KAF SÛRESİ 2

Sûrenin  Kapsadığı  Başlıca Konular: 2

Meali: 2

Kaf  Harfi 2

Kur'ân-I  Mecîd. 3

Yol Gösteren Uyarıcı Peygamberin Gelmesine Şaşanlar. 3

Çürüyen Bedenin  Diriltilmesini İmkânsız Kabul Edenler. 3

Toprağın Neleri Çürütüp Noksanlaştırdığı Konusu. 3

İnkarcı Maddeci Hep Kararsızdır Ve Umutsuzdur. 4

Duygudan Akla  Geçiş. 4

Göklerle Yer, İnsan Oğluna Rızık Vermekte Yarışmaktadır. 5

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

İkinci Hayata Kaldırılmayı   İnkâr  Edenler. 5

Yorgunluk Hissetmek, Kudretin Azalma Veya Kesilmesine  İşarettir. 6

Âyetler  Arasinda Bağlantı 7

Meali: 7

İlgili Hadîsler. 7

Allah İnsana Yakından Da Yakındır. 7

Kişinin Sağında Ve  Solunda Yer Alan İki Melek. 8

İnsan Yalnız Değildir. 8

Ölüm, Canlılar Hakkında Cari Bir Kanundur. 8

Sûra Üfürülmesi 9

İnsanla Birlikte Bir Sürücü, Bir De Şahit Bulunur. 9

Kâfirlerin Beş Kötü Vasfı Anılarak Azaba İtilmeleri 9

Allah'ın Yanında Söz Ve Hüküm, Değişmez. 9

Âyetler Arasında Bağlantı 10

Meali: 10

İlgili Hadîsler. 10

Cehennem'in Doymazlığı 10

Cennetliklerin  Birtakım Özellikleri 10

Cennet'e Selâm İle Girmek. 11

Âyetler Arasında Bağlantı 11

Meali: 11

İniş Sebebi 12

İlgili   Hadîsler. 12

Allah'a Yorgunluk, İstirahat Nisbet Edilemez. 12

Ortam Ve Şartlara Göre Zaman Kazanma Metodu. 12

Mi'rac Olayından Önce Namaz. 13

Beş Vakit  Namaz İcmâlen Belirtiliyor. 13

Gecenin Bir Bölümünde Ve Secdelerin Ardından Tesbîh   Etmek. 13

Yakın  Bir Yerden  Çağrılma Günü. 13

Peygamberin (A.S.) Görevi 13


KAF SÛRESİ

 

el-Hasan, Atâ', İkrime ve Câbir'e göre : Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. İbn Abbas'a (R.A.) göre: 38. âyeti dışında tamamı Mekke'de in­miştir. [1]

Ümmu Hişâm bint Harise b. Nu'mân (R.A.) diyor ki: «Bizim tandırı­mızla ResÛlüllah'rn (A.S.) tandırı birdi, yani iki aile bir tandırı kullanırdık. Bu iki yıl kadar devam etti. Resûiüilah (A.S.) Efendimiz her cuma günü minber üzerinde cemaate Kaf Sûresini okurdu. Ben de bu sûreyi olduğu gibi O'nun lisanından alıp öğrendim.» [2]

Hz. Ömer (R.A.), birgün Ebû Vâkıd el-Leysî (R.A.)den, Resûiüilah (A.S.) Efendimizin kurban ve ramazan bayramlarında hangi sûreyi okuduğunu sordu. O da şöyle dedi: «Her iki bayramda da Kaf ve'I-Kur'âni'l-Mecîd.. sûresini   okurdu.   Ayrıca    İkterebeti's-saatü   ve'n-şakka'l-kamer   sûresini

okurdu,»

Câbir b. Semûre (R.A.) de diyor ki: «Resûiüilah (A.S.) sabah nama­zında (bazan) Kaf Sûresi'ni okur ve öylece namazı hafif tutardı.» [3]

Âyet   sayısı    :       45 Kelime   »         :      375     Harf       »         :    1477   veya   1494   [4]

 

Sûrenin  Kapsadığı  Başlıca Konular:

 

1- Müşriklerin peygamberliği ve ikinci hayata kaldırılmayı inkâr et­meleri konu ediliyor.

2- Göklere ve onlardaki dengeli, düzenli nizama ve görüntüye; yere ve ondaki bitki örtüsüne ve inen yağmura ilim gözüyle bakmamız tavsiye ediliyor.

3- İnkâra sapan azgın kavimlerin kalıntılarına bakıp inkarcıların ib­ret ve öğüt almaları tavsiye ediliyor.

4- İnsanın gerek   duygu ve düşüncelerinde,  gerekse  fiillerinde   ve ibâdet anlamında iş ve amellerinde büyük sorumluluklar taşıdığı hatırla­tılıyor. Her söz, iş ve amelin anında yazılıp tesbit edildiğine dikkatler çe­kiliyor.

5- Göklerin ve yerin boş ve anlamsız ve amaçsız yaratılmadığı bil­diriliyor.

6- Kur'ân'ın, anlayabilen kalpler için katıksız öğüt olduğu açıkla­nıyor.

7- Allah'a ortak koşan inkarcı sapıkların katı inkâr ve inatlarına kar­şı  Hz. Peygamber (A.S.) teselli ediliyor.

8-  Peygamber'in (A.S.) gece ve gündüz Hakk'ı tesbîh etmesi emre­diliyor.

9- Allah'ın va'dine güvenip, tehdidinden korkan mü'minlere Kur'ân ile öğüt verilmesi üzerinde duruluyor.

 

Meali:

 

1- Kaf.. Çok şerefli saygıya lâyık, hayırlı, bereketli Kur'ân'a and olsun.

2-3- Hayır, içlerinden kendilerine uyarıcı bir peygamberin gelmesine şaştılar da, kâfirler: «Bu şaşılacak şey!» dediler. «Biz öldüğümüz ve top­rağa dönüştüğümüz zaman (tekrar dirilecek miyiz?) Bu, uzak, çok uzak bir dönüş!.»

4-5- Bir, muhakkak yerin onlardan neyin (çürütüp) eksilttiğini bili­riz. Yanımızda (her şeyin yazılı bulunduğu) muhafazalı bir kitap vardır. Hayır, onlar hak kendilerine gelince yalanladılar. Bu bakımdan onlar, ka­rarsızlık ve perişanlık içindedirler.

6- Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl kurup meydana ge­tirdik ve (yıldızlarla, sistemlerle) süsledik. Onda hiçbir yarık (dengesizlik, uyumsuzluk) da yoktur.

7- Yeryüzünü de (nasıl) yaydık, onda sabit büyük dağlar koyup oturt­tuk ve her güzel türden çift çift bitirdik, (bunlara dikkatle bakmıyorlar mı?).

8- (Bu eserler ve taşıdığı hikmetli faydalar) Hakk'a yönelip gönül ve­ren her kul için bir gönül gözü, bir hatırlatma ve öğüttür.

9-10- Gökten mübarek (feyizli, bereketli) su indirdik de onunla bah­çeler, biçilecek taneler; tomurcukları sıra sıra birbiri üstüne gelen yüksek hurma ağaçları yetiştirdik.

11- Kullar için rızıktır (bunlar). Ve biz, o su ile ölü bir beldeyi dirilt­tik. İşte (dirilip toprak altından da) çıkmak böyledir.

 

Kaf  Harfi

 

Kaf: Bu harf üzerinde hayli durulmuş ve az farklı yorumlarda bulu­nulmuştur :

1- Bu bir anddır ki sûrenin önemini belirtmekte ve harflerle and edil­mesi, 28. sûrede belirtildiği gibi, âdet-i ilâ.hiye'den olduğu söylenmektedir.

2- Sûrenin ismidir. Ancak delâlet ettiği mânayı Allah bilir.

3- Allah'ın isimlerinden bir isimdir.

4- Kur'ân'ın isimlerinden biridir.

5- Cenâb   Hakk'ın   (kaf) harfiyle başlayan  sıfatlarının anahtarıdır. Örneğin «Kadir», «Kayyum» «Kadîm» bu cümledendir.

6- İlâhî takdirin yazılıp bağlandığının ifade edildiğine; olmuş olacak şeylerin ezelde tesbitle kaleme alındığına delâlet eden bir işarettir.

7- Sûrenin başında gelen hece harflerinden biridir. [5]

8- Allah ile Peygamberi arasında bir şifredir. Aynı zamanda sûrenin hikmetinin remzidir.

                                                                                     

Kur'ân-I  Mecîd

 

Çok   şerefli   saygıya  lâyık,   hayırlı,   bereketli Kur'ân'a and olsun.»

Ölümden sonra insanın diriltilip ikinci hayata kaldırılacağı, Kur'ânMecîd'e yemin edilerek açıklanmaktadır. Bu, konunun önemini ve üzerinde dikkatle durulmasının gereğini belirtmek için kullanılan bir anlatım şek­lidir.

