Müttakîkler Kimlerdir Ve Mükafatları Nedir?
Cenabı Allah'ın Dostlarına İkramı, Düşmanlarına Da Hakareti
Allah'ın Kevnî Ayetlerinden Bazıları
Ulemanın icmaı
ile bu sure mekkîdir. 60 Ayettir. Kısaca bu sure;
ölüm sonrası dirilişi isbatlama konusu üzerinde
durmakta, ayrıca bu vakıanın mümin ve kafirlerle ilgili bazı hallerini
anlatmakta, bilahare bazı peygamberlerin kıssalarını nakletmektedir. Bütün
bunların bir özeti olarak bu sure insanlara, Allahı
birlemeleri ve O'na ortak koşmamaları emrini vermekte, bununla beraber
insanların tabiatlarını açıklamaktadır. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1-6- Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara,
kolayca süzülen gemilere ve işleri yöneten meleklere and
olsun ki, size söz verilen kıyametin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü
gelecektir.
7-8- îçinde yörüngeler bulunan göğe and
olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştensiniz.
9- Bundan, dönebilecek kimseler, döndürülür.
10-11- Yalancılığı itiyat edenlerin, bilgisizliğe saplanıp
kalanların canlan çıksın!
12- îşlerin karşılık göreceği gününün,zamanını sorarlar.
13- O, kendilerinin ateşte azab
görecekleri gündür.
14- Onlara: "Azabınızı tadın; işte acele
beklediğiniz bu idi" denir. [2]
Toprağı ve başka
şeyleri dağıtıp savuran ve bulunduğu yerden yükseklere uçuran rüzgarlar.Vakr kelimesi yükün ağır olanıdır. Sırtta veya karında
taşınan ağır yük demektir, Gideceği yere kolayca akıp giden. Kulların işlerini
taksim eden melekler. Bazıları demişlerki bu kelime
kullar üzerinde yağmurları taksim eden rüzgarlar manâsına gelir. Yollar.Ceza
Tahminci ve
yalancılar, Çevrilir.Dalgın ve gafiller. Örtü Yakılırlar. [3]
Önceki surede Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştu: "İşte bu haşr (toplamadır;) Bize göre kolaydır" Aynı surenin
son ayet-i kerimesinde de şöyle buyurmuştu; "(Ey Muhammed) Sen onların
üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver!' Bu ayet-i kerimelerde, müşriklerin
ölüm sonrası dirilişi inkarlarına ve bu inkarlarında delillerin ortaya atılmasından
sonra yinede ısrar etmelerine işaret vardır. Kendilerine Kur'an
ayetleri okunduğu halde ölüm sonrası dirilişi inkar ettiklerine göre bundan
sonra ancak işe te'kidli yeminlerle başlamaktan başka
çare kalmıyordu. Onlara yeminle bildirildik! tehdit edildikleri şey doğrudur,
ve cezalandırma da muhakkaktır. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, Allah tan başka
varlıklar üzerine yemin etmemizi yasaklamasından sonra, Cenab-ı
Allah'ın bu gibi şeylere yemin etmesindeki sırların bazısını idrak etmemiz
bizler için daha İyi olmazmı? Bundaki sır herhalde
şu olmalıdır: Araplar, Peygamber (S.A.V.) efendimizin delili kuvvetli,
mücadelesi güçlü ve burhan ortaya koymakta muktedir bir adam olduğuna
inanıyorlardı. Kur'anı Kerimde, Peygamber (S.A.V.J
efendimizin dili İle şerefli ve üstün varlıklara yemin etti ki Araplar, onun
doğruluğunu anlasınlar, Çünkü onlar yalan yere edilen yeminlerin, ülkeleri
harabeye çevirdiğine İnanıyorlardı. Yalan yere edilen yemininde, sahibine
zarar vereceğine dair itikadları vardı. Peygamber
(S.A.V.) efendimiz, onlara karşı çokça yemin ettiği halde hiçbir musibete
uğramamış, bilakis şanı gittikçe yücelmişti ki, bu da Onun doğruluğuna bir
delil olmuştu. Şu da varki Cenab-ı
Allah'ın ettiği yeminler, onun ölüm sonrası dirilişe dair sonsuz kudret sahibi
olduğuna birer delildirler. Cenab-ı Allah bu
delilleri yemin şeklinde ortaya sürmüştür ki, inkarcıların dikkatlerini çeksin.
Meydana gelecek şeylerin önemli olduğunu onlara İlan etsin. Söz konusu edilen
şeylerin tam bir araştırmaya layık şeyler olduğunu açıklasın. Bu eşyayı yaratıp
dilediği şekilde üzerinde tasarrufta bulunan Allah şüphesizki,
bunları yeniden yaratmaya, ceza gününde insanları kabirlerinden çıkarıp hesap
yerinde toplamaya muktedirdir. Burada ele alınması gereken bir başka konu var.
