Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Tek
başına "kaf' harfiyle başladığı için bu sure Kaf diye isimlendirilmiştir.
Allah'ın "Sad, nun'. Elif. lam.
mim . Ha. mim Ta, sin" sözleri de bunun gibidir.
Şa'bi demiştir ki: Kaf bu surenin
başlangıcıdır.
[1]
Allah
Tealâ Hucurat suresinin sonunda iman enik diyen bedevilerin imanının hakiki
olmadığını beyan etmişti, imanın bulunmaması, nübüvveti ve yeniden dirilişi
(bas) kabul etmemenin bir delil: sayılmaktadır. Bu yüzden Kaf suresi
müşriklerin nübüvveti ve yeniden dirilişi inkâr etmelerinin açıklamasıyla
başlamış, sonra da onların bu halı kat ı deliller ile reddedilmiştir.
[2]
Surenin
Muhtevası:
Bu
surenin Mekke'de inmiş olduğunda alimlerin icmaı vardır. Bu sebeple bu surenin
konusu tevhid, yeniden dirilme, nübüvvet ve risalet gibi İslâm itikat
esaslarını konu alan diğer Mekki sureler gibidir. Fakat bu surede özellikle
İslâm inanç esaslarının ikincisi olan yeniden diriliş konusu işlenmiş, bunun
ispatı yapılmış ve inkâr edenlere karşı cevaplar verilmiştir.
Bu
sebeple bu sure müşrik Arapların ve Kureyş'in yeniden dirilişi, nübüvveti ve
Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamberliğini inkâr etmeleri, kendilerinden uyarıcı
bir peygamberin gönderilmesine ve ölümden sonra tekrar hayat bulmaya hayret
etmelerinden bahsederek söze başlamıştır. Allah Tealâ, "Kaf! Yüce
Kur'an'a yemin olsun ki bilakis onlar kendilerinden bir uyarıcının gelmesine
hayret ettiler. Bu yüzden kâfirler "Bu şaşılacak bir şey. Biz ölüp toprak
olduğumuzda mı (diriltileceğiz)1? Doğrusu bu uzak bir dönüştür."
dediler." buyurarak yüce Kuran adına yemin etmiştir.
Allah'ın
yeniden diriltmeye vb. şeylere dair üstün bir kudretinin olduğuna delil
getirmek için, daha sonra gelen ayetler varlığın oluşum safhalarının
düşünülmesini, gökyüzünün yapısı ve süsleriyle yeryüzünün dağlan, ekinleri,
bitkileri ve yağmurlarının ibret nazarıyla seyredilmesini teşvik etmektedir:
"Gökyüzüne (ibret nazarıyla) bakmazlar mı?"
Sonra
bu ayetlerde Kureyş kâfirlerini diğer milletlerin başına gelen musibetlere
karşı uyarmak için Nuh kavmi, Ashabür-Res, Semud, Ad, Fi- ravun, Lût kavmi,
Ashab'ul-Eyke, Şuayb (a.s.)'in kavmi ve Tubba kavmi gibi önceki milletlerin
helak edümelerindeki öğüt ve ibretleri belirleyip tefekkür sebeplerini ortaya
koymuştur. "Onlardan önce Nuh kavmi, Res halkı ve Semud da yalanlamıştı."
Daha
sonraki ayetlerde insanın söz ve davranışlarını gözeten, durumunu murakebe
eden iki meleğin sürekli olarak onun beraberinde bulunduğu, ölüm sarhoşluğunda
sahifesinin dürülüp toplatılacağı ve mahşer ile hesap gününün korkunç ahvaline
maruz kalacağı gibi konulara geçilmiştir.
"Andolsun
ki insanı biz yarattık." "Sura üfürülür, işte bu geleceği va-adedilen
gündür." Bütün bunlardan sonra bu büyük olaylardan zaruri olarak öğüt ve
ibret alınacağı ifade edilmiştir. "Şüphesiz bunda kalbi olan ve hazır bulunup
kulak veren kimseler için ibretler vardır."
Bu
yüce sure göklerin, yerin ve bu ikisi arasında mevcut bulunan şeylerin
yaratılması, kabirden çıkmak için hak olan sesin işitilmesi, ölülerin üzerinden
yerin süratle açılıp yarılması gibi müşahede edilecek büyük olaylar ile
tamamlanmış, ayrıca Rasulullah'a (s.a.) ve ona tabi olanlara sabredip gecenin
derinliklerinde ve gündüzün başında ve sonunda teşbih etmeleri, müşriklerin
yeniden dirilişi inkâr etmelerine ve savurdukları tehditlere aldırış etmemeleri
ve Allah'ın tehdit ve cazalandırmasma dair Kur'an'la hatırlatmada bulunmaları
emredilmiştir. Ayetler: "Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasında
bulunanları altı günde yarattık." "Çağıranın çok yakın bir yerden
çağıracağı güne kalak ver." "Biz onların dediklerini çok iyi
bilmekteyiz"[3]
Surenin
Fazileti:
Yaratılışın
nasıl başladığı, hayatın görünen tarafı ile dünyevi cezalar, yeniden diriliş,
cennet ve cehennem, sevap ve ceza konularında insanlara nasihat etmek için bu
sure, Ramazan ve Kurban bayramları ile Cuma günleri gibi umumi toplantılarda
ve büyük olaylarda okunmalıdır.
Söz
konusu münasebetlerde bu surenin okunmasının sünnet olduğunun delilleri
aşağıdaki hadislerdir:
Müslim
in Sahih'inde Cabir b. Semure'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah
(s.a.j sabah namazlarında "Kaf, şerefli Kur'an'a andolsun." suresini
okurdu. Bundan sonra onun namazı kısa olurdu."
Müslim,
Ebu Davud, Beyhaki ve İbni Mace Ümmü Hişam b. Harise b. en-Numan'm şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir. "Ben "Kaf! Şerefli Kur'an'a andolsun
ki..." suresini bizzat Rasulullah (s.a.)'ın lisanından öğrendim. Rasulullah
(s.a.) her cuma insanlara hutbe irad ettiğinde bu sureyi okurdu."
Ahmed,
Müslim, Ebu Davud ve Nesai Hz. Ömer'den şöyle rivayet etmişlerdir. Hz. Ömer,
Vakıd el-Beysi'ye Rasulullah (s.a.)'m Kurban ve Ramazan bayramlarında ne okuduğunu sorduğunda o şöyle demiştir: "Rasu-lullah
(s.a.) bayramlarda "Kaf, şerefli Kur'an'a yemin olsun." suresi ile
"Kıyamet vakti yaklaştı ve Ay yarıldı, suresini okurdu."
Bayramlarda bu surenin
okunmasının sebebi şudur: Bayramlar mutluluk içinde olma, giyinip kuşanma günleridir.
Ancak insanın hesap meydanına
çıkacağını unutmaması gerekmektedir. Dolayısıyla böbürlenen bir şımarık ve günaha dalan bir fasık olmair.ası
için de Kur'an'dan öğüt almalıdır.
Nitekim bu surenin başında 'Kaf! Şeref.: Kur'an'a yemin olsun
ki..." denilmiş sonunda ise
"Tevhitten korkan kimseye Kur'an'la öğüt ver." buyu-rulmuştur. Ayrıca "İşte bu
(ortaya) çıkış günüdür”, sözünü. "İşte hayata yeniden çıkış da
böyledir" sözünü ve “Bu, bize göre kolay
olan bir haşirdir." sözünü her
insanın düşünmesi gerekir.
[4]
Her iki sure
de alfab€ harr'enr.der. bınsı :1e başlamış. Kur'an'a yemin edilmiş ve "bel edalıyla
birlikte hayret ifadesi yer almıştır. Ayrıca
her iki surenin başı ve sonu birbirine uygundur Sai suresinin basında Sad,
zikir sahibi Kur'an'a yemin olsun
sonunda ise “Bu, ancak alemler
için bir öğüttür." ifadesi Kaf
suresinin başında “Kaf! Şerefli
Kur’an’a yemin olsun." sonunda da
"Tehditten korkan kimseye Kur’an’la öğüt ver” ifadesi yer almıştır. Kaf suresi Sad suresinin son bulduğu konuyla
başlamıştır. Yani her iki surenin
başında alfabe harfi bulunmaktadır. Aynı şekilde her iki sure Kur'an'dan bahsederek başlayıp yine aynı bahisle son
bulmuştur.
Sad
suresinde "İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor?” ile Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta sabredin..." ayetlerinde
İslâm itikat esaslarının ilki olan
tevhid konusu, Kaf suresinde ise "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz
za
man mı diriltileceğiz. Bu, akla uzak bir donuktur ayetinde itikad esaslarının ikincisi olan yeniden
diriliş meselesi ele alınmıştır.
Her iki sure de incelediği konuya
münasip bir
şekilde başlamış ve son bulmuştur. Şöyle ki: Sad suresi İslâm itikad esaslarının ilkinin takriri ile başlamış bu
surenin sonunda Allah Tealâ Hani
Rabbin meleklere ben topraktan bir insan yaratacağım demişti... buyurarak vahdaniyetinin delili olduğu için
yaratılışın başlangıcını anlatmıştır. Kaf suresi ise yeniden diriliş gününü beyan
ederek başlamış ve surenin sonunda Allah Tealâ "Yerin onların
üzerinden süratle yarılıp açıldığı gün (onların) dönüşü ancak bizedir. Bu bize
göre kolay olan bir haşirdir." denmiştir.
Kısacası her iki surede
aynı şekilde başlayıp bitmektedir.
[6]
1- Kaf! Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki.
2- Bilakis o kâfirler kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar
da şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir
şeydir."
3- "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)?
Bu, kabul edilmesi uzak bir dönüştür."
4- Biz toprağın onlardan neleri ek silttiğini bilmekteyiz. Ayrıca
nezdimizde o bilgileri koruyan bir de kitap vardır.
5- Bilakis onlar hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşkın
bir haldedirler.
6- Üstlerindeki gökyüzüne bakmazlar mı ki onu nasıl bina etmiş ve nasıl
donatmışız. Onda hiçbir çatlak
da yok.
7- Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada güzel ve
parlak her türden yetiştirdik.
8- (İşte bütün) bunlar, Rabbine dönen her kula bir öğüt ve ibret olması
için (yaratılmıştır).
9- Gökten de bereketli su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek taneler
bitirdik.
10- Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları.
11- Ki kullarıma rızık olmak için (yaratılmıştır). Biz onunla ölü bir
memlekete can verdik. İşte (kabirden) çıkış da böyledir.
"Şerefli
Kur'an'a yemin olsun ki..." cümlesi kasem, yani yemindir. Bunun cevabı ya
hazfedilmiş bir cümledir ve Muhakkak diriltileceksiniz" şeklinde takdir
edilir; veya "Biz onlardan toprağın neler eksilttiğini bilmekteyiz..."
cümlesidir. Yahut da Kaf harfinin Bu işe kesin olarak hükmedildi."
manasında olduğu görüşünde olanlara göre. yeminden önceki kısım yeminin
cevabının yerine geçmiştir ki o da "Kaf harfinin delâlet ettiği bu
manadır. Buna göre mana şudur: Kur'an'a yemin olsun ki sen yeniden dirilişle
onları uyarmak için geldin. Fakat onlar bunu kabul etmediler.
"Biz
öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı':..." ayetinde âmil "iza"
lafzıdır. Burada cevap olarak sözün delâlet ettiği mukadder bir fiil vardır.
Takdiri şöyledir: Ölüp toprak olduğumuzda mı
diriltileceğiz."
[7]
Belagat:
"Biz
ölüp toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz - cümlesi, yeniden dirilmeyi
uzak kabul ettikleri için, inkâr manasına gelen sorudur. Yani elbette
diriltilmeyeceğiz, demektir.
"Aksine...
onlar hakkı yalanlamışlardır..." lafzı ile Allah in ayetlerini ve
peygamberini yalanlamanın hayret etmekten daha çirkin olduğunu beyan etmek
için, Allah Tealâ önceki söz yerine hakikatini ifade eden bir tespitte
bulunmuştur.
"İşte
yeniden diriliş de böyledir..." kavlinde mücmel ve mürsel bir teşbih
vardır. Burada ölülerin diriltilmesi ölü topraktan bitkilerin çıkartılmasına
benzetilmiştir.
[8]
Kelime
ve İbareler:
"Kaf
alfabe harfidir. Kur'an'm mucizeliğine ve sonrasında okunacak hüküm ve
hadiselerin önemine dikkatleri çekmek için getirilmiştir. Ebu Hayyan şöyle
demiştir: "Kaf bir harftir. Manası hakkında müfessirler bir birine zıt
görüşler ileri sürerek ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan hiçbirinin sahih
olduğuna dair delil olmadığından onları nakletmedim.
"Şerefli
Kur'an'a yemin olsun." Allah Tealâ diğer kitaplara karşı üstünlük ve
şerefe sahip olduğu ve dinî dünyevî birçok hayır ihtiva ettiği için Kur'an'a
yemin etmiştir. Rağıb şöyle demiştir: Ayette geçen "mecd" ikramda ve
şerefte genişlik demektir.
"Bilakis
o kâfirler kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar" Kendi
cinslerinden ve kendi içlerinden bir kimsenin, peygamber olarak gönderildikten
sonra cehennem ateşiyle onları uyarıp korkutması hayret edilecek bir şey
değildir. Bu yüzden onların bu şaşkınlığı reddedilmiştir. "...da şöyle
dediler: "Bu" uyarma "şaşılacak bir şeydir. Biz ölüp toprak olduğumuz
da mı?" Öldüğümüz zaman mı dirilip döneceğiz. "Bu, kabul edilmesi
uzak bir dönüştür." Yani bu ölümden sonra yeniden dirilme hadisesi
tabiat kanunlarına ters düşen ve kabul edilmekten uzak, imkan dışı bir iştir.
"Yeryüzünün onlardan neleri eksilttiğini biz bilmekteyiz..."
Toprak, öldükten sonra onların cesetlerini yer. Bu şekilde, onların yeniden
dirilişi kabulden uzak görmeleri reddedilmiştir. "Nezdimizde o bilgileri
koruyan bir kitap vardır..." O kitap Allah tarafından takdir edilmiş her
şeyi ve onların tafsilatını muhafaza eden levh-i mahfuzdur. Bu ayet Allah'ın
meydana gelecek her şeyi bildiğini vurgulamaktadır.
"Bilakis onlar" Kur'an ve Rasulullah (s.a.) hakkında
"hakkı" yani mucizeler ve Kur'an ile sabit nübüvveti
"kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşkın bir
haldedirler." Müşrikler bir defasında Rasulullah'a (s.a.) şair, Kur'an'a
şiir derken, bir defasında ona sihirbaz, Kur'an'a sihir demişler, daha sonra
da Rasulullah'a (s.a.) kâhin, Kur'an'a da kehanet demişlerdi. İşte bu durum
onların şaşkınlık hallerini göstermektedir.