Kur'ân-ı Kerîm'in hangi sûre veya âyetinde Cenâb-ı Hak bir şeye and içerek konuya başlarsa, mutlaka o şey ve o konunun çok faydalı veya çok önemli olduğuna bir işaret söz konusudur. Aynı zamanda bu tarz bir ifadenin uslûb-i ilâhî olduğu söylenebilir.

Kur'ân'ın sıfatlarından biri de «Mecîd»dir. Aynı zamanda Allah'ın 99 isminden biridir. Bu, şanlı, şerefli, saygın, her türlü tâ'zîme lâyık, çok ha­yırlı ve bererekli gibi mânalara delâlet etmektedir. Aynı zamanda kerîm, azîm ve derecesi çok yüksek anlamında da kullanıldığı söz konusudur.

 

Yol Gösteren Uyarıcı Peygamberin Gelmesine Şaşanlar

 

«Hayır, içlerinden  kendilerine uyarıcı bir peygamberin gelmesine şaştılar da, o kâfirler: «Bu, şa­şılacak şey!» dediler.»

Her şeyin insan için, insanın da sonsuz bir hayata namzet olarak Allah için yaratıldığını bilmeyenler; Allah'ı kemal sıfatlarıyla; hilkatin hik­met ve felsefesini incelikleriyle idrak etmiyenler, elbettekî peygamber gön-

derilmesini hayretle karşılarlar ve bunun şaşılacak bir olay olduğunu söy­lerler. Çünkü imân ve irfandan, ilim ve hikmetten nasibini almayan akılla bu hakikatleri anlamak çok zordur.

Dünkü putperest müşriklerin iddia ve tutumu ne ise, bugünkü mater­yalist ve komünistlerin de iddiası odur. Ancak aralarındaki fark: Birinci­lerin iddialarının temelinde koyu bir cehalet ve bilgisizlik; ikincilerin iddia­sının temelinde sahte bilimsellik yatmaktadır.

 

Çürüyen Bedenin  Diriltilmesini İmkânsız Kabul Edenler

 

öldüğümüz ve toprağa dönüştüğü­müz zaman (tekrar dirilecek miyiz?) Bu, çok uzak, çok uzak bir dönüş.»

Müşrik Araplar, peygamber ve kitabın haber verdiği ikinci hayata inan­mıyorlardı. Bu husustaki ilâhî beyânları bir türlü o kısır akıllarına sığdıra­mıyor ve inkârda ısrar edip duruyorlardı.

Varlık âleminin oluşumunu ve bununla ilgili kanunları, mevcut düzen ve dengenin kusursuz bir plâna göre var kılındığını göremiyor ve o bakım­dan en kestirme yolu seçerek inkâra sapıyorlardı.

İslâmiyet ise, bu gibi önemli konulan, ilim ve irfanı sağlam imânla bir­leştirmek suretiyle anlamanın mümkün olduğunu yer yer açıklarken, kı­yamete  kadar bu ölçünün değişmiyeceğini hatırlatmaktadır.

 

Toprağın Neleri Çürütüp Noksanlaştırdığı Konusu

 

BÎZ muhakkak yerin onlardan neyin (çürütüp) eksilttiğim biliriz. Yanımızda (her şeyin yazılı bulunduğu) muhafazalı bir kitap vardır.»

Kâinat en küçük parçasından en büyüğüne kadar her şeyiyle bir he­saba göre var kılınıp düzenlenmiştir. Kaybolan hiçbir şey yoktur. Değiş­me, başkalaşma, dönüşme söz konusudur. Nasıl sperma, topraktan alınan gıdalarla erkekte oluşuyor, sonra ana rahmindeki yumurtayla birleşip döl­leniyor ve bir süre sonra insan şekline giriyorsa, ölen bir insan bedeni de aslı olan toprağa dönüşüyor; ruhu ise, Allah'tan geldiği gibi, yine O'na dö­nüyor. Bu, bir kanundur ki şaşmadan hükmünü yürütür. Dünyanın ömrü bitip ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmayınca, mevcut düzenin süresi tamamlanmış olur ve bu sebeple bozulur. Bir süre sonra

ikinci hayata uygun yeni bir düzen meydana getirilir. Toprağa karışıp be­lirsiz hale gelen insan bedeni, -sperma misali- yeniden oluşmaya başlar. Ancak biz henüz bu oluşma kanununu bilmemekteyiz. Tıpkı bir sebze to­humu gibi, vakti gelince topraktan gıdasını alıp filizlenir, büyür; olgunla-şınca da ruhu gelip ona yerleşir. Böylece ikinci beden, ruhun ikinci kılıfı sayılır.

Bütün bunlar önceden ilâhî ilmin tesbitiyle Levh-i Mahfuz'a yazılmış­tır. Artık onun değişmesi söz konusu olamaz.

 

İnkarcı Maddeci Hep Kararsızdır Ve Umutsuzdur

 

   «Hayır onlar hak kendilerine gelince yalanladılar. Bu bakımdan onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.»

İnkarcı maddeci hep bâtılın savunucusudur. Karşısına hak çıkınca büsbütün hırçınlaşır, katı bir inat içinde saldırıya geçer. Bu da içindeki kararsızlık, şaşkınlık ve umutsuzluktan kaynaklanır. Hak ile karşılaşma­dan önce bu hususlardaki duygu ve düşüncesinin alanı dar ve sığdır. Hak­kın antitez hüviyetiyle ortaya çıkması, onun duygu ve düşüncesini kamçı­lar; bir yandan da akıl ve idrâkine seslenir. Derken ya hidâyet nasip olur, ya da şaşkınlık ve kararsızlığı artar.

Yukarıdaki âyetle, kâfirin iç yapısındaki bu kararsızlık çok anlamlı bir cümleyle belirleniyor: «Onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.»

 

Duygudan Akla  Geçiş

 

«Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl kurup meydana getirdik ve (yıldızlarla, sis­temlerle) süsledik. Onda hiçbir yarık (dengesizlik, uyumsuzluk) da yoktur..»

Kur'ân'ın yüksek ve çarpıcı metotlarından biri de şudur: Önemli bir şeye yemin edilerek konuya geçilir. İnkarcıların iddialarına parmak ba­sılıp uyarılar yapılır. Sonra hakkın kapısı aralanıp bilgiler verilerek duygu ve düşüncelere seslenilir. Arkasından duyguyu aklın buyruğuna vermek su­retiyle bilimsel muhtevada belge ve deliller sıralanır. Nitekim 6,7,8 ve 9. âyetlerle bu belgeler maddeler hâlinde sıralanmaktadır. Şöyle ki:

1- «Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl kurup meydana getirdik ve (yıldızlarla, sistemlerle) nasıl süsledik; onda hiçbir yarık, (den­gesizlik, uyumsuzluk) da yoktur.»

Gökteki yıldızlar, sistemler sağlam fiziksel kanunlarla düzenlenmiş ve kesin ölçülere göre dengelenmiştir. Öyle ki, bir sistem diğerinin, bir yıldız başkasının sınırına, yörüngesine geçmemekte, kendine ait sınırda hare­ketini sürdürmektedir.

Âyette «vema leha min fürûc» denilerek, yarık, çatlak, eğrilik ve ahenk­sizlik bulunmadığına dikkatler çekilmektedir. Bu, gök cisimlerinde ve bağ­lı bulundukları sistemlerde bir dengesizlik, uyumsuzluk, gelişigüzellik ol­madığını beyân içindir. Günümüze kadar astronomi üzerindeki ilmî çalış­malar bu gerçeği kısmen tesbit edip ortaya koyabilmişse de henüz tama­men şüphecilikten sıyrılamamıştır. Ama gelecekteki daha ciddi ve kararlı araştırma ve tesbitler Kur'ân'ı doğrulamaktan öteye geçemiyecek ve her buluş ve tesbit bu ilâhî kitap karşısında baş eğecektir.

2-  «Yeryüzünü de (nasıl) yaydık;   onda sabit  büyük  dağlar koyup oturttuk..»

Yerkürenin, canlıların yaşamasına uygun düzenlendiği, iklim, rüzgâr, maden ve su kaynaklarının hazırlandığı belirtilmektedir. Bütün .bunların belli bir süreye kadar insanların ihtiyacını karşılayacak ölçüde düzenlen­diğini ve bir plâna göre yerküreye serpiştirildiğini görmemek, anlamamak mümkün mü? Jeolojik devirlerde yer altında oluşturulan kömür ve petrol kaynakları delil olarak yetmiyor mu?

