ZARİYÂT SÛRESİ 2

Ölüm Sonrası Dirilişin İsbatı 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Müttakîkler Kimlerdir Ve Mükafatları Nedir?. 3

Bazı Kelimeler: 3

Açıklama: 4

Cenabı Allah'ın Dostlarına İkramı, Düşmanlarına Da Hakareti 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 5

Allah'ın Kevnî Ayetlerinden Bazıları 6

Bazı Kelimeler: 7

Açıklama: 7


ZARİYÂT SÛRESİ

 

Ulemanın icmaı ile bu sure mekkîdir. 60 Ayettir. Kısaca bu sure; ölüm sonrası dirilişi isbatlama konusu üzerinde durmakta, ayrıca bu vakıanın mü­min ve kafirlerle ilgili bazı hallerini anlatmakta, bilahare bazı peygamberle­rin kıssalarını nakletmektedir. Bütün bunların bir özeti olarak bu sure insan­lara, Allahı birlemeleri ve O'na ortak koşmamaları emrini vermekte, bunun­la beraber insanların tabiatlarını açıklamaktadır. [1]

 

Ölüm Sonrası Dirilişin İsbatı

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1-6- Esip savuran rüzgarlara, yağmur yüklü bulutlara, kolayca süzü­len gemilere ve işleri yöneten meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyame­tin kopması şüphesiz gerçektir. Ödeşme günü gelecektir.

7-8- îçinde yörüngeler bulunan göğe and olsun ki, ey inkarcılar, siz, şüphesiz aykırı görüştensiniz.

9- Bundan, dönebilecek kimseler, döndürülür.

10-11- Yalancılığı itiyat edenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların can­lan çıksın!

12- îşlerin karşılık göreceği gününün,zamanını sorarlar.

13- O, kendilerinin ateşte azab görecekleri gündür.

14- Onlara: "Azabınızı tadın; işte acele beklediğiniz bu idi" denir. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Toprağı ve başka şeyleri dağıtıp savuran ve bu­lunduğu yerden yükseklere uçuran rüzgarlar.Vakr keli­mesi yükün ağır olanıdır. Sırtta veya karında taşınan ağır yük demektir, Gideceği yere kolayca akıp giden. Kulların iş­lerini taksim eden melekler. Bazıları demişlerki bu kelime kullar üze­rinde yağmurları taksim eden rüzgarlar manâsına gelir. Yollar.Ceza

Tahminci ve yalancılar, Çevrilir.Dalgın ve gafiller. Örtü Yakılırlar. [3]

 

Açıklama:

 

Önceki surede Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştu: "İşte bu haşr (toplamadır;) Bize göre kolaydır" Aynı surenin son ayet-i kerimesinde de şöyle buyurmuş­tu; "(Ey Muhammed) Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece teh­didimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver!' Bu ayet-i kerimelerde, müşriklerin ölüm sonrası dirilişi inkarlarına ve bu inkarlarında delillerin ortaya atılma­sından sonra yinede ısrar etmelerine işaret vardır. Kendilerine Kur'an ayetleri okunduğu halde ölüm sonrası dirilişi inkar ettiklerine göre bundan sonra ancak işe te'kidli yeminlerle başlamaktan başka çare kalmıyordu. Onlara yeminle bildirildik! tehdit edildikleri şey doğrudur, ve cezalandırma da muhakkaktır. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, Allah tan başka varlıklar üzerine yemin etme­mizi yasaklamasından sonra, Cenab-ı Allah'ın bu gibi şeylere yemin etme­sindeki sırların bazısını idrak etmemiz bizler için daha İyi olmazmı? Bunda­ki sır herhalde şu olmalıdır: Araplar, Peygamber (S.A.V.) efendimizin delili kuvvetli, mücadelesi güçlü ve burhan ortaya koymakta muktedir bir adam olduğuna inanıyorlardı. Kur'anı Kerimde, Peygamber (S.A.V.J efendimizin dili İle şerefli ve üstün varlıklara yemin etti ki Araplar, onun doğruluğunu anla­sınlar, Çünkü onlar yalan yere edilen yeminlerin, ülkeleri harabeye çevirdiği­ne İnanıyorlardı. Yalan yere edilen yemininde, sahibine zarar vereceğine dair itikadları vardı. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, onlara karşı çokça yemin etti­ği halde hiçbir musibete uğramamış, bilakis şanı gittikçe yücelmişti ki, bu da Onun doğruluğuna bir delil olmuştu. Şu da varki Cenab-ı Allah'ın ettiği yeminler, onun ölüm sonrası dirilişe dair sonsuz kudret sahibi olduğuna bi­rer delildirler. Cenab-ı Allah bu delilleri yemin şeklinde ortaya sürmüştür ki, inkarcıların dikkatlerini çeksin. Meydana gelecek şeylerin önemli olduğunu onlara İlan etsin. Söz konusu edilen şeylerin tam bir araştırmaya layık şeyler olduğunu açıklasın. Bu eşyayı yaratıp dilediği şekilde üzerinde tasarrufta bu­lunan Allah şüphesizki, bunları yeniden yaratmaya, ceza gününde insanları kabirlerinden çıkarıp hesap yerinde toplamaya muktedirdir. Burada ele alınması gereken bir başka konu var. Şöyle ki: Hecâ harfleri dı­şında yemin ile başlayan sûrelerin tümünde ve mesela incelemekte olduğu­muz bu sûrede, üzerine yemin edilen şeyin, mutlaka şu üçten birisi olduğunu görmekteyiz: Tevhid, Risalet, ölüm sonrası diriliş. Bunlar dinin temel esasla­rıdırlar. Örneğin sâffat sûresinde Allah'ı birleme inancı demek olan tevhid inancı üzerine yemin edilmiştir. Ve Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Şüp­hesiz kî Tanrınız, birdir![4]

