TUR SURESİ 2

Surenin Fazileti 2

 


TUR SURESİ

 

Tur Suresi Mekke'de nazil olmuştur ve kırk dokuz âyettir.

Allah teala, bu sure-i celileye, Tur'a, açılmış sayfalar üzerine yazılmış ki­taba, Kabe'nin tara üzerinde olup gökte bulunan Beytül Mamura, tavan gibi yükseltilmiş semaya ve kabarıp taşan denize yemin ederek başlamaktadır.

Allah teala bütün bunlara yemin etmektedir ki, dinin emir ve yasaklarına uymayanlara mutlaka ceza verilecektir.

Sure-i celilede beyan edilmektedir ki, Allahın cezasına karşı koyacak hiçbir kimse yoktur. Kıyamette çok dehşetli olaylar meydana gelecektir. Ve o gün, dini yalanlayanlar, mutlaka cehenneme sürüleceklerdir. Müttakiler ise cen­netler ve nimetler içerisinde bulunacaklardır. Orada kendilerine genç hizmetçi­ler hizmet edeceklerdir.

Sure-i celilede bundan sonra, müşriklerin, Resulul!ah(s.a.v.)e attıkları if­tiralara temas edilmekte ve Resulullah, o iftiralara karşı teselli edilmektedir.

"Kur'anı Muhammet! uydurdu" iftirasında bulunanlara "Onun benzeri bir söz meydana getirsinler." diye meydan okunmakta ve bu gibi çirkin iftiraları ile­ri sürenlerin, cahil kimseler oldukları beyan edilmektedir.

Bu mübarek surede, Resulü I landan, dine inanmayan müşriklere, çarpıla­cakları güne kadar mühlet vermesi istenmekte, âhirette bu gibi kimselerin, kur­dukları tuzağa kendilerinin düşeceği haber verilmekte ve Sure-i ceüle: "Ey Mu-hammed, sen, rabbinin hükmüne sabret. Şüphesiz sen, bizim himayemiz altın­dasın. Kalktığın zaman rabbini h^md İle teşbih et." "Gecenin bir bölümünde de, yıldızların batışında da onu teşbih et.[1] ayetleriyle sona ermektedir.[2]

 

Surenin Fazileti

 

Ümmii Seleme ve Mut'im b. Adiy, Resulullahm, Tur suresini akşam na­mazında okuduğunu rivayet etmişlerdir. Ümmii Seleme diyor ki:

"Ben, (Kabe'yi tavaf etmeden önce) Resulullaha, hastalığımdan şikayette bulundum. 0 da bana: "Sen, insanların arkasından, binmiş olarak tavaf et." dedi. Ben de o şekilde tavaf ettim. O sırada Resulullah, Kabe'nin yanında namaz kılı­yor ve Tur suresini okuyordu. [3]

Cübeyr b. Mut'im diyor ki:

"Ben, Resulullahm, akşam namazında, Tur suresini okuduğunu işittim. Resulullah, Tur suresinin otuz beş ve otuz yedinci ayetlerine varınca neredeyse kalbim uçacaktı. [4]

 

Rahman ve rahim olan Allahm adıyla.

 

1- Tur dağına, [5]

 

2-3- Açılmış sayfalar üzerine yazılmış kitaba, [6]

 

4- Beytül-Mamura, [7]

 

5- Tavan gibi yükseltilmiş semaya, [8]

 

6-7- Kabarıp taşan denize yemin olsun ki, rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir. [9]

 

8- Ona karşı koyacak hiçbir kuvvet yoktur.

Âyette adı geçen Tûr dağından maksat, aslında üzerinde ağaç bulunan her dağdır. Allah tealanın, üzerinde Hz. Musa ile konuştuğu dağ da ağaçlı olduğu için ona da "Tûr" dağı denmiştir. "Açılmış sayfalar üzerine yazılmış ki­taptan maksat ise "Levh-i Mahfuz" veya "AH ahin indirdiği kitap"tır. "Beytül Ma'muAlan maksat, Kabe'nin tam üstüne denk gelen ve gökte bulunan bir ma­bettir. Ona hergün yetmiş bin melek girerek ibadet.ettiği ve her girenin bir daha girmediği rivayet edilmektedir.

