TÛR SÛRESİ 2

Kısmet Günü Ve O Günde Kâfirlerin Hali 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Takva Sahipleri Ve Kıyamet Günündeki Mükafatları 3

Bazı Kelimeler: 3

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 3

Açıklama: 3

İnançları Hususunda Kafirlerle Yapılan Tartışma. 4

Bazı kelimeler: 4

Açıklama: 5


TÛR SÛRESİ

 

Alimlerin icmaı ile bu sûrenin tamamı Mekkidir. 49 ayettir. Bu sûre, ölüm sonrası diriliş konusunu ve onunla ilgili hususları açıklamaktadır. Bundan sonrada sûre içerisinde, kıyamet gününde kafirlerle mü'minlerin vasıflan an­latılmaktadır. Cennetten, takva sahibi kimseler için orada hazırlanmış olan ebedî nimetlerden uzun uzadıya bahsedilmiştir. Bilahare müşriklere hitap edi­lerek onların fasid inançları üzerinde tartışılmaktadır. Surenin nihayetinde peygambere yapılan bazı nasihatlerle O'nun davetine inanan mü'minlere ve-rilcn öğütler anlatılmaktadır.[1]

 

Kısmet Günü Ve O Günde Kâfirlerin Hali

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1-7- Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitab'a, mah­mur bir ev olan Kabe'ye, yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize #nd olsun ki, Rabbinin azabı hiç şüphesiz gelecektir.

8- Onu savacak yoktur.

9-12- Göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların yürüdükçe yürüyeceği gün; işte o gün, daldıkları yerde eğlenip oyalanarak kıyameti yalanlayanlara yazık olacak!

13-14- Cehennem ateşine İtildikçe itildikleri gün, onlara: "İşte yalan­layıp durduğunuz ateş budur;   .

15-16- Bu bir büyü müdür, yoksa hâlâ görmez misiniz? Girin oraya, sabretseniz de sabretmeseniz de artık birdir; ancak işlediklerinizin karşılığım görüyorsunuz" denir. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tur kelimesi dağ demektir. Bazıları, üzerinde bitki bulunan dağ manasına geldiğini söylemişlerdir. Yahut, Musa (A.S.)'ın, üzerinde Rabbine müracaat ettiği dağdır ki o da Tur-u Sina'dır. Düzenli ve sa­tır satır yazılmış kitap. Üzerine yazı yazılan ince deri. Menşur kelimesi ise yayılmış demektir. Ziyaret edilen ev ya­ni Kabe Su dolu deniz veya bomboş deniz demektir. Bazıları işe bu. kelimenin ateş dolu olan deniz manasına geldiğini söylemişlerdir. Hareket eden,gidip gelen ve sarsılan. Lügate göre bu kelime suda yürümek manasını ifade eder. Bilahare bu kelime ekseriyetle batıla dalmak manasında kullanılmıştır.Şiddetle ateşe itilirler.Oraya girin ve zorluklarını çekin. [3]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce olan Hak Teâlâ Tûr'a; yayılmış ince deri üzerine satır sa­tır yazılan kitaba, Beyt-i Ma'mur'a, yükseltilmiş tavana (göğe), kaynatılmış denize, yemin etti ki Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Onu geri çevi­recek bir kimse yoktur!

Ayet-i kerimeda geçen Tür kelimesi mutlak anlamda dağ mıdır, yoksa Musa (A.S.)'ın, üzerinde Rabbine müııacaatta bulunduğu dağ mıdır?! Bu ke­lime her iki- manayada gelebilir. Ayet-i kerîmede geçen "Satır satır yazılmış kitap" kelimes;nden kast edilen nedir? Denildi ki: Bu; insanın işlediği amel­lerin içinde yazılı bulunduğu kitaptır. Bu kitap kıyamet gününde kula, sağın­dan yada solundan verilir. "Kıyamet günü, Onun için, açılmış olarak bula­cağı bir kitap çıkarırız?[4] Bazı kimseler ayet-i kerimede geçen kitaptan, Tev­rat'ın, Kur'an'ın veya Levh-i mahfuzun kastedildiğini söylemişlerdir.

