Kısmet Günü Ve O Günde Kâfirlerin Hali
Takva Sahipleri Ve Kıyamet Günündeki Mükafatları
İnançları Hususunda Kafirlerle Yapılan Tartışma
Alimlerin icmaı
ile bu sûrenin tamamı Mekkidir. 49 ayettir. Bu sûre,
ölüm sonrası diriliş konusunu ve onunla ilgili hususları açıklamaktadır. Bundan
sonrada sûre içerisinde, kıyamet gününde kafirlerle mü'minlerin
vasıflan anlatılmaktadır. Cennetten, takva sahibi kimseler için orada
hazırlanmış olan ebedî nimetlerden uzun uzadıya bahsedilmiştir. Bilahare
müşriklere hitap edilerek onların fasid inançları
üzerinde tartışılmaktadır. Surenin nihayetinde peygambere yapılan bazı
nasihatlerle O'nun davetine inanan mü'minlere ve-rilcn öğütler anlatılmaktadır.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1-7- Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitab'a, mahmur
bir ev olan Kabe'ye, yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize #nd olsun ki, Rabbinin azabı hiç şüphesiz gelecektir.
8- Onu savacak yoktur.
9-12- Göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların yürüdükçe
yürüyeceği gün; işte o gün, daldıkları yerde eğlenip oyalanarak kıyameti
yalanlayanlara yazık olacak!
13-14- Cehennem ateşine İtildikçe itildikleri gün, onlara:
"İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur;
.
15-16- Bu bir büyü müdür, yoksa hâlâ görmez misiniz? Girin
oraya, sabretseniz de sabretmeseniz de artık birdir; ancak işlediklerinizin
karşılığım görüyorsunuz" denir. [2]
Tur kelimesi dağ
demektir. Bazıları, üzerinde bitki bulunan dağ manasına geldiğini
söylemişlerdir. Yahut, Musa (A.S.)'ın, üzerinde
Rabbine müracaat ettiği dağdır ki o da Tur-u Sina'dır. Düzenli ve satır satır
yazılmış kitap. Üzerine yazı yazılan ince deri. Menşur kelimesi ise yayılmış
demektir. Ziyaret edilen ev yani Kabe Su dolu deniz veya bomboş deniz
demektir. Bazıları işe bu. kelimenin ateş dolu olan deniz manasına geldiğini
söylemişlerdir. Hareket eden,gidip gelen ve sarsılan. Lügate göre bu kelime
suda yürümek manasını ifade eder. Bilahare bu kelime ekseriyetle batıla dalmak
manasında kullanılmıştır.Şiddetle ateşe itilirler.Oraya girin ve zorluklarını
çekin. [3]
Kutlu ve yüce olan Hak
Teâlâ Tûr'a; yayılmış ince deri üzerine satır satır
yazılan kitaba, Beyt-i Ma'mur'a,
yükseltilmiş tavana (göğe), kaynatılmış denize, yemin etti ki Rabbinin azabı
mutlaka vuku bulacaktır. Onu geri çevirecek bir kimse yoktur!
Ayet-i kerimeda geçen Tür kelimesi mutlak anlamda dağ mıdır, yoksa
Musa (A.S.)'ın, üzerinde Rabbine müııacaatta
bulunduğu dağ mıdır?! Bu kelime her iki- manayada
gelebilir. Ayet-i kerîmede geçen "Satır satır
yazılmış kitap" kelimes;nden
kast edilen nedir? Denildi ki: Bu; insanın işlediği amellerin içinde yazılı
bulunduğu kitaptır. Bu kitap kıyamet gününde kula, sağından yada solundan
verilir. "Kıyamet günü, Onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap
çıkarırız?[4] Bazı
kimseler ayet-i kerimede geçen kitaptan, Tevrat'ın, Kur'an'ın
veya Levh-i mahfuzun kastedildiğini söylemişlerdir.
Bu kavillerden birini
muayyen olarak belirlemek doğru olmaz, Ayet-i kerimede geçen "Satır satır yazılı kitap", düzenli ve tertipli olarak
herkesin okuması için yayılmış ve serilmiş bir deri üzerine yazılan yazıdan boşka birşey değildir. Yine
ayet-i kerimede Cenab-ı Allah Beyti Ma'mur'a yemin etmiştir ki, oda her sene hacılar tarafından
şenlendirilen Allah'ın kutsal evi olan Kabe'dir. Ekinsiz, susuz ve kurak bir
yerde bulunduğu halde senenin her gününde etrafında kendisini tavaf eden kimselerle
şenlendirilmektedir. Bunun yanısıra müslümanların çoğunun gönlü ortaya meyletmektedir.
