KAF SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Kaf Süresiyle Sad Suresi Arasındaki Benzer Yönler: 3

Müşriklerin Yeniden Dirilişi İnkâr Etmeleri Ve Onlara Verilen Cevaplar. 3

İrab: 3

Açıklaması: 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 7

Önceki Milletlerden Peygamberleri Yalanlayanların Durumunun Hatırlatılması: 7

Kelime Ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki: 8

Açıklaması: 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9

İnsanın Yaratılması Ve Onun Ahvalini Allah'ın Bilmesi: 9

Belagat: 9

Kelime Ve İbareler: 9

Ayetler Arası İlişki: 10

Açıklaması: 10

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 11

Kâfir İle Arkadaşı Şeytan Arasında Kıyamette Vuku Bulacak Konuşma: 12

Belagat: 12

Kelimeler ve İbareler: 12

Nüzul Sebebi: 13

Ayetler Arası İlişki: 13

Açıklaması: 13

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 14

Muttakilerin Durumu: 15

Kelime ve ibareler: 15

Ayetler Arası İlişki: 15

Açıklaması: 15

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 16

Yeniden Dirilişi İnkâr Edenlerin Tehdit Edilmesi, Bunun Bir Defa Daha Onlara İspat Edilmesi Ve Rasulullah (S.A.)'e Yöneltilen Bazı Emirler: 16

Kelime ve ibareler: 17

Nüzul Sebebi: 17

Ayetler Arası İlişki: 18

Açıklaması: 18

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 20


Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

 

KAF SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Tek başına "kaf' harfiyle başladığı için bu sure Kaf diye isimlendiril­miştir. Allah'ın "Sad, nun'.   Elif. lam. mim .   Ha. mim    Ta, sin" sözleri de bunun gibidir. Şa'bi demiştir ki:  Kaf bu surenin başlangıcıdır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Allah Tealâ Hucurat suresinin sonunda iman enik diyen bedevilerin imanının hakiki olmadığını beyan etmişti, imanın bulunmaması, nübüvve­ti ve yeniden dirilişi (bas) kabul etmemenin bir delil: sayılmaktadır. Bu yüzden Kaf suresi müşriklerin nübüvveti ve yeniden dirilişi inkâr etmeleri­nin açıklamasıyla başlamış, sonra da onların bu halı kat ı deliller ile redde­dilmiştir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu surenin Mekke'de inmiş olduğunda alimlerin icmaı vardır. Bu se­beple bu surenin konusu tevhid, yeniden dirilme, nübüvvet ve risalet gibi İslâm itikat esaslarını konu alan diğer Mekki sureler gibidir. Fakat bu su­rede özellikle İslâm inanç esaslarının ikincisi olan yeniden diriliş konusu iş­lenmiş, bunun ispatı yapılmış ve inkâr edenlere karşı cevaplar verilmiştir.

Bu sebeple bu sure müşrik Arapların ve Kureyş'in yeniden dirilişi, nü­büvveti ve Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamberliğini inkâr etmeleri, kendi­lerinden uyarıcı bir peygamberin gönderilmesine ve ölümden sonra tekrar hayat bulmaya hayret etmelerinden bahsederek söze başlamıştır. Allah Te­alâ, "Kaf! Yüce Kur'an'a yemin olsun ki bilakis onlar kendilerinden bir uyarıcının gelmesine hayret ettiler. Bu yüzden kâfirler "Bu şaşılacak bir şey. Biz ölüp toprak olduğumuzda mı (diriltileceğiz)1? Doğrusu bu uzak bir dö­nüştür." dediler." buyurarak yüce Kuran adına yemin etmiştir.

Allah'ın yeniden diriltmeye vb. şeylere dair üstün bir kudretinin oldu­ğuna delil getirmek için, daha sonra gelen ayetler varlığın oluşum safhala­rının düşünülmesini, gökyüzünün yapısı ve süsleriyle yeryüzünün dağlan, ekinleri, bitkileri ve yağmurlarının ibret nazarıyla seyredilmesini teşvik etmektedir: "Gökyüzüne (ibret nazarıyla) bakmazlar mı?"

Sonra bu ayetlerde Kureyş kâfirlerini diğer milletlerin başına gelen musibetlere karşı uyarmak için Nuh kavmi, Ashabür-Res, Semud, Ad, Fi- ravun, Lût kavmi, Ashab'ul-Eyke, Şuayb (a.s.)'in kavmi ve Tubba kavmi gi­bi önceki milletlerin helak edümelerindeki öğüt ve ibretleri belirleyip te­fekkür sebeplerini ortaya koymuştur. "Onlardan önce Nuh kavmi, Res hal­kı ve Semud da yalanlamıştı."

Daha sonraki ayetlerde insanın söz ve davranışlarını gözeten, duru­munu murakebe eden iki meleğin sürekli olarak onun beraberinde bulun­duğu, ölüm sarhoşluğunda sahifesinin dürülüp toplatılacağı ve mahşer ile hesap gününün korkunç ahvaline maruz kalacağı gibi konulara geçilmiştir.

"Andolsun ki insanı biz yarattık." "Sura üfürülür, işte bu geleceği va-adedilen gündür." Bütün bunlardan sonra bu büyük olaylardan zaruri ola­rak öğüt ve ibret alınacağı ifade edilmiştir. "Şüphesiz bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimseler için ibretler vardır."

Bu yüce sure göklerin, yerin ve bu ikisi arasında mevcut bulunan şey­lerin yaratılması, kabirden çıkmak için hak olan sesin işitilmesi, ölülerin üzerinden yerin süratle açılıp yarılması gibi müşahede edilecek büyük olaylar ile tamamlanmış, ayrıca Rasulullah'a (s.a.) ve ona tabi olanlara sabredip gecenin derinliklerinde ve gündüzün başında ve sonunda teşbih etmeleri, müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmelerine ve savurdukları tehditlere aldırış etmemeleri ve Allah'ın tehdit ve cazalandırmasma dair Kur'an'la hatırlatmada bulunmaları emredilmiştir. Ayetler: "Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık." "Çağıra­nın çok yakın bir yerden çağıracağı güne kalak ver." "Biz onların dedikleri­ni çok iyi bilmekteyiz"[3]

 

Surenin Fazileti:

 

Yaratılışın nasıl başladığı, hayatın görünen tarafı ile dünyevi cezalar, yeniden diriliş, cennet ve cehennem, sevap ve ceza konularında insanlara nasihat etmek için bu sure, Ramazan ve Kurban bayramları ile Cuma gün­leri gibi umumi toplantılarda ve büyük olaylarda okunmalıdır.

Söz konusu münasebetlerde bu surenin okunmasının sünnet olduğu­nun delilleri aşağıdaki hadislerdir:

Müslim in Sahih'inde Cabir b. Semure'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.j sabah namazlarında "Kaf, şerefli Kur'an'a andolsun." suresini okurdu. Bundan sonra onun namazı kısa olurdu."

Müslim, Ebu Davud, Beyhaki ve İbni Mace Ümmü Hişam b. Harise b. en-Numan'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. "Ben "Kaf! Şerefli Kur'an'a andolsun ki..." suresini bizzat Rasulullah (s.a.)'ın lisanından öğrendim. Ra­sulullah (s.a.) her cuma insanlara hutbe irad ettiğinde bu sureyi okurdu."

Ahmed, Müslim, Ebu Davud ve Nesai Hz. Ömer'den şöyle rivayet et­mişlerdir. Hz. Ömer, Vakıd el-Beysi'ye Rasulullah (s.a.)'m Kurban ve Ramazan bayramlarında ne okuduğunu sorduğunda o şöyle demiştir: "Rasu-lullah (s.a.) bayramlarda "Kaf, şerefli Kur'an'a yemin olsun." suresi ile "Kı­yamet vakti yaklaştı ve Ay yarıldı, suresini okurdu."

Bayramlarda bu surenin okunmasının sebebi şudur: Bayramlar mut­luluk içinde olma, giyinip kuşanma günleridir. Ancak insanın hesap mey­danına çıkacağını unutmaması gerekmektedir. Dolayısıyla böbürlenen bir şımarık ve günaha dalan bir fasık olmair.ası için de Kur'an'dan öğüt alma­lıdır. Nitekim bu surenin başında 'Kaf! Şeref.: Kur'an'a yemin olsun ki..." denilmiş sonunda ise "Tevhitten korkan kimseye Kur'an'la öğüt ver." buyu-rulmuştur. Ayrıca "İşte bu (ortaya) çıkış günüdür”, sözünü. "İşte hayata ye­niden çıkış da böyledir" sözünü ve “Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir." sö­zünü her insanın düşünmesi gerekir. [4]

 

Kaf Süresiyle Sad Suresi Arasındaki Benzer Yönler:[5]

 

Her iki sure de alfab€ harr'enr.der. bınsı :1e başlamış. Kur'an'a ye­min edilmiş ve "bel   edalıyla birlikte hayret ifadesi yer almıştır. Ayrıca her iki surenin başı ve sonu birbirine uygundur  Sai suresinin basında Sad,
zikir sahibi Kur'an'a yemin olsun   sonunda ise  “Bu, ancak alemler için bir öğüttür." ifadesi Kaf suresinin başında  “Kaf! Şerefli Kur’an’a yemin olsun." sonunda da "Tehditten korkan kimseye Kur’an’la öğüt ver”   ifadesi yer al­mıştır. Kaf suresi Sad suresinin son bulduğu konuyla başlamıştır. Yani her iki surenin başında alfabe harfi bulunmaktadır. Aynı şekilde her iki sure Kur'an'dan bahsederek başlayıp yine aynı bahisle son bulmuştur.

Sad suresinde "İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor?” ile Yürüyün, ilâhla­rınıza bağlılıkta sabredin..." ayetlerinde İslâm itikat esaslarının ilki olan tevhid konusu, Kaf suresinde ise "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz za­
man mı diriltileceğiz. Bu, akla uzak bir donuktur ayetinde itikad esasları­nın ikincisi olan yeniden diriliş meselesi ele alınmıştır.

Her iki sure de incelediği konuya münasip bir şekilde başlamış ve son bulmuştur. Şöyle ki: Sad suresi İslâm itikad esaslarının ilkinin takriri ile başlamış bu surenin sonunda Allah Tealâ Hani Rabbin meleklere ben top­raktan bir insan yaratacağım demişti... buyurarak vahdaniyetinin delili olduğu için yaratılışın başlangıcını anlatmıştır. Kaf suresi ise yeniden diri­liş gününü beyan ederek başlamış ve surenin sonunda Allah Tealâ "Yerin onların üzerinden süratle yarılıp açıldığı gün (onların) dönüşü ancak bize­dir. Bu bize göre kolay olan bir haşirdir." denmiştir. Kısacası her iki surede aynı şekilde başlayıp bitmektedir. [6]

 

Müşriklerin Yeniden Dirilişi İnkâr Etmeleri Ve Onlara Verilen Cevaplar

 

1- Kaf! Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki.

2- Bilakis o kâfirler kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar da şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir
şeydir."

3- "Biz öldüğümüz ve toprak olduğu­muz zaman mı (diriltileceğiz)? Bu, kabul edilmesi uzak bir dönüştür."

4- Biz toprağın onlardan neleri ek­ silttiğini bilmekteyiz. Ayrıca nezdimizde o bilgileri koruyan bir de ki­tap vardır.

5- Bilakis onlar hak kendilerine ge­lince yalanladılar. Şimdi onlar şaş­kın bir haldedirler.

6- Üstlerindeki gökyüzüne bakmaz­lar mı ki onu nasıl bina etmiş ve na­sıl donatmışız. Onda hiçbir çatlak
da yok.

7- Yeryüzünü de döşedik ve ona sa­bit dağlar koyduk. Orada güzel ve parlak her türden yetiştirdik.

8- (İşte bütün) bunlar, Rabbine dö­nen her kula bir öğüt ve ibret olma­sı için (yaratılmıştır).

9- Gökten de bereketli su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek tane­ler bitirdik.

10- Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları.

11- Ki kullarıma rızık olmak için (yaratılmıştır). Biz onunla ölü bir memlekete can verdik. İşte (kabir­den) çıkış da böyledir.

 

İrab:

 

"Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki..." cümlesi kasem, yani yemindir. Bu­nun cevabı ya hazfedilmiş bir cümledir ve Muhakkak diriltileceksiniz" şeklinde takdir edilir; veya "Biz onlardan toprağın neler eksilttiğini bilmek­teyiz..." cümlesidir. Yahut da Kaf harfinin Bu işe kesin olarak hükmedil­di." manasında olduğu görüşünde olanlara göre. yeminden önceki kısım ye­minin cevabının yerine geçmiştir ki o da "Kaf harfinin delâlet ettiği bu manadır. Buna göre mana şudur: Kur'an'a yemin olsun ki sen yeniden diri­lişle onları uyarmak için geldin. Fakat onlar bunu kabul etmediler.

"Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı':..." ayetinde âmil "iza" lafzıdır. Burada cevap olarak sözün delâlet ettiği mukadder bir fiil vardır. Takdiri şöyledir: Ölüp toprak olduğumuzda mı  diriltileceğiz." [7]

 

Belagat:

 

"Biz ölüp toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz - cümlesi, yeni­den dirilmeyi uzak kabul ettikleri için, inkâr manasına gelen sorudur. Yani elbette diriltilmeyeceğiz, demektir.

"Aksine... onlar hakkı yalanlamışlardır..." lafzı ile Allah in ayetlerini ve peygamberini yalanlamanın hayret etmekten daha çirkin olduğunu be­yan etmek için, Allah Tealâ önceki söz yerine hakikatini ifade eden bir tes­pitte bulunmuştur.

"İşte yeniden diriliş de böyledir..." kavlinde mücmel ve mürsel bir teş­bih vardır. Burada ölülerin diriltilmesi ölü topraktan bitkilerin çıkartılma­sına benzetilmiştir. [8]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Kaf alfabe harfidir. Kur'an'm mucizeliğine ve sonrasında okunacak hüküm ve hadiselerin önemine dikkatleri çekmek için getirilmiştir. Ebu Hayyan şöyle demiştir: "Kaf bir harftir. Manası hakkında müfessirler bir birine zıt görüşler ileri sürerek ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan hiçbirinin sa­hih olduğuna dair delil olmadığından onları nakletmedim.

"Şerefli Kur'an'a yemin olsun." Allah Tealâ diğer kitaplara karşı üs­tünlük ve şerefe sahip olduğu ve dinî dünyevî birçok hayır ihtiva ettiği için Kur'an'a yemin etmiştir. Rağıb şöyle demiştir: Ayette geçen "mecd" ikram­da ve şerefte genişlik demektir.

