ZÂRİYAT SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 3

Müslümanın Malında Zekâttan Başka Bir Hak Var Mıdır?. 4

Hz. İbrahim'e Verilen Bilgin Çocuk. 4

Meal 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5

İman İle İslâm Aynı Mıdır?. 5

Eyd'den Maksat Nedir?. 6

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 7

Yaratmaktan Maksat 7


ZÂRİYAT SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Savurup kaldıran (rüzgar) lara,

2- (Yağmur)  yükleri (ni)  yüklenen  (bulut) lara

3- Rahatça koşanlara, ve

4- İşi ayarlayan (Melek) Iere andolsun ki,

5- Size va'dedilen  (kıyametin kopması)  kesinlikle doğru­dur.

6- Kuşkusuz ki hesap/ceza mutlaka gerçekleşecektir. [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-6)   Savurup, kaldıran...» Bu Ayetlerin Tefsiri

İbn Abbas ve İbn Zübeyr'den gelen rivayete göre bu sure Mek-ki'dir. Bu hususta herhangi bir ihtilaf nakledilmemektedir. Kitab' ul-Adette ittifakla 60 ayet olduğu sabit olmuştur. Kelimeleri 360, harfleri 1239'dur.

Abdurrezzak ve el-Feryabi, Hz. Ali'den şöyle rivayet etmek­tedirler: «Zariyat»taxı maksat rüzgârlar, «Hamilat»taxı maksat bu­lutlar, «Cariyat» tan maksat da denizin üzerinde yüzen gemilerdir. «Mukassımat »tan maksat ise meleklerdir.

Bezzar ve Darekutni, Hz. Ömer'den şöyle rivayet ederler: Su-beyğ Temimi, Hz. Ömer'e geldi: «Ey Müminlerin emiri! Bana «Ve'z-Zariyati Zerven»den bahset» dedi. Hz. Ömer: «O, rüzgârlardır. Eğer Rasûlullah'ın böyle söylediğini işitmeseydim bunu söylemez­dim» dedi. Subeyğ: «Bana 'Fel'LHamilati vikran'dan haber ver» deyince Hz. Ömer: «O bulutlardır. Rasûlullah'ın böyle söylediğini duymasaydım bunu söylemezdim» dedi. Subeyğ «Bana «Fe'l-Cari-yati Yusramydan bahset» deyince Hz. Ömer: «Onlar gemilerdir. Ben bunu Rasûlullah'tan dinlemeseydim söylemezdim» dedi. Su­beyğ devam ederek: «Bana (Fe'LMuka$simati Emran'dan bahset» deyince Hz. Ömer: «Onlar meleklerdir. Eğer Rasûlullah'ın böyle söylediğini dinlemeseydim söylemezdim» dedi. Bütün bu hadise den sonra Hz. Ömer, Subeyg'e had vurulmasını emretti. Ona yüz sopa vuruldu ve dayanamayıp, hastalandı. İyileştiğinde Hz. Ömer tekrar onu huzuruna çağırarak kendisine yüz sopa daha vurdu. Onu bir eğerin üzerine bindirerek memleketi olan Kûfe'ye gönder­di ve Küfe valisi Ebu Musa el-Eş'ari'ye şöyle yazdı: «Halkın bu adamla birlikte olmasına mani ol!»

İnsanlar böylece ondan kaçıyorlardı.   Sonunda   Subeyh Ebu Musa'ya gelerek çok kuvvetli yeminler ederek: «Daha önce nef. simde bulduklarımdan hiçbir şeyi bulmadım» dedi. Ebu Musa bu hususu mektupla Hz. Ömer'e   bildirdi.   Hz. Ömer, Ebu Musa'ya «Onun doğru söylediğini sanıyorum» diye yazdı. Böylece Ebu Mu­sa yasağı kaldırdı ve Subeyh halkla oturup sohbet etme imkânı buldu.

Subeyğ'in sözleri daha önce kalbinin sağlam olmadığına, Hz. Ömer'e bu tür sorulan ilim talebi için değil, fitne meydana getir­mek için sorduğuna ve Hz. Ömer'in de onun niyetini anlayarak, ona böyle davrandığına delâlet eder.

Alusi bu ayetlerle ilgili diğer görüşleri naklettikten sonra Hz. Ömer'den nakledilen görüşün güvenilir olduğunu belirtmiştir. Çün­kü Rasûl-ü Ekrem'den bunu dinlemiştir. Ve Hz. Ali de bu görüşün­de ona katılmıştır. Nitekim muteber müfessirlerin çoğu da bu görüşü desteklemektedirler.

Fahreddin Razi'nin bunu Emirûl-Müminin'den naklettikten sonra «En yakını bu dört sıfatı rüzgârlar üzerine hamletmektir» demesi büyük bir cesarettir.