3- Yeryüzünde sabit dağların meydana getirilmesi olayı ise, ayrı bir delil ve belge olarak karşımızda durmakta ve bizi ilâhî ilmin sınırsızlığına, kudretinin eşsizliğine çekip götürmektedir. Su kaynaklarının oluşmasında, iklimin  ayarlanmasında, canlı  türlerinin, yerleşmesinde dağların önemini kim inkâr edebilir. Ayrıca günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar şunu da ortaya koymuş bulunuyor: «Kömürü meydana getiren bitkiler, kömürün çökeldiği ve oluştuğu göl alanını sınırlayan ve çevreleyen dağlık yükselti­lerde gelişir. Göl tabanının çökmesi ile yüseklik farkı artar ve çevre yük­seltilerden akarsular toprak, çak'ıl gibi malzemelerle ağaç, bitki ve bun­ların kalıntılarını göle daha hızlı taşır ve kömürü oluşturan bu malzeme­nin daha hızlı çökelmesi sağlanır.

turan bu malzemenin daha hızlı çökelmesi sağlanır.

Diğer bir deyişle dağların sebebiyet verdiği yükseklik farkları kömür oluşumu için özellikle büyük ve geniş yayılım sunan kömür havzalarının oluşumu  için  ilk şartlardan birisidir.» [6]

4-  «Ve her güzel türden çift çift bitirdik..»

«Zevciyet Kanunu» bütün canlılarda mevcuttur. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler bu kanuna bağlı kalarak türlerinin devamını sağlamakta ve yü­rütmektedirler. [7] Aynı zamanda her şeyin karşıtının bulunması da söz konusu olabilir.

5- «Gökten mübarek (feyizli, bereketli) su indirdik de..»

Bu âyetle, yağmurun oluşma kanunları ve safhaları üzerinde düşün­memiz ilham ediliyor. Bir devridaim halinde denizlerin, ırmakların ve göl­lerin buharlaşıp yükselmesi, çok mükemmel bir düzenleyicinin ve proğ-Tamlayıcının varlığına şahit değil  midir?

«Hayat madde ile birlikte ezelden beri mevcuttur» deyip işin içinden çıkmak kimi nereye ve hangi gerçeğe götürebilir? Şuursuz maddenin, ken­diliğinden en ince hesaplara ve kusursuz plân ve programa bağlı bir dü­zen oluşturması düşünülemez. Her şey yüksek bir kudretin damgasının izini taşımakta ve her sistem, eşi, benzeri bulunmayan bir yaratıcının var­lığını yansıtmaktadır. Aksini isbat etmek hiçbir zaman mümkün olmamış­tır ve olmayacaktır da.

 

Göklerle Yer, İnsan Oğluna Rızık Vermekte Yarışmaktadır

 

«Kullar için rızık   (bunlar).   Ve biz, o su ile ölü bir beldeyi dirilttik. İşte (dirilip toprak altından da) çıkmak böyledir.»

Hazırlanan rızık plânı, insan ve diğer canlıların ihtiyaç nisbetiyle oran­tılıdır.

Toprağın üst tabakasında humus (bitki ve hayvanlardan meydana ge­len madde) toprağı verimli hale getirir. Böylece her desimetre küp topra­ğın içinde «bakteri» adı verilen ve ancak mikroskopla görülebilen milyon­larca küçücük canlılar, bitkicikler vardır. Aynı zamanda küf bitkileri ve sa­yısı belirsiz hayvancıklar da mevcuttur. Bu, öyle bir düzenleme ve ayar­lamadır ki, toprağın istenileni verebilmesi son derece lüzumludur ve her yanıyla ilâhî formüllemenin eseridir. Ancak bütün bunlar rızık vermeye kâfi sayılmazlar. Suya ihtiyaç vardır. Bu da daha çok yağan yağmurla kar­şılanmaktadır.

Bütün bu ünitelerin düzenli, sistemli faaliyetiyle yeryüzünde solup çer çöp haline gelen hayat yeniden başlar.

İşte ölüm, kabir ve âhiret de bundan farksız bir yenilenme ve hayata dönmedir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, peygamberin gönderilmesine şaşan inkarcıların tutum ve anlayışları konu edildi. Sonra da öldükten sonra ikinci hayata kalkmayı akıllarına sığdıramıyan maddecilerin düşünce ufkunu genişlet­mek ve akıllarını çalıştırmak için birtakım bilimsel belgeler ve temel bil­giler sıralandı,

Aşağıdaki âyetlerle, daha önce gönderilen peygamberleri yalanlayan sekiz kadar inkarcı kavim misal veriliyor ve bu yüzden ilâhî tehdidi hak­kettikleri belirtiliyor. Sonra da ikinci hayata kaldırmanın Allah için bir zor­luk ve yorgunluk teşkil etmiyeceği üzerinde durularak, O'nun kudretinin sınırsızlığına  işaret ediliyor.

 

Meali:

 

12_13- Onlardan önce Nuh kavmi, Ressli'ler, Semûd, Âd, Fir'avn ve Lût'un kardeşleri,

14- Eykeli'ler, Tubba' kavmi de (gönderilen peygamberleri) yalan­ladılar. Evet bunların her biri, peygamberleri yalanladılar. Böylece tehdi­dimi  hakketmişlerdir.

15- İlk yaratmak ile yorulduk mu? Hayır, onlar yeniden yaratılma hususunu karıştırıp şüphe içindedirler.

 

İkinci Hayata Kaldırılmayı   İnkâr  Edenler

 

Önce N"h kavmi, Ressli'ler, Semûd, Âd,  Fir'avn ve Lût'un kardeşleri de......yalanladılar.»

İkinci hayatı inkârın tarihi çok gerilere uzanmaktadır. Arap Yarımada-sı'nda yaşayan kavimlerin çoğu putperest idi. Oniar genellikle Âhiret'e inanmazlar; maddecilerin iddia ettikleri gibi, «insan doğar, bir süre yaşar, sonra ölür, toprağa karışarak birsürü parazitlere dönüşür. Böylece hayat sona erer; dönüşü mümkün olmayan dönüşümlere uğrar» diyerek Peygam-ber'in (A.S.) getirdiği  ilâhî haberleri reddederler.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onların bu bilgisizce inkârlarına, inatla küfrü savunmalarına üzüldü. Cenâb-ı Hak, bu gibi inkâr ve inat havasının yeni bir olay olmadığını açıklayarak, o bölgede yaşamış oian inkarcı se­kiz kavmi misal veriyor:

 

1- Nuh Kavmi.

 

Nuh Peygamber (AS.) ilk resullerdendir. İlim adamlarının çoğuna gö­re, 950 yıl yaşamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de, Onun kendi kavmi arasında 950 yıl kaldığı belirtilmektedir. Nuh Kavmi koyu putperest idi. Uzun yıllar Hakk'a davet edilmelerine rağmen, çok azı dışında Nuh Peygambere imân eden olmadı. Küfür ve azgınlıkta çok ileri gidip belli çizgiye yaklaştıkla­rını görĞn Nuh Peygamber, onların yok edilmelerini dileyerek Allah'a duâ etti. Duası kabul olundu. Kur'ân'a göre Cudî, Tevrat'a göre Ararat dağında karar kılan gemideki mü'minlerden başka o bölgelerde hayatta kalan ol­madı.

Ararat, «Ağrı Dağı» diye yorumlanmıştır, Cudî ise. Güneydoğu Ana­dolu'da Şırnak ve Silopi ilçe merkezleri arasında yer almaktadır. Bu ka­yıtlar Nuh  Peygamber'in (A.S.) hangi bölgede yaşadığı hakkında  ip ucu

vermekte ve araştırıcılar için hareket noktasını belirlemektedir. [8]

2- Ashabı Ress.

Furkan Sûresi 38. âyetin tefsirinde açıkladığımız gibi, AshabRess hakkında farklı tesbit ve yorumlar yapılmıştır:

a) Ress adında büyükçe bir kuyuları bulunan putperest bir kavimdir. Daha çok hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları söylenir. Cenâb-ı Hak on­ları doğru yola davet etmek üzere Şuayb veya başka bir peygamberi gön-

dermiştir. İnanmadıkları ve azgınlıkta ileri gittikleri için büyük bir sarsıntı

sonucu   kuyularıyla birlikte  yerin   dibine   batırılmışlardır.

b)  Yemame  bölgesinde  meşhur bir kuyunun bulunduğu kesimde ya­şayan putperest bir kavmin adıdır.

c)  Tabiîn'den  Saîd  b. Cübeyr'e göre : Hanzele b. Safyan adında bir peygamberin gönderildiği putperest bir kavim konu edilmekte ve o yörece meşhur olan   isimleriyle anılmaktadırlar.

d)  Antakya'da  İsa  Peygamber'in   (A.S.)    Havarilerine  inanan   Habîb en-Neccar'ı öldüren bir kavmin o tarihteki ismidir.

e)  Bunların bir diğer adı «AshabUhdûd»dur. Uhdûd, kara parçasın­da uzunca bir yarık anlarnına gelir. Orada yaşayan inkarcı azgınların, ken­dilerini hakka çağıran mü'minleri, derin bir yarıkta yaktıkları ateşe atarak hayatlarına son  verdikleri  söylenir.