- Enes b. Mâljjf, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Beytül Ma'mur yedinci-göktedir. Her gün ona yetmiş biamelek girer (ve çıkıp gittikten sonra) bir daha ona geri dönmezler. [10]

Mâlik b. Sa'saa,(r.a.) Resulullahın, Miraca çıktığım beyan eden hadis-i şerifi rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifinbir bölüünde şu ifadeler zikredilmekte­dir:

"Biz, yedinci kat göğe vardık. "Bu kimdir?" diye soruldu. "Cebrail'dir." denildi. "Onunla beraber kim var?" diye soruldu. "Muhammed var." denildi. "Ona peygamberlik verildi mi?" diye soruldu ve "Merhabahoş.geldin." denildi. Ben, İbrahim'in yanına vardım ona selam verdim. İbrahim bana: "Merhaba ey oğul, merhaba ey peygamber," dedi. Beytül Ma'mur önüme getirildi. Ben, Ceb-raile onun ne olduğunu sordum. Cebrail: "Bu, Beytül Ma'murdur. Bunun içinde hergün yetmiş bin melek namaz kılar. Onlar oradan çıktıktan sonra bir daha ora­ya dönmezler, onların oradan son çıkışları olur. [11]dedi.

Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi Beytül Ma'mur, yedinci kat gök sakin­lerinin Kâbe'sidir. Hz. İbrahim, yeryüzündeki Kâbeyi yaptı. Yedinci kat gökte de aynen Kabe'ye tekabül eden bu Beytül Mamur bulunmaktadır.

Beylül Ma'murun gökte bir mabed olduğu görüşü, Hz. Ali'den, Abdullah b. Abbas'tan, İkrime'den, Mücahid'den, Katade'den ve İbn-i Zeyd'den nakledil­miştir.

Ayette göğe "Tavan gibi yükseltilmiş" denmesi, onun, yeryüzüne göre bir tavan gibi olmasındandır.

"Kabarıp taşan deniz." diye tercüme edilen "Bahrül Mescur" ifadesi farklı şekillerde izah edilmiştir:

Hz. Ali ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre "Bahrul Mescur"dan' maksat "Kaynatılmış deniz." demektir. Said b. el-Müseyyeb diyor ki: "Bir gün Ali (r.a.) bir Yahudiye "Cehennem nerededir?" diye sordu. Yahudi: "O, deniz­dir." dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.) "Ben bunun doğru söylediğini sanıyorum. Zira âyetlerde "Bahrul Mescur" (kaynatılmış deniz) "Ve izel Biharu Succiret" (denizler kaynatıldığı zaman) ifadeleri geçmektedir." demiştir.

Katade'ye göre ise "Bahrul Mescur"dan maksat, "Suyu taşan deniz" de­mektir. Taberi bu görücü tercih etmiştir. Zira şu anda dünyada kaynatılmış bir denizin bulunmadığı, bu sebeple "Suyu taşan deniz" demenin daha doğru olaca­ğı söylenmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise "Bahrul Mes­cur" "Taşmasına engel olunan deniz" demektir. Bu hususta Hz. Ömer'in Resu-.lullah'dan şu hadis-i şerifi rivayet ettiği nakledilmektedir. Resulullah (s.a.v.) bu­yuruyor ki:

"Deniz her gece üç defa yeryüzüne hakim duruma gelir ve her defasında AUahtan, yeryüzündeki varlıkların üzerine taşmak için izin ister. Fakat Allah te-ala ona engel olur. [12]

Hz. Ali, Abdullah b. Amr ve ebu Salih'ten rivayet edilen başka bir görüşe göre ise "Bahrul Mescur"dan maksat, gökte arş'm altında bulunan bir denizdir. Enes b. Rebi1, Allah tealanın, kıyamet gününde insanları diriltmeyi istediği za­man bu denizden onların üzerine yağmur yağdırarak onları, otların bittiği gibi bitireceğini ve kabirlerinden diriltip kaldıracağını söylenmiştir.

Ayette zikredilen vö mutlaka gerçekleşeceği bildirilen azaptan maksat, "Kıyamet gününün azabıdır." [13]

 

9- O gün gök, şiddetle sarsılıp çalkalanır. [14]

 

10- Dağlar sür'atlc yürür. [15]

 

11-12- Evet işte o gün, batılla oyalanan yalanlayanların vay haline, [16]

 

13- O gün onlar, cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir. [17]

 

14-  O gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada yalanladığınız cehen­nem ateşi işte budur."