Yeniden dirilişi inkâr ettikleri zaman "üstlerindeki gökyüzüne bakmazlar
mı ki onu nasıl bina etmiş" yani direksiz olarak yükseltmiş "ve donatmışız"
yani gezegen ve yıldızlarla süslemişiz. "Onda hiçbir çatlak da yok."
Yani onda kusur meydana getirecek yarıklar ve delikler yoktur.
"Yeryüzünü de döşedik" yani yaydık. Hareketlilikten onu
korumak için "ona sabit dağlar koyduk. Orada güzel ve parlak her türden
" bitki "yetiştirdik."
"Allah'a dönen her kulun" yani Allah'a itaata dönen, çok
tevbe eden ve Allah'ın yaratışındaki eşsiz güzellikleri düşünen herkesin
"gönül gözünü açmak ve öğüt vermek için (bütün bunları yaptık.)"
"Biz gökyüzünden de bereketli su indirdik" Yani hayrı,
bereketi ve faydası olan yağmuru indirdik.
"Biz onunla" o suyla "ölü bir memlekette" yani
bitki yetişmeyen çorak bir toprağa "can verdik."
Kabirlerden "çıkış da böyle olacaktır." Buna göre ayetin
manası şöyledir. Su ile bu ölü toprak nasıl hayat buluyorsa öldükten sonra siz
de işte öyle dirilip çıkacaksınız.[9]
"Kaf Bunun alfabe harfi olduğunu daha önce görmüştük. Kur'an onların
konuştuğu ve yazdığı dilin harflerinden meydana geldiğine, onun tamamının veya
bir ayetinin benzerini getirmelerine dair Araplara meydan okumak için alfabe
harfleri kullanılmıştır. Ayrıca "kaf harfi daha sonra gelecek olan
konunun önemine dikkat çekmek için getirilmiştir.
Nasıl bir kaç harf ile yapılan yeminlerin çoğunun peşinden Kur'an,
Kitap veya Tenzil ifadeieri getiriliyorsa tek harfle yapılan yeminlerin akabinde
de Kur'an'm bir vasfı zikredilmektedir.
Razi, Allah'ın harfler ve başka nesnelerle yaptığı yeminler için güzel
bir tasnif yapmıştır. Şimdi kısaca onları zikredelim.[10]
a)
Allah Tealâ Kur'an'da bazen
"Asra yemin olsun ki", "Yıldıza yemin olsun ki" gibi bir
tek varlığa yemin etmiş, bazen de "Sad", "Kaf gibi bir harfe
yemin etmiştir.
b)
Bazen "Duha vaktine ve
geceye yemin olsun" ile "Gökyüzüne ve Tarık yıldızına yemin
olsun" kavlinde olduğu gibi iki varlığa yemin etmiş, bazen de "Ta
ha", "Ta sin", "Ya sin" , "Ha mim" vb. de
olduğu gibi iki harfe yemin etmiştir.
c) Allah Tealâ Kur'an-ı
Kerim'de bazen "İbadet için saf tutanlara kötülüklerden alıkoyanlara ve
Kur'anı tilâvet edenlere yemin olsun ki" ayetinde olduğu gibi üç duruma,
"eliflâm mim", "Ta sin mim", "eliflâm ra" ayetlerinde
de üç harfe yemin etmiştir.
d) "Savurup dağıtan
rüzgârlara, yağmur yüklü bulutlara, kolaylıkla akıp gidenlere, taksim eden
meleklere yemin olsun ki" ayetinde, Buruç suresinin başında ve
"İncire ve zeytine, Sina dağına ve bu emniyetli beldeye yemin olsun
ki" ayetinde dört duruma; Araf suresinin başında yer alan "Elif lâm
mim ra" ayetinde dört harfe yemin etmiştir.
e)
Allah Tealâ bazen de Tur,
Mürselat, Naziat ve Fecir surelerinin başında olduğu gibi beş olaya ve
"Kaf ha ya ayn sad", "Ha mim ayn sin kaf kavillerinde olduğu
gibi beş harfe yemin etmiştir. Allah Tealâ Şems suresi hariç hiçbir surede
okunuşunda zorluk olmaması için beşten fazla harfe yemin etmemiştir.
Allah Tealâ bir olaya yemin ederken "ve't-Tur",
"ve'n-Necm"de olduğu gibi yemin harflerinden "vav'ı zikretmiş,
harflerle yaptığı yeminler de kasem vavını zikretmemiş mesela ve "ve kaf
"ve ha mim" dememiştir. Çünkü yemin bizzat harflerle yapıldığından bu
harflerle yeterli olmaktadır.
Allah Tealâ Tin ve Tur gibi eşyaya yemin ettiği gibi herhangi bir kelime
oluşturmadan sırf harflerle de yemin etmiştir. Harflerle yapılan yeminler
sadece sure başlarında bulunmaktadır. Yirmisekiz surenin baş kısmında
harflerle yemin edilmiş, "ve'ş-Şemsi" suresi hariç ondört surede ise
başta ve ortada olmak üzere her defada yemin edilen harflerle aynı sayıda eşya
ile yemin etmiştir. Surelerin ortalarında yer alan yeminlere şunlar misal
verilebilir:
"Hayır, aya, geri döndüğü zaman geceye.... yemin olsun ki..."
"Geceye ve topladığı şeylere yemin olsun ki" "Yöneldiği zaman
geceye yemin olsun ki."
Harflerle Kur'an'm her iki yarısında, hatta her yedide birlik bölümünde
yemin edilmişken, Saffat suresi hariç bazı nesnelerle yapılan yeminler
Kur'an'ın son yarısında ve son yedide birlik kısmında bulunmaktadır.
"Şerefli Kurana yemin olsun ki..." Burada Kur'an adına yemin
edilmiştir. Yeminin konusu ise mahzuftur. Yani mana şöyledir: Hayır ve bereketi
bol, kadru kıymeti yüksek Kurana yemin ederim ki ey Muhammedi Yeniden dirilişle
onları uyarmak için gönderildin. Burada yeminin söz konusu cevabına yeminden
sonra gelen söz delâlet etmektedir. Kasemden sonra nübüvvetin ve yeniden
dilişin ispatı konuları işlenmiştir. Böyle bir kullanıma Kur'an'da çokça
rastlanmaktadır. Meselâ şu ayette böyledir: "Sad. Şeref ve şan sahibi
Kur'an a andolsun ki. Aksine kâfirler bir gurur ve isyan içindedirler."
"Aksine onlar kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar da
kâfirler şöyle dediler: Bu şaşılacak bir şey." Yani Kureyş kâfirleri
kendilerine kendi cinslerinden bir uyarıcı olan Hz. Muhammed (s.a.)'in
gelmesine hayret ettiler. Onlar sırf şüphe duyup onu reddetmekle kalmadılar;
aksine bir de bunu şaşılacak işlerden kabul ettiler de şöyle dediler: Bu
uyarıcı peygamberin bizim gibi insan olması bizi şaşkınlığa sevketmekkedir.
Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "İnsanları uyar diye
kendilerinden bir kimseye vahyetmemiz insanlar için sayılacak bir durum
mudur?" (Yunus, 2/10). Yani bu sayılacak bir şey değildir. Zira Allah
Tealâ insanlardan ve meleklerden peygamberler göndermiştir.
Kureyş kâfirleri aynı şekilde yeniden diriliş hadisesine de şaşırıp kalmışlar
ve Kur'an'm anlattığına göre şöyle demişlerdir: "Biz öldüğümüz ve toprak
olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Doğrusu bu kabul edilmesi uzak bir
dönüştür." Yani ölüp vücudumuzun her bir parçası toprağa dağıldığında ve
çürüyüp toprak olduğunda mı yeniden diriltilip hayata döneceğiz? Bütün
bunlardan sonra yeniden bu bünye ve vücuda dönmemiz nasıl mümkün olabilir?
Doğrusu bu diriliş ve hayata yeniden dönüş aklen kabul edilemez! Onların
iddiasına göre böyle bir şey mümkün değildir. Ayrıca tabiat kanunlarına göre
de böyle bir şey görülmüş değildir.
Bunun üzerine Allah Tealâ hem yeniden diriltmeye hem de başka şeylere
kadir olduğunu açıklayarak onların bu düşüncesini reddetmiştir. Allah Tealâ
şöyle buyurmaktadır:
"Biz toprağın onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Ayrıca
nezdimizde o bilgileri koruyan bir de kitap vardır." Yani çürüme halinde
toprağın onların cesetlerinden ne yediğini biz kesin olarak bilmekteyiz.
Bunların hiçbiri bize gizli değildir. Bedenler nerede değildi, nereye gitti ve
neye dönüştü hepsini biz biliriz. Ayrıca yanımızda onların sayılarını,
isimlerini ve bütün eşyanın parçalarını ihtiva edip koruyan bir de
"Kitap" bulunmaktadır ki o, Allah'ın değişiklikten ve şeytanlardan
koruduğu Levh-i Mahfuz'dur.
Müslim, Ebu Davud ve Nesai Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet
etmektedirler: Peygamber (s.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Acbu'z-zenep (kuyruk sokumu) dışında toprak Adem oğlunun bütün bedenini
yer bitirir. İnsan acbu 'z-zenepten yaratılmıştır ve yine parçaları ondan
meydana getirilip yaratılacaktır."
Buna göre en doğru olan takdir şöyledir: Meselenin daha kolay anlaşılmasını
sağlamak, Allah'ın ezelî ilminin bütün kâinatı ve eşyayı kuşattığını ve her
türlü olay ve amelin sayıldığını zihinde canlandırmak için Allah'ın katında
bir kitabın bulunduğu ifade edilmiştir. Bu durum yanında her türlü gelir ve
giderinin kaydedildiği muhasebe defteri bulunan bir kimsenin durumuna benzer.
Bu durum birçok ayette geldiği için iman etmek zorunda olduğumuz
Levh-i-Mahfuz'un varlığına mani değildir. Bu ayette yeniden dirilişin caiz
olduğuna ve Allah'ın buna kadir bulunduğuna işaret edilmektedir.
Daha sonra Allah Tealâ müşriklerin inat ve küfürlerinin ve onların yeniden
dirilişin vuku bulacağına hayret etmelerinden daha çirkin olan şeyin, yani
onların Allah'ın ayetlerini ve Allah Rasulünü (s.a.) yalanlamalarının sebebini
açıklamıştır. Şöyle buyurmuştur:
"Bilakis onlar hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar
şaşkın bir haldedirler." Yani Kureyş kâfirleri gerçekte Kur'an'ı ve
mucizeler ile sabit olan Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini
yalanlamaktadırlar. Onlar enine boyuna düşünmeden Kur'an'ı ve nübüvveti sırf
Rasulullah (s.a.) tarafından tebliğ edildi, diye yalanlamışlardır. Aslında
onlar kendi dinleri hakkında karmakarışık bir halde bulunmaktadırlar. Çünkü
onlar Kur'an ve Nebi (s.a.) hakkında bazen sihir ve sihirbaz, bazen şiir ve
şair, bazen de kehanet ve kâhin demişlerdi. Bu durum onların sıkıntılı,
tedirgin ve ne yaptıklarım bilmez derecede kafalarının karışık bir halde
olduğunu göstermektedir.
Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimedir:
"Siz çelişkili sözler söylüyorsunuz. Ondan (Kur an dan) dönen
döndürülür (engellenmez.)"
Daha sonra Allah Tealâ yeniden diriltme vs. şeylere kadir olduğuna dair
dünya ve ahiret gerçeğine göre delil getirerek şöyle buyurmuştur:
"Üstlerindeki gökyüzüne bakmazlar mı ki onu nasıl bina etmiş ve
nasıl donatmışız. Onda hiçbir çatlak da yok." Yani ölümden sonra tekrar
diriltil-meyi yalanlayan ve büyük kudretimizi kabul etmeyen şu kâfirler kendi
gözleriyle gökyüzünün o hayretlere düşüren özelliklerine bakmazlar mı? O gökyüzü
direksiz olarak yükseltilmiş ve ışık gibi aydınlatan yıldız ve gezegenlerle
süslenmiştir. Onda yarıklar, yırtıklar ve çatlaklarda yoktur. Nitekim Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur: "Yedi kat gökyüzünü tabaka tabaka yaratan O'dur.
Rahmanın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Şimdi gözünü çevir bak hiç
çatlak görebiliyor musun? Sonra gözünü iki defa daha çevir, o göz sana yorgun
ve zelil bir halde geri dönecektir." (Mülk, 77/3-4). Yani o göz bir kusur
ve noksan bulamadan yorgun bir halde geri döner.
"üstlerindeki" kavli müşrikler için, şiddetli bir kınama ve
onların ahmaklığını yüzlerine haykırmadır.
"Yeryüzünü de döşedik. Ona sabit dağlar koyduk. Orada güzel ve parlak
her türden yetiştirdik." Yani aynı şekilde dayayıp döşediğimiz ve genişçe
yaydığımız dünyada yaşayanların emniyeti için kendisine sabit dağlar
yerleştirdiğimiz ve orada görüntüsü güzel ve parlak her türden ekinler,
meyvalar, ağaçlar ve çeşit çeşit bitkiler yetiştirdiğimiz yeryüzüne bakmazlar
mı? Bu ayetin bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "Belki öğüt alırsınız
diye her şeyi çift yarattık." (Zariyat, 51/49).
"(İşte bütün) bunları, Rabbine dönen her kula bir öğüt ve ibret
olması için (yaratmıştır)." Yani bunları biz kulların kalp gözü açılsın da
öğüt alsınlar diye yaptık. Rabbine ve Ona itaata dönen ve mahlûkatm eşsiz
güzelliklerini düşünen bir kul, ancak bu zikredilenleri kalp gözüyle görebilir
ve düşünebilir.
Daha sonra Allah Tealâ bitkileri nasıl yarattığını izah etmiş ve şöyle
buyurmuştur:
"Gökten de bereketli su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek
taneler bitirdik." Yani bizim sahip olduğumuz güç ve kudrete baksınlar.
Buluttan nasıl yemyeşil bahçeler, meyvalı ağaçlar ve hasat edilip saklanan
buğday, arpa gibi ekin tanelerinin bitmesine sebep olan çok bereketli yağmur
suyunu indirdik. "Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma
ağaçları." Aynı şekilde biz o su ile bir bir üzerlerine birikmiş
tomurcukları olan uzun ve yüksek hurma ağaçlarının yetişmesini sağladık.
Tomurcuklarının çok olması ve birbirleri, üzerlerine birikmiş olmalarıyla,
ağaçta yetişen hurmaların çokluğu gösterilmek istenmiştir.
