"KÂF"
: Katâde (r.a), Allahü Teâlâ'nın isimlerinden bir İsimdir, dedi. Kimileri de Kur'an'in isimlerinden bir isim derler. İbn
Abbas (r.a): yeşilliği bütün bir âlemi saran yeşil
zümrüt bir dağdır, dedi. Gökyüzünün yeşil gözükmesi bundandır. O dağ hicabın (perdelerin)
arkasındadır. Gün o dağı dolanır. O dağ ile o hicâb
arası bin yıllık yoldur. O dağı karanlıklar kaplamıştır. Onda daha neler
olduğunu Allah'tan başkası bilemez. Göklerin etrafı o dağa ulaşıktır,
bitişiktir. Bâzıları da, "Kaf demek, Allah Teâlâ'nın işlerinde adaletle kâim olmasıdır,"
demişlerdir. Buna göre Allah'ın zerre kadar zulmü yoktur. Müfessİrlerden
Dahhâk (r.a): "O, dünyayı çevreleyen halka gibi
bir dağdır. Yeryüzünde hiçbir il, hiçbir ilçe ve hiçbir köy yoktur ki, onda o
dağdan bir damar olmasın! Onun üzerinde görevli bir fereşteh
(melek) vardır. Allahü Teâlâ
bir kavmi helak etmeyi dilediğinde o meleğe emreder. O da o yerin (o dağa bağlı
olan) damarını çeker, böylece zelzele olur, helak olurlar." dedi.
(Cüz:
26 Âyet: 1-2-3) KM Sûresi 51
"O
çok şerefli Kur'an'a yemîn ederim ki, (Mekke
kâfirleri Peygambere îman etmediler)."
"Vav" kasem, yemin içindir. Ey Mekkeli müşrikler
Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki, muhakkak sîzler
öldükten sonra elbette dirileceksiniz. Çünkü onlar "öldükten sonra dirilmeyi
inkâr ediyorlardı. Bundan gerçekten korkuyorlardı. Kâf
hakkı için, Kur'an hakkı için bu olacaktır. Allahû Teâlâ'nın yemîn etmesi,
içlerinden bâzılarının insafa gelerek îman etmeleri içindir.
Allah
Teâlâ şöyle buyurdu:
"Bilâkis
o kâfirler, kendilerine içlerinden korkutucu (bir peygamber) geldi diye,
hayrete düştüler de "Bu Ckorkutma), dediler,
şaşılacak bir şeyi"
Bu
Mekke müşrikleri yalnız "Öldükten sonra dirilmeyi" inkâr etmekle
kalmadılar. Asıl onların hayret ettikleri şey: Muhammed (s.a.v) bizim neslimizden
biri. Bu nasıl olurda bizim başımıza buyruk Peygamber olur? Halbuki herşeyin hükmü, bu hükmü dilediği gibi kullanma hikmeti
Allah'ın kudretindedir. Kimi isterse onu şerefli kılar. Aziz eder. Kimi de
dilerse onu zelH (şerefsiz) eder. Ve yine buyurdu ki:
"Öldüğümüz
ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar) hayata dönecek misiz? Bu,
(İhtimalden) uzak bir dönüştür."
Bu
kâfirler Allah'ın kudretini inkâr ederek dediler ki: Demek, biz toz-toprak
olduktan sonra tekrar diriltileceğiz? Gerçekten bu, tasavvuru bile uzak bir
İhtimaldir. Olması asla mümkün değildir. Halbuki hiçbir akıl-basîret yoktur ki,
hiç yokken ana rahmine yerleştirilen bir nütfe (erlik
suyu) ile insanın doğması, inkâr edilemez bir gerçektir. Bu, öldükten sonra
dirilmeyi anlamaya bir örnektir. Bunu İyi düşünenler inkârı bırakırlar. Hak Teâlâ buyurdu ki: Bu kâfirlerin düşündüğünü biz bilmez
miyiz? Ki toza-toprağa karıştıktan sonra, tekrar diriltmemizi mümkün görmezler!
Yer, onların damarlarını, sinirlerim etlerini çürüttüğünde, "acem-ül zenb" denilen
52
Kâf Sûresi (Cüz; 26 Âyet: 4-5-6)
(el-'us'us) diye bir kemik vardır ki buna "kuyruk
sokumu" denir. İlk yaratılan kemik budur. En son çürüyecek olan da bu
kemiktir. İnsan tekrar yaratılacağı zaman bu kemik üzerine vücut teşekkül
ettirilir.