Kazi, Hz. Ömer ile Hz. Ali'den gelen tefsirin Hz. Peygamber'in tefsiri olduğunu beyan eden İbn Museyyib hadisinden haberdar değildir. Aksi takdirde Razi nerede, Hz. Ömer nerede!

Beşinci ve altıncı ayetler kasemin (yeminin) cevaıoını teşkil etmektedirler. [2]

 

Meal

 

7- İçinde yollar (yörüngeler) bulunan göğe andolsun ki.

8- Şüphesiz siz (insanoğullan), değişik söz (ler) içinde bu­lunuyorsunuz!

9- Ondan dönebilecek kimseler döndürülür.

10/11- Yalan söyleyenler kahrolsun! O yalancılar ki gaflet içinde habersiz dururlar.

12- Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.

13- O gün onların ateş üzerinde imtihana çekilecekleri gün­dür.

14- Tadın fitnenizi! Bu (dünyada) sizin acelece istediğiniz bir şeydi.

15- Kuşkusuz ki takva sahipleri cennetlerde ve pınar baş-lanndadırlar.

16- Rablerinin kendilerine verdiğini alıcı olarak; zira onlar bundan Önce (dünyada) ihsanda bulunanlardı.

17- Onlar gecenin az bir kısmında uyurlardı.

18- Seher vaktinde istiğfar ederlerdi.

19- Onların mallarında dilencinin ve yoksulun hakkı vardı.

20- Yeryüzünde, kesinlikle inananlar için ayetler  (mucize­ler, deliller) vardır.

21- Kendi nefislerinde de (Ayetler vardır). (Bütün bunlara rağmen) yine de mi görmüyorsunuz?

22- Rızkınız da size va'dolunan şeyler de göktedir.

23- Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu, sizin konuşma­nız kadar kesin ve gerçektir!

24- İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

25- (Hatırlat o zamanı) ki onun yanına onlar girmişler, se­lam vermişlerdi. İbrahim de «Selam» demişti: «Bunlar tanınma­mış bir topluluk».

26- (Hemen bir. bahane ile) ailesinin yanma giderek bir se­miz buzağı (pişirerek) getirdi.

27- Buzağıyı önlerine yaklaştırdı ve «Yemez misiniz?» dedi.

28- Derken  içine onlardan dolayı gizli   bir   korku   çöktü. «Korkma!» dediler ve onu bilgin bir oğlan çocuğuyla müjdelediler.

29- İbrahim'in hanımı (haber alınca) derin bir keder için­de geldi. Yüzüne vurarak: «Ben ihtiyar ve kısır bir kadınım» dedi.

30- Melekler dediler ki:   «Bu  böyledir. Rabbin söylemiştir. O hikmet sahibi ve bilendir».[3]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(7-30) «İçinde yollar (yörüngeler) bulunan...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Hubuk» kelimesi habike'nin çoğuludur ve yollar demektir. İbn Abbas, Katade, İkrime ve Mücahid «Hubuk sahibi gökten mak­sat, eşit yaradılışa, güzel manzaraya sahip gökler demektir» der­ler. Mücahid'den gelen diğer bir rivayette «Yapılışı çok net ve gü­zel olan gök» demek olduğu bildirilir.

«ihtilaflı sö2»den maksat, Allah hakkında birbirleriyle çarpı. şan söz ve kanaatlardır. Zira müşrikler «Gökler ve yerin yaratanı Allah'tır» demelerine rağmen Allah'la beraber putlara tapmanın da doğru olduğunu sanıyorlardı. Rasûlullah hakkındaki ihtilafla­rı da bunun aynıdır. Bazan «mecnundur», bazan da «sihirbazdır» diyorlardı. Oysa sihirbaz bir insan akıllıdır. Haşr meselesinde de ihtilaflı sözleri vardır. Bazen «Haşr yoktur, ölümden sonra hayat yoktur». Bazen de «Putlarımız Kıyamet Günü'nde Allah katında bize şefaatçi olacaklardır» diyorlardı. Bunun gibi daha nice deği­şik fikir ve sözleri vardır.

9. ayetteki «An» harfi cerri'nin bitişiğindeki zamir imana ra-cidir. Yani, çevrilen imandan çevriliyor. Hasan Basri ve Katade' ye göre ise Rasûlullaih'a racidir. Bu takdirde çevrilen, Rasûlullah' tan çevriliyor demek olur, Başka müfessirler de Kur'an'a raci ol­duğunu, yani çevrilenin Kur'an'dan çevrildiği anlamına geldiğini söylemişlerdir.

«Harrâsûn»d&n maksat, değişik sözler ileri süren yalancılar­dır. Hars'm esas mânâsı zan ve tahmindir. Sonra kinaye yoluy­la yalan mânâsında kullanılmıştır. Çünkü yalanın çoğunun men-şei zan ve tahmindir. Ragıb «Zan ve tahminden ileri gelen her sö­ze hars denilir. O söz ister hakikate mutabık olsun, ister olmasın» diyor. Çünkü o sözün sahibi bir bilgiden hareket ederek böyle söy­lemiştir.

