Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Yol Gösteren Uyarıcı Peygamberin Gelmesine Şaşanlar
Çürüyen Bedenin Diriltilmesini
İmkânsız Kabul Edenler
Toprağın Neleri Çürütüp Noksanlaştırdığı Konusu
İnkarcı Maddeci Hep Kararsızdır Ve Umutsuzdur
Göklerle Yer, İnsan Oğluna Rızık Vermekte Yarışmaktadır
İkinci Hayata Kaldırılmayı
İnkâr Edenler
Yorgunluk Hissetmek, Kudretin Azalma Veya Kesilmesine İşarettir
Allah İnsana Yakından Da Yakındır
Kişinin Sağında Ve Solunda Yer
Alan İki Melek
Ölüm, Canlılar Hakkında Cari Bir Kanundur
İnsanla Birlikte Bir Sürücü, Bir De Şahit Bulunur
Kâfirlerin Beş Kötü Vasfı Anılarak Azaba İtilmeleri
Allah'ın Yanında Söz Ve Hüküm, Değişmez
Cennetliklerin Birtakım
Özellikleri
Allah'a Yorgunluk, İstirahat Nisbet Edilemez
Ortam Ve Şartlara Göre Zaman Kazanma Metodu
Beş Vakit Namaz İcmâlen Belirtiliyor
Gecenin Bir Bölümünde Ve Secdelerin Ardından Tesbîh Etmek
Yakın Bir Yerden Çağrılma Günü
el-Hasan, Atâ', İkrime ve Câbir'e göre : Sûrenin
tamamı Mekke'de inmiştir. İbn Abbas'a
(R.A.) göre: 38. âyeti dışında tamamı Mekke'de inmiştir. [1]
Ümmu Hişâm bint
Harise b. Nu'mân (R.A.) diyor ki: «Bizim tandırımızla
ResÛlüllah'rn (A.S.) tandırı birdi, yani iki aile bir
tandırı kullanırdık. Bu iki yıl kadar devam etti. Resûiüilah
(A.S.) Efendimiz her cuma günü minber üzerinde cemaate Kaf
Sûresini okurdu. Ben de bu sûreyi olduğu gibi O'nun lisanından alıp öğrendim.» [2]
Hz. Ömer (R.A.), birgün Ebû Vâkıd el-Leysî (R.A.)den, Resûiüilah (A.S.) Efendimizin kurban ve ramazan
bayramlarında hangi sûreyi okuduğunu sordu. O da şöyle dedi: «Her iki bayramda
da Kaf ve'I-Kur'âni'l-Mecîd.. sûresini okurdu.
Ayrıca İkterebeti's-saatü ve'n-şakka'l-kamer sûresini
okurdu,»
Câbir b. Semûre (R.A.) de diyor
ki: «Resûiüilah (A.S.) sabah namazında (bazan) Kaf Sûresi'ni okur ve
öylece namazı hafif tutardı.» [3]
Âyet sayısı
: 45 Kelime »
: 375 Harf
» :
1477 veya 1494
[4]
1- Müşriklerin
peygamberliği ve ikinci hayata kaldırılmayı inkâr etmeleri konu ediliyor.
2- Göklere
ve onlardaki dengeli, düzenli nizama ve görüntüye; yere ve ondaki bitki
örtüsüne ve inen yağmura ilim gözüyle bakmamız tavsiye ediliyor.
3- İnkâra
sapan azgın kavimlerin kalıntılarına bakıp inkarcıların ibret ve öğüt almaları
tavsiye ediliyor.
4- İnsanın
gerek duygu ve düşüncelerinde, gerekse
fiillerinde ve ibâdet anlamında
iş ve amellerinde büyük sorumluluklar taşıdığı hatırlatılıyor. Her söz, iş ve
amelin anında yazılıp tesbit edildiğine dikkatler çekiliyor.
5- Göklerin
ve yerin boş ve anlamsız ve amaçsız yaratılmadığı bildiriliyor.
6- Kur'ân'ın, anlayabilen kalpler için katıksız öğüt olduğu
açıklanıyor.
7- Allah'a
ortak koşan inkarcı sapıkların katı inkâr ve inatlarına karşı Hz. Peygamber
(A.S.) teselli ediliyor.
8- Peygamber'in (A.S.) gece ve gündüz Hakk'ı tesbîh etmesi emrediliyor.
9- Allah'ın va'dine güvenip, tehdidinden korkan mü'minlere
Kur'ân ile öğüt verilmesi üzerinde duruluyor.
1- Kaf.. Çok şerefli saygıya lâyık, hayırlı, bereketli Kur'ân'a and olsun.
2-3- Hayır,
içlerinden kendilerine uyarıcı bir peygamberin gelmesine şaştılar da, kâfirler:
«Bu şaşılacak şey!» dediler. «Biz öldüğümüz ve toprağa dönüştüğümüz zaman
(tekrar dirilecek miyiz?) Bu, uzak, çok uzak bir dönüş!.»
4-5- Bir,
muhakkak yerin onlardan neyin (çürütüp) eksilttiğini biliriz. Yanımızda (her
şeyin yazılı bulunduğu) muhafazalı bir kitap vardır. Hayır, onlar hak
kendilerine gelince yalanladılar. Bu bakımdan onlar, kararsızlık ve perişanlık
içindedirler.
6- Üstlerindeki
göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl kurup meydana getirdik ve (yıldızlarla,
sistemlerle) süsledik. Onda hiçbir yarık (dengesizlik, uyumsuzluk) da yoktur.
7- Yeryüzünü
de (nasıl) yaydık, onda sabit büyük dağlar koyup oturttuk ve her güzel türden
çift çift bitirdik, (bunlara dikkatle bakmıyorlar
mı?).
8- (Bu
eserler ve taşıdığı hikmetli faydalar) Hakk'a yönelip
gönül veren her kul için bir gönül gözü, bir hatırlatma ve öğüttür.
9-10- Gökten
mübarek (feyizli, bereketli) su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek
taneler; tomurcukları sıra sıra birbiri üstüne gelen
yüksek hurma ağaçları yetiştirdik.
11- Kullar
için rızıktır (bunlar). Ve biz, o su ile ölü bir
beldeyi dirilttik. İşte (dirilip toprak altından da) çıkmak böyledir.
Kaf: Bu harf üzerinde hayli durulmuş ve az farklı
yorumlarda bulunulmuştur :
1- Bu bir anddır ki sûrenin önemini belirtmekte ve harflerle and edilmesi, 28. sûrede belirtildiği gibi, âdet-i ilâ.hiye'den olduğu söylenmektedir.
2- Sûrenin
ismidir. Ancak delâlet ettiği mânayı Allah bilir.
3- Allah'ın
isimlerinden bir isimdir.
4- Kur'ân'ın isimlerinden biridir.
5- Cenâb-ı Hakk'ın (kaf) harfiyle başlayan
sıfatlarının anahtarıdır. Örneğin «Kadir», «Kayyum»
«Kadîm» bu cümledendir.
6- İlâhî
takdirin yazılıp bağlandığının ifade edildiğine; olmuş olacak şeylerin ezelde tesbitle kaleme alındığına delâlet eden bir işarettir.
7- Sûrenin
başında gelen hece harflerinden biridir. [5]
8- Allah ile
Peygamberi arasında bir şifredir. Aynı zamanda sûrenin hikmetinin remzidir.
Çok şerefli
saygıya lâyık, hayırlı,
bereketli Kur'ân'a and olsun.»
Ölümden sonra insanın
diriltilip ikinci hayata kaldırılacağı, Kur'ân-ı Mecîd'e yemin edilerek açıklanmaktadır. Bu, konunun önemini
ve üzerinde dikkatle durulmasının gereğini belirtmek için kullanılan bir
anlatım şeklidir.
Kur'ân-ı Kerîm'in hangi sûre veya âyetinde Cenâb-ı Hak bir şeye and içerek
konuya başlarsa, mutlaka o şey ve o konunun çok faydalı veya çok önemli
olduğuna bir işaret söz konusudur. Aynı zamanda bu tarz bir ifadenin uslûb-i ilâhî olduğu söylenebilir.
Kur'ân'ın sıfatlarından biri de «Mecîd»dir. Aynı zamanda Allah'ın 99 isminden biridir. Bu, şanlı,
şerefli, saygın, her türlü tâ'zîme lâyık, çok hayırlı
ve bererekli gibi mânalara delâlet etmektedir. Aynı
zamanda kerîm, azîm ve derecesi çok yüksek anlamında da kullanıldığı söz
konusudur.