Yine ayet-i kerimede,
yükseltilmiş tavana yemin edilmekte ki o da, görüldüğü gibi, direksiz olarak
üzerimizde duran sema'dır. Ayrıca ateş dolu veya su dolu denize yemin
edilmiştir. Cenab-ı Allah bütün bu saydığımız şeylere
yemin ederek, azabının mutlaka vuku bulacağını ifade buyurmuştur. Bu azabı geri
çevirecek bir kimse yoktur.
Adamın biri çıkipta şöyle diyebilir: Ayeti kerimede muhtelif şeyler zik-, redilerek üzerlerine yemin
edilmesindeki gaye nedir? Buna cevaben denilir ki: Bütün bu şeyler ilahi
kudretin delilleridirler. Bununla birlikte bu yeminler ile hesap gününe
işarette bulunulmaktadır. Bugünün peşisıra vuku
bulacak sevap veya ikap anlatılmaktadır. Ayet-i
kerimede bahsi geçen Tur kelimesi Musa (A.S.)'m Rabbine münacatta bulunduğu
yerdir. Kitaptan kasıtta, insanların sevap ve ikaplannm
içinde anlatıldığı amel defteridir. Beyt-i Haram İse
takdis ve icla! mahallidir. Meleklerle Peygamberlerin
tavaf yeridir. İnsanlar orada hasrı andıran bir topluluk meydana getirerek
tavafta bulunurlar. Yine ayet-i kerime semaya ve denizlere yemin edilmiştirki bütün bunlar da ilahî azametin
görüntüleridirler. Ölüm sonrası dirilişin mümkün olduğuna delalet eden
delillerdirler. Kelamindaki sırlan en iyi bilen,
elbetteki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır.
Senin Rabbinin azabı
mutlaka vuku bulacaktır. Onu geri çevirecek bir kimse yoktur. O gün gök tam bir
sarsıntı geçirecek, yer depremle titreşecek, dağlar akıp gidecek, darmadağın
olacaktır. İşte o gün kıyamet günüdür. Peygamberleri yalanlayıp ahireti inkâr edenlerin o gün vay haline! Onlar batıla acaip bir şekilde İtilmekte ve yalanlarla eğlenmektedirler.
O gün cehenneme itileceklerdir. Kendilerine şöyle denilecektir: Yalanlamakta
olduğunuz ateş işte budur. Bu bir büyü müdür? Siz peygambere böyle diyordunuz.
Sizler yoksa bu hakikatleri görmüyor muydunuz?! Cehenneme girin. Onun
sıcaklığını içinize çekin. Buna day nsamzda dayanmasanızda bu mutlaka
böyle olacaktır. Sonuç değişmeyecektir. Sizler ancak yaptıklarınızın cezasını
çekmektesiniz. Bunda şüphe yoktur. [5]
17-18- Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, .şüphesiz,
cennetlerde ve Rab-lerinin kendilerine verdikleriyle
zevk duyarak nimetler içindedirler. Rableri onları cehennem azabından
korumuştur.
19-20- Onlara şöyle denir: "İşlediklerinizden ötürü,
dizi dizi tahtlara yaslanarak afiyetle yiyin
için." Onlara, ceylan gözlü eşler veririz.
21- inanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere
soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes
kazancına bağlıdır.
22- Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.
23- Orada kadeh tokuştururlar; fakat bunda ne bir
saçmalama, ne de . bîr güiızha girme vardır.
24- Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında
dolaşırlar.
25- Birbirlerine dönüp soruşurlar:
26-28- "Doğrusu bundan önce ailemizin
yanında bile korku içindeydik; Allah lütefedip bizi
kavurucu azabdan korudu; doğrusu bundan önce de Ona yalvanyorduk; şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır"
derler. [6]
Çok meyve sahipleri.