Bu kavillerden birini muayyen olarak belirlemek doğru olmaz, Ayet-i ke­rimede geçen "Satır satır yazılı kitap", düzenli ve tertipli olarak herkesin oku­ması için yayılmış ve serilmiş bir deri üzerine yazılan yazıdan boşka birşey değildir. Yine ayet-i kerimede Cenab-ı Allah Beyti Ma'mur'a yemin etmiştir ki, oda her sene hacılar tarafından şenlendirilen Allah'ın kutsal evi olan Ka­be'dir. Ekinsiz, susuz ve kurak bir yerde bulunduğu halde senenin her gü­nünde etrafında kendisini tavaf eden kimselerle şenlendirilmektedir. Bunun yanısıra müslümanların çoğunun gönlü ortaya meyletmektedir.

Yine ayet-i kerimede, yükseltilmiş tavana yemin edilmekte ki o da, gö­rüldüğü gibi, direksiz olarak üzerimizde duran sema'dır. Ayrıca ateş dolu veya su dolu denize yemin edilmiştir. Cenab-ı Allah bütün bu saydığımız şeylere yemin ederek, azabının mutlaka vuku bulacağını ifade buyurmuştur. Bu azabı geri çevirecek bir kimse yoktur.

Adamın biri çıkipta şöyle diyebilir: Ayeti kerimede muhtelif şeyler zik-, redilerek üzerlerine yemin edilmesindeki gaye nedir? Buna cevaben denilir ki: Bütün bu şeyler ilahi kudretin delilleridirler. Bununla birlikte bu yeminler ile hesap gününe işarette bulunulmaktadır. Bugünün peşisıra vuku bulacak se­vap veya ikap anlatılmaktadır. Ayet-i kerimede bahsi geçen Tur kelimesi Mu­sa (A.S.)'m Rabbine münacatta bulunduğu yerdir. Kitaptan kasıtta, insanla­rın sevap ve ikaplannm içinde anlatıldığı amel defteridir. Beyt-i Haram İse takdis ve icla! mahallidir. Meleklerle Peygamberlerin tavaf yeridir. İnsanlar orada hasrı andıran bir topluluk meydana getirerek tavafta bulunurlar. Yine ayet-i kerime semaya ve denizlere yemin edilmiştirki bütün bunlar da ilahî azametin görüntüleridirler. Ölüm sonrası dirilişin mümkün olduğuna delalet eden delillerdirler. Kelamindaki sırlan en iyi bilen, elbetteki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır.

Senin Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Onu geri çevirecek bir kimse yoktur. O gün gök tam bir sarsıntı geçirecek, yer depremle titreşecek, dağlar akıp gidecek, darmadağın olacaktır. İşte o gün kıyamet günüdür. Pey­gamberleri yalanlayıp ahireti inkâr edenlerin o gün vay haline! Onlar batıla acaip bir şekilde İtilmekte ve yalanlarla eğlenmektedirler. O gün cehenneme itileceklerdir. Kendilerine şöyle denilecektir: Yalanlamakta olduğunuz ateş işte budur. Bu bir büyü müdür? Siz peygambere böyle diyordunuz. Sizler yoksa bu hakikatleri görmüyor muydunuz?! Cehenneme girin. Onun sıcaklığını içi­nize çekin. Buna day nsamzda dayanmasanızda bu mutlaka böyle olacaktır. Sonuç değişmeyecektir. Sizler ancak yaptıklarınızın cezasını çekmektesiniz. Bunda şüphe yoktur. [5]

 

Takva Sahipleri Ve Kıyamet Günündeki Mükafatları

 

17-18- Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, .şüphesiz, cennetlerde ve Rab-lerinin kendilerine verdikleriyle zevk duyarak nimetler içindedirler. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.

19-20- Onlara şöyle denir: "İşlediklerinizden ötürü, dizi dizi tahtlara yaslanarak afiyetle yiyin için." Onlara, ceylan gözlü eşler veririz.

21- inanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağ­lıdır.

22- Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.

23- Orada kadeh tokuştururlar; fakat bunda ne bir saçmalama, ne de . bîr güiızha girme vardır.

24- Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.