"Bilakis o kâfirler kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar" Kendi cinslerinden ve kendi içlerinden bir kimsenin, peygamber olarak gönderildikten sonra cehennem ateşiyle onları uyarıp korkutması hayret edilecek bir şey değildir. Bu yüzden onların bu şaşkınlığı reddedilmiştir. "...da şöyle dediler: "Bu" uyarma "şaşılacak bir şeydir. Biz ölüp toprak oldu­ğumuz da mı?" Öldüğümüz zaman mı dirilip döneceğiz. "Bu, kabul edilmesi

uzak bir dönüştür." Yani bu ölümden sonra yeniden dirilme hadisesi tabiat kanunlarına ters düşen ve kabul edilmekten uzak, imkan dışı bir iştir.

"Yeryüzünün onlardan neleri eksilttiğini biz bilmekteyiz..." Toprak, öl­dükten sonra onların cesetlerini yer. Bu şekilde, onların yeniden dirilişi ka­bulden uzak görmeleri reddedilmiştir. "Nezdimizde o bilgileri koruyan bir kitap vardır..." O kitap Allah tarafından takdir edilmiş her şeyi ve onların tafsilatını muhafaza eden levh-i mahfuzdur. Bu ayet Allah'ın meydana ge­lecek her şeyi bildiğini vurgulamaktadır.

"Bilakis onlar" Kur'an ve Rasulullah (s.a.) hakkında "hakkı" yani mu­cizeler ve Kur'an ile sabit nübüvveti "kendilerine gelince yalanladılar. Şim­di onlar şaşkın bir haldedirler." Müşrikler bir defasında Rasulullah'a (s.a.) şair, Kur'an'a şiir derken, bir defasında ona sihirbaz, Kur'an'a sihir demiş­ler, daha sonra da Rasulullah'a (s.a.) kâhin, Kur'an'a da kehanet demişler­di. İşte bu durum onların şaşkınlık hallerini göstermektedir.

Yeniden dirilişi inkâr ettikleri zaman "üstlerindeki gökyüzüne bak­mazlar mı ki onu nasıl bina etmiş" yani direksiz olarak yükseltmiş "ve do­natmışız" yani gezegen ve yıldızlarla süslemişiz. "Onda hiçbir çatlak da yok." Yani onda kusur meydana getirecek yarıklar ve delikler yoktur.

"Yeryüzünü de döşedik" yani yaydık. Hareketlilikten onu korumak için "ona sabit dağlar koyduk. Orada güzel ve parlak her türden " bitki "yetiştir­dik."

"Allah'a dönen her kulun" yani Allah'a itaata dönen, çok tevbe eden ve Allah'ın yaratışındaki eşsiz güzellikleri düşünen herkesin "gönül gözünü açmak ve öğüt vermek için (bütün bunları yaptık.)"

"Biz gökyüzünden de bereketli su indirdik" Yani hayrı, bereketi ve fay­dası olan yağmuru indirdik.

"Biz onunla" o suyla "ölü bir memlekette" yani bitki yetişmeyen çorak bir toprağa "can verdik."

Kabirlerden "çıkış da böyle olacaktır." Buna göre ayetin manası şöyle­dir. Su ile bu ölü toprak nasıl hayat buluyorsa öldükten sonra siz de işte öyle dirilip çıkacaksınız.[9]

 

Açıklaması:

 

"Kaf Bunun alfabe harfi olduğunu daha önce görmüştük. Kur'an onla­rın konuştuğu ve yazdığı dilin harflerinden meydana geldiğine, onun tama­mının veya bir ayetinin benzerini getirmelerine dair Araplara meydan oku­mak için alfabe harfleri kullanılmıştır. Ayrıca "kaf harfi daha sonra gele­cek olan konunun önemine dikkat çekmek için getirilmiştir.

Nasıl bir kaç harf ile yapılan yeminlerin çoğunun peşinden Kur'an, Kitap veya Tenzil ifadeieri getiriliyorsa tek harfle yapılan yeminlerin akabin­de de Kur'an'm bir vasfı zikredilmektedir.

Razi, Allah'ın harfler ve başka nesnelerle yaptığı yeminler için güzel bir tasnif yapmıştır. Şimdi kısaca onları zikredelim.[10]

a) Allah Tealâ Kur'an'da bazen "Asra yemin olsun ki", "Yıldıza yemin olsun ki" gibi bir tek varlığa yemin etmiş, bazen de "Sad", "Kaf gibi bir harfe yemin etmiştir.

b) Bazen "Duha vaktine ve geceye yemin olsun" ile "Gökyüzüne ve Tarık yıldızına yemin olsun" kavlinde olduğu gibi iki varlığa yemin etmiş, bazen de "Ta ha", "Ta sin", "Ya sin" , "Ha mim" vb. de olduğu gibi iki harfe yemin etmiştir.

c) Allah Tealâ Kur'an-ı Kerim'de bazen "İbadet için saf tutanlara kötü­lüklerden alıkoyanlara ve Kur'anı tilâvet edenlere yemin olsun ki" ayetinde olduğu gibi üç duruma, "eliflâm mim", "Ta sin mim", "eliflâm ra" ayetle­rinde de üç harfe yemin etmiştir.

d) "Savurup dağıtan rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolaylıkla akıp gidenlere, taksim eden meleklere yemin olsun ki" ayetinde, Buruç sure­sinin başında ve "İncire ve zeytine, Sina dağına ve bu emniyetli beldeye ye­min olsun ki" ayetinde dört duruma; Araf suresinin başında yer alan "Elif lâm mim ra" ayetinde dört harfe yemin etmiştir.

e) Allah Tealâ bazen de Tur, Mürselat, Naziat ve Fecir surelerinin ba­şında olduğu gibi beş olaya ve "Kaf ha ya ayn sad", "Ha mim ayn sin kaf kavillerinde olduğu gibi beş harfe yemin etmiştir. Allah Tealâ Şems suresi hariç hiçbir surede okunuşunda zorluk olmaması için beşten fazla harfe ye­min etmemiştir.

Allah Tealâ bir olaya yemin ederken "ve't-Tur", "ve'n-Necm"de olduğu gibi yemin harflerinden "vav'ı zikretmiş, harflerle yaptığı yeminler de ka­sem vavını zikretmemiş mesela ve "ve kaf "ve ha mim" dememiştir. Çünkü yemin bizzat harflerle yapıldığından bu harflerle yeterli olmaktadır.

Allah Tealâ Tin ve Tur gibi eşyaya yemin ettiği gibi herhangi bir keli­me oluşturmadan sırf harflerle de yemin etmiştir. Harflerle yapılan yemin­ler sadece sure başlarında bulunmaktadır. Yirmisekiz surenin baş kısmın­da harflerle yemin edilmiş, "ve'ş-Şemsi" suresi hariç ondört surede ise baş­ta ve ortada olmak üzere her defada yemin edilen harflerle aynı sayıda eş­ya ile yemin etmiştir. Surelerin ortalarında yer alan yeminlere şunlar mi­sal verilebilir:

"Hayır, aya, geri döndüğü zaman geceye.... yemin olsun ki..." "Geceye ve topladığı şeylere yemin olsun ki" "Yöneldiği zaman geceye yemin olsun ki."

Harflerle Kur'an'm her iki yarısında, hatta her yedide birlik bölümün­de yemin edilmişken, Saffat suresi hariç bazı nesnelerle yapılan yeminler Kur'an'ın son yarısında ve son yedide birlik kısmında bulunmaktadır.

"Şerefli Kurana yemin olsun ki..." Burada Kur'an adına yemin edil­miştir. Yeminin konusu ise mahzuftur. Yani mana şöyledir: Hayır ve bere­keti bol, kadru kıymeti yüksek Kurana yemin ederim ki ey Muhammedi Yeniden dirilişle onları uyarmak için gönderildin. Burada yeminin söz ko­nusu cevabına yeminden sonra gelen söz delâlet etmektedir. Kasemden sonra nübüvvetin ve yeniden dilişin ispatı konuları işlenmiştir. Böyle bir kullanıma Kur'an'da çokça rastlanmaktadır. Meselâ şu ayette böyledir: "Sad. Şeref ve şan sahibi Kur'an a andolsun ki. Aksine kâfirler bir gurur ve isyan içindedirler."

"Aksine onlar kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar da kâ­firler şöyle dediler: Bu şaşılacak bir şey." Yani Kureyş kâfirleri kendilerine kendi cinslerinden bir uyarıcı olan Hz. Muhammed (s.a.)'in gelmesine hay­ret ettiler. Onlar sırf şüphe duyup onu reddetmekle kalmadılar; aksine bir de bunu şaşılacak işlerden kabul ettiler de şöyle dediler: Bu uyarıcı pey­gamberin bizim gibi insan olması bizi şaşkınlığa sevketmekkedir. Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "İnsanları uyar diye kendilerinden bir kimseye vahyetmemiz insanlar için sayılacak bir durum mudur?" (Yunus, 2/10). Yani bu sayılacak bir şey değildir. Zira Allah Tealâ insanlardan ve meleklerden peygamberler göndermiştir.

Kureyş kâfirleri aynı şekilde yeniden diriliş hadisesine de şaşırıp kal­mışlar ve Kur'an'm anlattığına göre şöyle demişlerdir: "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Doğrusu bu kabul edilmesi uzak bir dönüştür." Yani ölüp vücudumuzun her bir parçası toprağa dağıl­dığında ve çürüyüp toprak olduğunda mı yeniden diriltilip hayata dönece­ğiz? Bütün bunlardan sonra yeniden bu bünye ve vücuda dönmemiz nasıl mümkün olabilir? Doğrusu bu diriliş ve hayata yeniden dönüş aklen kabul edilemez! Onların iddiasına göre böyle bir şey mümkün değildir. Ayrıca ta­biat kanunlarına göre de böyle bir şey görülmüş değildir.

Bunun üzerine Allah Tealâ hem yeniden diriltmeye hem de başka şey­lere kadir olduğunu açıklayarak onların bu düşüncesini reddetmiştir. Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz toprağın onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Ayrıca nezdimizde o bilgileri koruyan bir de kitap vardır." Yani çürüme halinde toprağın onların cesetlerinden ne yediğini biz kesin olarak bilmekteyiz. Bunların hiçbiri bize gizli değildir. Bedenler nerede değildi, nereye gitti ve neye dönüştü hepsini biz biliriz. Ayrıca yanımızda onların sayılarını, isimlerini ve bütün eşyanın parçalarını ihtiva edip koruyan bir de "Kitap" bulunmaktadır ki o, Allah'ın değişiklikten ve şeytanlardan koruduğu Levh-i Mahfuz'dur.

Müslim, Ebu Davud ve Nesai Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Peygamber (s.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "Acbu'z-zenep (kuyruk sokumu) dışında toprak Adem oğlunun bütün bedenini yer bitirir. İnsan acbu 'z-zenepten yaratılmıştır ve yine parçaları ondan meydana geti­rilip yaratılacaktır."

Buna göre en doğru olan takdir şöyledir: Meselenin daha kolay anla­şılmasını sağlamak, Allah'ın ezelî ilminin bütün kâinatı ve eşyayı kuşattı­ğını ve her türlü olay ve amelin sayıldığını zihinde canlandırmak için Al­lah'ın katında bir kitabın bulunduğu ifade edilmiştir. Bu durum yanında her türlü gelir ve giderinin kaydedildiği muhasebe defteri bulunan bir kim­senin durumuna benzer.

Bu durum birçok ayette geldiği için iman etmek zorunda olduğumuz Levh-i-Mahfuz'un varlığına mani değildir. Bu ayette yeniden dirilişin caiz olduğuna ve Allah'ın buna kadir bulunduğuna işaret edilmektedir.

Daha sonra Allah Tealâ müşriklerin inat ve küfürlerinin ve onların ye­niden dirilişin vuku bulacağına hayret etmelerinden daha çirkin olan şe­yin, yani onların Allah'ın ayetlerini ve Allah Rasulünü (s.a.) yalanlamaları­nın sebebini açıklamıştır. Şöyle buyurmuştur:

"Bilakis onlar hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşkın bir haldedirler." Yani Kureyş kâfirleri gerçekte Kur'an'ı ve mucizeler ile sabit olan Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini yalanlamaktadırlar. Onlar eni­ne boyuna düşünmeden Kur'an'ı ve nübüvveti sırf Rasulullah (s.a.) tarafın­dan tebliğ edildi, diye yalanlamışlardır. Aslında onlar kendi dinleri hakkında karmakarışık bir halde bulunmaktadırlar. Çünkü onlar Kur'an ve Nebi (s.a.) hakkında bazen sihir ve sihirbaz, bazen şiir ve şair, bazen de kehanet ve kâ­hin demişlerdi. Bu durum onların sıkıntılı, tedirgin ve ne yaptıklarım bilmez derecede kafalarının karışık bir halde olduğunu göstermektedir.

Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimedir:

"Siz çelişkili sözler söylüyorsunuz. Ondan (Kur an dan) dönen döndü­rülür (engellenmez.)"

Daha sonra Allah Tealâ yeniden diriltme vs. şeylere kadir olduğuna dair dünya ve ahiret gerçeğine göre delil getirerek şöyle buyurmuştur:

"Üstlerindeki gökyüzüne bakmazlar mı ki onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız. Onda hiçbir çatlak da yok." Yani ölümden sonra tekrar diriltil-meyi yalanlayan ve büyük kudretimizi kabul etmeyen şu kâfirler kendi göz­leriyle gökyüzünün o hayretlere düşüren özelliklerine bakmazlar mı? O gök­yüzü direksiz olarak yükseltilmiş ve ışık gibi aydınlatan yıldız ve gezegen­lerle süslenmiştir. Onda yarıklar, yırtıklar ve çatlaklarda yoktur. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Yedi kat gökyüzünü tabaka tabaka yaratan O'dur. Rahmanın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Şimdi gözünü çevir bak hiç çatlak görebiliyor musun? Sonra gözünü iki defa daha çe­vir, o göz sana yorgun ve zelil bir halde geri dönecektir." (Mülk, 77/3-4). Yani o göz bir kusur ve noksan bulamadan yorgun bir halde geri döner.

"üstlerindeki" kavli müşrikler için, şiddetli bir kınama ve onların ah­maklığını yüzlerine haykırmadır.

"Yeryüzünü de döşedik. Ona sabit dağlar koyduk. Orada güzel ve par­lak her türden yetiştirdik." Yani aynı şekilde dayayıp döşediğimiz ve geniş­çe yaydığımız dünyada yaşayanların emniyeti için kendisine sabit dağlar yerleştirdiğimiz ve orada görüntüsü güzel ve parlak her türden ekinler, meyvalar, ağaçlar ve çeşit çeşit bitkiler yetiştirdiğimiz yeryüzüne bakmaz­lar mı? Bu ayetin bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "Belki öğüt alırsınız diye her şeyi çift yarattık." (Zariyat, 51/49).