Önceki ayette "Biz orada güzel ve parlak her türden yetiştirdik."
demesine rağmen bu ayette de aynı delilin tekrar getirilmesinin bizzat
bitkilerle delil getirilmesi açısından faydası vardır. Mana şöyledir: Nasıl
ağaçlar neş-vü nema bulup artarsa, işte ölümden sonra insan bedeni de büyüyüp
yetişme gücüne tekrar sahip olarak büyür ve artar. İnsana bu gücün tekrar verilmesi,
su vasıtasıyla ağaçlarlara büyüme özelliğinin verilmesine benzemektedir.
"... ki kullarıma rızık olmak için" Yani söz konusu bütün
nimetleri biz rızık olması için verdik. Bitkiler, ağaçlar ve hurma ağaçları
kullara rızık ve azık olsun diye yaratılmıştır.
"Biz onunla ölü bir memlekete can verdik. İşte (kabirden) çıkış da
böyledir." Yani üzerinde ne bir meyve ne de bir ekin bulunan çorak bir
beldeye suyla biz can verdik. Yeniden diriliş esnasında kabirlerden çıkış da
Allah'ın ölü toprağa hayat vermesi gibi gerçekleşecektir. Bu nasıl Allah'ın güç
ve kudretinde bir şey ise o da aynıdır. Meselenin daha iyi anlaşılması için yapılan
bu benzetme insanın içinde bulunduğu hayat gerçeğinden alınmıştır. Aynı şekilde
bu ayette bitkilerin yaratılmasının büyük önem taşıdığı ve ilâhî kudrete göre
yeniden diriltmenin basit bir şey olduğu ifade edilmiştir.
[11]
1- Kur'an birçok hayır ve
faydalar ihtiva eden, büyük bir kıymete ve şerefe sahip ilâhî bir kitaptır.
Sahip olduğu güzellik ve faydaları göstermek için Allah Tealâ Kur'an'a yemin
etmiştir.
2- Kureyş kâfirleri iki şeyden
dolayı şaşkınlığa düşmüşlerdir.
a) Allah'ın azabına karşı
kendilerini korkutacak, yine kendileri gibi insan olan Hz. Muhammed'in
peygamber olarak gönderilmesi.
b)
Ölümden sonra yeniden hayat bulma, yeniden
dirilme hadisesinin önlerine konması.
3- Yeryüzünde ve gökyüzünde
hiçbir kimse Allah'ı aciz bırakamaz. Her şeyi bilen Allah, ölüleri de
diriltmeye kadirdir.
Öldükten sonra cesetlerin parça parça olmuş zerrelere ve çürümüş kemiklere
döneceğini de bilmektedir. Bir parçanın kime ait olduğunu karıştırmadan bütün
parçalan toplayıp birbirine bitiştirmeye ve yeniden diriltmeye O'nun gücü
yeter. Zaten ilk yaratılışta O herkesi topraktan yaratmıştır:
"Sizi ondan yarattık. Yine ona döndüreceğiz ve sizi oradan tekrar
çıkartacağız." (Taha, 20/55).
4- Kâfirlerin yeniden dirilişi ve ahiret hayatını yalanlamalarının asıl sebebi, kendisinde asla şüphe bulunmayan bir hakikat olan Allah tarafından indirilmiş, önünden ve arkasından kendisine yanlış bilgi ve düşüncenin giremeyeceği Kur'an-ı Kerim'i ve mucizelerle sabit peygamberlik müessesesini yalanlamalarıdır. Bu sebeple de onlar kendi dinleri hakkında bir tedirginlik ve ızdırap duymaktadırlar.
5- Yeniden diriltmeye Allah'ın
kadir ve bunun imkân dahilinde olduğuna dair birçok delil bulunmaktadır.
Direksiz olarak inşa edilmiş, parlak yıldızlarla süslenmiş, çatlak va yarıkları
olmayan gökler ile rahat ve huzurlu bir hayata uygun olması için dayayıp
döşediği, yüksek ve sağlam dağlarla sabit kıldığı ve kendisinde çeşitli
renklerde, acayip şekillerde hoş kokulu ve taze meyvalı ağaçlar ve bitkiler
yarattığı, benzersiz güzelliklere sahip yeryüzünü içine alan kâinatın yaratılması
yeniden dirilişi ispat eden en önemli delillerden biridir.
Allah Tealâ bütün bunları kulların kalp gözlerini açmak ve kudretine
onların dikkatlerini çekmek, ayrıca Allah'a dönen ve onun kudretini düşünen
bütün kullarına hatırlatmada bulunmak için yapmıştır.
6-
Allah'ın üstün güç ve
kudretini gösteren delillerden birisi de O'nun bulutlardan bereketli ve çok
faydalı olan yağmuru indirmesidir. Allah o yağmurla bahçeleri, ekinleri, hasat
edilip yıl boyu azık olarak saklanan hububatı ve küme küme tomurcuklan bulunan
yüksek ve uzun hurma ağaçlarının yetişmesini sağlamıştır.
7- Allah Tealâ nasıl bu ölü
topraklara hayat verdiyse, insanları da aynı şekilde öldükten sonra hayat
verip çıkaracaktır. Böylece Allah Tealâ'nın ölüleri dirilteceğine dair delili
zikretmesinden sonra yaratılmış olan varlıkların bundan sonra baki kalacakları
delili de ortaya çıkmış olmaktadır. Zira Allah Tealâ önce ölüleri
dirilteceğini açıklamış, ardından onları diri olarak bırakacağını beyan
etmiştir.
Bütün bu açıklamalardan sonra özetle şöyle demek mümkündür: Bu ayetler
yeniden dirilişin caiz ve imkân dahilinde olduğuna dair dört tane delil ihtiva
etmektedir:
a) Öldükten sonra cesetlerin
neye dönüşeceğini Allah bilmektedir.
b) Allah gökleri herhangi bir
çatlak ve yarık olmaksızın düpdüzgün yaratmış ve yıldızlarla süslemiştir.
c) Yeryüzünü ve onda bulunan
dağları, nehirleri, bitkileri ve hayvanları yaratmıştır.
d) Bulutlardan yağmur yağdırıp
bitkilerin yetişmesini sağlamıştır. İşte bütün bunlar gökyüzü ile yeryüzü
arasındaki delillerdir.
Her üç ayette de Allah Tealâ'nın birbirine uygun üç hususu zikrettiği
görülmektedir: Gökyüzüyle ilgili bilgiler ihtiva eden ayette gökyüzünün bina
edilmesi, yıldızlarla süslenmesi ve orada herhangi bir çatlağın olmaması
zikredilmişken, yeryüzüyle ilgili olan ayette yeryüzünün genişçe döşenmesi,
oraya dağların yerleştirilmesi ve orada bitkilerin yetiştirilmesi zikredilmiştir.
Burada her bir olay bir önceki ayetteki ifadelerin bir karşılığıdır.
Yeryüzünde sabit dağlar, semada ise süsleyici yıldızlar bulunmaktadır. Yeryüzünde
bitkiler çıkarılması toprağın yarılması manasına gelir. Yağmurdan bahseden
ayette ise bahçelerin, ekin tanelerinin ve hurma ağaçlarının yaratılmasından
bahsedilmektedir.
Bu üç bitki ile üç cinse işaret edilmektedir.
a) Kendisinin toprakta sürekli
kalabilecek bir kökü olan bitkiler. Hurma ağacı gibi.
b) Toprakta uzun süre
kalmasını sağlayacak, bir kökü olmayan bitkiler. Bunlar ekin taneleri gibi her
sene yenilenir.
c) Önceki grubu da içine alan
bahçeler. Bütün bu neviler çeşitli meyva ve ekinleri ihtiva etmektedir.
[12]
12- Onlardan önce de Nuh kavmi, Res halkı ve Semud da yalanlamıştı.
13- Ad, Firavun ve Lût'un kardeşleri de (yalanladılar.)
14- Eyke halkı ve Tubba kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri
yalanladılar da (onlar hakkında) tehdidim hemen gerçekleşiverdi.
15- İlk yaratmada acizlik mi gösterdik! Hayır, onlar yeni bir yaratma
hususunda şüphe içindedirler.
"Res halkı" örülmemiş bir kuyunun etrafında hayvanlarıyla
yaşayan, putlara tapan Yemame bölgesinde bulunan bir kavimdir. Res halkının
Ashab-ı Uhdud olduğu da söylenmektedir. Bu kavmin peygamberinin Hanzala b.
Safvan veya başka birisi olduğu ileri sürülmüştür.
"Eyke halkı" sık ağaçlı bir ormanda yaşayan Şuayb (a.s.)'ın
kavmidir.
"Tubba halkı" Yemen hükümdarı Tubba el-Himyeri'nin kavmidir.
Tubba müslüman olup, kavmini İslâm'a çağırınca onu yalanlamışlardı.
"Bütün bunlar" yani bütün bu ismi geçenler veya onlardan her
biri veya herbir kavim yahut onların tamamı "peygamberleri yalanladılar.
Bu sebeple" onlar hakkında "tehdidim hemen gerçekleşiverdi."
Artık onların tamamı üzerine azabın inmesi zaruri olmuştu da tehdidim onların
üzerlerine iniverdi. Bu ayette Rasulullah (s.a.) teselli edilmiş, kâfirler de
tehdit edilmiştir. Yani şöyle denmek istenmiştir: Kureyş'in seni inkârına
kalbin daralmasın.
"İlk yaratmada acizlik mi gösterdik" ilk yaratmada acziyet
göstermedik ki tekrar diriltmekten aciz olalım? İlkinde acziyet
göstermediğimize göre ikinci yaratmada da acziyet göstereceğimiz düşünülemez.
"Hayır onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler."
Aksine onlar yeniden diriliş hakkında şüphe ve şaşkınlık duymaktadırlar. Yani
onlar ilk yaratmaya gücümüzün yettiğini inkâr etmiyorlar. Aksine tabiat kanunlarına
aykırı diye yeni bir yaratmaya dair şüphe ve şaşkınlık duymaktadırlar. Burada
"yaratmak" kelimesinin nekre getirilmesi, onun büyük bir iş olduğunu
ifade etmek, ayrıca yaratmanın alışılmış ve bilinmiş olan şeklin dışında gerçekleşeceğini
hissettirmek içindir.
[13]
Allah Tealâ, Kureyş ve diğer Arap müşriklerinin Rasulullah (s.a.)'ı yalanlamalarını
beyan ettikten sonra peygamberini (s.a.) teselli etmek için müşriklere dünyada
daha önce yaşamış ve onlar gibi peygamberleri yalanlamış olan Nuh kavmi vb.
kavimlere verdiği cezayı hatırlatmış ve bununla onları tehdit etmiştir. Sonra
da yeniden dirilişe dair yeni bir delil zikretmiştir. Bu delil nefislerin ilk
yaratılış hadisesidir.
[14]
"Onlardan öncede Nuh kavmi, Res halkı, Semud da yalanlamıştı. Ad,
Firavun, Lût'un kardeşleri de, Eyke halkı ve Tubba kavmi de. Bütün bunlar
peygamberleri yalanladılar da (onlar hakkında) tehdidim hemen
gerçekle-şiverdi." Yani Allah Tealâ Kureyş kâfirlerini peygamberlerini
yalanlamış olan önceki milletlere verdiği azabın benzerini vermekle tehdit
etmiştir. Allah Tealâ önceki milletlerden bazılarına Nuh (a.s.) kavmi gibi
tufan ile, Fi-ravun'un kavmi gibi bazılarını denize gark etmek ile, Hud
(a.s.)'un kavmi Ad gibi bazı kavimleri uğultulu azgın bir fırtına ile, Lût
(a.s.)'un kavmi gibi bazı kavimleri küçük taşları savuran ve toprağın çökmesine
sebep olan fırtına ile, Semud, Medyen halkı, ve Şuayb (a.s)'in kavmi olan Eyke
ashabı gibi bazı kavimleri şiddetli bir ses ile, Karun ve ashabı gibi
bazılarını da yerin dibine geçirmekle cezalandırmıştır.
Bu milletlerden her biri Allah'ın kendisine gönderdiği peygamberi yalanladıkları
için Allah'ın tehdidinin onlar hakkında gerçekleşmesi kesinleşmiş ve
yalanlamaları üzerine azap onların üzerinde hemen gerçekleşmiştir. Öyleyse
inkarcı Kureyş kavmi kendileri gibi inkarcı olan kavimlere isabet eden azabın
benzerine maruz kalmaktan sakınsınlar. Çünkü öncekilere azabın gelmesinin
illeti bunlarda da mevcuttur. Zira önceki milletler peygamberleri
yalanladıkları için cezalandırılmışlardı.
Daha sonra Allah Tealâ yeniden dirilişin mümkün olduğuna dair bizzat
muhatapların kendilerinden bir delil zikretmiştir. Şöyle buyurmuştur:
"İlk yaratmada acizlik mi gösterdik ? Hayır, onlar yeni bir yaratma
hususunda şüphe içindedirler." Yani hiç mevcut değillerken onları yoktan
ilk defa yaratmamızda biz acziyet mi gösterdik? Hayır! O halde yeniden diriltmek
ve onları tekrar yaratmak hususunda acizlik göstereceğimizden nasıl
bahsedilebilir? Hem bir şeyi tekrar yapmak ilk defa yapmaktan daha kolaydır.
Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"O ilkin mahlukâtı yaratan ve sonra tekrar yaratacak olandır ki bu
ona göre daha kolaydır." (Rum, 30/27). Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:
"Kendi yaratılışını unutup bize bir misal getirdi ve bu çürümüş kemiklere
kim can verecekmiş dedi. (Habibim) De ki: Onu ilk defa yaratan ona hayat
vercektir. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir." (Yasin, 36/78, 79).
Sahih olan kudsî hadiste şöyle gelmiştir: Allah Tealâ şöyle der:
"Ademoğlu'nun "Beni ilk defa yarattığı gibi tekrar yaratamaz."
demesi bana hoş gelmez. Halbuki ilk yaratma bana tekrar yaratmadan daha kolay
değildir."
Müşrikler sadece yeni bir yaratma hakkında şüphe ve şaşkınlık içindedirler.
Onların şüphe ve tereddüt içinde oldukları yaratma, ölülerin yeniden
diriltilmesidir. Müşrikler mahlukâtm ilk olarak yaratıldığını kabul ediyorlarsa
-ki ediyorlar-, o takdirde onların yeniden dirilişi inkâr etmeleri doğru
değildir. Bu şekilde kâfirler azarlanmış ve onlara karşı açık bir delil
getirilmiştir.
[15]
Bu ayetlerde Kureyş ve onlar gibi olan kâfirler, Allah'ın azabına maruz
kalmış önceki milletlerin başına gelen kötü durumlar ile tehdit edilmişlerdir.
Allah Tealâ öğüt ve ibret alınmasını vurgulamak için Kur'an'da bunu defalarca
tekrar etmiştir. Çünkü Rasulullah'ı (s.a.) yalanlayan kişi peygamberlerini
yalanlayan milletlerin başına gelen azabı hak eder. İşte bu ayetlerde bu
milletlerin haberleri hatırlatılmış ve onların dünyada maruz kaldığı azap ile
de korkutmada bulunulmuştur.