25- Birbirlerine dönüp soruşurlar:

26-28- "Doğrusu bundan önce ailemizin yanında bile korku içindey­dik; Allah lütefedip bizi kavurucu azabdan korudu; doğrusu bundan önce de Ona yalvanyorduk; şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır" derler. [6]

 

Bazı Kelimeler:

 

Çok meyve sahipleri. Bir kıraate göre bu kelime şek­linde okunmuştur. Böyle olunca mana, hoş gö'rülü kimseler şeklinde olur.kelimesi şımarıklık ve taşkınlık mânâlannada gelir.Afiyet­le yeyip içme.Tek saf oluşturacak şekilde birbirine bitişik nizamda bulunan. Havrâ' kelimesinin çoğulu olup beyaz kadın demektir, lyn kelimesi de Ayna'nın çoğulu olup iri ve geniş gözfü kadın demektir. Rehine. Onları eksilttik. Yanlarındaki nimet­leri uzun süre devam ettirerek arttırdık.Kâseyi biribirlerinden alarak aralarında dolaştırırlar. Ke's kelimesi, dolu şarap kupası de­mektir. Lağv kelimesi yararsız şey demektir. Te'sim ise isim kökünden alınmış olup Allah'ı gazaplandırma mânâsım ifade eder.Sedefinde saklı.Allah'ın azabından korkanlar.Bu kelime, ateşin adlarından biridir. Setnûm kelimesi sıcak rüzgar mânâsına gelir. [7]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Ölüm sonrası dirilişten ve onun mutlaka vuku bulacağından, inkarcıla­rın karşılaşacağı durumlardan özetle söz edildikten sonra bu ayet-i kerime­lerde de mü'mînlerin durumlarından ve kıyamet ^II..ünde görecekleri müka-faatlardan söz edilmeye başlanmıştır. Kur'an-ı Kerimin korkutma ve imren­dirmedeki' üslubu işte böyledir. [8]

 

Açıklama:

 

Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe sahih

ve kâmil bir imanla, aynı zamanda amel-i salih İle inanan takva sahibi kim­seler büyük cennetlerde, daimi nimetlerde ve büyük bir lütuf içersindedİrler. Allah'ın hoşnutluğu herşeyden büyüktür. Onlar Rablerinin kendilerine İhsan ettiği bol lütuf içersinde çeşitli meyvelerle lezzet bularak ebedî cennetlerde yaşayacaklardır. Rableri onları Cehennem azabından korumuştur. İkram ol­sun diye onlara; Dünyada iken işlediğiniz salih ameller dolayısıyla afiyetle yeyip için, denilecektir.

Takva sahibi kimseler sıra sıra dizili divanlar üzerine kurulmuş olan yas­tıklara dayanarak cennetlerde yaşarlar. Onlara iri ve geniş gözlü, beyaz tenli hurileri eş olarak verdik. O kadınlar sedefleri içinde saklı inciler gibidirler. Onlar ki İnandılar. Zürriyetleri de imanda kendilerine tabi oldular. Onlar her ne kadar atalarının derecesinde olmasalarda derece bakımından zürriyetleri-ııide kendilerine katarak beraberlerinde cennete sokmuşuzdur. Onların amel­lerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Bu, Allah'ın onlara bir lütfü ve nimeti'dir.

İbn-i Abbas (R.A.)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Amel bakımından ken­disinden geride olsalar dahi, Cenab-ı Allah, mü'minin zürriyetini cennette kendisi ile birlikte derece itibari ile yükseltir ki onlarla gözü aydın olsun.

İbn-i Abbas böyle dedikten sonra yukarıdaki ayet-i kerimeyi okudu. "Her nefis Allah katında kendi ameline karşılık bir rehinedir." Hayır İşlemişse ha­yır görecek, şer işlemişse şer görecektir. İşlenen ameller borç mertebesinde­dir. Kulun nefsi de rehine durumundadır. İşlediği amel Allah katında mak­bul ise o kişi sanki borcunu ödeyip rehni çözen biri gibi olur. Ama böyle de­ğilse rehine kalmakta devam eder. "Her can, kazandığı ile (Allah katında) rehin alınmıştır. Yalnız sağın adamları (kitapları sağdan verilenler) hariç."[9] Bu ayet-i kerimenin buraya konulusu, mü'minlerin esaretlerini çözdüğüne, mü'min olmayanlarında kötü amelleri dolayısıyla esir kalmakta devam et­tiklerine işaret içindir. Mü'minlerin zürriyetlerininde iman derecesi bakımın­dan kendilerine katılması, kendilerinin amellerinden birşeyi eksiltmeyecektir.