«Hayır,
içlerinden kendilerine uyarıcı bir
peygamberin gelmesine şaştılar da, o kâfirler: «Bu, şaşılacak şey!» dediler.»
Her şeyin insan için,
insanın da sonsuz bir hayata namzet olarak Allah için yaratıldığını
bilmeyenler; Allah'ı kemal sıfatlarıyla; hilkatin hikmet ve felsefesini
incelikleriyle idrak etmiyenler, elbettekî peygamber gön-
derilmesini hayretle karşılarlar ve bunun şaşılacak bir olay
olduğunu söylerler. Çünkü imân ve irfandan, ilim ve hikmetten nasibini almayan
akılla bu hakikatleri anlamak çok zordur.
Dünkü putperest
müşriklerin iddia ve tutumu ne ise, bugünkü materyalist ve komünistlerin de
iddiası odur. Ancak aralarındaki fark: Birincilerin iddialarının temelinde
koyu bir cehalet ve bilgisizlik; ikincilerin iddiasının temelinde sahte
bilimsellik yatmaktadır.
öldüğümüz ve toprağa
dönüştüğümüz zaman (tekrar dirilecek miyiz?) Bu, çok uzak, çok uzak bir
dönüş.»
Müşrik Araplar,
peygamber ve kitabın haber verdiği ikinci hayata inanmıyorlardı. Bu husustaki
ilâhî beyânları bir türlü o kısır akıllarına sığdıramıyor ve inkârda ısrar
edip duruyorlardı.
Varlık âleminin
oluşumunu ve bununla ilgili kanunları, mevcut düzen ve dengenin kusursuz bir
plâna göre var kılındığını göremiyor ve o bakımdan en kestirme yolu seçerek
inkâra sapıyorlardı.
İslâmiyet ise, bu gibi
önemli konulan, ilim ve irfanı sağlam imânla birleştirmek suretiyle anlamanın
mümkün olduğunu yer yer açıklarken, kıyamete kadar bu ölçünün değişmiyeceğini
hatırlatmaktadır.
BÎZ muhakkak yerin
onlardan neyin (çürütüp)
eksilttiğim biliriz. Yanımızda (her şeyin yazılı bulunduğu) muhafazalı bir
kitap vardır.»
Kâinat en küçük
parçasından en büyüğüne kadar her şeyiyle bir hesaba göre var kılınıp
düzenlenmiştir. Kaybolan hiçbir şey yoktur. Değişme, başkalaşma, dönüşme söz
konusudur. Nasıl sperma, topraktan alınan gıdalarla erkekte oluşuyor, sonra ana
rahmindeki yumurtayla birleşip dölleniyor ve bir süre sonra insan şekline
giriyorsa, ölen bir insan bedeni de aslı olan toprağa dönüşüyor; ruhu ise,
Allah'tan geldiği gibi, yine O'na dönüyor. Bu, bir kanundur ki şaşmadan
hükmünü yürütür. Dünyanın ömrü bitip ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan
ruhu kalmayınca, mevcut düzenin süresi tamamlanmış olur ve bu sebeple bozulur.
Bir süre sonra
ikinci hayata uygun
yeni bir düzen meydana getirilir. Toprağa karışıp belirsiz hale gelen insan
bedeni, -sperma misali- yeniden oluşmaya başlar. Ancak biz henüz bu oluşma
kanununu bilmemekteyiz. Tıpkı bir sebze tohumu gibi, vakti gelince topraktan
gıdasını alıp filizlenir, büyür; olgunla-şınca da
ruhu gelip ona yerleşir. Böylece ikinci beden, ruhun ikinci kılıfı sayılır.
Bütün bunlar önceden
ilâhî ilmin tesbitiyle Levh-i
Mahfuz'a yazılmıştır. Artık onun değişmesi söz konusu olamaz.
«Hayır onlar hak kendilerine gelince
yalanladılar. Bu bakımdan onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.»
İnkarcı maddeci hep
bâtılın savunucusudur. Karşısına hak çıkınca büsbütün hırçınlaşır, katı bir
inat içinde saldırıya geçer. Bu da içindeki kararsızlık, şaşkınlık ve
umutsuzluktan kaynaklanır. Hak ile karşılaşmadan önce bu hususlardaki duygu ve
düşüncesinin alanı dar ve sığdır. Hakkın antitez hüviyetiyle ortaya çıkması,
onun duygu ve düşüncesini kamçılar; bir yandan da akıl ve idrâkine seslenir. Derken
ya hidâyet nasip olur, ya
da şaşkınlık ve kararsızlığı artar.
Yukarıdaki âyetle,
kâfirin iç yapısındaki bu kararsızlık çok anlamlı bir cümleyle belirleniyor:
«Onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.»
«Üstlerindeki göğe bakmıyorlar
mı? Onu nasıl kurup meydana getirdik ve (yıldızlarla, sistemlerle) süsledik.
Onda hiçbir yarık (dengesizlik, uyumsuzluk) da yoktur..»
Kur'ân'ın yüksek ve çarpıcı metotlarından biri de şudur: Önemli
bir şeye yemin edilerek konuya geçilir. İnkarcıların
iddialarına parmak basılıp uyarılar yapılır. Sonra hakkın kapısı aralanıp
bilgiler verilerek duygu ve düşüncelere seslenilir. Arkasından duyguyu aklın
buyruğuna vermek suretiyle bilimsel muhtevada belge ve deliller sıralanır.
Nitekim 6,7,8 ve 9. âyetlerle bu belgeler maddeler hâlinde sıralanmaktadır.
Şöyle ki:
1- «Üstlerindeki
göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl kurup meydana getirdik ve (yıldızlarla,
sistemlerle) nasıl süsledik; onda hiçbir yarık, (dengesizlik, uyumsuzluk) da
yoktur.»
Gökteki yıldızlar,
sistemler sağlam fiziksel kanunlarla düzenlenmiş ve kesin ölçülere göre
dengelenmiştir. Öyle ki, bir sistem diğerinin, bir yıldız başkasının sınırına,
yörüngesine geçmemekte, kendine ait sınırda hareketini
sürdürmektedir.
Âyette «vema leha min
fürûc» denilerek, yarık, çatlak, eğrilik ve ahenksizlik
bulunmadığına dikkatler çekilmektedir. Bu, gök cisimlerinde ve bağlı
bulundukları sistemlerde bir dengesizlik, uyumsuzluk, gelişigüzellik olmadığını
beyân içindir. Günümüze kadar astronomi üzerindeki ilmî çalışmalar bu gerçeği
kısmen tesbit edip ortaya koyabilmişse de henüz tamamen
şüphecilikten sıyrılamamıştır. Ama gelecekteki daha ciddi ve kararlı araştırma
ve tesbitler Kur'ân'ı
doğrulamaktan öteye geçemiyecek ve her buluş ve tesbit bu ilâhî kitap karşısında baş eğecektir.
2- «Yeryüzünü de (nasıl) yaydık; onda sabit
büyük dağlar koyup oturttuk..»
Yerkürenin, canlıların
yaşamasına uygun düzenlendiği, iklim, rüzgâr, maden ve su kaynaklarının
hazırlandığı belirtilmektedir. Bütün .bunların belli bir süreye kadar
insanların ihtiyacını karşılayacak ölçüde düzenlendiğini ve bir plâna göre
yerküreye serpiştirildiğini görmemek, anlamamak mümkün mü? Jeolojik devirlerde
yer altında oluşturulan kömür ve petrol kaynakları delil olarak yetmiyor mu?
3- Yeryüzünde
sabit dağların meydana getirilmesi olayı ise, ayrı bir delil ve belge olarak
karşımızda durmakta ve bizi ilâhî ilmin sınırsızlığına, kudretinin eşsizliğine
çekip götürmektedir. Su kaynaklarının oluşmasında, iklimin ayarlanmasında, canlı türlerinin, yerleşmesinde dağların önemini
kim inkâr edebilir. Ayrıca günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar şunu da
ortaya koymuş bulunuyor: «Kömürü meydana getiren bitkiler, kömürün çökeldiği ve
oluştuğu göl alanını sınırlayan ve çevreleyen dağlık yükseltilerde gelişir.
Göl tabanının çökmesi ile yüseklik farkı artar ve
çevre yükseltilerden akarsular toprak, çak'ıl gibi
malzemelerle ağaç, bitki ve bunların kalıntılarını göle daha hızlı taşır ve
kömürü oluşturan bu malzemenin daha hızlı çökelmesi sağlanır.
turan bu malzemenin
daha hızlı çökelmesi sağlanır.