Ayrıca bu ayetlerle, kavminin kendisini yalanlaması ve peygamberliğini
inkâr etmeleri karşısında Rasulullah (s.a.) teselli edilmiştir.
Bu ayetlerde bütün peygamberlerin tevhid inancını getirdiklerine ve yeniden
diriliş (bas) inancını ortaya koyduklarına işaret edilmiştir.
Sonra da Allah Tealâ yeniden dirilme gerçeğini inkâr eden kâfirleri
azarlamış, onların "Bu, kabulden uzak bir dönüştür" sözlerine
"İlk olarak mahlukâtı yaratmada acizlik mi gösterdik ki onları yeniden
yaratmada acizlik gösterelim" diyerek cevap vermiştir. İşte bu, yeniden
dirilişin gerçekliği, aklen ve adeten imkân dahilinde olduğu hususunda daha
önce ar-zedilen dış dünyadaki delillere (afakî) ilâve edilen, insanın
kendisinden (enfüsî) getirilmiş bir delildir.
Gerçek olan şudur ki yeniden diriliş (ba's) ve haşr hakkında kâfirler
şaşkınlık içindedirler. Bunu bir kısmı kabul ederken bir kısmı da yalanlamaktadır.
Ancak yalanlayanlar küfür ve inatları yüzünden yalanlamaktadırlar.
[16]
16- Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını
da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.
17- Hani iki (melek) sağında ve
solunda oturarak yaptıklarını yazmaktaydı.
nında hazır bir gözcü bulunmasın.
19- Ölüm sarhoşluğu artık gerçeği getirmiştir. "İşte, bu senin
öteden beri kaçtığın şeydir." (denir.)
20- Sur'a üfürülür. İşte bu
geleceği vaadedilen gündür.
21- Her nefis beraberinde bir
götürücü ve bir şahitle gelir.
22- Andolsun ki sen bundan gafil
idin. Biz hemen senin perdeni kaldırdık.'Bu sebeple bugün artık bakışın
keskindir.
"Biz ona şah damarından daha yakınız." ayetinde temsilî
istiare vardır. Yakınlığını göstermek için Allah Tealâ istiare yoluyla
kulların sahip olduğu bütün durumları bilmesini kalbe yakın olan şah damarına
benzetmiştir.
"sağında ve solunda oturarak..." ayetinde icaz yoluyla hazif
vardır. Bu cümlenin aslı şöyledir: Sağında oturan ve solunda oturan melekler
onun yaptıklarını yazmaktadır. İkincisi delâlet ettiğinden birincisinde
"oturan" kelimesi hazfedilmiştir. "sağında" kelimesiyle
"solunda" kelimesi arasında tezat vardır.
"Ölüm sarhoşluğu hakkı getirmiştir." ayetinde açık istiare
vardır. Sarhoşluk, ölümün korkunçluğu ve şiddetinden istiare yapılmıştır.
"verîd", "kaîd", "atld",
"tahîd", "vaid", "şehîd", "hadîd"
lafızların sonları ses bakımından birbirleriyle uyumludur. Aralarında güzel
bir seci vardır.
[17]
"...nefsinin ona" insana "neler fısıldadığını" yani
neler söylediğini "biliriz. " Ayetteki "tüvesvisü:
fısıldadı" kelimesi, gizli ses manasına gelen vesvese masdarmdan
türetilmiştir. Burada insanın hatırına gelen düşünceler veya nefsinin konuşması
kastedilmiştir.
"Hani" hatırla o vakti ki "iki" melek "sağında
ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır." Yani vazifeli iki melek
insanın yaptığı amellerini tespit edip kayda almaktadır.
"İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında" yazmaya
"hazır" sağdaki melek iyilikleri soldaki melek kötülükleri, günahları
yazmak için "bir gözcü" kulun söz ve amellerini gözetleyen bir melek
"bulunmasın."
"Ölüm sarhoşluğu" ölümün aklı gideren dehşeti "artık
gerçeği" işin hakikatini "getirmiştir. İşte bu" yani ölüm
"senin öteden beri kaçtığın şeydir." Yani bu ölüm senin feryad ederek
kaçtığın ve kendisinden uzaklaştığın şeydir. Burada insana hitap edilmiştir.
"Sura üfürülür." Yani yeniden diriliş nefhası üfürülür.
"İşte bu" nefha "geleceği vaadedilen bir gündür." Yani bu
tehdidin kâfirler için azap olarak gerçekleşeceği bir gündür.
İşte o gün "Her nefis beraberinde bir götürücü ve şahitle"
Yani biri Allah'ın emrine götüren diğeri de yaptığı ameller hakkında onun
aleyhinde şahitlik edecek iki melekle "gelmiştir."
"Andolsun ki sen" dünyada "bundan" yani sana
gelecek olandan "gafil idin. Biz hemen perdeni" yani ahiret
alemindeki hadiseleri görmene engel olan örtüyü, ki bu örtü gaflet ve dünya
lezzetlerine dalmaktır, "kaldırdık. Bu sebeple artık bakışın
keskindir." Onunla dünyada inkâr ettiğin şeyleri bilebilirsin.
[18]
Allah Tealâ yeniden dirilişin mümkün olduğuna dair dış dünyada (afak)
ve bizzat nefislerde (enfüs) bulunan apaçık delilleri ortaya koyduktan sonra
ezelî ilminin genişliğine ve ilk defa ve tekrar yaratma, hususunda sahip
olduğu büyük kudretine delâlet eden insanın yaratılması meselesini ele almaya
başlamış, sonra da ölümle hakikatin ortaya çıkacağını, her nefis için kıyamet
günü onun yanında mahşere götürmek ve aleyhinde şahitlik yapmak üzere iki
meleğin bulunacağını, her insandan gaflet perdesinin kaldırılacağını ve
herkesin yeniden diriliş ve ahiret hayatını bütünüyle yaşayacağını haber
vermiştir.
[19]
"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını
da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." Yani andolsun biz insan
neslini ortaya çıkardık. Biz iyilik ve kötülük olarak insanın zihninde ve
kalbinde bulunan bütün düşüncelerini ve bütün hallerini biliriz. Ona şah
damarından daha yakın olduğumuza göre kalbindeki herhangi bir düşünce bize nasıl
gizli kalabilir! "Biz ona şah damarından daha yakınız." ayetinin
manası şudur: "Şüphesiz Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz." İbni Kesir
şöyle demiştir: "Yani Allah Tealâ'nın melekleri insana şah damarından daha
yakındır."
Böylece Alah Tealâ, insanı yarattığını, Onun ilminin insanın zihninden
ve gönlünden geçenlere varana dek bütün hallerini kuşattığını ve onun sahip
olduğu hallerden hiçbirinin O'na gizli kalmadığını haber vermiştir. Fakat
kalpten geçen düşünceler için ceza yoktur. Bunun delili Rasulul-lah'ın şu sahih
hadisidir: "Şüphesiz Allah Tealâ konuşmadıkları ve yapmadıkları müddetçe
kalplerinden geçirdiklerinden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz.[20]
Ayet-i kerime yeniden dirilişi inkâr etmeleri hususunda kâfirlere karşı
deliller ikame etmek için getirilmiştir.
Sonra Allah Tealâ, insanın kalbindekileri bilmesine rağmen kendisine
karşı delil ileri sürmesini önlemek için onun amellerini yazan ve muhafaza eden
iki meleği görevlendirdiğini zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Hani iki melek sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar."
Yani hafaza meleklerinin insanın konuştuklarını ve yaptıklarını kaydettikleri
esnada biz ona en yakın olandan da daha yakınızdır. Onların biri sağda oturur,
diğeri de solda. İnsanın konuştuklarını ve yaptıklarını kaydederler. Ayetteki
"oturan" lafzı seninle beraber olan manasmdadır. Sağ taraftaki melek
iyilikleri, sol taraftaki melek ise kötülükleri yazar.
Ebu Ümame'den rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Kişinin sağındaki melek iyilikleri yazar, solundaki de kötülükleri, iyilikleri
yazan kötülükleri yazandan daha güvenlidir. Zira insan bir iyilik yaptığı zaman
sağdaki melek onu on iyilik olarak yazar. Ancak insan bir kötülük yaptığı zaman
sağdaki melek soldakine şöyle der: Onu yedi saat bekle, belki teşbih veya
istiğfar eder.[21]
"İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında yazmaya hazır bir gözcü
bulunmasın. " Yani Ademoğlu'nun konuştuğu bütün kelimeleri gözetleyen ve
kelimeleri yazmak için sürekli onunla beraber olan bir melek vardır. Bu melek
her şeyi yazar. Nitekim Allah Tealâ İnfitar suresinde şöyle buyurmuştur:
"Üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta
olduklarınızı bilir." Rakîb işleri takip edip kontrol eden; atîd ise
şahitlik ve muhafaza etmek için hazır bulunup asla ayrılmayan melek demektir.
Ayetin ilk anlamına göre melek bütün sözleri yazar. İbni Abbas (r.a.)
şöyle demiştir: "Ancak mükâfat ve ceza gerektirecek sözler yazılır."
Bunu hasen-sahih olarak rivayet edilen şu hadis teyit etmektedir: "Bir
kişi Allah 'm razı olduğu bir söz söyler, bunun yerine ulaşmadığı zannına
kapılabilir. Halbuki Allah Tealâ bu söz yüzünden kendisine kavuşacağı güne kadar
ona rızasını yazar. Diğer bir kişi de Allah'ın hoşnut olmadığı bir söz söyler
de bunun büyük bir söz olmadığı zannına kapılabilir. Halbuki Allah Tealâ bu sebeple
ona kıyamet gününe kadar gazabını yazar.[22]
Hasan-ı Basri "sağında ve solunda oturan" ayetini okuduktan
sonra şöyle demiştir: Ey insan! Senin için bir defter açıldı ve biri sağında
biri solunda olmak üzere iki melek senin için vazifelendirildi. Sağ taraftaki
meleğe gelince o senin iyiliklerini kaydeder, sol taraftaki ise kötülüklerini
kaydeder. İstediğini yap, ister az yap; ister çok. Öldüğün zaman defterin
dürü-lür ve kabirde boynuna asılı bir şekilde beraberinde bulunur. O anda Allah
Tealâ şöyle buyurur: "Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet
gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün
sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." Hasan-ı Basri şöyle devam
eder: Allah'a yemin olsun ki, içinde senin hesabını tutan bir şey vardır.
Müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmeleri açıklanıp Allah Tealâ'nm
ilmi ve kudretinden haber verilerek onların bu düşünceleri reddedilmiştir.
Sonra onlara ölüm anında ve kıyamet vaktinde gerçekten karşılaşacakları küçük
ve büyük kıyametlerin yakın olduğunu haber vermiştir. Allah Tealâ insanın küçük
kıyameti hakkında şöyle buyurur:
"Ölüm sarhoşluğu artık gerçeği getirmiştir. "İşte (ey insan!)
bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." denir." Yani ey insan, işte
insanı baygın hale getirip aklını dumura uğratan ölümün şiddetli azabı ve
sarhoşluğu, gerçeği açığa çıkarır ve peygamberlerin getirdiği yeniden diriliş,
çeşitli vaad ve tehdit haberlerinin doğruluğu ortaya çıkar. Senin kendisinden
şüphe duyduğun şey gerçekte bu ölümdür veya sürekli olarak kendisinden
kaçtığın bu gerçektir. Burada kendisinden kaçılan şey ölüm diye tefsir edilirse
ayetteki hitap "Andolsun ki biz insanı yarattık." ayetinden iltifat
(muhatabındeğişmesi) yoluyla insandır. Şayet kendisinden kaçılan şey hakikat
diye tefsir edilirse buradaki hitap asi kimseleredir.
"bi'1-hakkı" lafzındaki "ba" geçişlilik içindir.
Buna göre mana şöyledir: Ölüm sarhoşluğu, ölümün kesin olarak gerçekleşmesi
veya ölünün bahtiyarlığı yahut bedbahtlığı gibi işin hakikatini ve halin
açıklığını getirmiştir. Sahih olan bir hadiste Hz. Aişe'den şöyle rivayet
edilmiştir: "Rasulullah (s.a.) ölüm baygınlığı geldiğinde
"Sübhanallah! Ölümün şüphesiz kendisine has birçok sarhoşluğu
vardır." buyurarak alnındaki terleri silmeye başlamıştır."
Allah Tealâ büyük kıyamet hakkında şöyle buyurmuştur: "Sur'a
üfü-rülür. İşte bu geleceği vaadedilen gündür." Yani Sur'a yeniden diriliş
nefha-sı üfürülür. İşte en büyük tehlikelerin olacağı o vakit, Allah'ın
ahirette kâfirleri azapla tehdit ettiği gündür.
Sahih bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Boynuzu üfürecek
olan (İsrafil) boynuzu ağzına alıp üfürmek için kendisine izin verilmesini
beklerken ben nasıl nimetlere dalabilirim ? Bunun üzerine "Ey Allah'ın
Ra-sulü (s.a.) bu durumda biz ne söyleyelim?" dediler. Rasulullah (s.a.)
"Allah bize yeter o ne güzel vekildir." deyin buyurdu. Bunun üzerine
orada bulunan topluluk "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir."
dediler.
"Herkes yanında bir götürücü ve bir şahitle beraber gelir."
Yani her bir insan bedeni ve ruhu ile yanında kendisini mahşere götüren bir
melek ve yaptığı iyi kötü amellerine şahitlik yapacak olan bir melek
nezaretinde gelir.
İşte o zaman insana şöyle denilir:
"Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Biz hemen senin perdeni
kaldırdık. Bu sebeple bugün artık bakışın keskindir." Yani kâfire veya iyi
veya kötü her kişiye şöyle denilir: "Dünyada iken sen bu gidişattan gafil
idin. Bugün artık önündeki ahiret ahvali ile aranda bulunan perdeyi kaldırdık.
Dolayısıyla şimdi bakışın dünya hayatında gizli olan şeyleri görecek kadar
keskin ve kuvvetlidir. Çünkü kıyamet günü kâfirlerden her biri varacağı yeri
görmüş, dünyada iken inkâr ettiği şeyin farkına varmış olur.
[23]
1-
Allah Tealâ'nm insanı
yaratması ve kalbinden geçenlere varıncaya kadar insanın bütün hallerini bilmesi
Allah'ın insanı yeniden dirilteceğine ve kıyamet günü ona tekrar can vermeye
kadir olduğuna delildir.