Onların canlarının istediği meyveler ve etleri bol bol vermişizdir. Kendi­lerine vermiş olduğumuz nimetleri zaman zaman, miktar miktar artürmjşız-dır. Öyle ki onlar şarap kâselerini kendi aralarında elden ele alıp vererek do­laştırırlar. Dünyadaki şarap meclislerinde yapılan zevku sefaları orada da ya­şarlar. Ama bu zevku sefa esnasında faydasız sözler sarfetmez ve laubalilik yapmaz, günah işlemezler. "(Bir içki ki) Onda ne sersemletme var, ne de onunla sarhoş olurlar."[10] Nimetler içerisinde yaşiyarak, onlara hükümdar hizmetçi­lerini andıran, beyazlık ve ten safiyeti bakımından sedef içerisindeki inci gibi olan cennetteki delikanlılar şarap kaselerini onların etrafında dolaştırırlar. Bunlar cennette biribirleriyle sohbet edip evveliyatlarından bahseder ve şöy­le derler: Daha önce biz, ailemiz içinde iken Allah'ın azabından korkardık. Bu kıyamet gününün şiddetli hallerinden ürkerdik. Ama Cenab-ı Allah bize lütufta bulundu. Bizlere hidayet bahşetti. Salih amel işlemeye bizleri muvaf­fak kıldı ve ateş azabından, fazl-ı ile bizleri korudu, çünkü bizler sadece O'na dua eder, yalnızca O'na ibadet eder ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmazdık. Şüp­hesiz O, çok iyilikte bulunan ve esirgeyendir. İhsan sahibi olup cömert ve -tufkârdır. Lütfü herkese şamildir. O münezzeh ve yücedir. [11]

 

İnançları Hususunda Kafirlerle Yapılan Tartışma

 

29- Ey Muhammedi öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ' ne de delisin.

30- Yoksa senin İçin şöyle mi derler: "Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz."

31- De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim,"

32- Bunu onlara akılları mı buyuruyor? Yoksa onlar azgın bir millet midirler?

33- Yahut: "Onu kendi uydurdu" diyorlar öyle mi? Hayır; inanmı­yorlar.

34- Eğer iddialarında samimi İseler Kur'an'm benzeri bir söz meyda­na getirsinler.

35- Onlar, yaratan olmaksızın mı yaratıldılar yoksa yaratanlar kendi­leri midir?

36- Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır; Allah'a kesin olarak inanmıyorlar.'

37- Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa onlar mı işe hakimdirler?

38- Yoksa, üzerine çıkıp vahiy dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse, dinleyenleri açık bir delil getirsin.

39- Demek kızlar Allah'ın, oğullar sizin öyle mi?

40- Ey Muhammedi Yohut sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

41- Veya, görülmeyeni bilmek kendilerine aiıür de, onlar mı yazıyor­lar?

42- Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama o tuzağa yakalanacak olanlar inkar edenlerdir.

43- Yoksa Allah'tan başka.bir tanrıları mı vardır? Allah, onların or­tak koşmalarından münezzehtir.

44- Gökten azab olarak düşen bir parça görseler: "Bulut kümesidir" derler.

45- Ey Muhammedi Çarpılacakları güne erişmelerine kadar onları bı­rak.

46- Ogün, düzenlen kendilerine bir fayda vermez; yardım da görmez­ler.

47- Zulmedenlere, şüphesiz, bundan başka da azab vardır; fakat onla­rın çoğu bilmezler.

48- Ey Muhammedi Rabinin hükmü yerine gelinceye kadar sabret; doğ­rusu sen, Bizim nezaretimiz altındasın; kalkarken Rabbini överek teşbih et;

49- Geceleyin ve yıldızlar kaybolurken de O'nu teşbih et. [12]

 

Bazı kelimeler:

 

Geçmişte kalan gizli işleri, vahiy almadan hab^r veren kimse­dir. Arraf ise gelecekle ilgili işleri haber verendir. Bunlar bu haberleri veiir-lerken cinlerden yardım alırlardı. Bekliyoruz.

