KAF SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Yerin Bizi Eksiltmesi 3

Toprağa Yemeleri Haram Kılınanlar 3

Meal 3

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 4

İnsanın Arkadaşı 5

Allah Ancak Suça Karşı Ceza Verir 5

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 6

Secdeler Ardında Allah'ı Teşbih Etmek. 7

 


KAF SÜRESİ

 

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 45 ayettir. Bu sureye aynı zamanda «El-Bastkat Suresi» de denir. Cum­hur bu surenin mutlak olarak Mekki olduğunu söyler. «Tahrir» adlı eserde İbn Abbos ve Katade'den gelen rivayete göre «Andol sun, biz gökleri ve yeri yarattık» ayeti müstesnadır, çünkü bu sure Mekki'dir. Bu ayet Medeni'dir ve yahudiler hakkında nazil ol­muştur.

Bu surenin ayetleri icmaa göre 45'dir.

Cenab-i Hak Hucurat Suresi'nin sonunda bedevilerin imanının hakiki iman olmadığına işaret etmiştir ve bunun zımnında pey­gamberliğin ve hasrın inkârı bahis konusudur. Onun için bu sure peygamberliğin ve hasrın inkârı ile ilgili konularla açılmıştır. Ra-sûl-ü Ekrem çoğu zaman bu sureyi sabah namazında okuyordu. Nitekim bu husus Müslim'de ve başka hadislerde Cabir bin Se-murre'den rivayet edilmtştir. İbn Mace'nin Kutbe bin Malik'ten ri­vayet ettiğine göre Rasûl-ü Ekrem sabah namazının birinci rekâ­tında Kaf Suresi'ni okurdu.

Ahmed, Müslim, Ebu Davud, îbn Mace, Tirmizı ve Neseî Ebu Akil el-Leysi'den şöyle rivayet ediyorlar: «Rasûl-ü Ekrem bayram gününde Kaf Suresi'yle Kamer Suresi'ni okuyordu.»

Beyhaki ve îbn Mace, Ümmü Hisam binti Harise'den şöyle ri­vayet ediyorlar: «Ben Kaf Suresi'ni Peygamber'in ağsından dinle­dim. Onu her cuma günü minberde hutbe okuduğu saman okuyor­du.»

İbn Merduveyh'in hadisinde merfu olarak şöyle rivayet edili­yor: «Kaf Suresi'ni öğrenin.» Bütün bunlar bu surenin büyük su­relerden biri olduğuna delâlet eder.ter

Bu surenin kelimeleri 357, harfleri ise 4094'tür. [1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Kaf. Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki,

2- İçlerinden bir uyarıcı   (peygamber)   gelmesine şaştılar da o kâfirler «Bu acaip bir şeydir» dediler.

3- «Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (has­redileceğiz) ? Bu uzak bir dönüştür».

4- Biz yerin onlar (m cesetlerin) dan neleri eksilttiğini ke­sinlikle bilmekteyiz. Yanımızda (bütün şeyleri) zapt ve tesbit eden bir kitap vardır.

5- Hayır! Onlar, kendilerine hak gelince onu yalan saydı­lar. Artık onlar kargaşa içindedirler.

6- Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki onu nasıl bina ettik ve süsledik? Onda hiçbir yarık da yoktur.

7- Yeryüzüne de (dikkat etmezler mi?). Onu nasıl yaydık, ona sarsılmaz dağlar çaktık ve onda göz alıcı, iç açıcı her çiftten bitirdik?

8- (Bunların tamamı) Allah'a yönelen her kulun gönül gö­zünü açmak ve ibret vermek içindir.

9- Gökten bereketli bir su indirdik. O su ile bahçeler ve biçilecek daneli ekinler bitirdik.

10- Tomurcuklan birbiri üstünde bulunan ve boylu hurma ağaçlarını da (o suyla yetiştirdik).

11- (Bunların tamamı) kullara nzik olmak üzere yapılmış­tır. Onunla ölü bir bölgeyi de d iri itmiş izdir. îşte (kabirden) çıkış da böyledir.

12- Onlardan (Mekkelilerden) önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud kavmi de (peygamberlerini) yalanlamıştı.

13- Âd, Firavun, Lut'un kardeşleri de (yalanlamıştı).

14- Eyke halkı ve Tubba kavmi de,   (evet bütün bunlar) peygamberleri yalanladılar. Böylece tehdidim üzerlerine hak oldu.