«Kutile» kelimesi öldürmek ve ölüm mânâsına gelen Katl'den gelir. Burada onlara beddua kastedilmektedir, yalancılar ölsünler, kahrolsunlar anlamındadır.

İbn Abbas, «Kutile»yi lanet ile tefsir etmiştir. Katl'in lanet mânâsına gelmesi ancak «Allah kime lanet etmişse o öldürülmüş ve helake gitmiştir» anlamından ileri geliyor. Yani «Allah yalancı­ları helak etti, lanetledi».

«Gamrat» kelimesi büyük bir cehalet demektir. O cehalet on­ları kapsamış veya içinde bulmuştur.

«Yuftenune» fiili, cevherin eritilmesi, sağlamın tortudan ayrıl­ması mânâsına gelen «Feten» kökünden gelir. Sonraları yapmak ve azap vermek anlamında kullanılmıştır.

15. ayetten 19. ayete kadar ki bölüm, muttakilerin (küfür şirk ve her türlü fahişeden korunanların) vasıflarını belirtmekte­dir. İlk vasıflan cennetler ve çeşmeler içerisinde yaşayacak ol-mâlarıdır. İkinci vasıflan, Rablerinden gelen her şeyi almaları, kabul etmeleri ve ondan razı olmalarıdır. Üçüncü vasıflan, gece­leyin az uyumaları; dördüncü vasıflan ise seherlerde af talebinde bulunmalandır. Beşinci vasıflan, mallannda fakir ve mahrumun haklarının olmasıdır. Yani zekât verirler.

Ebu Davud'un Enes'ten rivayet ettiği hadiste şöyle denîlmektedir «Sahabiler akşamla yatsı arasında namaz kılarlardı». Bakara Suresi'nin 264. ayeti de bunu ifade etmektedir.

îbn Cerir, Muhammed bin Nasr ve Dahhak'tan şöyle rivayet SI    eder: «Onlar az idiler» mânâsını ifade eden «Kalile» müstakil bir cümledir, «Onlar gece uyumazlar» cümlesi de ayn bir cümledir.

îbn Ebi Şeybe Mücahid'den şöyle rivayet ediyor: «Onlar bü­tün bir geceyi uykusuz geçirirlerdi».

îbn Ebi Şeybe, Katade'den şöyle rivayet ediyor: «Mânâ, onlar azdılar değil, gecenin azında uyurlardı demektir».

îbn Merduveyh, İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor: «Se/ıer-lerde onlar af talebinde bulunurlar» ifadesinin mânâsı namaz kı­larlardı demektir».

İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan şöyle rivayet   eder:   «Onların mallarında hak vardır» ayetinin mânâsı zekâttan başka sıla-i ra-'gm    him için kullandıklan, misafirlere yedirdikleri, mahrum bir in-sana yardımda bulunduklan şeklinde haklar vardır, demektir.

İbn Ebi Şeybe Mücahid'den şöyle rivayet   ediyor:    «Onların mallarında hak vardır» ifadesinden maksat zekât değildir!

îbn Ebi Şeybe, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Sail ve mahrumunun mânâsı nedir?» diye soruldu «Sail, insanlardan dile­nerek bir şeyler toplayanlardır. Mahrum da müslümanlar arasın­da pay sahibi olmayan bir kimsedir.» dedi.

îbn Ebi Şeybe'nin Mücahid'den rivayet ettiğine göre mahrum,

ganimetten bir şeye sahip olmayandır.

Abdbin Humeyd, Huzaa'dan şöyle rivayet ediyor: Bir kişi İbn Ömer'den bu ayetin mânasını sordu. İbn Ömer de «O hak, zekâttır. Onun ötesinde de haklar vardır», dedi. [4]

 

Müslümanın Malında Zekâttan Başka Bir Hak Var Mıdır?

 

Beyhaki «Sünen»inde Fatıma binti Kays'tan rivayet ediyor. O Hanım, Rasûl-ü Ekrem'den bu ayetin mânâsını sordu. Rasûl-ü Ek­rem de «Zekat'tan başka malda da bir hak vardır» dedi ve bu aye­ti okudu.

Abdurrezzak, Katade'den şöyle rivayet ediyor: «Kesin inanan­lar için yeryüzünde nice ayetler vardır» cümlesinin mânâsı, ibret alan kişiler için ibret alınacak alâmetler vardır, demektir.

Ebu Şeyh ve İbn Cerir, Dahhak'tan rivayet ediyor: «Gökte rız­kınız vardır» ifadesinden maksat yağmurdur; size va'dedilenden maksat da cennet veya cehennemdir!

İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ediyor: «Bu ayetten anlaşılıyor ki Cennet göktedir. Bize va'dedilen, hayr ve serden olan va'dlar-dır».