Ey Muhammed, rabbinîn azabı, göğün şiddetle çalkalandığı ve dağların yerlerinden kopup yürütüldükleri gün, kafirleri yakalayacaktır.

Kıyamet gününde, Allahın azabının gerçekleşeceğini yalanlayanlara, ce-henemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl 'deresi vardır, zira o yalanlayanlar, fitne ve fesada dalmış, gaflet içinde oyalanıp dururlar. İşte o gün, hakkı yalanla­yan bu insanlar, sürüklenerek cehennem ateşine atılırlar. Ve orada kendilerine şöyle denir: "İşte sizin dünyada inkar ettiğiniz ve içine girmeyi yalanladığınız ateş budur." [18]

 

15- Bu bir sihir midir? Yoksa hâlâ görmüyor musunuz? [19]

 

16- Girin cehenneme, sabredin veya cmcyİn. Sizin için değişen bir şey olmayacaktır. Siz, sadece yaptıklarıntzın cezasını göreceksiniz.

Dünyada iken kendilerine gönderilen mucizelerin ve dinlerin sihir oldu­ğunu iddia edenler, âhirette cehennem azabına atılınca kendilerine şöyle dene­cektir: "Bakın bakalım bu da bir sihir mi? Yoksa sizler onu bizzat gözlerinizle görmüyor musunuz? Girin cehennem ateşine, ister sabredin isterseniz sabretme­yin. Sabredip etmemeniz sizin için bir şey değiştirmeyecektir. Sizler ancak yap­tıklarınızın karşılığı olarak cezalandırılıyorsunuz ve işlediğiniz günahların ceza­sını çekiyorsunuz? [20]

 

17- Şüphesiz müUakilcr, cennetler ve nimetler içindedirler. [21]

 

18-  Onlar, rablcrinîn kendilerine verdiği nimetler içinde safa sürer­ler. Rablcri onları cehennem azabından korur. [22]

 

19-20- Onlara: "Dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak sıra sıra tahtlara yaslanarak afiyetle yeyin için." denilir. Biz onları,iri gözlü huriler­le evlendiririz.

Allah teala, bundan önceki âyetlerde, âhirette cehennemliklerin duru­munu belirttikten sonra bu âyetlerde de, emirlerini tutup yasaklarından kaçman takva sahiplerinin erişeceği cennet ve nimetlerden bahsetmektedir. Bu insanlar cennetlere konulacaklar, kendilerine çeşitli nimetler ikram edilecek, rablerinin kendilerine verdiği nimetlerle zevk ve safa içinde yaşayacaklar, rableri onlan cehennem azabından koruyacak, ayrıca onlara cennette "Dünyada yaptığınız sa-lih amellerin karşılığı olarak yeyip için, afiyet olsun." denecektir. Onlar, sıra sı­ra dizilmiş tahtlar üzerine oturacaklardır ve Allah onlan hurilerle evlendirecek-tir. [23]

 

21- İman edip arkalarından zürriyctlcri de iman ederek kendilerine tabi olanları, âhirette zürriyctlcrinc kavuştururuz. Amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığının karşılığında rehindir.

Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Said b. Cübeyr, Ab­dullah b. Abbas'ın bu âyeti şu şekilde izah ettiğini söylemiştir: Müminlerin ço­cukları da iman etmişlerse, Allah teala, âhirette, müminlerle iman eden çocukla­rım bir arada bulunduracak, çocukların amelleri babalarının derecesine erişecek kadar olmasa dahi bu hal, iman eden müminlere bir ikram olacaktır. Müminle­rin çocuklarının, babalarının derecesine eriştirilmesi, babalanılın derecesinden de bir şey eksi İtmeyecektir. Taberi de bu görüştedir. '

Abdullah b. Abbas ve Dehhak'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: "Biz, âhirette, müminlerin iman eden çocuklanni kendi mertebelerine eriştireceğimiz gibi henüz iman etme çağına vannadan ölen kü­çük çocuklarını da onlann derecelerine ulaştıracak ve böylece onları sevindireceğiz. Bu da atalarının amellerinden bir şey eksiltmemize sebep olmayacaktır.