Diğer bir deyişle
dağların sebebiyet verdiği yükseklik farkları kömür oluşumu için özellikle
büyük ve geniş yayılım sunan kömür havzalarının oluşumu için
ilk şartlardan birisidir.» [6]
4- «Ve her güzel türden çift çift
bitirdik..»
«Zevciyet
Kanunu» bütün canlılarda mevcuttur. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler bu kanuna
bağlı kalarak türlerinin devamını sağlamakta ve yürütmektedirler. [7] Aynı
zamanda her şeyin karşıtının bulunması da söz konusu olabilir.
5- «Gökten
mübarek (feyizli, bereketli) su indirdik de..»
Bu âyetle, yağmurun
oluşma kanunları ve safhaları üzerinde düşünmemiz ilham ediliyor. Bir
devridaim halinde denizlerin, ırmakların ve göllerin buharlaşıp yükselmesi,
çok mükemmel bir düzenleyicinin ve proğ-Tamlayıcının
varlığına şahit değil midir?
«Hayat madde ile
birlikte ezelden beri mevcuttur» deyip işin içinden çıkmak kimi nereye ve hangi
gerçeğe götürebilir? Şuursuz maddenin, kendiliğinden en ince hesaplara ve
kusursuz plân ve programa bağlı bir düzen oluşturması düşünülemez. Her şey
yüksek bir kudretin damgasının izini taşımakta ve her sistem, eşi, benzeri
bulunmayan bir yaratıcının varlığını yansıtmaktadır. Aksini isbat etmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır ve olmayacaktır
da.
«Kullar için rızık
(bunlar). Ve
biz, o su ile ölü bir beldeyi dirilttik.
İşte (dirilip toprak altından da) çıkmak böyledir.»
Hazırlanan rızık plânı, insan ve diğer canlıların ihtiyaç nisbetiyle orantılıdır.
Toprağın üst tabakasında
humus (bitki ve hayvanlardan meydana gelen madde) toprağı verimli hale
getirir. Böylece her desimetre küp toprağın içinde «bakteri» adı verilen ve
ancak mikroskopla görülebilen milyonlarca küçücük canlılar, bitkicikler
vardır. Aynı zamanda küf bitkileri ve sayısı belirsiz hayvancıklar da
mevcuttur. Bu, öyle bir düzenleme ve ayarlamadır ki, toprağın istenileni
verebilmesi son derece lüzumludur ve her yanıyla ilâhî formüllemenin
eseridir. Ancak bütün bunlar rızık vermeye kâfi
sayılmazlar. Suya ihtiyaç vardır. Bu da daha çok yağan yağmurla karşılanmaktadır.
Bütün bu ünitelerin
düzenli, sistemli faaliyetiyle yeryüzünde solup çer çöp haline gelen hayat
yeniden başlar.
İşte ölüm, kabir ve âhiret de bundan farksız bir yenilenme ve hayata dönmedir.
Yukarıdaki âyetlerle,
peygamberin gönderilmesine şaşan inkarcıların tutum ve anlayışları konu edildi.
Sonra da öldükten sonra ikinci hayata kalkmayı akıllarına sığdıramıyan
maddecilerin düşünce ufkunu genişletmek ve akıllarını çalıştırmak için
birtakım bilimsel belgeler ve temel bilgiler sıralandı,
Aşağıdaki âyetlerle,
daha önce gönderilen peygamberleri yalanlayan sekiz kadar inkarcı kavim misal
veriliyor ve bu yüzden ilâhî tehdidi hakkettikleri belirtiliyor. Sonra da
ikinci hayata kaldırmanın Allah için bir zorluk ve yorgunluk teşkil etmiyeceği üzerinde durularak, O'nun kudretinin
sınırsızlığına işaret ediliyor.
12_13- Onlardan
önce Nuh kavmi, Ressli'ler, Semûd,
Âd, Fir'avn ve Lût'un
kardeşleri,
14- Eykeli'ler, Tubba' kavmi de
(gönderilen peygamberleri) yalanladılar. Evet bunların her biri, peygamberleri
yalanladılar. Böylece tehdidimi
hakketmişlerdir.
15- İlk
yaratmak ile yorulduk mu? Hayır, onlar yeniden yaratılma hususunu karıştırıp
şüphe içindedirler.
Önce N"h kavmi, Ressli'ler, Semûd, Âd, Fir'avn ve Lût'un kardeşleri
de......yalanladılar.»
İkinci hayatı inkârın
tarihi çok gerilere uzanmaktadır. Arap Yarımada-sı'nda
yaşayan kavimlerin çoğu putperest idi. Oniar genellikle
Âhiret'e inanmazlar; maddecilerin iddia ettikleri
gibi, «insan doğar, bir süre yaşar, sonra ölür, toprağa karışarak birsürü parazitlere dönüşür. Böylece hayat sona erer;
dönüşü mümkün olmayan dönüşümlere uğrar» diyerek Peygam-ber'in (A.S.) getirdiği
ilâhî haberleri reddederler.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onların bu bilgisizce inkârlarına,
inatla küfrü savunmalarına üzüldü. Cenâb-ı Hak, bu
gibi inkâr ve inat havasının yeni bir olay olmadığını açıklayarak, o bölgede
yaşamış oian inkarcı sekiz kavmi misal veriyor:
1- Nuh
Kavmi.
Nuh Peygamber (AS.)
ilk resullerdendir. İlim adamlarının çoğuna göre, 950 yıl yaşamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de, Onun kendi kavmi arasında 950 yıl
kaldığı belirtilmektedir. Nuh Kavmi koyu putperest idi. Uzun yıllar Hakk'a davet edilmelerine rağmen, çok azı dışında Nuh
Peygambere imân eden olmadı. Küfür ve azgınlıkta çok ileri gidip belli çizgiye
yaklaştıklarını görĞn Nuh Peygamber, onların yok
edilmelerini dileyerek Allah'a duâ etti. Duası kabul olundu. Kur'ân'a göre Cudî, Tevrat'a göre
Ararat dağında karar kılan gemideki mü'minlerden başka o bölgelerde hayatta kalan olmadı.
Ararat, «Ağrı Dağı» diye yorumlanmıştır, Cudî
ise. Güneydoğu Anadolu'da Şırnak ve Silopi ilçe merkezleri arasında yer almaktadır. Bu kayıtlar
Nuh Peygamber'in (A.S.) hangi bölgede
yaşadığı hakkında ip ucu
vermekte ve
araştırıcılar için hareket noktasını belirlemektedir. [8]
2- Ashabı Ress.
Furkan Sûresi 38. âyetin tefsirinde açıkladığımız gibi, Ashab-ı Ress hakkında farklı tesbit ve yorumlar yapılmıştır:
a) Ress adında büyükçe bir kuyuları bulunan putperest bir
kavimdir. Daha çok hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları söylenir. Cenâb-ı Hak onları doğru yola davet etmek üzere Şuayb veya başka bir peygamberi gön-
dermiştir.
İnanmadıkları ve azgınlıkta ileri gittikleri için büyük bir sarsıntı
sonucu kuyularıyla birlikte yerin
dibine batırılmışlardır.
b) Yemame bölgesinde
meşhur bir kuyunun bulunduğu kesimde yaşayan putperest bir kavmin
adıdır.
c) Tabiîn'den Saîd b. Cübeyr'e göre : Hanzele b. Safyan adında bir
peygamberin gönderildiği putperest bir kavim konu edilmekte ve o yörece meşhur
olan isimleriyle anılmaktadırlar.
d) Antakya'da
İsa Peygamber'in (A.S.)
Havarilerine inanan Habîb en-Neccar'ı öldüren bir kavmin o tarihteki ismidir.
e) Bunların bir diğer adı «Ashab-ı
Uhdûd»dur. Uhdûd, kara
parçasında uzunca bir yarık anlarnına gelir. Orada
yaşayan inkarcı azgınların, kendilerini hakka çağıran mü'minleri,
derin bir yarıkta yaktıkları ateşe atarak hayatlarına son verdikleri
söylenir.
Nitekim Burûc Sûresi'nde bu kavimden söz edilmektedir.
3- Semûd Kavmi.
Asûr hâkimiyetinde
yaşayan putperest bir kavim olduğu; Hicaz ile Hicr
arasında yaşadığı bilinmektedir. Nitekim o bölgede yapılan kazılarda birtakım
belgeler elde edilmiştir. Önemine binâen Kur'ân'ın 26
yerinde bu kavimden söz edilmekte ve ibretli safhaları anlatılmaktadır.
4- Âd Kavmi.
Umman ile Dahraman arasında bir yörede yaşadıkları bilinmektedir.