'Toprak,
onlardan neleri (yeyip) eksilttiğini biz muhakkak bil-tnlşizdir.
Nezdimizde de (herşeyi) htfız (ve tesblt) eden bir kitap
vardır."
Bizim
katımızda bir "kitap" (levh-i mahfuz)
vardır ki herşey, bütün olacak şeyler takdîratımız olarak onda kaleme alınmıştır.
Nitekim
Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
"Hayır,
onlar, kendilerine hak (Kur'an) gelince (onu) tekzip
ettiler. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler."
Bilakis
onlar, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşırmış bir
haldedirler.
Kur'an
veya Peygamber gelince, müşrikler bunlar hakkında çelişkili görüşler belirterek
"büyü, büyücü, şiir, şair, kehânet, kahin" gibi ifadeler
kullanmışlardı. Ayet yalanlayanların bu tutumlarına işaret etmektedir.
Yani,
bil ki, bu kâfirlerin inadı o noktaya erişti ki, öldükten sonrayı inkâr
ettiler. Bununla da kalmadılar. İndirilen Kur'an'ı ve
gönderilen Easûlü (s.a.v) de İnkâr eylediler. Halbuki
bunların (ba'sin, Kur'an'ın
ve Peygamberin) hepsi haktır. Kureyş kavmi çelişkili
sözler söylüyorlar. Davranışlarında da tezat vardır. Bu bakımdan gönülleri de ızdırap içindedir. Ayrıca kararsızdırlar. Hak Teâlâ onlara "ölümden sonra dirilmeye" delil
olsun ve ayrıca Kudretini-Vahdaniyetini göstersin diye yerin-göğün yaratılışını
örnek vermiştir. Akl-ı setîmi olan bu gerçeği kavrar.
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
"Üstlerindeki
göğe bakmadılar mı, onu nasıl blnâ ettik. Onu
(yıldızlarla) nasıl donatdık. Onun hiçbir gediği de
.yok"
(Cüz:
26 Âyet: 7-8-9-10-11) Kâf Sûresi 53
Yere
de (bakmadılar mil) onu (nasıl) döşedik. Ona (nasıl) sabit dağlar koyduk. Onda
her sınıfdan İçe ferah verici (ne) çiftler
bitirdik!"
"Yeryüzü
de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler)
yetiştirdik."
ö
binanın döşeği gibi sermışVz, b$ktld(ğ( ZâCtısa gök, küre
şeklinde görünürken görme alanı içinde yeryüzü de onun altında ufka doğru
Özel bir uzama şekli île uzanmış görünür ve böyle görünmesi onun da bir küre
olduğunu akıl ve delil ile anlamaya engel değildir.
Ölümden
sonra onları ve herşeyi tekrar dirilteceğimizi
havsalalarına sığdıramayanlar dikkat etsinler, üzerlerinde direksiz duran dcVıkskz olan gökleri Biz Azânüşşan
nasıl yarattık? Bunu düşünmezler mi? Onu yıldızlarla süsleyen de Biziz! Böylece
gece Ay olmadığı zaman korkusuzca onların ışığında yol alalar. Biz onu öyle
yarattık ki, ne yangı, ne deliği ve ne de boşluğu vardır. Altlarında olan
üzerlerinde yürüdükleri, çiğnedikleri yeryüzüne hiç ibret bakışıyla bakmazlar
mı? Biz onun üzerinde yüce dağlan çivi gibi yerleştirdik. Böylece yeri sabit
tuttuk ki, üzerinde yararlansınlar diye. Yine biz o yerde binbir
çeşit bitki ihsan eyledik ki gıdalansınlar diye.
Allah
Teâlâ şöyle buyurdu.
"(Biz,
bütün bunları) tâatımıza dönen her kulun kalp gözünü
açmak (ona) İbret vermek İçin (yaptık)"
Yerde-gökte
bu yarattığımız sayısız varlıkları, Tevhîd üzere olan
ihlâsla Bize itaata devam
eden kullarımız içindir, (Asıl onların faydalanmalarını dileriz,..
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
54
Kâf Sûresi (Cü2: 26 Âyet: 12-13-14)
"Gökten
de bereketle su İndirdik de onunla bahçeler, biçilecek taneler (ekinler)
bitirdik. Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları
(yetiştirdik). Kİ (bunlar kullarına rızık olmak İçin
(yaratılmışlardır). Biz onunla (o su ile) ölü bir toprağa can verdik. İşte
(kabirden} çıkış da böyledir."
"Kullara
rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları
yetiştirdik ve o su İle ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da
böyledir."