"(İşte bütün) bunları, Rabbine dönen her kula bir öğüt ve ibret olması için (yaratmıştır)." Yani bunları biz kulların kalp gözü açılsın da öğüt alsın­lar diye yaptık. Rabbine ve Ona itaata dönen ve mahlûkatm eşsiz güzellik­lerini düşünen bir kul, ancak bu zikredilenleri kalp gözüyle görebilir ve dü­şünebilir.

Daha sonra Allah Tealâ bitkileri nasıl yarattığını izah etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Gökten de bereketli su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek taneler bitirdik." Yani bizim sahip olduğumuz güç ve kudrete baksınlar. Buluttan nasıl yemyeşil bahçeler, meyvalı ağaçlar ve hasat edilip saklanan buğday, arpa gibi ekin tanelerinin bitmesine sebep olan çok bereketli yağmur suyu­nu indirdik. "Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları." Aynı şekilde biz o su ile bir bir üzerlerine birikmiş tomurcukları olan uzun ve yüksek hurma ağaçlarının yetişmesini sağladık. Tomurcukla­rının çok olması ve birbirleri, üzerlerine birikmiş olmalarıyla, ağaçta yetişen hurmaların çokluğu gösterilmek istenmiştir.

Önceki ayette "Biz orada güzel ve parlak her türden yetiştirdik." deme­sine rağmen bu ayette de aynı delilin tekrar getirilmesinin bizzat bitkilerle delil getirilmesi açısından faydası vardır. Mana şöyledir: Nasıl ağaçlar neş-vü nema bulup artarsa, işte ölümden sonra insan bedeni de büyüyüp yetiş­me gücüne tekrar sahip olarak büyür ve artar. İnsana bu gücün tekrar ve­rilmesi, su vasıtasıyla ağaçlarlara büyüme özelliğinin verilmesine benze­mektedir.

"... ki kullarıma rızık olmak için" Yani söz konusu bütün nimetleri biz rızık olması için verdik. Bitkiler, ağaçlar ve hurma ağaçları kullara rızık ve azık olsun diye yaratılmıştır.

"Biz onunla ölü bir memlekete can verdik. İşte (kabirden) çıkış da böy­ledir." Yani üzerinde ne bir meyve ne de bir ekin bulunan çorak bir beldeye suyla biz can verdik. Yeniden diriliş esnasında kabirlerden çıkış da Allah'ın ölü toprağa hayat vermesi gibi gerçekleşecektir. Bu nasıl Allah'ın güç ve kudretinde bir şey ise o da aynıdır. Meselenin daha iyi anlaşılması için ya­pılan bu benzetme insanın içinde bulunduğu hayat gerçeğinden alınmıştır. Aynı şekilde bu ayette bitkilerin yaratılmasının büyük önem taşıdığı ve ilâhî kudrete göre yeniden diriltmenin basit bir şey olduğu ifade edilmiştir. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Kur'an birçok hayır ve faydalar ihtiva eden, büyük bir kıymete ve şerefe sahip ilâhî bir kitaptır. Sahip olduğu güzellik ve faydaları göstermek için Allah Tealâ Kur'an'a yemin etmiştir.

2- Kureyş kâfirleri iki şeyden dolayı şaşkınlığa düşmüşlerdir.

a) Allah'ın azabına karşı kendilerini korkutacak, yine kendileri gibi insan olan Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesi.

b)  Ölümden sonra yeniden hayat bulma, yeniden dirilme hadisesinin önlerine konması.

3- Yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir kimse Allah'ı aciz bırakamaz. Her şeyi bilen Allah, ölüleri de diriltmeye kadirdir.

Öldükten sonra cesetlerin parça parça olmuş zerrelere ve çürümüş ke­miklere döneceğini de bilmektedir. Bir parçanın kime ait olduğunu karıştır­madan bütün parçalan toplayıp birbirine bitiştirmeye ve yeniden diriltme­ye O'nun gücü yeter. Zaten ilk yaratılışta O herkesi topraktan yaratmıştır:

"Sizi ondan yarattık. Yine ona döndüreceğiz ve sizi oradan tekrar çı­kartacağız." (Taha, 20/55).

4- Kâfirlerin yeniden dirilişi ve ahiret hayatını yalanlamalarının asıl sebebi, kendisinde asla şüphe bulunmayan bir hakikat olan Allah tarafın­dan indirilmiş, önünden ve arkasından kendisine yanlış bilgi ve düşünce­nin giremeyeceği Kur'an-ı Kerim'i ve mucizelerle sabit peygamberlik mües­sesesini yalanlamalarıdır. Bu sebeple de onlar kendi dinleri hakkında bir tedirginlik ve ızdırap duymaktadırlar.

5- Yeniden diriltmeye Allah'ın kadir ve bunun imkân dahilinde oldu­ğuna dair birçok delil bulunmaktadır. Direksiz olarak inşa edilmiş, parlak yıldızlarla süslenmiş, çatlak va yarıkları olmayan gökler ile rahat ve hu­zurlu bir hayata uygun olması için dayayıp döşediği, yüksek ve sağlam dağlarla sabit kıldığı ve kendisinde çeşitli renklerde, acayip şekillerde hoş kokulu ve taze meyvalı ağaçlar ve bitkiler yarattığı, benzersiz güzelliklere sahip yeryüzünü içine alan kâinatın yaratılması yeniden dirilişi ispat eden en önemli delillerden biridir.

Allah Tealâ bütün bunları kulların kalp gözlerini açmak ve kudretine onların dikkatlerini çekmek, ayrıca Allah'a dönen ve onun kudretini düşü­nen bütün kullarına hatırlatmada bulunmak için yapmıştır.

6- Allah'ın üstün güç ve kudretini gösteren delillerden birisi de O'nun bulutlardan bereketli ve çok faydalı olan yağmuru indirmesidir. Allah o yağmurla bahçeleri, ekinleri, hasat edilip yıl boyu azık olarak saklanan hu­bubatı ve küme küme tomurcuklan bulunan yüksek ve uzun hurma ağaç­larının yetişmesini sağlamıştır.

7- Allah Tealâ nasıl bu ölü topraklara hayat verdiyse, insanları da ay­nı şekilde öldükten sonra hayat verip çıkaracaktır. Böylece Allah Tealâ'nın ölüleri dirilteceğine dair delili zikretmesinden sonra yaratılmış olan varlık­ların bundan sonra baki kalacakları delili de ortaya çıkmış olmaktadır. Zi­ra Allah Tealâ önce ölüleri dirilteceğini açıklamış, ardından onları diri ola­rak bırakacağını beyan etmiştir.

Bütün bu açıklamalardan sonra özetle şöyle demek mümkündür: Bu ayetler yeniden dirilişin caiz ve imkân dahilinde olduğuna dair dört tane delil ihtiva etmektedir:

a) Öldükten sonra cesetlerin neye dönüşeceğini Allah bilmektedir.

b) Allah gökleri herhangi bir çatlak ve yarık olmaksızın düpdüzgün yaratmış ve yıldızlarla süslemiştir.

c) Yeryüzünü ve onda bulunan dağları, nehirleri, bitkileri ve hayvanla­rı yaratmıştır.

d) Bulutlardan yağmur yağdırıp bitkilerin yetişmesini sağlamıştır. İş­te bütün bunlar gökyüzü ile yeryüzü arasındaki delillerdir.

Her üç ayette de Allah Tealâ'nın birbirine uygun üç hususu zikrettiği görülmektedir: Gökyüzüyle ilgili bilgiler ihtiva eden ayette gökyüzünün bi­na edilmesi, yıldızlarla süslenmesi ve orada herhangi bir çatlağın olmama­sı zikredilmişken, yeryüzüyle ilgili olan ayette yeryüzünün genişçe döşen­mesi, oraya dağların yerleştirilmesi ve orada bitkilerin yetiştirilmesi zikre­dilmiştir.

Burada her bir olay bir önceki ayetteki ifadelerin bir karşılığıdır. Yer­yüzünde sabit dağlar, semada ise süsleyici yıldızlar bulunmaktadır. Yeryü­zünde bitkiler çıkarılması toprağın yarılması manasına gelir. Yağmurdan bahseden ayette ise bahçelerin, ekin tanelerinin ve hurma ağaçlarının ya­ratılmasından bahsedilmektedir.

Bu üç bitki ile üç cinse işaret edilmektedir.

a) Kendisinin toprakta sürekli kalabilecek bir kökü olan bitkiler. Hur­ma ağacı gibi.

b) Toprakta uzun süre kalmasını sağlayacak, bir kökü olmayan bitki­ler. Bunlar ekin taneleri gibi her sene yenilenir.

c) Önceki grubu da içine alan bahçeler. Bütün bu neviler çeşitli meyva ve ekinleri ihtiva etmektedir. [12]

 

Önceki Milletlerden Peygamberleri Yalanlayanların Durumunun Hatırlatılması:

 

12- Onlardan önce de Nuh kavmi, Res halkı ve Semud da yalanlamıştı.

13- Ad, Firavun ve Lût'un kardeşleri de (yalanladılar.)

14- Eyke halkı ve Tubba kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da (onlar hakkında) tehdidim hemen gerçekleşiverdi.

15- İlk yaratmada acizlik mi göster­dik! Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Res halkı" örülmemiş bir kuyunun etrafında hayvanlarıyla yaşayan, putlara tapan Yemame bölgesinde bulunan bir kavimdir. Res halkının Ashab-ı Uhdud olduğu da söylenmektedir. Bu kavmin peygamberinin Hanzala b. Safvan veya başka birisi olduğu ileri sürülmüştür.

"Eyke halkı" sık ağaçlı bir ormanda yaşayan Şuayb (a.s.)'ın kavmidir.

"Tubba halkı" Yemen hükümdarı Tubba el-Himyeri'nin kavmidir. Tub­ba müslüman olup, kavmini İslâm'a çağırınca onu yalanlamışlardı.

"Bütün bunlar" yani bütün bu ismi geçenler veya onlardan her biri veya herbir kavim yahut onların tamamı "peygamberleri yalanladılar. Bu sebeple" onlar hakkında "tehdidim hemen gerçekleşiverdi." Artık onların tamamı üze­rine azabın inmesi zaruri olmuştu da tehdidim onların üzerlerine iniverdi. Bu ayette Rasulullah (s.a.) teselli edilmiş, kâfirler de tehdit edilmiştir. Yani şöyle denmek istenmiştir: Kureyş'in seni inkârına kalbin daralmasın.

"İlk yaratmada acizlik mi gösterdik" ilk yaratmada acziyet gösterme­dik ki tekrar diriltmekten aciz olalım? İlkinde acziyet göstermediğimize gö­re ikinci yaratmada da acziyet göstereceğimiz düşünülemez.

"Hayır onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler." Aksine onlar yeniden diriliş hakkında şüphe ve şaşkınlık duymaktadırlar. Yani on­lar ilk yaratmaya gücümüzün yettiğini inkâr etmiyorlar. Aksine tabiat ka­nunlarına aykırı diye yeni bir yaratmaya dair şüphe ve şaşkınlık duymak­tadırlar. Burada "yaratmak" kelimesinin nekre getirilmesi, onun büyük bir iş olduğunu ifade etmek, ayrıca yaratmanın alışılmış ve bilinmiş olan şek­lin dışında gerçekleşeceğini hissettirmek içindir. [13]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ, Kureyş ve diğer Arap müşriklerinin Rasulullah (s.a.)'ı ya­lanlamalarını beyan ettikten sonra peygamberini (s.a.) teselli etmek için müşriklere dünyada daha önce yaşamış ve onlar gibi peygamberleri yalan­lamış olan Nuh kavmi vb. kavimlere verdiği cezayı hatırlatmış ve bununla onları tehdit etmiştir. Sonra da yeniden dirilişe dair yeni bir delil zikret­miştir. Bu delil nefislerin ilk yaratılış hadisesidir. [14]

 

Açıklaması:

 

"Onlardan öncede Nuh kavmi, Res halkı, Semud da yalanlamıştı. Ad, Firavun, Lût'un kardeşleri de, Eyke halkı ve Tubba kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da (onlar hakkında) tehdidim hemen gerçekle-şiverdi." Yani Allah Tealâ Kureyş kâfirlerini peygamberlerini yalanlamış olan önceki milletlere verdiği azabın benzerini vermekle tehdit etmiştir. Al­lah Tealâ önceki milletlerden bazılarına Nuh (a.s.) kavmi gibi tufan ile, Fi-ravun'un kavmi gibi bazılarını denize gark etmek ile, Hud (a.s.)'un kavmi Ad gibi bazı kavimleri uğultulu azgın bir fırtına ile, Lût (a.s.)'un kavmi gibi bazı kavimleri küçük taşları savuran ve toprağın çökmesine sebep olan fır­tına ile, Semud, Medyen halkı, ve Şuayb (a.s)'in kavmi olan Eyke ashabı gibi bazı kavimleri şiddetli bir ses ile, Karun ve ashabı gibi bazılarını da yerin dibine geçirmekle cezalandırmıştır.

Bu milletlerden her biri Allah'ın kendisine gönderdiği peygamberi ya­lanladıkları için Allah'ın tehdidinin onlar hakkında gerçekleşmesi kesin­leşmiş ve yalanlamaları üzerine azap onların üzerinde hemen gerçekleş­miştir. Öyleyse inkarcı Kureyş kavmi kendileri gibi inkarcı olan kavimlere isabet eden azabın benzerine maruz kalmaktan sakınsınlar. Çünkü önceki­lere azabın gelmesinin illeti bunlarda da mevcuttur. Zira önceki milletler peygamberleri yalanladıkları için cezalandırılmışlardı.

Daha sonra Allah Tealâ yeniden dirilişin mümkün olduğuna dair biz­zat muhatapların kendilerinden bir delil zikretmiştir. Şöyle buyurmuştur:

"İlk yaratmada acizlik mi gösterdik ? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler." Yani hiç mevcut değillerken onları yoktan ilk defa yaratmamızda biz acziyet mi gösterdik? Hayır! O halde yeniden di­riltmek ve onları tekrar yaratmak hususunda acizlik göstereceğimizden nasıl bahsedilebilir? Hem bir şeyi tekrar yapmak ilk defa yapmaktan daha kolaydır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"O ilkin mahlukâtı yaratan ve sonra tekrar yaratacak olandır ki bu ona göre daha kolaydır." (Rum, 30/27). Başka bir ayette de şöyle buyurmuş­tur: "Kendi yaratılışını unutup bize bir misal getirdi ve bu çürümüş kemik­lere kim can verecekmiş dedi. (Habibim) De ki: Onu ilk defa yaratan ona hayat vercektir. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir." (Yasin, 36/78, 79).

Sahih olan kudsî hadiste şöyle gelmiştir: Allah Tealâ şöyle der: "Ade­moğlu'nun "Beni ilk defa yarattığı gibi tekrar yaratamaz." demesi bana hoş gelmez. Halbuki ilk yaratma bana tekrar yaratmadan daha kolay değildir."