Necim ve Duha sûrelerinde de Cenab-ı Allah Peygamber (S.A.V.) efendimi­zin doğruluğu üzerine yemin etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Arkadaşınız (Mu-hammed) sapmadı, azmadı."[5]

"Kuşluk vaktine andolsun. Durgunlaştığı zaman geceye andolsun ki Rabbİn seni bırakmadı ve sana danlmadı."[6]

Bunlardan başka yeminle başlayan diğer surelerde de ölüm sonrası diriliş ile insanların ceza ve mükafat görmeleri ve bunlarla ilgili hususlar üzerine ye­min edilmiştir. Çünkü müşrikler ölüm sonrası dirilişi inkar etmiş ve bu in­karlarını pek ileri götürmüşlerdi. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "İşte O kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur."'

Cenab-ı Allah toprağı savurup her tarafa dağıtan rüzgârlara yemin et­miştir. Su ile yüklü olup yağmur taşıyan, bulutları omuzlayıp çeşitli yerlere sevkeden, gemileri iten, yağmuru Allah'ın dilediği mekânlara taksim eden rüz­gârlara yemin etmiştir. Bu rüzgarlar vasıtasıyla Cenab-ı Allah yağmuru di­lediği tarafa yağdırır. Dilediği taraftan da çevirir. O herşeyi yapmaya muktedirdir.Rivayete göre Hz. Ömere Zariyet kelimesinin manası sorulduğunda bu kelimenin rüzgarlar man. ..na geldiğini söylemiştir. Hamilât kelimesi sorul­duğunda da onun bulutlar mânâsına geldiğini söylemiştir. Kelimelerinin manası sorulduğunda bunların da gemiler anlamına geldiğini söylemiştir.kelimelerinin mânâsı sorulduğunda da bun­ların melekler demek olduğunu söylemiştir. Ayrıca, sözlerinin sonunda şu ifa­deyi kullanmıştır: "Resulullah (S.A.V.) efendimizin bu kelimeleri bahsettiğim mânâlara geldiğini söylediğini işitmeseydim ben böyle söylemezdim." Kita­bında geçen kelimelerin mânâsını en iyi bilen yüce Allah'tır. Cenab-ı Allah bu kelimelere yemin etmiştir ki insanların tehdit edildikleri şeylerin gerçek olduğunu ve vukuunun muhakkak olduğunu bilsinler. Ayrıca ceza gününün-de mutlaka geleceğini anlasınlar. Ayet-i kerimede özellikle bazı kelimelerin yemine tavsif edilmesinde, üzerine yemin edilen şeyin —ki bu da ölüm son­rası diriliştir— vukunun muhakkak olduğuna tanıklık eden birer sembol ol­maları amacı güdülmüştür. Yanı .ayet-i kerimede sözü edilen olayları gerçek­leştiren Cenab-ı Allah'ın, ölüm sonrası diriliş vadini gerçekleştirmeye muk­tedir olduğunu bildirmek maksadı güdülmüştür. Çünkü rüzgarlar su zerre­ciklerini savururlar. Bu zerrecikleri yükseklerdeki atmosfer tabakasına sev-kederler. Böjylece oralarda darmadağın vaziyette bulunan su zerrecikleri bu­lutlar halinde toplanıp bir araya gelirler. Sonra da Cenab-ı Allah'ın dilediği mıntıkaya kolaylıkla akıp gider ve oralara yağmur halinde inerler, işte bütün bunları yapmaya, toprağa veya havaya veya denizlere karışan mahlukatı ölü­münden sonra yeniden yaratmaya muktedirdir.

Cenab-ı Allah, aynı şekilde yollar ve yörüngeler sahibi olan semaya da yemin etmiştir. Sema, eşsiz, benzersiz ve kuvvetli bir yaratılışa sahiptir. Yıl­dızlarla süslenmiştir. Şu da var ki ey Mekkeli kafirler! Sizler birbirine zıt ifa­deler kullanmaktasınız. Bazen Peygamberin şair olduğunu, bazen büyücü ol­duğunu, bazen bir insan tarafından öğretildiğini, bazen de deli olduğunu söy­lüyorsunuz. Bu da sizin kötü görüşlülüğünüzün ve körü körüne sapıklık içe­risinde bulunduğunuzun bir delilidir. Oysa durum, sizin ifade ettiğiniz gibi değildir. Siz karekteriniz ve nefsî eğiliminiz nedeni İle hak görüşten ve kamil İmandan çevrilmektesiniz. Kendi görüş ve inançlarına dayanarak ölüm son­rası dirilişi inkar eden yalancılarla tahminciler gebersinler. Bunlar cehalet dal­galan arasında boğulan yalancılardırlar. Hayırdan gafil ve dalgındırlar. Bu nedenle hayırdan istifade edemezler. Alay ederek şöyle bir soru sorarlar ki: Ceza günü mutlaka gelecektir. O gün onlar cehennem ateşinde yakılacaklar­dır. O ceza günü, kafirlerin azaplandtnlması günüdür. O azap esnasında ken­dilerine şöyle denilecektir: Fitnenizin, yani kötülüğünüzden dolayı sizin için hazırlanan azabın acısını tadın. Tez elden gelmesini istediğiniz ve alay ederek inkarcı bir eda ile sorduğunuz, istediğiniz azap işte budur.. [7]

 

Müttakîkler Kimlerdir Ve Mükafatları Nedir?