Şöyle ki: Hecâ harfleri dışında yemin ile başlayan
sûrelerin tümünde ve mesela incelemekte olduğumuz bu sûrede, üzerine yemin
edilen şeyin, mutlaka şu üçten birisi olduğunu görmekteyiz: Tevhid,
Risalet, ölüm sonrası diriliş. Bunlar dinin temel
esaslarıdırlar. Örneğin sâffat sûresinde Allah'ı
birleme inancı demek olan tevhid inancı üzerine yemin
edilmiştir. Ve Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz kî Tanrınız, birdir![4]
Necim ve Duha sûrelerinde de Cenab-ı Allah
Peygamber (S.A.V.) efendimizin doğruluğu üzerine yemin etmiş ve şöyle
buyurmuştur: "Arkadaşınız (Mu-hammed) sapmadı,
azmadı."[5]
"Kuşluk vaktine andolsun. Durgunlaştığı zaman geceye andolsun
ki Rabbİn seni bırakmadı ve sana danlmadı."[6]
Bunlardan başka
yeminle başlayan diğer surelerde de ölüm sonrası diriliş ile insanların ceza ve
mükafat görmeleri ve bunlarla ilgili hususlar üzerine yemin edilmiştir. Çünkü
müşrikler ölüm sonrası dirilişi inkar etmiş ve bu inkarlarını pek ileri götürmüşlerdi.
Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "İşte O kitap,
kendisinde hiç şüphe yoktur."'
Cenab-ı Allah toprağı savurup her tarafa dağıtan rüzgârlara
yemin etmiştir. Su ile yüklü olup yağmur taşıyan, bulutları omuzlayıp çeşitli
yerlere sevkeden, gemileri iten, yağmuru Allah'ın
dilediği mekânlara taksim eden rüzgârlara yemin etmiştir. Bu rüzgarlar
vasıtasıyla Cenab-ı Allah yağmuru dilediği tarafa
yağdırır. Dilediği taraftan da çevirir. O herşeyi
yapmaya muktedirdir.Rivayete göre Hz. Ömere Zariyet kelimesinin manası
sorulduğunda bu kelimenin rüzgarlar man. ..na geldiğini söylemiştir. Hamilât
kelimesi sorulduğunda da onun bulutlar mânâsına geldiğini söylemiştir.
Kelimelerinin manası sorulduğunda bunların da gemiler anlamına geldiğini
söylemiştir.kelimelerinin mânâsı sorulduğunda da bunların melekler demek
olduğunu söylemiştir. Ayrıca, sözlerinin sonunda şu ifadeyi kullanmıştır:
"Resulullah (S.A.V.) efendimizin bu kelimeleri
bahsettiğim mânâlara geldiğini söylediğini işitmeseydim ben böyle
söylemezdim." Kitabında geçen kelimelerin mânâsını en iyi bilen yüce
Allah'tır. Cenab-ı Allah bu kelimelere yemin etmiştir
ki insanların tehdit edildikleri şeylerin gerçek olduğunu ve vukuunun muhakkak
olduğunu bilsinler. Ayrıca ceza gününün-de mutlaka geleceğini anlasınlar.
Ayet-i kerimede özellikle bazı kelimelerin yemine tavsif edilmesinde, üzerine
yemin edilen şeyin —ki bu da ölüm sonrası diriliştir— vukunun
muhakkak olduğuna tanıklık eden birer sembol olmaları amacı güdülmüştür. Yanı
.ayet-i kerimede sözü edilen olayları gerçekleştiren Cenab-ı
Allah'ın, ölüm sonrası diriliş vadini gerçekleştirmeye muktedir olduğunu
bildirmek maksadı güdülmüştür. Çünkü rüzgarlar su zerreciklerini savururlar.
Bu zerrecikleri yükseklerdeki atmosfer tabakasına sev-kederler. Böjylece oralarda darmadağın vaziyette bulunan su
zerrecikleri bulutlar halinde toplanıp bir araya gelirler. Sonra da Cenab-ı Allah'ın dilediği mıntıkaya kolaylıkla akıp gider
ve oralara yağmur halinde inerler, işte bütün bunları yapmaya, toprağa veya
havaya veya denizlere karışan mahlukatı ölümünden sonra yeniden yaratmaya
muktedirdir.
Cenab-ı Allah, aynı şekilde yollar ve yörüngeler sahibi
olan semaya da yemin etmiştir. Sema, eşsiz, benzersiz ve kuvvetli bir
yaratılışa sahiptir. Yıldızlarla süslenmiştir. Şu da var ki ey Mekkeli
kafirler! Sizler birbirine zıt ifadeler kullanmaktasınız. Bazen Peygamberin
şair olduğunu, bazen büyücü olduğunu, bazen bir insan tarafından
öğretildiğini, bazen de deli olduğunu söylüyorsunuz. Bu da sizin kötü
görüşlülüğünüzün ve körü körüne sapıklık içerisinde bulunduğunuzun bir
delilidir. Oysa durum, sizin ifade ettiğiniz gibi değildir. Siz karekteriniz ve nefsî eğiliminiz nedeni İle hak görüşten ve
kamil İmandan çevrilmektesiniz. Kendi görüş ve inançlarına dayanarak ölüm sonrası
dirilişi inkar eden yalancılarla tahminciler gebersinler. Bunlar cehalet dalgalan
arasında boğulan yalancılardırlar. Hayırdan gafil ve dalgındırlar. Bu nedenle
hayırdan istifade edemezler. Alay ederek şöyle bir soru sorarlar ki: Ceza günü
mutlaka gelecektir. O gün onlar cehennem ateşinde yakılacaklardır. O ceza
günü, kafirlerin azaplandtnlması günüdür. O azap
esnasında kendilerine şöyle denilecektir: Fitnenizin, yani kötülüğünüzden
dolayı sizin için hazırlanan azabın acısını tadın. Tez elden gelmesini istediğiniz
ve alay ederek inkarcı bir eda ile sorduğunuz, istediğiniz azap işte budur.. [7]
15-16- Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar,
Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarmdadırlar. Çünkü onlar, bundan Önce iyi
davrananlardı.