Nitekim Burûc Sûresi'nde bu kavimden söz edilmektedir.

3- Semûd Kavmi.

Asûr hâkimiyetinde yaşayan putperest bir kavim olduğu; Hicaz ile Hicr arasında yaşadığı bilinmektedir. Nitekim o bölgede yapılan kazılarda birtakım belgeler elde edilmiştir. Önemine binâen Kur'ân'ın 26 yerinde bu kavimden söz edilmekte ve ibretli safhaları anlatılmaktadır.

4- Âd Kavmi.

Umman ile Dahraman arasında bir yörede yaşadıkları bilinmektedir. Salih Peygamber onlara gönderilmiştir. Fiziksel yapıları itibariyle de güçlü bir kavim sayılan Âd Kavmi, şiddetli bir kasırgayla yok edilmiştir. Arap-larca az-çok durumları bilinen bu kavimden Kur'ân'ın 24 yerinde bahse­dilmekte ve ibret, öğüt alınacak safhalarına dikkatler çekilmektedir.

5- Fir'avn.

Fir'avn, Mısır hükümdarlarına verilen ortak bir isimdir. Daha çok Mu­sa Peygamber ile mücadele eden kral hakkında kullanılmış ve tarihçilerce adının II. Ramses olduğu belirlenmiştir. Bu tarihî olay da Kur'ân'ın 74 ye­rinde anılmakta ve çoğu yerinde yaşamakta olan inkarcı toplum ve mil­letlere tarihin tekerrür edeceğini hatırlatır anlamda yönlendirici safhala­rı nakledilmektedir.

6- Lût Kavmi.

Sodomlu'lara gönderilen Lût Peygamber kıssası çok daha ibretli bir muhtevadadır. Lût  Peygamber'in  Sodomlu'ların yakın hemşehrisi  olduğu anlaşılmakta ve bundan dolayı Kur'ân'da «Lût'un kardeşleri» sözü kulla­nılmaktadır. Cinsel sapıklığın milletleri hangi çizgiye getirdiğine en ibretli misali teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Bunun da önemi göz önüne alınarak Kur'ân'ın 27 yerinde Lût (A.S.)dan ve kavminden söz edilmektedir.

7- AshabEyke.

Şuayb Peygamber'in (A.S.) gönderildiği kavim kasdedilmektedir. Med-yenli'ler daha çok ormanlık, sık ağaçlı bir bölgede yaşadıkları için on­lara, bu mânaya delâlet eden «AshabEyke» de denilmiştir.

Medyen, Filistin ile Hioaz arasında Kızıldeniz sahilinde bir bölgedir.

8- Kavm  Tubba'.

Duhân Sûresi 37. âyetin tefsirinde geçtiği üzere, Tubba': Yemen kral­larının ortak adıdır. Himyerîler'e bu ismin verildiği de söylenir. Daha çok Yemen'de hükmeden krallardan biri, Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre, İslâm'a girmişti, yani Hakk'a teslim olup peygamber yolunu seçmişti. Kav­mi ise, ateşe tapıp azgınlıkta ileri gittikleri için yok edilmişlerdir.

Tubba'ın peygamber veya sâlih bir kişi olduğu da söylenir.

Böylece Mekkeli putperest azgınlar uyanlarak tarihin bir gün yine te­kerrür edeceği hatırlatılıyor ve yaşamakta olan inkarcıların da bu sekiz kavim hakkında araştırma yapıp ibret almaları isteniliyor.

 

Yorgunluk Hissetmek, Kudretin Azalma Veya Kesilmesine  İşarettir

 

«İlk yaratmak ile yorulduk mu? Hayır, onlar yeniden yaratılma hususunu karıştırıp şüphe içindedirler.»

Cenâb-i Hak nasıl öncesiz ve sonrasız ise, kudreti de öyledir. Başlan­gıcı ve sonu olan her şey sonradan yaratılmıştır.

Gerçek bu olunca, Cenâb-ı Hak, kâinatı ve ondan bir parça olan in­sanı yaratınca kendisinden yana bir yorgunluk duyması elbetteki söz ko­nusu olamaz. Aksi halde önoesizljk ve sonrasızlık vasfı ve bu anlamdaki kudretinin özelliği  kalkar.

Birinci yaratmaya kudreti yeten Allah, ikinci defa yaratamaz mı? Kud­ret aynı kudret, bir eksilme, yorgunluk duyma diye bir arızî hal mümkün değildir. İşte 15. âyetle bu önemli konu işlenmekte ve özet mahiyetinde aydınlatıcı  bilgi  verilmektedir.

 

Âyetler  Arasinda Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, tarihin tekerrür edeceği hatırlatılarak inkarcı az­gınlar uyarıldı ve sekiz kavmin elim akibeti misal verildi. Sonra da ilâhî kudretin ikinci hayatı mutlak surette meydana getireceği belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'ın insana şah damarından daha yakın ol­duğu konu ediliyor ve insanın söz ve davranışlarını anında tesbit edip ya­zan meleklerin varlığına dikkatler çekiliyor. Arkasından ölüm sekeraîı ve Âhiret günündeki ahval üzerinde durularak birtakım yönlendirici bilgiler veriliyor.

 

Meali:

 

16- And olsun ki, insanı yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz. Ve biz, ona şah damarından daha yakımzdır.

17- Hani sağında ve solunda oturan denetleyici ve tesbit edip yazı­cı iki melek vardır.

18- Ağzından ne gibi bir söz çıkarsa mutlaka yanında onu görüp gözeten bir gözcü vardır.

19- Ölümün (kişiyi) kendinden geçirme sıkıntısı   gerçekten   gelince, ona: «İşte bu senin ürküp korktuğun şeydir» denilir.

20- Sûr'a üfürüldü, (üfürülecek.) Bu, va'dedilen gündür.

21- Her canlı, beraberinde bir sürücü, bir de şâhid ile gelir.

22- And olsun ki, sen bundan (bu günden) habersizdin. Artık sen­den perdeyi kaldırıverdik; o nedenle bugün gözün oldukça keskindir.

23- Beraberindeki arkadaşı (onu sevketmekle görevli melek), «İşte bu (onun amelîni yansıtan defter) yanımda hazırdır» der.

24-25-26- Atın Cehennem'e her inatçı nankör kâfiri, hayra engel olan saldırgan şüpheciyi; Allah ile beraber başka tanrı edineni atın şiddetli azaba.

27- Yandaşı (olan şeytan, sapık inkarcı, şekillendirilmiş put): «Ey Rabbımız! Ben bunu azdırmadım, ama o, uzak bir sapıklık ve şaşkınlık için­de idi» (der).

28- Allah : «Benim huzurumda çekişip tartışmayın. Size daha önce uyarımı göndermiştim.

29- Benim yanımda söz değişmez ve ben, kullarıma zulmedici de değilim» buyurur.

 

İlgili Hadîsler

 

«Şüphesiz ki Yüce Allah, ümmetimin içinden geçen şeylerden dolayı -onlar o şeyleri dillerine getirmedikleri veya onlarla amel etmedikleri tak­dirde- onları bağışlamıştır.» [9]

«Doğrusu adam ilâhî rızaya uygun bir söz söyler de o sözün nereye varacağını pek hesaba katmaz; derken Azîz ve Celîl olan Allah ona, ken­disine kavuşacağı gün rızasını gerekli kılar. Yine adam ilâhî gazaba yol açacak bir söz söyler de onun nereye varacağını hesaba katmaz; derken Yüce Allah ona, kendisine kavuşacağı gün gazabını gerekli kılar.» [10]

«Sübhanellah! Ölümün birtakım sekreteri (insanı kendinden geçiren sıkıntıları) vardır.» [11]

«İyilikleri yazan melek, kötülükleri yazan meleğin karşısında emîndir. Kul bir iyilik işlediğinde sağdaki melek onu 10 misliyle yazar. Bir kötü­lük işlediğinde, sağdaki melek soldaki meleğe: «Onu yedi saat geciktir de belki teşbihte veya istiğfarda bulunur» der.» [12]

«Koruyucu (iki) kâtip melek, kula veya cariyeye (erkek veya kadına) indikleri zaman beraberlerinde mühürlü kitap bulunur. Kulun veya cariye­nin ağzından çıkan her sözü yazarlar. Ayrılmak istedikleri zaman ise, biri diğerine: «Yanındaki o mühürlü kitabı aç» der. Açılınca yazdıklarıyla o kitapta yazılı bulunan şeylerin aynı olduğunu görürler.» (5)

 

Allah İnsana Yakından Da Yakındır

 

ki, insanı yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz. Ve biz, ona şah damarından daha yakımzdır

İnsan birtakım duygu, düşünce, hayal, kuruntu, ümit, şüphe ve vesvesenin dönüp dolaştığı bir alandır. Her an bir şeyler hatırından geçebilir. İyi veya kötü birtakım hayaller kurabilir. Çünkü içinde «nefis» denilen aşa­ğı âleme yönelik şehevî bir güç vardır. O bakımdan sözü edilen güeün istekleri sınırsız ve çoğu zaman ölçüsüzdür. Diğer yandan buna karşın onun ruhuna ilhamda bulunan melekler vardır.