İbn-i Zeyd ise bu âyet-i kerimeyi şöyle izah etmiştir: "Müminlerin iman eden çocuklarının derecesine, küçükken ölen çocuklannı da yükselteceğiz ve biz bundan dolayı büyük çoeuklann amellerinden de bir şey eksiltmeyeceğiz."

Âmir ve Said b. Cübeyr'den nakledilen bir görüşe göre de âyetin manası şöyledir: "Müminlerin çocuklan iman ederek babalanna tabi olduklan takdirde babalarının amellerinin sayesinde çocuklarını da cennete koyacağız ve bu, bi­zim, onlann babalarının amellerinden bir şey eksiltmemize sebep olmayacak­tır."

İbrahim en-Nchaî, Rebi' b. Encs ve Katade'den nakledilen diğer bir görü­şe göre ise âyetin manası şöyledir: "İman edenlerin çocukları, iman ederek ken­dilerine tabi olduklan takdirde babalanna verdiğimiz sevap kadar çocuklarına da sevap veririz. Çocuklanna sevap vermemiz, babalarının sevaplarını eksiltme­mize sebep olmaz."

Âyet-i kerimenin sonunda: "Herkes kazandığının karşılığında rehindir." buyurulmaktadır. Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi hiçbir kimse başkasının güna­hından dolayı hesaba çekilmeyecek herkes yaptığının karşılığını görecektir. [24]

 

22- Cennette onların canlarının istediği meyve ve etlerden bol bol ve­ririz. [25]

 

23- Onlar cennette birbirlerinden kadeh kapışırlar. O kadehlerin içinde ne bir saçma söz söyletecek şey ne de günaha sokacak bir şey bulu­nur.

Allaha ve Resulüne iman etlen ve soyları da iman ederek kendilerine tabî olan müminlere cennette, canlarının istediği çeşitli meyveler ve etler veririz.Orada cennetlikler neşelerinden dolayı birbirlerinden kadeh kapışacaklar. Artık cennette ne boş bir söz vardır ne de bir günah işleme. Zira orada içecekleri kadehin içinde ne bir saçma söz söyletecek şey ne de günaha sokacak bir şey bulunur. [26]

 

24- Onların etrafında, sadetteki inciler gibi genç hizmetçiler dolaşır.

Cennette müminlere kaselerle meşrubat getiren hizmetçiler, sadefın için­deki inciler gibidirler.

Katade diyor ki: "Rivayet edildiğine göre Resıılullaha denmiş ki: "Ey Allahin Resulü, hizmet edenler inciler gibiyse hizmet edilenler nasıldır?" Resu-lullah şöyle cevap vermiş: "Nefsim kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki, onların ikisinin arasındaki fark, on dördündeki ay ile diğer yıldızlar arasındaki fark gibidir." [27]

 

25- Cennettekiler birbirlerine dönüp hasbıhal ederler.

Müminler cennette birbirlerine yönelir ve birbirlerine soru sorar, sohbet ederler. Dünyada iken âhiretteki azaptan nasıl korktuklarını söyleyerek şöyle derler: [28]

 

26- Birbirlerine şöyle derler: "Bizler dünyada ailemizin arasında bu­lunurken Allanın azabından korkardık. [29]

 

27-  Allah da bize lütfetti ve bizi vücudun gözeneklerinden işleyen güçlü bir ateş azabından korudu. [30]

 

28-  Biz, dünyada iken Allaha yalvanyorduk. Çünkü ihsanda bulu­nan merhamet eden sadece O'dur."

Biz, dünyada ailemizin içinde iken rabbimizin azabından ve cezalandır­masından korkuyorduk. Fakat o bize lütufta bulundu. Bizi, korktuğumuz dehşet­li azaptan korudu. Biz, dünyada iken sadece ona kulluk ediyorduk o da kulluğu­muzu kabul etti ve bize dilediğimizi verdi. Şüphesiz ki o, kullarına karşı çok lütufkâr ve yaratıklarına karşı çok merhametlidir. Onlara, tevbe etmeleri halinde azabetmez. [31]

 

29- Ey Muhammcd, sen hatırlat ve öğüt ver. Rabbinin nimeti saye­sinde sen ne bir kahin ne de bir delisin.