Salih Peygamber onlara gönderilmiştir. Fiziksel yapıları itibariyle de güçlü
bir kavim sayılan Âd Kavmi, şiddetli bir kasırgayla yok edilmiştir. Arap-larca az-çok durumları bilinen bu kavimden Kur'ân'ın 24 yerinde bahsedilmekte ve ibret, öğüt alınacak
safhalarına dikkatler çekilmektedir.
5- Fir'avn.
Fir'avn, Mısır hükümdarlarına verilen ortak bir isimdir. Daha
çok Musa Peygamber ile mücadele eden kral hakkında kullanılmış ve tarihçilerce
adının II. Ramses olduğu belirlenmiştir. Bu tarihî
olay da Kur'ân'ın 74 yerinde anılmakta ve çoğu
yerinde yaşamakta olan inkarcı toplum ve milletlere tarihin tekerrür edeceğini
hatırlatır anlamda yönlendirici safhaları nakledilmektedir.
6- Lût Kavmi.
Sodomlu'lara gönderilen Lût Peygamber
kıssası çok daha ibretli bir muhtevadadır. Lût Peygamber'in
Sodomlu'ların yakın hemşehrisi olduğu anlaşılmakta ve bundan dolayı Kur'ân'da
«Lût'un kardeşleri» sözü kullanılmaktadır. Cinsel
sapıklığın milletleri hangi çizgiye getirdiğine en ibretli misali teşkil
ettiğinde şüphe yoktur. Bunun da önemi göz önüne alınarak Kur'ân'ın
27 yerinde Lût (A.S.)dan ve kavminden söz
edilmektedir.
7- Ashab-ı Eyke.
Şuayb Peygamber'in (A.S.) gönderildiği kavim kasdedilmektedir. Med-yenli'ler daha çok ormanlık, sık ağaçlı bir bölgede
yaşadıkları için onlara, bu mânaya delâlet eden «Ashab-ı
Eyke» de denilmiştir.
Medyen, Filistin ile Hioaz
arasında Kızıldeniz sahilinde bir bölgedir.
8- Kavm-ı Tubba'.
Duhân Sûresi 37. âyetin tefsirinde geçtiği
üzere, Tubba': Yemen krallarının ortak adıdır. Himyerîler'e bu ismin verildiği de söylenir. Daha çok
Yemen'de hükmeden krallardan biri, Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre, İslâm'a girmişti, yani Hakk'a teslim olup peygamber yolunu seçmişti. Kavmi ise,
ateşe tapıp azgınlıkta ileri gittikleri için yok edilmişlerdir.
Tubba'ın peygamber veya sâlih bir
kişi olduğu da söylenir.
Böylece Mekkeli
putperest azgınlar uyanlarak tarihin bir gün yine tekerrür
edeceği hatırlatılıyor ve yaşamakta olan inkarcıların da bu sekiz kavim
hakkında araştırma yapıp ibret almaları isteniliyor.
«İlk yaratmak ile
yorulduk mu? Hayır, onlar yeniden yaratılma hususunu karıştırıp şüphe
içindedirler.»
Cenâb-i Hak nasıl öncesiz ve sonrasız ise, kudreti de
öyledir. Başlangıcı ve sonu olan her şey sonradan yaratılmıştır.
Gerçek bu olunca, Cenâb-ı Hak, kâinatı ve ondan bir parça olan insanı
yaratınca kendisinden yana bir yorgunluk duyması elbetteki söz konusu olamaz.
Aksi halde önoesizljk ve sonrasızlık vasfı ve bu
anlamdaki kudretinin özelliği kalkar.
Birinci yaratmaya
kudreti yeten Allah, ikinci defa yaratamaz mı? Kudret aynı kudret, bir
eksilme, yorgunluk duyma diye bir arızî hal mümkün değildir. İşte 15. âyetle bu
önemli konu işlenmekte ve özet mahiyetinde aydınlatıcı bilgi
verilmektedir.
Yukarıdaki âyetlerle,
tarihin tekerrür edeceği hatırlatılarak inkarcı azgınlar uyarıldı ve sekiz
kavmin elim akibeti misal verildi. Sonra da ilâhî
kudretin ikinci hayatı mutlak surette meydana getireceği belirtildi.
Aşağıdaki âyetlerle,
Allah'ın insana şah damarından daha yakın olduğu konu ediliyor ve insanın söz
ve davranışlarını anında tesbit edip yazan
meleklerin varlığına dikkatler çekiliyor. Arkasından ölüm sekeraîı
ve Âhiret günündeki ahval üzerinde durularak birtakım
yönlendirici bilgiler veriliyor.
16- And olsun ki, insanı yarattık ve nefsinin ona ne gibi
vesveseler verdiğini biliriz. Ve biz, ona şah damarından daha yakımzdır.
17- Hani
sağında ve solunda oturan denetleyici ve tesbit edip
yazıcı iki melek vardır.
18- Ağzından
ne gibi bir söz çıkarsa mutlaka yanında onu görüp gözeten bir gözcü vardır.
19- Ölümün
(kişiyi) kendinden geçirme sıkıntısı
gerçekten gelince, ona: «İşte bu
senin ürküp korktuğun şeydir» denilir.
20- Sûr'a
üfürüldü, (üfürülecek.) Bu, va'dedilen gündür.
21- Her
canlı, beraberinde bir sürücü, bir de şâhid ile gelir.
22- And olsun ki, sen bundan (bu günden) habersizdin. Artık senden
perdeyi kaldırıverdik; o nedenle bugün gözün oldukça keskindir.
23- Beraberindeki
arkadaşı (onu sevketmekle görevli melek), «İşte bu
(onun amelîni yansıtan defter) yanımda hazırdır» der.
24-25-26- Atın
Cehennem'e her inatçı nankör kâfiri, hayra engel olan saldırgan şüpheciyi;
Allah ile beraber başka tanrı edineni atın şiddetli azaba.
27- Yandaşı
(olan şeytan, sapık inkarcı, şekillendirilmiş put): «Ey Rabbımız!
Ben bunu azdırmadım, ama o, uzak bir sapıklık ve şaşkınlık içinde idi» (der).
28- Allah :
«Benim huzurumda çekişip tartışmayın. Size daha önce uyarımı göndermiştim.
29- Benim
yanımda söz değişmez ve ben, kullarıma zulmedici de değilim» buyurur.
«Şüphesiz ki Yüce
Allah, ümmetimin içinden geçen şeylerden dolayı -onlar o şeyleri dillerine
getirmedikleri veya onlarla amel etmedikleri takdirde- onları bağışlamıştır.» [9]
«Doğrusu adam ilâhî
rızaya uygun bir söz söyler de o sözün nereye varacağını pek hesaba katmaz;
derken Azîz ve Celîl olan Allah ona, kendisine
kavuşacağı gün rızasını gerekli kılar. Yine adam ilâhî gazaba yol açacak bir
söz söyler de onun nereye varacağını hesaba katmaz; derken Yüce Allah ona,
kendisine kavuşacağı gün gazabını gerekli kılar.» [10]
«Sübhanellah!
Ölümün birtakım sekreteri (insanı kendinden geçiren sıkıntıları) vardır.» [11]
«İyilikleri yazan
melek, kötülükleri yazan meleğin karşısında emîndir. Kul bir iyilik işlediğinde
sağdaki melek onu 10 misliyle yazar. Bir kötülük işlediğinde, sağdaki melek
soldaki meleğe: «Onu yedi saat geciktir de belki teşbihte veya istiğfarda
bulunur» der.» [12]
«Koruyucu (iki) kâtip
melek, kula veya cariyeye (erkek veya kadına) indikleri zaman beraberlerinde
mühürlü kitap bulunur. Kulun veya cariyenin ağzından çıkan her sözü yazarlar.
Ayrılmak istedikleri zaman ise, biri diğerine: «Yanındaki o mühürlü kitabı aç»
der. Açılınca yazdıklarıyla o kitapta yazılı bulunan şeylerin aynı olduğunu
görürler.» (5)
ki, insanı yarattık ve
nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz. Ve biz, ona şah damarından
daha yakımzdır.»
İnsan birtakım duygu,
düşünce, hayal, kuruntu, ümit, şüphe ve vesvesenin dönüp dolaştığı bir alandır.
Her an bir şeyler hatırından geçebilir. İyi veya kötü
birtakım hayaller kurabilir. Çünkü içinde «nefis» denilen aşağı âleme yönelik
şehevî bir güç vardır. O bakımdan sözü edilen güeün
istekleri sınırsız ve çoğu zaman ölçüsüzdür. Diğer yandan buna karşın onun
ruhuna ilhamda bulunan melekler vardır.