(Su
ile, ölen toprak canlanıyor, ağaçlara taze bir hayat geliyor, bitkiler yerden
çıkıyor. İşte insanlar da kabirlerinden öyle çıkacaklardır).
Göklerden
indirdiğimiz yağmurun bereketi çoktur. Bütün canlıların yaşantısı onurdadır.
Yağmurla çeşit çeşit bahçeler bağlar bitirdik ki size
ve hayvanlara erzak-gıda ola. Yüce yüce hurma ağaçlan
bitirdik. Onun kat kat biribiri
üzerine binmiş, toplanmış taneleri vardır. Yiyenlere lezzet verir. Hepsini Biz
kullarımıza nzık olmak için yarattık. Yesinler de
Bize şükretsinler diye. Yağmuru da indirdik ki ölü olan toprak, kuru şeyler
canlansınlar. Çeşit çeşit bitkiler ve renk renk çiçeklerle onu süsledik, terütâze kıldık ki, gören
kişilerin gönüllerine bir ferahlık versin. Dikkat edilirse hepsi de topraktan
oluşur. Bunca yıldır bunları yaratmağa Kaadir olan
Allah onları da topraktan tekrar diriltmeye elbette kaadirdir.
Nitekim yağmur suyu ile bu ölmüşleri yerden bitirip çıkarır... Bütün
canlılardan ve insanlardan yeryüzü boşalır. Yer issiz kalır. O zaman Hak Teâlâ gökyüzünde görevli meleklere emreder: Kırk
gece-gündüz "insan menîsi gibi" yağmur yağdırır. Yer onları emer. Sonunda
insanların etleri, siniden ve kemikleri teşekkül eder (insanın ölmeyen o kuyruk
sokumu kemiği etrafında) hepsi toplanır. Tekrar yaratılış gerçekleşir.
Kabirlerden çıkmanın, öldükten sonra dirilmenin anlamı budur. Bundan sonra,
Peygamber (s.a.v)'in hatırını almak ve kâfirlerin verdikleri zahmetlere
sabretmesini sağlamak için şöyle buyurdu:
"Onlardan
evvel Nûh kavmi, Rees yârânı, Semûd
(kavmi) de tekzip ettiler. Ad, Firavun ve LÛtun
ihvanı. Eyke yârânı ve Tübba
(Cüz:
26 Ayet: 14) Kâf Sûresi 55
kavmi
dahi (tekzip ettiler). Herbİri peygamberleri tekrîp ettiler de benim tehdîdlm
(onlara) hak (vacip) oldu."
"Onlardan
Önce, Nuh kavmi Res halkı ve Semüd
de yalanlamıştı.1'
Ya
Muhammedi Kavminin seni yalanlamalarından dolayı gönlün dara-hp üzülmeyesin. Senden önce Nuh'u da, kavmi yalanladılar. Ashâb-üs-rees de peygamberlerini
yalanladılar. Bunlar Yemâme tarafında yaşayan bir
kavimdir. Peygamberlerine, "kuyuya atarak" zulmettiler. Semûd kavmi de Hz. Salih (a.s)'i
yalanladılar. Tübbâ' kavmi, himyerHerdİr.
Onlar da peygamberlerini yalanladılar. Ebû Muâz'in rivayetine göre Abdullah bin Abbas
(r.a) Abdullah bin Selâma gelir ve Tübba' kavminden
sorar.
Abdullah
bin Selâm da şöyle cevap verdi:
"Halk
üzerine zahir olan Araptan bir kişidir O, Himyerîlerden bir grup genci esir aldı. Onlarla konuşmaya
başlardı. Kavmi 'Tübba1 sizin dininizi terketti.
Bu gençlerin dinine uydu," diye söylendiler. O gençler şöyle bir-şeyi
teklif ettiler: "Bir ateş yakalım. Ona girelim. Hangimizin dîni haksa,
onun mensupları kurtulur. Bâtıl olan dîne bağlı olanlar da helak olurlar,
yanarlar. Böylece ancak gerçek anlaşılır," dediler. Ve büyük bir ateş
yaktılar. Tübba' o boyunlarına Mushaflarını takmış
olan o yiğitlere: "Ateşe giriniz", dedi. Onlar da tereddütsüz ilk
önce ateşe, boyunlarında hamail gibi sayfalar olduğu halde, girdiler. Ateş
ikiye yarıldı. Onlara yol açıldı. Yanmadan öbür yandan çıktılar. Tübbâ: Şimdi de sizin girmeniz gerekir" dedi.