Ey Muhammed, sen, peygamber olarak gönderildiğin insanlara hakkı ha­tırlat ve Allanın, kendilerine verdiği nimetleri onlara bildir. Sen, Allanın sana verdiği peygamberlik nimeti sayesinde ne gaipten haber veren bir kahinsin ne de hayalleri gerçek sanan bir delisin. Fakat sen, Allanın peygamberisin. Allah seni sahipsiz bırakmayacak vesana mutlaka yardım edecektir. [32]

 

30- Yoksa onlar, senin için: "O bir şairdir.1 Onun, zamanın felaketine uğramasını bekliyoruz" mu diyorlar?

Ey Muhammed yoksa müşrikler sana: "O bir şairdir. Onun başına bir be­la gelmesihu böyjece Ölüp gitmesini bekliyoruz" mu diyorlar?

Mücahidi Abdullah b. Abbas'tan şu rivayeti nakletmektedir: "Kureyşliler Resulullahın aleyhinde Darunnedvede toplandıkları zaman içlerinden biri onlara şöyle demişti: "Siz onun elini kolunu bağlayarak hapsedin. Sonra onun helak olmasını bekleyin. Bundan önceki Züheyr ve Nabiga gibi şairler helak ol­dukları gibi bu da helak oluversin. Zira bu da onlar gibi biridir." Bunun üzerine Allah teala bu Syet-i kerimeyi indirdi. [33]

 

31- Ey Muhammcd, sen onlara: "Bekleyin bakalım, sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim." de.

Ey Muhammed, sana, "Sen bir şairsin, senin bir felakete uğramanı bekli­yoruz." diyen müşriklere de ki: "Benim başıma bir felaket geleceğini bekleyin. Ben de Allahın, sizin hakkınızdaki emri gelinceye kadar size ne olacağını bekle­yeceğim." [34]

 

32- Akılları mı bunu onlara emrediyor? Yoksa onlar, haddi aşan az­gın bir kavim midir?

Bu müşriklere, akıllan mı "Muhammed bir şairdir, getirdiği debir şiir­dir." demeyi emrediyor da onlar bunu söylüyorlar? Yoksa onlar, Allahın, kendi­lerine koyduğu sınırlan aşan azgın bir topluluk oldukları için mi sana böyle di­yorlar? Elbette ki onlara, akıllan böyle bir şey emretmiyor. Onlar sırf azgınlık­larından dolayı bu sözü söylüyorlar. [35]

 

33- Yoksa "Muhammed Kur'anı kendisi uydurdu" mu diyorlar? Ha­yır, onlar asla inanmıyorlar. [36]

 

34- Eğer iddialarında doğru iseler Kur'anın benzeri bir söz meydana getirsinler.

Yoksa müşrikler: "Muhammed Kur'anı kendisi uydurdu" mu diyorlar? Doğrusu onlar, rableri katından kendilerine gelen hakka iman etmeyen insanlar­dır. Müşriklerden: "Kur'anı Muhammed uydurdu." diyenler eğer bu iddialannda sadık iseler onun benzeri bir Kur'an getirsinler. Zira onlar da Muhammed gibi iyi konuşan kişilerdir. Muhammed'in yaptığım yapsalar ya. [37]

 

35-  Onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri midir? [38]

 

36-  Yoksa onlar, gökleri ve yeri mi yarattı? Hayır, onlar, kesin bir bilgiye sahip değillerdir.

Bu müşrikler, ana baba gibi herhangi bir sebep ve vasıta olmaksızın mı yaratıldılar da Allahın delillerini düşünüp ibret alamayacak cansız varlıklar gibi oldular? Yoksa onlar bu yaratılanlan kendileri yarattılar da gerçek yaratıcı olan Allahın emir ve yasaklanna boyun eğmiyorlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar da yaratıcıymış gibi davranıyorlar? Hayır, bunların hiçbiri olmamıştır. Böyle davranmaları sadece onlan, Allahın, kâfirler için beyan ettiği cezayı idrak edememelerindendir. [39]

 

37- Yoksa onların yanında rabbinin hazîneleri mi var? Yoksa onlar herşeye hakim midir?