Ama her iki durumda da Allah onu kudretiyle, ilmiyle kuşatmış; bütün duygu ve düşüncelerine nüfuz etmiştir ve etmektedir. İçinden geçen her şeyi mutlak anlamda bilir. Bu çok yakın ilgi, insanın devamlı surette ilâhî kontrol altında bulunduğunu; her an denetlendiğini gösterir. Kişinin bu ha­kikate inanması ise, içinde manevî bir bekçi oluşturur. Böylece hem duygu ve düşüncelerini; hem de söz ve davranışlarını disiplin altına alıp günlük hayatını düzende tutmaya özen gösterir.

«Habl-i Verîd»  terkibi   üzerinde farklı yorumlar yapılmıştır:

a)  İbn Abbas'a (R.A.) göre : İnsan boynunun iki tarafındaki şah da­marıdır.

b)  Hasan el-Basrî'ye göre : Kalbe bağlı olan bir damardır.

Her iki yorum dikkate alınınca, amacın, ilâhî ilim ve kudretin yakınlı­ğını ve kapsayıp kuşatma özelliğini, her şeye nüfuz etme vasfını belirtmek olduğu kendiliğinden anlaşılır.

 

Kişinin Sağında Ve  Solunda Yer Alan İki Melek

 

«Hani sağında ve solunda oturan denetleyici ve tesbit edip yazıcı iki melek vardır.»

CenâbHakk'ın ilminin ve kudretinin her şeyi kapsayıp kuşattığına ve her duygu ve düşüncenin, niyet ve azmin iç yüzünü bildiğine göre, iyi­lik ve kötülükleri yazmaya gerek var mıdır? Bunun cevabı gayet açıktır: Varlık âlemi önceden belirlenmiş plân ve programa göre sevk ve idare edilmekte ve sayısı belirsiz melekler görev yapmaktadırlar. CenâbHakk'ın mülkünde ortağı, tasarrufunda yardımcısı yoktur. Kudretinin yüceliğini, ilminin sınırsızlığını izhar için varlık âlemini birtakım kanunlara bağlamış­tır. Artık kıyamet kopuncaya kadar O, kendi kanunlarına müdahale etme­mektedir.

Böylece Cenâb-ı Hak bu düzenli ve ölçülü tasarrufuyla, biz insanları da düzenli ve dengeli olmaya davet ediyor ve hayatta başarının sırların­dan birini dolaylı şekilde bizlere hatırlatıyor. Her halimizi tesbit edip ya­zan melekler ve bizi her an gözetip duran Yüce Kudret olduğuna göre, hayatımızı bu inanç doğrultusunda değerlendirmek zorundayız ve bunun baş­ka yorumu söz konusu olamaz.

 

İnsan Yalnız Değildir

 

Her şey insan için, insan da Allah'ı bilip O'na ibâdet için yaratılmış­tır. Varlık âleminin değer ve anlamı insan unsurunun var olmasıyla anla­şılıp vücut bulur. İnsan türü yoksa, şu âlemin var olmasının anlam ve hik­meti kalmaz.

Böylece insanoğlu CenâbHakk'ın has tecellilerine mazhardır. Yalnız başına değildir. Çevresinde sayısını kesin bilemediğimiz koruyucu, doğruyu ilham edici görevli melekler bulunmaktadır. Onu, kâfir cinlerden, azgın şey­tanlardan korumaya çalışan bu görevliler, kulun niyet, inanç ve düşün­cesine göre koruyucu kapı olmayı sürdürürler. Ne var ki insanların çoğu­nun bundan haberi ve bilgisi olmadığı gibi, bu hususta inancı da yoktur. Ayrıca iyilik ve kötülükleri anında yazan melekler de insanın sağ ve sol omuzlarında hizmetlerini  kusursuz sürdürürler.

Bütün bu manevî ve plânlı olaylar, insanın yalnız olmadığını ve sadece fizik âleminin değil, fizikötesi manevî varlıkların onun çevresinde yer aldı­ğını göstermektedir.

 

Ölüm, Canlılar Hakkında Cari Bir Kanundur

 

«Ölümün  (kişiyi)  kendinden geçirme sıkıntısı gerçekten gelince, ona: «İşte bu senin ürküp korktuğun şeydir» denilir.»

«Ölüm haktır» sözü çoğu zaman kullanılır. Ölüm sekresinin hak ile gerçekleşeceği ise, bize önemli bir konuyu öğretmektedir. Şöyle ki: Ölüm canlılar için hem lüzumlu, hem de ikinci hayata dönmek için şarttır. O ba­kımdan ölüm, iki hayatı hikmet ve anlamıyla birbirine uyumlu ve dengeli manada bağlayan bir köprüdür. Artık bu köprüyü kaldırmak veya yönünü değiştirmek, iki hayat arasındaki uyum ve dengeyi felee uğratmak müm­kün değildir. Dünyanın iki ayrı hareketinde nasıl bir denge ve uyum ka­nunu hâkimse, canlılar için de ölüm olayında öylesine bir denge söz ko­nusudur. Zira ikinci hayat ebedilik vasfını taşıdığından, ondaki ortam ve şartlar çok farklıdır; birinci hayatın ortam ve şartları orada yoktur. O ba­kımdan birinci hayatın şartlarına göre yaratılan bedeni atıp ikinci hayatın şartlarına uygun yaratılacak bir bedene ihtiyaç vardır. Ölüm olayının se­bep ve hikmetlerinden biri de budur.

 

Sûra Üfürülmesi

 

«Sûr'a üfürüldü, (üfürülecek.)    Bu, va'dedilen gündür.»

Sûr: Sözlükte, boynuza benzer üfleme aleti anlamına gelen bir isim­dir. Melek İsrafil'in üfürmekle görevli bulunduğu Sûr, nasıl bir âlettir? Şüp­hesiz bunun keyfiyet ve kemmiyetini bilemeyiz. Cenab-ı Hak anlamamızı kolaylaştırmak için bu ismi kullanmıştır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den rivayet edilen hadîslerde ise, aynı isme yer verilmiş ve daha iyi kavraya-bilmemiz için bazı  benzetmelerde bulunulmuştur.

Sûr'a ikinci defa üfürülmesiyle ölüler dirilip kalkar ve va'd edilen âhiret günü ve onunla ilgili düzen kurulmuş olur.

Böylece bu âyetle, mü'minlerin ikinci hayata daha güzel hazırlanma­ları, inkarcı maddecilerin de ölmeden önce, bu olayın hikmetini iyice dü­şünmeleri istenmektedir.

 

İnsanla Birlikte Bir Sürücü, Bir De Şahit Bulunur

 

«Her canlı (insan ve cin), beraberinde bir sürücü, bir de şahit ile gelir.»

Ruhların, hazırlanan bedenlere girmesiyle ikinci hayata kalkış başlar. Her kişi beraberinde bir sürücü, bir de şahit bulunduğu halde mahşer ala­nına getirilir.

Sürücü ve şahitten maksat nedir? Bu iki kavram üzerinde farklı yo­rum ve tesbitler yapılmıştır. Onları şöyle özetliyebiliriz:

a)  İb,n Cerîr et-Taberî'ye göre : Bir melek onu sürüp mahşer alanına getirirken, bir melek de onun amellerinin şahidi olarak beraberinde yürür. Nitekim Hz. Osman (R.A.) da ilgili âyeti böyle tefsîr etmiştir. [13]

b)  Ebû Hüreyre'ye (R.A.) göre : Sürücü bir melektir; şahit ise, «mef'ûl» manasına gelen bir anlam taşır ve kişinin kendi amelidir.

c)   İbn Abbas'a {R.A.) göre : Sürücü meleklerdendir; şahit ise insanın organlarının konuşturulup dinlenmesidir.  Öyleki o gün, kişinin  ağzı  mü­hürlenir ve elleri, ayakları şahit olarak konuşturulur.

d)   İbn Müslim'e göre: Sürücü onun yakını olan şeytandır ki onu arkasından takip eder.

e)  Tabiîn'den Mücahid'e göre : Hem sürücü, hem de şahit melekler­den iki melektir. [14]

Şüphesiz insanların çoğu, âhiret gününde bir sürücü, bir de şahit me­lekle mahşer alanına sevk edileceklerinden tam gaflet içindedirler. Çünkü fizikötesi ve âhiretle ilgili bilgileri ancak semavî kitaplardan ve gönderilen-peygamberlerden öğrenmek mümkündür. İnkarcı maddeperest bu gerçeği ancak ölünce anlayabilir. Diriltilip kaldırılma da buna ayan-beyan şahit olur. Neden sonra; artık o anlamanın ve müşahade etmenin bir yararı ol­maz.