15- Biz ilk defa yaratmada yanılıp acz mi gösterdik ki (ye­niden yaratmada aciz kalalım). Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler. [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-15) «Kaf, Şerefli Kur'an'a yemin olsun fci...» Bu Ayetlerin Tefsiri

İton Abbas «Kaf yemindir» demiştir. Bazıları surenin ismi, ba. zıları Allah'ın isimlerinden, bazıları da Kur'an'm isimlerinden bi­ri olduğunu söylemiştir.

«El-Mecid» şerefli, diğer kitaplardan şeref yönünden üstün olan demektir. Veya el-Mecid, Cenab-ı Hak'km Esmaı Hüsna'sm-dan bir isimdir. Zira Kur'an O'nun »kelamıdır. Veya onun mânâ­larını bilerek tatbik eden bir insan tarafından övüldüğü için Kur'­an'a El-Mecid ismi verilmiştir. Tefsir alimleri bu yeminin ceva­bında ihtilaf etmişlerdir. Bazılarına göre cevap mukadderdir! Ya­ni Kur'an-ı Mecid'e and ederim ki Kıyamet'te haşre gönderilecek­siniz! Bazılarına göre, «Üel Arfbu», bazılarına göre de «Kad alim-na» cümleleri, cevaplardır.

îkinci ayet, adaletinde, emniyyetinde, doğruluğunda zerre ka­dar şüphe olmayan, sadece kendilerinden olan bir uyarıcının pey­gamber olarak gönderilmesinden hayret etmelerini şiddetle kına­makta ve reddetmektedir.

«Adl»> kendisinden hayret edilen durum demektir. Uzak dö­nüşten maksat, onun muhal olmasıdır. Kâfirler ölümden sonra di­riltilip haşre gönderileceklerine inanmıyorlardı. [3]

 

Yerin Bizi Eksiltmesi

 

«Yerin onlardan eksilmeshmâen maksat, cesetlerinden yeme-sidir. Yani, «Yerin onların cesetlerinden ne kadar yediği bizim ma-lumumuzdur. Öyleyse onları yeniden haşre göndermek bize kolay­dır.»

Sahih bir hadiste «İnsanoğlunun bütün bedenini toprak yer. Ancak kuyruk sokumu müstesnadır. İnsan oradan yaratıldı ve oradan terkib edilecektir» denilmektedir. [4]

 

Toprağa Yemeleri Haram Kılınanlar

 

Bazı hadislerde ifade edlidiğine göre peygamberlerin, velile­rin, şehitlerin cesetlerini toprak yemez. Cenab-ı Hak toprağa onla­rın cesetlerini yemeyi haram kılmıştır.

Siiddi'ye göre «Eksiltme» burada ölüm manasınadır. Cenab-ı Ha,k«Biz onlardan kimin Öleceğini, kimin kalacağını biliriz» de­mektedir. Çünkü ölen kimse defnedilir. Sanki yeryüzü insanlradan bir kişiyi eksiltmiş gibi olur.

İbn Abbas «Bundan maksat müşriklerden ayrılarak İslâm-a giren kimsedir» der.

«Hıfzeden kitabatan. maksat Levh-i Mahfuz'dur. «Hafız» keli­mesi, bu takdirde mahfuz mânâsına gelir. Zira o, şeytanların karış­tırmasından korunmuş ve hıfzedilmiştir. Veya orada her şey zap-tedilmiştir. Bazıları «Hafiz, hafız (koruyucu) mânâsına gelir» de­mişlerdir. O zaman «Hafız Kitab»tan maksat onların adedlerini ve isimlerini zapteden kitap demefc olur.

Bazıları «Kitab burada ilim ve saymaktan kinayedir» demiş-tir.

«Hayır, onlar haJçkı yalanladılar» cümlesindeki haktan maksat Kur'an'dır. Sâ'lebi böyle demiştir.   Bazıları   «Hak'tan maksat İslâm», bazıları da «Hz. Muhammed'dir» demişlerdir.

«Merîc» kelimesi karışık demektir. Katade «İhtilaflı» demek olduğunu söylerken, Hasan Basri «Birbirine karışmış mânâsına gelir» demiştir.

«Furuc» kelimesi ferc'in çoğuludur ve yarık demektir. Yani, göklerde herhangi bir tefavut, ihtilaf, yırtık göremezler!

Ayet metnindeki «Zevç» kelimesi nev', çeşit demektir. «Behic» ise bakanları sevindirecek şekildeki güzeldir.