«Gökte rızkınız vardır», yani orada takdir veya tayin edilmiş­tir. Veya rızkınızın sebepleri vardır. O da güneştir, aydır, yıldız­lardır.

Eğer «va'âotunan»ûan maksat cennet ve cehennem ise ayetin zahirine bakıldığı takdirde cehennemin de gökte olduğu anlaşılır. Halbuki burada ihtilaf vardır.

Bazıları «Va'dedilen cennettir. Cennet yedinci göğün sırtında, Arşın altındadır» demiştir. Bazıları «Va'dolunandan maksat kıya­mettir», bazıları ise «sevab ve ikabdır» demişlerdir.

«Gök ve Yerin Rabbine yemin ederim, o hakkın tâ kendisidir» ibaresindeki zamir «size va'dolunan» cümlesinin başındaki «ma» harfine gider. Veya rızka gider. Veya Allah'a veya Rasûlullah'a ve­ya Kur'an'a veya din'e veya hepsine racidir. Yani siz konuştuğu­nuzda şüphe etmediğiniz gibi onun hak olduğunda da şüphe etme­meniz gerekir.

Hz. İbrahim'in gelen meleklere «Siz tanınmamış bir kavimsi­niz» demesi İslâm'ın parolası olan selâmı vermelerinden veya Hz. İbrahim'in tanıdığı insanlardan olmadıklarından veya onların du­rum ve şekillerinin insanlara benzememesinden ileri gelmiştir.

«Kavmin» kelimesi mukadder bir mübtedaya haber olur. Ya­ni, siz tanınmamış bir kavimsiniz, demektir. Hz, İbrahim bu sözü onları tanımak için söylemiştir. Yani ben bilmiyorum, siz kendi-

nizi tanıtın demektir.

«İd» kelimesi sığır yavrusu (buzağı) demektir. «Semin» mâ­nâsı tavlı, cesedi dolgun, etli ve yağlı demektir. O sığır yavrusunun pişmiş gövdesini misafirlerinin önüne bıraktı ve «Siz yemez misi­niz?» dedi. Bu ayet, misafire ikramda yiyeceğinden fazlasının ge­tirilebileceğine ve yemeği bir yere bırakıp misafiri oraya davet et­menin tersine yemeğin misafirin yanma getirilmesine delâlet edi­yor.

Hz. İbrahim onların yemekten kaçındıklarını görünce içinden onlardan korkmaya başladı. Bunu bir şer için böyle yapıyorlar kanaatine kapıldı. Çünkü misafirin yemesi bir nevi teminattır. Bir de gelen taama hürmet gerekir. Onu yememek suizannı gerektiren bir şeyi doğurur. İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Hz. İbrahim nefsinde onların melek olduklarını ve azap için gönderildiklerini bilmiş ve korkmuştur.

Sa­dettiler.

Melekler İbrahim'e «Sakın korkma, biz Rabbinin elçileriyiz»[5]

 

Hz. İbrahim'e Verilen Bilgin Çocuk

 

Cumhur'a göre «Bilgin çocuk»tan maksat Hz. İshak'tir. Ger­çek te budur. Çünkü Hud Suresi'nde «İshak'ın müjdesi İbrahim'e verildi» şeklinde geçmektedir. Kıssa da budur. Öyleyse burada Hz. İshak kastedlimektedir.

Mücahid, «Bilgin çocuktan maksat Hz. Hacer'in oğlu İsmail' dir» diyor. İbn Cerir ve bazıları Mücahid'den böyle rivayet etmiş­lerdir. Fakat bu rivayet sahih değildir.

«Bilginlik» ancak, erginlik çağında olduğuna göre ayet, çocu­ğun yaşayacağına dair müjdeyi de içermektedir. Böylece erkek bir çocuk müjdesi verildi Hz. İbrahim'e. Çünkü bu, nefsi daha sevindirir, daha fazla heyecana getirir. Onu ilimle vasıflandırdı. Çünkü kâmil insanın özelliğidir ilim sıfatı. Güzel suret, kuvvet ve benzerleri ise böyle bir özellik taşımamaktadır.

Hz. İbrahim'in eşi Sare Hazretleri evin bir köşesinde melek­lere ve İbrahim'e bakıyor, konuşmalarını dinliyordu. Baktı ki onun hanedanına bir çocuk müjde edilmektedir^ O zaman elleriyle yü­züne vurdu ve «Ben kısır bir ihtiyar kadınım. Ben nasıl bir çocuk doğurabilirim?» dedi.

Tefsiri Kebır'de Fahreddin Razi şöyle diyor: «Hz. Sare onla­rın hizmetinde bulunuyordu. Onlar kocasıyla çocuk hususunda ko­nuştuklarında Sare utandı ve onlardan yüzünü çevirdi».