17- Onlar, gecelen az uyuyanlardı.
18- Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.
19- Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak
vardı, onu verirlerdi.
20-21- Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve
kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?
22- Rızkınız da, size söz verilen azab
da yukarıdan gelir.
23- Göğün ve yerin Rabbine and
olsun ki bu, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir. [8]
Uyurlar. Bazıları
bunun gece uykusu olduğunu; bazılanda az miktardaki
uyku olduğunu söylemişlerdir, Seher kelimesinin çoğulu. Yoksul.
Rizıklannın Allah tarafından ye gökten indirildiği nedeniyle
insanlara verilen ilahî nimetler hatırlatılarak; Allah'ın kudretine ve birliğine
delalet eden bazı hakikatler anlatılarak kafirlerle mücrimlerden söz edildikten
sonra bu ayet-i kerimelerde de müttakiler ve onların
mükafatları açıklanmaktadır. [9]
Aşağıdaki nitelikleri
anlatılan takva sahibi mü'minler, bahçelerde ve bostanlarda
olup çeşitli nimetlerden yararlanacaklardır. Onlar için cennette berrak su
fışkırtan, cennetin çeşitli mıntıkalarından akıp giden pınarlar vardır. Orada
asla susuzluk görmeyecekler ve hiç susamayacaklardır. Orada ne güneş ve
sıcaklığını ne de soğukluk görmeyeceklerdir. Rablerinin kendilerine verdiği
nimetleri almış vaziyette onlar cennetlerde ve pınarlarda olacaklardır. Rab-leri tarafından verilen hertürlü
bağışı güzel bir kabul ile alacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken Rablerinin
emirlerini de hüsn-ü kabul ile ve mutmain bir gönül
ile alıp kabul ederlerdi. Peygamberlerin dili ile kendilerine gelen ilahî
emirlere riayet ederlerdi.
Adamın biri çıkıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: Onlar bu mükafatı
hak edecek işleri yapmışlar mıdır? Ona cevaben şöyle denir: Onlar bundan önce
dünyada iken güzel amel işlerlerdi. Bu mükafatı hak edecek ve gerektirecek
işler yaparlardı. Sırf Allah rızası için ihlasla
ibadet ederlerdi. Geceleyin az uyurlardı.
Şüphesiz bu
anlatılanlar takva sahibi mü'minlerin vasıflarıdırlar.
Çünkü onlar ihlasla amel eden kimselerdirler. Gece
her ne kadar uyku ve istirahat zamanı ise de onlar geceleyin çok az uyurlar.
İnsanlardan uzakta ve istirahat vakitlerinde ibadet yaparlardı. Dünya ile
meşguliyetin olmadığı sükun ve istirahat demlerinde ibadet ederlerdi: "Ve
sabahın Kur'an'm(ı uzunca Kur'an
okunan sabah namazım) da unutma. Çünkü sabah namazı (melekler tarafından)
görülür![10] Bütün bunlarla beraber
onlar seherlerde Allah'tan istiğfarda bulunurlar. Sanki geceleyin suç işlemişler
de veya gündüzleyin Allah'a isyan etmişlerde
bağışlanma diliyorlar! Bu, her zaman İçin Allah'tan korkup onun için, salihı amel işleyen, nefsini hesaba çeken, bundan sonra da
seherler de Allah'tan bağışlanma dileğinde bulunan takvah
mü'minin vasfı değil midir? Onlar sürekli olarak
Allah'ın azabından korkarlar. Bununla beraber onların mallarında dilenci ve
yoksullar için belirli ve sabit bir hak vardır. O yoksullar ki el açmaktan
utanır, cahiller de onları zengin zannederler. Halbuki onlar fakirliğin en zor
halleri içersinde bulunmaktadırlar. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu gibi
yoksul kimseler hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Düşkün, kendisi
bir veya iki hurma, bir veya İki lokma ile savuşturulan kimse değildir."
Kendisine: O halde düşkün kimdir? diye soruldu. Cevaben şöyle buyurdu:
"İhtiyacım giderecek bir şeyi bulunmayan yeri büinmeyip
kendisine sadaka verilmeyen kimsedir. İşte mahrum budur." "Kesin
inanacak insanlar için arzda (Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren) nice
işaretler var. Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz?" Bu, Allah'ın
yeryüzünde ve insanlardaki kudretine bir delildir, "Bİz
onlara, ufuklarda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'a)nm gerçek olduğu onlara iyice belli olsun''[11]
"Onun ayetlerinden biri de (şudur): Sen toprağı, boynu bükük (kupkuru)
görürsün. Onun üzerine suyu döktüğünüz zaman titreşir ve kabanr.