«Munib bir kul»d&n maksat Allah'a dönüş yapmış, Allah'ın kudretini düşünen kul demektir. «Mübarek sundan maksat, bere­keti çok olan yağmurdur.

«Hasid» kelimesinden maksat, biçilip yenilen her nesnedir. Dahhak «Hasid'den maksat buğday ve arpa doneleridir» der. Ba­zıları da «Biçilen, azık edinilen darı ve pirinç gibi daneler buna dahildir» demişlerdir.

«Basikat» kelimesi uzun manasınadır. Katade «Bu kelime ile uzunlukta dosdoğru olmak kastedlimektedir» diyor. Said bin Cü-beyr «Müsavidirler demektir» diyor.

«Çıkış da böyledir» cümlesindeki «çıkış»tan. maksat, kabirler­den çıkıştır. Yani Allah bu Ölü toprağı, yağmur indirmek suretiy­le dirilttiği gibi kaibirleri de açarak insanları oradan çıkaracak, Ölümden sonra onları diriltecektir.

Ayet metnindeki «lebs» kelimesi hayret ve şaşkınlık demek­tir. Hayır! Onlar yeni yaradılış sebebiyle hayret ve şaşkınlık içeri-sindedirler. Kimi tasdik eder, kimi yalanlar. [5]

 

Meal

 

16- Andolsun ki insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesve­seler verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.

17- O'nun sağında ve solunda oturan, her davranışı tesbit eden (iki melek) vardır.

18- İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (o sözü) gözetle­yen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın.

19- Ölümün sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de «işte (ey insanoğlu) bu senin öteden beri kaçtığın şeydir» (denir).

20- Sur'a üfürülür;  o gün korkulan gündür!

21- (O gün)  her nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile beraber gelir.

22- (Allah insanoğluna):  «And olsun sen bundan gaflette idin. Biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir» (dedi).

23- Onun yoldaşı da «Bende olan her şey hazırdır» diye­cektir.

24- «(Ey melekler) ikiniz her inatçı kâfiri cehenneme atın».

25- «Şiddetle hayra engel olan her saldırgan şüpheciyi de».

26- «(Çünki) O Allah ile beraber başka bir ilâh edinmişti. Öyle ise onu şiddetli olan azaba atın».

27- Onun arkadaşı «Ey Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fa­kat onun kendisi derin bir dalâlet içine dalmıştı» dedi.

28- (Ona cevap olarak Allah)  «Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce  (kesin)  bir uyarı göndermiştim» dedi.

29- «Benim katımda söz değiştirilmez ve Ben asla kullara zulmedici değilim».

30- O gün cehenneme «doldun mu?» deriz. O da «Daha var mı?» der.

31- Cennet de muttakilere   yaklaştırılır.   Zaten   onlardan uzakta değildir.

32- Onlara (Allah tarafından) denilir ki: «İşte size vad'olu-nan budur. Daima Allah'a donen, (hadleri) muhafaza eden,

33- Rahnıan'dan görmediği halde korkan (hakikate dönen) bir yürekle Allah'a gelen(lerin mükâfatı budur).

34- «Oraya selametle girin. İşte bu ebedi yaşama günüdür!»

35- Orada onlar için diledikleri her şey vardır. Katımızda fazlası da (verilir). [6]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(16-35) «Andolsun ki insanı biz yarattık...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«İnsan»d&n maksat Ademoğulları'dır. Bazıları da Hz. Adem ol­duğunu söylemiştir.

«Vesvese» nefsin iç içe konuşması demektir. Yani gizli bir konuşma menzilindedir. Bu ayetin mufassal manası A'raf Sure-si'nde geçmiştir.

«Habl'iî-Verid» insanın hulkum tarafından omuzlarına, ense­sine doğru giden, biri sağda biri solda olan damardır. (Bu mânâ İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir).

Bu ayet'yakınlık için bir temsildir. Yani Cenab-i Hak «Ben insana şah damarından daha yakınım» demektedir. Bu, mesafe yakınlığı değil, manevi yakınlıktır.

Mukatil «Verid kalple karışan bir damardır. Bu yakınlık ilim ve kudret yakınlığıdır. İnsanın bazı parçalarını diğeri önler, per­deler. Fakat Allah'ın ilmini hiçbir şey önleyemez» demiştir.