Ama her iki durumda da
Allah onu kudretiyle, ilmiyle kuşatmış; bütün duygu ve düşüncelerine nüfuz
etmiştir ve etmektedir. İçinden geçen her şeyi mutlak anlamda bilir. Bu çok
yakın ilgi, insanın devamlı surette ilâhî kontrol altında bulunduğunu; her an
denetlendiğini gösterir. Kişinin bu hakikate inanması ise, içinde manevî bir
bekçi oluşturur. Böylece hem duygu ve düşüncelerini; hem de söz ve
davranışlarını disiplin altına alıp günlük hayatını düzende tutmaya özen
gösterir.
«Habl-i
Verîd»
terkibi üzerinde farklı yorumlar
yapılmıştır:
a) İbn Abbas'a (R.A.) göre : İnsan boynunun iki tarafındaki şah damarıdır.
b) Hasan el-Basrî'ye
göre : Kalbe bağlı olan bir damardır.
Her iki yorum dikkate
alınınca, amacın, ilâhî ilim ve kudretin yakınlığını ve kapsayıp kuşatma
özelliğini, her şeye nüfuz etme vasfını belirtmek olduğu kendiliğinden
anlaşılır.
«Hani sağında ve
solunda oturan denetleyici
ve tesbit edip yazıcı iki melek vardır.»
Cenâb-ı Hakk'ın ilminin ve
kudretinin her şeyi kapsayıp kuşattığına ve her duygu ve düşüncenin, niyet ve
azmin iç yüzünü bildiğine göre, iyilik ve kötülükleri yazmaya gerek var mıdır?
Bunun cevabı gayet açıktır: Varlık âlemi önceden belirlenmiş plân ve programa
göre sevk ve idare edilmekte ve sayısı belirsiz melekler görev yapmaktadırlar. Cenâb-ı Hakk'ın mülkünde ortağı,
tasarrufunda yardımcısı yoktur. Kudretinin yüceliğini, ilminin sınırsızlığını
izhar için varlık âlemini birtakım kanunlara bağlamıştır. Artık kıyamet
kopuncaya kadar O, kendi kanunlarına müdahale etmemektedir.
Böylece Cenâb-ı Hak bu düzenli ve ölçülü tasarrufuyla, biz
insanları da düzenli ve dengeli olmaya davet ediyor ve hayatta başarının
sırlarından birini dolaylı şekilde bizlere hatırlatıyor. Her halimizi tesbit edip yazan melekler ve bizi her an gözetip duran
Yüce Kudret olduğuna göre, hayatımızı bu inanç doğrultusunda değerlendirmek
zorundayız ve bunun başka yorumu söz konusu olamaz.
Her şey insan için,
insan da Allah'ı bilip O'na ibâdet için yaratılmıştır. Varlık âleminin değer
ve anlamı insan unsurunun var olmasıyla anlaşılıp vücut bulur. İnsan türü
yoksa, şu âlemin var olmasının anlam ve hikmeti kalmaz.
Böylece insanoğlu Cenâb-ı Hakk'ın has tecellilerine
mazhardır. Yalnız başına değildir. Çevresinde
sayısını kesin bilemediğimiz koruyucu, doğruyu ilham edici görevli melekler
bulunmaktadır. Onu, kâfir cinlerden, azgın şeytanlardan korumaya çalışan bu
görevliler, kulun niyet, inanç ve düşüncesine göre koruyucu kapı olmayı
sürdürürler. Ne var ki insanların çoğunun bundan haberi ve bilgisi olmadığı
gibi, bu hususta inancı da yoktur. Ayrıca iyilik ve kötülükleri anında yazan
melekler de insanın sağ ve sol omuzlarında hizmetlerini kusursuz sürdürürler.
Bütün bu manevî ve
plânlı olaylar, insanın yalnız olmadığını ve sadece fizik âleminin değil,
fizikötesi manevî varlıkların onun çevresinde yer aldığını göstermektedir.
«Ölümün (kişiyi)
kendinden geçirme
sıkıntısı gerçekten gelince, ona: «İşte bu senin ürküp korktuğun şeydir»
denilir.»
«Ölüm haktır» sözü
çoğu zaman kullanılır. Ölüm sekresinin hak ile
gerçekleşeceği ise, bize önemli bir konuyu öğretmektedir. Şöyle ki: Ölüm canlılar
için hem lüzumlu, hem de ikinci hayata dönmek için şarttır. O bakımdan ölüm,
iki hayatı hikmet ve anlamıyla birbirine uyumlu ve dengeli manada bağlayan bir
köprüdür. Artık bu köprüyü kaldırmak veya yönünü değiştirmek, iki hayat
arasındaki uyum ve dengeyi felee uğratmak mümkün
değildir. Dünyanın iki ayrı hareketinde nasıl bir denge ve uyum kanunu
hâkimse, canlılar için de ölüm olayında öylesine bir denge söz konusudur. Zira
ikinci hayat ebedilik vasfını taşıdığından, ondaki ortam ve şartlar çok farklıdır;
birinci hayatın ortam ve şartları orada yoktur. O bakımdan birinci hayatın
şartlarına göre yaratılan bedeni atıp ikinci hayatın
şartlarına uygun yaratılacak bir bedene
ihtiyaç vardır. Ölüm olayının sebep ve hikmetlerinden biri de budur.
«Sûr'a üfürüldü,
(üfürülecek.) Bu, va'dedilen
gündür.»
Sûr: Sözlükte, boynuza
benzer üfleme aleti anlamına gelen bir isimdir. Melek İsrafil'in üfürmekle
görevli bulunduğu Sûr, nasıl bir âlettir? Şüphesiz bunun keyfiyet ve kemmiyetini bilemeyiz. Cenab-ı
Hak anlamamızı kolaylaştırmak için bu ismi kullanmıştır. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'den rivayet edilen hadîslerde ise,
aynı isme yer verilmiş ve daha iyi kavraya-bilmemiz için bazı benzetmelerde bulunulmuştur.
Sûr'a ikinci defa
üfürülmesiyle ölüler dirilip kalkar ve va'd edilen âhiret günü ve onunla ilgili düzen kurulmuş olur.
Böylece bu âyetle, mü'minlerin ikinci hayata daha güzel hazırlanmaları,
inkarcı maddecilerin de ölmeden önce, bu olayın hikmetini iyice düşünmeleri
istenmektedir.
«Her canlı (insan ve
cin), beraberinde bir sürücü, bir de şahit ile gelir.»
Ruhların, hazırlanan
bedenlere girmesiyle ikinci hayata kalkış başlar. Her kişi beraberinde bir
sürücü, bir de şahit bulunduğu halde mahşer alanına getirilir.
Sürücü ve şahitten
maksat nedir? Bu iki kavram üzerinde farklı yorum ve tesbitler
yapılmıştır. Onları şöyle özetliyebiliriz:
a) İb,n Cerîr et-Taberî'ye göre : Bir
melek onu sürüp mahşer alanına getirirken, bir melek de onun amellerinin şahidi
olarak beraberinde yürür. Nitekim Hz. Osman (R.A.) da
ilgili âyeti böyle tefsîr etmiştir. [13]
b) Ebû Hüreyre'ye (R.A.) göre : Sürücü bir melektir; şahit ise, «mef'ûl» manasına gelen bir anlam taşır ve kişinin kendi
amelidir.
c) İbn Abbas'a {R.A.) göre : Sürücü meleklerdendir; şahit ise
insanın organlarının konuşturulup dinlenmesidir. Öyleki o gün,
kişinin ağzı mühürlenir ve elleri, ayakları şahit olarak
konuşturulur.
d) İbn Müslim'e göre:
Sürücü onun yakını olan şeytandır ki onu arkasından takip eder.
e) Tabiîn'den Mücahid'e göre : Hem sürücü, hem de şahit meleklerden iki
melektir. [14]
Şüphesiz insanların
çoğu, âhiret gününde bir sürücü, bir de şahit melekle
mahşer alanına sevk edileceklerinden tam gaflet içindedirler. Çünkü fizikötesi
ve âhiretle ilgili bilgileri ancak semavî kitaplardan
ve gönderilen-peygamberlerden öğrenmek mümkündür. İnkarcı maddeperest
bu gerçeği ancak ölünce anlayabilir. Diriltilip kaldırılma da buna ayan-beyan
şahit olur. Neden sonra; artık o anlamanın ve müşahade
etmenin bir yararı olmaz.
Nitekim onu sürüp
getiren melek şöyle der: «And olsun ki sen bundan
(bu günden) habersizdin. Artık senden perdeyi kaldırıverdik; o nedenle bugün
gözün oldukça keskindir..»