«Sarre» kelimesi «sarir» kökünden gelir ve sayha; bağırma demektir. Bu yorum İbn Abbas'a aittir. Bazıları «Sarre onun ey­vah demesidir» demişlerdir.

«Sakket» fiili elleriyle alma vurmak demektir. Vururken de «eyvah» demiştir. Bazıları «Hz. Sare karnındaki harareti hissedin-se hayası sebebiyle elleriyle yüzüne vurmaya başladı» der. Bazı­ları da «Bu durum kendisini hayrete düşürdüğü için yüzünü yum­rukladı. Zaten kadınlar bir şeyden taaccub ederlerse böyle yapar. 2ar» demişlerdir. [6]

 

Meal

 

31- (İbrahim) dedi ki: «Acaba sizin esas isteğiniz nedir? Ey (Allah'ın) elçileri!»

32- Onlar dediler ki: «Gerçek şudur ki biz suçlu bir kavme gönderildik.»

33- «Üzerlerine çamurdan taş yağdırmak için geldik.»

34- «Onlar aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlen­miştir».

35- Bu arada müminlerden orada kim varsa çıkardık.

36- Fakat orada müslünıanlardan olan bir haneden başka­sını da bulamadık.

37- Orada elem verici azaptan korkacaklar için bir delil de bıraktık.

38- Musa'da da (kıssasında da ibret vardır). (Hatırlat o za­manı) ki onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik.

39- (Firavun) erkâniyla birlikte yüz çevirmiş ve «Bu adam büyücü veya delidir» demişti.

40- Biz de onu ve askerlerini yakalayarak denize döktük. Fi­ravun yaptığına pişman oldu.

41- Âd(m akibetinde de ibret vardır).  (Hatırlat o zamanı) ki onların üzerine kasıp kavuran fırtınayı göndermiştik.

42- Fırtına nereye uğradıysa orasını çürümüş kemiğe çevir­mişti.

43- Semud (kavmin)de de (ibret vardır). Hani onlara «Belli bir süreye kadar yararlanın» denmişti.

44- Onlarsa Rablerinin emrine isyan etmiş, göre göre onları yıldırım çarpmıştı,

45- Ne ayakta durmağa güçleri kalmıştı ne de yardım göre­bilmişlerdi.

46- Bundan önce de Nuh kavmini (helak ettik). Çünkü on­lar fasık bir kavim idiler.

47- Biz göğü kendi elimizle bina ettik. Kuşkusuz ki biz onu genişleticiyiz.

48- Yeri de biz yaydık. Ne güzel döşeyici olanlarız!

49- Ve biz her şeyden iki çift yarattık ki düşünüp öğüt ala­sınız!

50- (Ey Rasûlüm de ki): «O halde Allah'a (doğru) koşun. Çünkü ben sizi O'ndan açık bir şekilde korkutuyorum.

51- Sakın Allah'la beraber başka bir mabud kılmayın. Kuş­kusuz ki ben sizin için Allah'tan yana apaçık bir korkutanım. [7]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(31-51) «(İbrahim)  dedi ki: Acaba sizin esas...» . Bu Ayetlerin Tefsiri

«Mücrim kavm»den maksat Hz. Lut'un kavmidir. Cenab-ı Hak onların memleketlerinin altını üstüne getirdikten sonra çamurdan yapılmış taşlar yağdırdı üzerlerine. Bu taşlardan her birisinin üze­rinde kimi helak ederse onun ismi yazılıydı. Bazıları «Bu taşlar azap taşlandır» dediler. Bazıları da «Dünya taşlarından olmadık­larını sergileyen bir alamet vardı üzerlerinde» demektedir.

«Rabbinin katında idi»; yani onun kudretinin zail olduğu yer­deydi. Yani yaradılışın başlangıcında o taşlar üzerinde bu nişan­lar vardı. Bazıları «Onlar Allah'ın ilminde hazırlanmıştı» demiş­lerdir.

«İsrafçılar»dan maksat, fısk u fücurda hududu aşanlardır. Lut kavminin yurtlarında bulunan müslüman aileden maksat Hz. Lut ile küçük kızıdır. İbn Ebi Hatim'in Said bin Cübeyr'den rivayet ettiğine göre onlar onüç kişiydiler. [8]

 

İman İle İslâm Aynı Mıdır?

 

Bu ayetle iman ile İslâm'ın aynı şey olduğu hususunda delil getirilmiştir. Çünkü burada manevi   istisna vardır.   Zira mânâ, «Biz orada müminlerden olan kimseleri çıkardık», demektir. Çıkarılanların bir tek ailenin ehli oldukları malumdur. Aksi tak­dirde kelâm müstakim olmaz. «Natık» ile «İnsan» birbirlerinden ayrılmadığı gibi «Mümin» ile «Müslîm»in de aynı şeyi tasdik et­tikleri hususunda bir oldukları bilinmektedir. Mefhumda mutte-hid olmalarına gelince, bu, usul ve hadis alimleri nezdinde ih­tilaflı bir meseledir. Binaenaleyh mümin ile müslimin müttehid oldukları hususunda bu ayetle delil getirilmesi sahihtir.