 

15-16- Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendi­lerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarmdadırlar. Çünkü onlar, bundan Önce iyi davrananlardı.

17- Onlar, gecelen az uyuyanlardı.

18- Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.

19- Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi.

20-21- Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?

22- Rızkınız da, size söz verilen azab da yukarıdan gelir.

23- Göğün ve yerin Rabbine and olsun ki bu, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir. [8]

 

Bazı Kelimeler:

 

Uyurlar. Bazıları bunun gece uykusu olduğunu; bazılanda az miktardaki uyku olduğunu söylemişlerdir, Seher kelimesinin ço­ğulu. Yoksul.

Rizıklannın Allah tarafından ye gökten indirildiği nedeniyle insanlara verilen ilahî nimetler hatırlatılarak; Allah'ın kudretine ve birliğine delalet eden bazı hakikatler anlatılarak kafirlerle mücrimlerden söz edildikten sonra bu ayet-i kerimelerde de müttakiler ve onların mükafatları açıklanmaktadır. [9]

 

Açıklama:

 

Aşağıdaki nitelikleri anlatılan takva sahibi mü'minler, bahçelerde ve bos­tanlarda olup çeşitli nimetlerden yararlanacaklardır. Onlar için cennette ber­rak su fışkırtan, cennetin çeşitli mıntıkalarından akıp giden pınarlar vardır. Orada asla susuzluk görmeyecekler ve hiç susamayacaklardır. Orada ne gü­neş ve sıcaklığını ne de soğukluk görmeyeceklerdir. Rablerinin kendilerine ver­diği nimetleri almış vaziyette onlar cennetlerde ve pınarlarda olacaklardır. Rab-leri tarafından verilen hertürlü bağışı güzel bir kabul ile alacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken Rablerinin emirlerini de hüsn-ü kabul ile ve mutmain bir gönül ile alıp kabul ederlerdi. Peygamberlerin dili ile kendilerine gelen ilahî emirlere riayet ederlerdi.

Adamın biri çıkıpta şöyle bir soru ortaya atabilir: Onlar bu mükafatı hak edecek işleri yapmışlar mıdır? Ona cevaben şöyle denir: Onlar bundan önce dünyada iken güzel amel işlerlerdi. Bu mükafatı hak edecek ve gerekti­recek işler yaparlardı. Sırf Allah rızası için ihlasla ibadet ederlerdi. Gecele­yin az uyurlardı.

Şüphesiz bu anlatılanlar takva sahibi mü'minlerin vasıflarıdırlar. Çün­kü onlar ihlasla amel eden kimselerdirler. Gece her ne kadar uyku ve istira­hat zamanı ise de onlar geceleyin çok az uyurlar. İnsanlardan uzakta ve isti­rahat vakitlerinde ibadet yaparlardı. Dünya ile meşguliyetin olmadığı sükun ve istirahat demlerinde ibadet ederlerdi: "Ve sabahın Kur'an'm(ı uzunca Kur'an okunan sabah namazım) da unutma. Çünkü sabah namazı (melekler tara­fından) görülür![10] Bütün bunlarla beraber onlar seherlerde Allah'tan istiğ­farda bulunurlar. Sanki geceleyin suç işlemişler de veya gündüzleyin Allah'a isyan etmişlerde bağışlanma diliyorlar! Bu, her zaman İçin Allah'tan korkup onun için, salihı amel işleyen, nefsini hesaba çeken, bundan sonra da seher­ler de Allah'tan bağışlanma dileğinde bulunan takvah mü'minin vasfı değil midir? Onlar sürekli olarak Allah'ın azabından korkarlar. Bununla beraber onların mallarında dilenci ve yoksullar için belirli ve sabit bir hak vardır. O yoksullar ki el açmaktan utanır, cahiller de onları zengin zannederler. Hal­buki onlar fakirliğin en zor halleri içersinde bulunmaktadırlar. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu gibi yoksul kimseler hakkında şöyle buyurduğu riva­yet edilir: "Düşkün, kendisi bir veya iki hurma, bir veya İki lokma ile savuşturulan kimse değildir." Kendisine: O halde düşkün kimdir? diye sorul­du. Cevaben şöyle buyurdu: "İhtiyacım giderecek bir şeyi bulunmayan ye­ri büinmeyip kendisine sadaka verilmeyen kimsedir. İşte mahrum budur." "Kesin inanacak insanlar için arzda (Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren) nice işaretler var. Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz?" Bu, Al­lah'ın yeryüzünde ve insanlardaki kudretine bir delildir, "Bİz onlara, ufuk­larda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'a)nm gerçek ol­duğu onlara iyice belli olsun''[11] "Onun ayetlerinden biri de (şudur): Sen top­rağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğünüz za­man titreşir ve kabanr. Onu dirilten (Allah), elbette Ölüleri de diriltir!'[12] Evet arzda ve arzın üzerinde bulunan dağlarda, ovalarda, nehirlerde, vadilerde, ekin ve meyvelerde, bahçelerde, bitkilerde ve arzın derinliklerinde bulunan tatlı ve tuzlu sularda, petrolde, madenlerde, gazlarda, buharlarda, ayrıca arzın hare­ketinde, rüzgarlarında, sıcaklık ve soğukluğunda takva sahibi kimseler İçin Allah'ın kudretine işaret eden alametlerle deliller vardır.

