1- Kâfirlerin Söylediklerine Sabır:
2- Beş Vakit Namaz ile Güneşin Doğuşundan ve Batışından
Önce Allah'ı Teşbih Etmek ve Namaz Kılmak:
3- Geceleyin ve Secdelerin Arkasında Allah'ın Teşbih
Edilmesi:
4- (Farz) Namazlardan Sonra Namaz Kılmak:
Rahman
ve Rahim Allah'ın adı ile
Tümüyle Mekke'de inmiştir.
Kırkbeş âyettir.
el-Hasen, Ata, İkrime
ve Cabirin görüşüne göre bütünüyle Mekke'de inmiştir. İbn Abbas ve Katade ise:
Bir âyet müstesna, demişlerdir. O da yüce Allah'ın: "Andolsun göklerle
yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık; Bize bir yorgunluk da
dokunmadı" (Kâf, 50/38) buyruğudur.
Müslim'in, Sakih'indç
Harise b. en-Numan'ın kızı Um Hijam'ın şöyie dediği kaydedilmektedir: Bizim
tandı nmız ile Rasûlullah (sav)'ın tandın iki sene -yahut bir sene bir kaç ay-
süre ile aynı idi. Ben "Kâf. Çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki..."
diye başlayan sûreyi ancak Rasûlullah (sav)'ın dilinden öğrenmiş bulunuyorum. O
her cuma günü insanlara hutbe İrad ettiğinde bu sûreyi okurdu.
[1]
Ömer b. el-Hattab
(r.a)'dan rivayete göre, Ebu Vakid el-Leysî'ye, Rasûlullah (sav) kurban
bayramı ile ramazan bayramı namazlarında hangi sûreleri okuduğunu sormuş, o da
şöyle cevab vermişti: O bu iki bayram namazında "Kâf. Çok şerefli Kur'ân'a
yemin ederim ki..."(diye başlayan sureyi) ve: "O saat yaklaştı ve ay
yarıldı" (ei-Kamer, 54/1) (diye başlayan sureyi) okurdu.
[2]
Cabir b. Semura'dan
gelen rivayete göre de Peygamber (sav) sabah namazında "Küf. Çok şerefli
Kur'ân'a yemin ederim ki" sûresini okur, ondan sonra da namazını kısa
keserdi.
[3]
[4]
1. Kâf. Çok
şerefli Kur'ân'a yemin ederim kî,
2. Bilakis kendilerine İçlerinden bir uyarıp
korkutan geldi diye hayret ettiler de kâfir olanlar: "Bu şaşılacak bir
şeydir" dediler.
3. "Bi2 öldükten ve toprak olduktan sonra
mı (diriltileceğiz)? Bu uzak bir dönüştür."
4. Biz,
yerin onlardan neyin eksilteceğini muhakkak bilmiştedir. Yanımızda çok İyi
tesbit eden bir kitab da vardır.
5- Hayır,
hak kendilerine geldiğinde onu yalanladılar. O sebepten onlar pek karışık bir
iş içindedirler.
"Kâf. Çok şerefli
Kur'ân'a yemin ederim ki" buyruğunda genel olarak "kâT lafzını cezm
ile okumuşlardır. el-Hasen, İbn Ebi İshak ve Nasr b. Asım "fe"
harfini esreli olarak "kâfi" diye okumuşlardır. Çünkü kesre sükunun
kardeşidir. Sonu sakin olduğundan dolayı ona kesre ile hareke vermişlerdir.
İsa es-Sakafî ise "fe" harfini en hafif hareke olan üstün ile
okumuştur. Harun ve Muhammed b. es-Serneyka, ise "kâfu" şeklinde
"fe" harfini ötreli okumuşlardır. Çünkü mebni kelimelerin son
harfinin çoğunlukla görülen harekesi budur. "...den beri, hiçbir, önce ve
sonra" kelimeleri gibi.
Kâfin ne olduğu
hususunda farklı görüşler vardır. İbn Zeyd, İkrime ve ed-Dahhak, o, yeryüzünü
kuşatan ve kendisinden dolayı da semanın yeşil göründüğü yeşil zümrütten bir
dağdır. Semanın her iki yanı onun üzerindedir. Sema ise onun üzerinde kubbe
şeklinde örtülmüştür. İnsanların ele geçirdikleri zümrütler bu dağdan
düşenlerdendir.
Bunu Ebu'l-Cevza,
Abdullah b. Abbas'tan da rivayet etmiştir. el-Ferra dedi ki: Buna göre
"kâP lafzı üzerinde i'rabın açıkça ortaya çıkması gerekirdi. Çünkü bu
durumda bu kelime bir harf değil, bir isim olur. (el-Ferra devamla) dedi ki:
"KâP harfinin tek başına dağın adının bir harfi olarak zikredilmiş olma
ihtimali de vardır. Şairin:
"Dur, dedim ona
ben, o da kâftişte durdum), dedi."
Sözünde olduğu gibi.
Bu işte durdum, anlamındadır. Bu da güzel bir açıklama olup daha önce
el-Bakara Sûresi' nin baş taraflarında (2/1-2. âyetlerin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
Vehb dedi ki:
Zulkarneyn Kaf dağını gördü. Onun altında küçük dağlar da gördü. Ona; Sen nesin?
diye sorunca, o: Ben Kafim dedi. Peki bu etrafındaki dağlar ne oluyor-1 diye
sorunca: Bunlar da benim köklerimdir. Altında benim köklerimden bir tane
bulunmayan tek bir şehir dahi yoktur. Allah bir şehri zelzeleye uğratmak
istediği vakit bana emreder. Ben de o kökümü hareket ettiririm ve orada zelzele
olur, dîye cevap verdi. Zulkarneyn ona: Ey kaf! Bana Allah'ın azametinden bir
husus söyle deyince o da: Rabbimizin şanı elbetteki pek büyüktür. Benim
arkamda karla kaplı eni beşyüz yıi, boyu beşyüz yıl süre devam eden bir yer
vardır. Bu karla kaplı dağların biri diğerini parçalar. Eğer bunlar olmasaydı,
ben cehennem ateşinden ötürü yanardım, dedi.
İşte bu da cehennemin
yeryüzünde olduğunun bir delilidir. Nerede olduğunu ve yerin neresinde
bulunduğunu en iyi bilen ise Allah'tır.
Zulkarneyn: Bana daha
başka şeyler de söyle deyince, Kaf şöyle dedi: Cibril (a.s) Allah'ın huzurunda
eklemleri tir tir titreyerek durur, Allah onun her-bir titreyişinden yüzbin
melek yaratır. İşte o melekler de Allah'ın huzurunda başlarını önlerine eğmiş
olarak dururiar. Yüce Allah onlara konuşmaları için izin verdiği takdirde
onlar: La ilahe illallah derler. İşte yüce Allah'ın: "O gün ruh ve
melekler saf olup ayakta duracaklar. Rahman'ın izin verdiği kimselerden
başkaları konuşmazlar ve doğru söylerler" (en-Nebe, 78/38) buyruğunda
kastedilen budur. Yani onlar, la ilahe illallah, derler.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kâf" buyruğu iş olup bitmiş demektir. Nitekim "Ha, Mim"
buyruğu hakkında, iş kastedildi, önemsendi anlamına geldiği söylendiği gibi.
İbn Abbas dedi ki:
"Kâf" yüce Allah'ın kendisi ile yemin ettiği isimlerinden bir
isimdir. Yine ondan gelen rivayete göre "kâf Kur'ân'ın isimlerinden
birisidir. Katade'nin görüşü de budur.
el-Kurazî dedi ki:
"Kâf1 yüce Allah'ın kadir, kahir, karib, kadî ve kabıd (pek muktedir, gücü
herşeyi kahreden, pek yakın, istediği hükmü veren ve alan anlamlarındaki)
isimlerinin baş harflerini teşkil eder.
eş-Şa'bî: Bu sûrenin
başlangıcıdır demiştir. Ebu Bekr el-Verrak da şöyle demiştir; Bu, bizim
verdiğimiz emir ve yasaklara uy, onları aşma, anlamında bir emirdir. Muhammed
b. Asım ei-Antakî dedi ki: Bu yüce Allah'ın kullarına yakınlığını
açıklamaktadır. Bunu da yüce Allah'ın: "Zaten Biz ona şah damarından daha
yakınız" (Kâf, 50/16) buyruğu açıklamaktadır.
İbn Ata dedi ki: Yüce
Allah, habibi Muhammed (sav)'ın kalbinin kuvvetine yemin etmiştir. Çünkü o
İlahi hitabı taşımış ve bu halinin yüceliğinden dolayı onu etkilememiştir,
"Çok şerefli Kur1
ân'a yemin ederim ki" buyruğundaki "çok şerefli (el-mecid)" şanı,
değeri pek yüksek demektir. Kerim (çok şerefli) diye de açıklanmıştır ki, bunu
da cl-Hasen yapmıştır. Pek çok anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da
kadrinin ve mevkiinin yüksekliği ile alakalı bir çokluktur, sayıca bir çokluk
değildir. Arapların "filan kişi sayıca çoktur" ifadelerinde anlatmak
istedikleri gibi. Arapların dillerinde dolaşan atasözlerindeki: "Bütün
ağaçlarda ateş (olarak yanmak kabiliyeti) vardır, Fakat merh ve afar denilen
ağaçlar bu konuda diğerlerinden daha üstündür" tabirleri, bu iki ağaçta
ateş yakma kabiliyeti daha fazladır ve bunların diğer ağaçlara göre bu yönden
bir üstünlüğü vardsr, demektir. Bu açıklamayı İbn Bahr yapmıştır.
Yeminin cevabının yüce
Allah'ın: "Biz yerin onlardan neyi eksilteceğini muhakkak
bilraişizdir" buyruğu olduğu ve burada: "Andolsun bilmişizdir"
takdirinde "lam'ın mahzuf olduğu söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre
ise; "lam"ın cevabi; "Muhakkak ki bunda... elbette öğüt
vardır"(M, 50/37) buyruğudur. et-Tinnizl Muhammed b. Ali'nin ıcrcih ettiği
görüş budur. O şöyle demiştir: "Kâf" kuliara gösterilmiş isimlerin en
büyüğü olan "kudret" adına bir yemindir. Aynı zamanda "çok
şerefli Kur'ân'a" da yemin etmektedir. Sonra yüce Allah, gökleri ve yeri
yaratmak, kullann rızıklannı vermek, Ademoğullarını yaratmak, kıyamet günü
halleri, cennet ve cehennemin nitelikleri ile ilgili açıklamalarda bulunduktan
sonra: "Muhakkak ki bunda kalbi olan... kimse için elbette Öğüt
vardır" (Kaf, 50/37) diye buyurmuştur. Böylelikle yemin bu kelime üzerinde
yapılmış olmaktadır. Yüce Allah sanki: "KâP' diye buyurmakla, kudretim
hakkı için ve çok şerefli Kur'ân'a yemin ederek söylüyorum ki. Ihı sûrede
anlattığını hususlarda "kalbi olan veya kendisi şahid olarak dikkatle
kulak veren kimse için elbette öğüt vardır" (Kâf, 50/37) diye buyurmuş
gibi olmaktadır.
İbn Keysan dedi ki:
Yeminin cevabı: "O bir söz söylemeye dursun..." (Kaf, 50/18)
buyruğudur.
Kûfeliler ise şöyle
demişlerdir: Yeminin cevabı: "Bilakis kendilerine... diye hayret
ettiler" buyruğudur.
el-Ahfeş de şöyle
demiştir: Cevabı hazfedilmiştir, sanki: "Kâf. Çok şerefli Kur'ân'a yemin
ederim ki" mutlaka siz öldükten sonra diriltileceksiniz, diye buyurulmuş
gibidir. Buna delalet eden de: "Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı
(diriltileceğiz)?" demiş olmalarıdır.
"Bilakis'kendilerine
içlerinden bir uyarıp korkutan geldi diye" buyru-ğundaki"Kendilerine
içlerinden bir uyarıp korkutan geldiği için" takdirinde nasb
konumundadır.
"Uyaran'dan kasıt
Muhammed (sav)'dır. "İçlerinden" lafzı ile "kendilerine"
lafzındaki zamir kâfirlere aittir. Hem müminlere, hem kâfirlere ait olduğu da
söylenmiştir. Daha sonra yüce Allah her ikisi arasındaki farkı göstermek
üzere:
"Kâfir olanlar...
dediler" diye buyurmuş; "onların hepsi dediler" diye
bu-yurmamıştır. Aksine kâfirlerin hal ve işlerinin çirkin olduğunu belirtip
onları kâfirlikle nitelemiştir. Nitekim: Filan kişi bana geldi ve bana hoşuma
gitmeyen şeyler söyledi. Diğer taraftan fasık olan o kimse de bana sen söylesin
söylesin dedi, demeye (ve herbir kişinin söylediği farklı ifadelere, farklı
vasıflarla işaret etmeye) benzer.
"Bu, şaşılacak
bir şeydir, dediler." "Acib: Şaşılacak şey" şaşılan ve kendisinden
hayrete düşülen durum demektir şeklinde (Asım kıraatinde oldğu gibi)
"ayn" harfinin ötreli okunuşu da aynı anlamdadır. şekli
"cim" harfinin şeddeli söylenişi ise, bunun daha ileri derecede
hayret edilecek bir şey olduğunu anlatır, de aynı anlamdadır,
Katade dedi ki:
Onların hayret ettikleri husus bir tek ilaha ibadet etmeye davet edilmeleri
idi. Öldükten sonra diriltilmek ve amellerinin kargılığının verilmesi ile
tehdit edildiklerinden ötürü hayret ettikleri de söylenmiştir. Kurân-ı
Kerim'in açıkça İfade ettiği hususun kabul edilmesi ise daha uygundur.
"Biz öldükten ve
toprak olduktan sonra mı (diriltileceğiz?)'' Görüldü ğü gibi burada ifadede
hazfedilmiş bir lafız ("diriltileceğiz" anlamındaki kelime)
sözkonusudur.
"Bu uzak bir
dönüştür." Dönüş, geri döndürülmek demektir. Bizim tekrar geri
döndürülüşümüz uzaktır demekle bunun imkansız olduğunu anlatmak istemişlerdir.
"Ben onu döndürdüm, döndürmek" denilir. "Kendisi döndü, döner
ve dönüş" demektir.
İfadede hazfedilmiş
başka lafızlar da vardır. Onlar: Biz öldükten sonra mı diriltileceğiz dediler,
demektir.
Burada öldükten sonra
diriliş (el-ba's)'dan sözedilmemiş olmakla birlikte, öldükten sonra dirilişe
işaret etmeleri, Kur'ân-ı Kerim'in başka yerlerinde sözkonusu edilmiş
olmasından dolayıdır. Esasen Kur'ân-ı Kerim'in tamamı tek bir sûre gibidir.
Aynı zamanda öldükten sonra diriliş yüce Allah'ın; "Kendilerine İçlerinden
bir uyarıp, korkutan geldi diye hayret ettiler." buyruğunun muhtevası
içerisindedir. Çünkü ancak ahiretteki hesab ve amellerin cez»sı ile korkutup
uyarmak sözkonusudur.