2-
Allah Tealâ'nın insan ve
başka varlıklar hakkında ilmi geniş ve şümullüdür. Dolayısıyla hiçbir şey ona
gizli ve saklı kalmaz. Allah Tealâ'nın insana olan yakınlığını şah damarından
daha yakın olmak şeklinde vermesi mecazidir. Burada kastedilen mesafenin
yakınlığı değildir. Bilakis kastedilen ilminin yakınlığı ve insana dair
bilgisinin genişliğidir. Kuşayri: "Biz insana şah damarından daha yakınız"
ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:
Bu ayet-i celüe bir kısım insanlar için korku ve endişe, bir kısım insanlar için de huzur ve sükûnet kaynağıdır.
3-
Allah Tealâ insanın tüm hallerini melek
vasıtası olmadan da bilmektedir. Zira O, bir meleğin haber vermesine muhtaç
değildir. Sağda ve solda iki melek vazifelendirmesi ise insanın itiraz etmesini
önlemek ve insanın aleyhindeki delilleri kuvvetlendirmek içindir.
4-
Melekler insanın bütün
sözlerini ve fiillerini kaydederler. Kişi hiçbir söz söylemesin ki ve hiçbir
fiil yapmasın ki defterine yazılmış olmasın. Ebu'l Cevza ve Mücahid bu konuda
şöyle demişlerdir: "İnsanın her şeyi bu deftere kaydedilir, hatta
hastalığı sırasındaki iniltileri bile"
5- Hesaba çekilmesi için
insanın hayatta olduğu müddet zarfında sar-fettiği sözleriyle yaptığı fiiller
aleyhinde bir delil olarak yazılır. Ölüm kendisine geldikten sonra insan
gerçeği anlar. Yani Allah'ın yaptığı vaad ve tehditler hususunda hakkın ortaya
çıktığını bizzat görür. Kendisine ölüm sarhoşluğu gelen kişiye şöyle denilir:
"Kaçmaya ve uzak durmaya çalıştığın şey işte budur!"
6-
Sur'a yeniden diriliş için
son nefha üfürüldüğü zaman, işte o gün Allah'ın kâfirlere azap etmeyi
vaadettiği gündür.
7-
Kıyamet günü her insanın
yanında iki melek hazır bulunur. Biri onu mahşere götürür, diğeri de yaptığı
amellerine göre onun lehinde veya aleyhinde şahitlik yapar. Ebu Hayyan
"bir götürücü ve bir şahid" ayetinde "sâik"ı insanı mahşere
götürmekle vazifelendirilmiş melekler, "şahid"i ise; Hafaza melekleri
ve şahitlik edecek diğer melekler olarak tefsir etmiştir.
8-
Kıyamet günü iyi kötü bütün
insanlara şöyle denir: "Ey insan! Dünyada iken sen yaptığın işlerin
akıbetinden gaflette idin. Bugün ise artık hiçbir ortağı bulunmayan bir
Allah'a, O'nun Rasulüne (s.a.) yeniden dirilişe, mahşere ve hesaba iman edip
tasdik etmek gibi dünyada iken kabul etmediğin bir tarafa, düşünmekten bile
gafil olduğun gerçekleri görüyor ve dikkatle müşehede ediyorsun."
[24]
23- Yanındaki 'İşte yanımdaki hazır," der.
24, 25- (İki meleğe şu emir verilir): Haydi ikiniz (hakka karşı) her
inatçıyı, hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın.
26- Allah ile beraber başka ilâh edineni şiddetli azaba birlikte atın!
27- Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım.
Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi."
28- O esnada (Allah) buyurur: "Huzurumda çekişmeyin! Ben size
daha önce uyarı göndermiştim!"
29- Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici
değilim.
30- O gün cehenneme "Doldun mu?" deriz. O da "Daha var
mı?" der.
"atîd" ve "anîd" kelimeleri arasında “dal” sesleri
tekrarlandığı için cinas sanatı vardır.
[25]
“Yanında” bu ya onun için görevlendirilmiş melek, yahut da ona
gönderilmiş bir şeytandır. Aşağıdaki “Müşrikin arkadaşı der ki: Rabbimiz ben
onu azdırmadım” ayetinin işaretine göre bunun şeytan olması daha doğrudur.
"İşte yanımdaki hazırdır der." Yani cehennem için hazır bir vaziyettedir.
"Her inatçıyı" hakka karşı koyanı "hayra bütün gücüyle
engel olanı" zekât vb. farzların yerine getirilmesine şiddetle engel
olanı. Burada ifade edilen hayırdan maksadın İslâm olduğu da söylenmiştir,
"azgın" zalim ve hakka karşı geleni "şüpheciyi" Allah,
İslâm dini ve onun verdiği haberler hakkında şüpheye düşeni "cehenneme
atın."
"Allah ile beraber başka bir ilâh edineni de şiddetli azaba
atın." Tekid için "onu da atın" cümlesi tekrar edilmiştir.
"Onun arkadaşı der ki" "Onun için bir şeytan göndeririz
ki bu şeytan artık onun ayrılmaz bir arkadaşı olur." (Zuhruf, 43/36)
ayetinde ifade edilen şeytan şöyle der: "Rabbimiz! Onu ben
azdırmadım." Yani onu ben saptırmadım. Sanki kâfir "Beni o saptırdı
demişti de bunun üzerine şeytan "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Fakat o
derin bir sapıklık içindeydi." Yani ben onun sapıklığına sadece yardımcı
oldum.
Şeytanın aldatması sadece düşüncesi bozuk ve günahlara meyleden bir
kimseye tesir edebilir. Bunun bir benzeri de şu ayet-i cehledir: "Benim
sizin üzerinizde etkili bir gücüm yok. Ben ancak sizi çağırdım. Siz de hemen
bana icabet ettiniz." (İbrahim, 14/22).
"Benim huzurumda çekişmeyin" hesaba çekilmek üzere durduğunuz
huzurumda birbirinizle mücadele etmeyin. Çünkü artık burada cedelleşme ve
çekişme fayda vermez. "Ben size daha önce bir uyarı göndermiştim." Daha
dünyada iken size kitaplarda peygamberler vasıtasıyla iman etmemeniz durumunda
ahirette azaba duçar olacağınıza dair tehdidimi söyleyip haber vermiştim.
"Benim huzurumda söz" bir başkasıyla
"değiştirilmez." "Ben kullara zulmedecek de değilim." Yani
günahsız olarak onlara azap etmem. "Zallâm" zulüm sahibi demektir.
Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: "Bugün artık zulüm yoktur." (Gafir,
40/17).
"Ogün cehenneme artık doldun mu? deriz. O da daha var mı?
der." Bu söz cehennem ateşinin insanlar ve cinlerle dolduğunu tasvir etmek
için getirilmiş bir sual cevap cümlesidir. Cehennem oraya girecekler girdikten
sonra da boşluk kalabilecek kadar geniştir.
[26]
"(İki meleğe şu emir verilir:) Haydi her inatçı kâfiri... cehennem
atın." ayetlerinin (24-25. ayetler) iniş sebebHle ilgili olarak şöyle
denilmiştir: Bu ayetler kardeşinin çocuklarının İslâm'a girmelerine mani olduğu
için Velid b. Muğire hakkında nazil olmuştur.
[27]
İnsanların ölüm sırasındaki ve kıyamet günündeki halleri beyan edildikten
sonra, Allah Tealâ kâfir ile arkadaşı şeytan arasında kıyamet günü geçen
konuşmadan bir kesit zikretmiştir. Allah Tealâ bu konuşmayı insanın kendisine
karşı suç işlediğini, onu cehennem ateşine attığını, şeytanın vesvese ve
sapıtmalarına kulak verdiğini, düşüncesi bozuk, aklı zayıf ve günahlara meyyal
olanların bu iğvalardan etkilendiğini bildirmek için aktarmıştır.
[28]
"Yanındaki arkadaşı: "İşteyanımdaki hazır", der."
Yani sorumlu melek insana dönerek şöyle der: "İşte amel defterinhazır.
Onda ne bir fazlalık ne de bir noksanlık vardır. Mücahid demiştir ki: "Bu
insanı mahşere götürmekle sorumlu meleğin sözüdür." Zira o melek şöyle
der: "İşte kendisinden sorumlu olduğum Ademoğlu'nu getirdim." İbni
Cerir ise ifadenin hem götürüü hem şahit meleği kapsadığı görüşündedir.
Zemahşeri burada ki "karin" (arkadaş) kelimesini şöyle tefsir
etmiştir: "O, "yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat
ederiz." (Zuhruf, 43/46) ayetinde belirttiği üzere insana musallat edilmiş
bir şeytandır."
Sonra müşrikin arkadaşı (şeytan)
der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdırmadım." Şeytan şöyle der: O benim
yanımda bulunmaktadır. Benim emrimde cehennem için hazır bir durumdadır. Bir
melek insanı mahşere götürmekte,, bir diğeri ona şahitlik yapmakta ve bir de
yanında şeytan bulunmaktadır. Bu esnada şeytan şöyle demektedir: Onu
kışkırtmalarımla yoldan çıkardım ve cehenneme hazırladım. Bu son görüş
alimlerce tercih edilmiştir. Çünkü şeytan her günahkarın arkadaşıdır. Şeytan
mahşer ehline ve diğer arkadaşlarına şöyle der: “Arkadaşlarımı cehennem için
hazırladım.”
"(İki meleğe şu emir verilir): Haydi ikiniz (hakka karşı) her
inatçıyı, hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın;
Allah ile bebareber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!"
Yani Allah Teala insanı mahşere götüren ile onun amellerine şahit
olarak yanında bulunan meleğe şöyle der:
Atın cehenneme! Allah'ı inkâr edenleri, O'na başka birisini ortak
koşanları, inadına hakkı kabul etmeyenleri, hak ehliyle mücadele edenleri,
şiddetle hakkı inkâr edip yalanlayanları, bildiği halde batıl ile hakka karşı
çıkanları atın cehenneme!
Aynı şekilde bütün gücüyle hayra engel olanı da atın! Zekâtı vermeyen,
üzerindeki hakları eda etmeyen, akrabalık bağı veya sadaka vermek şartıyla bir
akrabasına veya bir fakire hayır yapmayan, yakınlarının İslam’a girmesine engel
olanları atın ateşe. Daha önceden geçmiş olduğu üzere bu ayetlerin Velid b.
Muğire hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Zira o, kardeşinin oğlunun İslam’a
girmesine mani olmuş ve yakınlarına da şöyle demişti: İçinizden kim İslam’a
girecek olursa ömrüm boyunca ona yardımcı olmam.
Allah'ın cehenneme atılmasını emrettiği bu kimsekötü sözle, eza ve cefa
ile ve gaddarlıkla insanlara karşıazgınlık yapmakta, malından harcamada haddi
aşmakta, Allah'ın bir olduğunu kabul etmeyerek kendine zulmetmekte ayrıca
kendisi hak ve hakikatten, Allah'ın dini ve emrinden şüphelendiği gibi
başkalarını da şüphelendirmektedir.
Bütün bunlaran ötürü Allah Tealâ onun cehenneme atılmasını emretmektedir
Ayette geçen hitabın iki meleğe olması mümkün olduğu gibi, Arapça'daki tesniye
sigasıyla bir kişiye hitap edilebilmesi kuralına uyarak cehennemin bekçisi
Malik'e olduğunu söylemek de mümkündür.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebi Said el-Hudri'den Rasulullah'ın (s.a.) şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Cehennemden bir boyun çıkar ve "Ben
bugün üç grup kimse için görevlendirildim: Zorba ve inatçı kâfir, Allah ile
birlikte başka ilâhlar olduğunu kabul eden ve haksız olarak bircana kıyan
kimseler" diyerek konuşur ve hemen onların üzerlerine çullanarak onları cehennemin
çukurlarına atıverir,"
Sonra Allah Tealâ kâfir ile onun beraberinde bulunan şeytan arasında
geçen konuşmadan bir kesit sunmuştur. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Onu ben
azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi." Yani şeytan
kıyamette kâfir olarak gelen arkadaşı hakkında onun yaptıklarından sorumluluk
kabul etmeyerek şöyle diyecektir: Rabbimiz! Onu ben saptırmadım. Onu tuğyana
ben düşürmedim. Zaten o dalâlet içindeydi. Batılı tercih edip hakka karşı
gelmişti. Haktan uzaktı. Ben sadece onu çağırdım. O da çağrıma icabet etti.
Şayet senin ihlaslı kullarından olsaydı ben ona bir şey yaptırmaya muktedir
olamazdım. Yani sanki kâfir "Ya Rabbi! Beni arkadaşım olan şeytan
sapıttırdı." diyerek bir özür beyan etmek istemişti de ona musallat olan
şeytan "Rabbimiz! Onu ben azdırmadım." diyerek ona cevap vermiştir.
İşte bu şekilde gerçek itiraf edilmiş oldu. Nitekim başka bir ayette de
şeytan şöyle demiştir: "(Hesapları görülüp) iş bitirilince şeytan diyecek
ki "Şüphesiz Allah Tealâ size gerçek olanı vaadetmiştir. Ben de size
vaadde bulundum, ancak ben vaadimde durmadım. Zaten benim size karşı bir gücüm
yoktu. Ben sadece sizi (inkâra) çağırdım. Siz de hemen bunu kabul ettiniz. O
halde siz beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de
siz beni. Şüphesiz ben daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı da kabul
etmemiştim. Doğrusu zalimler için elim bir azap vardır." (İbrahim,
14/22).
O esnada (Allah) şöyle buyurur: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size daha
önce uyarı göndermiştim." Yani Allah Tealâ kâfir kimseye ve onun arkadaşına
hesaba çekilme yeri olan huzurumda birbirinizle çekişip tartışmayın. Çünkü ben
size dünyada önceden bir tehdit ve uyarı göndermiştim. Peygamberlerin lisanı
üzere size mazeret beyan edip kitaplar indiriş, size karşı hüccet ve kuvvetli
deliller getirmiştim. Şimdi sizin ileri sürdüğünüz mazeretlerin huzurumda
hiçbir faydasının olmadığı anlaşılmıştır.
Allah Tealâ "Benim huzurumda söz değiştirilmez, ben kullara asla
zul-medici değilim." buyurarak bir başka red cevabını öncekine ilâve
etmiştir. Ayetin manası şöyledir: Ben hükmümü verdim. Benim verdiğim hüküm asla
değişmez. Ben vaadimden de dönmem. Bilakis benim vaadim mutlaka gerçekleşir.
İnkarınız yüzünden sizin azaba maruz kalmanıza hükmetmiştim. Artık onun için
bir değişiklik söz konusu olamaz. İşlediği bir suç ve günah olmadan, Allah,
zulmetmek maksadıyla hiç kimseye azab etmez. Kendisine bir delil getirildikten
sonra günah işleyen kimseye azab eder.