Hasan Basri, Mücahid ve Katade «Mutelakkiyan»6s.n maksa­dın insanoğlunun işlediklerini zapteden iki melek olduğunu söyleiniştir. Biri sağdadır: İnsanın iyiliklerini yazar. Biri de soldadır: İnsanın kötülüklerini yazar.

Mücahid «İnsanoğlunun ahvali Allah'a malum olmasına rağ­men Cenab-ı Hak geceleyin iki, gilndilzleyin de iki meleği insan­oğluna vekil kılmıştır. Onlar insanoğlunun amellerini zaptederler ve onun eserlerini yazarlar ki yarın konuşmasın, delil karşılığın­da tamamen sussun» demiştir.

Melekler iki olmasına rağmen Cenab-ı Hak «iki» mânâsını ifa­de eden «Kaidani» lafzını değil de «bir» mânâsım ifade eden «Kaid» lâfzım kullanmıştır. Çünkü ayetin mânâsı birinin sağda, diğerinin solda oturduğu demektir. İkincisi birincisine delâlet ettiği için birincisi düşürülmüştür. (Sibeveyh)

«Kaid» kelimesi «oturan» demektir. Bazıları da «Kişiyle bera­ber oturan» manâsını ifade eden «mukaid» demek olduğunu söy­lemişlerdir. Cevheri «Bu iki kipte tekil, ikil ve çoğul eşittirler» der. «Kaid» lâfzından maksat, kaim'in tersi olan oturan kişi de­mek değildir. Aksine mulazim (ayrılmaz ve sabit olan) demek-tir.

«Yelfizu» fiili konuşur, ağzından dışarı atar demektir. «Ra. kib» kelimesinde üç yorum vardır:

1- Emirleri takip eden,

2- Emirleri koruyan,

3- Emirleri gören, «Atid» kelimesinde ise iki vecih vardır:

1- O, gayb olmayan, hazır bulunanlardır.

2- O, hazır tutulan bir koruyucudur. Bu ise hıfz veya şehadet içindir.

Cevheri «Atid'den maksat hazırlanmış şey demektir» der.

«Ölüm'ün sekrası» ile maksat onun şiddetidir. İnsan hayatta iken onun sözleri ve yaptıkları amel defterine yazılır ki onlardan dolayı hesaba çekilsin. Sonra ona ölüm gelir. Ölüm gördüğü anda ona hak tecelli eder.

Ayet metnindeki «eUHak» ile maksat ölümdür diyenler var­dır. Ölüm'e hak denilmiş; zira o kesinlikle olacaktır. Veya o in­sanları hak yurduna götürdüğü için haktır.

Hz. Aişe'den şu hadis rivayet ediliyor:

Hz. Peygamber ölümle karşıkarşıya geldiği zaman onun ya­nında su dolu bir kap bulunuyordu. Ellerini suya koyup onlarla yüzünü meshediyor ve «Allah'tan başka mabud yoktur. Kesinlikle ölümün sekeratı (şiddeti) vardır» buyuruyordu. Sonra elini kal­dırarak canı bedeninden çıkıncaya kadar «En yüce dosta, en yüce dosta» diye bağırdı. Sonunda eli kendiliğinden aşağı düştü, (Buha-ri)

«Tehid» fiili ondan kaçmak ve uzaklaşmak demektir.

«Saik ve «Şehîd»in ne oldukları hususunda ihtilâf edilmiştir. İbn Abbas «Saik (sürücü, sevkedici) meleklerdendir. Şehîd ise on­ların nefislerinden olan el ve ayaklandır» der.

Btau Hureyre «Saik melektir, şehid de insanın amelidir» de-mistir. Hasan ve Katade ise «Onu sevkeden saik, onun aleyhinde ameliyle şahidlik yapan şahid demektir» demişlerdir.

İbn Müslim «Saikten maksat, onunla beraber olan şeytanı­dır. Çünkü o şeytana tabi olur. Şeytan onu teşvik etmese dahi onunla beraber gider» diyor.

21. ayette iki görüş vardtr. Birine göre bu hem müslüman ve hem de kâfirler hakkında genel bir hükümdür! İkincisine göre ise bu sadece kafirlere mahsus bir durumdur! Bu Dahhak'ın görüşü­dür.

22. ayetteki hitab Rasûl-ü Ekrem'edir. Yani «Ey Muhammedi Kureyşin içinde iken ve cahiliyetlerinde bulunduğun zaman peygamberlikten gafildin», yani peygamberliğin sana geleceğini bil-miy ordun!