"Biz, yerin
onlardan n«yi eksilteceğini" cesetlerinden neleri yiyeceğini
"muhakkak bilmiştedir." Herhangi bir şey Bizden kaybolmaz ki, tekrar
yeniden yaratmanın Bizim için İmkansızlığından sözedilebilsin. Kur'ân-ı
Ke-rim'de şöyle buyurulmaktadır: "(Firavun): Geçmiş asırlar halkının
halleri nicedir, dedi. (Musa) dedi ki: Onların bilgisi Rabbirnin yanında bir
kitab-tadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz." (Ta-Ha, 20/51-52)
Sahih hadiste de şöyle
buyurulmuştur: "Ademoğlunun (cesedinin) tamamını toprak yer. Acbu'z-zeneb
(kuyruk sokumu) denilen yer müstesna. İnsan ondan yaratıldı ve yaratılışı bir
daha ondan düzenlenecektir. "[5] Bu hadis
daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Sabit olduğuna göre de
yer peygamberlerin, velilerin ve şehidlerin ceset-ferini yemez. Allah onların
cesetlerini yemeyi yere haram kılmıştır. Biz bu hususu "et- Tezkire"
adlı eserimizde açıkladığımız gibi, bu eserde de bu husus daha önceden geçmiş
bulunmaktadır,
es-Süddî dedi ki:
Buradaki "eksiltmekMen kasıt ölümdür. Yüce Allah: Biz, onlardan kimlerin
öldüğünü, kimlerin hayatta kaldığını bilimsizdir. Çünkü ölen kimse defnedilir.
Sanki bununla yeryüzünden insanlar eksilmiş gibi olmaktadır. İbn Abbas'tan da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kasıt, müşrikler arasından İslâm'a giren
kimselerdir.
"Yanımızda"
onların sayılarını ve isimlerini "çok İyi tesbit eden bir ki-tab da
vardır."
Bu buyruktaki
"hafi*; çok iyi tesbit eden" lafzı "fail" vezninde
"fail" anlamında bir kelimedir.
Bunun Levh-i Mahfuz
olduğu da söylenmiştir. Levh-i Mahfuz da şeytanlardan korunması yahut herşeyin
onda korunmuş (tesbit edilmiş) olmasından ötürü bu ismi almıştır.
"Kitab"ın
bilmek ve herşeyin sayısını olduğu gibi tesbît etmekten ibaret olduğu da
söylenmiştir. Nitekim senin adına, senin hakkında belledim, tesbit ettim
anlamında olmak üzere: "Ben sana bunu yazdım" demeye benzer. Ancak
böyle bir açıklama bir zorunluluk sözkonusu olmadan anlamın zahi-
rini terketmek
demektir.
Buyruğun,
Ademoğullanmn amellerini -amelleri dolayısıyla kendilerini hesaba çekelim
diye- iyice tesbit eden kitab Bizim yanımızdadır, anlamında olduğu da
söylenmiştir.
"Hayır, hak"
el-Maverdî'nin naklettiği üzere bütün müfessirlerin görüşüne göre Kur'ân-ı
Kerim "kendilerine geldiğinde onu yalanladılar." es-Sa-lebî de
"hak"dan kasıt Kur'ân-ı Kerim'dir, demiştir. Maksadın İslâm ya da
Mu-hammed (sav) olduğu da söylenmiştir.
"O sebepten onlar
pek karışık bir iş içindedirler." Bir sefer o bir sihirbazdır, bir başka
kere şairdir, bir diğerinde kahindir diyorlar. Bu açıklamayı ed-Dahhak ve İbn
Zeyd yapmıştır. Katade farklı ve tutarsız, el-Hasen karmakarışık (bir iş
içindedirler) diye açıklamışlardır. Anlamlar birbirine yakındır.
Ebu Hureyre: Bozuk
diye açıklamıştır. Nitekim: "İnsanların emanetleri bozuldu (çığırından
çıktı, güvenilir kimse kalmadı)" tabirinde de bu kökten gelen kelime
kutlanılmıştır. "Din ve iş karmakarışık bir hal aldı" demektir. Ebu Duad
şöyle demiştir:
"Din artık
karmakarışık bir hal aldı, onun için ben de hasırladım: Kollarımı (bir araya
geldikleri göğsümü) ve yüksek sapasağlam omuzlarımı.''
İbn Abbas: Buradaki
"el-merlc (pek karışık bir iş)" görülmedik, kabulle-nilemeyen iş
demektir, demiştir. İmran b. Ebi Ata'nın ondan naklettiğine göre; pek karışık
anlamında olup, şu beyiti zikretmiştir:
"Bir dolaştı
ortalıkta, ben de onunla (darbeyle) karın boşluğunu hedef aldım, O da birbiri
üzerine bükülmüş (ve karışmış) bir dalmış gibi yere yıkıldı."
el-Avfî'nin
naklettiğine göre de İbn Abbas şöyle açıklamıştır: Onlar bir sapıklık
içerisindedirler. Bu da onların sihirbazdır, şairdir, delidir, kahindir demeleridir.
Bunun değişip duran
anlamında olduğu da söylenmiştir. 'in
anlamı "tutarsızlık, huzursuzluk" demektir. Mesela: " İnsanların
işi karmakarışık bir hal aidi, din artık karışıp durdu" denilir. Zayıflıktan
ötürü yüzük insanın parmağında hareket edecek bir hal ahrsa da: "Yüzük
parmağımda durmaz oldu" denilir. Hadis-i şerif te de (aynı kökten gelen
kelime kullanılarak) şöyle buyuruimaktadır: "Ey Abdullah (b. Amr b.
el-As) sen ahidleri, emanetleri birbirlerine karışmış ve -parmaklarını
birbirine geçirerek- şöyle şöyle olacak hale gelinceye kadar anlaşmazlıklara
düşmüş bir topluluk arasında olacağın
vakit halin ne olacaktır?"
[6] Bu
hadisi Ebu Davud rivayet etmiş olup biz de bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde
zikretmiş bulunuyoruz.
[7]
6.
Peki onlar, üstlerindeki göğe, onu nasıl bina edip
süslediğimize bakmadılar mı ki? Hem onun hiçbir yangı da yok.
7.
Yeri de yayıp döşedik. Ona sabit dağlar bıraktık ve
orada göze hoş gelen her çiftten bitkiler bitirdik.
8.
Dönen her kul için basiretini açması, ibretle tefekkür
etmesi İçin (bunları yarattık.)
9.
Ve Biz gökten bereketli bir-su indirdik. Onunla
bahçeler ve biçilen taneler bitirdik.
10. Ve
tomurcuklan ustüste binmiş, büyük ve yüksek hurma ağaçları da;
11. Kullara
nzık olmak üzere. Ve Biz onunla ölmüş bir ülkeyi dirilttik. İşte çıkış da
böyle olacaktır.
"Peki onlar,
üstlerindeki göğe, onu nasıl bina edip" direksiz olarak yükseltip
yıldızlarla "süslediğimize" ibret ve tefekkür ile; var etmeye muktedir
olanın yeniden yaratmaya kadir olduğunu anlamak suretiyle^ "bakmadılar mı
ki? Hem onun hiçbir yarığı da yok" buyruğundaki: “Yarıklar" lafzı,
çoğuludur. İmruu'l-Kays'ın şu mısraı da bu kabildendir:
"Onun (atın
kuyruğu) ile arka tarafından avretini örter."
el-Kisaî de şöyle
açıklamıştır: Onda herhangi bir uyumsuzluk, farklılık ve sökükliik (yarık ve
çatlaklık) bulunmamaktadır.
"Yeri de yayıp
döşedik. Ona sabit dağlar bıraktık" buyruğuna dair açıklamalar daha
önceden er-Rad Sûresi'nde (13/3. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır,
"Ve orada göze
hoş gelen" görenlerin içini açan güzel "her çiftten" her türden
"bitkiler bitirdik." Buna dair açıklamalar da daha önceden el-Hac Sûresi'nde
(22/5. âyet, 12. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
"Dönen" yani
yüce Allah'ın kudreti üzerinde düşünüp O'na yönelen "her kul için
basiretini açması, ibretle tefekkür etmesi için yarattık."
buyruğundaki: "
Basiretini açması" buyruğu, Biz bunu kudretimizin mükemmelliğini kendisi
ile gösterelim diye basireti açacak bir özellikte yarattık, demektir,
Ebu Hatim dedi ki: Bu
lafız mastar (meful-i mutlak) olarak nasbedilmiş-tir. " Biz bunu
kudretimize dikkat çeken ve basireti açan bir özellikte yarattık"
demektir.
"İbretle tefekkür
etmesi için" anlamındaki lafız da ona atfedilmiştir.
"Ve Biz
gökten" buluttan "bereketli* bereketi pek çok "bir su İndirdik.
Onunla bahçeler ve biçilen taneler bitirdik" buyruğunda ifade; biçilen bitkilerin
tanelerini bitirdik, takdirindedir. Bu da biçilen herbir şeyi kapsar.
Bas-ralıların görüşü budur, Kûfeliler ise şöyle demişlerdir: Bu bir şeyin kendi
kendisine izafe edilmesi kabili ndendir. "Cami mescid" denilmesi
rebiu'l-evvel, hakku'l-yakîn, hablu'l-verid ve benzeri lafızlara benzer. Bu
açıklamayı da el-Ferra yapmıştır. Asıl ifade Biçilen tane" takdirinde
olup, (birinci kelimeden) "elif" ve "lam" hazfedildikten
sonra, nitelenen (tane) kelimesi sıfata (biçilen)e izafe edilmiştir.
ed-Dahhak dedi ki:
"Biçilen tane" buğday ve arpa demektir. Biçilerek sak-
lanabilen ve gıda
olarak kullanılan herbir taneye (tahıla) böyle denildiği de söylenmiştir.
"Ve tomurcuklan
üstüste binmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da"
buyruğundakî: "
Büyük ve yüksek hurma ağaçlan" tabiri hal olarak nasb konumunda olup,
(biçilen taneler) anlamındaki lafza atfedil mistir, “Büyük ve yüksek..."
lafzı da haldir. Bu da uzun (hurma ağaçları) demektir. Bu açıklamayı Mücahid ve
İkrime yapmıştır. Katade ve Abdullah b. Şeddad ise: Bu dosdoğru ve dümdüz bir
şekilde uzayıp gitmesi anlamındadır. Said b. Cübeyr de: Düzgün bir şekilde...
diye açıklamıştır. el-Hasen ve yine İkrime ile el-Ferra da: Ağır yükler
(salkımlar) taşıyan ağaçlar dîye açıklamışlardır. Nitekim koyun yavruladığı
vakit denilir. Şair de şöyle demiştir;
"Kurran (denilen
yer) de biz o evi yüksek haliyle bıraktığımızda Ki orada ağır yüklü ve uzun
hurma ağaçları vardı."
Ancak birinci anlamı
ile dilde daha çok kullanılır ve daha meşhurdur. Nitekim: "Hurma ağacı uzayıp
gitti" denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Bizim şarabıımz
vardır, fakat bu üzüm bağından yapılmış şarab değildir.
O şarab uzun hurma
ağaçlarının meyvelerindendir.
Bunlar semaya doğru
uzayıp gitmiş ağaçlardır.
Onları toplamak
isteyenlerin elleri meyvelerine erişemez."
" Filan kişi
arkadaşlarına üstün geldi, onların üstüne çıktı" denilir. "
Yavrulamadan önce devenin memesine süt geldi" denilir. Bu haldeki dişi
deveye: denilir, çoğulu da:
"(Memelerine süt gelmiş develer" demektir. Kutbe b. Malik dedi ki:
Ben Peygamber (sav)'ı (bu kelimeyi) "sad" harfi Üe diye okurken
dinledim demiştir, bunu da es-Sa'lebİ zikretmektedir.
Derim ki: Müslim'in,
SaftiA'inde yer alan Kutbe b. Malik'ten gelen riva-
yete göre o şöyle
demiştir: Ben namaz kıldım, Rasülullah (sav) da bize namaz kıldırdığında;
"Kûf. Çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki" buyruğunu "ve
tomurcukları üstüste binmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da" buyruğuna
gelinceye kadar okudu. Ben onun söylediğini -söylediğinin ne anlama geldiğini
biimeksizin- tekrarlamaya koyuldum[8]
Şu kadar var ki (sin
harfinden sonraki) "kaP dolayısı ile "sin" harfini
"sad"a değişmek caiz değildir.
"Ve tomurcukları
üstüste binmiş" buyruğundaki; "Hurma ağacının verdiği İlk
meyve" demektir. " Hurma ağacının ilk meyvesi çıktı, baş
gösterdi" denilir. "Hurma ağacı ilk meyvesini gösterdi"
demektir. Bu meyvesinin kabuğunu çatlamadan önceki halini ifade eder.
" Üstüste
binmiş" lafzı ise biri diğerinin üstüne muntazam bir şekilde binmiş,
istif olmuş demektir.
Buhari'de de şöyle denilmektedir:
"Kapçığı içinde kalmak şartı ile meyve tomurcuğuna denilir. Bu da birbiri
üstüne binmiş, istif olmuş demektir. Artık kapçığından çıktıktan sonra ona bu
isim verilmez.
[9]
"Kullara rızık
olmak üzere..." Yani Biz onlara bunu nzık olarak verdik yahut Biz onu
rızık olarak bitirdik, anlamındadır. Çünkü bitirmek, rızık vermek
anlamındadır. Yahut bu mef uiün leh olmak üzere nasb ile gelmiştir. Yani
onlara rızık olsun diye Biz bunları bitirdik, yetiştirdik. Rızık ise kendisinden
yararlanılmak üzere hazırlanmış olan şeydir. Buna dair açıklamalar daha
önceden (el-Bakara, 2/3- âyet, 22, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır,
"Ve Biz onunla
ölmüş bir ülkeyi dirilttik. İşte" kabirlerden "çıkış da böyle
olacaktır." Yani yüce Allah bu ölü araziyi, toprağı dirilttiği gibi sizi
de aynı şekilde ölümünüzden sonra diri itecektir, Buna göre buradaki "kef
(böyle)" mübteda olarak ref mahallindedir. Bu anlamdaki açıklamalar daha
önceden bir kaç yerde (el-Bakara, 2/17. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın:
"Ölmüş" diye buyurmuş olması kastedilenin yer oluşundan dolayıdır.
Şayet diye buyurulmuş olsaydı, bu da uygun düşerdi.
[10]
12.
Onlardan
önce Nuh kavmi, Ashab-ı Ress ve Semud kavmi de yalanlamışlardı.
13- Ad,
Firavun ve Lut'un kardeşleri de.
14.
Ashab-ı
Eyke ve Tubba' kavmi de. Bunların hepsi peygamberleri yalanladı da, Benim
azabım hak oldu.
15. İlk
yaratmakta acizlik mi gösterdik? Fakat onlar yeni yaratıştan şüphe ve tereddüt
İçindedirler.
