ZÂRİYAT SURESİ 2

Ayet Sayısı               :60. 2

İndiği Dönem           :Mekke. 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Muttakilerin Vasfı 3

Ayetlerde Şu Noktalar Bulunmaktadır; 3

Ayetlerde Şu Noktalar Belirgindir: 5


ZÂRİYAT SURESİ

 

Kur’an’daki Sırası   :51

Nüzul Sırası             :67

Ayet Sayısı               :60

İndiği Dönem           :Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede ölümden sonra diriliş ve hesap günüyle ilgili pekiştirici vurgular vardır. İnkarcı yalancılara şiddetli bir hamlede bulunulmaktadır. Müttakilerin salih amellerine, ahirefteki sonlarına övgü de bulunulmaktadır. Bazı peygamberler ve toplumlardan alınan hikayele­re yer verilir. Böylece, eskilerin haliyle, peygamber ve kafirlerin tutumu arasında benzerlik kurulmakta, Peygamber'e güven ve sebat verilmektedir. Sûrenin ayetleri birbirine uyumlu ve denktir. Bu da, bu sûrenin ayetlerinin bir defada ya da art arda indiğini söylemeye sev-ketmektedir. [1]

 

Rahman ve Rahim o!an Allah'ın adıyla.

1 - Tozu dumana katıp savuranlara[2],

2-  Derken, ağır yük taşıyanlara[3],

3- Sonra kolayca akıp gidenlere[4],

4- İş(ler)i taksim edenlere[5] andolsun ki,

5- Sîze va'dedüen, mutlaka doğrudur.

6- Şüphesiz hesap ve ceza[6] da mutlaka gerçekleşecektir.

 

Kur'ani üslup gereği, sûre kısa Mekki sûrelerin çoğunda olduğu gibi, Rabbani yemin le başlar. İnsanların ceza ve diriliş günü ile vazedilmelerinin kaçınılmaz bir, doğru ol-luğu vurgulanır ve bu va'din pekiştirilmesi amaçlanır.

Ayetlerin ruhu, gencide dinleyen muhatablan korkutmaya yöneliktir. Bu ayetlerin islubu ve ondan sonra gelen ayetler, korkutmadan kastedilenlerin kafirler olduğunu :österir.

Ahkâf sûresinin sonu ile bu giriş arasında bir uyumluluk görülmektedir. Diriliş ve ceza va'dinin pekiştirilmesi, Ahkâf'tan sonra indirildiğine işarettir.

Taksim edilecekleri taksim etmek, Allah'ın kainatta sahneleri ve kanunları yaratma­sı ve düzenlemesi olarak görülmektedir. İnsanlara va'dettiğini gerçekleştirme kudreti, kainatın yaratıhşmdaki büyüklüğünün hatırlatılın asiyi a irtibatlandırılır. [7]

 

7- (Çeşitli) yollar ve yörüngelerle'[8] donatılmış göğe andol­sun.

8-  Siz, (Muhammed hakkında) birbirini tutmayan, çeşitli söz içindesiniz[9].

9- Ondan çevrilen çevrilir[10],

10- Kahrolsun, o yalan söyleyenler[11]

11- Ki onlar, koyu cehaletin[12] kuşatması içinde habersizdirler.

12- Hesap ve ceza günü ne zaman? diye sorarlar.

13- O gün onlar ateş üzerinde yakılacaklardır[13].

14- (Kendilerine): Fitnenizi tadın17'. Acele isteyip durduğu­nuz şey budur işte (denilecek),

 

Bu ayetler, çeşitli yollar ve yörüngelerde yıldızlarla donatılmış ve güzelce yaratılmış göğe Rabbani yeminle başlar. Kur'an'ı dinleyenlerin, dava, Rabbani korkutma, uhrevi diriliş, hedefleri anlama ve Kur'an'm durumu hakkında ihtilafa düştükleri; bu nedenle onların hak ve hidayetten yüz çevirdikleri belirtilir. Hakikati görmeyen, düşünmeyen, sadece tahmin ve zanlarına göre hareket edenlere hitap edilir. Hitapta azarlama ve kına­ma vardır. Onlar hakikati idrak etmemek, hakkı anlamamak için koyu bir cehalette kal­mayı isterler. Sonra da tehdid edildikleri ceza gününün vakti hakkında inkarcı ve şüphe­ci sorular yöneltmeye devam ederler. Sonra şu sonuç pekiştirilir: O gün gelecektir, onda ateşe atılacaklardır. Onlara o vakit şöyle denilecek: Ateşin azabını tadın ya da dünyada yüz çevirme, engelleme, inad durumunda olmanızın cezasını tadın; işte acele ettiğiniz, getirmesi için meydan okuduğunuz şey budur.