Cenâb-ı Hak, inkarcı maddeperestlerin,
putperest müşriklerin, suçlu günahkâr inkarcıların beş kötü vasfının
anılacağını ve öylece gerçeklerin ona hatırlatılacağım belirterek, ölmeden önce
inkarcıların hakka dönmelerinin lüzumuna atıfta bulunmaktadır.
Onların beş kötü
vasfı:
1- Küfür ve
tuğyanda ısrar ve inat,
2- Hayra
karşı gelmek ve engellemek,
3- Saldırgan
olup haklara tecavüzde bulunmak,
4- Hakk'a karşı hep
şüpheci olmak,
5- Allah'ı
bırakıp başka şeyleri ilâh edinmek..
Şüphesiz bu beş kötü
vasıf birbirini bir zincirin halkaları gibi tamamlamakta ve biri diğerine kapı
açmaktadır. Şöyle ki: Küfür nankörlüğü ve inatçılığı doğurur. Böylesi hayra ve
iyiliğe engel olmaya yönelir. Bu üçü.
kişiyi şerre alet
olmaya iter ve dolayısıyla saldırgan yapar. Ruhundaki din ve Allah mayası ise,
bazı olaylar karşısında kıpırdamaya başlayınca inkarcıda birtakım şüpheler
meydana gelir. Bu duygu içinde çoğu kendini manevî bir boşluk içinde hisseder
ve Hakk'ı tanımadığı için bâtılın peşine takılarak
Allah'tan başkasını ilâh edinir.
«Benim yanımda söz
değişmez ve ben, kullarıma zulmedici de değilim» buyurur..»
Çenâb-ı Hak mutlak hikmet sahibidir. Her işi plânlı,
programlı ve faydalıdır. Kâinatı yürütme ve yönlendirme işini, hazırladığı
kanunlara göre sürdürür. O bakımdan varlık âleminde hiçbir olay O'nun
kanunlarını aşamaz, plânının dışına çıkamaz, hazırladığı programına ters
düşemez. Çünkü O'nun katında söz ve hüküm, plân ve program değişmez; kıyamete
kadar bu böyle sürüp gider.
Âhiret gününde, saptıranlarla saptırdıkları kimselerin
birbirlerini suçlamaları da ilâhî hükmü değiştirmez. Çünkü her şey en sağlam
ölçülerle tesbit edilip yazılmış ve âdil ölçülerle
hükme bağlanmıştır. O bakımdan hiç kimse o gün ilâhî adaletin ortaya koyacağı
hükümden kendini kurtaramaz. Çünkü Allah mutlak anlamda âdildir ve zulmü
kendine haram kılmıştır.
Zâlim sıfatının
mübalağa ifade eden «zellâm» şeklinde getirilmesi,
zulmün her çeşidini Allah hakkında olumsuz kılmaya yönelik bir anlatım tarzıdır.
Yukarıdaki âyetlerle, Cenâb-ı Hakk'ın insana yakından
da yakın olduğu belirtildi. İnsanın başıboş bırakılmadığı, onun için bir hayat
plânının hazırlandığı ve işlediklerini anında yazan görevli meleklerin
bulunduğu üzerinde durularak yönlendirici bilgiler verildi.
Aşağıdaki âyetlerle,
Cehennem'in doymak bilmediğine işaret ediliyor ve sonra Allah'tan korkup
fenalıklardan, küfür ve nifaktan sakınan mü'min-ler için hazırlanan Cennet ve ondaki nimetler konu
ediliyor.
30- o gün
Cehennem'e, «doldun mu?» diyeceğiz. O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek.
31- Cennet
ise, (Allah'tan saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlar için
yaklaştırılmıştır; uzak değildir.
32-33- İşte
bu, size va'dolunandır. Allah'a yönelip gönül veren, (ilâhî
sınırlan) koruyan, gıyabında Rahmân'dan saygı ile korkan ve Allah'a yönelen
bir kalb ile gelen (her insana söz verilen
Cennet'tir).
34- Oraya
selâmetle girin. İşte bu, sonsuzluk günüdür.
35- Orada
onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da mevcuttur.
«Cehennem'e «doldun mu
denilecek». O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak (kudret) kademini onun üzerine koyacak da
Cehennem : «Yeter, yeter» diyecek.» [15]
«Cennet ile Cehennem
tartışıp birbirlerine karşı hüccet getirirler: Cehennem der ki: «Zorbalar,
mütekebbirler bendedir.» Cennet de der ki: «İnsanların zayıfları ve yoksulları
bendedir.» Bunun üzerine Allah onların arasında hükmeder de Cennet'e:
«Sen ancak benîm
rahmetimsin, seninle
kullarımdan dilediğime merhamette
bulunurum» buyurur. Cehenneme de der ki: «Sen ancak azabımsın ki, kullarımdan
dilediğime seninle azap ederim. Her biriniz için dolası (cennetlik ve
cehennemlik insan) vardır.» [16]
Cehennem'e,
«doldun mu?» diyeceğiz. O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek..»
Cennet ile Cehennem,
kâinat düzeni kurulduğunda yaratılmış iki büyük eyleşim
yerleridir. Hangi sistem içinde ve nerede yer aldıklarını bilemeyiz. Zira
kâinat o kadar büyüktür ki, ışık hızıyla bife tarifi
zor anlaşılmaktadır. Ancak bildiğimiz şey, ebediyet yurdu olan, biri azap,
diğeri mutluluk yansıtan bu iki yerin dünyadan milyarlarca defa büyük
olmasıdır. Arş'ın en büyük varlık olduğu kesinlik arzettiğine
göre bunun Cennet'e tavan görünümünde olduğunu hadîslerden öğreniyoruz.
Kâinatta her şey
yaratıldığı amaca yönelik hizmet vermektedir. Şüphesiz Cennet ile Cehennem de
birer amaç için yaratılmışlardır ve her biri amacına bağlı olarak
doluncaya kadar insan bekleyecektir.
Böylece ifadede olayın
azametini yansıtma söz konusudur.
«Cennet ise,
(Allah'tan saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlar için yaklaştırılmışım
uzak değildir.»
Şüphesiz cennetlik
olan mü'minlerin birçok güzel vasıfları
ve özellikleri vardır. Bunlardan önde gelenleri şunlardır:
1- Günahları
bırakıp kalbiyle, kalıbıyla Cenâb-ı Hakk'a yönelerek gönül verirler.
2- İlâhî
buyrukları koruyup uygularlar.
3- Gıyabında
Rahman olan Allah'tan korkup saygı ve ta'zîmle titrerler.
4- Allah'a yönelik bir kalp ile taât ve İbâdette bulunurlar.
Âyette geçen «evvâb» kavramı üzerinde farklı yorum ve tesbitler
yapılmıştır :
a) Dahhak'e göre :
Günahtan kopup Allah'a dönen; sonra yine günah işleyip yine Allah'a tevbe ve istiğfarla, ümit ve azimle dönen,
b) İbn Abbas'a (R.A.) göre : Allah'ı gönülden çokça tesbîh eden,
c) Hakem
b. Utbe'ye
göre : Halvette Allah'ı çokça anan,
d) Şa'bî ve Mücahid'e göre : Halvette günahını hatırlayıp Allah'a yönelerek
istiğfarda bulunan,
e) İbn Mes'ud'a (R.A.) göre : Yalnız başına bulunduğu zaman,
Allah'a yönelip günahlarından dolayı göz yaşları içinde tevbe
ve istiğfar eden,
f) Ubeyd b. Umeyr'e göre: Oturduğu her mecliste Allah'ı anıp istiğfarda
bulunan,
g) Ebû Bekir el-Varrak'a göre : Gizli ve açık hallerde Allah'a güvenip
dayanan,
h)
el-Kasım'a göre : Kalbi sadeee Allah ile
meşgul olan kimse demektir. [17]
Allâme Râğıb'a göre : Evvâb, «tevvâb» gibi, günahları terkederek
ve taât-ü ibâdette bulunarak Allah'a dönen kimse
hakkında kullanılır. [18]
«Oraya selâmetle
girin. İşte bu, sonsuzluk günüdür.»
Cennet, mutlak mânada
selâmet yurdudur. Dünya'da Allah'a dosdoğru imân temeli üzerinde ruhunu
esenliğe, kalbini yatişkanlığa, amelini ilâhî rızaya
çevirip eriştiren mü'minin varacağı yer, şüphesiz ki
«Cennet»tir.