Aynı şekilde sizin canlarınızda da takva sahibi kimseler için ayetler var­dır. Ey insan! Senin nefsinde ve nefsîndeki ilimlerle marifetlerde, karakter ve eğilimlerde, bazen hayra, bazen de şerre yönelimlerinde takva sahibi kimseler için ayetler yok mudur? îki kaburga kemiğin arasında bulunan nefsin de, on­daki işitme, görme, koklama, dokunma, tatma gibi duygularda, kan dolaşı-mmda, solunum sisteminde, idrar, sindirim ve ifraz cihazlarında akleden kim­seler için ayetler ve alametler yok mudur? Bunlarda güçlü, muktedir, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah'a delalet eden ayetleri ve gizli sırlar­la hakikatleri, ancak Allah'tan sakınan mü'min kimseler idrak edebilirler. Baş­kalarına gelince onlar bu saydığımız cihazlarla sistemlerin ancak maddî ha­kikatlerini idrak edebilirler! "Kendi canlarınızda da öyle (işaretler vardır). Görmüyor musunuz?" Bu işaretlen gözlerinizle değilde kalplerinizle görmüyor musunuz? Bu işaretlerin, Ölüm sonrası dirilişi gerçekleştirmeye ve hayatı ye­niden başlatmaya muktedir olan bir yaratıcıya ait olduğunu anlamıyor mu­sunuz?! Hem bilin ki sizin rızkınızın takdiri, belirlenmesi ve sebepleri sema­dadır. Rızkınız, yeryüzüyle ilgili bir şeye bağlı değildir. Bütün işler Allah'a aittir. Allah rızkı dilediği kuluna bol verir, dilediğine de ölçülü verir. Rızkı­nız ve vadolunduğunuz hayır ya da şer semadadır. Müslüman kişi, yaratık­lardan bir şey istediği zaman gerekli çabayı sarfetmekle beraber, onurunu mu­hafaza ederek istesin. Zira bütün işler ölçü ve kader ile yürürler.

Bazı kimseler yukardakİ ayet-i kerimelerde geçen sema kelimesini yağ­mur ile tefsir etmişlerdir. Göklerle yerin Rabbine andolsun ki rızkın takdir ve belirlenmesi semâdadır. Bu gerçek olup içinde hiç şüphe yoktur. Bu sure­de vadolunan herşey sizin konuşmanız gibi haktır ve gerçektir. Siz kendi ko­nuşmanızdan nasıl şüphe etmiyorsanız, bu vadolunan şeyler de şüphesiz ve gerçektirler.

Rivayete göre ârâbinin biri bu ayet-i kerimeyi işittiğinde şöyle demiş: Süb-hanallah! Yüce rabbi yemin edecek derecede öfkelendiren kimdir?! Onun söz­lerini doğrulamamışlar mı ki onu yemine zorlamışlar?! [13]

 

Cenabı Allah'ın Dostlarına İkramı, Düşmanlarına Da Hakareti

 

24- Ey Muhammedi İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?

25- Onlar, İbrahim'in yanma girip: "selam sana" demişlerdi. İbrahim de: "Selam size" demişti; içinden de, onların "tanınmamış bir topluluk" ol­duğunu geçirmişti.

26-27- Hemen ailesine giderek semiz bir buzağı getirmiş, onların Önüne sürüp: "Yemez misiniz?" demişti.

28- (Yemediklerini görünce) onlardan endîşeye düştü; "korkma" de­diler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.

29- Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, elleriyle yüzünü ka­payarak: "Kısır bir kocakarı!" dedi.

30- Melekler: "Bu böyledir, Rabbin söylemiştir; doğrusu O, Hakim olandır, bilendir" dediler.

31- İbrahim: "Ey Elçiler! Göreviniz nedir?" dedi.

32-34- Elçiler: "Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşın gidenlere muhsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik" de­diler.

35- Bunun üzerine, suçlu milletin arasında bulunan mü'minieri çıkar­dık.

36- Zaten orada, kendini Allah'a vermiş sadece bir tek ev halkı bul­duk.

37- Can yakıcı azabdan korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.

38- Musa'nın başından geçenlerde de ibret vardır: Onu apaçık bir de­lille Firavun'a gönderdik.

39- Firavun, erkanıyla birlikte hakdan yüz çevirdi; "Sihirbazdır" ve­ya "delidir" dedi.

40- Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.

41-42- Âd milletinin başından geçende de ibret vardır: Onların üzeri­ne, uğradığı herşeyi bırakmayıp toza çeviren kuru bir rüzgar gönderdik.

43- Semûd milletinin başına gelen de ibret vardır: Onlara, "Bir süreye kadar zevklenin" denmişti.

44- Onlar Rablerinin buyruğundan çıkmışlardı; bunun üzerine kendi­lerini gözleri göre göre yaldinm çarptı.