Ey Muhammed, yoksa Allahın âyetlerini yalanlayan bu müşriklerin elle­rinde Allahın hazineleri mi bulunuyor da kendilerini herhangi birşeye muhtaç hissetmiyor ve rablerinin âyetlerinden yüzçeviriyorlar? Yoksa onlar, herşeyi ta­sarrufları altında bulunduran zorbalar ve mütekebbirler midir?

Ayet-i kerimede "Herşeye hakim" diye tercüme edilen "Musaytır" keli­mesinden neyin kasdedildiği, farklı şekillerde izah edilmiştir. AH b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'ın "Musaytır" kelimesini "Musallat" manasında yorulmadı­ğım zikretmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Musaytır" ke­limesinin manası, "Rızıklan indirenler" demektir. Buna göre ayetin manası şöyle olur: "Ey Muhammed,-âyetleri yalanlayan bu müşriklerin yanında rabbi-nin hazineleri mi bulunmaktadır? Yoksa onlar bu hazineleri indirenler midir?"

var lcr. [40]

 

38- Yoksa onların, üzerine çıkıp vahyi dinledikleri merdivenleri mi Öyleyse vahyi dinleyenler (iddialarını ispatlayan) açık delil getirsin-

Yoksa seni yalanlayan bu müşriklerin merdivenleri mi var? Onu göğe doğru dikip Üzerine çıkıyor ve orada Allanın vahyettiği şeyleri dinliyorlar? Ve bu dinledikleri şeyler, kendilerinin doğru olduğunu mu gösteriyor? Böyle oldu­ğu için mi onlar bulundukları bu durumda devam ediyorlar? Eğer durum iddia ettikleri gibi ise, Muhammed'in, Hak peygamber olduğuna dair delil getirdiği gibi onlar da iddialarının doğru olduğuna dair apaçık deliller getirsinler. [41]

 

39- Yoksa kızlar Alkilim da oğlanlar sizin mi?

Ey müşrikler, yoksa kızlar rabbinize ait de oğlanlar sizin mi? Bu yaptığı­nız ne kötü bir taksimdir. Kendinize layık görmediğiniz şeyleri nasıl oluyor da Allaha isnad ediyorsunuz? Meleklerin, Allahın kızları oldukların söylüyorsu­nuz? [42]

 

40- Ey Muhammed, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar?

Ey Muhammed, yoksa sen, seni yalanlayan bu müşriklerden, onları ima­na davet etmen karşılığında, kendilerini zor durumda bırakacak bir ücret mi isti­yorsun da onlar da ağır bir borç altında kalıyor ve dolayısıyla sana iman etmi­yorlar ve İslama girmiyorlar? [43]

 

41- Yoksa gaybın ilmi yanlarında da istediklerini oradan mı alıp ya­zıyorlar?

Yoksa bu müşriklerin yannıda, gayba ait bilgiler var da onlar onu yazıp insanlara dilediklerini bildiriyorlar mı? Elbette durum böyle değildir. Zira gök­lerin ve yerin gaybını ancak Allah bilir. [44]

 

42- Yoksa bir tuzak, mı kurmak istiyorlar? Tuzağa düşecek olanlar ancak kâfirlerdir.

Yoksa Allaha ortak koşan bu müşrikler, sana ve Allahın dinine karşı tu-zak mı kurmak istiyorlar? Şunu iyi bilsinler ki, tuzağa düşecek olan sen değil­sin, tuzağa düşecek olan onlardır. Sen Allaha güven ve Allahın sana emrettiğine devam et. [45]

 

43- Yoksa onların, Allatılan başka bir ilahı mı var? Allah onların or­tak koştukları şeylerden münezzehtir.

Yoksa onların, Allahtan başka ibadete layık olan başka bir ilahtan mı var da ona ibadet ediyorlar? Elbette onların Allahtan başka hiçbir ilahları yoktur. Allah, onların ortak koştukları ilahlardan, taptıkları putlardan uzaktır, beridir. Onların, Allah ile hiçbir ortaklıkları yoktur. [46]

 

44- (Üzerlerine azap olarak) gökten bir parça düşer görseler "Üst üs­te yığılmış buluttur." derler.