"O gün cehenneme "Artık doldun mu?" deriz. O da
"Daha var mı?" der." buyurarak cehennemde azabın bulunduğunu
vurgulamıştır. Ayetin manası şöyledir: Ey Muhammedi Kavmine Allah'ın cehenneme:
"İnsan ve cin topluluklarıyla doldun mu?" dediğinde cehennemin cevap
olarak "Bana göndereceğin başkaları kaldı mı? dediğini hatırlat ve onları
uyar” Burada cehennemin kendisine atılan topluluklarla dolduğu anlatılmak
istenmiş olabilir. Sanki artık dolduğundanbundan daha geniş yerim yoktur.[29]
demiştir. Cehennemin asilere kızgınlıkifade etmesi ve içinde bulundukları yerin
onlara daraltılması için dolduğu halde fazlasını istemiş olması da muhtemeldir.
Dil alimleri demiştir ki: Burada cehenneme soru sorulması ve cehennemin
buna cevap vermesi manasının nefiste tasviri ve tesbiti maksadını taşıyan
canlandırma üslubudur. Daha önce geçtiği üzere bunun iki manası vardır.
Birincisi: Geniş olmasına rağmen kendisine hiçbir şey ilâve edilemeyecek kadar
dolmuştur. İkincisi: Cehennem o kadar geniştir ki girecek olanlar girdikleri
halde orada daha yer bulunmaktadır.[30]
İbni Kesir "Andolsun ki cehennemi insan ve cinlerle
dolduracağım." (Hud, 11/119) ayetinin tefsirinde bu ayetin birinci manaya,
yani cehennemin oraya girenlerle dolacağına delâletini destekleyen birçok
hadis zikretmiştir: Buhari Enes b. Malik'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir: "Cehenneme insan ve cinler atıldıkça
"Daha var mı?" der. Nihayet Allah Tealâ ona (mahiyetini bilmediğimiz)
kademini koyar. Bunun üzerine cehennem: "Tamam yeter, yeter."
der."
Müslim Ebu Said el-Hudri'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurdular: "Cennet ve cehennem birbirlerine karşı hüccet
getirerek tartışmışlardır. Cehennem "Bende zorbalar ve
mütekebbir-ler." var deyince cennet: "Bende de fakir ve yoksul
insanlar var." demiştir. Aralarında ilâhî hüküm verildi. Allah Tealâ
cennete: "Sen benim rahme-timsin. Seninle dilediğim kullarıma merhamet
ederim." buyurdu. Cehenneme de "Sen benim azabımsın seninle dilediğim
kullarıma azap ederim. Sizden her birinin içini dolduracak kadar kimseler
bulunacaktır."
[31]
1- İnsan için görevlendirilmiş
melekler yanlarındaki insanın amellerini kaydettikleri yazıyı arzeder. Şeytan
da yanında bulunan arkadaşını ileri sürer ve şöyle der: Bu isyankâr insan
cehennem için yanımda hazır bir vaziyette bulunmaktadır. Onu ben saptırmak
suretiyle buna hazırladım.
2- Allah’ı inkar etmek, O’na
şirk koşmak, inadına hakka karşı gelmek ve O’na karşı büyüklenmek, batıl ve
batıl ehlini tercih etmek, mal üzerindeki hakları eda etmemek veya insanların
İslam’a girmelerine engel olmak, malı harcamada normal sınırı aşmak, hakkı
yalanlamak, Allah’ın dini hakkında şüpheye düşmek, başkalarının şüpheye
düşmelerine sebep olmak ve Allah ile beraber başka bir mabut edinmek cehennem
azabını gerektiren büyük günahlardır.
3-
İnsanı sürecek ve onun
aleyhinde şahitlik edecek olan iki meleğe söz konusu özelliklere sahip, inatçı
ve kâfir bir kimseyi elem verici ve şiddetli bir azabı olan cehennem ateşine
atmaları emredilir.
4- Şeytan ve kâfirin her biri
Allah'ı inkâr etme günahının sorumluluğunu diğerinin üzerine atmaktadır.
Kıyamet günü şeytan kâfirden beri olduğunu söyleyecek ve onu yalanlayacak, tuğyan
ve inkâr etme işini kendisine değil bizzat ona nispet edecekir. Ancak gerçek
şu ki her iki grup da cehennemde olacaklardır. Uyarıda bulunan mazurdur. Allah
Tealâ insan ve cinleri hidayete erdirmek için peygamberler göndermiş ve
mukaddes kitaplar indirmiştir. Onlardan her ikisi de hoşuna gideni tercih
etmişlerdi.
5- Allah'ın zulüm yapması asla
düşünülemez. O, noksan ve eksik sıfatlardan münezzehtir. Günahsız hiç kimseye
azap etmez. Azabı hak etmeyenlere azap etmez. Ayrıca O'nun kesin olarak
verdiği hüküm de değiştirilmez. Onun verdiği hüküm bütünüyle adildir.
6- Allah Tealâ cehennemi
kâfirler müşrikler, dinsizler, materyalistler ve asilerle öyle doldurur ki
başka bir şey eklemeye orda yer kalmaz. Yahut kâfirlere olan kızgınlığından ve
onların yerini daraltmak için dolduğu halde cehennem fazlasını istemektedir.
[32]
31- Cennet de takva sahipleri için uzak olmayarak yaktırıldı.
32 ,33- İşte size vaadedilen ki o,(tam
manasıylaAllah'a)dönen,O'nun(emir ve yasaklarına) riayet eden kimse)görmediği
halde Rah- man'dan korkan ve O'na yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere
mahsustur.
34- Oraya emniyet içinde giriniz. Işte bu ebedi hayatı başladığı gündür.
35- Orada istedikleri her şey kendileri için mevcuttur. Bizim
nezdimizde dahası da vardır.
"... takva sahipleri için uzakta olmayarak" yani cennet
onlara uzak bir yerde değildir. Bilakis onlar cenneti görmektedir.
"İşte size vaadedilen!" Yani onlara "İşte size
vaadedilen cennet budur." denilir. Burada sevaba işaret edilmiştir. Yani
işte bu, peygamberlerin lisanı ile size vaadedilen sevabın bizzat kendisidir.
"Tûadûn" kelimesi "Yûadûn" şeklinde de okunmuştur. "Ki
o (tam manasıyla Allah'a) dönen" yani çokça Allah'a dönen ve O'na itaat
eden "Allah'ın emir ve yasaklarıa riayet eden..." Allah'ın koyduğu
sınırları ve hükümleri koruyan ve kimse "görmediği halde Rahmandan
korkan" gözlerden ırak olduğundan hiç kimse onu göremediği halde Allah'ın
azabından korkan, "O'na itaata yönelmiş bir kalple gelen kimselere
mahsustur."
"İşte bu ebedî hayatın başladığı gündür." İşte içeri girmeye
muvaffak olduğunuz bu gün cennette ebedî olarak kalmanın takdir edildiği
gündür. Zira artık orada ölüm söz konusu değildir. Bunun bir benzeri de şu
ayet-i kerimedir: "Oraya ebedi kalıcılar olarak giriniz." (Zümer,
39/73)."Orada istedikleri her şey kendileri için mevcuttur.Bizim yanıızda
dahası da var." Bunlar onların hatırına bile gelmez. Onları ne bir göz görmüş
ne bir kulak işitmiş ne de bir kimsenin kalbine doğmuştur.
[33]
Kıyamet günü kâfir ile yoldaşı şeytan arasındaki karşılıklı konuşmayı
beyan ettikten sonra, Kur'an'm başka yerlerinde de görüldüğü gibi birbirine
zıt olan şeyler arasında mukayese yapmak için Allah Tealâ, takva sahiplerinin
durumunu açıklamıştır.
[34]
"Cennet de takva sahipleri için uzak olmayarak
yaklaştırıldı." Yani cennet takva sahipleri için uzak olmayacak şekilde
yaklaştırılmış veya onlara uzak olmayan bir yere getirilmiştir. Cennet onlar
tarafından görülmektedir. Takva ehli bulundukları yerden cenneti seyretmekte
ve onda bulunan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir kimsenin
aklına gelmeyen nimetlere bakmaktadırlar.
"İşte size vaadedilen ki o (tam manasıyla Allah'a) dönen, Onun
emir ve yasaklarına riayet eden... kimselere mahsustur." Yani melekler
onlara şöyle demektedir: Cennette gördüğünüz bu nimetler bizzat Rabbinizin
kitaplarında, size gönderdiği peygamberlerinin lisanı ile vaadedilen nimetlerdir.
İşte bu sevap sadece günahtan uzaklaşmak suretiyle tam manasıyla Allah’a ve O’na
itaate dönen, Allah’ın çizdiği sınırlara ve koyduğu hükümlere çokça riayet edip
verdiği sözü tutan, onu hiçbir şekilde bozmayan ve hiçbir şekilde onda bir
nebze bile ihmal göstermeyen kimselere mahsustur.
“… (kimse) görmediği halde Rahman’dan korkan ve O’na yönelmiş bir
kalple gelen kimselere mahsustur.” Yani Allah’ın çizdiği bu sınırlara riayet
edip onu aşmayan, kimsenin görmediği gizli bir yerde bile O’ndan korkan
kimsedir Bunun bir benzeri de kıyamet günü Allah’ın gölgesinde gölgelenecek
olan yedi zümre hakkında Rasulullah’ın söylediği şu sözdür: Ahmed, Buhari,
Müslim ve Nesai bunu Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etmişlerdir: “Gizli bir
yerde Allah’ı zikrederken gözleri dolup taşan adam (Allah’ın gölgesinde
gölgelenecektir.)” Ayrıca bu sevaba nail olacak kimse Allah’a itaat hususunda
samimi bir kalple Allah’a döner. Kıyamet gününde günahlardan salim ve boyun
eğmiş bir kalple Allah’la karşılaşır.
“Oraya emniyet içerisinde giriniz. İşte bu ebedi hayatın başladığı
gündür.” Yani onlara şöyle denir. Haydi azaptan ve nimetlerin elden kaçırılması
vs. her türlü korkudan salim bir halde yahut Allah’ın ve meleklerin selamına
kavuşmuş olarak cennete giriniz. İşte cennete girdiğiniz bu gün herhangi bir
ölüm ve değişmenin olmadığı ebedilik ve devamlılık günüdür.
“Orada istedikleri her şey kendileri için mevcuttur. Bizim nezdimizde
dahası da vardır.” Yani işte söz konusu vasıflara sahip takva ehli için
cennette istedikleri, canlarının arzu ettiği, gözlerinin lezzet duyduğu çeşit
çeşit iyilikler, arzularına göre türlü türlü nimetler vardır. Neyi isterlerse
orada onu bulabilirler. İnsana zevk veren nimet çeşitlerinden hangisini arzu
ederlerse onu elde edebilirler. Bizim yanımızda hatıra gelmemiş daha başkaları
da mevcuttur. Bunun bir benzeri şu ayet-i kerimedir:
“İhsan sahipleri için en güzel nimetler ve daha fazlası vardır.”
(Yunus: 10/21)
Sahih-i Buhari’de Suheyb b. Sinan er-Rumi’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Bu fazlalık Allah’ın vechini temaşa etmektir.”
[35]
1- Kâfirler, fasıklar ve
asilerle dolu olan cehennem ve takva sahipleri için görünecek dereetmeye rağbet
gösterilmesini sağlamak gayesi güdülmüştür. Nitekim cennetin uzak olmayacak
şekilde muttakilere yaklaştırılması oraya kolayca ulaşılabileceğine işaret
etmek içindir.
2-
Allah Tealâ cennette
muttakilerin nimet ve gönül huzuruna kavuşacakları hissini desteklemektedir.
Melekler cennetliklere şöyle demektedirler: İşte dünyada paygamberlerin lisanı
üzere size vaadedilen mükâfat budur.
3- Günahları bırakıp tam
manasıyla Allah'a dönen, amel edip haddi aşmadan ve Allah'ın koyduğu sınırlara
riayet eden, her ne kadar kendisi Onu görmese de izzet ve kudret sahibi olan
Allah'tan gizli ve açık her durumda korkup itaata yönelen bir kalple Rabbinin
huzuruna gelenlerin tamamı cennetliktir.
4-
Cennetlik olan takva ehline
melekler şöyle derler: Siz azaptan ve nimetin zevalinden uzak bir şekilde veya
Allah ve meleklerin selamıyla cennete giriniz.
5- Takva sahipleri çenette
gönüllerinin istediği, gözlerinin bakmaktan zevk duyduğu her şeye nail olurlar.
Ayrıca Rablerinin katında akla hayale gelmedik nimetler bulurlar. Cennetteki
nimetlere ilave olarak Allah Tealâ keyfiyet ve şekilden ari olarak bizzat
görülecektir.
Abdullah b. Mübarek ve Yahya b. Sellam, İbni Mesut'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Cumaya koşun!. Çünkü Allah Tealâ cennet ehline her cuma beyaz kafurdan bir kum tepesinde görünecektir. Bütün herkes Ona yakın bir yerde olacaktır."
İmam Şafii Müsned'inde Enes b. Malik'ten buna yakın bir hadis rivayet
etmiştir: "Cuma günü olunca Allah Tealâ dilediği kadar melek indirmiştir.
Etrafında nurdan minberler vardır ki onların üzerinde peygamberlerin
oturdukları yerler vardır. Bu minberlerin etrafında yakut ve zebercedle
işlenmiş altından minberler vardır ki onların üzerinde de şehitler ve sıddıklar
bulunmaktadır. Diğerleri de bu kum tepelerinin üzerine otururlar. Bu halde
iken Allah Tealâ "Ben sizin Rabbinizim. Ben vaadimi gerçekleştirdim.
Benden isteyin ki size istediğinizi vereyim." buyurunca cennet ehli
"Rabbimiz! Rızanı istiyoruz" diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah
Tealâ "Sizden razı oldum. İstediklerinizi size mutlaka vereceğim. Ayrıca
katımda dahası da var." buyurur.
Bu yüzden cennetlikler Rableri kendilerine iyilik verdiği için Cuma
gününü severler. Çünkü Cuma günü Rabbinizin arşa istiva ettiği gündür. Adem
(a.s.) bu günde yaratılmıştır. Yine kıyamet bu günde kopacaktır.
[36]
36- Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar kendilerinden
daha kuvvetli idiler. Diyar diyar dolaşıp (sığınacak) delikler
aramışlardı.Fakat kaÇmava bir care var mıydı?
37- Şüphesiz bunda aklı olan yahut
hazır bulunup dinleyen kimseler elbette bir öğût vardır
38- Andolsun ki biz gökleri, yeryü- zünü ve iki arasında bulunan şeyleri
altı günde yarattık. Bize hiçbir
doğuşundan ve batışından önce teşbih et.
40. Gecenin bir kısmında da onu tesbihet' Secdelerin akabindede-
41-Nida edenin yakın bir yerden
kulak ver
42- O gün gerçek sayhayı (insanlar) işiteceklerdir. İşte bu kabirden
çı-kış günüdür.