Cennet'e «selâm» ile
girmeyi, meal kısmında «selâmetle» yorumlamamıza rağmen, daha başka yorumlarda
bulunanlar da olmuştur. Onları şöyle özetliyebiliriz
:
Mü'min kullar, azaptan, elem ve kederden, hastalık ve
yıpranmadan, gürültü ve patırtıdan, hırs ve aç gözlülükten uzak tutulmuş ve
selâmete eriştirilmiş bir halde Cennet'e girerler
Allah'ın «Selâm
Sıfatı»na mazhar kılınarak oraya adım
atılır.
Melekler, cennetliklere : «Selâm size, girin
Cennet'e!» diyerek iltifatta bulunurlar.
Nimetin artık zeval
bulmayacağı, ebediyet yurdunda ebediyen esenlik f içinde kalınacağı müjdelenerek
içeri alınırlar.
Yukarıdaki âyetlerle.
Cehennemdin doymazlığı konu edilerek uyarıcı manada ve cennetlik olan mü'minlerin birkaç güzel vasfı açıklanarak teş-vîk anlamında bilgiler
verildi.
Aşağıdaki âyetlerle,
bunca ilâhî beyânlara rağmen hâlâ inkârda ısrar edenler, helak edilen
milletlerin akıbetiyle tehdit ediliyor. Göklerin ve yerin altı devirde
yaratıldığı hatırlatılarak düşünce ufku genişletiliyor. İnkarcıların sataşma
ve saldırısına sabretmemiz ve fakat günün belli vakitlerinde namaz kılıp
Allah'ı teşbih etmemiz emrediliyor. Sonra da ikinci hayata kalkış safhalarından
bir kısmı haber veriliyor ve ilâhî tehditten korkanlara Kur'ân
ile öğüt verilmesi tavsiye ediliyor.
36- Bu küfre sapanlardan önce nice
kuşakları yok ettik ki onlar, bunlardan daha güçlü, daha çetin, vurup
kırıcı, tutup yıkıcı idiler. Şehirlerde delikler, geçitler, sığınaklar meydana
getirmişlerdi. Var mı bir kaçıp kurtulacak yer?
37- Şüphesiz
ki bunda kalbi olana veya hazır bulunduğu haide kulak
verip dinleyene hatırlatma ve öğüt vardır.
38- And olsun ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı
devirde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.
39- O halde
onların (o inkarcı sapıkların) dediklerine
karşı sabırlı ol ve Güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbını
hamd ile tesbîh et.
40- Gecenin
bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu teşbih et.
41- Çağrıcının
yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.
42- O gün, o
haykırışı hakkıyla işitirler. İşte o gün (kabirlerden) çıkış günüdür.
43- Şüphesiz
ki biz, evet biz diriltiriz, öldürürüz ve dönüş ancak bizedir.
44- O gün
ki, yer onlardan yarılıp ayrılır da (onlar da dirilip çıkarlar ve) sür'atle koşarlar. İşte bize göre çok kolay bir toplanmayı
sağlamadır bu..
45- Biz,
onların neler söylediklerini biliriz. Sen, onlar üzerinde zorbalık yapan bir
diktatör değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'ân ile
öğüt ver.
Yahudiler, insan eliyle
değiştirilen ve içine insan sözü karıştırılarak aslından uzaklaştırılan, aynı
zamanda orijnali kaybolan Tevrat'taki «Allah, gökleri
ve yeri altı günde yarattı. Pazar günü (buna) başladı ve cuma günü bitirdi.
Yedinci gün olan cumartesi istirahata çekildi» şeklindeki tahrif edilmiş âyete
dayanarak, cumartesi Allah'ın dinlenme günüdür diye iddiada bulunuyorlardı. O
sebeple 38. âyet indi. [19]
İbn Abbas (R.A.) diyor
ki:.,
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz her namazın ardından tesbîh
edilmesini emretti.» [20]
«Kim her farz namazın
arkasından 33 defa tesbîh (sübhanellah),
33 defa tahmîd (elhamdu lillah) ve 33 defa tekbir (Allahu
Ekber)de bulunursa; -ki bu 99 eder- sonra da yüzü
tamamlamak üzere «La ilahe ilfâllahu vah-dehü lâ şerike lehü, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdu ve hüve alâ külli şey'in
kadir» derse,
günahları deniz köpüğü kadar bile olsa (kul ve millet hakkı müstesna olmak
üzere) bağışlanır.» [21]
Müslümanlardan fakir
bir grup, Peygamber (A.S.) Efendimize geldiler ve şöyle dediler:
Ya Resûlellah! Zenginler derecelerle, kalıcı nimetlerle önde
yürüdüler (veya gittiler).
Peygamber (A.S.)
onlara sordu : O dereceler ve önde
gitmeler nelerdir? Cevap verdiler:
Zenginler bizim gibi namaz kılarlar, bizim
gibi cihad ederler: (fazla olarak da) mallarından
arta kalanı (Allah yolunda) harcarlar. Bizim ise mal ve servetimiz yoktur.
Bunun üzerine
Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu :
Size, sizi sizden
öndekilere eriştirecek, sizden sonrakilerin önüne geçirecek ve hiç kimsenin
sizin yerine getirdiğinizin benzerini getiremiye-cek; ancak benzerini işleyenin sizinle eşit sayılacağı bir
amelden haber vereyim mi? Her namazın ardından on tesbîh,
on tahmîd, on da tekbîr getiriniz (veya
getirirsiniz).» [22]
«And
oIsun ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı devirde yarattık.
Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.»
Gökleri ve yeri altı
uzun devirde yaratıp düzen ve dengede tutan O Yüce Kudret'e yorgunluk nisbet edilemez. Zira kudreti sonsuz ve sınırsızdır.
Yorgunluk, bıkkınlık, usanç ve dinlenme gibi arızî haller, sonradan
yaratılanlara mahsustur.
Böylece Cenâb-i Hak, Tevrat'ta bu konuda ilâhî kelâma karışıp onu
tahrife uğratan sözü tashih etmekte ve bize en doğru bilgiyi vermektedir.
Aynı zamanda inkarcı
sapıklar uyarılmakta, daha önce küfür ve zulümleri yüzünden ilâhî gazaba
uğrayan kavimlerin hazîn akıbeti misal verilmektedir. Ayrıca ilâhî metot
gereği, duygu ve düşünceler yönlendirilmek istenmekte ve akla ışık tutularak
göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin altı uzun devirde yaratıldığı
temel bilgi mahiyetinde verilmektedir.
«O
halde onların (o inkarcı sapıkların)
dediklerine karşı sabırlı ol..»
On üç yıllık Mekke
dönemi, İslâm'ın gönüllere en[ekte edilmesine, «Tevhîd
İnancı»nm ilâhî damgasının kalp ve kafalara
işlenmesine yönelik zaman kazanma süresidir. Pasif savunma, olayları sabırla
göğüsleme, şirretlik ve zorbalıklara katlanma bu metodun tema ve mayasını
oluşturur. Büyük ve kalıcı bir inkılâbı gerçekleştirebilmenin eşiğinde olan
İslâm, devletini kurmadan, savunma ve vurucu gücünü gerçekleştirmeden ve kalplerde
ilim, irfan meşalesini yakmadan aktif savunmaya geçmemiş;
geçen her günü kendi lehine çevirmeyi plânlamış; müşriklerle bir vuruşmaya kesinlikle
yol açmamıştır. Bütün bunların aksine bir yol izlemenin, İslâm'ın canlanıp
gelişmesini engelleyeceği hiçbir zaman dikkatten uzak bulundu-rulmamıştır.
Şüphesiz bu ilâhî
metot, Müslümanların azınlıkta kaldığı, güçsüz bulunduğu her yerde ve çağda
geçerlidir. Cenab-ı Hakk'ın,
Peygamberine ve dolayısıyla mü'minlere böyle
dönemlerde sabırlı olmayı tavsiye etmesi, el-betteki çok anlamlıdır ve
gelecekte başarılı olmanın hikmetini yansıtmaktadır.
doğmadan ve batmadan
önce Rabbını hamd ile
teşbih et. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu teşbih et.»
Mi'rac olayından önce güneş doğmadan ve bir de batmadan
önce, yani sabah ve ikindi vakitlerinde veya sabah ile ikindi vaktinden biraz
sonra ikişer rekât namaz kılmak vâcib idi. Geceleyin
kalkıp ibâdet etmek de hem Hz. Peygamber'e (A.S.),
hem de ümmetine vacipti. Bu hal bir yıl devam etmiştir ki, Hz.
İbrahim'in (A.S.) Hanîf Dinine göre bir uygulama idi.