"Onlardan önce
Nuh kavmi... yalanlamışlardı." Yani bunların yalanla dığı gibi daha önce
gelen -ve sözü edilenkavimler de yalanlamışlar ve ceza gelip onları bulmuştu.
Bu buyrukla yüce Allah, onlara kendilerinden önceki yalanlayıcılann
haberlerini hatırlatarak, onları yakalayan azab ile korkutmaktadır. Biz
bunların kıssalarını daha önce kendilerinden sözedilen birkaç yerde zikretmiş
bulunuyoruz.
"Bunların"
bu yalanlayıcı ümmetlerin "hepsi peygamberleri yalanladı da Benim azabım
onlara hak oldu." Yani Benim kendilerini tehdit ettiğim azab ve cezamın
onları bulması onlar için hak oldu.
"İlk yaratmakta
acizlik mi gösterdik?" Biz ondan aciz mi kaldık ki, öldükten sonra
diriliş dolayısı ile aciz kalmamı2 sözkonusu olsun?
Bu buyruk öldükten
sonra dirilişi inkar edenlere bir azar ve onların: "Bu uzak bir
dönüştür." (Kaf, 50/3) şeklindeki sözlerine bir cevaptır.
Bir işin nasıl
yapılacağı bilinmeyecek olursa: "Ben bu hususta çaresiz (aciz)
kaldım" denilir.
"Fakat onlar yeni
yaratıştan şüphe ve tereddüt içindedirler." Öldükten sonra diriliş
hakkında şaşkınlık içerisindedirler. Kimileri bunu tasdik ederken, kimileri
yalanlamaktadır, "İş onun için içinden çıkılamaz bir hal aldı, alır"
denilir.
[11]
16. Andolsun
ki insanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da
biliriz. Zaten Biz ona şah damarından daha yakınız.
17.
Unutma
kî sağında ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki (melek) vardır.
18.0 bir söz
söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri vardır.
19. Derken
ölüm baygınlığı hak olarak gelmiş olacaktır. "Kendisinden nefret edip
kaçtığın şey işte budur."
"Andolsun Biz
insanı" bütün insanları -Adem (a.s)'ı diye de açıklanmıştır- "Biz
yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. "
İçinde, kalbinde, zihninde neler geçtiğini biliriz. Bu buyrukla gizlice işlenen
ma si yerlerden vazgeçilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Buyruktaki
"insanMan kasıt, Adem'dir diyen kimselerin görüşüne göre onun nefsine
gelen vesvesenin ağaçtan yemek olduğunu kabul ederler. Ondan sonra da bu onun
soyundan gelen çocukları hakkında umumi bir vasıf olur.
"Vesvese"
gizli konuşma ve söz söyleme seviyesinde nefsin içinden geçirdiği şeyler
demektir. el-A'şâ şöyle demiştir;
"O çekip
gittiğinde zilletlerinin işitirsin sesini,
(Ses çıkartan) işrık
ağacının esen. rüzgarla aes çıkartması gibi."
[12]
Buna dair açıklamalar
daha önceden el-Araf Sûresi'nde (7/20. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
"Zaten Biz, ona
şah damarından daha yakınız" buyruğunda ki "şah daman" omuzdaki
damardır. Bu damar kişinin boğazı tarafından omuzuna doğru uzanır. Biri sağda,
biri solda olmak üzere iki tanedirler. Bu anlamdaki açıklama İbn Abbas ve
başkalarından rivayet edilmiştir. Dilde bilinen anlamı da budur. "Habl
(lafız anlamı itibariyle halat)" ile "el-verid" aynı şeylerdir.
Burada lafızların farklılığı dolayısıyla kendi kendisine izafe edilmesi
sözkonusudur.
el-Hasen dedi ki:
Verid (şah damarı) vetin diye bilinen damarın kendisidir. Bu da kalbe bağlı
bir damardır.
Bu buyruk, yüce
Allah'ın yakınlığının temsili bir ifadesidir. Yani Biz, insana kendisinden bir
parça olan onun şah damarından daha yakınız, yoksa buradaki yakınlık mesafe
yakınlığını anlatmak için zikredilmemiştir.
Bir açıklama da
şöyledir: Biz insana şah damarından daha yakınız, üstelik her yönüyle de onun
hakimleriyiz. Bir diğer açıklamaya göre; Biz onun nefsinin vesveselerini,
nefsinin kendisinden olan şah damarından daha çok biliriz. Çünkü şah damarı
kalb ile içice bir damardır. Yüce Allah'ın bilgisi o kimseye kalbin bilgisinden
daha da yakındır. Bu anlamdaki açıklama Muka-til'den rivayet edilmiştir. O
şöyle der: Şah daman kalbe karışan, ulaşan bir damardır. Buradaki yakınlık,
ilim ve kudret yakınlığıdır. İnsanın vücudunun bölümlerinin kimisi diğerinin
önünde perde teşkil eder, fakat hiçbir şey Allah'ın bilgisine perde olmaz.
"Unutma ki sağında
ve solunda oturan, yaptıklarını tesbit eden İki (melek) vardır." Yani Biz
ona meleklerin yaptıklarını tesbit etmeleri halinde, şah damarından daha
yakınız. Buradaki iki melek kişinin üzerinde görevli olan meleklerdir. Biz onun
hallerini en iyi bileniz. O bakımdan Bize haber verecek bir meleğe ihtiyacımız
yoktur. Meleklerin onun üzerine görevli tayin edilmeleri, bağlayıcı delilin
ortaya konulması ve onun muhatab olduğu buyrukların pekiştirilmesi içindir,
el-Hasen, Mücahîd ve
Katade: "Sağında ve solunda oturan'dan kasıt, kişinin amelini karşılayan
(yazan) iki melektir. Bunlardan birisi kişinin iyiliklerini yazan sağdaki
melek, diğeri ise kötülüklerini yazan soldaki melektir,
el-Hasen dedi ki:
Nihayet senin amel defterin katlanıp da kıyamet gününde sana "Oku
kitabını, bugün kendine karşı iyi hesablayıcı olarak kendin
yetersin."(el-İsra, 17/14) denileceğinde, Allah'a yemin olsun ki, Allah
seni kendi kendisinin hesabını yapan birisi olarak tayin etmekle son derece adaletli
bir iş yapmış olacaktır.
Mücahid dedi ki: Yüce
Allah kullarının halini bilmekle birlikte insanın üzerinde gündüz iki,
geceleyin de iki melek görevlendirmiştir. Bunlar o kimsenin amelini tesbit
ederler ve onun ayak izlerini dahi yazarlar. Bu ise ona karşı getirilen
delilin bağlayıcı olması içindir. Bu iki melekten birisi kişinin sağında
bulunur ve iyiliklerim yazar, diğeri İse solunda bulunur ve kötülükleri yazar.
İşte yüce Allah'ın: "Sağında ve solunda oturan... iki (melek) vardır"
buyruğu bunu açıklamaktadır.
Süryan dedi ki: Bana
ulaştığına göre iyilikleri yazan melek, kötülükleri yazan meleğin üzerinde bir
görevlidir. Kul günah işlediği takdirde: Olur ki Allah'tan mağfiret diler, o
bakımdan acele etme, der.
Bu anlamdaki bir
rivayet Ebu Umame yoluyla gelen bir hadiste de zikredilmektedir. Ebu Umame
dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki; "İyilikleri yazan (melek) kişinin
sağı üzerinde, kötülüklerin yazıcısı ise solu üzerindedir. İyilikleri yazan
melek, kötülükleri yazanın üzerindedir. Kişi bir iyilik işledi mi sağda bulunan
melek on misliyle onu yazar, Bir kötülük işledi mi de sağda bulunan melek,
solda bulunan meleğe: Belki teşbih eder ya da mağfiret diler ümidiyle sen ona
yedi saat süreyle ilişme der."
[13]
Ali (r.a) yoluyla
geldiği rivayet edilen hadise göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Senin (üzerinde görevli) iki meleğinin oturduğu yer, dişlerinin
üzeridir. Dilin onların kalemi, tükürüğün onlarm mürekkebidir. Sen ise seni
ilgilendirmeyen İşlere dalıp gidiyorsun, ne Allah'tan, ne de onlardan
utanıyorsun.'
[14]ed-Dahhak
da şöyle demiştir: İki meleğin oturduğu yer ağzın altında çenenin üzerindedir.
Bunu Avf, el-Hasen'den rivayet ederek, dedi ki: el-Hasen, (bu sebepten) alt
dudağının altında çenesinin üzerindeki ince tüyleri dahi temizlemekten
hoşlanırdı.
Oturan" diye buyurup,
İki melek oldukları hatde -tesniye kipiylediye buyttrmayışı, maksadın sağda da
oturan ve solda da oturan şeklînde ot uçundandır, ikincisinin delaleti
dolayısıyla birincisi hazfedilmiş-tir. Bu açıklamayı Sibeveyh yapmıştır. Şairin
şu beyiti de bu türdendir:
"Biz yanımızda
bulunana, sen de yanında olana, Razısın bununla birlikte görüşler
farklıdır."
el-Ferezdak da şöyle
demiştir:
"Ben (zulmü
sürdürmekten yana) yüz çevirerek yanıma gelene işlediği ci nayeti (ce zal
andırınamayı) taahhü d ediyorum. Ben de, o da verdiği sözü çiğneyen
olmadık."
Burada şair (birinci
beyitte): "İkimiz de razıyız" demediği gibi, ikinci beyitte de
"İkimiz de sözümüzde durmamazlık etmedik" dememiştir.
el-Müberred'in
görüşüne göre ise; önce zikredilmesi gereken lafız tilavette -lafzın
kullanımında bîr genişlik yolu seçilerek- sonraya bırakılmış, birincisinin
kendisine delaleti dolayısıyla ikincisi hazf edilmiştir.
el-Ahfeş ile
el-Ferra'nın görüşüne göre ise tilavette bulunan lafız, hem tes-niye ve hem
çoğulun yerini tutmaktadır. Dolayısıyla ifadede bir hazif sözko-nusu değildir.
"oturan"
buyruğu: "Oturan" anlamındadır. Tıpkı "semi': duyan, alim:
bilen, kadir: güç yetiren, şehid: herşeyi gören" isimleri gibidir.
Bu lafzın: "
Birlikte oturan" anlamında olduğu da söylenmiştir. "Birlikte yemek
yiyen" ve "( Sohbet arkadaşlığı yapan" lafızlarının ile
anlamında olduğu gibi.
el-Cevheri dedi ki:
"Fail ve feul" vezinlerindeki kelimeler tekili, tesniye-si ve çoğulu
arasında fark bulunmayan lafızlardandır.
Yüce Allah'ın:
"Gerçekten Biz alemlerin Rabbinin ra-sûlleriyiz" (eş-Şuara, 26/İ6)
buyruğu ile: "Bundan son ra melekler de yardımcıdır." (et-Tahrim,
66/4) buyruklarında olduğu gibi. es-Sa'lebi'nin naklettiği şu beyitte de, çoğul
hakkında şairin şöyle dediğini görüyoruz:
"Beni ona elçi olarak
gönder ki; en hayırlı elçi[15]
Haberin inceliklerini en iyi bilenleridir."
Burada
"oturan" ile kastedilen yanından ayrılmayan, yerinde sabit duran
demektir. "Kaim: ayakta duran"ın zıddı demek değildir.
"O bir söz
söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri
vardır." Yani o bir şey söyledi mi mutlaka yazılır. Bu (söz söy-iemek
demek olan lafız) yemeğin ağızdan çıkarılması anlamında kullanılan: den
alınmıştır,
Raklb'in üç anlamı
vardır:
1- İşleri
takib eden,
2- Koruyup
gözetleyen. -bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır-
3- Şahid ve
tanık olan anlamındadır, Bunu da ed-Dahhak söylemiştir.
Atîd de iki anlama
gelir.
1- Devamlı
hazır olan ve kaybolmayan;
2- Ya
tes-bit etmek, yahut tanıklık etmek için hazırlanmış koruyucu, gözetleyici, demektir.
el-Cevheri dedi ki: Atîd hazır ve hazırlanmış şey demektir. "Belli bir gün
için onu hazırladı, hazırlamak" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "
Onlara rahatça yaslanacak bir yer hazırladı." (Yusuf, 12/31) buyruğunda da
bu kökten gelen lafız kullanılmıştır. "Koşmak için hazırlanmış at"
anlamındadır.
Derim ki: Bütün bunlar
hazır bulunmak anlamında birleşmektedir. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Sen eğer gözümün
önünde hazır bulunmuyor isen de, Senin hatıran kalpte daima hazırdır."
Ebu'l-Cevza ve Mücahid
dediler ki: Hastalığı halindeki inlemesi de dahil olmak üzere insanın herşeyi
onun adına yazılır. İkrime de: Ya kendisi sebebiyle ecir alacağı yahut ceza
göreceği şeyler dışındakiler yazılmaz. Bir görüşe göre de; konuştuktan
yazılır. Gün bitince mubah olan şeyleri silinir. Kalk, «tur, ye türünden ecir
ya da günahı gerektirmeyen sözler gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ebu Hureyre ve
Enes'den rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Her
Hafaza meleklerinden ikisi, tesbit ettiklerini yüce Allah'ın huzuruna yükseltip
sunduklarında Allah da sahifenin başında bir hayır, sonunda da bir hayır
görürse mutlaka yüce Allah meleklerine: Şahit olun ki ben sahifesinin başı ile
sonu arasında kileri kuluma bağışladım, der."
[16]
Ali (r.a) da şöyle
demiştir: "Şüphesiz yüce Allah'ın beraberlerinde beyaz safi) hifeleri
bulunan melekleri vardır. Bunlar sahifenin başına ve sonuna eğer bir hayır
yazacak olurlarsa (yüce Alkh da) size bu ikisi arasındakiler* bağışlar."
Hafız Ebu Nuaym da
şunu rivayet etmektedir: Bize Ebu Tahir
Muhammed b. el-Fadl b. Muhammed b. İshak b. Huzeyme anlattı, dedi ki: Bize
dedem Muhammed b. İshak anlattı, dedi
ki: Bize Muhammed b. Musa el-Haraşî anketi, dedi ki: Bize Süheyl b.
Abdullah anlattı dedi ki: Ben el-Ameş'î
Zeyd b. Vehb'ten şunu naklederken dinledim: Zeyd b. Vehb, İbn Mesud'dan şöyle
dediğini nakletmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Hafaza melekleri
yüce Allah'ın erkek ya da dişi kulu üzerine indiklerinde beraberlerinde mühürlü
bir kitab bulunur. Onlar bu kitaba erkek yahut dişi kulun söylediklerini yazarlar.