45- Ayağa kalkacak güçleri kalmadı, yardım da görmediler.

46- Daha önce de Nuh miletini cezalandırmıştık. Çünkü onlarda yol­dan çıkmış bir milletti. [14]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tanınmamışlar.Misafir. Misafirlere görünme­den ailesinin yanına gitti. Onlardan kendi içine korku düşürdü. Semiz. Parmaklarının ucuyla kendi yüzü­ne vurdu.Çığlık içinde.İşiniz nedir? Kısır.

Haddi aşanlar. işaretlenmişKendilerine İsabet eden şeye dalalet eaen işaret. Yanı ile.yani onlardan tam bir şekilde yüz çevirdi. Bazıları ise rükün kelimesinin kuvvet, saltanat veya ka­nun manasına geldiğini söylemişlerdir. Aldırış etmeden on­ları atıverdik. Kınanacak işler yapan.

Çürümüş Terk etmez.Rablerinin emrine uymaktan imtina edip büyüklendiler.Kendilerini helak eden yıldırım. [15]

 

Açıklama:

 

Ey Allah'ın Resulü! İbrahim'in ağırlanan ve ikram gören konuklarının haberi sana gelmedi mi? .

Bu üslubun kullanılması ile anlatılacak olan kıssanın şanı yüceltilmek-tedir. İnsanların dikkat nazarları bjı kıssaya celb edilmektedir. Ayrıca bu gibi kıssaları Resulullahın ancak vahiy yolu ile öğrenebildiğine insanların dikkat­leri çekilmektedir. "Elbette onların hayat ve hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. (Bu Kur'an), uydurulacak bir söz değildir."[16]

Bu kıssa, Hud ve Hicir surelerinde de anlatılmıştı. Şüphesiz ki ibrahim Peygambere gelen konuklar, Allah katından gönderilen meleklerdi. "Hayır, onlar (melekler) ikram edilmiş (Allah'a yaklaştırılmış) kullardır"[17] İbrahim; Peygamber, kendisine gelen konuklarına ikram etti. Çünkü onlar Allah tara­fından da ikram görmüş kimseler idiler.

Ey Muhammedi konuklan kendisine geldikleri zaman İbrahim İle ko­nuklan arasında geçen konuşmanın haberi sana geldi mi? Yanına girerken Ona: "Sana selam olsun" dediler, ibrahim de onlara daha güzel bir cevapla karşılık verdi: "Allah'ın selam ve rahmeti sizin üzerinize olsun."

Edebiyat alimleri derler ki: Esselamü aleyke cümlesinde olduğu gibi, isim cümlesi, üsellimü aleyke cümlesinde olduğu gibi, fiil cümlesinden daha beliğ­dir. Zira isim cümlesi devam ve sübutu ifade eder. Fiil cümlesi ise teceddüt ve yenilenmeyi ifade eder.

Sonra ibrahim kendi içinden veya onlara duyurarak şöyle dedi: Siz ta­nınmamış bir kavimsiniz. Sizin genel durumunuzu bilmiyoruz. Sizi daha ön­ce görmüş değiliz.

Bundan sonra İbrahim gizlice ailesinin yanma gitu, konuklar için yemek hazırlamasını istedi. Kızartılmış bir buzağı getirip onlara yaklaştırdı ve şöyle dedi: Yemez misiniz?

Ama onlar yemeye yanaşmadılar. Yemekten yüz çevirince de İbrahim, onlardan kendi içine bir korku düşürdü. Zira insanlar, yanına gelen konuk­ların yemekten yüz çevirmelerini kötülüğe yorarlar. Yemek yemeyen konuk­ların kendilerine bir kötülük yapacaklarını zannederler, ama konuğun takdim edilen yemeği yemesi bu zannı giderir. İbrahim'in korkmakta olduğunu se­zen konuklar yani melekler ona şöyle dediler: Ey İbrahim! Korkma. Biz senin Rabbinin elçileriyiz.

Böyle dedikten sonra da onu bilgili bir çocukla müjdelediler. Bu çocuk doğup buluğ ve rüşt çağına erdiğinde, alim olacak dediler. Sahih rivayete gö­re bujshak Peygamberdir. Karısı bu müjdeyi duyunca hamile kalmaktan ümi­dini kesmiş olduğundan ötürü aile efradının yanına çığlık içerisinde dönüp gitti. Tuhaf bir durumla karşılaşan kadınların yaptığı gibi yüzünü tokatla­maya başladı. Ben kısır ve yaşlı bir kadın iken doğuracağım, ha?! dedi. Onun bu halini bilen melekler kendisine şöyle dediler: Allah'ın emrini tuhaf karşı­lama. Sana haber verdiğimiz bu kıymetli sözü Rabbin söylemiştir. Biz sadece teblİğciyiz. Allah'ın sana gönderdiği elçileriz. O.hikmet sahibidir. Her işi yerli yerince yapan, yaratıklarının durumunu bilendir. Allah'ın emrini acaip kar­şılama.