Rayb kelimesi,şüphe mânâsını ifade eder. Olaylar mânâsında da kullanılmıştır. Me-nûn kelimesi ise zaman mânâsına gelir. Çünkü bu, eceli ve müddeti keser.Hilm kelimesinin çoğulu olup akıl mânâsına gelir. İnatla­rı nedeni ile haddi aşan zalimler. Kendi yanından uydurup iftirada bulundu.Galipler.Kuvvetli hüccet. Merdiven.Kişinin kendisine borç olmayan birşeyi üstlenmesine garamet denir.Kisfet kelimesinin çoğulu olup bir şeyin parçası demektir.Bizim gözetimimiz ve himayemiz ile. üşt üste yığılan. Gecenin sonunda sabah aydınlığının zuhuru ile yıldızların kayboldukları za­man.[13]                                                

 

Açıklama:

 

İnsanlardan bazı kimseler vardır ki, aileleri içinde iken Allah'ın azabın­dan korkarlar. İşte hatırlatma bunlara fayda verir. Peygamber de, Allah'ın tehdidinden korkan kimselere Kur'aniie öğüt vermek ve uyanda bulunmak­la emroiunmuştur.

Ey Muhammedi Durum böyle olduğuna göre sen insanlara hatırlatma­da bulun. Sensadece bir hatırlatıcısın. Elçi olarak gönderilen bir Peygam­bersin. Vahye dayanmadan laf uydurup haber veren bir kâhin değilsin. Ne dediğini bilmeyen deli de değilsin.

Bu ifadelerle, inkarcıların Peygamber (S.A.V.) hakkında söyledikleri sözler reddedilmekte, O'nun kahin yada deli olduğuna dair inançlarını iptal etmek­tedir. Nitekim Ukbe bin Ebî Muayt ile Şeybe bin Rebİa O'nun hakkında bu gibi sözler ortaya atmışlarc"-. Yani ey Muhammed! Allah'ın sana bahşettiği ni-mcllcri dolayısıyla sen bir kâhin ve deli değilsin. Allah'a hamd olsun ve ni­metlerine şükrolsun ki sen peygamberliği gerçek olan, aklı ağır basan, man-tik'ı kusursuz olan bir şahsiyetsin. "Yoksa şair mi diyorlar?" Yoksa onlar Hz. Muhammed'in, zamanın felaketlerine çarpılmasını bekledikleri bir şair olduğunu mu söylüyorlar? Onlar Hz. Muhammed ile O'nun davetinin etkisi konusunu konuşup tartışmak üzere bir araya gelir, çeşitli fikirler ortaya atar, sonrada meclisleri, çoğunlukla Hz. Muhammed'in şair bir kişi olduğu husu­sunda karara vararak dağılırdı ve şöyle derlerdi: Züheyr, Nabiğa ve diğerleri-nin-helâk oluşu gibi Muhammed'in de helak olmasını bekleyip sabretmek bizler için daha faydalı ve hayırlı olacaktır!... Ey Muhammed onlara de ki: Bekle­yin bakalım. Şüphesiz bende sizlerle beraber bekleyenlerdenim. Sizin helak olmanızı ve benim davetiminde başarıya ulaşmasını bekleyeceğim.

Şaşıyorum şu inkarcılara! Bu çelişkili sözleri söylemelerini onlara akıl­ları mı emrediyor?! Ki bazen O'nun kâhin, bazen deli, bazen de şair olduğu­nu söylüyorlar! Bu ne demek oluyor? Bir adam hem şair hem kâhin hem de deli olabilir mi?!

Yoksa onlar haddi aşan bir kavim midirler? Evet onlar, basiretleri sa-ptkltkla körefen bir kavimdirler. Körü körüne taklit ve mat onları doğru yol­dan saptırmış olup kalplerini miihürlemiş, gözlerine perde çekmiş, kulakla­rını sağirlaştirmıştir. Artık onları kim doğru yola getirir? Yoksa onlar Mu­hammed (A.S.)'ın, Kur'an'ı kendi yanından uydurup iftira ettiğini mi söylü­yorlar?! Hayır onlar hiçbir halde iman etmeyen kimselerdirler. Bu nasıl olur? Muhammed İçinizden bir adam değil midir? Aranızda doğup büyümemiş mi­dir. Toplumumuz içersinde yetişmemişmidir. Bu muciz olan Kur'an'ı kendi kafasından uydurmasını akıl kabul eder mi? Eğer bu söyledikleriniz doğru ise O'nun söyledikleri sözlerin yani Kur'an'ın bir benzerini ortaya koyun da görelim. "Yok eğer yapamadınızsa, ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkarcılar için hazırlanmış ateşten saknın."[14] Tevhid, risalet ve öîüoı sonrası dtrüiş konusunda Resuhıiiah Muhammed'i nasıl ya­lanlarsınız? Halbuki kainat, bu işin gerçekliğine tanıklık eden adil bir şahit­tir. Sizler yaratılmadınız mı? Yoksa sizler, hiçbir şey olmadan yani bir yaratı­cı olmadan mı yaratıldınız? Yoksa yaratan sizler misiniz? Kendi nefsinizi siz­ler yarattınızda onun için mi yaratıcı olan Allah'a ibadet etmiyor, elçisini doğ­rulamıyor, ölümünüzden sonra sizi ikinci kez diriltmesini uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz?