Ayrılıp gitmek istediklerinde biri diğerlerine: Beraberinde bulunan mühürlü
kitabın mührünü çöz, der. O da onun önünde kitabın mührünü açar ve bakar ki, o
kitabın içinde yazılı olanlar (ile yazdıkları) aynı şeylerdir. İşte yüce
Allah'ın: "Bir söz söylemeye dursun mutlak onun yanında görüp gözetlemeye
hazır biri vardır" buyruğu bunu anlatmaktadır. Bu hadis el-Ameş'in
Zeyd'den yaptığı rivayet olarak garibtir. Ondan bunu Süheyl'den başkası
rivayet etmemiştir[17]
Peygamber (sav)'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Yüce Allah her kulu için iki melek
görevlendirmiştir. Bunlar onun amelini yazarlar. Bu kul öidü mü, Rabbimiz filan
kişi öldü, artık bizim de semaya yükselmemize izin ver, derler. Yüce Allah da:
Benim semavatım, benim meleklerimle dolup taşmaktadır. Onlar Beni teşbih eder
dururlar, diye buyurur. Bunun üzerine o iki melek: Rabbimiz o halde biz
yeryüzünde (mi) ikamet edelim, derler. Yüce Allah: Benim arzım, benim
yarattıklarımla dolup taşmaktadır. Onlar Beni teşbih edip duruyorlar, dîye
buyurur. Bunun üzerine melekler: Rabbimiz o halde nerede duralım? derler. Yüce
Allah: Kulumun kabri başında bulunun, der. Orada Beni tekbir ediniz, tehlil
getiriniz, Beni teşbih ediniz ve kıyamet gününe kadar bunları Benim kulumun
adına yazınız.
[18]
"Derken ölüm
baygınlığı" onun insanı tümüyle kuşatan hali ve şiddeti "hak olarak
gelmiş olacaktır."
İnsan hayatta kaldığı
sürece hesaba çekilmek üzere sözleri ve davranışları yazılır. Sonra da ona
ölüm gelir. O ölümü şanı yüce Allah'ın kendisine vaadettiği yahut tehdit ettiği
surette hak olarak gerçekleşmiş şekliyle görür.
Buradaki
"hak"in ölümün kendisi olduğu da söylenmiştir. Ona, ya herkesin
hakettiği bir hal olduğundan yahut ölüm sebebiyle kişi hak yurda geçiş yapacağından
dolayı bu isim verilmiştir, bu açıklamaya göre ifadede bir takdim ve tehir var
demektir. İfadenin takdiri de: "Ölüm ile o hak baygınlık gelmiş
olacaktır" şeklinde olur. Ebu Bekr ve İbn Me-sud (Allah ikisinden de razı
olsun) kıraatinde de bu şekildedir. Çünkü baygınlık hakkın kendisidir.
Lafızların farklılığı dolayısıyla kendi kendisine izafe edilmiştir. Şöyle de
açıklanmıştır: Bu kıraate göre "hak" yüce Allah'ın kendisi de
olabilir. Yüce Allah'ın ölüm emrinin gereği olan baygınlık gelmiş olacaktır,
demek olur.
Bir diğer açıklamaya
göre hak ölümün kendisidir. Ölüm baygınlığı ölüm ile gelmiş olacaktır, demek
olur. Bu açıklamayı da el-Mehdevî zikretmiştiı.
Kur'ân-ı Kerim'e dil
uzatan kimselerin iddiasına göre: Ben Ebu Bekir es-Sıddîk'ın muhalefet ederek:
"Hak olan baygınlık ölüm ile gelmiş olacaktır" diye okuduğu gibi
mushafa muhalif okurum, diyen kimseye karşı şu delil gösterilmiştir: Ebu
Bekir'den iki rivayet gelmiştir. Bu rivayetlerden birisi mushafa uygun bir
kıraattir ve uygulama buna göredir. Diğeri ise -eğer onun tarafından söylenmiş
ise- unutkanlık yahutta bu rivayeti nakledenlerden birilerinin yanlışlığı
mesabesinde değerlendirilerek reddedilen bir kıraat şeklidir. Ebu Bekr
el-Enbarî dedi ki: Bize Kadı İsmail b. îs-hak anlattı, bize Ali b. Abdullah
anlattı, bize Cerir, Mansur'dan anlattı, O Ebu Vail'den, o Mesruk'tan dedi ki:
Ebu Bekir vefat döşeğinde iken Aişe (r.an-ha)'ya haber gönderdi. Onun yanına
girdiğinde şöyle dedi: Bu, şairin:
"Bir gün ölüm
hırıltısı gelip de, ondan dolayı da göğüs daralacak olursa..."
mısraında vasfettiği
hale benzer bir haldir, dedi.
Ebu Bekir (r.a) ona
şöyle dedi: Ne diye yüce Allah'ın dediği: "Derken ölüm baygınlığı hak
olarak gelmiş olacaktır. Kendisinden nefret edip, kaçtığın şey İşte
budur" diye söylemedin deyip, (Ebu Bekr el-Enbarî) hadisin (rivayetin)
geri kalan bölümünü zikretmektedir.
" Baygınlık,
sarhoşluk" lafzı"Baygınlıklar, sarhoşluklar" lafzının tekilidir.
Sahih'te yer alan
rivayete göre Rasûtullah (sav)'ın önünde içinde su bulunan bir kah bulunuyordu.
Ellerini suya daldırıyor ve ellerini yüzüne sürerek: "Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ölümün sekeratı (baygınlıkları, sarhoşlukları)
vardır." diyor, sonra da elini kaldırıp şöyle demeye koyuldu: "O en
büyük dost ile birlikte (olmayı niyaz ediyorum)." Nihayet ruhu kabzedildi
ve eli yanına düştü. Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.[19]
Peygamber (sav)'dan
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Salih olan bir kulun eklemleri Ölümü
ve ölüm baygınlıkları esnasında birbirlerine selam verir ve: Selam sana!
Kıyamet gününe kadar, ben senden ayrılıyorum, sen de benden ayrılıyorsun
derler."
[20]
Meryem oğlu tsa (ona
ve annesine selam olsun) dedi ki: Ey havariler topluluğu, bu baygınlığı ölüm
baygınlıklarını kastediyor- size kolaylaştırması için yüce Allah'a dua edin.
Yine şöyle rivayet
edilmiştir: "Ölüm kılıç darbelerinden, testerelerle biçil-mekten,
makaslarla doğranmaktan daha çetindir."
"Kendisinden
nefret edip kaçtığın şey işte budur." Kendisine ölüm baygınlığı gelmiş
kimseye bu sözler söylenir demektir. Kendisinden kaçtığın ve yana çekilerek
kurtulmaya çalıştığın şey budur.
"Bir şeyden yan
saptı, ondan uzaklaştı, yana sapar, uzaklaşır, yana sapmak, uzaklaşmak"
denilir.
Mastarının son
şeklinin aslı "ye" harfi harekeli olarak:olmakla birlikte, sonradan "ye"
harfi sakin okunmuştur. Çünkü Arapçada: dışında "fa'lul" vezninde
bir kelime bulunmamaktadır. Kişi (mütekellim olarak) kendisi hakkında haber
verecek olursa: " Yana çekildim meylettim, çekilirim meylederim, çekilmek
meyletmek'" denilir. Şair Tarafe de şöyle demiştir:
"Ey Ebu'l-Münzir,
vefakar olmayı istedin ve tazim ettin vefakarlığı, Fakat devenin kaygan yoldan
yana saptığı gibi de sapıverdin."
[21]
20. Sur'a da
üfürülmüş olacak. İşte bu korkutulan gündür.
21. Herkes
beraberinde bir sürücü ve bîr şahit bulunduğu halde gelecektir.
22.
"Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık.
Bugün gözün pek keskindir."
"Sur'a da"
ölümden sonra diriliş İçin birinci defa "üfürülmüş olacak. İşte bu"
yüce Allah'ın kâfirleri kendisinde azablandıracağı tehdidinde bulunduğu
"korkutulan gündür."
Sur'a üfürmeye dair
yeterli açıklamalar -yüce Allah'a hamdolsun ki- daha önceden (en-Nemi, 27/87.
âyetin ve ez-Zümer, 39/68. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Herkes
beraberinde bir sürücü ve bir şahit bulunduğu halde gelecektir"
buyruğunda geçen "sürücü: es-saik" ile "şahid: eş-şehid"
hakkında farklı görüşler vardır.
İbn Abbas dedi ki:
Sürücü meleklerden şahit ise kişilerin kendi nefislerinden olan eller ve
ayaklardır. Bunu el-Avfî, İbn Abbas'tan diye rivayet etmiştir. Ebu Hureyre
dedi ki: Sürücü melek, şahid ise ameldir.
Hasen ve Katade şöyle
demişlerdir: Yani onu süren bir sürücü ve yaptığı amel ile ilgili olarak
hakkında tanıklıkta bulunacak bir şahit ile gelecektir.
İbn Eşlem de şöyle
demiştir: Sürücü nefsin kendisi ile birlikte bulunan şeytanlardan nefsin
arkadaşıdır. Buna sürücü denilmesinin sebebi, bu hususta nefsi teşvik etmese
dahi, nefsi arkasından götürmesinden ötürüdür.
Mücahid de şöyle
demiştir: Sürücü de, şahit de iki ayrı melektir.
Osman b. Affan
(r.a)'dan minber üzerinde iken şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Herkes
beraberinde bir sürücü ve bir şahit bulunduğu halde gelecektir."
buyruğunda sözü edilen "sürücü" Allah'ın emrine doğru nefsi süren
melektir. "Şahit" ise onun ameli hakkında tanıklık edecek olandır.
Derim ki: Bu en sahih
olanlarıdır. Çünkü Cabir b. Abdullah yoluyla gelen hadiste o şöyle demiştir:
Ben Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz ki Ademoğlu
yüce Allah'ın kendisini ne için yarattığından yana gaflet içerisindedir.
Kendisinden başka hiçbir üah bulunmayan Allah, kulunu yaratmak istedi mi
meleğe; Onun rızkını, eserini, ecelini yaz, bedbaht mı yoksa bahtiyar mı
olduğunu yaz, der. Sonra bu meiek yükseklere çıkar, yüce Allah bir başka melek
gönderir. Bu da onu yükümlülük çağına gelinceye kadar korur. Daha sonra yüce
Allah onun iyilik ve kötülüklerini yazacak iki melek
gönderir. ÖJüra ona geldi mi bu iki melek de yukan
çıkarlar. Sonra ölüm meleği (selam ona) gelir, canını alır. Kabrine girdiril
di ği vakit bedenine ruh geri verüir. Sonra da ölüm meleği çıkar. Arkasından
kabir melekleri ona gelir, onu sorgularlar. Sonra bu iki metek de çıkar.
Kıyamet koptuğu vakit iyilikler meleği ile kötülükler meleği onun üzerine
inerler. Boynunda bağlı bulunan bir kitabın düğümünü açarlar. Sonra da onlardan
biri sürücü, diğeri de şahit olmak üzere onunla birlikte hazır bulunurlar,
Sonra yüce Allah: "Andolsım sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden
perdeni kaldırdık. Bugün gözün pek keskindir" diye buyurur. Rasûlullah
(sav) da: "Mutlaka sizler biri diğerine mutabık halden hale
geçeceksiniz" (el-İnşikak, 84/19) buyruğunu: "Halden sonra bir diğer
hale..." diye açıklamıştır. Daha sonra Peygamber (sav) devamla buyurdu ki:
"Şüphesiz önünüzde çok büyük bir iş vardır. Bunun için o büyük Allah'tan
yardım isteyiniz." Bu hadisi Hafız Ebu Nuaym, Cafer b. Mıı-hammed b.
Ali'den, o Cabir'den yoluyla rivayet etmiş ve hakkında şöyle demiştir: Bu
hadis Cafer'in rivayeti olarak garib bir hadistir. Cabir yoluyla gelen bu
hadisi tek başına ondan Cabİr el-Cufî, ondan da el-Mufaddal rivayet etmiştir[22]
Âyet-i kerime hakkında
iki görüş vardır. Birincisine göre bu âyet müslü-man ve kâfir hakkında
umumidir. Cumhurun (büyük çoğunluğun) görüşü budur. İkincisine göre ise bu
özel olarak kâfir hakkındadır. Bu da ed-Dahhak'ın görüşüdür.
"Andolsun sen
bundan gaflet içinde İdin. Şimdi senden perdeni kaldırdık" buyruğu
hakkında İbn Zeyd şöyle demiştir: Bununla kastedilen Peygamber (sav)'tır. Yani
andoisun sen -ey Muhammed- Kureyş arasında oniarın ca-hiliyetleri içerisinde
risaletten yana gaflet içinde idin.
İbn Abbas ve ed-Dahhak
da şöyle demişlerdir: Bununla kastedilen müşriklerdir. Yani onlar işlerinin
akıbetlerinden yana gaflet içindeydiler.
Müfessirlerin çoğu da
şöyle demişlerdir: Bu buyrukla kastedilen iyi kimselerle, kötü kimselerdir.
Taberİ'nin tercih ettiği görüş de budur.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Ey insan, sen herbir kişi ile birlikte bir sürücü ve bir şahidin
geleceğinden yana gaflet içinde bulunuyordun. Çünkü bu gibi hususlar ancak
ilahi naslarla bilinir.
"Şimdi senden
perdeni kaldırdık." Körlüğünü giderdik demektir. Bu buyruk dört türlü
açıklanmıştır:
1- Kişi önce
annesinin karnında idi, sonra doğup dünyaya geldi. (Ve böylece görmeye
başiadi.) Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır.
2- Kabirden
sonra, kabirden kaldırılması halini anlatmaktadır. İbn Abbas'ın açıklaması da
bu anlamdadır.
3- Bu, kıyamet gününde amellerin arzedilmesi
zamanında olacaktır. Bu açıklamayı da Mücahid yapmıştır.
4- Bundan
kasıt vahyin nüzülu ve risaletin sorumluluklarının yüklenüme-sidir. İbn Zeyd'in
açıklamasının manası da budur.
"Bugün gözün pek
keskindir" buyruğu ile ilgili olarak bundan kasıt, kalbin görmesidir,
denilmiştir. Nitekim "bu kimse fıkıh hususunda basiret sahibi (güzel
görüş sahibi) bir kimsedir" denilir. Kalbin görmesi ve basiretli olması
ise gözün karşısında bulunan varlık ve cisimleri gördüğü gibi- düşüncelerin
müşahhas halini ve neticelerin ibretli durumunu görmesi demektir.
Bununla kastedilenin
gözün görmesi olduğu da söylenmiştir. İfadenin zahirinden de anlaşılan budur.
Yani bugün senin gözün pek keskin görür. Daha önce senden örtülü bulunan
şeyleri görecek şekilde güçlü ve nüfuz edici bir görüşün vardır, demektir.
Mücahid dedi ki:
"Bugün gözün pek keskindir." Yani bugün iyiliklerinin ve
kötülüklerinin tartılacağı zamanda terazinin denge uçlarına bakışı pek keskindir.
Bu açıklamayı ed-Dahhak da yapmıştır.
Bir diğer açıklamaya
göre; senin gözün elde edeceği sevab ve cezayı iyice görür demektir. İbn
Abbas'ın görüşünün anlamı da budur. Bir diğer açıklamaya göre kâfir gözü pek
keskin bir şekilde hasredilir, sonra gözleri gö-ğerir ve kör olur.
Bu buyrukta "
Andolsun sen... idin"; Senden"; "Gözün" lafızları şeklinde,
nefse hitab olmak üzere hep esre ile okunmuşlardır.