Bir kıraate göre bu kelime şeklinde okunmuştur. Böyle olunca mana, hoş gö'rülü kimseler şeklinde olur.kelimesi şımarıklık ve
taşkınlık mânâlannada gelir.Afiyetle yeyip içme.Tek
saf oluşturacak şekilde birbirine bitişik nizamda bulunan. Havrâ' kelimesinin
çoğulu olup beyaz kadın demektir, lyn kelimesi de
Ayna'nın çoğulu olup iri ve geniş gözfü kadın
demektir. Rehine. Onları eksilttik. Yanlarındaki nimetleri uzun süre devam
ettirerek arttırdık.Kâseyi biribirlerinden alarak
aralarında dolaştırırlar. Ke's kelimesi, dolu şarap
kupası demektir. Lağv kelimesi yararsız şey
demektir. Te'sim ise isim kökünden alınmış olup
Allah'ı gazaplandırma mânâsım ifade eder.Sedefinde
saklı.Allah'ın azabından korkanlar.Bu kelime, ateşin adlarından biridir. Setnûm kelimesi sıcak rüzgar mânâsına gelir. [7]
Ölüm sonrası
dirilişten ve onun mutlaka vuku bulacağından, inkarcıların karşılaşacağı durumlardan
özetle söz edildikten sonra bu ayet-i kerimelerde de mü'mînlerin
durumlarından ve kıyamet ^II..ünde görecekleri müka-faatlardan söz edilmeye başlanmıştır. Kur'an-ı
Kerimin korkutma ve imrendirmedeki' üslubu işte böyledir. [8]
Allah'a, Meleklerine,
Kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe sahih
ve kâmil bir imanla,
aynı zamanda amel-i salih İle inanan takva sahibi kimseler
büyük cennetlerde, daimi nimetlerde ve büyük bir lütuf içersindedİrler.
Allah'ın hoşnutluğu herşeyden büyüktür. Onlar
Rablerinin kendilerine İhsan ettiği bol lütuf içersinde çeşitli meyvelerle
lezzet bularak ebedî cennetlerde yaşayacaklardır. Rableri onları Cehennem
azabından korumuştur. İkram olsun diye onlara; Dünyada iken işlediğiniz salih ameller dolayısıyla afiyetle yeyip için,
denilecektir.
Takva sahibi kimseler
sıra sıra dizili divanlar üzerine kurulmuş olan yastıklara
dayanarak cennetlerde yaşarlar. Onlara iri ve geniş gözlü, beyaz tenli hurileri
eş olarak verdik. O kadınlar sedefleri içinde saklı inciler gibidirler. Onlar
ki İnandılar. Zürriyetleri de imanda kendilerine tabi oldular. Onlar her ne
kadar atalarının derecesinde olmasalarda derece
bakımından zürriyetleri-ııide kendilerine katarak
beraberlerinde cennete sokmuşuzdur. Onların amellerinden hiçbir şeyi
eksiltmedik. Bu, Allah'ın onlara bir lütfü ve nimeti'dir.
İbn-i Abbas (R.A.)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Amel bakımından kendisinden
geride olsalar dahi, Cenab-ı Allah, mü'minin zürriyetini cennette kendisi ile birlikte derece
itibari ile yükseltir ki onlarla gözü aydın olsun.
İbn-i Abbas böyle dedikten
sonra yukarıdaki ayet-i kerimeyi okudu. "Her nefis Allah katında kendi
ameline karşılık bir rehinedir." Hayır İşlemişse hayır görecek, şer
işlemişse şer görecektir. İşlenen ameller borç mertebesindedir. Kulun nefsi de
rehine durumundadır. İşlediği amel Allah katında makbul ise o kişi sanki
borcunu ödeyip rehni çözen biri gibi olur. Ama böyle
değilse rehine kalmakta devam eder. "Her can, kazandığı ile (Allah
katında) rehin alınmıştır. Yalnız sağın adamları (kitapları sağdan verilenler)
hariç."[9] Bu ayet-i kerimenin buraya
konulusu, mü'minlerin esaretlerini çözdüğüne, mü'min olmayanlarında kötü amelleri dolayısıyla esir
kalmakta devam ettiklerine işaret içindir. Mü'minlerin
zürriyetlerininde iman derecesi bakımından
kendilerine katılması, kendilerinin amellerinden birşeyi
eksiltmeyecektir.
Onların canlarının
istediği meyveler ve etleri bol bol vermişizdir.
Kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri zaman zaman,
miktar miktar artürmjşız-dır.
Öyle ki onlar şarap kâselerini kendi aralarında elden ele alıp vererek dolaştırırlar.
Dünyadaki şarap meclislerinde yapılan zevku sefaları
orada da yaşarlar. Ama bu zevku sefa esnasında
faydasız sözler sarfetmez ve laubalilik yapmaz, günah
işlemezler. "(Bir içki ki) Onda ne sersemletme var, ne de onunla sarhoş
olurlar."[10] Nimetler içerisinde yaşiyarak, onlara hükümdar hizmetçilerini andıran,
beyazlık ve ten safiyeti bakımından sedef içerisindeki inci gibi olan
cennetteki delikanlılar şarap kaselerini onların etrafında dolaştırırlar.
Bunlar cennette biribirleriyle sohbet edip
evveliyatlarından bahseder ve şöyle derler: Daha önce biz, ailemiz içinde iken
Allah'ın azabından korkardık. Bu kıyamet gününün şiddetli hallerinden ürkerdik.
Ama Cenab-ı Allah bize lütufta bulundu. Bizlere
hidayet bahşetti. Salih amel işlemeye bizleri muvaffak kıldı ve ateş
azabından, fazl-ı ile bizleri korudu, çünkü bizler
sadece O'na dua eder, yalnızca O'na ibadet eder ve hiçbir şeyi O'na ortak
koşmazdık. Şüphesiz O, çok iyilikte bulunan ve esirgeyendir. İhsan sahibi olup
cömert ve lü-tufkârdır.
Lütfü herkese şamildir. O münezzeh ve yücedir.
[11]
29- Ey Muhammedi öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne
kahinsin ' ne de delisin.
30- Yoksa senin İçin şöyle mi derler: "Şairdir,
zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz."
31- De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber
gözlemekteyim,"
32- Bunu onlara akılları mı buyuruyor? Yoksa onlar azgın
bir millet midirler?
33- Yahut: "Onu kendi uydurdu" diyorlar öyle
mi? Hayır; inanmıyorlar.
34- Eğer iddialarında samimi İseler Kur'an'm
benzeri bir söz meydana getirsinler.
35- Onlar, yaratan olmaksızın mı yaratıldılar yoksa
yaratanlar kendileri midir?
36- Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır;
Allah'a kesin olarak inanmıyorlar.'
37- Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?
Yoksa onlar mı işe hakimdirler?
38- Yoksa, üzerine çıkıp vahiy dinledikleri bir
merdivenleri mi var? Öyleyse, dinleyenleri açık bir delil getirsin.
39- Demek kızlar Allah'ın, oğullar sizin öyle mi?
40- Ey Muhammedi Yohut sen
onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
41- Veya, görülmeyeni bilmek kendilerine aiıür de, onlar mı yazıyorlar?
42- Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama o tuzağa
yakalanacak olanlar inkar edenlerdir.
43- Yoksa Allah'tan başka.bir tanrıları mı vardır? Allah,
onların ortak koşmalarından münezzehtir.
44- Gökten azab olarak düşen
bir parça görseler: "Bulut kümesidir" derler.
45- Ey Muhammedi Çarpılacakları güne erişmelerine kadar
onları bırak.
46- Ogün, düzenlen kendilerine bir fayda vermez; yardım
da görmezler.
47- Zulmedenlere, şüphesiz, bundan başka da azab vardır; fakat onların çoğu bilmezler.
48- Ey Muhammedi Rabinin hükmü
yerine gelinceye kadar sabret; doğrusu sen, Bizim nezaretimiz altındasın; kalkarken
Rabbini överek teşbih et;
49- Geceleyin ve yıldızlar kaybolurken de O'nu teşbih et. [12]
Geçmişte kalan gizli
işleri, vahiy almadan hab^r veren kimsedir. Arraf ise gelecekle ilgili işleri haber verendir. Bunlar bu
haberleri veiir-lerken
cinlerden yardım alırlardı. Bekliyoruz.