«O köylerde (beldelerde) bırakılan alamet»ten maksat, çamur, dan pişirilmiş taşların orada çok bulunmasıdır. Bazıları «Onların helakine sebep olan, oradaki taşlardır» demiştir. Bazıları «Kok' muş bir sudur» demiştir.

«Rükn» kelimesinden maksat bedenin bir tarafıdır. «Rükniy-le tevelli etti» demek yüz çevirdi demektir. Aynı kelime kavm mâ­nâsına da gelir. Katade bu kanaattedir. Çünkü insan kavmine da­yanır, onlardan kuvvet alır.

Bazıları «Rükn kuvvet ve saltanat demektir» demişlerdir.

«Onu ve askerlerini denize attık»,, yani boğduk. Bu ayet Ce-nab-ı Hak'kın kuvvet ve azametine, Firavun'un ve kavminin kü­çüklüğüne delâlet etmektedir.

«Akim» (kasır) rüzgârdan maksat İbn Abbas'tan rivayet edil­diğine göre telkih=aşılama yapmayan şiddetli rüzgârdır. Bir gö­rüşe göre akim öyle bir rüzgârdır ki içinde ne bereket ne de yarar vardır! Ondan herhangi bir yağmur da gelmez, herhangi bir ağacı telkih de etmez.

 bir süreye kadar safa sürün denildi» cümlesindeki müddet Beyhaki'nin Katade'den rivayet ettiğine göre üC gündür Hasan Basri «Bu söz Hz. Salih onlara peygamber olarak gönderildiği zaman söylendi» der. Safa sürmek onların ecelleri gelince­ye kadardır. Sonra onlar isyan ettiler.

Fahreddin Razi şunları söyler: «Müfessirlerden bazılarına gö­re, «Hin»den maksat devenin boğazlanmasından sonra mühlet olarak onlara verilen üç günlük zamandır! Fakat bu zayıftır. Çün­kü, «Onlar Rablerinin emrine karşı geldiler» cümlesi delâlet eder ki bu sözden sonra onlar Allah'ın emrine karşı gelmişlerdir. Aye­tin zahirinden anlaşıldığına göre o süre Cenab-ı Hak'kın takdir buyurduğu ecellerdir. Herkes eceline kadar mühlet almıştır. San­ki ona şöyle denilmiş oluyor: «Ecelin son noktasına kadar safa sür. Eğer iyilik yaparsan safa sürmek senin için hem dünyada hem de ahirette sözkonusudur. Aksi takdirde senin ahirette nasibin yoktur».

«Saika onları yakaladı», yani helak etti. Rivayete göre Hz. Sa­lih onlara «Üç gün sonra helak olacaksınız» şeklinde va'dde bulu­nur ve onlara «Yarın yüzünüz sararacaktır. Öbür gün kızaracak, üçüncü gün de simsiyah kesilecektir, sonra azap gelecektir» der. Onlar Hz. Salih'in açıkladığı bu alâmetleri gördükten sonra ken-dişini öldürmeğe kalkıştılar. Fakat Cenab-ı Hak onu kurtardı. O da Filistin'e gitti. Dördüncü gün kuşluk zamanında onlar hanudlannı bedenlerine sürdüler, kefenlerini giydiler. Saika böylece onlara geldi. Saika gökten gelen bir ateş veya sayhadır. Onlar tamamen helak oldular. [9]

 

Eyd'den Maksat Nedir?

 

«Eyd» kelimesi İbn Abbas'a göre kuvvet demektir. Yoksa «Eyd» kelimesi «el» mânâsına olan Yed'in çoğulu değildir. «Biz genişletmekteyiz», yani kudretimiz vardır! Bu cümle Allah'ın kudretini ispat etmek için getirilmiştir. Ve bu ifadede «Bize herhan­gi bir yorgunluk dokunmadı» ayetine de tariz vardır. Hasan Bas-ri ayeti «Biz genişleticiyiz, yani yağmurla rızkı genişletiriz» şek­linde yorumlamıştır.

«Yaratılan iki çiftten» maksat iki nevidir, yani erkek ve dişi. Bu yorum İbn Zeyd'e aittir, Mücahid «Bu ayet gece-gündüz, şeka-vet-saadet, hidayet-dalâlet, gök-yer, siyah-beyaz, sağlik-hastalîk gi­bi karşıt olan ifadelere işaret etmektedir. Taberi de bu yorumu tercih etmiş ve «Bu Allah'ın kudretine her şeyden fazla delâlet eder» demiştir.