[23]
23. Beraberinde
olan der ki: "Benim yanandaki işte hazırdır."
24.
"Atın cehenneme oldukça inatçı herbir kâfiri!
25. "O
hayrı alabildiğine engelleyen, zalim ve şüpheci olanı.
26. "O
kimse ki Allah İle birlikte başka bir ilâh edinendir. Şimdi İkiniz onu
şiddetli azaba atın.
27. Arkadaşı
diyecek ki: "Rabbimiz, onu ben azdırmadım, fakat o derin bir sapıldık
içinde idi."
28.
Buyuracak ki: "Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü Ben size önceden
tehdidimi muhakkak göndermiş idim."
29-
"Benim yanımda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedi-cİ de
değilim."
"Beraberinde
olan" ei-Hasen, Katade ve ed-Dahhak'ın görüşüne göre onunla görevli
bulunan melek "der ki: Benim yanımdaki işte hazırdır." Yani onun
amelinin yazılması suretiyle benim yanımda bulunan işte korunmuş bir halde
hazırlanmış bulunuyor.
Mücahid dedi ki: Senin
Adernoğullanndan üzerinde görevlendirdiğin bu kişiyi, amel defteri de
beraberinde olduğu halde işte huzura getirdim, der.
Anlamın: Benini
nezdimdeki bu azab işte hazırdır, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Yine
Mücahid'den şöyle dediği zikredilmektedir: Beraberinde olan, yüce Allah'ın
şeytanlardan arkadaşı kıldığı kişidir,
İbn Vehb'in
kendisinden yaptığı bir rivayete göre İbn Zeyd; bu insanlardan beraberinde
olan kişidir, demiştir.
Şanı yüce Allah da
onun beraberinde olana şöyle diyecektir: "Attn cehenneme..."
el-Halil ve el-Ahfeş dediler ki: Araplar fasih konuşmalarında " Vay sana,
buna yük vur, bunu yerinden hareket ettir, bunu tut yakala ve serbest
bırak!" diye tek kimseye tesniye lafızla hitab ederler.
el-Ferra da şöyle
demiştir: Sen tek bir kişiye (tesniye lafzı ile): " Yanımızdan
kalk(ınız)" denilebilir. Bunun asıl dayanağı ise develeri ve koyunları
hususunda kişiye yardımcı olanların ve yolculuktaki arkadaşlarının asgari
sayısının iki kişi oluşudur. Böylelikle kişi hakkındaki ifade, iki arkadaşı
hakkındaki ifade gibi kullanılmıştır. Nitekim şiirde Arapların: "Ey iki
arkadaşım!" diye hitab ettikten sonra: " diye (tekil olarak:) Ey arkadaşım!"
diye hitab etmeleri de bu kabildendir. Nitekim şair İrnruu'1-Kays şöyle
demiştir:
"Ey iki
arkadaşım, benimle birlikte Um Cundeb'e uğrayalım. Böylelikle az ab çekmiş
kalbin mur adlarını alalım"
Yine şöyle demiştir:
"Sevgilimi
hatırlamaktan ve
ed-Dehül ile Havmel
arasında bulunan dalgalı kumlardaki sevgilimin diyarına uğradığımız için, durun
da ağlaşahm.!'
Bir başka şair de
şöyle demiştir:
"Ey Affan'm oğlu!
Bana: Vazgeç derseniz, vazgeçerim
Ve eğer beni
terkederseniz ben de sağlamca koruduğum şerefimi himaye ederim."
Lafzın bu şekilde
gelmesinin "el-karîn: beraber bulunan kişi" lafzının hem çoğul, hem
de teşriiye (İkil) için böylece kullanılmasından dolayıdır, diye de
açıklanmıştır.
el-Mazinî dedi ki:
Yüce Allah'ın: " (İkiniz) atın" lafzı bu sözün (iki defa): "At
at!" diye tekrarlanacağını göstermektedir.
el-Müberred de: Bu
tekid olarak te sn iye gelmiştir, demektedir. Bu da: "At at" demek
olur. Böylece lafız bu şekliyle "at" lafzının tekrarlanmasının yerini
tutmaktadır.
Bunun yüce Allah'ın
her iki meleğe hitab eden buyruğu olarak gerçek anlamıyla tesniyeye (iki
kişiye) hitabı olması da mümkündür. Buyruğun sürükleyene ve koruyucuya hitab
olduğu da söylenmiştir.
Bir başka açıklamaya
göre bunun: "Mutlaka at!" şeklinde tek bir "nun" ile
tekidli emir olduğu da söylenmiştir. Bu durumda (sondaki nun) vakıf halinde
"elife kalb edilir. Vasıl hali de vakıf haline göre gelmiş bulunmaktadır.
Nitekim el-Hasen de:
şeklinde şeddesiz "nun" ile yüce Allah'ın: ): Ve her halde zillete uğrayanlardan
olacaktır." (Yusuf, 12/32) buyruğu ile:
"Andolsun ki şiddetle yakalayıp çekeriz" (el-Alak, 96/15)
buyruklarında olduğu gibi.
"Oldukça İnatçı
herbir kâfiri." Mücahid ve İkrime, çokça inat eden diye açıklamışlardır.
Bazıları da şöyle demiştir; "Anid: oldukça inatçı" haktan yüz çeviren
kimse demektir, " Hakkı bildiği halde reddetti, muhalefet etti,
eder" demektir. Bu şekilde tavır takınan kimseye de: ile denilir. "Oldukça inatçı" lafzının
çoğulu diye gelir. Ekmek" lafzının çoğulunun: diye gelmesi gibi.
"O hayrı"
farz olan zekatı ve vacib olan herbir hakkı "alabildiğine engelleyen"
konuşmalarında, yaşayışında ve yaptığı işlerde "zalim" haksızlık eden
"ve şüpheci olanı." el-Hasen ve Katade'nin açıklamasına göre tevhid
hakkında şüphe ve tereddüdü olanı...
" Kişi şüphe
etti" denilir. "Şüphe eden" demektir. Böylesi de müşrik
kimsedir. Buna da yüce Allah'ın: "O kimse ki Allah ile birlikte başka bir
ilah edinendir" buyruğu delil teşkil etmektedir.
Bu buyruğun el-Velid
b. el-Muğire hakkında indiği söylenmiştir. "O hayrı alabildiğine
engelleyen" buyruğu ile onun kardeşinin çocuklarını İslam-dan engelleyip
alıkoyması kastedilmiştir.
"Şimdi ikiniz onu
şiddetli azaba atın" buyruğu bir önceki (ve aynı anlamdaki) emri tekid
etmektedir.
"Arkadaşı"
yani bu inatçı kâfir ile birlikte bulunan şeytanı, ondan uzak olduğunu
belirterek ve onu yalanlayarak "diyecek ki: Rabbbnlz onu ben azdırmadım.
Fakat o derin bir sapıklık içinde idi." Haktan uzaktı, kendi İrade ve
tercihi üe azgınlık eden bir kimseydi. Ben sadece onu çağırdım, o da benim
çağrımı kabul etti.
Burada "onun
arkadaşından kasıt, herhangi bir görüş ayrılığı sözkonu-su olmaksızın onun
şeytanı demektir. Bunu el-Mehdevi nakletmiştir. es-Sa-lebi'nin naklettiğine
göre de İbn Abbas ve Mukatil şöyle demişlerdir: Arkadaşından kasıt melektir.
Şöyle ki Velid b. el-Muğire günahlarını yazan meleğe şöyle diyecektin O benim
kötülüklerimi yazmakta elini çabuk tuttu. Bu sefer melek şöyle diyecek: Rabbim
ben onu azdırmadım, yani ben bu hususta acelecilik etmedim, diyecektir. Said
b. Cübeyr de şöyle demiştir: Kâfir, Rabbim o bana fazladan günahlar yazmıştır
diyecek, melek ise: Rabbim ben onu azdırmadım yani ona fazladan bir kötülük
yazmadım, diyecektir. İşte o vakit yüce Allah da şöyle buyuracaktır:
"Benim huzurumda
çekişmeyin." Maksat kâfirler ile onlarla birlikte bulunan şeytanlardır.
el-Kuşeyri: İşte bu buyruk, onun arkadaşının şeytan olduğunun delilidir.
"Çünkü Ben size
önceden tehdidimi" gönderdiğim elçilerim, peygamberlerim aracılığı ile
"muhakkak göndermiş idim1." Bunun tartışmaya giren herkese bir hitab
olduğu söylendiği gibi, çoğul lafzı ile gelmiş iki kişiye hitab olduğu da
söylenmiştir.
"Benim yanınıda
söz değiştirilmez" buyruğu ile yüce Allah'ın: "İyilikle gelene bunun
on misli vardır. Bir günah ile gelen de ancak onun misliyle cezalandırılır."
(el-En'am, 6/160) buyruğunun kastedildiği söylendiği gibi; Yüce Allah'ın:
"Cehennemi bütünü ile cinlerden ve insanlardan elbette dolduracağım."
(es-Secde, 32/13) buyruğundaki durum hakkında olduğu da söylenmiştir.
el-Ferra da şöyle
demiştir: Benim huzurumda yalana yer yoktur. Yani söylenen söze bir şey ilave
edilmeyeceği gibi ondan bir şey de eksiltilemez. Çünkü ben gaybı bilenim.
"Ve Ben kullara
asla zulmedici de değilim." Ben günah İşlemeyen kimseyi azablandırmam. Bu
açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden el-Hac
Sûresi'nde (22/10. âyetin tefsirinde) ve başkalarında (Fussilet, 41/46.
âyetinn tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
[24]
30. O günde
Biz cehenneme: "Doktun mu?" diye soracağız. O da: "Daha var
mı?" diyecek.
31.
Cennet ise takva sahiplerine uzak olmayıp
yakınlaştırünuş olacaktır.
32. İşte bu,
dönen ve (kendisini) koruyan herkes İçin vaadolunagel-diğinizdir;
33.
Rahmandan tenhada iken korkup (hakka) dönen bir kalbe sahib olan herkes için.
34.
"Oraya selamet ile girin! İşte bu, ebedilik günüdür."
35. Orada
onlara diledikleri herşey vardır. Yanımızda fazlası da var.
"O günde Biz
cehenneme: Doldun mu? diye soracağız. O da: Daha vat mı? diyecek"
buyruğundaki "O günde... diye soracağız" buyruğunu Nafî ve Ebu Bekr:
"Benim huzurumda çekişmeyin" (Kaf, 50/28) buyruğunu gözönünde
bulundurarak "ye" harfi ile "O günde.. diye soracak"
şeklinde okumuşlardır.
Diğerleri yüce Allah
tarafından hitab olmak üzere "nun" İle ("diye soracağız"
anlamında) okumuşlardır ki, bu da azamet nunudur.
el-Hasen ise: O
günde... diye soracağım" şeklinde okumuştur. İbn Mesud ve diğerlerinden
ise: "O günde... diye sorulacak" şeklinde okudukları rivayet
edilmiştir,
" O günde"
lafzıntn nasb ile gelmesi: "... diye so-racağımız.o günde Benim yanımda
söz değiştirilmez" anlamı dolayısı iledir. Bunun şu anlamda olmak üzere
mukadder bir fiil ile nasbedildiği de söylenmiştir: "Sen onları
"cehenneme: Doldun mu diye soracağımız o gün ile" korkut!" Bu
ise daha önce yüce Allah'ın cehennemi dolduracağına dair vermiş olduğu sözünden
ötürü takdir edilir. Böyle bir soru ise, yüce Allah'ın vermiş olduğu haberi
doğrulamak, sözünün gerçekleştirilmesi, düşmanlarının azarlanması ve bütün
kullarının da uyarılması içindir.
Cehennem de: "Daha
var mı diyecek" yani bende daha fazlasının sığabileceği bir yer
kalmamıştır. Bu da Peygamber (sav)'ın: "Akil bize konaklayacak bir yer
yahut bir ev bıraktı mı ki"[25]sözüne
benzer ki, bize bir yer bırakmadı demektir. O halde burada İfade inkar anlamındadır.
Bununla birlikte daha daha fazlasını istemek anlamında bir soru olması da
mümkündür. Daha fazla var mı, dahası da gelsin, demek olur. Buyruğun her iki
anlama uygun gelmesi, istifhamın (soru sormanın) bir bakıma inkar anlamını da
ihtiva etmesinden dolayıdır.
Bir görüşe göre
cehennemin söz söylemesi diye bir şey sözkonusu değildir. Bu sadece bir
örneklendirmedir, yani onun halinden anlaşılacak olan söz söylemiş olsaydı,
söyleyebileceği bu ifadede belirtilendir. Şairin şu beyitin-de olduğu gibi:
"Havuz doldu ve:
Bu kadarı bana yeter, dedi. Ağır ol, yavaş ol sen içimi yeterince doldurdun.
Bu Müücahid'in ve
başkalarının yorumudur. Bende dolacak yer var mı ki, dolmuş bulunuyorum,
demektir.
Yüce Allah'ın organlan
konuşturması gibi, bu sözü söylemek üzere cehennemi konuşturacaktır, diye de
söylenmiştir. Bu, daha Önce el-Furkan Sûre-si'nde (25/17-19. âyetlerin
tefsirinde) belirttiğimiz üzere daha doğrudur,
Müslim Ve Buhari'nin
Sa/liftlerinde ve Tirmizi'de, Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur: "Cehenneme (cehennemlikler) atıldıkça cehennem:
Daha var mı? diye sorar. Nihayet aziz olan Rabbİmiz ona ayağını koyar, bu sefer
cehennemin bir kısmı diğerinin içine geçer, o da: Yeter yeter, izzetin hakkı
için, keremin hakkı için (yeter), der. Cennette ise yüce Allah oraya (bir
başka) mahlukat var edip onları cennetin artan bölümlerine yerleştirinceye
kadar fazlalık kalmaya devam edecektir.
[26]
Müslim'in lafzı ile hadis bu şekildedir.
Ebu Hureyre yoluyla
gelen bir diğer rivayette de şöyle denilmektedir: "...Cehenneme gelince,
yüce Allah üzerine ayağını koyup kendisine: Yeter yeter, deyinceye kadar
dolmaz. İşte o vakit cehennem dolar ve birbirine geçer. Yüce Allah
yarattıklarından hiçbir kimseye zulmetmez. Cennete gelince, Allah onun için
başka yaratıklar var eder."
[27]
İlim adamlarımız
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Burada "kadem
(ayak)"in anlamı yüce Allah'ın cehennem ateşine gitmek üzere takdim
ettiği (Önden gönderdiği) bir topluluktur. Yüce Allah ezeli İlminde onların
cehennemliklerden olduğunu da biliyordu. "Ricl (ayak)" da bu anlamdadır.
Bu da insan olsun, başkalarından olsun çok sayıda kimse demektir. Mesela:
"Bir insan kalabalığı ve bir çekirge kalabalığı gördüm" denilir. Şair
de şöyle demiştir:
"İnsanlardan bir
topluluk uğradı bize ve onlara da katıldı,
Yemenlilerden birçok
grublar.