43- Şüphesiz sadece biz diriltiriz ve biz öldürürüz. Hem de dönüş ancak
bizedir.
44- O gün hepsinin süratle çıkması için toprak üzerlerinden yarılıp
açılacaktır. İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir.
45- Biz onların neler söylediklerini çok iyi bilmekteyiz. Onlara karşı
bir zorba değilsin sen! O halde benim tehditimden korkacaklara Kur'an ile öğüt
ver.
"Biz onlardan önce" yani senin kavmin olan Kureyş
kâfirlerinden önce "nice nesilleri" ayetteki "karn", insan
topluluğu veya nesli manasına gelmektedir. Yani Kureyş kâfirlerinden önce
birçok kâfir milletleri, nesilleri ve toplulukları helak ettik "ki onlar
kendilerinden daha kuvvetli idiler." Ad ve Semud bunlardandır, "diyar
diyar dolaşıp delikler aramışlardı." nzık ve kazanç araştırmak için
yeryüzünde gezip dolaştılar ve araştırmada bulundular. "Fakat kaçmaya bir
çare var mıydı?" Allah'tan yahut ölümden kaçabilecekleri bir yer var
mıydı?
"Şüphesiz bunda aklı olan" yani hakikatleri düşünüp
kavrayabilecek bir akla sahip olan " yahut hazır bulunup" manaları
anlamak için dikkatini vererek "dinleyen" nasihate kulak veren
"kimseler için" bu surede zikredilenlerde "elbette bir
öğüt" nasihat ve ibret "vardır." Burada "kalp" kelimesinin
nekre getirilmesi her kalbin düşünmediğine, tefekkür etmediğine işaret etmek
içindir.
"Andolsun ki biz... altı günde yarattık" Pazar günü başlamış,
Cuma günü son bulmuştur. "Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamıştır." Burada
Allah'ın alemi yaratmaya pazar günü başlayıp cuma günü bunu bitirdiğini
cumartesi günü de istirahat edip arşın üzerine yattığını ileri süren Yahudilerin
düşüncesi reddedilmiştir. Şöyle ki Allah yaratılmış olan varlıkların sahip
olduğu sıfatlardan münezzehtir. O yorgunluğa maruz kalmaz ki dinlensin. O bir
şeyin olmasını dilediğinde ona "ol" der o da hemen oluverir.
"Ne derlerse sen sabret" yani ey peygamber! Onların öldükten
sonra dirilmeyi inkâra dair söyledikleri sözlerine sabret. Zira hiç yorulmadan
alemi yaratmaya gücü yeten zat o kâfirleri diriltmeye ve onlardan intikam almaya
da kadirdir. Aynı şekilde Yahudiler ve benzerlerinin yaratıcıyı yaratıklara
benzetmek, seni yalanlamak ve Allah'ı inkâr etmek için söyledikleri sözlere de
sabret.
"Rabbini güneşin doğuşundan ve batışından evvel" yani sabah,
öğlen ve ikindi namazlarında "teşbih et." hamdederek ve şükrederek
Allah'a acizlikten ve her türlü noksanlıktan tenzih et.
"Gecenin bir kısmında" yani akşam ve yatsı namazlarını kıl
"ve secdelerin akabinde" namazların peşinden "de O'nu teşbih
et." Burada geçen "ed-bar" kelimesi "idbar" şeklinde
de okunmuştur. Buna göre mana şöyledir: Farz namazların peşinden nafile
sünnetleri de kıl. Bu vakitlerde yapılması maruf olan tesbihatı hamd ile
beraber yap.
"Nida edenin yakın bir yerden" Zemahşeri'nin ifadesine göre
İsrafil Beytül-Makdis'in bir taşından[37]
nida edecektir. Orası yeryüzünün gökyüzüne en yakın olduğu ve yeryüzünün tam
ortasıdır. Yahut nidasının herkese eşit bir şekilde ulaşabileceği insanların yerleşim
bölgelerine en yakın yerlerdendir, "çağıracağı güne kulak ver." Ey
muhatap! Kıyametin ahvaline dair sana verilen haberlere kulak ver. Bu ayette
haber verilen şeyin büyüklüğü ve korkunçluğu ifade edilmiştir.
Bu ayette ifade edilen çağına İsrafil (a.s.)'dir. İsrafil "Ey
çürümüş kemikler, parça parça olmuş mafsallar, dağılmış etler! Allah Tealâ son
hükmünü vermek için bir araya gelmenizi emrediyor." diye nida edecektir.
"İşte o gün gerçek sayhayı" yani yeniden diriliş ve yapılan
amellerin karşılığının verilmesi için toplanmaya dair İsrafil'in ikinci
nefhasını "işitecekler" yani bunu bütün mahlukât duyacaktır.
"İşte bu kabirden çıkış günüdür. " İşte nida edilip de bunun herkes
tarafından duyulduğu gün kabirden çıkış günü olacaktır.
"Dönüş de" yani yapılan amellerin ahirette karşılığının
verilmesi için dönüş "ancak bizedir."
"İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir." Bu diriltme ve
toplama bize göre çok kolaydır. Hesaba çekmek için bir araya getirme ancak alim
ve kadir olan bir zat için kolay olur. Kaldı ki Allah Tealâ onları daha önce
de, ilk olarak yaratmıştır. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Sizin
yaratılmanız ve tekrar diriltilmeniz sadece bir kişinin yaratılması gibi
(kolaydır.)" (Lokman, 31/28).
"Biz onların" yani Kureyş kâfirlerinin "neler
söylediklerini çok iyi bilmekteyiz." Bu ayet ile Rasulullah (s.a.)
teselli edilirken Kureyş kâfirleri de tehdit edilmiştir. "Sen onlara karşı
zorba değilsin." Yani sen onları imana zorlayacak ve onlar hakkında
istediğini yapacak bir diktatör değilsin. Sen sadece bir davetçisin. "O
halde benim tehdidimden korkacaklara Kur'an ile öğüt ver." ki onlar
müminlerdir. Çünkü Kur'an'dan başkaları değil sadece müminler faydalanabilir.
[38]
"Andolsun ki biz gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasındakileri
altı günde yarattık." ayetinin (38. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak
Hakim sahih olduğunu söyleyerek İbni Abbas'tan şöyle .rivayet etmiştir:
Yahudiler Rasulullah (s.a.)'a gelip ona göklerin ve yerin yaratılmasını
sordular. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah Tealâ
yeryüzünü pazar ve pazartesi günleri yaratmıştır. Salı günü dağları ve
dağlardaki faydalı şeyleri, çarşamba günü ağaçları, suyu, şehirleri,
medeniyetleri ve harebele-ri perşembe günü ise gökyüzünü yaratmıştır. Cuma günü
yıldızlan, güneşi ve ayı yaratmış geriye son üç vakit kalmıştır.
Birinci vakitte ölümlü olan mahlukların ölünceye kadarki ecellerini
takdir etmiş, ikinci vakitte insanların istifade edeceği her şeyden afeti kaldırmış,
üçüncü vakitte ise Adem (a.s.) yaratıp, onu cennete koymuş ve şeytana ona secde
etmesini emretmiş, en son vakitte de onu cennetten çıkarmıştır."
Yahudiler "Sonra ne oldu, ya Muhammed!" deyince Rasulullah
(s.a.s) "Sonra Allah arşa istiva etmiştir." (Arşı kuşatmıştır)
buyurdu. Yahudiler "Doğru söyledin, ama tamamını söyleseydin ya! Sonra da
Allah dinlenmiştir." demeleri üzerine Rasulullah (s.a.) buna çok kızdı.
Bunun üzerine "Andolsun ki gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları
altı günde yarattık. Bize yorgunluk da dokunmadı." ayeti nazil olmuştur.
Hasen ve Katade şöyle demişlerdir: Yahudiler Allah mahlûkatı altı günde
yaratmış yedinci günde dinlenmiştir deyince Allah Tealâ söz konusu ayeti
indirmiştir. Bu yedinci gün cumartesi günüdür. Yahudiler bu günü dinlenme günü
diye isimlendirmektedir.
İbni Cerir İbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ashab
"Ya Rasulallah! Bize korku ve haşyet verecek şeyler söyleseydiniz
ya!" dediklerinde "Benim tehdidimden korkacaklara Kur'anla öğüt
ver." ayeti (45. ayet) nazil olmuştur.
[39]
Allah Tealâ yeniden dirilişi inkâr eden kâfirleri ahirette vereceği
elim azapla uyardıktan sonra burada da onları helak edici ve tam olarak perişan
edici dünya azabıyla tekrar tehdit edip uyarmıştır. Tehdit ve özendirmeyi
birlikte getirmek için bu iki ikaz ve uyarının arasında takva ehlinin durumunu
ele almıştır. Sonra helak etmenin sebep ve neticeler arasındaki alâkayı düşünen
akla sahip her bir kimse için bir öğüt ve ibret vesilesi olduğunu beyan
etmiştir.
Daha sonra Allah Tealâ yorulmak ve sıkıntıya düşmekten münezzeh bir
durumda gökleri ve yeri yarattığını söyleyerek yeniden dirilişin imkân
dahilinde olduğunu gösteren delili bir daha zikretmiştir. Sonra da peygamberimiz
(s.a.)'e bir çağmayı bekleyerek kâfirlerin yeniden dirilişi inkâra dair
sözlerine ve onların Allah yorulduğu için istirahate çekildi, demelerine
sabretmesini ve kendisini noksan sıfatlardan tenzih etmesini emretmiştir. (Ey
peygamber!) Bir sayhanın kopup herkesin baygın olarak yere kapanacağı gün
gelinceye kadar gafillerden olma. Artık öldükten sonra dirilme günü yaklaşmış
ve ona çağıran kimsenin sesi duyulmuştur. Allah'tır dirilten, öldüren. Dönüş de
ancak O'nadır. O gün yer yarılır ve insanlar kabirlerinden çıkarlar.
Allah Tealâ sonra da Rasulüne (s.a.) öldükten sonra dirilme hakkında
müşriklerin söylediklerini bildiğini haber vermiştir. O halde habibim! Sen
onlara karşı imana girmeleri için zor kullanıcı bir diktatör ve zorba değilsin.
Sen ikaz ve Allah'ın birliğine çağrı hususunda kendi vazifeni yerine getir.
Azabımdan ve tehdidimden korkan kimselere bu Kur'an'la öğüt ver.
[40]
"Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar
kendilerinden daha kuvvetli idiler. Diyar diyar dolaşmışlardı. Fakat kaçmaya
çare var mıydı?"
Yani Kureyş ve onlara tabi olan kâfirlerden önce de Ad, Semud, ve Tubba
kavmi gibi milletler ve topluluklar vardı ki onlardan sayıları daha çok,
kuvvetleri daha çetin ve yeryüzündeki eserleri de daha fazlaydı. Memleketlerde
etkili olmuşlar, rızık aramak, ticaret yapmak ve mal kazanmak için diyar diyar
dolaşmışlardı. Hem onlar sizden daha fazla gezip dolaşmaktaydılar. Buna rağmen
onlar azabtan ve Allah'ın kaza ve kaderinden kurtulmak için kaçabilecekleri bir
yer bulabilmişler midir? Bir araya getir-dikleleri mallan onlara fayda verip
peygamberleri yalanlamaları sebebiyle hak ettikleri azabı onlardan defedebildi
mi? İşte onların nasıl kaçacak yerleri yoksa sizin de kaçıp saklanabileceğiniz
ve Allah'ın azabından kurtulabileceğiniz bir yer yoktur.
Sonra Allah Tealâ bu uyarı ve tehditler ile kısıtlamaların ancak
düşünen insanlara fayda verebileceğini ifade etmiştir. Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
"Bunda aklı olan yahut hazır bulunup dinleyen kimseler için
elbette bir öğüt vardır." Yani şüphesiz yukarıda zikredilen şu milletlerin
kıssalarında ve bu sure ile bundan önceki surede zikredilen fertler ve
topluluklar arasındaki edep kuralları ve nasihatlerde, gerçekleri ve sebep
sonuç ilişkilerini düşünen akla sahip kimseler için bir öğüt, bir nasihat ve
bir ibret bulunmaktadır.
Allah Tealâ daha sonra, öldükten sonra dirilmenin aklen mümkün olduğunu
delâlet eden delili bir kez daha zikrederek şöyle buyurmuştur:
"Andolsun ki gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasında bulunan
şeyleri biz altı günde yarattık. (Bu konuda) Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamış-tır."
Yani Allah'a yemin olsun ki daha önce hiçbir benzeri bulunmayan gökleri,
yeryüzünü ve bu iki arasında bulunan harikulade mahlukâtı biz altı günde
yarattık. Bize bu konuda ne bir sıkıntı, ne de bir meşakkat ve yorgunluk
isabet etmiştir. Bu ayet-i kerime ile Yahudiler reddedilmişlerdir. Zira
Katade'nin dediğine göre Yahudiler şöyle demişlerdir: Allah evveli pazar son
günü de cuma olmak üzere altı günde, gökleri ve yeryüzünü yaratmış, yedinci
günde -ki bu cumartesi günüdür- dinlenmiştir. Yahudiler işte bu yüzden
cumartesi gününü dinlenme günü diye isimlendirmişlerdir. Yahudilerin bu
sözleri sebebiyle onların sözlerini ve yorumlarını reddetmek için Allah Tealâ
bu ayeti indirmiştir.
Bu ayet-i kerime ahiret hayatının var olduğunu tespit ve tayin etmektedir.
Şöyle ki gökleri ve yeryüzünü yaratmaya kadir olan ve yaratırken asla
yorulmayan ölüleri diriltmeye haydi haydi kadirdir. Nitekim Allah Tealâ başka
bir ayette şöyle buyurmuştur:
"Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın
ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, her şeye
kadirdir." (Ahkâf, 46/33).
Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurmuştur:
"Elbetteki göklerin ve yerin yaratılması insanların
yaratılmasından daha büyük (bir olaydır)." (Gafır, 40/57).
Razi bu ayette zikredilen "altı günde" sözünden maksadın altı
merhale olduğunu ifade etmiştir. Yoksa bu lügatta vaz edilmiş bulunan belli
günler değildir. Çünkü lügatta gün, doğuşundan batışına kadar güneşin yeryüzünün
üstünde bulunduğu zaman dilimini ifade eder. Halbuki gökler yaratılmadan önce
ne güneş vardı ne de ay. Dolayısıyla burada gün lafzı kullanılarak onunla
vakit veya zaman, yani aşanla, merhale kastedilmiştir.[41]
Allah Tealâ sonra da Peygamber'ine (s.a.) yeniden dirilmeyi inkâr eden
kâfirler ile yaratıcıyı yaratıklara benzeten Yahudilere karşı takınması
gereken tavrı açıklamıştır. Rasulü Ekrem'e (s.a.) bir kaç emir vererek şöyle
buyurmuştur:
a)
"(Habibim) ne derlerse
sen sabret." Yani Ey Rasul! Yeniden dirilişi yalanlayan müşriklerin sözleriyle
Yahudilerin Allah'ın yorulduğu ve istirahat ettiğine dair sözlerine sabret.