Kureyş müşrikleri, Resulullahtan bir kısım mucizeler istemişlerdir. İste­dikleri bu mucizelerden biri de gökten üzerlerine bir parçanın düşürülmesidir. İstedikleri bu mucizeler şu âyet-i kerimelerde zikredilmiştir: "Kâfirler şöyle de­diler "Bizim için; yerden suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadıkça sana iman etmeyeceğiz." "Veya içinde hunna ve üzüm bulunan bir bahçen olsun, ortasın­dan harıl hani ırmaklar akıt." "Yahut sandığın gibi göğü başımıza parça parça düşür veya Allahı ve melekleri karşımıza getir." "Yahut altın'dan bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allahtan, peygamber olduğunu yazan, okuyabileceğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız." Ey Muhammed, sen onla­ra şöyle de: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de peygamber olan insandan başka bir şey değilim. [47]

Allah teala, bu isteklerde bulunan müşriklere cevap veriyor ve buyuruyor ki: "Şayet Allah bunların isteklerini kabul ederek gökten parçalar da düşürse bunlar yine iman etmezler. Gökten düşen o parçalara: "Bunlar üstüste yığılmış parçalardır." derler. [48]

 

45- Ey Muhammed, sen onları, çarpılacakları güne erişmelerine ka­dar kendi hallerine bırak.

Ey Muhammed, sen.bu müşrikleri, birinci sur'a üflenerek hel'ak olacaklan güne kadar aynı hallerinde bırak. [49]

 

46- 0 gün onlara, kurdukları tuzaklar hiçbir fayda vermez. Onlar yardım da görmezler.

Çarpılacakları tuzaklar o günde müşriklere hiçbir fayda sağlamayacak ve Allanın azabını kendilerinden uzaklaştrmayacaktır. Onlara yardım edecek ve Allanın azabına karşılık verecek herhangi bir yardımcıları da bulunmayacaktır. [50]

 

47- Zulmedenlere bundan başka bîr azap daha vardır. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.

Âyet-i kerimede, zulmedenlere, âhiretteki azaptan başka bir azabın veri­leceği zikredilmiştir.

Bera b. Âzib'e, Abdullah b. Abbas'a ve Katade'ye göre bu başka azaptan maksat, kabir azabıdır. Müoahid'e göre ise dünyadaki açlıktır. İbn-i Zeyd'e göre ise, dünyada kâfirlerin başların gelen çeşitli bela ve musibetlerdir. Bu tür bela ve musibetler, müminlerin Allah katındaki sevabını artırırken kâfirlerin cezala­nılın bir kısmı acele verilmiş olur. Taberi, âyet-i kerimenin, bu zikredilen görüş­lerin hepsini kapsadığını söylemiştir. [51]

 

48- Ey Muhammcd, sen rabbinin hükmüne sabret. Şüphesiz sen bi­zim himayemiz altındasın. Kalktığın zaman rabbini hamd ile tesbîh et.

Ey Muhammed, sen rabbinin, senin hakkında verdiği hükme sabret. Pey­gamberliğini tebliğ et, rabbinin emir ve yasaklarına uy. Çünkü sen bizim gözü­müzün önündesin. Seni de yaptığın amellerini de görmekteyiz. Müşriklerden sa­na kötülük yapmak isteyen herhangi bir kimse sana zarar veremeyecektir.

Âyet-i kerimenin "Kalktığın zaman rabbini hamd ile teşbih et." bölümü çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Avf b. Mâlik ve İbn-i Zeyd'e göre "Kalkığın zaman rabbini teşbih et." ifadesinden maksat, "Uykundan kalktığın zaman rabbini teşbih et ve namaz kıl." demektir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve buradaki "Uyku"dan maksadın öğle vaktinde uyunan "Kaylûle uykusu" olduğunu, bu uykudan sonra yapılması istenen teşbihin de "Öğle namazı" olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin ma­nası şöyledir: "Ey Muhammed» sen öğle uykusundan kalktıktan sonra öğle na­mazını kıl." Taberi bu görüşü tercih etmesine gerekçe olarak şunları zikretmiş­tir: Ayet-i kerime bir emir ifade etmektedir. Onu namazdan Önce herhangi bir teşbihe yorumlamak o teşbihin farz olmasını gerektirir. Böyle farz olan bir teş­bih olmadığına göre bundan maksat, uykudan sonra namaz kılmaktır. Uykudan sonra farz olan namaz, sabah namazıdır. Sabah namazını kılmayı da bundan sonra gelen ve "Yıldızların batışında rabbini teşbih et." diyen âyet emretmekte-. dir. Bu nedenle uykudan sonra kılınacak olan farz namaz ancak öğle uykusun­dan sonraki öğle namazı olabilir.