İbrahim, onların gerçekten Allah'ın elçileri olduklarını anlayınca şöyle dedi: İşiniz nedir ve içinde bulunduğunuz önemli durum nedir? Haberiniz nedir? Melekler şöyle dediler: Bizler Lût kavmine gönderildik. Onlar suçlu bir kavim olup Lût'u yalanladılar. Rablerinin emrine karşı geldiler, üzerleri­ne azap kelimesi hak oldu. Biz, bunların kasabalarını alt üst etmek için gön­derildik. Üzerlerine çamurdan taşlar atmaya geldik. Bu taşlar Allah katında hazırlanıp işaretlenmiş ve azap için haddi aşan bu kavmin üzerine atılacak­tır.

Böyle dedikten sonra İbrahim'in yanından kalkıp Lût'un yanma geldi­ler. Lût onları görünce sıkıntıya düştü. Çünkü onları ilk defa görüyordu. Daha evvel onlarla karşılaşmış değildi. Bu çok zorlu bir gündü. Melekler de Ona şöyle dediler: El Lût! Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Seni şu zalimlerden kur­tarmak için geldik. Gecenin karanlığında aileni alıp buradan uzaklaştır. Siz­den hiçbiri dönüp arkasına bakmasın. Çünkü arkasına dönüp bakana, bu zalim kavme dokunacak olan azap dokunur. Onların azap vakti sabahtır. Sa­bah vaktİde pek uzak değildir.

Melekler Allah tarafından emrolundukları işi yapmaya koyuldular. O ka­sabada bulunan mü'mİn kimseleri dışarı çıkardılar. Orada müslümanlardan sadece bir ev buldular ki c da Lût'un evi İdi. Nihayet sabah oldu. O kasaba­nın altım üstüne getirdiler. Üzerine çamurdan taşlar attılar. O taşlar Rabbin tarafından işaretlenmiş azap taşlan idi. Bu azap onların emsali olah zalimle­re de pek uzak değildir. Ey Mekkeliler! Kendinize bakın ve Lût kavmi ile ken­dinizi mukayese edin. Onların üzerine inen alptan ibret alın. Rabbin kulla­ra zulmeden değildir.

Bu kutlu ve yüce Allah'ın, zorba, mütekebbir, kafir ve zalim kimseler için verdiği bir misaldirki doğruyola dönsünler, yalanlamalarından vazgeç­sinler, küfürden geri dönsünler, İman edilmesi gereken şeyi, özellikle ölüm sonrası diriliş gününü inkâr etmekten vazgeçsinler.

Biz Musa'nın kıssasında da insanlar İçin İbret ve öğütler kıldık. Biz Mu­sa'yı zahir mucizelerle —asa vb. apaçık ayetlerle— Firavun'a gönderdik. O, bu mucizelerden tamamen yüz çevirdi. Kavmine dayanıp onlardan destek ala­rak imandan İmtina etti ve Musa'nın sihirbaz yada deli olduğunu söyledi. Rab­bin onu ve askerlerini yakaladı. Denize çekirdek (tohum) atarcasına hiç aldı­rış etmeden onları ativerdi. Çünkü Firavun, kınanacak küfür ve zorbalık fi­illerini işlemişti.

Ad kıssasında da insanlar için ibretler ve dersler vardır. Çünkü Rabbin, kardeşleri Hûd'u,Âd kavmine gönderdi. Hûd onları imana davet etti ama onlar onu yalanlayıp küfrettiler. Üzerlerine uğultulu, azgın bir kasırga gönderdi. Yedi gece ve sekiz gün bu uğursuz kasırgayı üzerlerine musallat kıldı. O kav­mi orada içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş görürsün. Köklerini ke­sen, hiçbir bitki bitirmeyen, yağmur indirmeyen, ağaçları aşılamayan kısır bir rüzgarı Cenab-ı Allah üzerlerine musallat kıldı. O rüzgar, üzerinden geçtiği hiçbir şeyi yerinde bırakmıyordu. Cenab-ı Allah tarafından helaki takdir edi­len şeyleri bu rüzgar mutlaka çürümüş kemiğe veya yaprağa döndürüyordu.Hayırsız ve yararsız hale getiriyordu.

Semûd kıssasında da inanan kimseler için ibretler vardır. Rabbin, kar­deşleri Salih Peygamberi o kavme gönderdi ama onlar onu inkâr edip yalan­ladılar ve iman etmediler. Kendilerine şöyle denildi: Yurdunuzda üç gün sü­reyle yaşayın. Bu, yalanlanmayan bir sözdür. Ama onlar Rablerinin emrine karşı gelip itaatten imtina ettiler. Yıldırım onları yakaladı. Her kuru ve yaşı helak eden bir ateş gökten inerek onları yoketti. Onlar kendi nefislerine baka baka helak oldular.

Bazıları demişler ki; onlar azabı bekliyorlardı. Azaba karşı ne' de sabırlılar. Ama kendilerine yardım edecek bir kimsede çıkmadı. Biz da­ha önce bu azabı hak ettikleri için Nuh kavmini de helak etmiştik. Çün­kü onlar yoldan çıkan bir kavim idiler. Bu, öteden beri Cenab-ı Allah'ın ümmetlere uyguladığı bir hükümdür. Bu, Allah'ın yasasıdır. Sen Allah-m yasasında bir değişiklik bulamazsın. Var mıdır bundan ibret alan?! Ço­cuklarına, kuvvetlerinin büyüklüğüne ve şiddetine rağmen kafirlerin helak edilmesi, zayıflıklarına ve sayılarının azlığına rağmen mü'mİnlerin muzaffer kılınması, Allah'ın kudretine bir işaret değil midir? Bundan daha kuvvetli bir işaret var mıdır?! [18]

 

Allah'ın Kevnî Ayetlerinden Bazıları

 

47- Göğü, gücümüzle Biz kurduk: Şüphesiz Biz geniş kudret sahibi­yiz.

