NECM
SÛRESİ
Mekke'de
nazil olmuştur. Altmış iki âyettir. Allâhü Teaia ayeı-ı cemesınûc şoyie
buyuruyor;
"Battığı
dem yıldıza andolsun ki"
İbn-i
Abbas (r.a) der ki: "Hak Teâlâ Kur'an'a yemîn eder. O, Rasûlullah (s.a.v)1
a sûre sûre, âyet âyet geldi. Bir olay olduğu zaman onunla ilgili âyet Veya
sûre gelirdi. Ömrünün sonuna kadar, yirmi üçyılda bu böyle sürdü." Mücâhid
(r.a): "Allah süreyyâ yıldızı üzerine yemin ediyor," diyor. Bu
yıldızlara yemin edilmesinin bir anlamı da şudur: Rasûlullah (s.a.v)1
e Kureyşliler toplanıp geldiler. Dediler ki: Yâ Muham-med! Sen atalarının
dinini terk ettin. Yoldan çıktın. Sen de azgınlaştın. Kendi kendine bir şeyler
uydurup söylüyorsun. Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu:
"Sahibiniz
(doğru yoldan) sapmadı. Bâtıla da inanmadı. Kendi nevasından konuşmaz. O,
kendisine (Allah'tan) ilkâ edilegelen bir vahiyden başkası değildir. Onu müthiş
kuvvetlere mâlik olan öğretti. (Ki o) akıl ve re'yinde kâmil (bir melek) dir.
Hemen (kendi suretine girip) doğruladı."
Yâni:
Bu indirdiğimiz Kitap hakkı için, sizin arkadaşınız Muhammed
90 Neon Sûresi (Cüz: 26 Âyet: 7-15)
atası
İbrahim (a.s)'in dinini terketmedi. Azmadı. Kimseyi de azdırmadı. Okuduğu
Kur"an kendisinin uydurduğu birşey değildir. Onun bütün söyledikleri vahiy
eseridir. O ancak kendisine vahyolunanı- Kur'an veya hadîs olarak- söyler. Ona
bunu çok güçlü olan Allah öğretti. O çok kuvvetlidir. Hakkında acizlik,
düşünülmez.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"O,
en yüksek ufukta idi. Sonra (Cebrail ona) yaklaştı. Derken sarktı. İki yay
kadar, yahut daha yakın oldu"
Cebrail
(a.s), doğrudan kendi öz şekliyle Muhammed (s.a.v)1 e göründü. Onun
iki kanadı vardı: Bir doğuda biri batıda. Rasûlümüze yaklaştıkça yaklaştı. Öyle
ki, bir yayın iki başının birbirine yaklaştığı kadar yaklaştı. Nerdeyse yüzyüze
geldiler. Kimi âlimlere göre, bunun mânası şudur: Rasûlullah (s.a.v) miraç
gecesi Allahü Teâlâ'ya iki arşın veya daha çok-za-mandan-mekândan münezzeh
olarak yaklaştı. Yüce Allah buyurdu:
V.
ı
"(Allah'ın)
kuluna vahyettiği neyse, onu vahyetti. Onun gördüğünü kalb (i) yalana
çıkarmadı."
Rasûl
Aleyhisselâm zamandan ve mekândan münezzeh olarak Rabbi-ne yaklaştı. Doğrudan
doğruya o mükerrem ve muazzez kuluna vahyetti. Bir takım sırlardan vahyetmek
dilerdi. Zîra, iki sevgili bir araya gelince aralarında konuştuklarına kimse
sır erdiremez. Bunun için "O kuluna vah-yettiğini vahyetti" dendi.
Buyurdu ki: Muhammed Allah'ı veya Cebrail'i görmekte idi. Bunu da kalbi
yalanlamadı. Muhammed bin Kaab'dan rivayete göre, Rasûllah (s.a.v)1
e soruldu: "Ya Rasûlallah! Rabbini gördün mü?" Dedi ki: "Ben
Rabbimi gönül gözü ile gördüm. Baş gözü ile değil." Yüce Allah buyurdu:
"Şimdi
siz onun bu görüşüne karşı da kendisiyle mücâdele mi edeceksiniz? And olsun ki,
onu diğer bir defa da Sidretü'l- Münte-ha'nın yanında gördü o, ki Cennetü'l
Me'va onun yanındadır."