Girdiler. Ateşin ortasına varınca ateş onları çepeçevre sardı ve kömür gibi
onları kapkara hâle getirdi. Tübba' bu manzarayı
görünce derhal müslü-man
oldu. Salih ameller işlemeye başladı. Hak Teâlâ
bunları Rasûlüne bildirdi ve dedi ki: Bunların hepsi
peygamberlerimizi yalanladılar. Azabımız onlara vacip oldu. Hepsini yokettik. Mekkeliler Râsûllerinini
yalanlamaktan sakınsınlar, vazgeçsinler. Yoksa onları da, eskiler gibi,
azabımızla imtihan ederiz. ^ ?'Şşv>££
"Âd
ve Firavun ile Lût'un kardeşleri de
(yalanladılar)."
"Eyke halkı ve Tübba' kavmi de.
Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da tehdidim gerçekleşti.!
(Ayetlerde
geçen Semûd Hz. Salih'in Âd
Hz, Hûd'un, Eyke Hz. Şu-ayb'ın
kavimleri idiler. Burada önceki inkarcı milletlere gelen azap hatırlanarak, Kureyş'in durumundan üzülen Hz.
Peygamber teselli edilmektedir)
56
Kâf Sûresi (Cüz: 26 Âyet: 15-16-17-18)
Ve
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ya Biz ilk yaratılışta acizlik mi gösterdik (ki tekrar
diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratılıştan (tekrar
dirilmeden) şüphe içindedirler."
Yani,
bunlar, hiç yok iken biz onları yarattığımıza göre (bundan basit olan) ölümden
sonra tekrar diriltmek hususunda, bizi âciz mi görüyorlar? Bir şeyin aslı ve
resmi yok iken onu meydana getirmekte zorluk, zorlama vardır. Önceden bir
aslı-resmi olan bir varlığın O şekil üzerine tekrar teşekkül ettirilmesi, terkibedilmesi daha kolay bir iştir. Kaldı ki Allahü Teâlâ için bunların
hiçbirisinin zorluğu yoktur. Emretmesi yeter. Öldürtmek dilerse öldürür.
Diriltmek dilerse diriltir. Onun Kudretinde "acizlik" yoktur.
Mekkeliler durumlarında hiçbir değişiklik yapmadan "ölümden sonra
dirilmeyi" inkâr ettiler.
"Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler
vermekte olduğunu da biliriz, (Çünkü) biz ona şah damarından daha
yakınız."
Öncelikle
insanı yarattık. İnsanoğlunun gönlüne düşeni biz biliriz. İlmimizle -boyun
damarları nasd' boyunlarına yakınsa- Biz onlara ondan
da yakınız. Boyun damarına "ruh damarı"da
denir. Bu yakınlık bundandır. Ne dediklerini biliriz. Hiçbir isleri Bize gizli
değildir.
Hak
Teâlâ şöyle buyurdu;
"Hatırla
ki (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesblt etmekte olan iki (melek) vardır. O bir söz atmaya
dursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır."
İnsanoğlu
bir söz söyler söylemez, biri sağında, biri solunda duran iki melek hemen onu
yazarlar. Hayır olsun-şer olsun onlar aksama dek yazarlar. Akşam olunca o iki
melek defterlerini alırlar ve 'Allah'a arzetmeğe gi-
(Cüz:
26 Âyet: 19-20-21) Kâf Sûresi 57
derier.
Onları biri sağında, biri solunda görevli gece melekleri izlerler. Hayır veya
şer gece ne söylerse insanın bu sözlerini hemen yazarlar. Sağındaki fereşteh (melek) solundaki meleğe âmirdir. Günah işlediği
zaman soldaki görevli melek hemen yazmaz. Altı saat bekler. Kul tevbe ederse günahı yazılmaz, bağışlanır. Yoksa bir günah
yazılır. Aklı-fîkri olana şu yaraşır: Defterine neler yazıldığını gözönüne alır. Gündüzden Allah Teâlâ'ya
hangi defteri gönderiyor. Kurtuluşuna mı sebeb
oluyor, yoksa helâkma mı? Eğer yüzünü ağartacak
amellerle dolu ise mutluluk onun içindir. Eğer kendisinin Allah katında, bütün
enbiyâ, evliya, yer-gök ehli arasında rüs-vay
olmasını istemiyorsa, yüzünün kararıp, başının günahın mahcubiyetinden eğik
kalmasını istemiyorsa, "tevbe suyu" ile
günahlarına fırsat kaybolmadan pişman olsun, vazgeçsin, Allaha
az günahlı defterler yollasın. Böylece yann hesap
gününde dili dolaşıp cümle varlıklara rüsvay olmasın.