Dehhak, Rebi' b. Enes, Abdurahman b. Zeyd vb. âlimlere göre "Kalktığın zaman rabbini hamd ile teşbih et." ifadesinden maksat, farz namaza başlama­dan önce: "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike vetebarekesmük ve teala ced-dük ve celle senaüke ve lailahe ğayrük." duasını okumaktır.

Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat, ki­şinin, oturduğu her meclisten kalktığında "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdi­ke" demesidir.

Bu hususta Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.

"Kim bir mecliste otuaır da orada çokça gürültü yapar ve oradan kalkma­dan önce "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdik." "Eşhedü en lailahe illa ente estağfiruke ve etubu ileyke." Ey Allahım seni teşbih eder ve sana hamdederim. Senden başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederim. Senden af diler ve sana tevbe ederim." diyecek olursa o mecliste yaptığı günahlar[52] affedilir. [53]

 

49- Geçinin bir bölümünde de, yıldızların batışında da onu teşbih et.

Gecenin bir bölümünde rabbini teşbih et." demek, İbn-i Zeyd'e göre "Yat­sı namazını kılmayı emirdir." Taberi bu ifadeyi "Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde namaz kılarak ve ibadet ederek rabbini'ulula." şeklinde izah etmiş, namazdan maksadın da akşam ve yatsı namazı olduğunu söylemiştir.

"Yıldızların batışında da onu teşbih et." ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Hz. Ali, Ata b. Ebi Rebah ve Hasan-ı Basrî'ye göre sabah nama­zından önce kılınan iki rek'at sünnettir. Bu sünnetin fazileti hakkında Resulullah (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyumıuştur:

"Sabah namazının iki rekat (sünneti) dünyadan ve onun içinde bulunan şeylerden daha hayırlıdır. [54]

Diğer bir rivayete göre îse:

"Bu iki rekat bana bütün, dünyadan da sevimlidir. [55] buyurduğu beyan edilmektedir.

Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Yıldızların batıcında da onu teşbih et." ifadesinden maksat, sabah namazının ikî rekat farzını kılmaktır. Taberi bu görü­şü tercih etmiş ve gerekçe olarak ta "Âyet emir ifade emektedir. Emir ise o işin farz olmasını gerektirir. Sünnetler farz olmadığına göre buradaki "Tesbİh"ten maksat, sabah namazının farzıdır." Taberi sözlerine devamla diyor ki: "AHahm bütün emirleri, öncelikle farziyet ifade eder. Bunların farz olmayıp da mendup olduklarını ifade eden herhangi bir delil bulunduğunda bunlar mendup olarak yorumlanır. Bu âyette böyle bir delil olmadığına göre bu emrin mendup ifade ettiği söylenemez." [56]

 



[1] Tur Suresi, Üyet: 48-49

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/5.

[3] Buhari, K.Tcfsir el-Kur'an, Surc:52, bab: 1

[4] Bulıari, K.Tcfsir cl-Kur'an, Sure:52, bab: 1

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/6.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7.

[10] Ahmcd b. Ilanbcl, Müsned, C.3, S.I53

[11] Buharı, K.ncci'ül-IIalk, bab: 6/ Müslim, K.cl-îman, bab: 364, Hadis no: 164

[12] Ahmcd b. Ilanbcl, Müsned, C.l, S.43

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/7-10.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/10.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/10.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/10.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/10.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/10-11.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/11.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/11.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/12.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/12.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/12.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/12-13.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/13.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/13-14.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/14.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/14.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/15.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/15.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/15.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/15.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/15-16.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/16.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/16.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/17.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/17.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/17.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/17.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/17-18.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/18.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/18.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/19.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/19.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/19.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/20.

[47] İsra Suresi, âyet: 90-93

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/20.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/21.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/21.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/21.

[52] Tirmizî, K.cd-Dfıvât, bab: 38, Hadis no: 3433

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/22-23.

[54] Müslim, K-el-Müsafirin, ab: 96, Hadis no: 725

[55] Miislİm, K.cl-MÜsafirm, bab: 97,1 Iaıüs no: 725

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/23-24