İbn Abbas ve Dahhak dediler ki: «Bu hitap müşrikleredir. On­lar durumlarının neticelerinden gafil idiler». Müfessirlerin çoğu­na göre bundan maksat doğru ve yalancı her insandır. (Taberi de bu görüşü desteklemiştir).

İnsanoğlundan kaldırılan perdeden maksat, ya annesinin kar­nında iken doğup dünyaya gelmesidir veya kabirde iken haşre gönderilmesidir. Birinci yorum Süddi'nin, ikincisi İbn Abbas'ın-dır.

İbn Zeyd «vahyin inişi, peygamberliğin gelişi demektir» di­yor.

«Artık bugün senin gözün keskindir» cümlesindeki «Bugün» ile «Kıyamet Günü» kastedilmiştir. Gözden maksat da kalp gözü­dür. Nasıl ki zahiri göz karşısındaki şahıs ve cisimleri görürse, kalp de düşüncelerin delillerini, ibret almanın neticelerini gör­mektedir.

Bazıları «Gözden maksat bizim bildiğimiz normal gözdür» de­miştir. Yani senin gözünün görüşü bugün çok keskin ve nafizdir. Senden örtülü olanları dahi görür!

Mücahid'e böre «Senin bugünkü görüşün keskindir» cümle­sinden maksat, günahlarım ve sevaplarını tartan terazinin diline bakışın keskindir, demektir!

«İnsanın karini», onu korumakla   mükellef   olan   melektir. «Atîd» ise hazırlanmış ve korunmuş demektir. [7]

 

İnsanın Arkadaşı

 

Mücahid, «İkiniz cehenneme her inatçı kâfiri atın» hitabı in­sanoğlunun karininedir veya «ikiniz atın» mânâsım ifade eden «elkıya», «sen at» mânâsına gelir, demiştir.

Müberred «Bu tesniyedir, tekid için getirilmiştir)) diyor. Ba­zıları «Bu hakiki tesniye de olabilir. Cenab-ı Hak bu hitabı insan­oğlunu korumakla görevli olan iki meleğe yapar» derler.

«Anid» kelimesinden maksat, Mücahid ve İkrime'ye göre, mu-annid demektir. Bazılarına göre «Anid» haktan yüz çeviren kişi-demektir.

Çokça menedilen hayrdan maksat farz olan zekât ve vacib olan her hak demektir.

«Mu'ted» kelimesinden maksat, konuşmasında, siyretinde ve durumunda saldıran zalim demektir.

Hasan ve Katade'ye göre «Murib» tevhide şüphe düşüren ve şüpheli olan kişidir. Bu ayetler Velid bin Muğire hakkında nazil olmuşlardır. «Hayrı çokça engeller» sözünden maksat da onun ye­ğenlerini İslâm'dan menetmeye çalışmasıdır.

«Onun karinvmden maksat ona musahhar olan şeytandır. Sa'-lebi, İbn Abbas ve Mukatil «Onun karininden maksat, onu gözet-leyen melektir» rivayetini naklediyorlar. Zira Velid bin Muğire kendisinin kötülüklerini yazan melek için «Yarab! O benim hakkımda acele etti» der. Melek de «Yarab! Ben onun hakkında acele etmedim» der.

Terra «Benim katımda söz bakımından artma ve eksilme ol­maz. Çünkü ben gaybı bitiyorum, demektir» demiştir. [8]

 

Allah Ancak Suça Karşı Ceza Verir

 

«Ben kullara zulmedici değilim» yani kulu işlemediği suçtan dolayı azaba duçar etmem.

30. ayetin başındaki «Yevme» kelimesi mukadder bir fiile mef ul olur. Yani «Cehennem'e: 'Doldun mu?' dediğimiz günden on­ları korkut.» Cenab-ı Hak daha önce onları cehenneme doldura­cağına dair bir va'dde bulunmuştu. İşte bu istifham, haberinin tasdiki üzerine gelmiştir. Cehennem'in «fazlası var mı?» şeklinde­ki sözü iki mânâya hamledilebilir: «Bende fazla bir yer kalmamış­tır ki başkasını bana gönderesîn». Tıpkı Rasûl-ü Ekrem'in «Akil (Ebu Talib'in oğludur) bizim için Mekke'de herhangi bir ev ve­ya konak bıraktı mı ki?» (Yani bırakmadı) sözü gibi. Bu istifham «Daha fazlasını ver» mânâsı da taşıyabilir. Yani fazlası varsa bana gönder! Cümlenin bu iki mânâya elverişli olması, istifhamın bir nefy ve inkâr oluşundandır.