Onu dirilten (Allah), elbette Ölüleri de diriltir!'[12] Evet
arzda ve arzın üzerinde bulunan dağlarda, ovalarda, nehirlerde, vadilerde, ekin
ve meyvelerde, bahçelerde, bitkilerde ve arzın derinliklerinde bulunan tatlı ve
tuzlu sularda, petrolde, madenlerde, gazlarda, buharlarda, ayrıca arzın hareketinde,
rüzgarlarında, sıcaklık ve soğukluğunda takva sahibi kimseler İçin Allah'ın
kudretine işaret eden alametlerle deliller vardır.
Aynı şekilde sizin
canlarınızda da takva sahibi kimseler için ayetler vardır. Ey insan! Senin
nefsinde ve nefsîndeki ilimlerle marifetlerde, karakter ve eğilimlerde, bazen
hayra, bazen de şerre yönelimlerinde takva sahibi kimseler için ayetler yok
mudur? îki kaburga kemiğin arasında bulunan nefsin de, ondaki işitme, görme,
koklama, dokunma, tatma gibi duygularda, kan dolaşı-mmda, solunum sisteminde, idrar, sindirim ve ifraz
cihazlarında akleden kimseler için ayetler ve
alametler yok mudur? Bunlarda güçlü, muktedir, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah'a delalet eden ayetleri ve
gizli sırlarla hakikatleri, ancak Allah'tan sakınan mü'min
kimseler idrak edebilirler. Başkalarına gelince onlar bu saydığımız cihazlarla
sistemlerin ancak maddî hakikatlerini idrak edebilirler! "Kendi
canlarınızda da öyle (işaretler vardır). Görmüyor musunuz?" Bu işaretlen
gözlerinizle değilde kalplerinizle görmüyor musunuz?
Bu işaretlerin, Ölüm sonrası dirilişi gerçekleştirmeye ve hayatı yeniden
başlatmaya muktedir olan bir yaratıcıya ait olduğunu anlamıyor musunuz?! Hem
bilin ki sizin rızkınızın takdiri, belirlenmesi ve sebepleri semadadır.
Rızkınız, yeryüzüyle ilgili bir şeye bağlı değildir. Bütün işler Allah'a
aittir. Allah rızkı dilediği kuluna bol verir, dilediğine de ölçülü verir.
Rızkınız ve vadolunduğunuz hayır ya
da şer semadadır. Müslüman kişi, yaratıklardan bir şey istediği zaman gerekli
çabayı sarfetmekle beraber, onurunu muhafaza ederek
istesin. Zira bütün işler ölçü ve kader ile yürürler.
Bazı kimseler yukardakİ ayet-i kerimelerde geçen sema kelimesini yağmur
ile tefsir etmişlerdir. Göklerle yerin Rabbine andolsun
ki rızkın takdir ve belirlenmesi semâdadır. Bu gerçek olup içinde hiç şüphe
yoktur. Bu surede vadolunan herşey
sizin konuşmanız gibi haktır ve gerçektir. Siz kendi konuşmanızdan nasıl şüphe
etmiyorsanız, bu vadolunan şeyler de şüphesiz ve
gerçektirler.
Rivayete göre ârâbinin biri bu ayet-i kerimeyi işittiğinde şöyle demiş: Süb-hanallah! Yüce rabbi yemin
edecek derecede öfkelendiren kimdir?! Onun sözlerini doğrulamamışlar mı ki onu
yemine zorlamışlar?! [13]
24- Ey Muhammedi İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının
haberi sana geldi mi?
25- Onlar, İbrahim'in yanma girip: "selam sana"
demişlerdi. İbrahim de: "Selam size" demişti; içinden de, onların
"tanınmamış bir topluluk" olduğunu geçirmişti.
26-27- Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı
getirmiş, onların Önüne sürüp: "Yemez misiniz?" demişti.
28- (Yemediklerini görünce) onlardan endîşeye düştü;
"korkma" dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını
müjdelediler.
29- Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi,
elleriyle yüzünü kapayarak: "Kısır bir kocakarı!" dedi.
30- Melekler: "Bu böyledir, Rabbin söylemiştir;
doğrusu O, Hakim olandır, bilendir" dediler.
31- İbrahim: "Ey Elçiler! Göreviniz nedir?"
dedi.
32-34- Elçiler: "Suçlu bir milletin üzerine,
Rabbinin katından işaretli olarak, aşın gidenlere muhsus
sert taşlar göndermekle görevlendirildik" dediler.
35- Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan mü'minieri çıkardık.
36- Zaten orada, kendini Allah'a vermiş sadece bir tek ev
halkı bulduk.
37- Can yakıcı azabdan
korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.
38- Musa'nın başından geçenlerde de ibret vardır: Onu
apaçık bir delille Firavun'a gönderdik.
39- Firavun, erkanıyla birlikte hakdan
yüz çevirdi; "Sihirbazdır" veya "delidir" dedi.
40- Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O,
kınanmayı haketmişti.
41-42- Âd milletinin başından geçende de ibret
vardır: Onların üzerine, uğradığı herşeyi bırakmayıp
toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.
43- Semûd milletinin başına gelen de ibret vardır: Onlara,
"Bir süreye kadar zevklenin" denmişti.
44- Onlar Rablerinin buyruğundan çıkmışlardı; bunun
üzerine kendilerini gözleri göre göre yaldinm çarptı.
45- Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım da görmediler.
46- Daha önce de Nuh miletini
cezalandırmıştık. Çünkü onlarda yoldan çıkmış bir milletti. [14]
Tanınmamışlar.Misafir.