"(Bİrgün bakarsın ki) ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş,
'İşte bu, senin kaçıp durduğun şey1 (denilmiş) dir."
"İnsan
hiçbir söz seylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya
hazır bir melek bulunmasın."
Hak
Teâlâ geleceği "geldi" diye haber verdi.
Zîra, bir şeyin gelmesi kesin ise, onun olmasında şüphe olmaz. Sanki önce olmuş
gibidir. Ölüm hastalığı (sekeratülmevt) şüphesiz
gelecek. Bugün veya yarın olmuş pek birşey değişmez.
O gün gelip çattığında ya "saadet" (kurtulmuş),
ya da "şekavet" (kaybetmiş) olur insan..,
Bu iki halden biri ölüm ânında meydana gelir. O kimseye "İşte sen hep bu
akıbetten kaçardın! Ondan korku ile kaçtıkça başına geldi, denir.
Allah
Teâlâ şöyle buyurdu:
"SÛr'a üfürülmüstür. İşte bu,
tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (O gün) herkese, beraberinde sürücü ve şâhid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere)
gelmiştir."
Müfessİrlerin açıklaması Ayette geçen "sürücü" ve "şahitler"in iki melek oldukları, birinin mahşere sevketmekte, diğerinin de amellere şahitlik etme görevini
yerine getirdikleri söylenmiş; ayrıca "şahit" hafaza
melekle-
58
Kâf Sûresi (Cib: 26 Âyet:
22-23-24-25-26)
rinden
sayılmıştır. Bir yoruma göre de "sürücü" kötülüğü yazan melek,
"şahit" iyiliği yazan melektir."
Ölümden
sonra geri kalkmak, diriltmek İçin Sûr'un çalınmasından sonra, O âsilere vadolunan azaplarla o mûtflere vaadolunan sevapların gerçekleşeceği gündür. O günde her
nefis mahşer yerine sürülür.
Beraberinde
şeytanlar ve tanıklar olan melekler vardır. Gece gündüz Hayır-şerri üzerlerinde
işledikleri yerler de ona tanıklık ederler. Onları cennete veya cehenneme sevkeden görevliler vardır. Her nefsin günah İşleyerek
değerlendiremediği ömrüne pişman olacağını önceden haber vererek Allahü Teâlâ şöyle buyurdu.
Beraberinde
şaytanlar ve tanıklar olan yazıcı melekler vardır.
Gece ve gündüz hayır-şerri yazarlar. Şüphesiz ki her insan günahının ve
sevabının karşılığını alacaktır.
Onları
cennete veya cehenneme sevk eden görevli melekler vardır. İnsanlar
yaptıklarının karşılığını muhakkak alacaklardır. Cenab-ı
Allah insanlara ayetlerle şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki sen (dünyada) bundan gaflette idin. İşte senden
(gaflet) perdeni kaldırıp açtık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir!"
Ey
bîçâre İnsanoğlu! Sen bugünün gelip çatacağından gafildin. Haber verenleri
yalanladın. îman etmedin. Dünyadaki gerçekleri göstermeyen gaflet perdelerini
gözünden açıverdik. Bugün apâşikâr gördün. Şüphe
perdesi kaldırıldı. Hayır-şer sana tam gösterildi.
Allah
Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onun
yanında olan (melek) der ki: "İşte yanımda (yazılı) olan şey karşındadır.
(Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inadeden,
hayra bütün hızıyla engel olan, zâlim, şüpheci her nankörü atın ce-henneme!"
"Allah
ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte a ün!"
(Cüz:
26 Âyet: 27-28-29) Kâf Sûresi 59
O
melek kî, onun yaptıklarını yazardı. O defteri dürüp Allahü
Teâlâ'ya sundu. Dedi ki: "Yarabbi!
Bu beni kendisinin yaptıklarını yazmaya görevli kıldığın kişidir. Onu
getirdim." Yüce Allah o iki meleğe emreder ve: "Onu ve her kâfiri
cehenneme atın! Onlar bizim Vahdaniyetimizi inkâr ettiler. Peygamberimizi ve
kitabımızı yalanladılar. Haktan yüzçevirdi-ler. Kendi nefislerine uydular, zulmettiler. Cimrilik
gösterdiler, İslama gelmediler. Böylece zâlim, hâin
oldular. Birliğimizden şüphe eylediler. Bizim mülkümüzde bize ortaklar koştular
Onu kendilerine Mâbud saydılar. Bırakın onları o
cehenneme ki dünyada yaptıklarının tadını (!) çıkarsınlar." Bunu işiten o
cehennemlikler: "Bizi ancak şeytan azdırdı" dediler.