Müşrikler sadece yeni bir yaratma hakkında şüphe ve şaşkınlık için­dedirler. Onların şüphe ve tereddüt içinde oldukları yaratma, ölülerin yeni­den diriltilmesidir. Müşrikler mahlukâtm ilk olarak yaratıldığını kabul ediyorlarsa -ki ediyorlar-, o takdirde onların yeniden dirilişi inkâr etmeleri doğru değildir. Bu şekilde kâfirler azarlanmış ve onlara karşı açık bir delil getirilmiştir. [15]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetlerde Kureyş ve onlar gibi olan kâfirler, Allah'ın azabına ma­ruz kalmış önceki milletlerin başına gelen kötü durumlar ile tehdit edil­mişlerdir. Allah Tealâ öğüt ve ibret alınmasını vurgulamak için Kur'an'da bunu defalarca tekrar etmiştir. Çünkü Rasulullah'ı (s.a.) yalanlayan kişi peygamberlerini yalanlayan milletlerin başına gelen azabı hak eder. İşte bu ayetlerde bu milletlerin haberleri hatırlatılmış ve onların dünyada ma­ruz kaldığı azap ile de korkutmada bulunulmuştur.

Ayrıca bu ayetlerle, kavminin kendisini yalanlaması ve peygamberliği­ni inkâr etmeleri karşısında Rasulullah (s.a.) teselli edilmiştir.

Bu ayetlerde bütün peygamberlerin tevhid inancını getirdiklerine ve yeniden diriliş (bas) inancını ortaya koyduklarına işaret edilmiştir.

Sonra da Allah Tealâ yeniden dirilme gerçeğini inkâr eden kâfirleri azarlamış, onların "Bu, kabulden uzak bir dönüştür" sözlerine "İlk olarak mahlukâtı yaratmada acizlik mi gösterdik ki onları yeniden yaratmada acizlik gösterelim" diyerek cevap vermiştir. İşte bu, yeniden dirilişin ger­çekliği, aklen ve adeten imkân dahilinde olduğu hususunda daha önce ar-zedilen dış dünyadaki delillere (afakî) ilâve edilen, insanın kendisinden (enfüsî) getirilmiş bir delildir.

Gerçek olan şudur ki yeniden diriliş (ba's) ve haşr hakkında kâfirler şaşkınlık içindedirler. Bunu bir kısmı kabul ederken bir kısmı da yalanla­maktadır. Ancak yalanlayanlar küfür ve inatları yüzünden yalanlamakta­dırlar. [16]

 

İnsanın Yaratılması Ve Onun Ahvalini Allah'ın Bilmesi:

 

16- Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.

17-  Hani iki (melek) sağında ve so­lunda oturarak yaptıklarını yaz­maktaydı.

nında hazır bir gözcü bulunmasın.

19- Ölüm sarhoşluğu artık gerçeği getirmiştir. "İşte, bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." (denir.)

20-  Sur'a üfürülür. İşte bu geleceği vaadedilen gündür.

21-  Her nefis beraberinde bir götü­rücü ve bir şahitle gelir.

22-  Andolsun ki sen bundan gafil idin. Biz hemen senin perdeni kal­dırdık.'Bu sebeple bugün artık ba­kışın keskindir.

 

Belagat:

 

"Biz ona şah damarından daha yakınız." ayetinde temsilî istiare var­dır. Yakınlığını göstermek için Allah Tealâ istiare yoluyla kulların sahip ol­duğu bütün durumları bilmesini kalbe yakın olan şah damarına benzet­miştir.

"sağında ve solunda oturarak..." ayetinde icaz yoluyla hazif vardır. Bu cümlenin aslı şöyledir: Sağında oturan ve solunda oturan melekler onun yaptıklarını yazmaktadır. İkincisi delâlet ettiğinden birincisinde "oturan" kelimesi hazfedilmiştir. "sağında" kelimesiyle "solunda" kelimesi arasında tezat vardır.

"Ölüm sarhoşluğu hakkı getirmiştir." ayetinde açık istiare vardır. Sar­hoşluk, ölümün korkunçluğu ve şiddetinden istiare yapılmıştır.

"verîd", "kaîd", "atld", "tahîd", "vaid", "şehîd", "hadîd" lafızların sonla­rı ses bakımından birbirleriyle uyumludur. Aralarında güzel bir seci vardır. [17]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"...nefsinin ona" insana "neler fısıldadığını" yani neler söylediğini "bi­liriz. " Ayetteki "tüvesvisü: fısıldadı" kelimesi, gizli ses manasına gelen ves­vese masdarmdan türetilmiştir. Burada insanın hatırına gelen düşünceler veya nefsinin konuşması kastedilmiştir.

"Hani" hatırla o vakti ki "iki" melek "sağında ve solunda oturarak yap­tıklarını yazmaktadır." Yani vazifeli iki melek insanın yaptığı amellerini tespit edip kayda almaktadır.

"İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında" yazmaya "hazır" sağdaki melek iyilikleri soldaki melek kötülükleri, günahları yazmak için "bir gözcü" ku­lun söz ve amellerini gözetleyen bir melek "bulunmasın."

"Ölüm sarhoşluğu" ölümün aklı gideren dehşeti "artık gerçeği" işin ha­kikatini "getirmiştir. İşte bu" yani ölüm "senin öteden beri kaçtığın şeydir." Yani bu ölüm senin feryad ederek kaçtığın ve kendisinden uzaklaştığın şeydir. Burada insana hitap edilmiştir.

"Sura üfürülür." Yani yeniden diriliş nefhası üfürülür. "İşte bu" nefha "geleceği vaadedilen bir gündür." Yani bu tehdidin kâfirler için azap olarak gerçekleşeceği bir gündür.

İşte o gün "Her nefis beraberinde bir götürücü ve şahitle" Yani biri Al­lah'ın emrine götüren diğeri de yaptığı ameller hakkında onun aleyhinde şahitlik edecek iki melekle "gelmiştir."

"Andolsun ki sen" dünyada "bundan" yani sana gelecek olandan "gafil idin. Biz hemen perdeni" yani ahiret alemindeki hadiseleri görmene engel olan örtüyü, ki bu örtü gaflet ve dünya lezzetlerine dalmaktır, "kaldırdık. Bu sebeple artık bakışın keskindir." Onunla dünyada inkâr ettiğin şeyleri bilebilirsin. [18]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ yeniden dirilişin mümkün olduğuna dair dış dünyada (afak) ve bizzat nefislerde (enfüs) bulunan apaçık delilleri ortaya koyduk­tan sonra ezelî ilminin genişliğine ve ilk defa ve tekrar yaratma, hususun­da sahip olduğu büyük kudretine delâlet eden insanın yaratılması mesele­sini ele almaya başlamış, sonra da ölümle hakikatin ortaya çıkacağını, her nefis için kıyamet günü onun yanında mahşere götürmek ve aleyhinde şa­hitlik yapmak üzere iki meleğin bulunacağını, her insandan gaflet perdesi­nin kaldırılacağını ve herkesin yeniden diriliş ve ahiret hayatını bütünüyle yaşayacağını haber vermiştir. [19]

 

Açıklaması:

 

"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını da bili­riz. Biz ona şah damarından daha yakınız." Yani andolsun biz insan neslini ortaya çıkardık. Biz iyilik ve kötülük olarak insanın zihninde ve kalbinde bulunan bütün düşüncelerini ve bütün hallerini biliriz. Ona şah damarın­dan daha yakın olduğumuza göre kalbindeki herhangi bir düşünce bize na­sıl gizli kalabilir! "Biz ona şah damarından daha yakınız." ayetinin manası şudur: "Şüphesiz Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz." İbni Kesir şöyle demiştir: "Yani Allah Tealâ'nın melekleri insana şah damarından daha yakındır."

Böylece Alah Tealâ, insanı yarattığını, Onun ilminin insanın zihnin­den ve gönlünden geçenlere varana dek bütün hallerini kuşattığını ve onun sahip olduğu hallerden hiçbirinin O'na gizli kalmadığını haber vermiştir. Fakat kalpten geçen düşünceler için ceza yoktur. Bunun delili Rasulul-lah'ın şu sahih hadisidir: "Şüphesiz Allah Tealâ konuşmadıkları ve yapma­dıkları müddetçe kalplerinden geçirdiklerinden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz.[20]

Ayet-i kerime yeniden dirilişi inkâr etmeleri hususunda kâfirlere karşı deliller ikame etmek için getirilmiştir.

Sonra Allah Tealâ, insanın kalbindekileri bilmesine rağmen kendisine karşı delil ileri sürmesini önlemek için onun amellerini yazan ve muhafaza eden iki meleği görevlendirdiğini zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Hani iki melek sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmakta­dırlar." Yani hafaza meleklerinin insanın konuştuklarını ve yaptıklarını kaydettikleri esnada biz ona en yakın olandan da daha yakınızdır. Onların biri sağda oturur, diğeri de solda. İnsanın konuştuklarını ve yaptıklarını kaydederler. Ayetteki "oturan" lafzı seninle beraber olan manasmdadır. Sağ taraftaki melek iyilikleri, sol taraftaki melek ise kötülükleri yazar.

Ebu Ümame'den rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: "Kişinin sağındaki melek iyilikleri yazar, solundaki de kötülük­leri, iyilikleri yazan kötülükleri yazandan daha güvenlidir. Zira insan bir iyilik yaptığı zaman sağdaki melek onu on iyilik olarak yazar. Ancak insan bir kötülük yaptığı zaman sağdaki melek soldakine şöyle der: Onu yedi saat bekle, belki teşbih veya istiğfar eder.[21]

"İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında yazmaya hazır bir gözcü bulun­masın. " Yani Ademoğlu'nun konuştuğu bütün kelimeleri gözetleyen ve keli­meleri yazmak için sürekli onunla beraber olan bir melek vardır. Bu melek her şeyi yazar. Nitekim Allah Tealâ İnfitar suresinde şöyle buyurmuştur: "Üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta olduklarınızı bilir." Rakîb işleri takip edip kontrol eden; atîd ise şahitlik ve muhafaza et­mek için hazır bulunup asla ayrılmayan melek demektir.

Ayetin ilk anlamına göre melek bütün sözleri yazar. İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Ancak mükâfat ve ceza gerektirecek sözler yazılır." Bunu hasen-sahih olarak rivayet edilen şu hadis teyit etmektedir: "Bir kişi Al­lah 'm razı olduğu bir söz söyler, bunun yerine ulaşmadığı zannına kapıla­bilir. Halbuki Allah Tealâ bu söz yüzünden kendisine kavuşacağı güne ka­dar ona rızasını yazar. Diğer bir kişi de Allah'ın hoşnut olmadığı bir söz söyler de bunun büyük bir söz olmadığı zannına kapılabilir. Halbuki Allah Tealâ bu sebeple ona kıyamet gününe kadar gazabını yazar.[22]

Hasan-ı Basri "sağında ve solunda oturan" ayetini okuduktan sonra şöyle demiştir: Ey insan! Senin için bir defter açıldı ve biri sağında biri so­lunda olmak üzere iki melek senin için vazifelendirildi. Sağ taraftaki mele­ğe gelince o senin iyiliklerini kaydeder, sol taraftaki ise kötülüklerini kay­deder. İstediğini yap, ister az yap; ister çok. Öldüğün zaman defterin dürü-lür ve kabirde boynuna asılı bir şekilde beraberinde bulunur. O anda Allah Tealâ şöyle buyurur: "Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kı­yamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." Hasan-ı Basri şöyle devam eder: Allah'a yemin olsun ki, içinde senin hesabını tutan bir şey vardır.

Müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmeleri açıklanıp Allah Tealâ'nm ilmi ve kudretinden haber verilerek onların bu düşünceleri reddedilmiştir. Sonra onlara ölüm anında ve kıyamet vaktinde gerçekten karşılaşacakları küçük ve büyük kıyametlerin yakın olduğunu haber vermiştir. Allah Tealâ insanın küçük kıyameti hakkında şöyle buyurur:

"Ölüm sarhoşluğu artık gerçeği getirmiştir. "İşte (ey insan!) bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." denir." Yani ey insan, işte insanı baygın hale getirip aklını dumura uğratan ölümün şiddetli azabı ve sarhoşluğu, gerçeği açığa çıkarır ve peygamberlerin getirdiği yeniden diriliş, çeşitli vaad ve tehdit haberlerinin doğruluğu ortaya çıkar. Senin kendisinden şüphe duy­duğun şey gerçekte bu ölümdür veya sürekli olarak kendisinden kaçtığın bu gerçektir. Burada kendisinden kaçılan şey ölüm diye tefsir edilirse ayet­teki hitap "Andolsun ki biz insanı yarattık." ayetinden iltifat (muhatabındeğişmesi) yoluyla insandır. Şayet kendisinden kaçılan şey hakikat diye tefsir edilirse buradaki hitap asi kimseleredir.

"bi'1-hakkı" lafzındaki "ba" geçişlilik içindir. Buna göre mana şöyledir: Ölüm sarhoşluğu, ölümün kesin olarak gerçekleşmesi veya ölünün bahtiyar­lığı yahut bedbahtlığı gibi işin hakikatini ve halin açıklığını getirmiştir. Sa­hih olan bir hadiste Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.) ölüm baygınlığı geldiğinde "Sübhanallah! Ölümün şüphesiz kendisine has birçok sarhoşluğu vardır." buyurarak alnındaki terleri silmeye başlamıştır."

Allah Tealâ büyük kıyamet hakkında şöyle buyurmuştur: "Sur'a üfü-rülür. İşte bu geleceği vaadedilen gündür." Yani Sur'a yeniden diriliş nefha-sı üfürülür. İşte en büyük tehlikelerin olacağı o vakit, Allah'ın ahirette kâ­firleri azapla tehdit ettiği gündür.

Sahih bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Boynuzu üfürecek olan (İsrafil) boynuzu ağzına alıp üfürmek için kendisine izin verilmesini beklerken ben nasıl nimetlere dalabilirim ? Bunun üzerine "Ey Allah'ın Ra-sulü (s.a.) bu durumda biz ne söyleyelim?" dediler. Rasulullah (s.a.) "Allah bize yeter o ne güzel vekildir." deyin buyurdu. Bunun üzerine orada bulu­nan topluluk "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." dediler.

"Herkes yanında bir götürücü ve bir şahitle beraber gelir." Yani her bir insan bedeni ve ruhu ile yanında kendisini mahşere götüren bir melek ve yaptığı iyi kötü amellerine şahitlik yapacak olan bir melek nezaretinde gelir.