Nitekim onu sürüp getiren melek şöyle der: «And olsun ki sen bun­dan (bu günden) habersizdin. Artık senden perdeyi kaldırıverdik; o nedenle bugün gözün oldukça keskindir..»

 

Kâfirlerin Beş Kötü Vasfı Anılarak Azaba İtilmeleri

 

Cenâb-ı Hak, inkarcı maddeperestlerin, putperest müşriklerin, suçlu günahkâr inkarcıların beş kötü vasfının anılacağını ve öylece gerçeklerin ona hatırlatılacağım belirterek, ölmeden önce inkarcıların hakka dönme­lerinin lüzumuna atıfta bulunmaktadır.

Onların beş kötü vasfı:

1- Küfür ve tuğyanda ısrar ve inat,

2- Hayra karşı gelmek ve engellemek,

3- Saldırgan olup haklara tecavüzde bulunmak,

4- Hakk'a karşı  hep şüpheci olmak,

5- Allah'ı bırakıp başka şeyleri ilâh edinmek..

Şüphesiz bu beş kötü vasıf birbirini bir zincirin halkaları gibi tamam­lamakta ve biri diğerine kapı açmaktadır. Şöyle ki: Küfür nankörlüğü ve inatçılığı doğurur. Böylesi hayra ve iyiliğe engel olmaya yönelir. Bu üçü.

kişiyi şerre alet olmaya iter ve dolayısıyla saldırgan yapar. Ruhundaki din ve Allah mayası ise, bazı olaylar karşısında kıpırdamaya başlayınca inkar­cıda birtakım şüpheler meydana gelir. Bu duygu içinde çoğu kendini manevî bir boşluk içinde hisseder ve Hakk'ı tanımadığı için bâtılın peşine ta­kılarak Allah'tan   başkasını ilâh edinir.

 

Allah'ın Yanında Söz Ve Hüküm, Değişmez

 

«Benim yanımda söz değişmez ve ben, kullarıma zulmedici de değilim» buyurur..»

Çenâb-ı Hak mutlak hikmet sahibidir. Her işi plânlı, programlı ve fay­dalıdır. Kâinatı yürütme ve yönlendirme işini, hazırladığı kanunlara göre sürdürür. O bakımdan varlık âleminde hiçbir olay O'nun kanunlarını aşa­maz, plânının dışına çıkamaz, hazırladığı programına ters düşemez. Çünkü O'nun katında söz ve hüküm, plân ve program değişmez; kıyamete kadar bu böyle sürüp gider.

Âhiret gününde, saptıranlarla saptırdıkları kimselerin birbirlerini suç­lamaları da ilâhî hükmü değiştirmez. Çünkü her şey en sağlam ölçülerle tesbit edilip yazılmış ve âdil ölçülerle hükme bağlanmıştır. O bakımdan hiç kimse o gün ilâhî adaletin ortaya koyacağı hükümden kendini kurta­ramaz. Çünkü Allah mutlak anlamda âdildir ve zulmü kendine haram kıl­mıştır.

Zâlim sıfatının mübalağa ifade eden «zellâm» şeklinde getirilmesi, zul­mün her çeşidini Allah hakkında olumsuz kılmaya yönelik bir anlatım tar­zıdır.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın insana yakından da yakın oldu­ğu belirtildi. İnsanın başıboş bırakılmadığı, onun için bir hayat plânının ha­zırlandığı ve işlediklerini anında yazan görevli meleklerin bulunduğu üze­rinde durularak yönlendirici bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Cehennem'in doymak bilmediğine işaret ediliyor ve sonra Allah'tan korkup fenalıklardan, küfür ve nifaktan sakınan mü'min-ler için hazırlanan Cennet ve ondaki nimetler konu ediliyor.

 

Meali:

 

30- o gün Cehennem'e, «doldun mu?» diyeceğiz. O da: «Daha faz­lası var mı?» diyecek.

31- Cennet ise, (Allah'tan saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınan­lar için yaklaştırılmıştır; uzak değildir.

32-33- İşte bu, size va'dolunandır. Allah'a yönelip gönül veren, (ilâhî sınırlan) koruyan, gıyabında Rahmân'dan saygı ile korkan ve Allah'a yö­nelen bir kalb ile gelen (her insana söz verilen Cennet'tir).

34- Oraya selâmetle girin. İşte bu, sonsuzluk günüdür.

35- Orada onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da mevcuttur.

 

İlgili Hadîsler

 

«Cehennem'e «doldun mu denilecek». O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak (kudret) kademini onun üzerine ko­yacak da Cehennem : «Yeter, yeter» diyecek.» [15]

«Cennet ile Cehennem tartışıp birbirlerine karşı hüccet getirirler: Ce­hennem der ki: «Zorbalar, mütekebbirler bendedir.» Cennet de der ki: «İn­sanların zayıfları ve yoksulları bendedir.» Bunun üzerine Allah onların ara­sında hükmeder de Cennet'e: «Sen   ancak   benîm   rahmetimsin,   seninle kullarımdan dilediğime merhamette bulunurum» buyurur. Cehenneme de der ki: «Sen ancak azabımsın ki, kullarımdan dilediğime seninle azap ede­rim. Her biriniz için dolası (cennetlik ve cehennemlik insan) vardır.» [16]

 

Cehennem'in Doymazlığı

 

  Cehennem'e,  «doldun mu?» diyeceğiz. O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek..»

Cennet ile Cehennem, kâinat düzeni kurulduğunda yaratılmış iki bü­yük eyleşim yerleridir. Hangi sistem içinde ve nerede yer aldıklarını bile­meyiz. Zira kâinat o kadar büyüktür ki, ışık hızıyla bife tarifi zor anlaşıl­maktadır. Ancak bildiğimiz şey, ebediyet yurdu olan, biri azap, diğeri mut­luluk yansıtan bu iki yerin dünyadan milyarlarca defa büyük olmasıdır. Arş'ın en büyük varlık olduğu kesinlik arzettiğine göre bunun Cennet'e tavan görünümünde olduğunu hadîslerden öğreniyoruz.

Kâinatta her şey yaratıldığı amaca yönelik hizmet vermektedir. Şüp­hesiz Cennet ile Cehennem de birer amaç için yaratılmışlardır ve her biri amacına bağlı olarak doluncaya  kadar insan  bekleyecektir.

Böylece ifadede olayın azametini yansıtma söz konusudur.

 

 Cennetliklerin  Birtakım Özellikleri

 

«Cennet ise, (Allah'tan saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlar için yaklaştırılmışım uzak değildir.»

Şüphesiz cennetlik olan mü'minlerin birçok güzel  vasıfları   ve özel­likleri vardır. Bunlardan önde gelenleri şunlardır:

1- Günahları bırakıp kalbiyle, kalıbıyla CenâbHakk'a yönelerek gö­nül verirler.

2- İlâhî buyrukları koruyup uygularlar.

3- Gıyabında Rahman olan Allah'tan korkup saygı ve ta'zîmle tit­rerler.

4-  Allah'a yönelik bir kalp ile taât ve İbâdette bulunurlar.

Âyette geçen «evvâb» kavramı üzerinde farklı yorum ve tesbitler ya­pılmıştır :

a)  Dahhak'e göre : Günahtan kopup Allah'a dönen; sonra yine günah işleyip yine Allah'a tevbe ve istiğfarla, ümit ve azimle dönen,

b)  İbn Abbas'a (R.A.) göre : Allah'ı gönülden çokça tesbîh eden,

c)  Hakem  b.  Utbe'ye göre : Halvette Allah'ı çokça anan,

d)  Şa'bî ve Mücahid'e göre : Halvette günahını hatırlayıp Allah'a yö­nelerek istiğfarda bulunan,

e)  İbn Mes'ud'a (R.A.) göre : Yalnız başına bulunduğu zaman, Allah'a yönelip günahlarından dolayı göz yaşları içinde tevbe ve istiğfar eden,

f)  Ubeyd b. Umeyr'e göre: Oturduğu her mecliste Allah'ı anıp istiğ­farda bulunan,

g)   Ebû Bekir el-Varrak'a göre : Gizli ve açık hallerde Allah'a güve­nip dayanan,

h) el-Kasım'a göre : Kalbi sadeee Allah  ile  meşgul olan  kimse de­mektir. [17]

Allâme Râğıb'a göre : Evvâb, «tevvâb» gibi, günahları terkederek ve taât-ü ibâdette bulunarak Allah'a dönen kimse hakkında kullanılır. [18]

 

Cennet'e Selâm İle Girmek

 

«Oraya selâmetle girin. İşte bu, sonsuzluk günüdür.»