Bütün bunlar hiçbir delile dayanmayan batıl sözlerdir.
b)
"Rabbini güneşin
doğuşundan ve batışından önce teşbih et. Gecenin bir kısmında da onu teşbih et.
Secdelerin akabinde de." Yani Rabbini daima her türlü acziyet ve
noksanlıktan tenzih et. Sabah ve ikindi vakitlerinde, gecenin bir bölümünde ve
namazların peşinden "Sübhanallahi ve bi-ham-dihi" (Allahı noksan
sıfatlarından tenzih eder ve ona hamdederim) diyerek sürekli O'na hamd et.
İbni Abbas şöyle demiştir: Güneşin doğuşundan evvel emredilen teşbih
ve tahmidden maksat sabah namazı; güneşin batışından öncekinden maksat öğlen ve
ikindi namazı; gecenin bir bölümünde yapılması emredilen teşbih ve tahmidden
maksat akşam ve yatsı namazları, secdelerin peşinden yapılması emredileni ise
farzlardan sonra kılman nafile namazlar veya namazdan sonraki tesbihattır.
Bazı alimler de şöyle demişlerdir. Burada zikredilen teşbihten maksat
namazdır. Çünkü namazlarda Allah noksan sıfatlardan ,tenzih edildiği için
(tesbihat bulunduğundan) namaz, teşbih diye isimlendirilmektedir.
Namazlardan sonra tesbihatın emredildiği birçok hadis vardır:
Buhari ve Müslim Ebu Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Muhacirlerin fakir olanları geldiler ve şöyle dediler: "Ey
Allah'ın Rasulü (s.a.)! Ehl-i dusur[42]
yüksek derecelere ve ebedî nimetlere gittiler." Rasulullah (s.a.) "Ne
oldu ki" deyince onlar: "Bizim gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor,
bizim gibi tasadduk edip bizim yaptığımız gibi köle azat ediyorlar."
dediler. Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Yaptığınız takdirde sonrakileri
geçebileceğiniz ve bunu yapanlar dışında sizden üstün hiç kimsenin bulunamayacağı
bir şeyi size öğreteyim mi? Her namazın peşinden otuz üç defa sübhanallah, otuz
üç defa elhamdülillah, otuz üç defa Allahuekber deyiniz." Bunun üzerine
onlar şöyle dediler: "Ya Rasulallah! Mal sahibi kardeşlerimiz bizim
yaptığımızı işitir ve aynını onlar da yapar." Rasulullah (s.a.) "İşte
bu Allah'ın dilediğine bahşettiği ihsanıdır." (Maide, 5/54) ayetini okudu.
Sahih olan diğer bir hadis de şöyledir: "Nebi (s.a.) farz
namazların peşinden "ha ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehül-mülkü
ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir. Allahümme la mania Uma a'tayte
velâ mu tiye Uma mena'te velâ yenfau ze'l-ceddi minke'l-ced." derdi.
(Hiçbir ilâh yoktur. Sadece ortağı olmayan Allah vardır. Mülk ancak O'na
aittir. Hamd de yalnız O'na aittir. O'nun her şeye gücü yeter. Ey Allah'ım!
Senin verdiğine engel olabilecek kimse olamaz. Senin engel olduğuna da kimse
veremez. Sana karşı zenginlerin zenginliği fayda vermez. O'na ancak iman ve
itaat fayda sağlar."
c) "Nida edenin yakın bir
yerden çağıracağı güne kulak ver." Ey Peygamber! İsrafil'in (a.s.) sûra
ikinci üflemesi olan kıyamet sayhasına kulak ver. O gün İsrafil (a.s.) mahşerde
bulunan herkesin işitebileceği şekilde nida eder. "Haydi hesaba çekilmeye
gelin" deyince herkes kabirden çıkıverecekler.
Her ne kadar sabır ve teşbih dünyada, münadinin çağrısına kulak vermek
de kıyamette olsa da "kulak ver" fiilini "sabret" ve
"teşbih et" fiillerine atfetmeye bir mani yoktur. Çünkü burada
"Namaz kıl ve cennete gir" sözündeki gibi bir mana kastedilmiştir. Bu
sözün manası şudur. Dünyada namaz kıl ki ahirette cennete giresin.
"Kulak ver" fiilinin "bekle" manasında olduğunu
söylemek de mümkündür.
Razi şöyle söylemiştir: Allah Tealâ'nın "yakın bir yerden"
sözü bu herkesin eşit derecede işiteceklerine işaret etmektedir. Buna göre
burada zikredilen münadinin Allah Tealâ olduğu şeklindeki yorum uzak değildir.
Çünkü burada yakın yerden maksat bizzat yer değildir. Bilakis çağrının zahir
olması kastedilmiştir. Allah'tan gelen çağrı ise daha yakındır.[43]
"O gün gerçek sayhayı (insanlar) işiteceklerdir. İşte bu kabirden
çıkış günüdür." Yani yeniden diriliş sayhası hakikaten gerçekleşecektir.
İşte o gün yeniden diriliş, haşr ve amellerin karşılığının görüleceğini
hatırlatan sûra ikinci üfürülüşün işitileceği gündür. O gün kabirlerden çıkma
günüdür.
"Şüphesiz sadece biz diriltiriz ve yine biz öldürürüz. Hem de dönüş
ancak bizedir." Yani hem dünya da hem de ahirette yalnızca biz
diriltiriz. Dünyada eceller geldiğinde ancak biz öldürürüz. Bu konuda hiç kimse
bize ortak olamaz. Hem hesaba çekilip amellerin karşılığının görülmesi için
sadece bize dönülecektir. İyiliğe karşılık iyilik, kötülüğe karşı ise kötülükle
amel eden herkese amelinin karşılığını vereceğiz.
Bu ayeti kerime yoktan var etmeye yeniden yaratmaya ve öldürüp hesaba
çekmeye dair ilâhî güç ve kudretin bulunduğunu ispat etmektedir. Allah Tealâ bu
durumu şu ayet-i kerime ile teyit etmektedir:
"O gün süratle (çıkmaları için) toprak üzerlerinden yarılıp
açılacaktır. İşte bu bize göre kolay olan bir haşirdir." Yani toprağın
onların üzerinden yarılarak açılması üzerine kabirden çıkıp kendilerine nida
eden münadiye doğru koşarak mahşer yerine doğru sürüklendikleri o vakitte
onların dönüşü bizedir. İşte bu bize göre gayet kolay bir diriltme ve
toplamadır. O konuda zorluk ve meşakkate uğramamız söz konusu değildir.
Nitekim Allah Tealâ başka bir ayette şöyle buyurmuştur:
"Bizim buyruğumuz bir anlık bakış gibi bir tek sözden başka bir
şey değildir." (Kamer, 54/50).
"Sizin yoktan yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de bir canın
yaratılması ve diriltilmesi gibidir." (Lokman, 31/28).
Sonra Allah Tealâ şu sözüyle müşrikleri tehdit etmiştir:
"Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliriz. Sen onlara
karşı bir zorba değilsin ki!" Biz müşriklerin Kur'an'ı yalanlamak, yeniden
dirilişi ve Allah'ın birliğini inkâr etmek hususunda sana söylediklerini harfi
harfine bilmekteyiz. Sen onları imana zorlayan bir zorba değilsin. Sen sadece
tebliğ edicisin.
Bunun bir benzeri de şu ayetlerdir: "Sen ancak tebliğ etmekle
görevlisin. Hesaba çekmek bize düşer." (Rad, 13/40); "Habibim sen
öğüt ver. Sen sadece hatırlatmada bulunucusun. Onlar üzerinde zorba değilsin
sen." (Casiye, 88/21, 22).
d) "O halde benim tehdidimden korkacaklara Kur'an ile öğüt
ver." Yani Ey Peygamber! Sen bu Kur'an ile öğüt ver. Rabbinin sana
yüklediği peygamberlik vazifesini tebliğ et. Şüphesiz ondan sadece Allah'tan
korkan, O'nun isyankârlara vaadettiği cezadan ve tehditten çekinen, Allah'ın
vaadine, fazlına ve rahmetine ümit bağlayanlar öğüt alırlar. Diğerleriyle
boşuna uğraşma.
[44]
Bu ayetler Rasulullah'm (s.a.) davetine karşı meydan okuyarak ve bu
meydan okumaya ve ayak diremeye nasıl karşılık verildiğinden bahsetmektedir.
Ayetlerden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Allah Tealâ Kureyş ve diğer
bütün kâfirleri tehdit edip uyarmış ve onları elem verici ahiret azabından
sakmdırmıştır. Ayrıca Mekkelilerden daha kuvvetli ve sağlam, daha zengin ve
daha çok mal varlığına, daha yüksek medeniyete sahip olmalarına rağmen
peygamberleri yalanlayan önceki millet ve ümmetleri maruz bıraktığı helak edici
azapla da onları ikaz etmiştir. Allah onları öyle bir helak etmiştir ki bundan
kaçıp kurtulabilecekleri bir yer de bulamamışlardı. Aynı şekilde onlar gibi
olanlar da benzer bir azabın başlarına gelmesi durumunda kaçıp sığınabilecek
bir yer bulamazlar.
2-
İşte bu surede
zikredilenlerde ve bu ikaz tehdit ve korkutmalarda kalbi olan, yani aklı olan
herkes için alınması gereken bir öğüt ve ibret vardır. Allah Tealâ bu ayette
kalb kelimesini akıldan kinaye olarak kullanmıştır. Zira Kurtubi ve başka ilk
dönem alimlerine göre kalb aklın bulunduğu yerdir.
3- Öncekilere dair genel bir
hatırlatma ve ikaz yapmasına rağmen Allah Tealâ inkarcıları reddetmek için
yeniden diriliş (ba's) delilini bir defa daha tekrar etmiştir. Ayrıca Allah'ın
gökleri ve yeri altı günde yaratıp yedinci gün yani cumartesi günü istirahat
ettiğini ileri süren Yahudiler'e ret cevabı vererek onların yalancı olduklarını
bu delil ile ortaya koymuştur.
4-
Allah Tealâ, peygamberliğine
mukavemet gösterip meydan okumaları karşısında Peygamber (s.a.)'in dört şeyi
yapmasını emretmiştir:
a) Onların sözlerine
sabretmesini.
b) Bunun için namaz ve teşbih
ile Allah'tan yardım dilemesini. Çünkü namaz ve teşbih ruhu kuvvetlendirir.
Sabretmek hususunda irade ve azmi güçlendirir. Namazda insan kendisini yaratan
Allah ile buluşur. O'na dayanır, O'ndan ilham alır ve O'nun üstün kudretinden
yardım diler.
c) Allah Tealâ'nın "Yakin
(ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et." (Hicr, 15/99) sözünde olduğu
gibi hayatı boyunca Allah'ı noksan sıftlardan tenzih etmekle meşgul olmasını ve
Allah'ın haber verdiği kıyametin korkunç durumuna kulak verip hakdan yüz
çeviren kimseler gibi olmaktan sakınmasını.
d) Allah'ın azabından korkan,
tehdidinden sakınanlara Kur'an'la öğüt vermesi ve peygamberliğini tebliğ edip
Allah'ın dinine davet etmesi.
Bu emirlerin arasında Allah Tealâ bunları yerine getirmeye yardımcı
olacak dört hususu zikretmiştir. Onlar şunlardır:
a)
İnsanlar kabirden çıkma
gününde kıyamet sayhası ile ba's, mahşer ve hesap sayhalarının işitileceğim
hatırlatması.
b) Asıl diriltenin, öldürenin
Allah olduğu ve bütün insanların hesap ve ceza için Ona döneceklerini
hatırlatması.
c)
Mahşere çağıran münadiye
icabet etsinler diye toprağın ölülerin diri olarak süratle çıkmaları için nasıl
yarıldığının ifadesi ile haşir ve insanları toplamanın Allah'a çok kolay olduğunu
bildirmesi.
d)
Kâfirlere, ilminin onların
söylediği bütün sözleri ve yaptıkları bütün fiilleri içine alıp kuşattığını
bildirmesi.
İşte bu dört husus her devirde İslâm'a karşı meydan okuyanlar için son derece korkutucu ve tehdit edici bir mahiyet taşımaktadır. [45]
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/499.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/499.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/499-500.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/500-501.
[5] Razî,
XXVIII/145.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/501.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/503.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/503.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/503-504.
[10] Razî, XXVIII/146.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/504-509.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/509-510.
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/511-512.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/512.
[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/512-513.
[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/513.
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/514.
[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/515.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/515.
[20] Bu hadisi; Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai
ve İbni Mace Ebu Hureyre'-den, Taberani de İmran b. Husayn'dan (r.a.) rivayet
etmişlerdir.
[21] Bu hadisi Zemahşeri, Kurtubi ve Beyzavi zikretmiştir.
İbni Ebi Hatim de Ahnef b. Kays'dan aynı hadisi şu şekilde rivayet etmiştir:
"Sağdaki melek iyilikleri yazar ve o soldakinden daha güvenilirdir. Kul
bir günah işlerse soldakine dur, yazma der ve eğer kul Allah'a istiğfar ederse
o günahı yazmaktan onu men eder. Ama kul istiğfar etmezse o günahı yazar."
[22] Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni Mace rivayet etmiştir.
Tirmizi hasen-sahih demiştir. Hadisin sahih bir de şahidi vardır.
[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/516-518.
[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/518-519.
[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/520.
[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/520-521.
[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/521.
[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/521-522.
[29] Buna göre birinci soru muhatabın durumu ikrar etmesi
için sorulmuştur. Şu halde Allah Teala cehennemin dolduğunu ortaya koymaktadır.
Yani cehennemin dolduğunu ikrar etmesini sağlamaktadır. İkinci istifham ise
olumsuzluk manasınadır. Yani bundan fazlasını alacak yerim yok. Bu birinci
istifhamın cevabıdır.
[30] Zemahşerî, III/163.
[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/522-525.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/525.
[33] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/526.
[34] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/527.
[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/527-528.
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/528-529.
[37] Bunu Katade dediği gibi aynı zamanda bu görüş Ka'b b.
el-Ahbar'dan da rivayet edilmiştir. Bana göre Razi'nin de dediği gibi burada
maksat her mahluk için nidanın gerçekleşmesidir. Yoksa nidanın bizzat yakın bir
yerden yapılması kastedilmemiştir.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/530-532.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/532-533.
[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/533.
[41] Razî, XXVIII/183-184.
[42] Burada onlardan maksat servet sahibi zenginlerdir.
Dusur kelimesi disar kökünden dışa giyilen elbise manasına gelir.
[43] Razî, XXVIII/188.
[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/534-538.
[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
13/538-539.