Misafirlere görünmeden ailesinin yanına gitti. Onlardan kendi içine korku
düşürdü. Semiz. Parmaklarının ucuyla kendi yüzüne vurdu.Çığlık içinde.İşiniz nedir?
Kısır.
Haddi aşanlar. işaretlenmişKendilerine İsabet eden şeye dalalet eaen işaret. Yanı ile.yani onlardan tam bir şekilde yüz
çevirdi. Bazıları ise rükün kelimesinin kuvvet, saltanat veya kanun manasına
geldiğini söylemişlerdir. Aldırış etmeden onları atıverdik. Kınanacak işler
yapan.
Çürümüş Terk etmez.Rablerinin
emrine uymaktan imtina edip büyüklendiler.Kendilerini helak eden yıldırım. [15]
Ey Allah'ın Resulü!
İbrahim'in ağırlanan ve ikram gören konuklarının haberi sana gelmedi mi? .
Bu üslubun
kullanılması ile anlatılacak olan kıssanın şanı yüceltilmek-tedir.
İnsanların dikkat nazarları bjı kıssaya celb edilmektedir. Ayrıca bu gibi kıssaları Resulullahın ancak vahiy yolu ile öğrenebildiğine
insanların dikkatleri çekilmektedir. "Elbette onların hayat ve
hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. (Bu Kur'an),
uydurulacak bir söz değildir."[16]
Bu kıssa, Hud ve Hicir surelerinde de
anlatılmıştı. Şüphesiz ki ibrahim Peygambere gelen konuklar, Allah katından
gönderilen meleklerdi. "Hayır, onlar (melekler) ikram edilmiş (Allah'a
yaklaştırılmış) kullardır"[17]
İbrahim; Peygamber, kendisine gelen konuklarına ikram etti. Çünkü onlar Allah
tarafından da ikram görmüş kimseler idiler.
Ey Muhammedi konuklan
kendisine geldikleri zaman İbrahim İle konuklan arasında geçen konuşmanın
haberi sana geldi mi? Yanına girerken Ona: "Sana selam olsun"
dediler, ibrahim de onlara daha güzel bir cevapla karşılık verdi:
"Allah'ın selam ve rahmeti sizin üzerinize olsun."
Edebiyat alimleri
derler ki: Esselamü aleyke
cümlesinde olduğu gibi, isim cümlesi, üsellimü aleyke cümlesinde olduğu gibi, fiil cümlesinden daha beliğdir.
Zira isim cümlesi devam ve sübutu ifade eder. Fiil cümlesi ise teceddüt ve
yenilenmeyi ifade eder.
Sonra ibrahim kendi
içinden veya onlara duyurarak şöyle dedi: Siz tanınmamış bir kavimsiniz. Sizin
genel durumunuzu bilmiyoruz. Sizi daha önce görmüş değiliz.
Bundan sonra İbrahim
gizlice ailesinin yanma gitu, konuklar için yemek
hazırlamasını istedi. Kızartılmış bir buzağı getirip onlara yaklaştırdı ve
şöyle dedi: Yemez misiniz?
Ama onlar yemeye
yanaşmadılar. Yemekten yüz çevirince de İbrahim, onlardan kendi içine bir korku
düşürdü. Zira insanlar, yanına gelen konukların yemekten yüz çevirmelerini
kötülüğe yorarlar. Yemek yemeyen konukların kendilerine bir kötülük
yapacaklarını zannederler, ama konuğun takdim edilen yemeği yemesi bu zannı
giderir. İbrahim'in korkmakta olduğunu sezen konuklar yani melekler ona şöyle
dediler: Ey İbrahim! Korkma. Biz senin Rabbinin elçileriyiz.
Böyle dedikten sonra da
onu bilgili bir çocukla müjdelediler. Bu çocuk doğup buluğ ve rüşt çağına
erdiğinde, alim olacak dediler. Sahih rivayete göre bujshak
Peygamberdir. Karısı bu müjdeyi duyunca hamile kalmaktan ümidini kesmiş
olduğundan ötürü aile efradının yanına çığlık içerisinde dönüp gitti. Tuhaf bir
durumla karşılaşan kadınların yaptığı gibi yüzünü tokatlamaya başladı. Ben
kısır ve yaşlı bir kadın iken doğuracağım, ha?! dedi. Onun bu halini bilen
melekler kendisine şöyle dediler: Allah'ın emrini tuhaf karşılama. Sana haber
verdiğimiz bu kıymetli sözü Rabbin söylemiştir. Biz sadece teblİğciyiz.
Allah'ın sana gönderdiği elçileriz. O.hikmet sahibidir. Her işi yerli yerince
yapan, yaratıklarının durumunu bilendir. Allah'ın emrini acaip
karşılama.
İbrahim, onların gerçekten
Allah'ın elçileri olduklarını anlayınca şöyle dedi: İşiniz nedir ve içinde
bulunduğunuz önemli durum nedir? Haberiniz nedir? Melekler şöyle dediler:
Bizler Lût kavmine gönderildik. Onlar suçlu bir kavim
olup Lût'u yalanladılar. Rablerinin emrine karşı
geldiler, üzerlerine azap kelimesi hak oldu. Biz, bunların kasabalarını alt
üst etmek için gönderildik. Üzerlerine çamurdan taşlar atmaya geldik. Bu
taşlar Allah katında hazırlanıp işaretlenmiş ve azap için haddi aşan bu kavmin
üzerine atılacaktır.