Bu ayetler ile önceki ayetler arasındaki ilişki açıktır. Ayetlere muhatap olanların ka­firler olduğu açıklanır. Amaçladığı tek hedef, onların kalplerine korku vermek, uyarmak ve onları vazgeçirmektir.

Geçen sûrede Peygamber'e (s) onların meydan okuyuşları ile azabı çabuk getirmesi­ni İstemeleri konusunda onlar için azabı acele istememesine dair hükümler vardı. Bu ayet kümesindeki son ayet onların meydan okuyuşlarına karşı azarlayıcı bir cevabı içer­mektedir. İşte acele ettikleri şeyin geldiğini belirtmesi de bu sûrenin Ahkâf sûresinden sonra nüzul tertibinde yer almasını doğrulamaktadır. [14]

 

15- Şüphesiz muttakİler, cennetlerde ve pınarların başın­dadırlar.

16- Rablerİnin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü

onlar, bundan önce de güzel amellerde'[15] bulunanlardı.

17- Gece boyunca da pek az uyurlardı.

18- Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.

19- Onların mallarında muhtaç ve yoksul olanlar için de bir hak vardı.

 

Bu ayetlerde salih muttakilerin dünyadaki amelleri dolayısıyla ahiretteki sonlarına övgü bulunulmaktadır. Onlar cennetlere ve pınarlara inerler ve orada Allah'ın nimetleri ile zevklenirler. Dünya da yaptıkları güzel amellerine karşılık olarak. Çünkü çoğu gece­lerini Allah'a ibadette geçirmişler, O'nun rahmeti ve mağfiretini istemeleriyle birlikte mallarıyla mahrum ve yoksul kimselere de yardım etmişlerdi. Onlar bu amellerinde bir hak ve nasip sahibi olacaklarını da bilirlerdi. [16]

 

Muttakilerin Vasfı

 

Özellikle son ayet, ihtiyaç sahiplerinin hak ve vacip olarak mal sahiplerinden yar­dım almalanndaki güzel telkine dikkat çeker. Bu anlam değişik sûrelerde tekrarlanır. Mesela açıklaması yapılan İsra sûresinin 26. ayetinde şu zikredilir. "Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmasa da. İsraf ederek saçıp savurma." Rum sûresinin 38. aye­tinde de aynı ibareler bulunmaktadır. Bu ayetin indiriliş hikmeti, müslümanların nefis­lerinde yardım eyleminin anlamını güçlendirmeye yöneliktir. Ta ki zenginler, ihtiyaç sahibi sınıflara yardımlarında, bağışlarında bir minnet altına sokma ve böbürlenme yap­ma haklarının olmadığını kavrasınlar. Muhtaç olanlar da haklarını alırlarken, nefislerin­de bir utanma ve eziklik duymasınlar. Hadid sûresinin 7. ayetinde "Allah'a ve Rasulüne iman edin ve (O'nun) sizi hakim kıldığı, sizin yöneîimize verdiği şeylerden (Allah için) harcayın..." Nur sûresi 33. ayetinde ise "Allah'ın size verdiği malından onlara da ve­rin" denilmektedir. Her iki ayetin değişik örnekleri bulunmaktadır ve bunlar da farklı üsluplarla güzel telkinlerde bulunurlar. O telkin de şudur: İnsanların elinde bulunan her şey Allah'ın malıdır, onlar ona koruyucu kılınmışlardır. Ve yine ayette muttakilerin va­sıflarına dikkat çekilir. Mekke'deki mü'minlerden ilk neslin tutumu tanımlanır. Onlar özellikle geceleri Allah'a ibadetle geçirdiler, Allah ve Rasulü için hayatlarını verdiler, Allah'ın hikmetini, telkinlerini anladılar. İhtiyaç sahiplerine mallarını tasaduk ettiler, çünkü onları ihtiyaç halinde gördüler ve kendilerinin de vermesinin farz olduğunu bildiIer. İşle bu tabloda, kalplerinde şüphe duymayan iman ehlinin güzel görüntüleri vardır. [17]

 

20- Kesin İnanacaklar için yeryüzünde nice ibretler vardır.

21-  Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?