Ey
Mekkeliler! Siz inkâr ederek Muhammed (a.s)1 in gördüğü şeyler
(Cüz:
26 Âyet: 16-18) Necm Sûresi 91
hakkında
tartışma mı yapıyorsunuz? Onun gördüğü gerçektir. Konuşmasında da asla yalan
yoktur. Biz Ona, kudretimizi, simgeleyen ulu âyetlerimizi (delillerimizi)
gösterdik. Cebrail (a.s.)1 i bir kez kendi hey'etiy-le gördü. Bu
Kâ'bü'l Ahbâr'ın yorumuna göre "Rabbini gördü" demektir. Hak Teâlâ
Musa (a.s) ile iki kez konuştu. Bu haberi Hz. Âişe (r.a) validemize sordular.
Hz. Âişe anamız: "Bu öyle bir sözdür ki bundan dolayı ürperiyorum! Gönlüm
titriyor." Dediler ki: Ey Mü'minlerin annesi! Hak Teâlâ buyurdu ki:
"Andolsun
ki diğer bir defa da (Sidretül Müntehâda) gördü."
Hz.
Âişe (r.a) dedi ki: "Ben bu hususu Rasûlullah (s.a.v)1 a sormuştum.
(Cebrâili aslî şekliyle ve suretiyle iki kerre gördüm,) dedi" Çoğu
mü-fessir de bunun birinin (mîraç) da, birinin de (ilk vahiy) de olduğunda
birleşirler. Sidretül Müntehâ'da görmüştür, birinde "Sidretü'l
Müntehâ"! Tuba adı verilen bir ağaç'ın olduğu "son varış
noktası" bir yerdir.
"Sidretü'l
Müntehâ": O kadar çaplı ve büyük bir yerdir ki, yürük bir atla bir kişi
etrafını dolaşmak istese ihtiyarlar da bitiremez (Mukâtil). Şehitlerin ruhları
ve melekler ancak buraya kadar ulaşabiliyorlar. Arşın sağında olan Sidretü'l
Müntehâ'dan cennetin ırmakları çıkar. Cebrail'in makamı or-dadır. Allahü
Teâlâ'nın hükmü ona gelir. O da Peygambere ulaştırır. Yer-den-gökten ameller ve
hayırlar ona kadar ulaşır. O bunları Allah'a arzeder. "Cennetü'l
Me'vâ"da ordadır. Mü'minlerin ruhlarının oraya ulaştığı yapılan bir başka
yorumdur.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"O
(gördüğü) zaman Sidreyi buruyordu.
Onu bürümekte olan (peygamberin) göz (ü gördüğünden) ağmadı, (onu) aşmadı
da."
Sidre
ağacının her bir budağında bir melek bulunur. Onların hepsi Allah'a ibâdet
ederler. Rasûlullah (s.a.v)'a "Sidre'yi bürüyen ne?" diye sordular.
Peygamberimiz (s.a.v): "Ağacı bürüyen altından çekirgelerdir," dedi.
Hak Teâlâ kulu ve Resulü Muhammed (s.a.v)'e Mirâcda ne gösterdiyse hepsi
gerçektir. Onlara hep dikkat etmedi. Gözü kaymadı. Lüzumsuzluk yapmadı: Etrafla
ilgilenmedi.
92 Necm Sûresi (Cüz: 26 Âyet: 19-23)
"Andolsun
ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür."
Yâni
kulu ve Resulü Muhammed (s.a.v), O'nun şaşmaz kudretini ve büyüklüğünü gösteren
en büyük âyetlerini görmüştür. Miraç hâdisesinde Mekke-i Mükerreme'den Kudüs-ü
Şerife kadar (Refref) adlı bir binite binmiştir. Yeşil renklidir. Çok azametli
bir binittir. Cebrâilin de altıyüz kanadı vardı. O da çok heybetli bir ulu melektir.
Olup bitenleri haber verince hayret edenler oldu. Halbuki onun sözünde gerçeğe
aykırı bir husus yoktur. Rabbisinin kudretinin simgesi olan nice olağanüstü
şeyler gördü.