Lahm'dan Utul ve
Himyer'den kabileler,
Nizar'm iki oğlu
aleyhine düşmanlıkla toplandılar."
Bu manayı İbn
Mesud'dan gelen -şöyle dediğine dair- rivayet açıklamaktadır: Cehennemde ne
kadar barınak, zincir, tokmak ve tabut varsa
mutlaka onun üzerinde sahibinin adı da yazılıdır. Cehennem
bekçilerinden herbir kişi isim ve niteliği ile tanıyıp biidiği
(azaplandıracağı) adamını bekler. Onların her birisi (azaplandırmakla) emrolunduğu
ve beklediği kişij eri tamamıyla alıp onlardan geriye hiçbir kimse kalmayınca
bekçiler: Yeter, yeter bu kadarı bize yeter, bu kadarı bize yeter, yani
yetindik, yetindik, derler. İşte o vakit cehennem, içinde bulunan kimselerin
üzerine çekilir ve kapanır. Çünkü geriye gelmesi beklenecek kimse kalmamış
olacaktır.
İşte gelmesi beklenen
bu topluluk hakkında "ricl (topluluk; tercümede: ayak)" ve
"kadem (önden gönderilenler)" tabiri kullanılmıştır. Yine bu yorumun
lehine aynı hadiste yer alan Hz. Peygamberin: "Yüce Allah orası için yeni
yaratıklar var edip cennetin artan yerine onları iskan edinceye kadar cennette
bir fazlalık kalmaya devam edecektir" sözleri tanıklık etmektedir, Biz bu
hususa dair daha geniş açıklamalar ve gerekli tafsilatı "el-Kitabu'l-Esna"
adlı eserimizin "el-esma ve's-sıfat (yüce Allah'ın isimleri ve
sıfatları)" bölümünde genişçe açıklamış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun.
en-Nadr b. Şumeyl de
Peygamber (sav)'ın: "Cebbar (olan Allah) oraya kademini (ayağını)
koyuncaya kadar" buyruğunu ilminde cehennemliklerden olduğu ezelden sabit
olmuş kimseler, diye açıklamıştır.
"Cennet İse takva
sahihlerine uzak olmayıp yakınlaştınlmış olacaktır."
Yani onlara
yakınlaştıracaktır. Bunun dünyada iken cennete girmeden önce sözkonusu olduğu
söylenmiştir. Yani onlara günahlardan uzak durun, denildiğinde cennet
kalblerine yakınlaştmlmıştır.
Cennete girdikten
sonra orada kalacakları yerler kendilerine yakınlaştırıl-mış olacak ve uzak
düşmeyecektir, diye de açıklanmıştır, "Uzak olmayıp" ifadesi ise
onlardan uzak düşmeyecektir, demek olup bu ifade tekid için getirilmiştir.
"İşte bu...
vaadolunageldiğlnlzdlr." Yani onlara: Dünyada iken rasûller aracılığı ile
size vaadolunan mükafat budur denilecektir.
"Vaadolunduğumız"
anlamındaki: lafzı genel olarak muhatab kipi şeklinde "te" ile
okunmuştur. İbn Kesir ise haber olarak "ye" ile
("vaado-lunduklan" anlamında) dîye okumuştur. Çünkü bu buyruk, takva
sahiplerinin sözkonusu edilmesinden sonra gelmektedir.
"Dönen ve koruyan
herkes için" buyruğuna gelince, "evvab: dönen" günahlardan yüce
Allah'a dönen, sonra dönüp tekrar günah İşleyen, sonra tekrar dönen kimse
demektir. ed-Dahhak ve başkaları böyle açıklamıştır. İbn Ab-bas ve Ata ise
şöyle demişlerdir: "Evvabt dönen" teşbih eden dernektir. Yüce Allah'ın:
"Ey dağlar, siz de onunla teşbih edin." (Sebe, 34/10) buyruğunda
olduğu gibi.
el-Hakem b. Uteybe de:
Evvab, tenhada yalnız kaldığında yüce Allah'ı zikreden kimse demektir.
eş-Şa'bi ve Mücahid: Tenhada iken günahlarını hatırlayıp onlardan dolayı Allah'tan
mağfiret dileyen kimsedir. İbn Mesud'un görüşü de budur. Ubeyd b. Umeyr de
şöyle demiştir: Bu oturup kalktığı her mecliste mutlaka yüce Allah'tan
mağfiret dileyen kimse demektir. Yine ondan şöyle dediği 'Zikredilmiştir: Biz
"evvab: dönen"in meclisinden kalktığında "Subhanallahi ve bi
hamdi-hi (Allah'ı eksiklikten tenzih eder ve O'na hamdederim.) Allah'ım, ben bu
meclisimde işlediklerimden ötürü Senden mağfiret dilerim" deyip, buna devam
eden kimsedir, diye kendi aramızda konuşurduk.
Hadis-i şerifte de
şöyle denilmiştir: "Kim meclisinden kalktığı vakit Allah'ım, Seni hamdinle
eksikliklerden tenzih ederim. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senden mağfiret
diler ve Sana tevbe ederim" diyecek olursa, Allah ona o mecliste işlediği
günahları bağışlar. "[28]
Peygamber (sav) da böyle derdi.
Kimi ilim adamı da
şöyle demiştir: Ben: "Senden mağfiret diler ve Senden tevbe etmeyi
dilerim" demeyi severim, fakat gerçek anlamıyla olmadıkça "ve Sana
tevbe ederim" demekten hoşlanmam.
Derim ki: Bu bir
istihsandır, ancak hadise uymak daha uygundur.
Ebu Bekir el-Verrak
dedi ki: O (evvab: dönen) bolluk ve rahatlık zamanında da, darlık ve sıkıntı
zamanlarında da Allah'a tevekkül eden kimsedir. el-Kasım: Allah'tan başkası ile
(kalbini) uğraştırmayan kimsedir, demiştir,
"Hafiz:
koruyan" buyruğu hakkında İbn Abbas: Günahlarını onlardan vaz-geçinceye
kadar hıfzeden (belleyen) kimse demektir. Katade de: Yüce Allah'ın kendisine
havale ettiği hak ve nimetleri İle ona emanet bıraktığı şeyleri koruyan kimse
demektir. Yine İbn Abbas'tan: Bu Allah'ın emrini koruyan demektir, dediği
rivayet edilmiştir. Mücahid dedi ki: Bu itiraf ile yüce Allah'ın hakkını, şükür
ile de nimetlerini koruyan kimse demektir.
ed-Dahhak dedi ki:
Yüce Allah'ın vasiyetini (emrini) kabul etmekle koruyan, muhafaza eden kimse
demektir. Mekhul, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Her kim günün başlangıcında dört rekat
kılmayı muhafaza ederse (devam ederse) o kimse koruyup dönen bir kalbe sahib
(evvabbun hafız) kimsedir." Bunu el-Maverdi zikretmiştir.
[29]
kaynakta tespit edemediğni de belirtmektedir
"Rahman'dan
tenhada iken korkup... herkes için" buyruğundaki:
" Herkes*
buyruğu: " Dönen ve koruyan herkes için" buyruğundan bedel olarak
cer mahatlinde yahut; " Dönen"in sıfatı konumundadır. İstinaf (yeni
cümle başı) olarak reP mahallinde olmasi da mümkündür. Haberi şartın cevabının
hazfedildiği takdiri ile "oraya... girin" buyruğudur. İfadenin
takdiri de: Onlara: "Oraya.., girin" denilir şeklindedir.
Tenhada iken korkmak
(haşyet)" ise yüce Allah'ı görmediği halde O'ndan korkmak demektir.
ed-Dahhak ve es-Süddî: Kimsenin kendisini görmediği yalnızlık zamanında...
demektir, diye açıklamışlardır. el-Hasen de: Perdesini indirip kapısını
kapattığı vakit... anlamındadır.
"Dönen bîr kalbe
sahib olan herkes" itaate yönelen bir kalbe... ihlas sahibi bir kalbe...
diye de açıklanmıştır. Ebu Bekr el-Verrak dedi ki: Munib (Allah'a dönen)in
alameti yüce Allah'ın saygı duyulması gereken haklarını bilen, O'nu veli
edinen, celal ve azameti karşısında mütevazi olan ve nefsinin hevasını terkeden
kimse olmaktır.
Dönen kalb
(el-kalbu'l-munib)'in selim kalb olması ihtimali de vardır. Nitekim yüce Allah
önceden de geçtiği üzere: "Allah'a salim kalb ile gelmiş olanlar
müstesna." (eş-Şuara, 26/89) diye buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"Oraya...
girin" yani bu niteliklere sahib olan kimselere: "Oraya selamet
ile" azaptan yana esenlik içerisinde "girin. İşte bu ebedilik
günüdür." denilecektir. Allah'tan ve melekler tarafından onlara verilecek
bir selam ile girin diye açıklandığı gibi nimetlerin son bulmasından yana
esenlik içerisinde.,, diye de açıklanmıştır. İfadelerin baş tarafında: "
Korkup... kimse" denilmiş (ve fiil tekil şahıs için) olmakla birlikte
burada "oraya... girin" diye buyurması; “Kimse" lafzının çoğul
(herkes) anlamında da kullanılmasından dolayıdır.
"Orada onlara
diledikleri herşey var." Canlarının çektiği ve gözlerinin zevk aldığı
herşey.
"Yanımızda
fazlası da var." Hatırlarına getirmedikleri türlü nimetler...
Enes ve Cabir dedi ki:
"Fazlası" şanı yüce Allah'ın -bir keyfiyet söz konusu olmaksızin-
yüzüne bakmaktır. Yüce Allah'ın: "İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha
da fazlası vardır." (Yunus, 10/26) buyruğu hakkında "buradaki
"fazlasından kasıt yüce Allah'ın kerim vechine bakmaktır" dediği Peygamber
(sav)'a kadar ulaşan merfu haberler halinde bize ulaşmıştır.
Îbnu'l-Mübarek ve
Yahya b. Sellam da şöyle demişlerdir: Bize el-Mesudî, el-Minhal b. Amr'dan, o
Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Me-sud'dan dedi ki: Cuma gününe
gitmek için elinizi çabuk tutunuz. Çünkü şam yüce ve mübarek Allah her cuma
günü cennet ehline beyaz kâfurdan bir tepe üzerinde (oldukları halde) görünür.
Onlar da ona yakınlık derecelerine göre yerlerini alırlar, İbnu'l-Mubarek dedi
ki: Dünyada iken cumaya gitmekte ellerini çabuk tuttukları oranda
(yakınlaşacaklardır). Yahya b. Sellam da dedi ki: Dünyaya cumaya gitmekte
ellerini çabuk tuttuklan için (yakın olacaklardır), demiştir. Aynca şunu da
ilave etmektedir: "Yüce Allah bundan önce görmedikleri şekilde onlara
ikramlar yaratır, var eder."
[30]Yahya
dedi ki: Ben el-Mesudî'den başkasının buna yüce Allah'ın: "Yanımızda
fazlası da var" buyruğunu eklediklerini de duydum.
Derim ki: Hadisteki:
"Bir tepe üstünde" ifadesi ile kastettiği cennet ehlidir. Yani onlar
bir tepe üstünde olacaklardır. Nitekim el-Hasen'İn mürsel rivayetinde de
böyledir. Buna göre o dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu kî: "Her cuma
günü kâfurdan bir tepe üzerinde cennetlikler Rabblerine bakacaklardır."
Biz bu hadisi et-Tezkire
adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz.
[31]
Buradaki
"fazlasından kastın, onlara eş olarak verilecek el-hûru'1-în olduğu da
söylenmiştir. Bunu Ebu Said el-Hudrî merfü olarak rivayet etmiştir[32]
36. Biz
bunlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesiller helak ettik.
Yeri delik deşik etmişlerdi. Kaçıp sığınacak yer buldular mı?
37. Muhakkak
ki bunda kalbi olan veya kendisi şahit olarak dikkatle kulak veren kimse için
elbette öğüt vardır.
38. Andolsun
göklerle yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık. Bize bir
yorgunluk da dokunmadı.
"Biz bunlardan
önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesiller helak ettik." Yani
ey Muhammed, senin kavminden Önce onlardan daha çetin güce ve yakalayışa sahip
nice toplumlar helak etmiş bulunuyoruz.
"Yeri delik deşik
etmişlerdi." Kurtulmak arzusu ile orada yol almışlardı. Ülkelerde çeşitli
eserler bırakmışlardı, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Abbas
yapmıştır. Mücahid dedi ki: Yeryüzünde yol teptiler ve dolaştılar, en-Nadr b.
Şumeyl: Dolanıp durdular, diye; Katade de çokça dolaştılar, diye açıklamıştır.
el-Müerric: Uzaklaşıp durdular diye açıklamıştır. İmruu'l-Kays'ın şu beyiti de
bu anlamdadır:
"Ben pek uzak
yerlerde dolaşıp durdum ve sonunda Geri dönmeyi ganimet bildim."
Şöyle de
açıklanmıştır: Bunlar ticaret yapmak amacıyla ülkelerin en uzak yerlerini
dolaştılar. Acaba ölümden bir kurtuluş bulabildiler mi? Her tarafı ölümden
kurtulmak için bir sığınak bulmak maksadıyla dolaştılar, diye de açıklanmıştır.
el-Haris b, Hillize dedi ki:
"Ölümden
korktuklarından her taraû dolaştılar Ve yeryüzünde gidilecek her yere
gittiler."
Delik deşik
etmişlerdi" anlamındaki buyruğu el-Hasen ve Ebu'j-Aliye "kaf"
harfi üstün ve şeddesi z olmak üzere: diye okumuşlardır.
" Delmek ve bir
şeyin içine girmek" demektir. Bunun dağdaki yol demek olduğu da
söylenmiştir bu demektir. Bu açıklamalar İbnu's-Sİkkit'ten nakledilmiştir.
" Duvarı oydu,
deldi" demektir. Bu delisin ismi: diye gelir, çoğulu şeklindedir.
Yani bunlar ülkeleri
delip geçtiler (aşıp gittiler) ve onun dağlarındaki yollarında yol aldılar.
Demirin oyup deldiği
şeyde etki bıraktığı gibi, orada da etki bıraktılar, diye de açıklanmıştır.
es-Sülemi ile Yahya b.
Yamer bu kelimeyi tehdit anlamında emir olarak "kaf' harfini kesreli ve
şeddeli: " Haydi yeri delik deşik edin!" diye okumuşlardır. Yani
yeri dolaşıp durun ve orada gezin, bakın bakalım ölümden "kaçıp sığınacak
bir yer buldular mı?"
[33] Bu
açıklamayı es-Salebi nakle tmişür.
el-Kuşeyrî'nin
naklettiğine göre şeddesiz "kâP harfi kesreii olarak: okuyuşu da vardır
ki, orada -bineklerinin tabanları aşınıp incelinceye kadar- çokça yol aldılar,
demek olur. el-Cevheri dedi ki: Esre ile: " Derenin tabanları
inceldi" denilir, “ Adamın devesinin tabanları inceldi.";
"Ayakkabının tabanı parçalandı" demektir.