Hak
Teâlâ şöyle haber verdi:
"Arkadaşı
(olan şeytan): "Ey Rabbimİz! Onu ben azdırmadım.
Fakat o, (zâten haktan) uzak bir sapıklık içinde İdi" dedi."
Dünyada
onun yakını olan o şeytan: Yârabbî ben bunu
azdırmadım. Bilâkis kendisi Haktan uzaklaştı ve azgınlıklara düşmüştü. Böylece
bunlar Allah'ın huzurunda biribirleriyle çekişirler.
Bunun
üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu:
Allah
buyurun "Benim huzurumda çekişmeyin. Ben size önceden uyarı tehdid göndermiştim. Benim yanımda söz değiştirilmez. Ben
kullara zulümkâr da değilim."
Hak
Teâlâ buyurur ki: Ey şeytan ona uyan insan! Benim
huzurumda çekişmeyin. Ben size bundan önce kitap göndermiş ve hep olacak
şeyleri bildirmiştim. Bu çekişmenin faydası yoktur. Benim hükmüm, takdirim
elbette değiştirilemez. Ben Azîmüşşan kimseye asla
zulmetmem. Ben bunların ne kadar sapık olduklarım "ezelî ilmimle"
bilirim.
Ve
nice kişileri yoldan çıkardılar. Bunun karşılığı olarak cehenneme atılacaklar.
Rasûlullah
(s.a.v)'in şöyle dediğini Ebû Salim rivayet ediyor:
"Sizden hiçbir kimse yoktur ki, onunla bir cinnî
(şeytan) ile bir melek yoldaş olmasın. Sahabeler: "Ey Alla h'ın Rasûlü senin için de durum
aynı mıdır?" Rasûlullah (s.a.v): "Evet,
var. Ancak Hak Teâlâ bana yardım ey-
60
Kâf Sûresi (Cüz: 26 Ayet: 30-31-32)
ledi ve o
cinnim de müslüman oldu.
Bana ancak hayır şeyler söyler/ dedi.
Yüce
Allah söyle buyurdu:
"O
gün cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz o <fcu
'Dana var mı?' diyeceki Cennet, takva sahiplerine, uzak olmayarak, yaklaştırılmiş-tır. İşte size vaadohınan
cennettir ki (o, Allah'ın taatına) dönen, Onun (ahkâmına)
riayet eden içindir."
'Cennet
de takva sahiplerine yaklaştırılır, (onlardan) uzakta olmayacaktır."
Hak
Teâlâ cehennemlikleri oraya koyduktan sonra buyurur
ki: "Ey cehennem! Seni (imansız ve tevbesiz ölen
bütün günahkârlarla) dolduracağım, vaadimi tam yerine getirdim mi?"
Cehennem der ki: "Daha ziyâde varsa getir!"
Denilmiştir
kî: Dolduktan sonra "daha var mı?" demesi, cehennemin Yaratıcılarının
buyruklarına karşı gelerek isyan edenlere ve içindekilere gazaplanarak
katı azap içinde olduğundan dolayıdır. Ebû Hureyre (r.a) dedi ki:
"Cehennem,
dolmaya doymaz. Daha daha ister. Ona (Hak Teâlâ sizi doldurmak için geçmiş kavimlerden bir kavim
koyacak deyiniz. Öyle ki bir kişilik bile yer kalmayacak. İçi daralacak Nihayet
Cehennem (yeter artık yeter!) diyerek dolar."
—
Cennetliklerin çeşitli nimetleriyle sefa sürdüğü görülür. Onlar şirk koşmaktan
ve diğer büyük günahlardan sakınanlardır. Şu müjde de onlara (
"İşte
söze vaadolunan cennettir ki (o, Allah'ın taatına) dönen, Onun (ahkâmına) riayet edenedir."
Açıklama:
İşte size vâdedilen cennet! Ki o, Allah'a yönelen,
emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş
bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.
(Cüz:
26 Ayet: 33-34-35-36) Kâf Sûresi 6l
Hak
Teâlâ buyurdu ki:
"Çok
esirgeyici Allah'a gıyabî saygı gösteren Hakkın taatına
yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.
Selâmetle
girin oraya. İşte bu, ebedilik günüdür. Orada onlara ne dilerlerse var. Nezdjmlzde daha fazlası da var."