Böyle dedikten sonra
İbrahim'in yanından kalkıp Lût'un yanma geldiler. Lût onları görünce sıkıntıya düştü. Çünkü onları ilk defa
görüyordu. Daha evvel onlarla karşılaşmış değildi. Bu çok zorlu bir gündü.
Melekler de Ona şöyle dediler: El Lût! Biz senin
Rabbinin elçileriyiz. Seni şu zalimlerden kurtarmak için geldik. Gecenin
karanlığında aileni alıp buradan uzaklaştır. Sizden hiçbiri dönüp arkasına
bakmasın. Çünkü arkasına dönüp bakana, bu zalim kavme dokunacak olan azap
dokunur. Onların azap vakti sabahtır. Sabah vaktİde
pek uzak değildir.
Melekler Allah
tarafından emrolundukları işi yapmaya koyuldular. O
kasabada bulunan mü'mİn kimseleri dışarı çıkardılar.
Orada müslümanlardan sadece bir ev buldular ki c da Lût'un evi İdi. Nihayet sabah oldu. O kasabanın altım
üstüne getirdiler. Üzerine çamurdan taşlar attılar. O taşlar Rabbin tarafından
işaretlenmiş azap taşlan idi. Bu azap onların emsali olah
zalimlere de pek uzak değildir. Ey Mekkeliler! Kendinize bakın ve Lût kavmi ile kendinizi mukayese edin. Onların üzerine
inen alptan ibret alın. Rabbin kullara zulmeden değildir.
Bu kutlu ve yüce
Allah'ın, zorba, mütekebbir, kafir ve zalim kimseler için verdiği bir misaldirki doğruyola dönsünler,
yalanlamalarından vazgeçsinler, küfürden geri dönsünler, İman edilmesi gereken
şeyi, özellikle ölüm sonrası diriliş gününü inkâr etmekten vazgeçsinler.
Biz Musa'nın
kıssasında da insanlar İçin İbret ve öğütler kıldık. Biz Musa'yı zahir
mucizelerle —asa vb. apaçık ayetlerle— Firavun'a gönderdik. O, bu mucizelerden
tamamen yüz çevirdi. Kavmine dayanıp onlardan destek alarak imandan İmtina
etti ve Musa'nın sihirbaz yada deli olduğunu söyledi. Rabbin onu ve
askerlerini yakaladı. Denize çekirdek (tohum) atarcasına hiç aldırış etmeden
onları ativerdi. Çünkü Firavun, kınanacak küfür ve
zorbalık fiillerini işlemişti.
Ad kıssasında da
insanlar için ibretler ve dersler vardır. Çünkü Rabbin, kardeşleri Hûd'u,Âd kavmine gönderdi. Hûd
onları imana davet etti ama onlar onu yalanlayıp küfrettiler. Üzerlerine
uğultulu, azgın bir kasırga gönderdi. Yedi gece ve sekiz gün bu uğursuz
kasırgayı üzerlerine musallat kıldı. O kavmi orada içi boş hurma kütükleri
gibi yere serilmiş görürsün. Köklerini kesen, hiçbir bitki bitirmeyen, yağmur
indirmeyen, ağaçları aşılamayan kısır bir rüzgarı Cenab-ı
Allah üzerlerine musallat kıldı. O rüzgar, üzerinden geçtiği
hiçbir şeyi yerinde bırakmıyordu. Cenab-ı Allah
tarafından helaki takdir edilen şeyleri bu rüzgar mutlaka çürümüş kemiğe veya
yaprağa döndürüyordu.Hayırsız ve yararsız hale getiriyordu.
Semûd kıssasında da inanan kimseler için ibretler vardır.
Rabbin, kardeşleri Salih Peygamberi o kavme gönderdi ama onlar onu inkâr edip
yalanladılar ve iman etmediler. Kendilerine şöyle denildi: Yurdunuzda üç gün
süreyle yaşayın. Bu, yalanlanmayan bir sözdür. Ama onlar Rablerinin emrine
karşı gelip itaatten imtina ettiler. Yıldırım onları yakaladı. Her kuru ve yaşı
helak eden bir ateş gökten inerek onları yoketti.
Onlar kendi nefislerine baka baka helak oldular.
Bazıları demişler ki;
onlar azabı bekliyorlardı. Azaba karşı ne' de sabırlılar. Ama kendilerine
yardım edecek bir kimsede çıkmadı. Biz daha önce bu azabı hak ettikleri için
Nuh kavmini de helak etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkan bir kavim idiler. Bu,
öteden beri Cenab-ı Allah'ın ümmetlere uyguladığı bir
hükümdür. Bu, Allah'ın yasasıdır. Sen Allah-m yasasında bir değişiklik
bulamazsın. Var mıdır bundan ibret alan?! Çocuklarına, kuvvetlerinin
büyüklüğüne ve şiddetine rağmen kafirlerin helak edilmesi, zayıflıklarına ve
sayılarının azlığına rağmen mü'mİnlerin muzaffer
kılınması, Allah'ın kudretine bir işaret değil midir? Bundan daha kuvvetli bir
işaret var mıdır?! [18]
47- Göğü, gücümüzle Biz kurduk: Şüphesiz Biz geniş kudret
sahibiyiz.