Yoksa onlar gökleri ve yeri mi yarattılar?! Hayır onlar yakînen inanmaz­lar! Onlar risaleti nasıl inkâr ederler. Halbuki risalet, Allah elçisi Muham-med'e, kendisini yaratan Rabbi katından gelmİştir.Rabbi ise, yaratıklarını en İyi bilendir. O bu kainatta tasarrufta bulunandır. Yargısını reddedecek, hük­münü aksatacak hiçbir kimse yoktur! Yoksa onların yanında rahmetinin ve rızkının hazineleri mi vardır ki dilediklerine rızik versinler ve şöyle desinler: Bu Kur'an Mekke,ve Taif gibi İki kasabadan büyük bir şahsiyetin üzerine in­meli değil miydi?

Yoksa onlar mutlak gücün sahibi, galip Rabler midirler? Hayır ne Öyle nede böyle... Zengin olan yalnız Allah'tır. Yanında göklerle yerin anahtarları vardır. O herşeye muktedir ve galip olandır. O, Peygamberliğini nereye koya­cağını en iyi bilendir.Kâinatın sırlarını ve nizamını onlara öğreten kimdir? Yoksa onların bir merdiveni mi vardır ki ona basıp göklere yükseliyor ve ora­da bu haberleri işitiyorlar? Eğer bu söyledikleri doğru ise bu haberleri dinle­diğini söyleyenler, söylediği sözlerin doğruluğunu isbatlayan kuvvetli ve açık deliller getirsin! Hayret size! Kızları Allah'a oğlanları da kendinize mî ait kı­lıyorsunuz. Yoksa kızlar O'na mı aittir? Sizler, meleklerin Allah'ın kızları ol­duklarını söylüyorsunuz. Oğlanları da kendinize ait kılıyorsunuz. Bununla beraber şu inkarcı ve cahillerden birine, kız çocuğunun doğduğu müjdelen-diğinde yüzü kapkara kesilip öfkeyle yutkunmaya başlar. Kendi nefsi için hoş­lanmadığı bir şeye Cenab-ı Allah nasıl rıza nazarı ile bakar?

Şaşıyorum şunlara. Senin peygamberliğini nasıl yalanlıyorlar ve şeriati-ne tabi olmuyorlar! Halbuki senin doğru olduğuna tanıklık eden birçok delil­ler ve şahitler mevcuttur. Yoksa sen bu peygamberlik görevine karşılık, onlar­dan bir ücret mi istiyorsun da onlar bu ağır yükümlülüğün altına girmiyor­lar ve peygamberliğini inkâr ediyorlar?! Yoksa onların yanında gaybm ilmi (levh-i mahfuz) mı vardır ki ona kendi bildiklerini yazıyorlar ve bu yazdıkla­rını da insanlara haber veriyorlar? Onların bu batıl davalarının doğruluğuna delalet eden hiçbir delil yoktur. Zaten bunu akıl da kabul etmez. Yoksa onlar işi daha da ileriye götürerek sana ve senin şeriatine karşı tuzak mı kurmak istiyorlar? Küfredenler var ya, işte onlar tuzağa düşenlerin ta kendileridirler. Kötü tuzak onların üzerlerine inecek vebali onlara dönecektir. Ve döndü de. Yoksa Allah'tan başka, kendilerini koruyup gözeten ve bu uydurma şeyleri dikte ettiren bir tanrıları mı vardır? Allah noksanlıklardan münezzeh olup onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