İşte o zaman insana şöyle denilir:

"Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Biz hemen senin perdeni kaldır­dık. Bu sebeple bugün artık bakışın keskindir." Yani kâfire veya iyi veya kö­tü her kişiye şöyle denilir: "Dünyada iken sen bu gidişattan gafil idin. Bu­gün artık önündeki ahiret ahvali ile aranda bulunan perdeyi kaldırdık. Do­layısıyla şimdi bakışın dünya hayatında gizli olan şeyleri görecek kadar keskin ve kuvvetlidir. Çünkü kıyamet günü kâfirlerden her biri varacağı yeri görmüş, dünyada iken inkâr ettiği şeyin farkına varmış olur. [23]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- Allah Tealâ'nm insanı yaratması ve kalbinden geçenlere varıncaya kadar insanın bütün hallerini bilmesi Allah'ın insanı yeniden dirilteceğine ve kıyamet günü ona tekrar can vermeye kadir olduğuna delildir.

2- Allah Tealâ'nın insan ve başka varlıklar hakkında ilmi geniş ve şü­mullüdür. Dolayısıyla hiçbir şey ona gizli ve saklı kalmaz. Allah Tealâ'nın insana olan yakınlığını şah damarından daha yakın olmak şeklinde verme­si mecazidir. Burada kastedilen mesafenin yakınlığı değildir. Bilakis kaste­dilen ilminin yakınlığı ve insana dair bilgisinin genişliğidir. Kuşayri: "Biz insana şah damarından daha yakınız" ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:

Bu ayet-i celüe bir kısım insanlar için korku ve endişe, bir kısım insanlar için de huzur ve sükûnet kaynağıdır.

3-  Allah Tealâ insanın tüm hallerini melek vasıtası olmadan da bil­mektedir. Zira O, bir meleğin haber vermesine muhtaç değildir. Sağda ve solda iki melek vazifelendirmesi ise insanın itiraz etmesini önlemek ve in­sanın aleyhindeki delilleri kuvvetlendirmek içindir.

4- Melekler insanın bütün sözlerini ve fiillerini kaydederler. Kişi hiç­bir söz söylemesin ki ve hiçbir fiil yapmasın ki defterine yazılmış olmasın. Ebu'l Cevza ve Mücahid bu konuda şöyle demişlerdir: "İnsanın her şeyi bu deftere kaydedilir, hatta hastalığı sırasındaki iniltileri bile"

5- Hesaba çekilmesi için insanın hayatta olduğu müddet zarfında sar-fettiği sözleriyle yaptığı fiiller aleyhinde bir delil olarak yazılır. Ölüm ken­disine geldikten sonra insan gerçeği anlar. Yani Allah'ın yaptığı vaad ve tehditler hususunda hakkın ortaya çıktığını bizzat görür. Kendisine ölüm sarhoşluğu gelen kişiye şöyle denilir: "Kaçmaya ve uzak durmaya çalıştığın şey işte budur!"

6- Sur'a yeniden diriliş için son nefha üfürüldüğü zaman, işte o gün Allah'ın kâfirlere azap etmeyi vaadettiği gündür.

7- Kıyamet günü her insanın yanında iki melek hazır bulunur. Biri onu mahşere götürür, diğeri de yaptığı amellerine göre onun lehinde veya aleyhinde şahitlik yapar. Ebu Hayyan "bir götürücü ve bir şahid" ayetinde "sâik"ı insanı mahşere götürmekle vazifelendirilmiş melekler, "şahid"i ise; Hafaza melekleri ve şahitlik edecek diğer melekler olarak tefsir etmiştir.

8- Kıyamet günü iyi kötü bütün insanlara şöyle denir: "Ey insan! Dün­yada iken sen yaptığın işlerin akıbetinden gaflette idin. Bugün ise artık hiçbir ortağı bulunmayan bir Allah'a, O'nun Rasulüne (s.a.) yeniden dirili­şe, mahşere ve hesaba iman edip tasdik etmek gibi dünyada iken kabul et­mediğin bir tarafa, düşünmekten bile gafil olduğun gerçekleri görüyor ve dikkatle müşehede ediyorsun." [24]

 

Kâfir İle Arkadaşı Şeytan Arasında Kıyamette Vuku Bulacak Konuşma:

 

23- Yanındaki 'İşte yanımdaki ha­zır," der.

24, 25- (İki meleğe şu emir verilir): Haydi ikiniz (hakka karşı) her inat­çıyı, hayra bütün gücüyle engel ola­nı, azgın şüpheciyi cehenneme atın.

26- Allah ile beraber başka ilâh edi­neni şiddetli azaba birlikte atın!

27- Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Onu ben azdırma­dım. Fakat kendisi derin bir sapık­lık içindeydi."

28- O esnada (Allah) buyurur: "Hu­zurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim!"

29- Benim huzurumda söz değişti­rilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim.

30- O gün cehenneme "Doldun mu?" deriz. O da "Daha var mı?" der.

 

Belagat:

 

"atîd" ve "anîd" kelimeleri arasında “dal” sesleri tekrarlandığı için cinas sanatı vardır. [25]

 

Kelimeler ve İbareler:

 

“Yanında” bu ya onun için görevlendirilmiş melek, yahut da ona gönderilmiş bir şeytandır. Aşağıdaki “Müşrikin arkadaşı der ki: Rabbimiz ben onu azdırmadım” ayetinin işaretine göre bunun şeytan olması daha doğru­dur. "İşte yanımdaki hazırdır der." Yani cehennem için hazır bir vaziyettedir.

"Her inatçıyı" hakka karşı koyanı "hayra bütün gücüyle engel olanı" zekât vb. farzların yerine getirilmesine şiddetle engel olanı. Burada ifade edilen hayırdan maksadın İslâm olduğu da söylenmiştir, "azgın" zalim ve hakka karşı geleni "şüpheciyi" Allah, İslâm dini ve onun verdiği haberler hakkında şüpheye düşeni "cehenneme atın."

"Allah ile beraber başka bir ilâh edineni de şiddetli azaba atın." Tekid için "onu da atın" cümlesi tekrar edilmiştir.

"Onun arkadaşı der ki" "Onun için bir şeytan göndeririz ki bu şeytan artık onun ayrılmaz bir arkadaşı olur." (Zuhruf, 43/36) ayetinde ifade edi­len şeytan şöyle der: "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım." Yani onu ben sap­tırmadım. Sanki kâfir "Beni o saptırdı demişti de bunun üzerine şeytan "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Fakat o derin bir sapıklık içindeydi." Ya­ni ben onun sapıklığına sadece yardımcı oldum.

Şeytanın aldatması sadece düşüncesi bozuk ve günahlara meyleden bir kimseye tesir edebilir. Bunun bir benzeri de şu ayet-i cehledir: "Benim sizin üzerinizde etkili bir gücüm yok. Ben ancak sizi çağırdım. Siz de he­men bana icabet ettiniz." (İbrahim, 14/22).

"Benim huzurumda çekişmeyin" hesaba çekilmek üzere durduğunuz huzurumda birbirinizle mücadele etmeyin. Çünkü artık burada cedelleşme ve çekişme fayda vermez. "Ben size daha önce bir uyarı göndermiştim." Da­ha dünyada iken size kitaplarda peygamberler vasıtasıyla iman etmemeniz durumunda ahirette azaba duçar olacağınıza dair tehdidimi söyleyip haber vermiştim.

"Benim huzurumda söz" bir başkasıyla "değiştirilmez." "Ben kullara zulmedecek de değilim." Yani günahsız olarak onlara azap etmem. "Zallâm" zulüm sahibi demektir. Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: "Bugün artık zu­lüm yoktur." (Gafir, 40/17).

"Ogün cehenneme artık doldun mu? deriz. O da daha var mı? der." Bu söz cehennem ateşinin insanlar ve cinlerle dolduğunu tasvir etmek için ge­tirilmiş bir sual cevap cümlesidir. Cehennem oraya girecekler girdikten sonra da boşluk kalabilecek kadar geniştir. [26]

 

Nüzul Sebebi:

 

"(İki meleğe şu emir verilir:) Haydi her inatçı kâfiri... cehennem atın." ayetlerinin (24-25. ayetler) iniş sebebHle ilgili olarak şöyle denilmiştir: Bu ayetler kardeşinin çocuklarının İslâm'a girmelerine mani olduğu için Velid b. Muğire hakkında nazil olmuştur. [27]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

İnsanların ölüm sırasındaki ve kıyamet günündeki halleri beyan edil­dikten sonra, Allah Tealâ kâfir ile arkadaşı şeytan arasında kıyamet günü geçen konuşmadan bir kesit zikretmiştir. Allah Tealâ bu konuşmayı insa­nın kendisine karşı suç işlediğini, onu cehennem ateşine attığını, şeytanın vesvese ve sapıtmalarına kulak verdiğini, düşüncesi bozuk, aklı zayıf ve günahlara meyyal olanların bu iğvalardan etkilendiğini bildirmek için ak­tarmıştır. [28]

Açıklaması:

 

"Yanındaki arkadaşı: "İşteyanımdaki hazır", der." Yani sorumlu melek insana dönerek şöyle der: "İşte amel defterinhazır. Onda ne bir fazlalık ne de bir noksanlık vardır. Mücahid demiştir ki: "Bu insanı mahşere götürmekle sorumlu meleğin sözüdür." Zira o melek şöyle der: "İşte kendisinden sorumlu olduğum Ademoğlu'nu getirdim." İbni Cerir ise ifadenin hem götü­rüü hem şahit meleği kapsadığı görüşündedir.

Zemahşeri burada ki "karin" (arkadaş) kelimesini şöyle tefsir etmiştir: "O, "yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz." (Zuhruf, 43/46) ayetinde belirttiği üzere insana musallat edilmiş bir şeytandır."

 Sonra müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdır­madım." Şeytan şöyle der: O benim yanımda bulunmaktadır. Benim em­rimde cehennem için hazır bir durumdadır. Bir melek insanı mahşere gö­türmekte,, bir diğeri ona şahitlik yapmakta ve bir de yanında şeytan bulunmaktadır. Bu esnada şeytan şöyle demektedir: Onu kışkırtmalarımla yoldan çıkardım ve cehenneme hazırladım. Bu son görüş alimlerce tercih edilmiştir. Çünkü şeytan her günahkarın arkadaşıdır. Şeytan mahşer ehline ve diğer arkadaşlarına şöyle der: “Arkadaşlarımı cehennem için hazırladım.”

"(İki meleğe şu emir verilir): Haydi ikiniz (hakka karşı) her inatçıyı, hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın; Allah ile bebareber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!"

Yani Allah Teala insanı mahşere götüren ile onun amellerine şahit olarak yanında bulunan meleğe şöyle der:

Atın cehenneme! Allah'ı inkâr edenleri, O'na başka birisini ortak koşanları, inadına hakkı kabul etme­yenleri, hak ehliyle mücadele edenleri, şiddetle hakkı inkâr edip yalanla­yanları, bildiği halde batıl ile hakka karşı çıkanları atın cehenneme!

Aynı şekilde bütün gücüyle hayra engel olanı da atın! Zekâtı verme­yen, üzerindeki hakları eda etmeyen, akrabalık bağı veya sadaka vermek şartıyla bir akrabasına veya bir fakire hayır yapmayan, yakınlarının İslam’a girmesine engel olanları atın ateşe. Daha önceden geçmiş olduğu üzere bu ayetlerin Velid b. Muğire hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Zira o, kardeşinin oğlunun İslam’a girmesine mani olmuş ve yakınlarına da şöyle demişti: İçinizden kim İslam’a girecek olursa ömrüm boyunca ona yardımcı olmam.

Allah'ın cehenneme atılmasını emrettiği bu kimsekötü sözle, eza ve cefa ile ve gaddarlıkla insanlara karşıazgınlık yapmakta, malından harca­mada haddi aşmakta, Allah'ın bir olduğunu kabul etmeyerek kendine zulmetmekte ayrıca kendisi hak ve hakikatten, Allah'ın dini ve emrinden şüp­helendiği gibi başkalarını da şüphelendirmektedir.

Bütün bunlaran ötürü Allah Tealâ onun cehenneme atılmasını em­retmektedir Ayette geçen hitabın iki meleğe olması mümkün olduğu gibi, Arapça'daki tesniye sigasıyla bir kişiye hitap edilebilmesi kuralına uyarak cehennemin bekçisi Malik'e olduğunu söylemek de mümkündür.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebi Said el-Hudri'den Rasulullah'ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Cehennemden bir boyun çıkar ve "Ben bugün üç grup kimse için görevlendirildim: Zorba ve inatçı kâfir, Allah ile birlikte başka ilâhlar olduğunu kabul eden ve haksız olarak bircana kıyan kimseler" diyerek konuşur ve hemen onların üzerlerine çullanarak onları ce­hennemin çukurlarına atıverir,"

Sonra Allah Tealâ kâfir ile onun beraberinde bulunan şeytan arasında geçen konuşmadan bir kesit sunmuştur. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi." Yani şeytan kıyamette kâfir olarak gelen arkadaşı hakkında onun yaptıklarından sorumluluk kabul et­meyerek şöyle diyecektir: Rabbimiz! Onu ben saptırmadım. Onu tuğyana ben düşürmedim. Zaten o dalâlet içindeydi. Batılı tercih edip hakka karşı gelmişti. Haktan uzaktı. Ben sadece onu çağırdım. O da çağrıma icabet et­ti. Şayet senin ihlaslı kullarından olsaydı ben ona bir şey yaptırmaya muk­tedir olamazdım. Yani sanki kâfir "Ya Rabbi! Beni arkadaşım olan şeytan sapıttırdı." diyerek bir özür beyan etmek istemişti de ona musallat olan şeytan "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım." diyerek ona cevap vermiştir.

İşte bu şekilde gerçek itiraf edilmiş oldu. Nitekim başka bir ayette de şeytan şöyle demiştir: "(Hesapları görülüp) iş bitirilince şeytan diyecek ki "Şüphesiz Allah Tealâ size gerçek olanı vaadetmiştir. Ben de size vaadde bulundum, ancak ben vaadimde durmadım. Zaten benim size karşı bir gü­cüm yoktu. Ben sadece sizi (inkâra) çağırdım. Siz de hemen bunu kabul et­tiniz. O halde siz beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabi­lirim ne de siz beni. Şüphesiz ben daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. Doğrusu zalimler için elim bir azap vardır." (İbra­him, 14/22).

O esnada (Allah) şöyle buyurur: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size da­ha önce uyarı göndermiştim." Yani Allah Tealâ kâfir kimseye ve onun arka­daşına hesaba çekilme yeri olan huzurumda birbirinizle çekişip tartışma­yın. Çünkü ben size dünyada önceden bir tehdit ve uyarı göndermiştim. Peygamberlerin lisanı üzere size mazeret beyan edip kitaplar indiriş, si­ze karşı hüccet ve kuvvetli deliller getirmiştim. Şimdi sizin ileri sürdüğü­nüz mazeretlerin huzurumda hiçbir faydasının olmadığı anlaşılmıştır.