22-  İşte, göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, hiç tartışma­sız, o (va'dedilen) sizin (kendi aranızda) konuştuklarınız kadar, kuşkusu olmayan kesin bir gerçektir."

 

Ayetlerde Şu Noktalar Bulunmaktadır;

 

1- Yeryüzündeki sahne ve ayetlerin Allah'ın varlığı ve büyüklüğü için kesin deliller oluşturduğuna, Peygamberinin korktuğunun doğruluğuna, O'nun üzerindeki kudretine dinleyenlerin dikkatlerini çeker. Niyeti iyi olan, yakin ve hakkı bilmeyi isteyen için bu sahnelerin ikna etmeye yeterli olduğunu gösterir.

2- İnsanın bedensel ve akli oluşumuna, İnsanların rızık ve hayat nedenleri olan göğe aynı şekilde dikkatleri yöneltir.

3-  İnsanın oluşumu ile ilgili mükemmelliği idrak etmeyen, onun güzelliği ve üslup terkibi karşısında ibret almayan inkarcılara, hayrete düşüren bir soru yöneltilir.

4- İçerdiği büyük delil ve ayetlerle yerin ve göğün rabbine yeminle son bulur.

Ayetler mutlak bir yönlendirmeyi gösterse de, kendilerine okunan ve va'dolundukla- şeyin doğruluğu hakkında tartışan kafirlere yöneliktir. O, geçen ayetlerdeki bu durum ile konu ve şekil bakımından bağlantılıdır.

iki kıraat vardır. Biri ötüre ile, diğeri üstün ile. Eğer son harfi üstün okursak takdir olunan mahzur" için sıfat olur. Takdiri de şöyledir "Sizin konuştuğunuz gibi o gerçekten de haktır".[18]

 

24- İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi sana geldi mi?

25-  Hani, onun yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da "Selam" demişti. (Bu diyarda garib ve meçhul yada şüphe uyandıran) yabancı bir topluluk[19].

26-  Hemen {onlara) sezdirmeden ailesine gidip[20], çok geçmeden semiz bîr buzağı ile (geri) geldi.

27- Onu, önlerine yaklaştırdı. "Yemez misiniz?" dedi.

28-  (Yemediklerini görünce) onlardan içine bir tür korku düştü. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesi verdiler.

29- (Bunu duyan) karısı velveleye vererek'[21] geldi ve yüzü­ne vurarak: "kısır, yaşlı bir kadın (mı doğum yapacakmış?) dedi.

30-  Dediler ki: Öyle, (bunu) senin Rabbİn buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.

31-  (İbrahim) De ki: "Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?"

32-  Dediler ki: "Gerçek şu ki biz, mücrim (suçlu günahkâr) bir kavme gönderildik."

33-  "Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için."

34-  (Ki bu taşların herbiri) Rabb'imin katında ölçüyü taşı­ranlar İçin herkese ayrı ayrı) İşaretlenmiştir*4[22]'.

35- Orada mü'minSerden kim varsa çıkardık.

36-  Ne var ki, orada müslümanlardan olan bir evden baş­kasını da bulamadık.

37- Acı azabdan korkanlar için orada bir alamet' [23]bıraktık (Lut kavminin meskenlerinden insanların müşahede edece-ğî kalıntılar bıraktık.)

38-  Musa'da da (ibret alınacak şeyler vardır) Onu açık bir delille Fİravun'a göndermiştik.

39-  Fakat o, "Bütün (kişisel ve askeri) gücüyle yüz çevir-di[24] ve; "(Bu) Ya bir büyücü veya bir delidir" dedi.

40-  Biz de onu ve askerlerini yakaladık, onları denize[25] at­tık. (O boğulurken pişmanlıkla) kendi kendini kınıyordu[26].

41- Ad (kavmin) de de (ibret alınacak şeyler vardır). Onla­ra, köklerini kesen bir rüzgar[27] gönderdik.

42-  Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip çürümüş kemik gibi'[28] savuruyordu.

43-  Semud (kavmin)de de (ibret alınacak şeyler vardır). Onlara: "Bir süreye kadar safa sürün (bakalım)" denmişti. 43- Rab'lerinin buyruğuna başkaldırdılar, bu yüzden onlar bakıp dururlarken onları yıldırım yakaladı.

45- (Evlerinde çöküverdiler) ne kalkabildiler, ne de (bu du­ruma) engel olabildiler.

46-  Daha Önce de Nuh kavmini helak etmiştik. "Çünkü onlar da fasık bir toplum idiler."