(Son
cümlede işaret edilen nimetten maksadın "Allah'ı görme" olduğu
âlimlerin çoğunluğunca ifade edilmiştir. Ayrıca ziyadelik, gözlerin görmediği,
kulakların işitmediği, hiçbir insanın hatırına gelmeyecek sonsuz nimetler
şeklinde de yorumlanmıştır.)
Yâni,
Cennet; Allah'ın azabını görmeden önce, ondan korkarak buyruklarını tutan o
kimseler içindir. Onlar yasakladıklarından da kaçındılar Allah Teâlâya ihlâsla yönelmişler ve
sürekli itaatte berdevam olmuşlardır. Onlar azaptan kurtulmuşlardır. Artık
orada ölmek yoktur. Hastalık yoktur. Yorgunluk yok. Artık sonsuza dek yaşamak
vardır, o cennette Onlar için "bizim katımızda dahası da var": Cemâlullâhı görmek! Bütün ikramlarımızla... Hediyelerimiz
ki, bitmez-tükenmez.
Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Biz,
bunlardan, evvel nice nesilleri helak ettik ki, Onlar kuvvetçe kendilerinden
daha (üstün ve) çetin idiler. (Ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler
aramışlardı. (Fakat) firara bir (çare) var mıydı?"
"Biz,
onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar
dolaşan nice nesilleri helak etmişizdir. Kurtuluş var mı?"
Açıklama:
"Diyar diyar dolaşan nice nesiller" diye
tercüme edilen toplulukların dolaşmalarının sebebi, Ölümden kurtulma çarelerini
aramalarıdır.
Yâ
Muhammed! Bu Mekkelilere şöyle! Onlardan Önce birçok azgın kavmi yokettik! Onlar kendilerinden daha güçlü-kuvvetliydiler.
Ticarî yol-
62
Kâf Sûresi (Cüz-. 26 Âyet: 37-38)
culuklarında
ibret gözüyle baksınlar: Onlar Allah'ın azabından kaçarak bir sığınak bulmuşlar
mıdır? Asla kurtulamamışlardır.
Ticaretlerinde,
seferlerinde gezip gösrünler, Allah'ın azabından
kaçacak ve sığınacak yer bulamadılar kî
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Şüphesiz
bunda aklı olan, yahut kendisi huzur C-u kalp) İçinde olarak, kulak veren
kimseler için elbette bir öğüt vardır."
Yâ
Muhammedi Geçen ümmetlerin duçar oldukları azapları sana Kur'anla
bildiriyoruz. Böylece düşünürler de ders almış öğüt dinlemiş olurlar. Kur'anı, gönülleri uyanık, akıllı ve "korku dolu bîr
ruhla" dinlemiş kimseler gâfıl değillerdir. Kur'an'ı gönlü şahit olarak ve kavrayışla dinlemiştir. Asıl
akıllı o kimseye derler ki, basit bir söze bile -ona candan kulak verir ve onu
anlar. Ondan maksadı kavrar. Ona göre amel eder. Sonsuz mutluluk hazinesiyle
zengin olur. Böyle olmazsa bitmez sıkıntılarla sonsuz yokluk kaçınılmaz olur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Andolsun ki biz gökleri, yeri ve İkisi arasında bulunan
şeyleri altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamışttr."
Bu
âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Allah yerleri, gökleri ve bu
ikisi içindeki varlıkları yaratınca yoruldu. Yedinci günü Cumar-tası
Arşın üstüne bağdaş kurup oturdu. Onlar Allah'a "acizlik ve
yorgunluk" nisbet ettiler. Allah ise bunları
reddetti: Biz gökleri, yerleri ve ikisi içindeki canlı-canstzlan
hiçbir yorgunluk, acizlik olmaksızın yarattık. Biz, yorulmuyoruz ki dinlenelim.
Aldı olan bunu, böyle doğru anlar. Her kim-Allah korusun- bu yahûdîler gibi düşünse ve konuşsa o gruba girer ve onlardan
yazılır. Sonunda ebedî cehennemlik olur. Mü'mine
vacip olan, itikadı üzerinde titizlikle durmak ve asla şüpheye düşmemektir.
Böyle olmaz ise îmanında boşluklar olur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
(Cüz:
26 Ayet: 3*4041-42) Kâf Sûresi 63
"(Habtblm) ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabblni, güneşin doğusundan evvel ve batışından önce,
hamaile teşbih et Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbîh et."
(Resulüm!)
Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de batışından önce de
Rabbini hamd ile teşbih et."