Rayb kelimesi,şüphe mânâsını ifade eder. Olaylar mânâsında
da kullanılmıştır. Me-nûn
kelimesi ise zaman mânâsına gelir. Çünkü bu, eceli ve müddeti keser.Hilm kelimesinin çoğulu olup akıl mânâsına gelir. İnatları
nedeni ile haddi aşan zalimler. Kendi yanından uydurup iftirada bulundu.Galipler.Kuvvetli
hüccet. Merdiven.Kişinin kendisine borç olmayan birşeyi
üstlenmesine garamet denir.Kisfet
kelimesinin çoğulu olup bir şeyin parçası demektir.Bizim gözetimimiz ve
himayemiz ile. üşt üste yığılan. Gecenin sonunda
sabah aydınlığının zuhuru ile yıldızların kayboldukları zaman.[13]
İnsanlardan bazı kimseler
vardır ki, aileleri içinde iken Allah'ın azabından korkarlar. İşte hatırlatma
bunlara fayda verir. Peygamber de, Allah'ın tehdidinden korkan kimselere Kur'aniie öğüt vermek ve uyanda bulunmakla emroiunmuştur.
Ey Muhammedi Durum
böyle olduğuna göre sen insanlara hatırlatmada bulun. Sensadece
bir hatırlatıcısın. Elçi olarak gönderilen bir Peygambersin. Vahye dayanmadan
laf uydurup haber veren bir kâhin değilsin. Ne dediğini bilmeyen deli de
değilsin.
Bu ifadelerle,
inkarcıların Peygamber (S.A.V.) hakkında söyledikleri sözler reddedilmekte,
O'nun kahin yada deli olduğuna dair inançlarını iptal etmektedir. Nitekim Ukbe bin Ebî Muayt
ile Şeybe bin Rebİa O'nun
hakkında bu gibi sözler ortaya atmışlarc"-. Yani
ey Muhammed! Allah'ın sana bahşettiği ni-mcllcri dolayısıyla sen bir kâhin ve deli değilsin. Allah'a
hamd olsun ve nimetlerine şükrolsun
ki sen peygamberliği gerçek olan, aklı ağır basan, man-tik'ı kusursuz olan bir şahsiyetsin. "Yoksa şair mi
diyorlar?" Yoksa onlar Hz. Muhammed'in, zamanın
felaketlerine çarpılmasını bekledikleri bir şair olduğunu mu söylüyorlar? Onlar
Hz. Muhammed ile O'nun davetinin etkisi konusunu
konuşup tartışmak üzere bir araya gelir, çeşitli fikirler ortaya atar, sonrada
meclisleri, çoğunlukla Hz. Muhammed'in şair bir kişi
olduğu hususunda karara vararak dağılırdı ve şöyle derlerdi: Züheyr, Nabiğa ve diğerleri-nin-helâk oluşu gibi Muhammed'in de helak olmasını bekleyip
sabretmek bizler için daha faydalı ve hayırlı olacaktır!... Ey Muhammed onlara
de ki: Bekleyin bakalım. Şüphesiz bende sizlerle beraber bekleyenlerdenim.
Sizin helak olmanızı ve benim davetiminde başarıya
ulaşmasını bekleyeceğim.
Şaşıyorum şu
inkarcılara! Bu çelişkili sözleri söylemelerini onlara akılları mı emrediyor?!
Ki bazen O'nun kâhin, bazen deli, bazen de şair olduğunu söylüyorlar! Bu ne
demek oluyor? Bir adam hem şair hem kâhin hem de deli olabilir mi?!
Yoksa onlar haddi aşan
bir kavim midirler? Evet onlar, basiretleri sa-ptkltkla körefen bir kavimdirler.
Körü körüne taklit ve mat onları doğru yoldan saptırmış olup kalplerini miihürlemiş, gözlerine perde çekmiş, kulaklarını sağirlaştirmıştir. Artık onları kim doğru yola getirir? Yoksa
onlar Muhammed (A.S.)'ın, Kur'an'ı
kendi yanından uydurup iftira ettiğini mi söylüyorlar?! Hayır onlar hiçbir
halde iman etmeyen kimselerdirler. Bu nasıl olur? Muhammed İçinizden bir adam
değil midir? Aranızda doğup büyümemiş midir. Toplumumuz içersinde yetişmemişmidir. Bu muciz olan Kur'an'ı kendi kafasından uydurmasını akıl kabul eder mi?