Bazıları «Cehennemin söz olarak böyle bir şey söylemesi ba­his konusu değildir. Temsil yoluyla gelmiştir. Yani bu husus ce-hennemin halinden anlaşılır» demiştir.

Bazıları «Allah tıpkı insanın azalarını konuşturması gibi ateşi de konuşturur,» demiştir.                                             

Sahih-i Buhari, Müslim ve Tirmizi'de :Enes İbn\Malik'ten;ş«f hadis nakledilmiştir: «Cehenneme durmadan, isyan eden kâfirler,

münafıklar, fasile ve facirler atılır. Cehennem «Daha fazlası var mıdır?» der. Öyle ki Allah üzerine ayağını basar. Cehennemdin bir kısmı diğerine geçer. Yani içindekilerin üzerine kapanır, onlann azabı ile meşgul olur, daha fazlasını bana ver demekten böylece alıkonulmuş olur. Cehennem «İzzet ve keremine yemin ederim \     yeter, yeter» der. Cennette de fazlalık vardır. Cenab-ı Hak o faz-\      lalık için bir halk yaratıp, onları cennetin fazlalığına yerleştirir.» Ebu Hüreyre'den gelen diğer bir rivayette «Cehenneme gelince, o dolmaz. Cenab-ı Hak onun üzerine ayağım koyar ve o yeter, ye­ter der. İşte o zaman cehennem dolar ve bir kısmını diğerine ge­çirmek suretiyle kapanır. Rabbin mahlûkatından hiç kimseye zul­metmez. Cennete gelince, Allah onun için de bir halk yaratır.» denilmiştir.

Alimlerimiz «Kadem'in buradaki mânâsı Cenab-ı Hak'kın ken­dilerini ateşe takdim ettiği bir kavimdir» demişlerdir. Cenab-ı Hak'kın ilminde onlann ehli cehennem olduğu da geçmiştir.

«Ricl» kelimesi de böyledir. İnsanlardan ve başka şeylerden çok olan sayı demektir. Ben halktan bir ricl gördüm, yani bir grup gördüm. Çekirgelerden bir ricl gördüm, bir grup gördüm demek­tir. Bu mânâyı İbn Mesud'dan gelen şu hadis açıklamaktadır: «Ce­hennemde olan her zincir, her bukağı, her tabut üzerinde sahibi­nin ismi yazılıdır. Cehennem hazenelerinden her biri ismi ve sı­fatı bilinen o nesnenin sahibini bekler. Hepsi yerine girdikten sonra ve beklemeleri emredilenler yerlerine geldikten sonra haze-neler «Yeter yeter, bize kâfidir, bize kâfidir» derler. İşte o zaman cehennem, içinde bulunanların üzerine kapanır. Artık hiç kimse­nin beklemediği bir devrede birbirine geçer».

îşte bu beklenen grup yerine hadiste «ayak» mânâsına gelen Ricl ve Kadem kelimesi kullanılmıştır. Rasûl-ü Ekrem'in şu söz-îerirdebüteviJintdoğruluğuna şahitlik yapar.

«Cennette bir fazlalık vardır. Allah o fazlalık için bir halk yaratır, ve onları cennetin fazla olan yerlerine yerleştirir».  [9]

«Evvab» kelimesinin anlamı günahı bırakarak Allah'a çokça yönelen, sonra tekrar günaha giren, sonra da tekrar tevbe eden demektir. (Bu yorum Dahhak'a aittir). îbn Abbas ve Ata, «Evvab' tan maksat teşbih eden Msidir» derler. Nitekim başka bir ayette «Ey Davudi Onunla beraber evvab ol» buyurulmuştur. Yani teş­bih et!

Münib olan kalpten maksat taate yönelik olan kalptir. Bazıları «Muhlis olan kalptir» demişlerdir. Ebu Bekir Verrak «Munib'in alameti Allah'ın hürmetini bilmek. O'na yardımcı olmak, O'nun celâline başeğmek, nefsin hevasını terketmektir» der.

«Kalbi munib»den maksat kalbi selim de olabilir. Nitekim Cenab-ı Hak «Ancak Allah'a setim bir kalple gelen müstesnadır» buyuruyor.