Yâ
Muhammed! Bu Mekke kâfirlerinin seni incilterek yalanlamalanna sabret. Ne derlerse desinler, sen Rabbine hamdederek (SübhânaHah) de!
Takdîs eyle, kutsallaşür
Gündoğmazdan
önce "sabah namazını" kıl. Güneşin batışından önce de "öğle ile
ikindi namazlarım* kıl. Gecenin bir bölümünde de "akşam ile yatsı
namazlarını" kıl. Vitiri de kıl. Bütün bu
vakitlerde fandara-nâfilelere devam et. Onların acı
vermelerine aldırma. Onların âkibetlerini düşün...
Akıllı olan mü'mine, gece gündüzü, Allah'a İtaat ile
geçirmesi yaraşır. Hal-km il eri-geri konuşmalarına aldırmaz. Çünkü inananları,
incitenler, Kıyamet gününde ilk önce kendileri söylediklerine sonu gelmez
pişmanlık içinde olacaklar. Fakat bunun hiçbir faydası olmayacak.
'Gecenin
bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'mı teşbih
et."
(Bu
âyetle de akşam, yatsı ve teheccüd namazlanyla, farz namazlarının ardından kılınan sünnet ve
nafile namazlar veya vitir namazı kastedilmiştir).
"Nida
edenin yakın bir yerden ünleyeceği güne kulak ver. O gün (bütün halk) o hak
sayhayı işiteceklerdir. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür."
Seslenenin
yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. (Açıklama Semadan, Sûr'a üfürecek
olan İsrafil (a.s.)'ın çağrısına işaret
olunmaktadır).
Yâ
Muhammed! İsrafil (a.sTın Sûr'a yere daha yakın bir
yerden (Bey-tü'1-Makdis'ten) üfleyeceği gün gelip
çatmadan önce amel etmeye bak.
64 Kâf Sûresi (Cüz:
26 Ayet: 43-45)
Onu
bütün varlıklar işitir. Bu, gerçektir. Olacağından hiç şek-şüphe yoktur.
Canlılar kabirlerinden çıkacaklar. Hesap yerine (mahşere) gelecekler. Bir kısmı
Cennete girecek. Bir bölüğü de her türlü sıkıntı yeri olan cehenneme
girecektir.
"O
gün İnsanlar bu sesi gerçekten İşiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür).
(Buna
göre insanlar, israfil'in ikinci Sür'a
üfurüşünü işitecekler, işte bu ses ve işitme ile
kabirlerinden dirilip çıkacaklardır).
"Öldürecek
de, diriltecek de şüphesiz ki, biziz, biz. Dönüş de ancak bizedir. O gün hepsi sür'atle çıkmak üzere yer kendilerinden ayrılır. İşte bu,
bize göre kolay olan bir haşirdir."
"Şüphesiz
biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir."
Yâni,
biz onları bir damla nûtfe (sperma) dan yarattık.
Dünyaya getirdik. Sonra öldürdük. Ölümden sonra da dirilteceğiz. Bütün
varlıklar dönüp dolaşıp bizim huzurumuza gelecekler. Gökler parça parça olacak. Yer ise içindeki mevtaları atacak, ölüler
hızlı hızlı bizim huzurumuza gelecek. Bütün
yaratıkları derlemek-toparlamak bizim için çok kolaydır.
Yine
şöyle buyurdu:
"Biz
onların neler demekte olduklarını çok iyi bileniz. Onların üstünde bir zorba
değilsin sen. Onun İçin benim tehdidimden korkacaklara (sadece) Kur'an ile öğüt ver.'1
{Cüz:
26 Âyet: 45) Kâf Süresi 65
"Biz
onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı
değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'anla öğüt
var."
Yâ
Muhammedi Sen üzülme. Biz bunların ne dediklerini biliriz. Biz, seni ve
öldükten sonra kalkışı da yalanladıklarını biliriz. Bi2 seni bunların üzerine
musallat kılmadık. Böylece sen bunları zorla inandırasın... Biz seni
inananlara, cenneti rahmetimizle vereceğimizi müjdelemen İçin gönderdik. Bize
kavuşacağına inanmayanları da korkutman için gönderdik. Sen bildiricisin. Sen
şimdilik onları sırf Kur'an ile korkut. Azabımızdan
korkanlar îman ederler. Maksat böylece gerçekleşir.
Rasûlüllah
(s.a.v) şöyle buyurdu:
"Kim
ki Kâf Sûresini çok okursa sekeratülmevti
(can çekişmesi) kolaylaşır.