıır'an, Sure: 49, bub: I
[6] Ahmet! b. Hanbcl, MUsned,C.3, S.137
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/498-500.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/500.
[8] Ahmet! b. Hanbcl, MUsned,C.3, S.137
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/501.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/501.
[11] Ahinctl b. HunM, Müsncd, C.4, S.279
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/502-504.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/504-505.
[14] Abdullah h. Übey, Medine'de münafıkların reisi
durumundaydı.
[15] Bulıari,K.es-Sulh,bab: 1 /Müslim, K.el-Cihad, bab:
117, Hadis no: 1799
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/505-507.
[17] Buharı, K.e[-Mcza!İm,bab: 3 /Müslim, K.el-Jîirr, balı:
58, Hadis no: 2580.
[18] Müslim, K.ez-Zikr, bab: 38, Hadis no: 2699.
[19] Buhnri, K.el-Mezaliin, bab: 5.
[20] Müslim, K.ül-Birr, hah: 66, Hadis no: 2586 / uhmol b.
Ilanhcl, Müsned. C.4, S.26S.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/507-509.
[22] Ebu Duvud, K.el-Edeb, bab: 71, Hadis n«: 4962 /
Tımıizî, K.Tefsir ^I-Kur'an, Sure: 49, Hadis no; 3268
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/510-511.
[23] Nur Suresi, âyet: 12.
[24] Bulıaıi, K.en-Nikah, bab: 45 /Müslim, K.ol-Birr, bab:
28, Hadis no: 2563.
[25] Buharı, K.el-Mezalim, hab: 3 / Müslim, K.el-Birr, bab:
58, Hadis no: 2580
[26] Ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 39, Hadis no: 4888.
[27] ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 39, Hadis no: 4889.
[28] Müslim, K.el-Birr, bab: 70, Hadis no: 2589 / Ebu
Davud, K.el-Edeb, bab: 35, Hadis no: 2874.
[29] Ehu Davud, K.e)-Edeh, bab: 35, Hadis no: 4875
/Tirmizî, K. .el-Kıya met, h:ılv 51, Hadis no: 2502
[30] Ebu Davud, K.el Kdeb, bab: 35, Hadis no: 4878
[31] Ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 35, Hadis no: 4810.
[32] Ahine*! b. Hanbcl, Milsned, c.3, S.351.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/511515.
[33] Ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 110, Hadis no: 5116
/Tirmizî, K.el-Menakıb, bab: 75, Hadis no: 3955, 3956 / Ahıned b. Hanbel,
Müsned, C.2, S.361.
[34] Ebu Davud, K.el-Edeb, bab: 112, Hadis no: 5117.
[35] Ebıi Davud, K-d-Eıbb, bab: 112, Hadis no: 5119 /İbn-i
Mâıv,K.el-Fiten,bab: 7,Hadisno: 3949.
[36] Müslim, K.el-lnıara, bab: 53, Hadis no: 1848.
[37] Ahıned b. Hantal, C.4, S.I45, 158.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/515-518.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/518-519.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/519.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/520.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/520.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/521.