 

Bu bölümde bazı Rasullerin risaletlerine, sözlerine, ümmetlerinin sonlarına işaret edilmektedir. Başka sûrelerde de indiriliş hikmetine uygun olarak bu tarz üslup benzer­likleri bulunmaktadır. Bu tarz ayet kümeleri genellikle kafirleri kınayan, inkârları nede­niyle Kur7ani üslup içinde tehdit eden ayetlerden sonra gelir. Dinleyenleri vazgeçirme­ye, nasihat almaya zorlamak için bazı kıssaların bölümleri hatırlatma ve nehyetmeyi sağlamak için tekrarlanır. Bu bölüm, geçen siyak ile bağlantılıdır. Başka bir açıklamaya ihtiyaç duymayacak şekilde cümleleri açıktır. Biz bu konuda fazla bir şey söylemek is­temiyoruz. Konuyla ilgili geçen yerlerde yeteri kadar açıklama yaptık. [29]

 

47- Göğü kuvvetîe bina ettik, biz genişlik (ve şümûllük) sa­hibiyiz.

48-  Yeri de biz döşeyİp-yaydık; ne güzel döşeyici olan­larız).

49-  Ve biz herşeyden iki (sınıf, nevi) çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.

50-  O halde Allah'a (gazabı gelmeden tevbe ile koşun) ka­çın. Ben size O'nun tarafından görevlendirilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

51-  Allah ile beraber başka tanrılar uydurmayın. Ben size O'nun tarafından görevlendirilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

 

İlk üç ayette; Allah'ın müşahede edilen kudretine, lutfuna dinleyenlerin dikkatleri çekilmek istenir.

1- Göğü yücelten, gücüyle bina eden O'dur.

2- Yeryüzünü yayan ve döşek haline getiren (yararlı kılan) O'dur.

3- Allah, melekutunda uygunluk ve benzerliği tamamlamak için herşeyden çift yara­tandır. O, geniş, kapsamlı kudret sahibidir. Yarattıkları şeylerin ilk olması ne de güzel­dir. İşte bütün bunlarda bir hatırlatma vardır ki, dinleyenleri Allah'ın azametine, yüceli­ğine, O'nu itiraf etmeye, düşünmeye çağırıyor.

Bu ayetleri takip eden başka iki ayet Peygamber'in diliyle haykırır: Çabuk davranın, Allah'a koşun. Gazabından, inkarcıların hakettikleri sondan kaçın. Allah ile birlikte baş­ka tanrılar edinmeyin, ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

Kıssa bölümünden sonra gelen bu ayetler, Peygamber'in diğer peygamberlerin gön­derildiği gibi gönderildiğini açıklar. Geçen ümmetlerden inkâr edenlerin sonlarım hatır­latır ve uyanda bulunur.

Nebevi hitap üslubu ile gelen bu ayetler, siyak ile görünürde uyumludur. Bunun benzeri Kur'an'da değişik örneklerle tekrarlanır. Bu, Kur'an belagatının üslublarından bir üslubtur denilebilir. [30]

 

52- İşte böyle, onlardan Önce de ne kadar elçi geldiyse mutlaka: "Büyücü ve deli" demişlerdir.

53-  Onlar bu sözü (tarih boyunca) birbirlerine tavsiye mi ettiler[31]'. Hayır, onlar 'azgın ve taşkın'  bir kavimdirler.

54- Onlardan yüz çevir, sen kınanacak değilsin.

55- Ama yine de sen hatırlat, çünkü hatırlatmak mü'minle-re fayda sağlar.

 

Ayetlerde Şu Noktalar Belirgindir:

 

1- Kafirlerin Peygambere "sihirbaz ve deli" sözlerine işaret eder. Bu yaptıklarını on­lardan öncekiler de her peygambere aynen yapmışlardır.

2- Öncekiler ve bir tek sözü sonrakilere tavsiye mi ettiler şeklinde taaccub eden bir soru gelir.

3- Buna tamamlayıcı bir açıklık getirilir. Onları bir tek söz söylemede birleştiren az­gın ve taşkın ahlakları ve kötü niyetleridir. Çünkü bir tek karakterden birtek görünüm çıkar.

4-  Peygambere onlardan yüz çevirmesi, nefsinde bir üzüntü taşımaması emredilir. Onların, inkarcı tavırlarından meydana geleceklerden o kmanmayacaktır. O'nun yapa­cağı son görev, vahyî olanı hatırlatmaya devam etmesidir. Hakkı, hidayeti, imanı iste­yen kimse için kuşkusuz yararlıdır bu.