İşte bu gibi kimselerle, Kur'an-ı Kerim makul bir şekilde münakaşada bulunmuş ve kendilerine karşı hüccetler ileri sürerek onları burhanlarla sus-turmuştur. Bununla beraber onlar yine iman etmezler. Kendilerini azaplan-dırmak için gökten büyük bir parçanın kopup üzerlerine düşmekte olduğu­nu görseler, aşırı derecedeki taşkınlık ve inatlarından ötürü; Bu üst üste yı­ğılmış bir bulut kütlesîdir, bize hayır ve bereket yağdırmak için gelmektedir,

derler. Onun, kendilerini azapİandirmak için üzerlerine düşmekte olan bir gök kütlesi olduğunu doğruIamazIar. Aldanan ve mağrur olan insan işte böy­ledir.

Durum böyle olup delillerle susturuldukları halde onlar inat etmekte ve batıl deliller ileri sürerek mücadelelerine devam etmekte olduklarına göre sen artık onları kendi hallerine bırak. Onlara aldırış etme, durumları seni ilgilen­dirmesin. Bu hallerini devam ettirerek kendileri için vadolunan güne kavuş­sunlar. O günde mal ve evlat, kişiye fayda temin etmez. O gün, yıldırımların, şiddetli hallerin, musibetlerin günüdür. Tuzakları ve düzenleri o gün kendile­rine hiçbir fayda sağlamaz! Kendi nefislerine ve de başkalarına yazık eden bu kimseler İçin cehennem azabından ayrı olarak, dünyada da görecekleri bir azap vardır. Bu azabı kendilerinden hafifletecek, veya kendilerine teselli verecek, gönüllerine su serpecek, yahut mü'minler gibi azimlerini güçlendi­recek bîr kimse yoktun Zira dünyada musibetlerle karşılaşan mü'minler için teselli, sabır ve hüsn-ü mükâfat vardır. Yüce Rabbin hoşnutluğu vardır ki, bütün bunlar biz mü'minlere isabet eden musibetlerin acısını hafifletir. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar.

Buraya kadar, Peygamber (S.A.V.) efendimeze karşı inatkâr ve taşkın, bir tutum sergileyip delillere kulak vermeyen inatçı kâfirlerin durumu anlatıldı. Onlar taşkınlıklarında ve azgınlıklarında devam edip kuvvetlerine ve dünya­lıklarına aldandılar. Sana gelince ey şerefli Peygamber! Sen Rabbİnin öğüdü­ne kulak ver. Bu öğütlerle amel edenlerin en hayırlısı sensin. Rabbinih hük­müne karşı sabırlı ol. Onun verdiği her hüküm, takdir ettiği her iş hayır ve rahmettir. Her ne kadar bunlarda elem ve yorgunluk ile zahmet varsa da bunlar sizin için hayırlıdır. Ey peygamber! Sen Rabbinin koruması, inayeti ve gözeti­mi altındasın, Allah seni İnsanlardan koruyacak seni Lc'yid edecek, şerefli nef­sinin kast ettiği hedefe seni ulaştıracaktır. Sen Rabbinin hükmüne razı ol. Her­hangi bir iş yapacağın zaman Rabbinİ teşbih et. Geceleyin İnsanların istira-hate çekilip uyudukları, sadece Hay ve kayyüm olan, uyku ve ımızganmaya maruz kalmayan Allah'ın baki kaldığı esnada sen Rabbini teşbih ve tenzih et. Fecirden az önce sabah aydınlığı dolayısıyla yıldızların kaybolup gizlen­dikleri esnada Rabbini teşbih et. Çünkü o esnada insan nefsi, kederlerinden 'arınarak dinçleşip zindeleşir.

Allah'ım! Kur'an öğütlerine uyarak Peygamberlerin önderi ve Resulle­rin sonuncusu olan Hz.Muhammed'in siretini takip ederek senin dinini neş­retmek ve salih amele, davetin istikrar bulması için çalışan herkesi muvaffak eyle! [15]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/53.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/33-54.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/54.

[4] İsra süresi: 13.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/54-56.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/56-57.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57.

[9] Müddessir sûresi: 38-39.

[10] Saffat sûresi: 47.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/57-59.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/59-61.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/61.

[14] Bakara sûresi: 24.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/61-64.