Sonra gece namazı ümmet
hakkında nesih edilip vücubu kaldırılmış; günde iki
vakit ikişer rek'at namaz kılmak da Mi'rac gecesinde farz kılınan beş vakit namazla
kaldırılmıştır. Ancak gece namazının, Resûlüllah
(A.S.) Efendimize has olmak üzere vücubu devam
etmiştir. [23]
İbn Abbas'a göre : Otuz
dokuzuncu âyetle, güneş batmadan önceki tesbîh, öğle
ve ikindi namazlarına, gece tesbîhi, akşam ve yatsı
namazlarına; güneş doğmadan önceki tesbîh ise, sabah
namazına delâlet etmektedir.
Böylece bu âyetin ya Mi'rac olayına tekaddüm eden günlerde, ya da o
olaydan hemen sonra indiği söylenebilir.
Bu konu dört ayrı anlamda
yorumlanmıştır: - Geceleyin kalkıp Cenâb-ı
Hakk'ı tesbîh ve tenzîh
etmek, '-!
2- Akşam ve*yatsı dahil bütün gece namazlarını yerine
getirmek,
3- Sabahleyin iki rekât namaz kılmak,
4- Yatsı namazını kılmak.
Secdelerin ardından tesbîh etmek ise, ilim adamlarından bir kısmına göre: Akşam
farzından sonra ve sabah farzından önce iki rekât namaz kılmaktır. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: «Kim akşam farzından sonra
konuşmadan iki rekât namaz kılarsa, onun bu namazı «illiyyîn»
(en yüce derece ve makamlar)da yazılır», buyurmuştur. [24]
nın yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün, o
haykırışı hakkıyla işitirler. İşte o gün (kabirlerden} çıkış günüdür.»
Birinci düzen bozulup
alt-üst olduktan ve ikinci hayata uygun düzen kurulduktan sonra Melek
İsrafil'in, ölülerin dirilip kalkması İçin ikinci defa sûra üflemesi, yakın
bir çağrı olarak vasıflandınlmaktadır. Zira dirilme
olayı ancak âhiret âleminde kurulacak ikinci düzende
gerçekleşiyor ve melekler, insanlar ve cinler birbirlerini görme imkânını
buluyor. Aynı zg-manda Melek İsrafil'in, mahşer
alanına yakın bir yerde bulunacağı söz konusudur. Çünkü bozulan ilk düzenden
sonra yörüngesinden çıkıp alt-üst olan yerkürenin şekli tamamen değişecek,
hayat ortamı silinecek ve mahşer alanının bulunduğu sisteme gelip dayanacak.
Böylece varlık alemindeki melekler, insanlar ve cinler biraraya
gelmiş olacak.
Melek İsrafil'in nefhasını net ve açık şekilde duyan ruhlar, hazırlanmış
bulunan bedenlerine gelip yerleşecek; toprak süratle yarılıp insanlar kalkacak.
Şüphesiz bütün bu plânlı olaylar Allah'a göre çok kolaydır. Kudreti sınırsız,
tasarrufu noksansızdır.
«Biz onların neler
söylediklerini biliriz. Sen, onlar üzerinde zorbalık yapan (bir diktatör)
değilsin. Tehdidimizden korkanlara Kur'ân ile öğüt
ver.»
Peygamber (A.S.)
Efendimiz ilâhî buyruklar doğrultusunda tebliğ ve irşad
ile görevlidir. Yoksa insanlar üzerine musallat bir zorba değildir. Zira din
ihtiyarîdir; bütünüyle ilim, irfan ve gönül yatışkanlığına
bağlıdır. Hiç bir kâfir zorla, silah tehdidiyle İslâm'a sokulmaz. Ancak İslâm
bir güç oluşturduktan sonra hakka karşı saldırıya geçenlerle, yeryüzünde fitne
ve fesat çıkaranlarla, dinin Allah'a hâlis kılınması için savaşılır. Kimse
zorla dine sokulmaz. Dine girdikten sonra dönüş yapanlar olursa, tevbeye davet edilirler, aksi halde yani tevbe etmedikleri takdirde haklarında ölüm cezası
uygulanır. [25] Zira böyle bir uygulama
kamu düzeniyle ilgilidir.
Kur'ân'ın kalp ve kafalarda tesir bırakmasının iki yolu vardır:
Biri, her türlü ön yargıdan, duygusallıktan sıyrılıp ilim ve irfon ile Kur'ân'ı inceleyenlerin
açacağı bilimsel yol; diğeri, Allah'tan ve Âhiret'teki
hesap ve cezadan korkanların küfür ve şüpheyi atarak açacağı hidâyete gönül verme
yoludur. Konumuzu oluşturan 45, âyetin son cümlesi daha çok bu ikin-
ci şıkka delâlet etmekteyse de, dolayısıyla her iki şıkka da yönelik bir anlam
taşımaktadır.
Kaf Sûresi'ne, Kur'ân-i Mecîd'e and içilerek başlandı;
İlâhî tehdîtten korkanlara Kur'ân ile öğüt verilmesi
emredilerek noktalandı.
Bizi bu sûrenin de
tefsirine muvaffak kılan Cenâb-ı Hakk'a
sonsuz hamd-u senalar; düzenli, sabırlı ve dikkatli
çalışmamızı öğütleyen Resû-lüllah
(A.S.) Efendimiz'e salât-ü
selâmlar olsun.
[1] Fethü'l-Kadîr/Şevkanî : 5/70
[2] Müsned-i Ahmed
: 6/435, 436. 463 ,
[3] Tefsîr-i Kurtubî : 17/1
[4] Tefsîrü Ğarâibri-Kur'ân/Nizamuddin Nisabûrî: 26/98 - Lübabu't-te'vîl: 4/174
[5] Lübabu't-te'vîl
: 4/174- Tefsîr-i Kurtubî : 17/3- Tefsîr-i îbn
Kesir: 4/221
[6] Türkiye I. Kömür Kongresi Araştırmaları: 1978
[7] Bilgi için bak : Hac Sûresi : 5, Şuârâ
Sûresi : 10, Ra'd
Süresi: 3 ve Zâ-riyat
Sûresi 49. âyetlerin tefsiri
Kaf Sûresi : 50/12-15
[8] Bilgi için bak : Hûd Sûresi
: 44. âyetin tefsiri
[9] Buharî/rikak
: 23- Müslim/zühd : 49, 50- Tirmizî/zühd : 10, 12- Taberâ-nl/ kelâm: 6- Ahraed : 2/236,
255, 379, 402, 533-3/38
[10] Beğâvî/Sa'lebî'ye
isnaden Ebû Ümâme (R.A.) dan
[11] Buharî/rikak
: 42
[12] Ebû NUAYM/Sehl b. Abdullah tarikiyle îbn Mes'ud (R.A.) dan
[13] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân: 17/14
[14] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 17/14
[15] Buharî/tefsîr : 1/50- Tirmizî/cennet
: 20-
Ahmed :
2/369
[16] Müslim/cennet:
34, 36- Buhari/tefsîr
: 1/5-
Tirmizi/cennet : 22-
Alı-med :
2/276. 314, 450-3/79
[17] Geniş bilgi için bak :
Tefsîr-i Kurtubî ; 17/20- Fethü'l-Kadir/Şevkanî : 5/79
[18] Mu'cemü Müfredatı
Elfazi'l-Kur'ân
: 25,
26
[19] Esbab-i Nüzul/Nisâbûri : 2G6- Lübabu't-te'vîl : 4/179
[20] Buharı- Ebû DAvud/salât
: 90
[21] Buharî/ezan : 155, fezâil-İ ashab : 9, nefakat : 6, 7, daâvat : 10, 17,
tef-sîr :
50- Müslim/zikir : 80,
81- Ebû
Dâvud/edeb : 100- Tirmizî/mevakiyt : 185,
daâvat: 27
[22] Buharî/ezan : 155, daâvat : 17- Müslim/mesâcid
: 142,
zekât: 53- Ebû Dâvud/vitir :
24- îbn
Mâce/ikamet:
32- Dâremi/salât : 90- Ahmed : 2/238 - 5/ 167, 168
[23] Bilgi için bak : Tefsîr-i îbn
Kesir : 4/229
[24] Tefsir-i Kurtubî: 17/25,
26- Abdurrezzak/el-câmi'de Mekhûl'den mür-selen rivayet
etmiştir. SÜyûtî ise Câmiussağir'de
bunun zayıf olduğunu kaydetmiştir.
[25] Geniş bilgi için bak :
Bakara Sûresi : 256. âyetin
tefsiri