“ Kaçıp, sığınacak
yer" lafzı:
"o şeyden yana
kaydı, meyletti, eder, meyletmek" fiilinin mastarıdır. Mesela:
"Ondan kurtuluş, ondan kaçacak yer, kaçış yoktur" denilir. “Kaçıp
kurtulmak" da onun gibidir. Dost bilinen kuvvetlere; "Düşmandan yana
çekildiler" denilir. Düşman hakkında da: " Yenildiler, bozguna uğradılar"
denilir.
"Muhakkak ki
bunda kalbi" onunla düşünecek bir aklı "olan... için elbette öğüt
vardır." Bu sûrede sözünü ettiğimiz hususlarda bir hatırlatma ve bir öğüt
bulunmaktadır. Burada akıl kastedilerek kalb zikredilmiştir, çünkü aklın yeri
orasıdır. Bu anlamdaki açıklamayı Mücahid ve başkaları yapmıştır.
Hayatta olan ve hakkı
batıldan ayırdedebilecek bir ruhi gücü bulunan kimseler için (öğüt vardır),
diye de açıklanmıştır. Bu durumda yaşayan nefis, kalb diye ifade edilmiştir.
Çünkü bu nefsin yeri ve hayat kaynağı orasıdır. Nite-ki'm İmruu'1-Kays şöyle
demiştir;
"Senin sevgin
beni öldürüyor diye ve sen bu kalbe
Her ne emredersen,
yapıyor olması mı seni aldanışa sürükledi?"
Kur'ân-ı Kerim'de de
yüce Aliah şöyle buyurmaktadır: "Ta ki hayatta olan kimseleri korkutup
uyarsın..." (Yasin, 36/70)
Yahya
b. Muaz dedi ki: îki türlü (insan) kalb(i) vardır: Birisi dünya meşgaleleri
ile dolup taşmaktadır. Öyle ki ahiret ile ilgili herhangi bir durum hatıra
gelecek olursa ne yapacağını bilemez. Bir başka kalb ise ahiretin korkulu
halleri ile dolup taşmaktadır. Öyle ki dünya işlerinden herhangi birisi karşısına
çıkacak olursa, kalbi ahiretle meşgul olup gittiğinden dolayı ne yapacağını
bilemez.
"Veya
kendîsi" yani kalbi "şahid olarak dikkatle kulak veren" yani
Kur'ân'ı dinleyen "kimse için elbette öğüt vardır."
Araplar: "Bana
kulak ver, beni dinle" derler. Dinlemenin keyfiyeti ve bunun sağladığı
sonuçlar ile ilgili açıklamalar daha önce Ta-Ha Sûresi'nde (20/13- âyetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Kendisi şahit
olarak" buyruğunu ez-Zeccac: Kalbi dinlediği şeylere kulak kesilen, diye
açıklamıştır. Süfyan ise: Kendisi orada bulunuyorken kalbi gaib olmayan
demektir, diye açıklamıştır.
ÂyeC-i kerimenin kitap
ehli hakkında olduğu da söylenmiştir ki, bu görüş Mücahid ve Katade'nindir.
el-Hasen de: Bu buyruk özellikle yahudilerle hristiyanlar hakkındadır; Muhammed
b. Ka'b ve Ebu Salih de: Bu buyruk özel olarak Kur'ân ehli hakkındadır,
demişlerdir.
"Andolsun
göklerle yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık. Bize bir
yorgunluk da dokunmadı" buyruğu ile ilgili açıklamalar daha önceden
el-Araf Sûresi'nde (7/54. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (mesela
Fussilet, 41/9-12. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
“Yorgunluk ve
bitkinlik" demektir. Bu kökten olmak üzere: " Yoruldu, bitkin düştü,
yorulur, bitkin düşer, yorulmak, bitkin düşmek" denilebildiği gibi, pek
güçlü olmayan bir kullanım olarak da denilir. "Onu ben yordum, bitkin
düşürdüm" demektir.
Katade ve el-Kelbi
dediler ki; Bu âyet-i kerime Medine yahudileri hakkında inmiştir. Onlar yüce
Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını, bu altı günün başının pazar,
sonuncusunun da cuma günü olduğunu, cumartesi günü de dinlenmeye çekildiğini
iddia etmişler ve böylelikle (yahudiler) bu günü dinlenmeye ayırmışlardır.
Yüce Allah bu hususta onları yalanlamaktadır.
[34]
39-
Söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de, batışından
önce de Rabbİni hamd ile teşbih et.
40, Gecenin
bir kısmında ve secdelerin ardlannda da O'nu teşbih eti
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
"Söylediklerine
sabret" buyruğu Peygamber (sav)'a bir hitaptır. Müşriklerin
söylediklerine karşı sabretmesini emretmektedir. Yani onların bu yaptıklarından
ötürü sen kendini sıkıntıya sokma!
Bu âyet-i kerime savaş
emrinden önce indiğinden nesh olmuş bir âyettir.
Bunun Peygamber (sav)
ve ümmeti için (hükmü) sabit olduğu da söylenmiştir. Yahudilerin: Allah
cumartesi günü dinlendi, şeklindeki sözlerine sabret, demek olduğu da
söylenmiştir,
[35]
Yüce Allah'ın:
"Güneşin doğmasından önce de, batışından Önce de
Rabbini hamd ile teşbih et" buyruğu ile beş vakit
namazı kastettiği söylenmiştir.
Ebu Salih dedi ki:
Güneşin doğuşundan Önce sabah namazı, batışından önce de ikindi namazını kıl
(demektir). Bunu Cerir b. Abdullah (Peygamber -sav-e ulaşan) merfu bir sened
ile de rivayet ederek şöyle demiştir: Peygamber (sav)'ın huzurunda oturuyor
idik. Derken ondördünde aya baktı ve şöyle buyurdu: "Sizler şu ayı
gördüğünüz gibi, -onu görmek için birbirinize sıkıntı vermeye gerek
duymadığıruz gibi- Rabbinizi göreceksiniz. Bundan dolayı eğer güneşin
doğuşundan ve batışından önce birer namazı geçirmemek -bunlarla ikindi ve sabah
namazını kastetmektedir- imkanınız varsa (bunla-n geçirmeden vaktinde kılınız).
Sonra Cerir: "Güneşin doğmasından önce de, batışından önce de Rabbini hamd
ile teşbih et" (Ta-Ha, 20/130) âyetini okudu.
[36]Hadis
Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiş olup İafız Müslim'e aittir.
îbn Abbas dedi ki:
"Batışından önce" buyruğu İle kasıt öğle ve ikindi namazlarıdır.
"Gecenin bir kısmında... da onu teşbih et" buyruğu ile de akşam ve
yatsı namazlarını kastetmektedir.
Bu buyruklarla, yüce
Allah'ın güneşin doğuşundan ve batışından önce sözlü olarak eksikliklerden
tenzih edilmek üzere teşbih edilmesinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu
açıklamayı Ata el-Horasanî ve Ebu't-Ahvas yapmıştır.
Kimi ilim adamı da
yüce Allah'ın: "Güneşin doğmasından önce de"
buyruğu sabah namazının iki rekatı "batışından
önce de" buyruğu da akşamdan önceki iki rekati anlatmaktadır. Sümame b.
Abdullah b. Enes de şöyle demiştir: Muhammed (sav)'tn ashabından özlü akıl
sahihleri akşam namazından önce iki rekat kılarlardı. Müslim'in, Sahih'inöe
Enes b. Malİk'ten şöyle dediği kaydedilmektedir: Biz Medine'de iken müezzin
akşam namazının ezanım okudu mu (ashab) hemen mescid direklerinin arkasına
koşuşur ve İki rekat kılıverirlerdi. Öyle ki yabancı bir adam mescide girer,
akşam namazının -bu iki rekati kılanların çokluğu dolayısıyla- kılınıp
bitirilmiş olduğunu zannederdi,
[37]
Katade de şöyle
demiştir: Ben Enes ile Ebu Berze el-Eslemi'den başka bu iki rekati kılan
herhangi bir kimseye yetişmedim.
[38]
"Gecenin bir
kısmında ve secdelerin ardlarmda da O'nu teşbih et"
buyruğu ile ilgili dört görüş vardır;
1- Bu yüce
Allah'ın geceleyin teşbih edilmesi dernektir. Bu açıklamayı Ebu'l-Ahvas
yapmıştır.
2- Bu
gecenin tümünde (herhangi bir zamanda) kılınan gece namazıdır. Bu açıklama
Mücahid'e aittir.
3- Sabah
namazının iki rekatidir. Bu açıklamayı da İbn Abbas yapmıştır.
4- Bu yatsı
namazıdır. Bu açıklamayı da İbn Zeyd yapmıştır, İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu
geceleyin teşbih getirmektir, diyenlerin kanaatlerini şu sahih rivayet
desteklemektedir: "Kim geceleyin uyanıp da: Allah'tan başka hiçbir ilah
yoktur. O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur, Mülk yalnız O'nundur, hamd yalnız
O'nadır, O herşeye güç yetirendir. Allah her türlü eksiklikten münezzehtir.
Hamd Allah'a aittir. Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, Allah en büyüktür. O
pek yüce ve pek büyük Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve takat yetirilemez"
derse.,.
[39]
Bunun gece namazı
olduğunu söyleyenlere gelince, namazda Allah'ın teşbihi dolayısıyla ona
"teşbih" adı verilebilir. Kuşluk namazına "subhatu'd-du-ha"
denilmesi de bundan dolayıdır. Bunun sabah ya da yatsı namazı olduğunu
söyleyenlerin böyle demelerinin sebebi, bunların ikisinin de gece kılınan
namaz oluşlarından dolayıdır. Yatsı namazı olması bu görüşlerin en açık ve
anlaşılır olanıdır.
[40]
"Ve secdelerin
ardlarında da O'nu teşbih et" buyruğu hakkında Ömer, Ali, Ebu Hureyre,
el-Hasen b. Ali, Hasan-ı Basrî, en-Nehaî, eş-Şa'bi, el-Evzat ve ez-Zührî şöyle
demişlerdir: "Secdelerin ardları" akşam namazından sonraki iki
rekattir. "Yıldızların kaybolması" ise sabah namazının farzından önceki
iki rekattir. Ayrıca bunu el-Avfî, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. İbn Ab-bas
bunu merfu bir rivayet olarak da zikredip şöyle demiştir: Rasûlullah (sav)
buyurdu ki: "Akşam namazından sonra iki rekat (secdelerin
ardlan)dır." Bunu es-Salebi zikretmiştir.
[41]
el-Maverdî'nin
rivayetinin lafzı ise şöyledir: İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bir gece Peygamber (sav)'m yanında kaldım. Sabah namazından önce iki rekat
namaz kıldı, sonra namaza çıkarak şöyle buyurdu: "Ey İbn Abbas! Sabah
namazından önce iki rekat kılmak "yıldızların kaybolması "dır. Akşam
namazından sonra iki rekat de "secdelerin ardları"dır. "[42]
Enes dedi ki:
Peygamber (sav) buyurdu ki: "Her kim akşam namazından sonra ve konuşmadan
önce iki rekat namaz kılacak olursa, onun bu namazı "İlliyyin"de
yazılır."
[43] Enes dedi ki; Birinci
rekatte "kul ya eyyuhe'l kâfinin (Kâfinin suresi)"u, ikincisinde de
"kul huvallahu ehad (ihias suresi)"ni okudu.
Mukatil dedi ki:
(Akşamın farzından sonra kılınan) bu namazın vakti, güneşin batımından sonraki
kırmızı şafakın kaybolmadığı sürece devam eder. Yine İbn Abbas'tan bundan
kastın vitir namazı olduğu rivayeti de gelmiştir. İbn Zeyd dedi ki:
"Secdelerin ardları" farz namazlardan sonraki nafile namazlardır.
Yani her farzdan sonra kılınan iki rekattir.
en-Nehhas dedi ki;
İfadenin zahiri buna delalet etmekle birlikte, uyulmaya daha layık olan
çoğunluktur. Bu, Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan sahih olarak da gelmiştir.
Ebu'l-Ahvas dedi ki: Bundan maksat, secdelerin arkalarında teşbih getirmektir,
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Aklen (kıyasa göre) daha kuvvetli görülen de budur. Sahih hadiste
belirtildiğine göre ise Peygamber (sav) farz namazın akabinde:
"Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur. O bir ve tektir. O'nun ortağı yoktur, mülk yalnız O'nundur.
Hamd yalnız O'nadır. O herşeye güç yetirendir. Allah'ım, Senin verdiğini
engelleyecek olamaz. Senin alıkoyduğunu da kimse veremez. Varlık sahibi bir
kimsenin varlığının Sana karşı herhangi bir faydası olamaz, diye dua
ederdi."
[44] Bunun (yani nafile
namazların) farz namazlarla nesholdûgu da söylenmiştir. Hiçbir kimseye beş
vakit farzın dışında kılmakla yükümlü olduğu namaz yoktur. Bunu cemaat
nakletmiş bulunmaktadır.
"Secdelerin
ardları" anlamındaki lafzı Nafî, İbn Kesir ve Hamza hemzesi esreli
olarak; "Secdelerin geri dönmesi" diye okumuşlardır. Bu da geri dönüp
giden bir şeyi anlatmak üzere kullanılan: " O şey geri dönüp gitti, geri
dönüp gitmek"den mastardır.
Diğerleri ise: "
Ard, arda"nın çoğulu olarak hemzeyi üstün okumuşlardır. Ali ve İbn
Abbas'ın kıraati de bu şekildedir. Bu lufzın bir örneği de: " Kazık"
lafzının çoğulunun diye gelmesidir. Yahut bu: "Ard, arda"
söyleyişinin çoğulu olup bu durumda: “Kilit" lafzının çoğulunu diye
gelmesine benzer.
Araplar bu lafzı:
" gana namazın ardında, namazın ardlanndan geldim" gibi
kullanımlarda zarf olarak da kullanmışlardır.
et-Tur Sûresi'nin
sonunda “Yıldızların kaybolması vaktinde" (et-Tur, 52/49) şeklinde kesreli
ve mastar olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur, Bu ise ikinci fecrin doğması
ile birlikte yıldızların ışıklarının gitmesi demektir. İkinci fecir, gece
karanlığını yarıp çıkan beyazlık ve aydınlık demektir.
[45]
41.
Nida
edenin yakın bit yerden sesleneceği güne kulak ver.
42.
Hak olan
çığlığı işitecekleri gün; işte o, çıkış günüdür.
43. Muhakkak
ki diriltenler de Biziz, öldürenler de Biziz. Dönüş de yalnız Bizedir.
44.
O günde
yer üzerlerinden yarılır, hızbca çıkarlar. Bu, bizim için kolay olan bir
toplamadır.
45. Neler
söylemekte olduklarını Biz en iyi bileniz. Sen üzerlerinde bir zorlayıcı
değilsin. Şimdi sen Benim tehdidimden korkanlara Kuran ile öğüt ver.
"Nida edenin
yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver" buyruğun-daki "kulak
verme'nin mefulü (yani neye kulak verileceği) hazfedilmiştir. O nidayı yahutta
o sesi işit ya da o sayhayı -ki bu da kıyamet çığlığıdır- işit, demektir.