Ayetlerin bir öncekilerle bağlantılı olduğu görülmekledir. Kafirler için çok kuvvetli bir kınamayı, Peygamber için sebat ve güven vermeyi içerir. Özellikle son ayet, sadık istekleri, iyi niyet sahibi mü'minleri över. İrşaddan ve hatırlatmadan faydalananlar on­lardır. Benzer vurgular önceden de tekrarlanmıştır.

İşte bunda ıslah ve irşad eden davetçiler için sürekli ve güzel bir telkin bulunmakta­dır. Onlara düşen, davetlerine-devam etmeleri ve insanların davetlerine icabet etmeme­lerinden küsmem el eridir. Çünkü davaları, selim niyetli, saf kalpli, iyi nefis sahibi kim­seler için etkili ve faydalıdır.

"Onlardan yüz çevir, sen kınanacak değilsin" ayeti, Peygamber (s)'e kafirlerden uzaklaşmasını emreder. Tabi bu onları korkutmaktan, davet etmekten vazgeçmek anla­mına gelmez. Ondan sonraki ayet bunu hatırlatmaya devam etmesini emreder. Bize gö­rünen o ki, bu ayetlerin, Rasul'e kafirlerin inatlarına ve yüz çevirmelerine aldırmaması emredilerek, yükü hafifletilip, kendisine teselli verildiği anlamı çıkarılmalıdır.

Bcğavi, Hazin ve Tabersi gibi müfessirler, ayet indikten sonra Peygamber'in sahabesinin üzüldüğünü, vahyin kesildiğini ve artık azabın geleceğini sandıklarını rivayet ederler. Ancak, Allah da ondan sonraki ayeti indirince nefisleri mutmain oldu. Bu du­rum da ayetlerin birbirinden ayrı olarak indirilmiş olmasını gerektirir. Oysa her iki ayet birbirine uymakta, önceki ve sonrakilerini tamamlamaktadır. Bu da bir defada indirildi­ğini göstermektedir. Onda üzülecek ve düşünecek bir durumun olmadığını da aynı za­manda belirtir. [32]

 

56-  Ben, cinleri de, insanları da yalnızca bana ibadet et­sinler diye yarattım.

57-  Ben, onlardan bir rızık İstemiyorum ve ben, onların beni doyurup beslemelerini de istemiyorum.

58-  Hiç şüphesiz, rızık veren, O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.

 

Ayetler, Allah'ın cinleri ve insanları yaratması ile kendisinin İlahlığmı itiraf etmele­rini ve sadece O'na ibadet etmelerini farz kıldığını belirtmektedir. Rabbimiz onlardan bir rızık ve herhangi bir meta da istemediğini belirtmektedir. Herşeydcn müstağni olan, güçlü, rızık veren, muktedir olan şüphesiz O'dur.

Ayetler, Allah'a davet yöntemlerinden biridir. Kur'an'ı dinleyen Arap müşrikleri, kendilerini yaratanın O olduğunu itiraf etmelerine rağmen O'nun yanında başka ilahları ortak koştukları, ya da O'nu inkar edip, yolundan saptıkları için korkunç bir kınamayı hakettikleri bir tablo ortaya çıkar. Allah onları O'na rızık vermeleri için yaratmadı. Bila­kis O'na ibadet etmeleri ve O'na şükretmeleri için yarattı. Hatırlatma üslublanndan biri olması nedeniyle bir önceki ayetlerle bağlantısı vardır. Geçen ayetlerin tamamlayıcı hal­kalarından bir halkadır. [33]

 

59- Muhakkak ki, bu zulmedenlerin de (geçmiş) arkadaşla­rının[34] nasibi gibi bir azab nasibi' [35]vardır. Şu halde (aza­bın gelmesinde) acele etmesinler.

60- Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!

 

Her iki ayet, sûre ayetlerini tamamlayıcı olarak, kafirler için güçlü bir uyarmayı içe­rir ve son olarak gelir. Sûrenin başlangıcına dönüş yapar: Geçen halkların kafirleri Al­lah'ın azabı ve belasından yeterli derecede nasiblerini aldılar. Araplardan da zulmeden, sapıtan, haddi aşan, küfre girenler de yeterli nasiplerini de alacaklardır. Azap onlara da kesinlikle gelecektir. Allah'ın acele etmesine gerek yoktur. Tehdit edildikleri o gün ge­lince de çok dehşetli olacaktır.