«Bizim katımızda daha fazla da vardır» cümlesinden maksat, Enes ve Cabir'in dediklerine göre, keyfiyet olmaksızın Allah'ın yü­züne bakmaktır. Bu durum merfu olan birçok haberde varid ol­muştur. Rasûl-ü Ekrem «Ziyade'den maksat Allah'ın keremli yü­züne bakmaktır» buyurmuştur.

Bazılarına göre «Mezidvden (artıştan) maksat cennet ehline verilen hurilerdir! Bu hadisi merfu olarak Ebu Said el-Hudri ri­vayet etmiştir. [10] 

 

Meal

 

36- OnlarSan önce nice nesilleri helak ettik ki o nesiller bun­lardan daha güçlü ve kuvvetli idi. Onlar memleket memleket do­laşmışlardı. Öyle iken sığınacak bir yer mi buldular?

37- Bunda kalbi olanlar, can kulağıyla dinleyen ve şahid olanlar için ibret vardır!

38- Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakini biz altı günde ya­rattık. Bize asla yorgunluk dokunmadı.

39- Öyleyse onların söyledikleri sözlere sabret. Güneş doğ­madan evvel, batmadan önce mabudunu överek (şanını)  tenzih et.

40- Geceleyin ve namazlardan sonra da O'nu teşbih et.

41- Münadinin yakın bir yerden nida edeceği güne kulak ver.

42- O gün o sayhayı gerçek olarak işitecekler. O gün çıkış günüdür.

43- Kuşkusuz ki biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.

44- O gün yer onlardan yarılıp, ayrılır. (Onlar) hızla koşar­lar, tşte bu haşr bize göre oldukça kolaydır.

45- (Ey Rasûlüm-) Biz onların ne dediklerini (senden) daha iyi biliriz. Sen onları zorla yola getirmeye memur değilsin. Bunun için tehdidimden korkanlara Kur'an'Ia nasihat et. [11]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(36-45) «Onlardan önce nice nesilleri...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Ayet metnindeki «Nekkabu» fiili kaçmak maksadıyla dolaş­maktır. Veya memleketler geçtiler demektir. Mücahid «Memleket, leri gezdiler», Nadr bin Şumeyr «Memleketleri devrettiler», Kata-de «Memleketleri çokça ziyaret ettiler» demektir, derler.

Hasan Basri ve Ebul Aliye fiili, «Nekabu» şeklinde şeddesiz okumuşlardır. Bu takdirde yırtık bir şeyin içerisine girmek mâ­nâsını ifade eden «Nekb» kökünden gelir.

Bazıları «Nekb dağdaki yoldur» demişlerdir. Yani onlar mem­leketleri adeta yırttılar. Onların dağ yollarında seyrettiler ve demi-rin deldiği nesnede tesir ettiği gibi memlekete tesir ettiler de-inektir.

«Bunda kalbi olan için bir ibret vardır», yani aklı olan bun­dan ibret alır, Cenafo-ı Hak «Akıl» yerine «kalp» kelimesini kul-lanmıştır. Çünkü akletmenin yeri kalptir. Bazıları da «Kalbin mâ­nâsı hayat ve ayırd edici nefis demektir» demişlerdir. Diri nefsin yerine kalp kullanılmıştır. Çünkü nefsin, hayatın madeni kalptir.

Bazıları «37. ayet ehli kitap içindir» demişlerdir. (Bu yoruma Mücahid ve Katade de katılmıştır.) Hasan Basri «Bu ayet Özellikle yahudi ve hıristiyanlar hakkındadır» derken, Muhammed bin Kâb ve Ebu Salih   «Bu ayet özellikle ehli Kur'an hakkındadır»   der­ler.

38.  ayet Medine'deki yahudiler aleyhinde nazil olmuştur. On­lar, «Cenab'i Hak gökler ile yeri altı günde yarattı. Birinci gün pa­zardı. Sonuncu gün cumaydı. Cumartesi günü istirahat etti» der­lerdi. Cenab-ı Hak bu ayeti indirmek suretiyle onları yalanlamış-tır.

«Luğub» yorgunluk ve bitkinlik demektir. Yani Cenab-ı Hak'a herhangi bir yorgunluk isabet etmedi. Bu sebeble O'nun için her­hangi bir bitkinlik bahis konusu değildir.

39.  ayetin başındaki «Onların dediklerine karşı sabret» cüm­lesi Rasûl-ü Ekrem'e hitaptır, Bu cümle savaş emri getiren ayetten önce nazil olmuştur ve sonra neshedilmiştir.