Ve
yine Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"(Allah'ı
bırakıp taptığınız) Lât (in), Uzzâ (nın) ve (bunların) üçüncüsü olan diğer
Menat (in zerrece kudretleri var mı?) Bize haber verin. Erkek sizin de, dişi
Onun mu?! O takdirde bu, insafsızca bir taksim!"
Yâ
Muhammed! de ki: Siz, Lât-Uzzâ-Menat'a taptınız. Âhirette bunlardan fayda
bulacak mısınız?! Asla onların size orada ve burada yararları olmayacaktır. Bu
putlar âciz varlıklardır. Tâiflilerin taptığı en çok taraftan olan (Lât)
putudur. (Uzzâ) ise Kureyşlilerin putu idi. (Menât) da Medînelilerin putu idi.
Bunlara bu adların konulmasının da sebebleri vardır. "Lât" yerine
"Âdullah" koymak istediler. Fakat bu isim tuttu. "Menat"
yerine "Mennân" koymak istediler. Ama dillerine "Menât"
daha kolay geldi. "Uzzâ" Tâifde bir hurma ağacının adı idi. O hurma
ağacının içinden saçları yerde sürünen bir kadın koymuşlardı. Rasûlullah
(s.a.v) Hâlid bin Velîd (r.a)'ı gönderdi. O da onu kırdı. O kadını da öldürdü.
Durumu Rasûlullah (s.a.v)'a rapor etti. Peygamberimiz (s.a.v): "Sen onu
öldürdün. Artık ona tapamazlar," buyurdu. Benî Müleyh kabilesi meleklere
taparlardı. Onlara Allah'ın kızları derlerdi. Onlar bize Allah katında şafaat
edeceklerdir şeklinde konuşurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v):
"Allah Teâlâ hakkında çok câhilsiniz: Sizin oğullarınız olsun da onlar
Allah'ın kızları olsunlar! Bu ne saçma-sapan görüş! Bu taksîmi yapmanız bir
zulümdür," dedi.
Allahu
Teâlâ şöyle buyuruyor:
(Cüz:
26 Âyet: 24-28) Neon Sûresi 93
"Bu
(putlar) sizin ve atalarınızın taptığınız adlardan başkası değildir. Allah
onlara hiçbir hüccet indirmedi. Onlar, kuruntudan ve nefisler (in) in arzu
ettiği hevâ (ve heves) den başkasına tâbi olmuyorlar. Halbuki, andolsun,
kendilerine Rablerinden o hidâyet (rehberi) gelmiştir."
O
putların size bir yaran dokunamaz. Sizler atalarınıza uyarak onlara birer ad
taktınız Yüce Allah size bir delil mi indirdi ki onunla sözlerinizi
doğrulayasınız. Siz bir zanna uyuyorsunuz. Güçsüz varlıklara tapıyorsunuz. Hak
din İslâmı, atalarınız gibi, siz de terkediyorsunuz. Halbuki İslâm hak dindir.
Peygamber (s.a.v)1 e gelen Kur'an haktır.
Yüce
Allah şöyle buyurdu: b,. >.,. ^J.^J.
"Yoksa
insana her umduğu şey (e ulaşma imkânı) mı var? İşte âhiret de, dünyâ da
Allah'ındır."
Onlar
meleklerin şefaat etmelerini umuyorlardı. Bu, Allah'ı bırakıp meleklere tapmak
demekti. Bu, bir saplantıdır. Mülk Allah'ındır. Yerde-gökte, dünyâda-âhirette
yalnız Onun dilemesiyle bir şey olur. "şefaat et-me"de onun iznine
bağlıdır. Mükafatlandırmada da cezalandırmada da hüküm O'nundur. Kimseye minnet
etmeden, esirgemeden vermek, ancak Allah'a mahsustur.
"Göklerde
nice melekler vardır ki, onların şefaatleri bile hiçbir şeye yaramaz. Meğer ki
(o şefaat) Allah'ın dileyeceği ve razı olacağı kimseler için (ve ancak Onun)
izin vermesinden sonra ola."
Meleklerin
şefaatini umarak onlara tapan nice kimseler vardır ki, bu saçmalıktan
sakındırılırlar. Göklerde birçok melek vardır. Ancak onlara faydalı olamazlar.