Cennet, mutlak mânada selâmet yurdudur. Dünya'da Allah'a dosdoğ­ru imân temeli üzerinde ruhunu esenliğe, kalbini yatişkanlığa, amelini ilâhî rızaya çevirip eriştiren mü'minin varacağı yer, şüphesiz ki «Cennet»tir.

Cennet'e «selâm» ile girmeyi, meal kısmında «selâmetle» yorumlama­mıza rağmen, daha başka yorumlarda bulunanlar da olmuştur. Onları şöy­le özetliyebiliriz :

Mü'min kullar, azaptan, elem ve kederden, hastalık ve yıpranmadan, gürültü ve patırtıdan, hırs ve aç gözlülükten uzak tutulmuş ve selâmete eriştirilmiş bir halde Cennet'e girerler

Allah'ın «Selâm Sıfatı»na  mazhar kılınarak oraya adım  atılır.

Melekler,   cennetliklere : «Selâm  size, girin  Cennet'e!»   diyerek  ilti­fatta bulunurlar.

Nimetin artık zeval bulmayacağı, ebediyet yurdunda ebediyen esenlik f içinde kalınacağı  müjdelenerek  içeri alınırlar.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle. Cehennemdin doymazlığı konu edilerek uyarıcı manada ve cennetlik olan mü'minlerin birkaç güzel vasfı açıklanarak teş-vîk anlamında bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, bunca ilâhî beyânlara rağmen hâlâ inkârda ısrar edenler, helak edilen milletlerin akıbetiyle tehdit ediliyor. Göklerin ve yerin altı devirde yaratıldığı hatırlatılarak düşünce ufku genişletiliyor. İnkarcı­ların sataşma ve saldırısına sabretmemiz ve fakat günün belli vakitlerinde namaz kılıp Allah'ı teşbih etmemiz emrediliyor. Sonra da ikinci hayata kalkış safhalarından bir kısmı haber veriliyor ve ilâhî tehditten korkanlara Kur'ân ile öğüt verilmesi tavsiye ediliyor.

 

Meali:

 

36- Bu  küfre sapanlardan  önce nice  kuşakları yok ettik ki onlar, bunlardan daha güçlü, daha çetin, vurup kırıcı, tutup yıkıcı idiler. Şehir­lerde delikler, geçitler, sığınaklar meydana getirmişlerdi. Var mı bir kaçıp kurtulacak yer?

37- Şüphesiz ki bunda kalbi olana veya hazır bulunduğu haide ku­lak verip dinleyene hatırlatma ve öğüt vardır.

38- And olsun ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı devirde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.

39- O halde onların  (o inkarcı sapıkların)  dediklerine  karşı sabırlı ol ve Güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbını hamd ile tesbîh et.

40- Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu teşbih et.

41- Çağrıcının yakın bir yerden  çağıracağı güne  kulak ver.

42- O gün, o haykırışı hakkıyla işitirler. İşte o gün (kabirlerden) çıkış günüdür.

43- Şüphesiz ki biz, evet biz diriltiriz, öldürürüz ve dönüş ancak bi­zedir.

44- O gün ki, yer onlardan yarılıp ayrılır da (onlar da dirilip çıkarlar ve) sür'atle koşarlar. İşte bize göre çok kolay bir toplanmayı sağlamadır bu..

45- Biz, onların neler söylediklerini biliriz. Sen, onlar üzerinde zor­balık yapan bir diktatör değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'ân ile öğüt ver.

 

İniş Sebebi

 

Yahudiler, insan eliyle değiştirilen ve içine insan sözü karıştırılarak aslından uzaklaştırılan, aynı zamanda orijnali kaybolan Tevrat'taki «Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Pazar günü (buna) başladı ve cuma gü­nü bitirdi. Yedinci gün olan cumartesi istirahata çekildi» şeklindeki tahrif edilmiş âyete dayanarak, cumartesi Allah'ın dinlenme günüdür diye id­diada bulunuyorlardı. O sebeple 38. âyet indi. [19]

 

İlgili   Hadîsler      

      

İbn Abbas (R.A.) diyor ki:.,          

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her namazın ardından tesbîh edilmesini emretti.» [20]

«Kim her farz namazın arkasından 33 defa tesbîh (sübhanellah), 33 defa tahmîd (elhamdu lillah) ve 33 defa tekbir (Allahu Ekber)de bulunursa; -ki bu 99 eder- sonra da yüzü tamamlamak üzere «La ilahe ilfâllahu vah-dehü lâ şerike lehü, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdu ve hüve alâ külli şey'in

kadir» derse, günahları deniz köpüğü kadar bile olsa (kul ve millet hakkı müstesna olmak üzere) bağışlanır.» [21]

Müslümanlardan fakir bir grup, Peygamber (A.S.) Efendimize geldiler ve şöyle dediler:

  Ya Resûlellah! Zenginler derecelerle, kalıcı nimetlerle önde yürü­düler (veya gittiler).

Peygamber (A.S.) onlara sordu :  O dereceler ve önde gitmeler nelerdir? Cevap verdiler:

 Zenginler bizim gibi namaz kılarlar, bizim gibi cihad ederler: (faz­la olarak da) mallarından arta kalanı (Allah yolunda) harcarlar. Bizim ise mal ve servetimiz yoktur.

Bunun üzerine Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu :

Size, sizi sizden öndekilere eriştirecek, sizden sonrakilerin önüne geçirecek ve hiç kimsenin sizin yerine getirdiğinizin benzerini getiremiye-cek; ancak benzerini işleyenin sizinle eşit sayılacağı bir amelden haber vereyim mi? Her namazın ardından on tesbîh, on tahmîd, on da tekbîr ge­tiriniz (veya getirirsiniz).» [22]

 

Allah'a Yorgunluk, İstirahat Nisbet Edilemez

 

«And oIsun ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı devirde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.»

Gökleri ve yeri altı uzun devirde yaratıp düzen ve dengede tutan O Yüce Kudret'e yorgunluk nisbet edilemez. Zira kudreti sonsuz ve sınır­sızdır. Yorgunluk, bıkkınlık, usanç ve dinlenme gibi arızî haller, sonradan yaratılanlara mahsustur.

Böylece Cenâb-i Hak, Tevrat'ta bu konuda ilâhî kelâma karışıp onu tahrife uğratan sözü tashih etmekte ve bize en doğru bilgiyi vermektedir.

Aynı zamanda inkarcı sapıklar uyarılmakta, daha önce küfür ve zu­lümleri yüzünden ilâhî gazaba uğrayan kavimlerin hazîn akıbeti misal ve­rilmektedir. Ayrıca ilâhî metot gereği, duygu ve düşünceler yönlendirilmek istenmekte ve akla ışık tutularak göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin altı uzun devirde yaratıldığı temel bilgi mahiyetinde verilmektedir.

 

Ortam Ve Şartlara Göre Zaman Kazanma Metodu

 

  «O halde onların  (o inkarcı sapıkların) dediklerine karşı sabırlı ol..»

On üç yıllık Mekke dönemi, İslâm'ın gönüllere en[ekte edilmesine, «Tevhîd İnancı»nm ilâhî damgasının kalp ve kafalara işlenmesine yöne­lik zaman kazanma süresidir. Pasif savunma, olayları sabırla göğüsleme, şirretlik ve zorbalıklara katlanma bu metodun tema ve mayasını oluşturur. Büyük ve kalıcı bir inkılâbı gerçekleştirebilmenin eşiğinde olan İslâm, dev­letini kurmadan, savunma ve vurucu gücünü gerçekleştirmeden ve kalp­lerde ilim, irfan meşalesini yakmadan aktif savunmaya geçmemiş; geçen her günü kendi lehine çevirmeyi plânlamış; müşriklerle bir vuruşmaya ke­sinlikle yol açmamıştır. Bütün bunların aksine bir yol izlemenin, İslâm'ın canlanıp gelişmesini engelleyeceği hiçbir zaman dikkatten uzak bulundu-rulmamıştır.

Şüphesiz bu ilâhî metot, Müslümanların azınlıkta kaldığı, güçsüz bu­lunduğu her yerde ve çağda geçerlidir. CenabHakk'ın, Peygamberine ve dolayısıyla mü'minlere böyle dönemlerde sabırlı olmayı tavsiye etmesi, el-betteki çok anlamlıdır ve gelecekte başarılı olmanın hikmetini yansıtmak­tadır.

 

Mi'rac Olayından Önce Namaz

 

doğmadan ve batmadan önce Rabbını hamd ile teşbih et. Gecenin bir bö­lümünde ve secdelerin ardından O'nu teşbih et.»