48- Yeryüzünü Biz yayıp döşedik; ne güze! döşeyiciyiz!
49- İbret alasınız diye her şeyi çift çift
yuratmışızdır.
50- Ey Muhammedi De ki: "Öyleyse All.îh'a koşuşun; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça
uyaranım."
51- "Allah'ın yanında başkasını tanrı kılııaym; doğrusu ben sizi O-nun azabı
ile açıkça uyaranım."
52- Onlardan öncekilere, herhangi bir peygamber gelince:
"Sihirbazdır" veya "Delidir" derlerdi.
53- Öncekiler sonrakilere böyle mi vasiyet ettiler?
Hayır; bunlar azgın bir millettir.
54- Ey Muhammedi Onlardan yüz çevir; sen kınanacak
değilsin.
55- Öğüt ver; doğrusu öğüt inananiara
fayda verir.
56- Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için
yaratmışımdır.
57- Onlardan bir rızık istemem;
Beni doyurmalarım da İstemem.
58- Şüphesiz rıziklandıran da,
güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.
59- Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer
suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.
60- Söz verilen günün azabından vay o inkar edenlere! [19]
Kuvvet ve kudret ile.Muktediriz,
güçlüyüz. Onu sergi gibi yaydık.Serenler, işleri ıslah edenler.Birbirlerine
tavsiye mi ettiler. İki çift. Onlardan yüz çevir. Şiddetli kuvvet sahibi.
Lügatte "zenûb" keü-mesi büyük ve su ile dolu kova anlamına gelir. Sonra
bazıları demişler ki "zenûb" kelimesi pay
manasına gelmektedir. [20]
Bunlar Allah'ın apaçık
görülen kevnî ayetleridir ki, insanlar bunları her
zaman ve mekanda görmektedirler. Evet bunlar, zamanın katlan arasında geçen Ad,
Semûd, Nuh ve Lût kavimleri
ile ilgili ayetlerden sonra, Cenab-ı Allah'ın ayan
beyan görülen kevnî ayetleridirler.
Göğü güçlü bir
kuvvetle, kudretimizle bina ettik. Onu bina ederken yorulup zahmet çekmedik. Yeryüzünüde serip yaydık ki, üzerinde durup yaşıyabilesiniz. Yerin serilmiş olması, onun küre şeklinde
olmasını engellemez.
Göğün şekline ve
yapısına dikkatle bakın. Bina edilen şey sabit olup değişmez. Aynı şekilde
yerin şekline ve serilişine de dikkat edin. döşek, değiştirilip,
nakledîlebilir. Yeryüzü ve üzerindekiler de aynı şekilde değişme ve halden
hale sokulmaya müsaittir. Yeri yayıp tasfiye eden ve düzelten Allah ne
kutludur. O ne güzel döşeyicidir. Senin Rabbin herşeyden
iki sınıf ve nevî yarattı. T&biatta da bunun
emsallerini görmek mümkündür. İşte örnek: Gece ile gündüz, nur ile zulmet,
aydınlık ile karanlık, sıcaklık ile soğukluk, deniz ile kara, ova ile dağ, cin
ile ins, hayır ile şer... "Herşeyden
iki çift (erkek, dişi) yarattık. Takı düşünüp öğüt alasınız," Bu böyle
olduğuna göre Rabbin, küfredip yalanlayanları helak etmiş, iman edip
doğrulayanları kurtarmıştır. Bunlar, onun ölüm sonrası dirilişi gerçekleştirmeye,
sevap ve ceza vermeye muktedir olduğuna şahitlik eden ayetleridir. Ey
insanlar! Madem durum böyledir. Allah'a kaçın. O'na isyan etmekten vaz geçip taatlerine
yönelin. Sadık tevbe ve selim imanla O'na kaçın. O'nü hedef alın. Sadece ona yönelin. Hiçbir şeyi O'na ortak
koşmayın. O'nun ya-nısıra
başkalarını ilah edinmeyin. Şüphesiz ben Allah tarafından sîze gönderilen bir
elçiyim. Şiddetli bir azaptan önce size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım!
Durum işte böyledir. Gerçek iş, Rabbinin sana anlattığı gibidir ki bunun haberide sana vahiy ile gelmiştir. Şöyleki:
Kendilerine geldiği gibi, kendilerinden önceki nesillere gönderilen
peygamberler hakkında da ümmetler; ya büyücü veya
deli demişlerdi. Bunlar bu sözleri söylemek için biribirlerine
tavsiyede mi bulunmuşlar? Doğrusu bu çok tuhaf bir iştir! Hayır onlar azmış
bir kavimdirler. Onlar azgınlıkta biribirine
ortak.koşmuşlardır. Kendilerini bu sapıklığa iten zulümde müşterek
olmuşlardır. Durum böyle olduğuna göre, yalanlama ve isyanlarının, içlerinde
yerleşen taşkınlık ve zulüm gibi karakterlerinden kaynaklandığına göre ey
Muhammedi Sen onlardan yüz çevir ve onlarla meşgul olma. Sen onların
yalanlamalarından ötürü kınanacak değilsin. Onları imana davet etmek İçin
fazla çaba sarfetme. Sen sadece bir elçisin. Görevin
yalnızca duyurmaktır. Hesaba çekmek Allah'a aittir. Senin bu yaptığın sadece
bir hatırlatma ve öğüttür. Sen bunu bırakma. Zira hatırlatma;. Allah'ın
kendilerine iman ve öğüt almayı takdir buyurduğu mü'minlere
fayda verir. "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım." İlahî ayetlerden ders ve ibret almakla ilgili emri takrir ve te'kid etmek için burada yeni bir söz başı yapılmaktadır.