Yararlan dokunması için "Allah'ın izninin şart" olduğu
unutulmamalıdır. Allah ondan razı olacak ki-müslüman olacak- o melekler veya
başkaları şefaat edebilecekler.
Ve
yine bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu:
94 Neon Sûresi {Cüz: 26 Âyet: 29-3.1)
"Hakikat,
âhirete îman etmez olanlar, meleklere alabildiğine dişi adı takarlar. Halbuki
onların buna dâir de bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına tâbi olmazlar.
Kuruntu ise, şüphesiz haktan hiçbir şeyi ifâde etmez."
Öte
dünyaya inanmayan, öldükten sonra kalkışı reddeden, meleklere dişi diyen bu
adamların geçerli bir delilleri yoktur. Kesin birşey varsa, o da: Onların
çekecekleri azapları önleyemez olduklarıdır. O taptıkları şeylere "din
câhili ve ahmak oldukları için" kul ve köle olmayı sürdürüyorlar.
Yüce
Rabbimiz şöyle buyurdu:
"Onun
için sen (Habîbim) bizim zikrimize arka çeviren, dünyâ hayâtından başkasını
arzu etmeyen kimselerden yüz çevir. Onların ilimden erebildikleri (son had)
işte budur. Şüphesiz ki, Rabbin, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilenin tâ
kendisidir. O hidâyet bulan kimseleri de pek iyi bilendir."
Yâ
Muhammed! Bizim kitabımızı inkâr eden kimselerden yüz çevir. O kitaba bağlı
olmadıkları için onunla amel etmezler. Sırf dünyâ hayâtını yaşarlar. Âhiret
işlerinden gafildirler. Senin Rabbin İslâm dinine inanan ile inanmayanı
"en iyi bilen"dir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
"Göklerde
ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. (Bunların yaratılması ve nizama getirilmesi
ise Allah'ın) kötülük edenleri, yaptıklarına mukabil cezalandırması, güzel
hareket edenleri de daha güzeliy-le mükâfatlandırması içindir."
Göklerin
ve yerin tasarrufu kudret elinde olan Allah sizin ilâhınızdır. Kötülük
işleyenleri cezalandıracaktır. İyilere de uçmak (cennet) vardır.
Ve
yine o buyurdu:
(Cüz:
26 Âyet: 31) Necm Sûresi 95
"(O
güzel hareket edenler), ufak suçları hâriç olmak üzere, gü-nahtn büyüklerinden
ve fuhuşlardan kaçınanlardır..."
Onlar
ki sakınmaları vacip olan günahlardan uzaklaşırlar. Allah korkusuyla onları işlemekten
pişman olurlar. Kendilerini kınarlar ve istiğfar ederler. Kur'an'ı anlamakta
hünerli "o ahiret âlimleri" demişlerdir ki: Onlar ne büyük-ne küçük
hiçbir günahı işlemediler, titizlikle uzaklaştılar. Bunlara "ihsan
ehli" denir. Buna Rasûlullah (s.a.v)'ın su sözü şahittir.
"Günahların
küçük görülenlerinden sakınınız:" Bilhassa dikkat edin, zîra Allah'ın
azabı günahlar içinde gizlidir. Zehirli bir şeyin çoğundan ka-çınıldığı gibi
azından da sakınılır. Bu, akıllı olmanın gereğidir. Az da olsa zehir alan, bu
dünya yaşayışını sona erdirir. Günahlar da "zehir" gibidir.
Cür'etkârca günah işleyen ve tevbe etmeyen kimseler de "cennete
girme" şansını kaybeder. Buna karşılık cehenneme girme ihtimali kalıyor. Akıllı
olan bu "günah zehiri"nden uzak durur.
Unutmakla,
dalgınlıkla işlenen günahları Allah lûtfuyla bu ümmete bağışlamıştır.
"İsm", hakkında cehennem tehdidi olan her günahdır.
"fevâhiş" ise hakkında had (ceza) olan günahlardır. Bunların aynı
anlamda olduğunu söyleyen de vardır. Çünkü her cehennem vaîd olunan fahişe
büyük günahdır. Her büyük günah da fahişe "açık yüzsüzlük"dür. Büyük
günahın neler olduğu hususunda İslâm âlimlerinin şöyle bir ölçüsü vardır.