Allah Tealâ "Benim huzurumda söz değiştirilmez, ben kullara asla zul-medici değilim." buyurarak bir başka red cevabını öncekine ilâve etmiştir. Ayetin manası şöyledir: Ben hükmümü verdim. Benim verdiğim hüküm asla değişmez. Ben vaadimden de dönmem. Bilakis benim vaadim mutlaka gerçekleşir. İnkarınız yüzünden sizin azaba maruz kalmanıza hükmetmiştim. Artık onun için bir değişiklik söz konusu olamaz. İşlediği bir suç ve günah olmadan, Allah, zulmetmek maksadıyla hiç kimseye azab etmez. Kendisine bir delil getirildikten sonra günah işleyen kimseye azab eder.

"O gün cehenneme "Artık doldun mu?" deriz. O da "Daha var mı?" der." buyurarak cehennemde azabın bulunduğunu vurgulamıştır. Ayetin manası şöyledir: Ey Muhammedi Kavmine Allah'ın cehenneme: "İnsan ve cin top­luluklarıyla doldun mu?" dediğinde cehennemin cevap olarak "Bana gönde­receğin başkaları kaldı mı? dediğini hatırlat ve onları uyar” Burada cehennemin kendisine atılan topluluklarla dolduğu anlatılmak istenmiş olabilir. Sanki artık dolduğundanbundan daha geniş yerim yoktur.[29] demiştir. Cehennemin asilere kızgınlıkifade etmesi ve içinde bulundukları yerin onlara daraltılması için dolduğu halde fazlasını istemiş olması da muhtemeldir.

Dil alimleri demiştir ki: Burada cehenneme soru sorulması ve cehennemin buna cevap vermesi manasının nefiste tasviri ve tesbiti maksadını taşıyan canlandırma üslubudur. Daha önce geçtiği üzere bunun iki manası vardır. Birincisi: Geniş olmasına rağmen kendisine hiçbir şey ilâve edile­meyecek kadar dolmuştur. İkincisi: Cehennem o kadar geniştir ki girecek olanlar girdikleri halde orada daha yer bulunmaktadır.[30]

İbni Kesir "Andolsun ki cehennemi insan ve cinlerle dolduracağım." (Hud, 11/119) ayetinin tefsirinde bu ayetin birinci manaya, yani cehenne­min oraya girenlerle dolacağına delâletini destekleyen birçok hadis zikret­miştir: Buhari Enes b. Malik'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu ri­vayet etmektedir: "Cehenneme insan ve cinler atıldıkça "Daha var mı?" der. Nihayet Allah Tealâ ona (mahiyetini bilmediğimiz) kademini koyar. Bunun üzerine cehennem: "Tamam yeter, yeter." der."

Müslim Ebu Said el-Hudri'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ra­sulullah (s.a.) şöyle buyurdular: "Cennet ve cehennem birbirlerine karşı hüccet getirerek tartışmışlardır. Cehennem "Bende zorbalar ve mütekebbir-ler." var deyince cennet: "Bende de fakir ve yoksul insanlar var." demiştir. Aralarında ilâhî hüküm verildi. Allah Tealâ cennete: "Sen benim rahme-timsin. Seninle dilediğim kullarıma merhamet ederim." buyurdu. Cehenneme de "Sen benim azabımsın seninle dilediğim kullarıma azap ederim. Siz­den her birinin içini dolduracak kadar kimseler bulunacaktır." [31]

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

1- İnsan için görevlendirilmiş melekler yanlarındaki insanın amelleri­ni kaydettikleri yazıyı arzeder. Şeytan da yanında bulunan arkadaşını ileri sürer ve şöyle der: Bu isyankâr insan cehennem için yanımda hazır bir va­ziyette bulunmaktadır. Onu ben saptırmak suretiyle buna hazırladım.

2- Allah’ı inkar etmek, O’na şirk koşmak, inadına hakka karşı gelmek ve O’na karşı büyüklenmek, batıl ve batıl ehlini tercih etmek, mal üzerindeki hakları eda etmemek veya insanların İslam’a girmelerine engel olmak, malı harcamada normal sınırı aşmak, hakkı yalanlamak, Allah’ın dini hakkında şüpheye düşmek, başkalarının şüpheye düşmelerine sebep olmak ve Allah ile beraber başka bir mabut edinmek cehennem azabını gerektiren büyük günahlardır.

3- İnsanı sürecek ve onun aleyhinde şahitlik edecek olan iki meleğe söz konusu özelliklere sahip, inatçı ve kâfir bir kimseyi elem verici ve şid­detli bir azabı olan cehennem ateşine atmaları emredilir.

4- Şeytan ve kâfirin her biri Allah'ı inkâr etme günahının sorumlulu­ğunu diğerinin üzerine atmaktadır. Kıyamet günü şeytan kâfirden beri ol­duğunu söyleyecek ve onu yalanlayacak, tuğyan ve inkâr etme işini kendi­sine değil bizzat ona nispet edecekir. Ancak gerçek şu ki her iki grup da cehennemde olacaklardır. Uyarıda bulunan mazurdur. Allah Tealâ insan ve cinleri hidayete erdirmek için peygamberler göndermiş ve mukaddes kitap­lar indirmiştir. Onlardan her ikisi de hoşuna gideni tercih etmişlerdi.

5- Allah'ın zulüm yapması asla düşünülemez. O, noksan ve eksik sıfat­lardan münezzehtir. Günahsız hiç kimseye azap etmez. Azabı hak etme­yenlere azap etmez. Ayrıca O'nun kesin olarak verdiği hüküm de değiştiril­mez. Onun verdiği hüküm bütünüyle adildir.

6- Allah Tealâ cehennemi kâfirler müşrikler, dinsizler, materyalistler ve asilerle öyle doldurur ki başka bir şey eklemeye orda yer kalmaz. Ya­hut kâfirlere olan kızgınlığından ve onların yerini daraltmak için dolduğu halde cehennem fazlasını istemektedir. [32]

Muttakilerin Durumu:

31- Cennet de takva sahipleri için uzak olmayarak yaktırıldı.

32 ,33- İşte size vaadedilen ki o,(tam manasıylaAllah'a)dönen,O'nun(emir ve yasaklarına) riayet eden kimse)görmediği halde Rah- man'dan korkan ve O'na yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.

34- Oraya emniyet içinde giriniz. Işte bu ebedi hayatı başladığı gün­dür.

35- Orada istedikleri her şey kendi­leri için mevcuttur. Bizim nezdimizde dahası da vardır.

Kelime ve ibareler:

"... takva sahipleri için uzakta olmayarak" yani cennet onlara uzak bir yerde değildir. Bilakis onlar cenneti görmektedir.

"İşte size vaadedilen!" Yani onlara "İşte size vaadedilen cennet budur." denilir. Burada sevaba işaret edilmiştir. Yani işte bu, peygamberlerin lisanı ile size vaadedilen sevabın bizzat kendisidir. "Tûadûn" kelimesi "Yûadûn" şeklinde de okunmuştur. "Ki o (tam manasıyla Allah'a) dönen" yani çokça Allah'a dönen ve O'na itaat eden "Allah'ın emir ve yasaklarıa riayet eden..." Allah'ın koyduğu sınırları ve hükümleri koruyan ve kimse "görme­diği halde Rahmandan korkan" gözlerden ırak olduğundan hiç kimse onu göremediği halde Allah'ın azabından korkan, "O'na itaata yönelmiş bir kalple gelen kimselere mahsustur."

"İşte bu ebedî hayatın başladığı gündür." İşte içeri girmeye muvaffak olduğunuz bu gün cennette ebedî olarak kalmanın takdir edildiği gündür. Zira artık orada ölüm söz konusu değildir. Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "Oraya ebedi kalıcılar olarak giriniz." (Zümer, 39/73)."Orada istedikleri her şey kendileri için mevcuttur.Bizim yanıızda dahası da var." Bunlar onların hatırına bile gelmez. Onları ne bir göz gör­müş ne bir kulak işitmiş ne de bir kimsenin kalbine doğmuştur. [33]

Ayetler Arası İlişki:

Kıyamet günü kâfir ile yoldaşı şeytan arasındaki karşılıklı konuşmayı beyan ettikten sonra, Kur'an'm başka yerlerinde de görüldüğü gibi birbiri­ne zıt olan şeyler arasında mukayese yapmak için Allah Tealâ, takva sa­hiplerinin durumunu açıklamıştır. [34]

Açıklaması:

 

"Cennet de takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı." Yani cennet takva sahipleri için uzak olmayacak şekilde yaklaştırılmış veya on­lara uzak olmayan bir yere getirilmiştir. Cennet onlar tarafından görül­mektedir. Takva ehli bulundukları yerden cenneti seyretmekte ve onda bu­lunan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir kimsenin aklına gelmeyen nimetlere bakmaktadırlar.

"İşte size vaadedilen ki o (tam manasıyla Allah'a) dönen, Onun emir ve yasaklarına riayet eden... kimselere mahsustur." Yani melekler onlara şöyle demektedir: Cennette gördüğünüz bu nimetler bizzat Rabbinizin kitaplarında, size gönderdiği peygamberlerinin lisanı ile vaadedilen nimetlerdir. İşte bu sevap sadece günahtan uzaklaşmak suretiyle tam manasıyla Allah’a ve O’na itaate dönen, Allah’ın çizdiği sınırlara ve koyduğu hükümlere çokça riayet edip verdiği sözü tutan, onu hiçbir şekilde bozmayan ve hiçbir şekilde onda bir nebze bile ihmal göstermeyen kimselere mahsustur.

“… (kimse) görmediği halde Rahman’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalple gelen kimselere mahsustur.” Yani Allah’ın çizdiği bu sınırlara riayet edip onu aşmayan, kimsenin görmediği gizli bir yerde bile O’ndan korkan kimsedir Bunun bir benzeri de kıyamet günü Allah’ın gölgesinde gölgelenecek olan yedi zümre hakkında Rasulullah’ın söylediği şu sözdür: Ahmed, Buhari, Müslim ve Nesai bunu Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etmişlerdir: “Gizli bir yerde Allah’ı zikrederken gözleri dolup taşan adam (Allah’ın gölgesinde gölgelenecektir.)” Ayrıca bu sevaba nail olacak kimse Allah’a itaat hususunda samimi bir kalple Allah’a döner. Kıyamet gününde günahlardan salim ve boyun eğmiş bir kalple Allah’la karşılaşır.

“Oraya emniyet içerisinde giriniz. İşte bu ebedi hayatın başladığı gündür.” Yani onlara şöyle denir. Haydi azaptan ve nimetlerin elden kaçırılması vs. her türlü korkudan salim bir halde yahut Allah’ın ve meleklerin selamına kavuşmuş olarak cennete giriniz. İşte cennete girdiğiniz bu gün herhangi bir ölüm ve değişmenin olmadığı ebedilik ve devamlılık günüdür.

“Orada istedikleri her şey kendileri için mevcuttur. Bizim nezdimizde dahası da vardır.” Yani işte söz konusu vasıflara sahip takva ehli için cennette istedikleri, canlarının arzu ettiği, gözlerinin lezzet duyduğu çeşit çeşit iyilikler, arzularına göre türlü türlü nimetler vardır. Neyi isterlerse orada onu bulabilirler. İnsana zevk veren nimet çeşitlerinden hangisini arzu ederlerse onu elde edebilirler. Bizim yanımızda hatıra gelmemiş daha başkaları da mevcuttur. Bunun bir benzeri şu ayet-i kerimedir:

“İhsan sahipleri için en güzel nimetler ve daha fazlası vardır.” (Yunus: 10/21)

Sahih-i Buhari’de Suheyb b. Sinan er-Rumi’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bu fazlalık Allah’ın vechini temaşa etmektir.” [35]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

1- Kâfirler, fasıklar ve asilerle dolu olan cehennem ve takva sahipleri için görünecek dereetmeye rağbet göste­rilmesini sağlamak gayesi güdülmüştür. Nitekim cennetin uzak olmayacak şekilde muttakilere yaklaştırılması oraya kolayca ulaşılabileceğine işaret etmek içindir.

2- Allah Tealâ cennette muttakilerin nimet ve gönül huzuruna kavu­şacakları hissini desteklemektedir. Melekler cennetliklere şöyle demekte­dirler: İşte dünyada paygamberlerin lisanı üzere size vaadedilen mükâfat budur.

3- Günahları bırakıp tam manasıyla Allah'a dönen, amel edip haddi aşmadan ve Allah'ın koyduğu sınırlara riayet eden, her ne kadar kendisi Onu görmese de izzet ve kudret sahibi olan Allah'tan gizli ve açık her du­rumda korkup itaata yönelen bir kalple Rabbinin huzuruna gelenlerin ta­mamı cennetliktir.

4- Cennetlik olan takva ehline melekler şöyle derler: Siz azaptan ve nimetin zevalinden uzak bir şekilde veya Allah ve meleklerin selamıyla cennete giriniz.

5- Takva sahipleri çenette gönüllerinin istediği, gözlerinin bakmaktan zevk duyduğu her şeye nail olurlar. Ayrıca Rablerinin katında akla hayale gelmedik nimetler bulurlar. Cennetteki nimetlere ilave olarak Allah Tealâ keyfiyet ve şekilden ari olarak bizzat görülecektir.

Abdullah b. Mübarek ve Yahya b. Sellam, İbni Mesut'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Cumaya koşun!. Çünkü Allah Tealâ cennet ehline her cuma beyaz kafurdan bir kum tepesinde görünecektir. Bütün herkes Ona yakın bir yerde olacaktır."

İmam Şafii Müsned'inde Enes b. Malik'ten buna yakın bir hadis riva­yet etmiştir: "Cuma günü olunca Allah Tealâ dilediği kadar melek indir­miştir. Etrafında nurdan minberler vardır ki onların üzerinde peygamber­lerin oturdukları yerler vardır. Bu minberlerin etrafında yakut ve zebercedle işlenmiş altından minberler vardır ki onların üzerinde de şehitler ve sıddıklar bulunmaktadır. Diğerleri de bu kum tepelerinin üzerine oturur­lar. Bu halde iken Allah Tealâ "Ben sizin Rabbinizim. Ben vaadimi gerçek­leştirdim. Benden isteyin ki size istediğinizi vereyim." buyurunca cennet ehli "Rabbimiz! Rızanı istiyoruz" diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah Tealâ "Sizden razı oldum. İstediklerinizi size mutlaka vereceğim. Ayrıca katımda dahası da var." buyurur.

Bu yüzden cennetlikler Rableri kendilerine iyilik verdiği için Cuma gününü severler. Çünkü Cuma günü Rabbinizin arşa istiva ettiği gündür. Adem (a.s.) bu günde yaratılmıştır. Yine kıyamet bu günde kopacaktır. [36]

 

Yeniden Dirilişi İnkâr Edenlerin Tehdit Edilmesi, Bunun Bir Defa Daha Onlara İspat Edilmesi Ve Rasulullah (S.A.)'e Yöneltilen Bazı Emirler:

 

36- Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Diyar diyar dolaşıp (sığınacak) delikler aramışlardı.Fakat kaÇmava bir care var mıydı?