Cenab-ı Hak bütün bunları, hatırlamanız, Allah'ın kadir oldu­ğuna, hiçbir şeyin O'nu aciz bırakmadığına inanmanız, bunun ge­reği üzere amel etmeniz ve O'ndan başkasına ibadet etmemeniz için yaratmıştır. «Allah'a kaçın» cümlesi «umulur ki hatırlamış olursunuz» cümlesinin bir dalıdır ve Allah'ın tevhidine yapışmanın da bir temsilidir. Yani ey Muhammedi de ki Allah'a kaçın. Çünkü ben sizi Allah'ın azabından apaçık korkutuyorum.

Bazılarına göre, «Allah'a kaçın» ifadesinden maksat iman edin, taattan ayrılmayın demektir! Zemahşeri: «Allah'a kaçın, ya­ni taatine ve sevabına kaçın, masiyet ve cezasını gerektireni bıra­kın...» demiştir. [10]

 

Meal

 

52- İşte böyledir! Onlardan öncekilere de hiçbir peygamber gelmedi ki «Bu bir sihirbazdır» veya «divanedir» dememiş olsun­lar.

53- Onlar bunu birbirlerine tavsiye nü ettiler? Hayır buların hepsi de azgın ve taşkın kimselerdir.                                       

54- (Ey Rasûlüm!)  Sen onlardan yüz çevir. Bundan dolayı da kınanacak değilsin.

55- Lâkin yine de hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.

56- Ben cinleri ve insanlan ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

57- Ben onlardan nzık istemiyorum ve bana yedirmelerini  de istemiyorum.

58- Şüphesiz ki nzık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.

59- Şüphesiz ki bu zulmedenlerin de arkadaşlarının payı gibi  bir azap payı vardır. Acele etmesinler.

60- işte söz verilen günün azabından dolayı vay o kâfir olan­lara! [11]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(52-60) «İşte böyledir. Onlardan öncekilere...»Bu Apellerin Tefsiri

52. ayet her peygamberin yalanlandığını ortaya koymaktadır. Oysa daha Önceki peygamberlerin şeriatını takrir için gelen Yuşa .gibi peygamberler yalanlanmamışlardır. Hz. Adem de peygamber olarak gönderildi ve fakat yalanlanmadı. İmam Fahreddin Razi bu işkale şu cevabı veriyor: «... Rasûl olduğunu kabul etmiyoruz. Belki bir rasûlün dini üzerinde olan bir nebidir. Rasûlü tekzib eden onu da tekzib etmiş olur...»  [12]

«Hatırlatmak ancak müminlere yararlı olur», yani hatırlatmak, Cenab-ı Hak'kin iman etmesini takdir ettiği kimselere veya fiilen iman edenlere yarar sağlar. Çünkü hatırlatmak onların imanını daha da artırır, yakînlerini daha da kuvvetlendirir.

El-Bahr'da şöyle denir: «Bu ayetin zahiri, kâfirlere karışma­maya delâlet eder. Halbuki öte tarafta kılıç (savaş) getiren ayet vardır. O ayetle bu neshedlimiştir».[13]

 

Yaratmaktan Maksat

 

«Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım» ayeti hakkında İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, İbn Abbas' tan şöyle rivayet etmektedirler: «İsteyerek veya istemeyerek bana kulluğu ikrar etsinler diye yarattım». Bu rivayetten bir insan iba­deti kabul ederse, ibadetin farziyetini ikrar ederse, tatbikat ek sikliği varsa da kâfir olmadığı anlaşılıyor.

Ahmed, Tirmizi ve İbn Mace, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet ediyorlar: «Allah: «Ey Ademoğlu! Benim ibadetim için boşal. Se. nin göğsünü zenginlikle doldurayım. Fakirliğini örteyim. Aksi tak­dirde senin göğsünü meşguliyetle doldurur, fakirliğini de kapat­mam» buyurmaktadır.

Ayet metninde önce cin, sonra da insanlardan bahsedilmiştir. Çünkü cinler varlık bakımından insanlardan öncedir. Cinden mak­sat, insanlar ile meleklerin zıddı olan zümredir. Melekleri Cehab-i Hak bu ayette zikretmemektedir. Çünkü meleklerin ibadet etmesi zaten teslim edilen bir durumdur. Bu ayet sadece peygamberleri yalanlayanların yaptıklarını açıklamak için gelmiştir. Zira onlar Allah'a ibadeti terketmişlerdir. Halbuki ibadet için yaratılmışlar­dır. Bu ise meleklerde olmayan bir şeydir. Onlar kereme uğramış kullardır. Allah'a ibadetten istinkâf etmezler.

Bazıları «RasûLü Ekrem meleklere gönderilmediği için onlardan bahsedilmemiştir» demişlerse de, sıhhatli görüşe göre Hz. Peygamberin risaletinin umumi olduğudur. Bazıları «Cinler melekleri de kapsar. Çünkü cinnin mânâsı görünmez demektir. Melekler de görünmezler» demiştir.