"Allah'ın yasakladığı her şey (günah) büyüktür." İbn-i Abbas (r.a)
bunu yetmişe kadar çıkarmıştır. İbn-i Mesûd (r.a)' in rivayetine göre
Rasûlullah (s.a.v) büyük günahları yedi olarak bildirmiştir. "Allah'a
ortak koşma; yalan söylemek; yalancı şahitlik yapmak; faiz yemek; namuslu
kadınlara iftira etmek." Büyük günahlardan sakınmak şartıyla Allah küçük
günahları bağışlayacağını müjdeliyor (Nisa sûresi, 31. âyeti). Beş vakit namaz
ve Cumalar, bunları kılanlara "büyük günahlardan sakınmak şartıyla"
küçük günahların bağışlanacağını Rasûlullah (sav) bizlere müjdeliyor. Ancak
gü-nühı küçük görmek de asla doğru değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) şöyle
buyurdu.
"Devamlı
işlemekle küçük günah, küçük günah olarak kalmaz (büyür) Tevbe etmekle de büyük
günah büyük günah olarak kalmaz (bağışlanır)."
96 Neon Sûresi (Cüz. 26 Âyet:
32-33-34}
"Şüphesiz
ki Rabbin, mağfireti bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı »aman
ve henüz analarınızın karınlarında döller hâlinde olduğunuz sırada siz (İn ne
olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın.
O, (fenalıktan) sakınan kimdir, çok iyi bilendir."
Yâ
Muhammed! Bu günahkârlar, benim rahmetimden, günahlarının çokluğu sebebiyle
ümitlerini kesmesinler. Rabbinin ihsanı boldur. Tevbe ederek bizim huzurumuza
gelerek niyaz edenleri yadigarız. Sizin Allah'ınız atanız Âdem (a.s)'ı
topraktan yarattığı zaman onun zürriyetinden geleceğinizi biliyordu. Babanız
sulbünden ananızın o karanlık rahmine düşeceğinizi de biliyordu. Orda siz
teşekkül ettiniz. Size can verdi. Sizin bütün hallerinizi siz yokken biliyordu.
Hanginizin
itaatli, hanginizin isyancı olacağını da biliyordu. Bİrbirleri-nizi övüp
durmayın. Biz, hanginizin "sâlih" ve hanginizin "salîh
değil", bunu en iyi bileniz. Hanginiz bizden korkup günahdan sakınıyor,
onu da iyi biliriz. Siz kendi kendinizi ayıplayın. Sizin hanginizin tertemiz
olduğunu Allah bilir. Hanginiz "olgun" hanginiz "ham" onu
da yaradanınız çok iyi bilir. İnsanları yüzlerine karşı övmenin kötülüğü
hususunda Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu.
"(İnsanları
yüzlerine karşı) övenleri gördüğünüz zaman yüzlerine karşı toprak
saçınız!" Bundan maksat onu bu davranıştan alıkoyunuz. İnsanları methetmek
(övmek) üç şekilde olur:
Yüzüne
karşı övmek,
Bir
kimseyi bir başkasına övmek, O kimsenin de bu sözü övülen kişiye ulaştırması
şeklinde olan methetme. Bu ikisi yasaktır.
Bunda
gıyabî övme vardır. Söylenen sözler o kişiye ister ulaşsın, ister ulaşmasın, o
kimse buna önem vermez. Çünkü sözünde abartma yoktur. Bu tür bir methetmekte
mahzur yoktur. Fakat bu bahsedilenler onda yoksa veya olduğundan fazla övülüyorsa
o zaman da "yalancılardan olur. Bu çeşit bir methetmeden uzak durmak
gerekir.
(Cüz:
26 Âyet: 35-42) Necm Sûresi 97
"Şimdi
(îmandan) dönen (malından) biraz (ını) verip de gerisini sert kaya gibi elinde
tutan adamı gördün mü?"
Velîd
bin Mugîre malından fakîre çok verirdi. Kalanı ise "sert kaya gibi"
vermezler, Bütün cimriler bu tutum içinde olurlar.
"Gayfoın
ilmi onun nezdîndedir de kendisi mi görüyor?"