37- Şüphesiz bunda aklı olan yahut  hazır bulunup dinleyen kimseler elbette bir öğût vardır

38- Andolsun ki biz gökleri, yeryü- zünü ve iki arasında bulunan şeyle­ri altı günde yarattık. Bize hiçbir

doğuşundan ve batışından önce teşbih et. 

40. Gecenin bir kısmında da onu tesbihet' Secdelerin akabindede-

41-Nida edenin yakın bir yerden  kulak ver

42- O gün gerçek sayhayı (insanlar) işiteceklerdir. İşte bu kabirden çı-kış günüdür.

43- Şüphesiz sadece biz diriltiriz ve biz öldürürüz. Hem de dönüş ancak bizedir.

44- O gün hepsinin süratle çıkması için toprak üzerlerinden yarılıp açılacak­tır. İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir.

45- Biz onların neler söylediklerini çok iyi bilmekteyiz. Onlara karşı bir zorba değilsin sen! O halde benim tehditimden korkacaklara Kur'an ile öğüt ver.

 

Kelime ve ibareler:

 

"Biz onlardan önce" yani senin kavmin olan Kureyş kâfirlerinden önce "nice nesilleri" ayetteki "karn", insan topluluğu veya nesli manasına gelmektedir. Yani Kureyş kâfirlerinden önce birçok kâfir milletleri, nesilleri ve toplulukları helak ettik "ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler." Ad ve Semud bunlardandır, "diyar diyar dolaşıp delikler aramışlardı." nzık ve kazanç araştırmak için yeryüzünde gezip dolaştılar ve araştırmada bulun­dular. "Fakat kaçmaya bir çare var mıydı?" Allah'tan yahut ölümden kaça­bilecekleri bir yer var mıydı?

"Şüphesiz bunda aklı olan" yani hakikatleri düşünüp kavrayabilecek bir akla sahip olan " yahut hazır bulunup" manaları anlamak için dikkati­ni vererek "dinleyen" nasihate kulak veren "kimseler için" bu surede zikre­dilenlerde "elbette bir öğüt" nasihat ve ibret "vardır." Burada "kalp" keli­mesinin nekre getirilmesi her kalbin düşünmediğine, tefekkür etmediğine işaret etmek içindir.

"Andolsun ki biz... altı günde yarattık" Pazar günü başlamış, Cuma günü son bulmuştur. "Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamıştır." Burada Allah'ın alemi yaratmaya pazar günü başlayıp cuma günü bunu bitirdiğini cumartesi günü de istirahat edip arşın üzerine yattığını ileri süren Yahudi­lerin düşüncesi reddedilmiştir. Şöyle ki Allah yaratılmış olan varlıkların sahip olduğu sıfatlardan münezzehtir. O yorgunluğa maruz kalmaz ki din­lensin. O bir şeyin olmasını dilediğinde ona "ol" der o da hemen oluverir.

"Ne derlerse sen sabret" yani ey peygamber! Onların öldükten sonra di­rilmeyi inkâra dair söyledikleri sözlerine sabret. Zira hiç yorulmadan ale­mi yaratmaya gücü yeten zat o kâfirleri diriltmeye ve onlardan intikam al­maya da kadirdir. Aynı şekilde Yahudiler ve benzerlerinin yaratıcıyı yara­tıklara benzetmek, seni yalanlamak ve Allah'ı inkâr etmek için söyledikleri sözlere de sabret.

"Rabbini güneşin doğuşundan ve batışından evvel" yani sabah, öğlen ve ikindi namazlarında "teşbih et." hamdederek ve şükrederek Allah'a aciz­likten ve her türlü noksanlıktan tenzih et.

"Gecenin bir kısmında" yani akşam ve yatsı namazlarını kıl "ve secde­lerin akabinde" namazların peşinden "de O'nu teşbih et." Burada geçen "ed-bar" kelimesi "idbar" şeklinde de okunmuştur. Buna göre mana şöyledir: Farz namazların peşinden nafile sünnetleri de kıl. Bu vakitlerde yapılması maruf olan tesbihatı hamd ile beraber yap.

"Nida edenin yakın bir yerden" Zemahşeri'nin ifadesine göre İsrafil Beytül-Makdis'in bir taşından[37] nida edecektir. Orası yeryüzünün gökyü­züne en yakın olduğu ve yeryüzünün tam ortasıdır. Yahut nidasının herke­se eşit bir şekilde ulaşabileceği insanların yerleşim bölgelerine en yakın yerlerdendir, "çağıracağı güne kulak ver." Ey muhatap! Kıyametin ahvaline dair sana verilen haberlere kulak ver. Bu ayette haber verilen şeyin büyük­lüğü ve korkunçluğu ifade edilmiştir.

Bu ayette ifade edilen çağına İsrafil (a.s.)'dir. İsrafil "Ey çürümüş ke­mikler, parça parça olmuş mafsallar, dağılmış etler! Allah Tealâ son hük­münü vermek için bir araya gelmenizi emrediyor." diye nida edecektir.

"İşte o gün gerçek sayhayı" yani yeniden diriliş ve yapılan amellerin karşılığının verilmesi için toplanmaya dair İsrafil'in ikinci nefhasını "işite­cekler" yani bunu bütün mahlukât duyacaktır. "İşte bu kabirden çıkış günü­dür. " İşte nida edilip de bunun herkes tarafından duyulduğu gün kabirden çıkış günü olacaktır.

"Dönüş de" yani yapılan amellerin ahirette karşılığının verilmesi için dönüş "ancak bizedir."

"İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir." Bu diriltme ve toplama bize göre çok kolaydır. Hesaba çekmek için bir araya getirme ancak alim ve ka­dir olan bir zat için kolay olur. Kaldı ki Allah Tealâ onları daha önce de, ilk olarak yaratmıştır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Sizin yaratıl­manız ve tekrar diriltilmeniz sadece bir kişinin yaratılması gibi (kolaydır.)" (Lokman, 31/28).

"Biz onların" yani Kureyş kâfirlerinin "neler söylediklerini çok iyi bil­mekteyiz." Bu ayet ile Rasulullah (s.a.) teselli edilirken Kureyş kâfirleri de tehdit edilmiştir. "Sen onlara karşı zorba değilsin." Yani sen onları imana zorlayacak ve onlar hakkında istediğini yapacak bir diktatör değilsin. Sen sadece bir davetçisin. "O halde benim tehdidimden korkacaklara Kur'an ile öğüt ver." ki onlar müminlerdir. Çünkü Kur'an'dan başkaları değil sadece müminler faydalanabilir. [38]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Andolsun ki biz gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasındakileri altı gün­de yarattık." ayetinin (38. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Hakim sahih olduğunu söyleyerek İbni Abbas'tan şöyle .rivayet etmiştir: Yahudiler Rasu­lullah (s.a.)'a gelip ona göklerin ve yerin yaratılmasını sordular. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah Tealâ yeryüzünü pazar ve pazartesi günleri yaratmıştır. Salı günü dağları ve dağlardaki faydalı şeyleri, çarşamba günü ağaçları, suyu, şehirleri, medeniyetleri ve harebele-ri perşembe günü ise gökyüzünü yaratmıştır. Cuma günü yıldızlan, güneşi ve ayı yaratmış geriye son üç vakit kalmıştır.

Birinci vakitte ölümlü olan mahlukların ölünceye kadarki ecellerini takdir etmiş, ikinci vakitte insanların istifade edeceği her şeyden afeti kal­dırmış, üçüncü vakitte ise Adem (a.s.) yaratıp, onu cennete koymuş ve şeytana ona secde etmesini emretmiş, en son vakitte de onu cennetten çıkar­mıştır."

Yahudiler "Sonra ne oldu, ya Muhammed!" deyince Rasulullah (s.a.s) "Sonra Allah arşa istiva etmiştir." (Arşı kuşatmıştır) buyurdu. Yahudiler "Doğru söyledin, ama tamamını söyleseydin ya! Sonra da Allah dinlenmiş­tir." demeleri üzerine Rasulullah (s.a.) buna çok kızdı. Bunun üzerine "Andolsun ki gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize yorgunluk da dokunmadı." ayeti nazil olmuştur.

Hasen ve Katade şöyle demişlerdir: Yahudiler Allah mahlûkatı altı günde yaratmış yedinci günde dinlenmiştir deyince Allah Tealâ söz konusu ayeti indirmiştir. Bu yedinci gün cumartesi günüdür. Yahudiler bu günü dinlenme günü diye isimlendirmektedir.

İbni Cerir İbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ashab "Ya Rasulallah! Bize korku ve haşyet verecek şeyler söyleseydiniz ya!" dedikle­rinde "Benim tehdidimden korkacaklara Kur'anla öğüt ver." ayeti (45. ayet) nazil olmuştur. [39]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah Tealâ yeniden dirilişi inkâr eden kâfirleri ahirette vereceği elim azapla uyardıktan sonra burada da onları helak edici ve tam olarak perişan edici dünya azabıyla tekrar tehdit edip uyarmıştır. Tehdit ve özendirmeyi birlikte getirmek için bu iki ikaz ve uyarının arasında takva ehlinin durumunu ele almıştır. Sonra helak etmenin sebep ve neticeler arasındaki alâkayı düşünen akla sahip her bir kimse için bir öğüt ve ibret vesilesi olduğunu beyan etmiştir.

Daha sonra Allah Tealâ yorulmak ve sıkıntıya düşmekten münezzeh bir durumda gökleri ve yeri yarattığını söyleyerek yeniden dirilişin imkân dahilinde olduğunu gösteren delili bir daha zikretmiştir. Sonra da peygam­berimiz (s.a.)'e bir çağmayı bekleyerek kâfirlerin yeniden dirilişi inkâra dair sözlerine ve onların Allah yorulduğu için istirahate çekildi, demelerine sabretmesini ve kendisini noksan sıfatlardan tenzih etmesini emretmiştir. (Ey peygamber!) Bir sayhanın kopup herkesin baygın olarak yere kapana­cağı gün gelinceye kadar gafillerden olma. Artık öldükten sonra dirilme gü­nü yaklaşmış ve ona çağıran kimsenin sesi duyulmuştur. Allah'tır dirilten, öldüren. Dönüş de ancak O'nadır. O gün yer yarılır ve insanlar kabirlerin­den çıkarlar.

Allah Tealâ sonra da Rasulüne (s.a.) öldükten sonra dirilme hakkında müşriklerin söylediklerini bildiğini haber vermiştir. O halde habibim! Sen onlara karşı imana girmeleri için zor kullanıcı bir diktatör ve zorba değil­sin. Sen ikaz ve Allah'ın birliğine çağrı hususunda kendi vazifeni yerine getir. Azabımdan ve tehdidimden korkan kimselere bu Kur'an'la öğüt ver. [40]

 

Açıklaması:

 

"Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Diyar diyar dolaşmışlardı. Fakat kaçmaya çare var mıydı?"

Yani Kureyş ve onlara tabi olan kâfirlerden önce de Ad, Semud, ve Tubba kavmi gibi milletler ve topluluklar vardı ki onlardan sayıları daha çok, kuvvetleri daha çetin ve yeryüzündeki eserleri de daha fazlaydı. Mem­leketlerde etkili olmuşlar, rızık aramak, ticaret yapmak ve mal kazanmak için diyar diyar dolaşmışlardı. Hem onlar sizden daha fazla gezip dolaş­maktaydılar. Buna rağmen onlar azabtan ve Allah'ın kaza ve kaderinden kurtulmak için kaçabilecekleri bir yer bulabilmişler midir? Bir araya getir-dikleleri mallan onlara fayda verip peygamberleri yalanlamaları sebebiyle hak ettikleri azabı onlardan defedebildi mi? İşte onların nasıl kaçacak yer­leri yoksa sizin de kaçıp saklanabileceğiniz ve Allah'ın azabından kurtula­bileceğiniz bir yer yoktur.

Sonra Allah Tealâ bu uyarı ve tehditler ile kısıtlamaların ancak düşünen insanlara fayda verebileceğini ifade etmiştir. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Bunda aklı olan yahut hazır bulunup dinleyen kimseler için elbette bir öğüt vardır." Yani şüphesiz yukarıda zikredilen şu milletlerin kıssala­rında ve bu sure ile bundan önceki surede zikredilen fertler ve topluluklar arasındaki edep kuralları ve nasihatlerde, gerçekleri ve sebep sonuç ilişki­lerini düşünen akla sahip kimseler için bir öğüt, bir nasihat ve bir ibret bu­lunmaktadır.

Allah Tealâ daha sonra, öldükten sonra dirilmenin aklen mümkün ol­duğunu delâlet eden delili bir kez daha zikrederek şöyle buyurmuştur:

"Andolsun ki gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasında bulunan şeyleri biz altı günde yarattık. (Bu konuda) Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamış-tır." Yani Allah'a yemin olsun ki daha önce hiçbir benzeri bulunmayan gök­leri, yeryüzünü ve bu iki arasında bulunan harikulade mahlukâtı biz altı günde yarattık. Bize bu konuda ne bir sıkıntı, ne de bir meşakkat ve yor­gunluk isabet etmiştir. Bu ayet-i kerime ile Yahudiler reddedilmişlerdir. Zi­ra Katade'nin dediğine göre Yahudiler şöyle demişlerdir: Allah evveli pazar son günü de cuma olmak üzere altı günde, gökleri ve yeryüzünü yaratmış, yedinci günde -ki bu cumartesi günüdür- dinlenmiştir. Yahudiler işte bu yüzden cumartesi gününü dinlenme günü diye isimlendirmişlerdir. Yahudi­lerin bu sözleri sebebiyle onların sözlerini ve yorumlarını reddetmek için Allah Tealâ bu ayeti indirmiştir.

Bu ayet-i kerime ahiret hayatının var olduğunu tespit ve tayin etmek­tedir. Şöyle ki gökleri ve yeryüzünü yaratmaya kadir olan ve yaratırken as­la yorulmayan ölüleri diriltmeye haydi haydi kadirdir. Nitekim Allah Tealâ başka bir ayette şöyle buyurmuştur:

"Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, her şeye kadirdir." (Ahkâf, 46/33).

Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurmuştur:

"Elbetteki göklerin ve yerin yaratılması insanların yaratılmasından daha büyük (bir olaydır)." (Gafır, 40/57).