Bazıları «Bu, peygamber ve ümmeti için sabittir» demişler­dir. Bazıları da «Bunun mânası yahudilerin 'Allah cumartesi günü istirahat etti' sözüne karşı sabır göster, demektir. Nesh bahis ko­nusu değildir» demişlerdir.

39. ayetle 40. ayette beş vakit namaz kastedilmektedir. Ebu Salih «Güneş doğmazdan evvel ifadesi sabah namazı demektir. Gü­neş batmazdan evvel ifadesi  de ikindi namazıdır» der. [12]

 

Secdeler Ardında Allah'ı Teşbih Etmek

 

«Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasında onu teşbih eh cümlesinde dört görüş vardır:

1- Ebu'l-Ahfeş'e göre geceleyin Al­lah'ı teşbih et, demektir.

2- Mücahid'e göre burada gece kılman bütün namazlar,

3- İbn Abbas'a göre sabahın iki rekât namazı,

4- fon Zeyd'e göre ise bu ayetle yatsı namazı kastedilmektedir.

Secdelerin arkasından maksat, aksam namazından sonra kılı­nan iki rekât sünnettir. Yıldızların arkalarından maksat da sabah namazından önce kılınan iki rekât sünnettir.

îbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre secdeler arkasın, da kılınan namazdan vitr namazı kastediliyor. İbn Zeyd ^Namaz­lardan sonraki nafile namazlar kastediliyor. Her farsın arkasında iki rekâttır» diyor.

Nuıhas, «Ayetin zahiri İbn Zeyd'i desteklemektedir. Ancak en uygunu eksere tabi olmaktır» demiştir.

Bazıları «Secdeler arkasından teşbih et» emri farzların gelme­siyle neshedilmiştir» demişlerdir. Hiç kimseye beş vakit namaz­dan başka bir namaz vacip olmaz!

«Yakın yerden çağıran»dan maksat İsrafil'dir. Bazıları «Ceb­rail» demiştir. Zemahşeri «israfil sura üfler, Cebrail de çağırır» der. Yani hasrı ilan ederek «hesaba gelin» diye çağırır. Bu yoru­ma göre çağırmak mahşerde olur. Bazı müfessirler «Bu ayetin mâ­nası, kâfirlerin kendilerine azap ve helak istemelerini yakın bir mekândan dinle demektir» demişlerdir: Yani bütün insanlar bunu dinler, bu çağrıdan hiç kimse uzak olmaz.

«Çıkış günümden maksat, hesap vermek üzere haşrde top-lanma ve kabirlerden çıkma günleridir.

Sünneti Seniyye 42. ve 43. ayetleri daha da açıklamakta ve izah etmektedir. Tirmizi, Rasûlullah'tan şöyle bir hadis rivayet ediyor: «Hz. Peygamber eliyle Şam tarafına işaret ederek şöyle buyurdu: «İşte. Kıyamet Günü'nde ağızlarınızın üzerinde gemler olduğu halde binici ve yaya olarak dizlerinizin üzerine sürünerek haşre geleceksiniz. Siz yetmiş ümmet olarak haşre geleceksiniz. Siz o ümmetlerin en hayırlısı ve Allah katında en şereflisisiniz, SU'sin herhangi birinizin halini ilk anlatan uyluğu olacaktır». (Başka bir rivayette ise «Uyluğu   ile eli olacaktır» denilmektedir).

45. ayet kıtal (savaş) emrini getiren ayetle neshedilmiştir.

«Cebbar» cebr ve tasulluttan gelmektedir. Bazıları «Cebbar, onları cebredici demektir» demişlerdir Yani ayet «Sen onları ceb-redemezsin» mânâsına geliyor, demişlerse de bu yanlıştır. Çünkü Fa'al sigası Efale sigasından gelmez.

«Sadece tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt vern cümle­sini İbn Abbas şu şekilde açıklamaktadır: «Onlar: «Ey Allah'ın Rasûlü! Bizi korkutsaydm iyi olurdu» dediklerinde bu ayet nazil olmuştur». Yani benim tehdidimden korkanlara isyan eden kul. lanm için nasıl bir azap hazırladığımı haber ver.

Katade «Yarab! Bizi vaidinden korkan, tto'dini uman kulların­dan eyle» diye dua ederlerdi. [13]

KAF SUKBSİ NÎN SONU

 

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/426.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/428.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/429.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/430.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/430-431.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/433.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/434-438.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/438-439.

[9] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 17, sh: 18-19

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/439-441.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/443.

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/444-445.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/445-447.