Mi'rac olayından önce güneş doğmadan ve bir de batmadan önce, ya­ni sabah ve ikindi vakitlerinde veya sabah ile ikindi vaktinden biraz sonra ikişer rekât namaz kılmak vâcib idi. Geceleyin kalkıp ibâdet etmek de hem Hz. Peygamber'e (A.S.), hem de ümmetine vacipti. Bu hal bir yıl devam etmiştir ki, Hz. İbrahim'in (A.S.) Hanîf Dinine göre bir uygulama idi. Sonra gece namazı ümmet hakkında nesih edilip vücubu kaldırılmış; günde iki vakit ikişer rek'at namaz kılmak da Mi'rac gecesinde farz kılınan beş va­kit namazla kaldırılmıştır. Ancak gece namazının, Resûlüllah (A.S.) Efendi­mize has olmak üzere vücubu devam etmiştir. [23]

 

Beş Vakit  Namaz İcmâlen Belirtiliyor

 

İbn Abbas'a göre : Otuz dokuzuncu âyetle, güneş batmadan önceki tesbîh, öğle ve ikindi namazlarına, gece tesbîhi, akşam ve yatsı namaz­larına; güneş doğmadan önceki tesbîh ise, sabah namazına delâlet et­mektedir.

Böylece bu âyetin ya Mi'rac olayına tekaddüm eden günlerde, ya da o olaydan hemen sonra indiği söylenebilir.

 

Gecenin Bir Bölümünde Ve Secdelerin Ardından Tesbîh   Etmek

 

Bu konu dört ayrı anlamda yorumlanmıştır: -     Geceleyin kalkıp CenâbHakk'ı tesbîh ve tenzîh etmek, '-! 

 2- Akşam ve*yatsı dahil bütün gece namazlarını yerine getirmek,

 3- Sabahleyin iki rekât namaz kılmak,

 4- Yatsı namazını kılmak.

Secdelerin ardından tesbîh etmek ise, ilim adamlarından bir kısmına göre: Akşam farzından sonra ve sabah farzından önce iki rekât namaz kılmaktır. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: «Kim akşam farzından sonra konuşmadan iki rekât namaz kılarsa, onun bu namazı «illiyyîn» (en yüce derece ve makamlar)da yazılır», buyurmuştur. [24]

 

Yakın  Bir Yerden  Çağrılma Günü

 

nın yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün, o haykırışı hakkıyla işitirler. İşte o gün (kabirlerden} çıkış günüdür.»

Birinci düzen bozulup alt-üst olduktan ve ikinci hayata uygun düzen kurulduktan sonra Melek İsrafil'in, ölülerin dirilip kalkması İçin ikinci de­fa sûra üflemesi, yakın bir çağrı olarak vasıflandınlmaktadır. Zira dirilme olayı ancak âhiret âleminde kurulacak ikinci düzende gerçekleşiyor ve melekler, insanlar ve cinler birbirlerini görme imkânını buluyor. Aynı zg-manda Melek İsrafil'in, mahşer alanına yakın bir yerde bulunacağı söz ko­nusudur. Çünkü bozulan ilk düzenden sonra yörüngesinden çıkıp alt-üst olan yerkürenin şekli tamamen değişecek, hayat ortamı silinecek ve mah­şer alanının bulunduğu sisteme gelip dayanacak. Böylece varlık alemin­deki melekler, insanlar ve cinler biraraya gelmiş olacak.

Melek İsrafil'in nefhasını net ve açık şekilde duyan ruhlar, hazırlan­mış bulunan bedenlerine gelip yerleşecek; toprak süratle yarılıp insanlar kalkacak. Şüphesiz bütün bu plânlı olaylar Allah'a göre çok kolaydır. Kud­reti sınırsız, tasarrufu noksansızdır.

 

Peygamberin (A.S.) Görevi

 

«Biz onların neler söylediklerini biliriz. Sen, onlar üzerinde zorbalık yapan (bir diktatör) değilsin. Tehdidi­mizden korkanlara Kur'ân ile öğüt ver.»

Peygamber (A.S.) Efendimiz ilâhî buyruklar doğrultusunda tebliğ ve irşad ile görevlidir. Yoksa insanlar üzerine musallat bir zorba değildir. Zira din ihtiyarîdir; bütünüyle ilim, irfan ve gönül yatışkanlığına bağlıdır. Hiç bir kâfir zorla, silah tehdidiyle İslâm'a sokulmaz. Ancak İslâm bir güç oluş­turduktan sonra hakka karşı saldırıya geçenlerle, yeryüzünde fitne ve fe­sat çıkaranlarla, dinin Allah'a hâlis kılınması için savaşılır. Kimse zorla dine sokulmaz. Dine girdikten sonra dönüş yapanlar olursa, tevbeye da­vet edilirler, aksi halde yani tevbe etmedikleri takdirde haklarında ölüm cezası uygulanır. [25] Zira böyle bir uygulama kamu düzeniyle ilgilidir.

Kur'ân'ın kalp ve kafalarda tesir bırakmasının iki yolu vardır: Biri, her türlü ön yargıdan, duygusallıktan sıyrılıp ilim ve irfon ile Kur'ân'ı in­celeyenlerin açacağı bilimsel yol; diğeri, Allah'tan ve Âhiret'teki hesap ve cezadan korkanların küfür ve şüpheyi atarak açacağı hidâyete gönül ver­me yoludur. Konumuzu oluşturan 45, âyetin son cümlesi daha çok bu ikin-

ci şıkka delâlet etmekteyse de, dolayısıyla  her iki şıkka da yönelik bir anlam taşımaktadır.

Kaf Sûresi'ne, Kur'ân-i Mecîd'e and içilerek başlandı; İlâhî tehdîtten korkanlara Kur'ân ile öğüt verilmesi emredilerek noktalandı.

Bizi bu sûrenin de tefsirine muvaffak kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; düzenli, sabırlı ve dikkatli çalışmamızı öğütleyen Resû-lüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun.

 



[1] Fethü'l-Kadîr/Şevkanî :   5/70

[2] Müsned-i Ahmed :  6/435, 436. 463                                        ,

[3] Tefsîr-i Kurtubî :   17/1

[4] Tefsîrü Ğarâibri-Kur'ân/Nizamuddin Nisabûrî:  26/98  - Lübabu't-te'vîl: 4/174

 

[5] Lübabu't-te'vîl : 4/174- Tefsîr-i Kurtubî :  17/3- Tefsîr-i îbn Kesir: 4/221

 

[6] Türkiye I. Kömür Kongresi Araştırmaları:  1978

[7] Bilgi için bak : Hac Sûresi : 5, Şuârâ Sûresi :  10, Ra'd Süresi: 3 ve -riyat Sûresi 49. âyetlerin tefsiri

Kaf Sûresi : 50/12-15

 

[8] Bilgi için bak : Hûd Sûresi : 44. âyetin tefsiri

 

[9] Buharî/rikak : 23- Müslim/zühd : 49, 50- Tirmizî/zühd :  10, 12- Taberâ-nl/ kelâm:  6- Ahraed : 2/236, 255, 379, 402, 533-3/38

[10] Beğâvî/Sa'lebî'ye isnaden Ebû Ümâme   (R.A.) dan

[11] Buharî/rikak :  42

[12] Ebû NUAYM/Sehl b. Abdullah tarikiyle îbn Mes'ud  (R.A.) dan

 

[13] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân:  17/14

[14] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân :   17/14

 

[15] Buharî/tefsîr :   1/50- Tirmizî/cennet :   20-  Ahmed :   2/369

[16] Müslim/cennet:   34,   36-   Buhari/tefsîr :   1/5-   Tirmizi/cennet :   22-   Alı-med :   2/276. 314, 450-3/79

 

[17] Geniş bilgi için bak :  Tefsîr-i Kurtubî ;   17/20- Fethü'l-Kadir/Şevkanî : 5/79

[18] Mu'cemü  Müfredatı  Elfazi'l-Kur'ân :   25,  26

 

[19] Esbab-i Nüzul/Nisâbûri :   2G6- Lübabu't-te'vîl :   4/179

[20] Buharı-  Ebû DAvud/salât :   90

[21] Buharî/ezan :  155, fezâilashab :  9, nefakat :  6, 7, daâvat :  10, 17, tef-sîr :   50-  Müslim/zikir :   80,  81-  Ebû  Dâvud/edeb :   100-  Tirmizî/mevakiyt :   185, daâvat: 27

[22] Buharî/ezan :   155,  daâvat :   17-  Müslim/mesâcid :   142,  zekât:   53-  Ebû Dâvud/vitir :   24-  îbn Mâce/ikamet:   32-  Dâremi/salât :   90-  Ahmed :   2/238 - 5/ 167, 168

 

[23] Bilgi için bak : Tefsîr-i îbn Kesir :  4/229

[24] Tefsir-i Kurtubî:   17/25,   26-   Abdurrezzak/el-câmi'de  Mekhûl'den  mür-selen rivayet etmiştir. SÜyûtî ise Câmiussağir'de bunun zayıf olduğunu kaydet­miştir.

 

[25] Geniş bilgi için bak :  Bakara Sûresi :   256. âyetin tefsiri