Eğer bu söyledikleriniz doğru ise O'nun söyledikleri sözlerin yani Kur'an'ın bir benzerini ortaya koyun da görelim. "Yok
eğer yapamadınızsa, ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar
olan, inkarcılar için hazırlanmış ateşten saknın."[14] Tevhid, risalet ve öîüoı sonrası dtrüiş konusunda Resuhıiiah Muhammed'i nasıl yalanlarsınız? Halbuki kainat,
bu işin gerçekliğine tanıklık eden adil bir şahittir. Sizler yaratılmadınız
mı? Yoksa sizler, hiçbir şey olmadan yani bir yaratıcı olmadan mı
yaratıldınız? Yoksa yaratan sizler misiniz? Kendi nefsinizi sizler yarattınızda onun için mi yaratıcı olan Allah'a ibadet
etmiyor, elçisini doğrulamıyor, ölümünüzden sonra sizi ikinci kez diriltmesini
uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz?
Yoksa onlar gökleri ve
yeri mi yarattılar?! Hayır onlar yakînen inanmazlar!
Onlar risaleti nasıl inkâr ederler. Halbuki risalet, Allah elçisi Muham-med'e, kendisini yaratan Rabbi katından gelmİştir.Rabbi
ise, yaratıklarını en İyi bilendir. O bu kainatta tasarrufta bulunandır.
Yargısını reddedecek, hükmünü aksatacak hiçbir kimse yoktur! Yoksa onların
yanında rahmetinin ve rızkının hazineleri mi vardır ki dilediklerine rızik versinler ve şöyle desinler: Bu Kur'an
Mekke,ve Taif gibi İki kasabadan büyük bir şahsiyetin
üzerine inmeli değil miydi?
Yoksa onlar mutlak
gücün sahibi, galip Rabler midirler? Hayır ne Öyle nede böyle... Zengin olan
yalnız Allah'tır. Yanında göklerle yerin anahtarları vardır. O herşeye muktedir ve galip olandır. O, Peygamberliğini
nereye koyacağını en iyi bilendir.Kâinatın sırlarını ve nizamını onlara
öğreten kimdir? Yoksa onların bir merdiveni mi vardır ki ona basıp göklere
yükseliyor ve orada bu haberleri işitiyorlar? Eğer bu söyledikleri doğru ise
bu haberleri dinlediğini söyleyenler, söylediği sözlerin doğruluğunu isbatlayan kuvvetli ve açık deliller getirsin! Hayret size!
Kızları Allah'a oğlanları da kendinize mî ait kılıyorsunuz. Yoksa kızlar O'na
mı aittir? Sizler, meleklerin Allah'ın kızları olduklarını söylüyorsunuz.
Oğlanları da kendinize ait kılıyorsunuz. Bununla beraber şu inkarcı ve
cahillerden birine, kız çocuğunun doğduğu müjdelen-diğinde
yüzü kapkara kesilip öfkeyle yutkunmaya başlar. Kendi nefsi için hoşlanmadığı
bir şeye Cenab-ı Allah nasıl rıza nazarı ile bakar?
Şaşıyorum şunlara.
Senin peygamberliğini nasıl yalanlıyorlar ve şeriati-ne
tabi olmuyorlar! Halbuki senin doğru olduğuna tanıklık eden birçok deliller ve
şahitler mevcuttur. Yoksa sen bu peygamberlik görevine karşılık, onlardan bir
ücret mi istiyorsun da onlar bu ağır yükümlülüğün altına girmiyorlar ve
peygamberliğini inkâr ediyorlar?! Yoksa onların yanında gaybm
ilmi (levh-i mahfuz) mı vardır ki ona kendi
bildiklerini yazıyorlar ve bu yazdıklarını da insanlara haber veriyorlar?
Onların bu batıl davalarının doğruluğuna delalet eden hiçbir delil yoktur.
Zaten bunu akıl da kabul etmez. Yoksa onlar işi daha da ileriye götürerek sana
ve senin şeriatine karşı tuzak mı kurmak istiyorlar?
Küfredenler var ya, işte onlar tuzağa düşenlerin ta
kendileridirler. Kötü tuzak onların üzerlerine inecek vebali onlara dönecektir.