Bundan kasıt ikinci defa Sur'a üfürülmesidir. Nida edecek olan da Cibril'dir,
İsrafil olduğu da söylenmiştir.
ez-Zemahserî dedi ki:
İsrafil'in Sur'a lifleyeceği, Cebrail'in de nida edeceği söylenmiştir. Cebrail
mahşer için nida ederek şöyle diyecektir: Haydi hesaba geliniz. Bu açıklamaya
göre nida mahşerde gerçekleşecektir.
Kâfirlerin yakın bir
yerden: Vay halimize ve (yetiş ey) ölüm! diye seslenecekleri zaman seslerine
kulak ver, diye de açıklanmıştır. Yani o gün herkes bu sözlerini işitecek ve
kimse bu sözün erişemeyeceği kadar uzak bir yerde olmayacaktır.
İkrime dedi ki:
Rahmanın münadisi adeta onların kulaklarına seslenir gibi, seslenecektir,
"Yakın
yer"in Beytu'I-Makdis'teki kaya olduğu söylenmiştir. Bu kayanın yeryüzünün
ortas: olduğu ve yeryüzünde semaya (diğer yerlere göre) on iki mil daha yakın
olduğu söylenmektedir. Kab ise onsekiz mil demiştir. Birincisini el-Kuşeyrî ve
ez-Zemahşerî, ikincisini de el-Maverdî zikretmiştir.
Cebrail ya da İsrafil
bu kaya üzerinde duracak ve mahşer için nida edecektir: Ey çürümüş kemikler,
paramparça olmuş eklemler, un ufak olmuş kemikler, yok ölmüş kefenler, boş
kalbler, çürümüş bedenler, akmış gözler! Alemlerin Rabbİnin huzuruna arzolunmak
üzere kalkın!
Katade dedi ki: Bu münadi
Sur'a üfürecek olan İsrafil'dir.
"Hak olan
çığlığı" diriliş çığlığını "işitecekleri gün, iste o çıkış"
hesab için toplanış "günüdür."
"İşte o çıkış
günüdür" kabirlerinden çıkış günüdür, demektir. "Muhakkak ki
diriltenler de Biziz, Öldürenler de Biziz." Hayatta olanları öldürür,
ölüleri diriltiriz. Burada yüce Allah bu gerçeği tesbit etmektedir.
"O gün yer
üzerelrinde yarı” Sui'a üfürecek olan ve nidada bulunacak olana
Beytu'l-Makdis'e doğru "hızlıca çıkarlar. Bu Bizim için kolay olan
bir toplamada-.* Zorluğu bulunmayan bir toplama
(haşr)dır.
Kûfeliler:
"yarılır" anlamındaki buyruğunu şeklinde birinci "te"yi
hazf üzere Ve "şın" harfini şeddesiz okumuşlardır. Diğerleri ise bu
"te"yi "şın"a idgam ederek (şeddeli) okumuşlardır.
îbn Muhaysm, İbn Kesir
ve Yakub "nida eden" lafzını her iki halmde de aslına uygun olarak
"ye" harfini isbat ile okumuşlardır. Nafî ve Ebu Amr ise sadece vasi
halinde "ye" harfini isbat etmiştir. Diğerleri ise her iki halde
hazfetmişlerdir.
Derini ki; Sünnet-i
seniyye bu âyet-i kerimeyi daha bir açıklamış bulunmaktadır. Tirmizi'nin,
Muaviye b. Hayde'den, onun Peygamber (sav)'dan diye zikrettiği hadisinde şöyle
demektedir: Ve (Peygamber) eliyle Şam'a doğru işaret ederek şöyle buyurdu:
"İşte buradan buraya kadar sizler binekler üzerinde ve (kiminiz) bineksiz
olarak yüzleriniz üzerinde çekilerek kıyamet gününde hasredileceksiniz.
Ağızlarınız üzerinde onları tıkayan örtüler bulunacaktır. Sizinle yetmiş ümmet
olacak ve siz onların en hayırlıları, Allah nez-dinde en değerlileri olacaksınız.
Sizden herhangi birisi hakkında ilk konuşacak azası da onun baldırı
olacaktır." Bir diğer rivayette de: "Baldın ve eli olacaktır"
denilmektedir.
[46]
Ali b. Mabed Ebu
Hureyre'den, o Peygamber (sav)'dan diye zikrettiği bir hadiste şunları
söylemektedir: Sonra -yüce Allah- israfil'e şüyic diyecek: "öldükten
sonra diriliş nefhastm üfle. O da üfleyecek, ruhlar gök ile yer arasını
doldurmuş anlar misali çıkacak. Yüce Allah şöyle buyuracak: İzzetim ve celalim
hakkı için, herbir ruh ait olduğu cesede geri dönsün. Bunun üzerine ruhlar
yerde cesetlere doğru girecek. Sonra ruhlar burun deliklerinden girecek ve
vücudun diğer yerlerine sirayet edecek, tıpkı zehirli bir hayvan tarafından
sokulmuş bir kimsenin bedeninde zehirin yürümesi gibi. Sonra yer üzerinizden
yanlacak, üzerinden yerin varılacağı ilk kişi ben olacağım. Yerden hepiniz
otuzüç yaşında gençler olarak çıkacaksınız. O gün konuşulacak dil Süryanice
olacaktır" deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir.
[47]
Biz bütün bunları ve
başkalarını "et-Tezkire" adlı eserimizde eksiksiz bir şekilde
kaydetmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun.
"Neler söylemekte
olduklarını" seni yalanlamaları ve sana dil uzatıp hakaret etmeleri
kabilinden neler söylediklerini "Biz en ryi bileniz. Senüzerlerinde bir
zorlayıcı değilsin." İslâm'a girmeleri için onlan mecbur edecek şekilde
onlar üzerinde bir otorite sahibi değilsin. Buna göre âyet nes-holmuştur.
"Zorlayıcı
(cebbar)"; " Zorlayıcıhk, musallat olmak"dan gelmektedir. Zira
" Cebreden" anlamında "cebbar" denilmez. Tıpkı: "
Çıkaran" anlamında "harrac" denilmeyeceği gibi. Bunu el-Kuşey-rî
nakletmiştir.
en-Nehhas dedi ki:
"Cebbar: zorlayıcının sen onları mecbur eden, zorlayan değilsin anlamında
olduğu söylenmiş ise de, bu yanlıştır. Çünkü: vezninden "fe'al"
vezninde kelime yapılmaz,
es-Salebi ise şunu
nakletmektedir: Saleb dedi ki: "Fe'al" vezninde "muf il"
anlamında gelmiş bazı kelimeler vardır. Bunlar ise şazdır. "Cebbar"
"mücbir" anlamında "derrak" lafzı "müdrik: yetişen";
"serra" lafzı "musri': çabuk olan, süratli olan" anlamında
"bekka" lafzı "mubki: ağlatan" anlamında "adda"
lafzı "mu'di" koşan anlamında kullanılmıştır,
Yüce Allah'ın:
"Ve ben sizi doğru yoldan başkasına da iletmiyorum." (el-Mumin,
40/29) buyruğu şeklinde -son kelimedeki- "şın" harfi şeddeli olarak
"murşid" anlamında okunmuştur ki; bu da Musa'dır, Allah olduğu da
söylenmiştir. Aynı şekilde; "O gemi denizde çalışan yoksullarındı."
(el-Kehf, 18/79) anlamındaki buyruk
şeklinde (son lafzın "sin" harfi şeddeli olarak) ve
"yakalayıcılar" anlamında okunmuştur.
Ebu Hamid el-Harzencî
dedi ki: Araplar: "Çok düşürücü kılıç" lafzını " Düşürücü, yere
yıkıcı" anlamında kullanırlar.
Buradaki
"cebbar.- zorlayıcı" lafzının "musaytır: zorlayıcı"
anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Gaşiye Sûresi'nde olduğu gibi: "Sen
üzerlerine musallat olan bir zorba değilsin." (el-Ğaşiye, 88/21)
el-Ferra dedi ki: Ben
Araplardan: "O işe onu zorladı" diyen kimseleri duydum. Buna göre
"cebbar"ın kahretmek ve zorlamak anlamında kullanılması doğru bir
kullanım olur.
"Cebbar"in
Arapların: "Ben onu o işe mecbur ettim, zorla-dım" ifadelerinden
alındığı ve: " anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu Kinanelilerin bir
söyleyişi olup diğeri ile birlikte iki ayrı söyleyiştirler.
el-Cevherİ dedi ki:
"Onu o işi yapmaya zorladım" demektir. Yine: “Onu cebriyeciliğe
nisbet ettim" anlamındadır. Tıpkı bir kimseyi küfre nisbet ederken demek
gibi.
"Şimdi sen Benim
tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver" buyruğu hakkında İbn Abbas
dedi ki: (Ashab): Ey Allah'ın Rasûlü! Bizi korkutsan, dediler, Bunun üzerine
yüce Allah'ın: "şimdi sen Benim tehdidimden kor-
kanlara Kur'ân Ue öğüt
ver" buyruğu indi. Yani Bana isyan eden kimseler için hazırlamış olduğum
azab ile tehdit et. Buna göre "vaid" azab (ve tehdit) hakkında
"va'd" de mükafat hakkında kullanılır. Şair de şöyle demiştir:
"Şüphesiz ki ben
eğer onu tehdit eder yahut ona vaadde bulunursam,
Ona yaptığım tehdidi
gerçekleştirmem fakat ona vaadimi gerçekleştiririm."
Katade de şöyle derdi:
Allah'ım, senin vaidinden (tehdidinden) korkan ve mev'idini (mükafat vaadini)
uman kimselerden kıl.
"Benim
tehdidimden" anlamındaki buyruğu her iki halde (vasıl ve vakıf hallerinde)
Yakub şeklinde "ye" ile okumuştur. Verş ise sadece vasi halinde
"ye" İle okumuş, vakf halinde hazfetmiştir. Diğerleri ise her iki
halde de "ye"yi hazfetmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Kaf Sûresi'nin tefsiri
burada sona ermektedir. Yüce Allah'a hamdolsun.
[48]
[1] Müslim, II, 595; Tirmizi, VI, 435
[2] Müslim, II, 607; Tirmizi, U, 415
[3] Müslim, I, 337; Müsned, V, 91, 105.
[4] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/299
[5] Buharı, IV, 1881; Müslim, IV, 2271-, Ebu Davud, IV,
236; Muvatta, I, 239; Müsned, II, 322, 428, 499.
[6] Ebu Davud, IV, 123, 124; İbn Mace, II, 1307; Müsned,
II, 212, 220, 221.
[7] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/300-306
[8] Müslim, I, 336; Darimi, İ, 33H; İbn Mace, I, 268;
Müsned, İV, 322 (Müslim'in dışındakilerden son cümle yok.)
[9] Buharı, IV, 1834; Ta beri, XXVI, 153.
[10] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/306-309
[11] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/310-
[12]
İlk misradaki
"ses" karşılığında kullanılan kelime, 'vesvese" ile aynı
köktendir.
[13] Taberi,
XXVI,
159; Muhammed
b. Harun er-Rüyani, Müsnedu'r-Rayani,
II,
286,
[14]
Bazı
bölümleriyle yakın manada olmak üzere; De/lemi, Firdevs, I, 105; Abdullah b.
hammed, Tabakatu't-Muhaddisin bi Esbakan, II, 141, III, 253.
[15]
Beyitte kanıt
bu kelimedir. "Elçiierin en hayırlıları* anlamında:
"huymr-rıısli" demeyip, "haym'r-rasul: en hayırlı elçi"
demiş olmasının ayetlerdeki kullanımlar ile birlikte tefsiri yapılan ayetteki
kullanımın uygunluğuna delil olarak göstermektedir.
[16]
Beyhaki,
Şuabu'l-İman, V, 392; Deylemi, Firdevs, IV, 54.
[17] Ebû Nııaym, Hilye, IV, 173; V, 57
[18] Beyhaki, Şuabtı'l-İman, V, 1H4, ravilerinden Osman h.
Matar'ın "kuvvetli' olmadığı kaydıyla.
[19] Buharı,
IV,
I6l6,
V,
2387. .
[20]
Hadisin
kaynağını tespit edemedik. Merhum müfcssirn tad'if ifadelerinden meçhul
bir kaydettiğine dikkat edelim.
[21] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/311-318
[22] Ebu Nuaym, Hilye, III, 190.
[23] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/319-321
[24] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/322-325
[25] Buhari, III, 11B, IV, 1560; Müslim, III, 984, 985; Ebu
Davud, II, 210, III, 125; Dara-kutni, III, 62; İbn Mace, II, 912, 981; Müsned,
V, 201, 202
[26] Müslim, IV, 2188; Buharı, VI, 2689; Tirmizi, V, 390;
Musned, III, 134, 234
[27] Buhari, IV, 1836; Müslim, IV, 2187; Müsned, II, 314
[28] İbn Hibhan, Safıik, II, 355; Hakim, Miistedrek, I,
674, 720; Tirmizi, V, 494; Müsned, II, 494.
[29] Maverdi, Nüket, V, 354; yayma hazırlayan hadisin
munkati olduğuna dikkat çektikten sonra herhangi bir
[30] İbıuı'l-Mübarek, Zühd, s. 131; Abdullah b. Ahmed b.
Hanhel, es-Sünne, I, 259; Tabe-rani, Kebir, IX, 238.
[31] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/325-331
[32] Yakın manada Abdullah (b. Mes'ud'dan): Mtinziri,
Terğib, I, 289.
[33] Son okuyuş olan emir kipine göre: Bakın bakalım
ölümden kaçıp sığınacak yer bulacak mısınız, demek olur.
[34] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/331-334
[35] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/334-335
[36] Müslim, I, 439; Buhari, I, 203, 209, IV, 1H36, VI,
2703; Tirmizi, IV, 687; Ebu Davud, IV, 233; İbn Mace, I, 63; Müsned, IV, 36O,
365.
[37] Müslim, I, 573; Darakutni, I, 267.
[38] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/335-336
[39] Buhari, I, 387; Timizi, V, 480; Ebu Davud, IV, 314;
İbn Mace, II, 1276; Müsned, V
[40] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/336-
[41] Abdullah b. Adiyy, el-Kamilft Duafai'r-Rical, III,
148, aynı manada bazı farklarla.
[42] Maverdi, Nüket, V, J57,
[43] İbn Ebi Şeyhe, Musannaf, II, 16, (Mukhul'ün
peygamberden diye mürsel olarak); Mun-ziri, Terğib, I, 228, (o da; Mekhulden...
diyerek)
[44] Müslim, 1, 414, 415; Buhari, I, 289, V, 2332, VI,
2439, 2659; Tirmizi, II, 96; Sbu Da-....w ir «7- Müsned. IV. 97, 245...
[45] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları:337-338
[46] Hakim, Müstedrek, II, 477, 478, IV, 679; Müsned, IV, 446,
V, 3, Nesai, es-Sünenu'l-Küb-ra, VI, 439.
[47] İshak b Raheveyh, Müsned, I, 88
[48] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/339-342