Korkutma geneldir. Dünya ya da ahiret veyahut her ikisinin birlikte azabıyla korkut­ma olabilir. Görünen o ki, ayetler kafirleri vazgeçirmek için korkutmayı hedeflemekte­dir. [36]

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/455.

[2] ez-Zâriyaî Toprağı savurup harekete geçiren rüzgardan kina­yedir. Kehf sûresi, 45. ayette bu anlam apaçıktır: "Onlara dünya hayatının misalini şöyle anlat: "Gökten bir su indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler), rüzgarın savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allah hcrşeyc kadirdir".

[3] el-Hâmilat vıkra Ağırlık, yük. Cümle, su taşıyan yağ­mur yüklü bulutlardan kinayedir.

[4] el-Câriyat yüsra Denizde kolaylıkla yürüyen gemiler.Yörüngelerinde giden yıldızlar. Kendi güzergâhında akıp giden rüzgarlar.

[5] el-Mukassimat cmra Allah'ın emirlerini uygulayanlar, melekler veya yeryüzüne yağmurları taksim eden bulutlar.

[6] ed-Din Ceza. Bu kelime, her nefsin kazandığının karşılığının he­sabını vereceği diriliş (ba's) gününden kinayedir.

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/456-457.

[8] Zâti1 l-hubuk Mükemmel ve güzel sanat sahibi, yollar sahi­bi, yıldızlar sahibi gibi değişik mânâlar verilir.

[9] İrtnekumlefi kavlin ntuhtelef Sizler, görüşlerinizde ve sözlerinizde ihtilafa düşüyorsunuz. Yani bir şey üzere değilsiniz.

[10] Yu'feku anhu men ufik Hak sözden uzaklaşılıyor. Yani, sözlerin içinde hak olanlarından vazgeçiyorlar. Onlar zan ve vehim sa­hipleridir.

[11] el-Harrâsun Hiçbir esas ve ilme dayanmaksızın zanneden ve vehme kapılanlar.

el-Harrâsun Hiçbir esas ve ilme dayanmaksızın zanneden ve vehme kapılanlar.

[12] Gamretin Kapsamlı cehalet.

[13] Yuftenun Sunulacaklar/yakılacaklar. Bu kelime bazen halırlat-ma anlamını içeren "fitnetüküm" lafzının karşılığı olarak kullanılmıştır. Şöy­le ki, kafirlerin önderleri halkı haktan yüz çevirtiyorlar ve hak çağrısından ge­risin geriye döndürüyorlar.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/458.

[15] Muhsinîn Sevapları elde eden ve iyi fiiller yapanlar.

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/459.

[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/459-460.

[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/460.

[19] Münkerun Bu ülkenin bilinmeyen garipleri. Şüpheyi tercih edenler.

[20] Râğe Meyletti, gizİice yöneldi.

[21] Fi Sarraf Çığlık. Korkunç bağırış. Müjdeli bir haber işitildi-ğindeki bağırma, çığlık atma. Çünkü o, kısır bir kocakarı olduğu halde hami­le kaldığını ve doğum yapacağının haberini almıştı.

[22] Musevveme İşaretlenmiş, damgalanmış.

[23] Ayet Alamet, iz. Burada, Lut kavminin durumuna şahit olunduğu üzere, yıkıntılardan geriye kalanlar, izler ve kalıntılar.

[24] Fetevellâ hi ruknih Kuvvetine dayanarak yüz çevirdi, dön­dü.

[25] el-Yem Deniz. Aslı sudur.

[26] Ve hüve midîm O kınamayı haketmiştir.

[27] er-Rih  el akim Hiçkimscyi sağ bırakmayan rüzgar.

[28] Ker-ramtm Çürümüş kemik gibi.

Ker-ramtm Çürümüş kemik gibi.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/463.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/464.

[31] Etevâsâv bih Bu sözü bir kısmı bir kısmına vasiyet etti mi?

[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/465-466.

[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/466.

[34] Bskabıthım Geçmiş milletlerden kafirlerin benzerleri.

[35] Zenuban Nasip. Asıl anlamı büyük kova ya da kırba'dır. Buradaki kullanımı, su taşıyıcılarının dolu dolu kovalan birbirlerine verdikleri, buradan da kova ya da kırba'nm adının hisse ve pay yerine geçtiği izlenimini veriyor.

 

[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/467.