Ve döndü de. Yoksa Allah'tan başka, kendilerini koruyup gözeten ve bu uydurma
şeyleri dikte ettiren bir tanrıları mı vardır? Allah noksanlıklardan münezzeh
olup onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
İşte bu gibi
kimselerle, Kur'an-ı Kerim makul bir şekilde
münakaşada bulunmuş ve kendilerine karşı hüccetler ileri sürerek onları
burhanlarla sus-turmuştur. Bununla beraber onlar yine
iman etmezler. Kendilerini azaplan-dırmak için gökten büyük bir parçanın kopup üzerlerine
düşmekte olduğunu görseler, aşırı derecedeki taşkınlık ve inatlarından ötürü;
Bu üst üste yığılmış bir bulut kütlesîdir, bize hayır ve bereket yağdırmak
için gelmektedir,
derler. Onun,
kendilerini azapİandirmak için üzerlerine düşmekte
olan bir gök kütlesi olduğunu doğruIamazIar. Aldanan
ve mağrur olan insan işte böyledir.
Durum böyle olup
delillerle susturuldukları halde onlar inat etmekte ve batıl deliller ileri
sürerek mücadelelerine devam etmekte olduklarına göre sen artık onları kendi
hallerine bırak. Onlara aldırış etme, durumları seni ilgilendirmesin. Bu
hallerini devam ettirerek kendileri için vadolunan
güne kavuşsunlar. O günde mal ve evlat, kişiye fayda temin etmez. O gün,
yıldırımların, şiddetli hallerin, musibetlerin günüdür. Tuzakları ve düzenleri
o gün kendilerine hiçbir fayda sağlamaz! Kendi nefislerine ve de başkalarına
yazık eden bu kimseler İçin cehennem azabından ayrı olarak, dünyada da
görecekleri bir azap vardır. Bu azabı kendilerinden hafifletecek, veya
kendilerine teselli verecek, gönüllerine su serpecek, yahut mü'minler
gibi azimlerini güçlendirecek bîr kimse yoktun Zira dünyada musibetlerle
karşılaşan mü'minler için teselli, sabır ve hüsn-ü mükâfat vardır. Yüce Rabbin hoşnutluğu vardır ki,
bütün bunlar biz mü'minlere isabet eden musibetlerin
acısını hafifletir. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar.
Buraya kadar,
Peygamber (S.A.V.) efendimeze karşı inatkâr ve taşkın, bir tutum sergileyip delillere kulak
vermeyen inatçı kâfirlerin durumu anlatıldı. Onlar taşkınlıklarında ve
azgınlıklarında devam edip kuvvetlerine ve dünyalıklarına aldandılar. Sana
gelince ey şerefli Peygamber! Sen Rabbİnin öğüdüne
kulak ver. Bu öğütlerle amel edenlerin en hayırlısı sensin. Rabbinih
hükmüne karşı sabırlı ol. Onun verdiği her hüküm, takdir ettiği her iş hayır
ve rahmettir. Her ne kadar bunlarda elem ve yorgunluk ile zahmet varsa da
bunlar sizin için hayırlıdır. Ey peygamber! Sen Rabbinin koruması, inayeti ve
gözetimi altındasın, Allah seni İnsanlardan koruyacak seni Lc'yid
edecek, şerefli nefsinin kast ettiği hedefe seni ulaştıracaktır. Sen Rabbinin
hükmüne razı ol. Herhangi bir iş yapacağın zaman Rabbinİ
teşbih et. Geceleyin İnsanların istira-hate çekilip uyudukları, sadece Hay ve kayyüm
olan, uyku ve ımızganmaya maruz kalmayan Allah'ın baki kaldığı esnada sen
Rabbini teşbih ve tenzih et. Fecirden az önce sabah aydınlığı dolayısıyla
yıldızların kaybolup gizlendikleri esnada Rabbini teşbih et. Çünkü o esnada
insan nefsi, kederlerinden 'arınarak dinçleşip zindeleşir.
Allah'ım! Kur'an öğütlerine uyarak Peygamberlerin önderi ve Resullerin
sonuncusu olan Hz.Muhammed'in siretini
takip ederek senin dinini neşretmek ve salih amele,
davetin istikrar bulması için çalışan herkesi muvaffak eyle! [15]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/53.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33-54.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/54.
[4] İsra süresi: 13.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/54-56.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/56-57.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57.
[9] Müddessir sûresi: 38-39.
[10] Saffat sûresi: 47.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57-59.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/59-61.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/61.
[14] Bakara sûresi: 24.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/61-64.