Zira insanlarla cinlerin yaratılışları sırf Allah'a ibadet içindir. Bu da;
peygamber (S.A.V.) ile onun insanlara yaptığı daveti devam ettirenlerin sürekli
olarak insanları çağırdıkları bir husustur. Zira Cenab-ı
Allah onları ibadet İçin yaratmıştır. Burada geçen ibadet kelimesinden maksat
nedir? "Necnı (bitkiler, yıldızlar) ve ağaçlar (Allah'a)
secde etmektedirler"[21]
ayet-i kerimesinde ifade edilen secde midir ya da
bütün mahlukatın Allah'a boyun eğmesi midir? Yaratanın varlığına delalet eden
kamil bir delil midir. Yoksa mü'minlerin vasıflandıkları
isteğe bağlı, ihtiyarî ibadet midir? Zahir manaya göre bu ikincisidir. Şu halde
"Andolsun, Cehennem için de birçok cin ve insan
yarattık."[22] denilmekle birlikte,
cinlerle insanların sırf ibadet için yaratılmış olmalarını bildiren ayet-i kerimenin
manası ne oluyor? Yukarıdaki ayet-i kerimede Cenab-ı
Allah bazı kimseleri Cehennem için yarattığını ve bu kimselerin, kendilerim
Cehenneme koyacak fiiller İşlediklerini ifade buyurmaktadır. Bu da birçok
kimselerin masiyet işlemlerini Cenab-ı
Allah'ın İrade buyurduğuna delalet etmektedir ki bu İfade, zahirde cinlerle
insanların ibadet etmelerini Cenab-ı Allah'ın irade
buyurmasına aykırı düşmektedir. Bu iki ayet arasında ancak şöyle bir uyum
sağlamak mümkün olmaktadır: Cenab-ı Allah insanları
ibadete kabiliyetli ve elverişli olarak yaratmıştır. Onlarda, kendilerini
Allah'a ibadete çağıran akıl ve duygular vardır. Onları bu konumda yarattığına
göre onların yaradılışlarını da bir gaye ile sınırlamıştır. O gaye de
ibadettir. Bunu te'yİt eden hakikatlerden biri de, Cenab-ı Allah'ın bütün fiillerinin, eksiksiz gayelerle uyum
içinde olmasıdır. Bir kısım veya bazı insanların ise gayeye ulaşmamaları,
gayeyi gaye olmaktan çıkarmaz. "Ben onlardan nzık
istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum." Bir görüşe göre ayet-i
kerimenin manası şöyledir: Cenab-ı Allah
kullarından, yaratıklarından birine nzık vermelerini
ve hiçbir kimseyi beslemelerini istememektedir. Cenab-ı
Allah onları bir mükellefiyetle yükümlü kıldığında, aleyhlerine yönelik bir
gayeden dolayı mükellef kılmamakta. Ancak Allah'ın emrine uyan mükelleflere
yönelik bir faydaya dayanarak onları mükellef kılmaktadır. Şüphesiz Allah'tır nzık veren. O, dilediğine nzık
verir. O güçlü ve zorlu kuvvetin sahibidir.
Cenab-ı Allah'ın, sırf kendisine ibadet etsinler diye
cinlerle insanları yarattığı, hiçbir kimseden kendisine nzık
vermelerini ve kendisini beslemelerini istemediği, bilakis kendisinin güçlü
kuvvet sahibi bir Rezzak olduğu tesbit edildiğine
göre; yaratılış amaçları olan ibadetten başka bir şeyle meşgul olup Allah'a
ortaklar koşarak, Resulullahı yalanlıyarak
kendi nefislerine yazık eden kimseler için azaptan büyük .bir pay vardır.
Kendilerinden Önce gelip geçmiş benzerleri olan ümmetlere isabet eden azaptan
kendileri için de büyük bir hisse vardır. Bu hisse şüphesiz kendilerine
ulaşacaktır. Bu azabın kendilerine ulaşması için acele etmesinler. Bu hissenin
çabucak kendilerine kavuşmasını dilemesinler. Küfreden, Ölüm sonrası dirilişi
inkâr eden, şerefli peygamberlerin lisanı İle, tehdit edildikleri kıyamet
gününe inanmayan inkarcılar için veyl olsun. Onların
vay haline! [23]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33-34.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/34.
[4] Saffat sûresi: 4.
[5] Necm sûresi: 2.
[6] Duha sûresi: 1-3.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/34-36.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/37.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/37-38.
[10] İsra sûresi: 78.
[11] Fussilet sûresi: 53.
[12] Fussilet sûresi: 39.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/38-40.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/40-42.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/42.
[16] Yusuf sûresi: 111.
[17] Enbiya sûresi: 26.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/42-45.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/45-46.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/46.
[21] Rahman sûresi: 6.
[22] Â'raf sûresi: 179.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/47-49.