Bazıları «Melekleri mahlûkat makamında zikretmek sıhhatli değildir. Çünkü onlar ruhlar gibi emr âlemindendirler. Bu ise mahlûkat âleminin tam karşıtıdır. Bu iki âleme «Halk da emir de onundur» ayetiyle işaret edilmektedir.» derler. Fakat bu görüş «O her şeyin yaradanıdır. Halk da emir de O'nundur» ayetiyle redde­dilmektedir. İbadet zilletin varılan son noktasıdır.

Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre ibadetten maksat ihtiyari olarak yapılandır. Teshiri olarak meydana gelen ibadet ise bütün mahlûkat içindir. Zira bütün mahlûkat insanın mahlûk olduğuna dikkatini çeker ve'Kendisinin de hikmet sahibi bir ustanın sana­tı olduğunu vurgular. Burada aynı zamanda secde tabiri de kulla­nılmıştır: «Köklü olan veya olmayan ağaçlar ona secde ederler».

Bazıları «İbadet burada tevhid manasınadır» demiştir. Çünkü İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Kur'an'da nerede ibadet sözü geçerse orada tevhid mânâsı kastedilir. Yani, «Bütün cinler ve in­sanlar beni ahirette birlerler)). Müminin dünyadaki tevhidi zaten ortadadır. Müşrik'in tevhidine gelince, ona da «Sonra onların fit­neleri olmadı, ancak dediler ki: Rabbimiz Allah'a yemin ederiz, biz müşrikler değildik)). İşte ateşe herhangi bir kâfir girmez şek­lindeki hüküm bu yoruma binaen verilmiştir. Veya maksat, Kel-bi'nin işaret ettiğine göre, mümin şiddet ve genişlik zamanlarında Allah'ı birler. Kâfir ise sadece şiddet ve belada Allah'ı birler. Fa­kat nimet ve genişlikte Allah'ın birliğini ikrar etmez.

Mücahid, «Liya'budûnî» fiilinin mânâsı, beni tanısınlar de­mektir» demiştir. Buradaki sır şudur: Ancak Allah'ın ibadetiyle meydana gelen marifet muteberdir. İbadetsiz meydana gelen, fel­sefecilerin marifetine benzeyen marifet fayda verici ve muteber değildir. Bu güzel bir yorumdur. Çünkü eğer Allah onları yarat-masaydı Allah'ın varlığı ve tevhidi bilinmezdi. Oysa bir hadisi kudsî de «Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim. Halkı yarat­tım ki bilineyim» denilmektedir.

İtiraz edilerek şöyle denilmiştir: Sıhhatli olan marifet herkes­te tahakkuk etmemiştir. Belki bazıları (tabiatçılar gibi), Allah'ın varlığını inkâr etmişlerdir. Hadisi bu şekilde Sadedddin Said «Me-darik» adlı kitabında zikretmiştir. Mühyiddin bin Arabi de Fütu-hat'ında başka bir lâfımla zikretmiştir. Hadis hafızları ise buna itiraz etmişlerdir. İbn Teymiye «Bu, Rasûlullah'ın kelâmından değildir. Ne sahih ne de zayıf bir senedi bilinmemektedir» der. Ha­fız İbn Hacer de .böyle demiştir. Sufilerden hadis rivayet edenler bunun naklen sabit olmadığını kabul etmekle beraber «keşfen sa­bit olduğunu» iddia ediyorlar. Fakat keşfen sabit olmak ve sıhha­ti tashih edilmek sadece sûfüere mahsus bir adettir.

59. ayette geçen «Zenub» kelimesi nasib, pay demektir.

«Onların afkadaşlarımöan. maksat, kendilerinden Örîce gelip geçen ümmetlerdir. «Zenub» kelimesinin esası dolu veya doluya yakın, içinde su bulunan büyük bir kova demektir. Kova boş ise ,ona zenub denilmez. Burada mutlak pay mânâsında kullanılmış­tır ki o pay isterse hayr isterse şer olsun.

Madem ki Allah Teâlâ'nın cinleri ve insanları kendisine kul­luk etsinler diye yarattığı sabit oldu, madem ki Allah'ın insanlar­dan rızık istemediği sabit oldu, o halde kesinlikle zulmedenlerin de arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır.

«Kâfirler için va'dedilen gün»den maksat, bir görüşe göre Be­dir Günü'dür. Diğer bir görüşe göre ise Kıyamet Günü'dür. Kıya-mei, Günü olması ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü bir sonraki su­renin başlangıç ayetlerine daha uygun düşmektedir. [14]

ZARİYAT SURESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/450.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/451-452.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/454.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/455-458.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/458-459.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/460.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/462.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/463.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/463-465.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/465-466.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/467.

[12] Fahreddin Razi, Mefatih'ul-Gayb, cilt: 7, sh: 683 Ahisi, Ruh'ul-Meanî, cilt: 27, sh: 19

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/468.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/468-471.