48- Yeryüzünü Biz yayıp döşedik; ne güze! döşeyiciyiz!

49- İbret alasınız diye her şeyi çift çift yuratmışızdır.

50- Ey Muhammedi De ki: "Öyleyse All.îh'a koşuşun; doğrusu ben sizi O'nun azabı ile açıkça uyaranım."

51- "Allah'ın yanında başkasını tanrı kılııaym; doğrusu ben sizi O-nun azabı ile açıkça uyaranım."

52- Onlardan öncekilere, herhangi bir peygamber gelince: "Sihirbazdır" veya "Delidir" derlerdi.

53- Öncekiler sonrakilere böyle mi vasiyet ettiler? Hayır; bunlar azgın bir millettir.

54- Ey Muhammedi Onlardan yüz çevir; sen kınanacak değilsin.

55- Öğüt ver; doğrusu öğüt inananiara fayda verir.

56- Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.

57- Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarım da İstemem.

58- Şüphesiz rıziklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.

59- Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları var­dır; cezalarını Benden acele istemesinler.

60- Söz verilen günün azabından vay o inkar edenlere! [19]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kuvvet ve kudret ile.Muktediriz, güçlüyüz. Onu sergi gibi yaydık.Serenler, işleri ıslah edenler.Bir­birlerine tavsiye mi ettiler. İki çift. Onlardan yüz çe­vir. Şiddetli kuvvet sahibi.

Lügatte "zenûb" keü-mesi büyük ve su ile dolu kova anlamına gelir. Sonra bazıları demişler ki "zenûb" kelimesi pay manasına gelmektedir. [20]

 

Açıklama:

 

Bunlar Allah'ın apaçık görülen kevnî ayetleridir ki, insanlar bunları her zaman ve mekanda görmektedirler. Evet bunlar, zamanın katlan arasında geçen Ad, Semûd, Nuh ve Lût kavimleri ile ilgili ayetlerden sonra, Cenab-ı Allah'ın ayan beyan görülen kevnî ayetleridirler.

Göğü güçlü bir kuvvetle, kudretimizle bina ettik. Onu bina ederken yo­rulup zahmet çekmedik. Yeryüzünüde serip yaydık ki, üzerinde durup yaşıyabilesiniz. Yerin serilmiş olması, onun küre şeklinde olmasını engellemez.