Razi bu ayette zikredilen "altı günde" sözünden maksadın altı merhale olduğunu ifade etmiştir. Yoksa bu lügatta vaz edilmiş bulunan belli günler değildir. Çünkü lügatta gün, doğuşundan batışına kadar güneşin yer­yüzünün üstünde bulunduğu zaman dilimini ifade eder. Halbuki gökler yaratılmadan önce ne güneş vardı ne de ay. Dolayısıyla burada gün lafzı kul­lanılarak onunla vakit veya zaman, yani aşanla, merhale kastedilmiştir.[41]

Allah Tealâ sonra da Peygamber'ine (s.a.) yeniden dirilmeyi inkâr eden kâfirler ile yaratıcıyı yaratıklara benzeten Yahudilere karşı takın­ması gereken tavrı açıklamıştır. Rasulü Ekrem'e (s.a.) bir kaç emir vererek şöyle buyurmuştur:

a) "(Habibim) ne derlerse sen sabret." Yani Ey Rasul! Yeniden dirilişi yalanlayan müşriklerin sözleriyle Yahudilerin Allah'ın yorulduğu ve istira­hat ettiğine dair sözlerine sabret. Bütün bunlar hiçbir delile dayanmayan batıl sözlerdir.

b) "Rabbini güneşin doğuşundan ve batışından önce teşbih et. Gecenin bir kısmında da onu teşbih et. Secdelerin akabinde de." Yani Rabbini daima her türlü acziyet ve noksanlıktan tenzih et. Sabah ve ikindi vakitlerinde, gecenin bir bölümünde ve namazların peşinden "Sübhanallahi ve bi-ham-dihi" (Allahı noksan sıfatlarından tenzih eder ve ona hamdederim) diyerek sürekli O'na hamd et.

İbni Abbas şöyle demiştir: Güneşin doğuşundan evvel emredilen teş­bih ve tahmidden maksat sabah namazı; güneşin batışından öncekinden maksat öğlen ve ikindi namazı; gecenin bir bölümünde yapılması em­redilen teşbih ve tahmidden maksat akşam ve yatsı namazları, secdelerin peşinden yapılması emredileni ise farzlardan sonra kılman nafile namaz­lar veya namazdan sonraki tesbihattır.

Bazı alimler de şöyle demişlerdir. Burada zikredilen teşbihten maksat namazdır. Çünkü namazlarda Allah noksan sıfatlardan ,tenzih edildiği için (tesbihat bulunduğundan) namaz, teşbih diye isimlendirilmektedir.

Namazlardan sonra tesbihatın emredildiği birçok hadis vardır:

Buhari ve Müslim Ebu Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmiş­lerdir:

Muhacirlerin fakir olanları geldiler ve şöyle dediler: "Ey Allah'ın Rasulü (s.a.)! Ehl-i dusur[42] yüksek derecelere ve ebedî nimetlere gittiler." Rasulullah (s.a.) "Ne oldu ki" deyince onlar: "Bizim gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor, bizim gibi tasadduk edip bizim yaptığımız gibi köle azat ediyorlar." dediler. Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Yaptığınız takdirde sonrakileri geçebileceğiniz ve bunu yapanlar dışında sizden üstün hiç kimsenin bulu­namayacağı bir şeyi size öğreteyim mi? Her namazın peşinden otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç defa Allahuekber deyiniz." Bunun üzerine onlar şöyle dediler: "Ya Rasulallah! Mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptığımızı işitir ve aynını onlar da yapar." Rasulullah (s.a.) "İşte bu Allah'ın dilediğine bahşettiği ihsanıdır." (Maide, 5/54) ayetini okudu.

Sahih olan diğer bir hadis de şöyledir: "Nebi (s.a.) farz namazların peşinden "ha ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehül-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir. Allahümme la mania Uma a'tayte velâ mu tiye Uma mena'te velâ yenfau ze'l-ceddi minke'l-ced." derdi. (Hiçbir ilâh yoktur. Sadece ortağı olmayan Allah vardır. Mülk ancak O'na aittir. Hamd de yalnız O'na aittir. O'nun her şeye gücü yeter. Ey Allah'ım! Senin ver­diğine engel olabilecek kimse olamaz. Senin engel olduğuna da kimse vere­mez. Sana karşı zenginlerin zenginliği fayda vermez. O'na ancak iman ve itaat fayda sağlar."

c) "Nida edenin yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver." Ey Pey­gamber! İsrafil'in (a.s.) sûra ikinci üflemesi olan kıyamet sayhasına kulak ver. O gün İsrafil (a.s.) mahşerde bulunan herkesin işitebileceği şekilde nida eder. "Haydi hesaba çekilmeye gelin" deyince herkes kabirden çıkıverecekler.

Her ne kadar sabır ve teşbih dünyada, münadinin çağrısına kulak ver­mek de kıyamette olsa da "kulak ver" fiilini "sabret" ve "teşbih et" fiillerine atfetmeye bir mani yoktur. Çünkü burada "Namaz kıl ve cennete gir" sözündeki gibi bir mana kastedilmiştir. Bu sözün manası şudur. Dünyada namaz kıl ki ahirette cennete giresin.

"Kulak ver" fiilinin "bekle" manasında olduğunu söylemek de müm­kündür.

Razi şöyle söylemiştir: Allah Tealâ'nın "yakın bir yerden" sözü bu her­kesin eşit derecede işiteceklerine işaret etmektedir. Buna göre burada zik­redilen münadinin Allah Tealâ olduğu şeklindeki yorum uzak değildir. Çünkü burada yakın yerden maksat bizzat yer değildir. Bilakis çağrının zahir olması kastedilmiştir. Allah'tan gelen çağrı ise daha yakındır.[43]

"O gün gerçek sayhayı (insanlar) işiteceklerdir. İşte bu kabirden çıkış günüdür." Yani yeniden diriliş sayhası hakikaten gerçekleşecektir. İşte o gün yeniden diriliş, haşr ve amellerin karşılığının görüleceğini hatırlatan sûra ikinci üfürülüşün işitileceği gündür. O gün kabirlerden çıkma günüdür.

"Şüphesiz sadece biz diriltiriz ve yine biz öldürürüz. Hem de dönüş an­cak bizedir." Yani hem dünya da hem de ahirette yalnızca biz diriltiriz. Dünyada eceller geldiğinde ancak biz öldürürüz. Bu konuda hiç kimse bize ortak olamaz. Hem hesaba çekilip amellerin karşılığının görülmesi için sadece bize dönülecektir. İyiliğe karşılık iyilik, kötülüğe karşı ise kötülükle amel eden herkese amelinin karşılığını vereceğiz.

Bu ayeti kerime yoktan var etmeye yeniden yaratmaya ve öldürüp hesaba çekmeye dair ilâhî güç ve kudretin bulunduğunu ispat etmektedir. Allah Tealâ bu durumu şu ayet-i kerime ile teyit etmektedir:

"O gün süratle (çıkmaları için) toprak üzerlerinden yarılıp açılacaktır. İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir." Yani toprağın onların üzerinden yarılarak açılması üzerine kabirden çıkıp kendilerine nida eden münadiye doğru koşarak mahşer yerine doğru sürüklendikleri o vakitte onların dönüşü bizedir. İşte bu bize göre gayet kolay bir diriltme ve toplamadır. O konuda zorluk ve meşakkate uğramamız söz konusu değildir.

Nitekim Allah Tealâ başka bir ayette şöyle buyurmuştur:

"Bizim buyruğumuz bir anlık bakış gibi bir tek sözden başka bir şey değildir." (Kamer, 54/50).

"Sizin yoktan yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de bir canın yaratılması ve diriltilmesi gibidir." (Lokman, 31/28).

Sonra Allah Tealâ şu sözüyle müşrikleri tehdit etmiştir:

"Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliriz. Sen onlara karşı bir zorba değilsin ki!" Biz müşriklerin Kur'an'ı yalanlamak, yeniden dirilişi ve Allah'ın birliğini inkâr etmek hususunda sana söylediklerini harfi harfine bilmekteyiz. Sen onları imana zorlayan bir zorba değilsin. Sen sadece teb­liğ edicisin.

Bunun bir benzeri de şu ayetlerdir: "Sen ancak tebliğ etmekle görev­lisin. Hesaba çekmek bize düşer." (Rad, 13/40); "Habibim sen öğüt ver. Sen sadece hatırlatmada bulunucusun. Onlar üzerinde zorba değilsin sen." (Casiye, 88/21, 22).

d) "O halde benim tehdidimden korkacaklara Kur'an ile öğüt ver." Yani Ey Peygamber! Sen bu Kur'an ile öğüt ver. Rabbinin sana yüklediği pey­gamberlik vazifesini tebliğ et. Şüphesiz ondan sadece Allah'tan korkan, O'nun isyankârlara vaadettiği cezadan ve tehditten çekinen, Allah'ın vaadine, fazlına ve rahmetine ümit bağlayanlar öğüt alırlar. Diğerleriyle boşuna uğraşma. [44]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler Rasulullah'm (s.a.) davetine karşı meydan okuyarak ve bu meydan okumaya ve ayak diremeye nasıl karşılık verildiğinden bahset­mektedir.

Ayetlerden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Allah Tealâ Kureyş ve diğer bütün kâfirleri tehdit edip uyarmış ve onları elem verici ahiret azabından sakmdırmıştır. Ayrıca Mekkelilerden daha kuvvetli ve sağlam, daha zengin ve daha çok mal varlığına, daha yük­sek medeniyete sahip olmalarına rağmen peygamberleri yalanlayan önceki millet ve ümmetleri maruz bıraktığı helak edici azapla da onları ikaz etmiş­tir. Allah onları öyle bir helak etmiştir ki bundan kaçıp kurtulabilecekleri bir yer de bulamamışlardı. Aynı şekilde onlar gibi olanlar da benzer bir azabın başlarına gelmesi durumunda kaçıp sığınabilecek bir yer bulamazlar.

2- İşte bu surede zikredilenlerde ve bu ikaz tehdit ve korkutmalarda kalbi olan, yani aklı olan herkes için alınması gereken bir öğüt ve ibret vardır. Allah Tealâ bu ayette kalb kelimesini akıldan kinaye olarak kullan­mıştır. Zira Kurtubi ve başka ilk dönem alimlerine göre kalb aklın bulun­duğu yerdir.

3- Öncekilere dair genel bir hatırlatma ve ikaz yapmasına rağmen Al­lah Tealâ inkarcıları reddetmek için yeniden diriliş (ba's) delilini bir defa daha tekrar etmiştir. Ayrıca Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yaratıp yedinci gün yani cumartesi günü istirahat ettiğini ileri süren Yahudiler'e ret cevabı vererek onların yalancı olduklarını bu delil ile ortaya koymuştur.

4- Allah Tealâ, peygamberliğine mukavemet gösterip meydan oku­maları karşısında Peygamber (s.a.)'in dört şeyi yapmasını emretmiştir:

a) Onların sözlerine sabretmesini.

b) Bunun için namaz ve teşbih ile Allah'tan yardım dilemesini. Çünkü namaz ve teşbih ruhu kuvvetlendirir. Sabretmek hususunda irade ve azmi güçlendirir. Namazda insan kendisini yaratan Allah ile buluşur. O'na dayanır, O'ndan ilham alır ve O'nun üstün kudretinden yardım diler.

c) Allah Tealâ'nın "Yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et." (Hicr, 15/99) sözünde olduğu gibi hayatı boyunca Allah'ı noksan sıftlardan tenzih etmekle meşgul olmasını ve Allah'ın haber verdiği kıyametin kor­kunç durumuna kulak verip hakdan yüz çeviren kimseler gibi olmaktan sakınmasını.

d) Allah'ın azabından korkan, tehdidinden sakınanlara Kur'an'la öğüt vermesi ve peygamberliğini tebliğ edip Allah'ın dinine davet etmesi.

Bu emirlerin arasında Allah Tealâ bunları yerine getirmeye yardımcı olacak dört hususu zikretmiştir. Onlar şunlardır:

a) İnsanlar kabirden çıkma gününde kıyamet sayhası ile ba's, mahşer ve hesap sayhalarının işitileceğim hatırlatması.

b) Asıl diriltenin, öldürenin Allah olduğu ve bütün insanların hesap ve ceza için Ona döneceklerini hatırlatması.

c) Mahşere çağıran münadiye icabet etsinler diye toprağın ölülerin diri olarak süratle çıkmaları için nasıl yarıldığının ifadesi ile haşir ve in­sanları toplamanın Allah'a çok kolay olduğunu bildirmesi.

d) Kâfirlere, ilminin onların söylediği bütün sözleri ve yaptıkları bütün fiilleri içine alıp kuşattığını bildirmesi.

İşte bu dört husus her devirde İslâm'a karşı meydan okuyanlar için son derece korkutucu ve tehdit edici bir mahiyet taşımaktadır. [45]

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/499.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/499.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/499-500.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/500-501.

[5] Razî, XXVIII/145.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/501.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/503.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/503.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/503-504.

[10] Razî, XXVIII/146.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/504-509.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/509-510.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/511-512.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/512.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/512-513.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/513.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/514.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/515.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/515.

[20] Bu hadisi; Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbni Mace Ebu Hureyre'-den, Taberani de İmran b. Husayn'dan (r.a.) rivayet etmişlerdir.

[21] Bu hadisi Zemahşeri, Kurtubi ve Beyzavi zikretmiştir. İbni Ebi Hatim de Ahnef b. Kays'dan aynı hadisi şu şekilde rivayet etmiştir: "Sağdaki melek iyilikleri yazar ve o soldakinden daha güvenilirdir. Kul bir günah işlerse soldakine dur, yazma der ve eğer kul Allah'a istiğfar ederse o günahı yazmaktan onu men eder. Ama kul istiğfar etmezse o günahı yazar."

[22] Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni Mace rivayet etmiştir. Tirmizi hasen-sahih demiştir. Hadisin sahih bir de şahidi vardır.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/516-518.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/518-519.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/520.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/520-521.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/521.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/521-522.

[29] Buna göre birinci soru muhatabın durumu ikrar etmesi için sorulmuştur. Şu halde Allah Teala cehennemin dolduğunu ortaya koymaktadır. Yani cehennemin dolduğunu ikrar etmesini sağlamaktadır. İkinci istifham ise olumsuzluk manasınadır. Yani bundan fazlasını alacak yerim yok. Bu birinci istifhamın cevabıdır.

[30] Zemahşerî, III/163.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/522-525.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/525.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/526.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/527.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/527-528.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/528-529.

[37] Bunu Katade dediği gibi aynı zamanda bu görüş Ka'b b. el-Ahbar'dan da rivayet edil­miştir. Bana göre Razi'nin de dediği gibi burada maksat her mahluk için nidanın gerçekleşmesidir. Yoksa nidanın bizzat yakın bir yerden yapılması kastedilmemiştir.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/530-532.

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/532-533.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/533.

[41] Razî, XXVIII/183-184.

[42] Burada onlardan maksat servet sahibi zenginlerdir. Dusur kelimesi disar kökünden dışa giyilen elbise manasına gelir.

[43] Razî, XXVIII/188.

[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/534-538.

[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/538-539.