Göğün şekline ve yapısına dikkatle bakın. Bina edilen şey sabit olup de­ğişmez. Aynı şekilde yerin şekline ve serilişine de dikkat edin. döşek, değiştirilip, nakledîlebilir. Yeryüzü ve üzerindekiler de aynı şekilde değiş­me ve halden hale sokulmaya müsaittir. Yeri yayıp tasfiye eden ve düzel­ten Allah ne kutludur. O ne güzel döşeyicidir. Senin Rabbin herşeyden iki sınıf ve nevî yarattı. T&biatta da bunun emsallerini görmek mümkün­dür. İşte örnek: Gece ile gündüz, nur ile zulmet, aydınlık ile karanlık, sıcaklık ile soğukluk, deniz ile kara, ova ile dağ, cin ile ins, hayır ile şer... "Herşeyden iki çift (erkek, dişi) yarattık. Takı düşünüp öğüt alası­nız," Bu böyle olduğuna göre Rabbin, küfredip yalanlayanları helak etmiş, iman edip doğrulayanları kurtarmıştır. Bunlar, onun ölüm sonrası dirilişi ger­çekleştirmeye, sevap ve ceza vermeye muktedir olduğuna şahitlik eden ayet­leridir. Ey insanlar! Madem durum böyledir. Allah'a kaçın. O'na isyan etmek­ten vaz geçip taatlerine yönelin. Sadık tevbe ve selim imanla O'na kaçın. O'nü hedef alın. Sadece ona yönelin. Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. O'nun ya-nısıra başkalarını ilah edinmeyin. Şüphesiz ben Allah tarafından sîze gönde­rilen bir elçiyim. Şiddetli bir azaptan önce size gönderilen apaçık bir uyarıcı­yım! Durum işte böyledir. Gerçek iş, Rabbinin sana anlattığı gibidir ki bu­nun haberide sana vahiy ile gelmiştir. Şöyleki: Kendilerine geldiği gibi, ken­dilerinden önceki nesillere gönderilen peygamberler hakkında da ümmetler; ya büyücü veya deli demişlerdi. Bunlar bu sözleri söylemek için biribirlerine tavsiyede mi bulunmuşlar? Doğrusu bu çok tuhaf bir iştir! Hayır onlar az­mış bir kavimdirler. Onlar azgınlıkta biribirine ortak.koşmuşlardır. Kendile­rini bu sapıklığa iten zulümde müşterek olmuşlardır. Durum böyle olduğuna göre, yalanlama ve isyanlarının, içlerinde yerleşen taşkınlık ve zulüm gibi ka­rakterlerinden kaynaklandığına göre ey Muhammedi Sen onlardan yüz çevir ve onlarla meşgul olma. Sen onların yalanlamalarından ötürü kınanacak de­ğilsin. Onları imana davet etmek İçin fazla çaba sarfetme. Sen sadece bir el­çisin. Görevin yalnızca duyurmaktır. Hesaba çekmek Allah'a aittir. Senin bu yaptığın sadece bir hatırlatma ve öğüttür. Sen bunu bırakma. Zira hatırlat­ma;. Allah'ın kendilerine iman ve öğüt almayı takdir buyurduğu mü'minlere fayda verir. "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarat­tım." İlahî ayetlerden ders ve ibret almakla ilgili emri takrir ve te'kid etmek için burada yeni bir söz başı yapılmaktadır. Zira insanlarla cinlerin yaratılış­ları sırf Allah'a ibadet içindir. Bu da; peygamber (S.A.V.) ile onun insanlara yaptığı daveti devam ettirenlerin sürekli olarak insanları çağırdıkları bir hu­sustur. Zira Cenab-ı Allah onları ibadet İçin yaratmıştır. Burada geçen iba­det kelimesinden maksat nedir? "Necnı (bitkiler, yıldızlar) ve ağaçlar (Al­lah'a) secde etmektedirler"[21] ayet-i kerimesinde ifade edilen secde midir ya da bütün mahlukatın Allah'a boyun eğmesi midir? Yaratanın varlığına dela­let eden kamil bir delil midir. Yoksa mü'minlerin vasıflandıkları isteğe bağlı, ihtiyarî ibadet midir? Zahir manaya göre bu ikincisidir. Şu halde "Andolsun, Cehennem için de birçok cin ve insan yarattık."[22] denilmekle birlikte, cinlerle insanların sırf ibadet için yaratılmış olmalarını bildiren ayet-i keri­menin manası ne oluyor? Yukarıdaki ayet-i kerimede Cenab-ı Allah bazı kim­seleri Cehennem için yarattığını ve bu kimselerin, kendilerim Cehenneme koya­cak fiiller İşlediklerini ifade buyurmaktadır. Bu da birçok kimselerin masiyet iş­lemlerini Cenab-ı Allah'ın İrade buyurduğuna delalet etmektedir ki bu İfade, zahirde cinlerle insanların ibadet etmelerini Cenab-ı Allah'ın irade buyurma­sına aykırı düşmektedir. Bu iki ayet arasında ancak şöyle bir uyum sağlamak mümkün olmaktadır: Cenab-ı Allah insanları ibadete kabiliyetli ve elverişli olarak yaratmıştır. Onlarda, kendilerini Allah'a ibadete çağıran akıl ve duy­gular vardır. Onları bu konumda yarattığına göre onların yaradılışlarını da bir gaye ile sınırlamıştır. O gaye de ibadettir. Bunu te'yİt eden hakikatlerden biri de, Cenab-ı Allah'ın bütün fiillerinin, eksiksiz gayelerle uyum içinde ol­masıdır. Bir kısım veya bazı insanların ise gayeye ulaşmamaları, gayeyi gaye olmaktan çıkarmaz. "Ben onlardan nzık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum." Bir görüşe göre ayet-i kerimenin manası şöyledir: Cenab-ı Al­lah kullarından, yaratıklarından birine nzık vermelerini ve hiçbir kimseyi bes­lemelerini istememektedir. Cenab-ı Allah onları bir mükellefiyetle yükümlü kıldığında, aleyhlerine yönelik bir gayeden dolayı mükellef kılmamakta. An­cak Allah'ın emrine uyan mükelleflere yönelik bir faydaya dayanarak onları mükellef kılmaktadır. Şüphesiz Allah'tır nzık veren. O, dilediğine nzık verir. O güçlü ve zorlu kuvvetin sahibidir.

Cenab-ı Allah'ın, sırf kendisine ibadet etsinler diye cinlerle insanları ya­rattığı, hiçbir kimseden kendisine nzık vermelerini ve kendisini beslemelerini istemediği, bilakis kendisinin güçlü kuvvet sahibi bir Rezzak olduğu tesbit edil­diğine göre; yaratılış amaçları olan ibadetten başka bir şeyle meşgul olup Al­lah'a ortaklar koşarak, Resulullahı yalanlıyarak kendi nefislerine yazık eden kimseler için azaptan büyük .bir pay vardır. Kendilerinden Önce gelip geçmiş benzerleri olan ümmetlere isabet eden azaptan kendileri için de büyük bir hisse vardır. Bu hisse şüphesiz kendilerine ulaşacaktır. Bu azabın kendilerine ulaşması için acele etmesinler. Bu hissenin çabucak kendilerine kavuşmasını dilemesinler. Küfreden, Ölüm sonrası dirilişi inkâr eden, şerefli peygamberle­rin lisanı İle, tehdit edildikleri kıyamet gününe inanmayan inkarcılar için veyl olsun. Onların vay haline! [23]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33-34.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/34.

[4] Saffat sûresi: 4.

[5] Necm sûresi: 2.

[6] Duha sûresi: 1-3.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/34-36.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/37.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/37-38.

[10] İsra sûresi: 78.

[11] Fussilet sûresi: 53.

[12] Fussilet sûresi: 39.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/38-40.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/40-42.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/42.

[16] Yusuf sûresi: 111.

[17] Enbiya sûresi: 26.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/42-45.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/45-46.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/46.

[21] Rahman sûresi: 6.

[22] Â'raf sûresi: 179.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/47-49.