Onlar
âhiret ahvâlinden anlıyorlar mı? "Levh-i Mahfuz"da olan yazgılarına
vâkıf mıdırlar?
"Yoksa
Musa'nın ve (Allah1 dan aldığı emri ve) vazifesini tastamam îfade
eden İbrahim'in sahifelerlnde olan (şûn) lardan haberdar mı edilmedi? Hakîkaten
hiçbir günahkar diğerinin günah yükünü çekmez."
Bu
âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Hz. Osman (r.a) malını çokça Allah yoluna
infâk etti. Bunu gören Velîd bin Utbe dedi ki: "Sen malını çarçur
ediyorsun, Yarın muhtaç duruma düşeceksin. Harcama." Hz. Osman (r.a):
"Benim günahım çoktur. Bu sarfımla günahlarıma keffâreti
düşünüyorum," dedi. Velîd dedi ki: "O malının bir kısmını bana ver.
Ben de senin günah yükünü üzerime alayım. Onun günahı benim omuzumda olsun. Sen
de bu yükten kurtulursun," dedi. Bunun üzerine Osman bin Af-fan (r.a) ona
istediği kadar malından verdi, Hak Teâlâ bu yanlış ahş-verişi düzeltmek için bu
âyet-i kerîmeyi indirdi.
O
Velîd'in gayb ilmine nüfuzu mu var ki, böyle kesin tavırlı ahkâm kesiyor, Yoksa
Musa (a.s)' a indirilen (Tevrat) ta veya İbrahim (a.s)1 a indirilen
(suhuD da mı onun lehine hüküm var? Halbuki bunlarda "bir kimsenin günahı
başka bir kimseye yüklenemez." yazılıydı. O İbrahim ki görevini tam yerine
getiren "ululazim" peygamberlerden biridir. Vefası, tam olduğu için
vazifesini eksiksiz yaptı. Kuştuk vakti dört rekat namaz kılardı. Bundan dolayı
da kendine "vefalı" denildi.
Yüce
Rabbimiz devamla şöyle buyurdu:
98 Necm Sûresi (Cüz: 26 Ayet: 43-49)
'Hakîkaten
İnsan içip kendi çalıştığından başkası yoktur. Hakîkaten çalıştığı ilerde
görülecek. Sonra buna en kâmil mükafat verilecektir. Şüphesiz ki en son gidiş
ancak Rabblnedir." .
Yâni,
Âhirette hayır ve şer olarak kişi, dünyâda işlediğinin karşılığım görecektir.
Ama az, ama çok mutlaka cezâlanacaktır. Yapılanın tam karşılığı eksiksiz
görülecektir. Bu âyet-i Kerîme, her kişinin yaptığını tam göreceğine işaret
etmektedir. Ancak başka bîr kişinin günah işlemesine yardım eden, ortam
hazırlayan kimse de o kişinin ve kişilerin günahlarından pay sahibidir. Ama
kötülüğü engellemek isteyip mâni olamayan bu vebalden kurtulur. Buraya kadar
Hz. Musa ile Hz. İbrahim'in sayfalarında da geçmektedir. Kur'an onlardan hikâye
yoluyla bahsediyor.
Yüce
Rabbimiz şöyle buyurdu:
"Hakîkat
şu: Güldüren de, ağlatan da O'dur. "(Dünyâda) öldüren de (âbJrette)
dirilten de O'dur."
O
öyle bir Allah'tır kî, cennetlikleri cennette güldürecek. Cehennemlikleri de
orada ağlatacaktır. Cennettekilere nîmet ve rahatlık vererek güldürecek de
O'dur. Aksine cehennemlikleri de orada binbir çeşit azapla ağlatacaktır.
Dünyâda öldürüp âhirette diriltecek O'dur. Herkesi öldürüp âhirette tekrar
diriltip herbirini ameline göre hesaba çekip karşılığını tastamam verecek
O'dur.
Yüce
Rabbimiz şöyle buyurdu:
"Hakîkaten
menîden (rahme) döküldüğü zaman, erKek ve cuşı ild çifti O yarattı. Şüphesiz ki
(ölümden sonra) tekrar diriltmek de
ona
aittir."
O
öyle kudretli bir Allahtır ki, bir damla "erlik suyundan" hem erkek
hem dişi yaratır. Ölümünden sonra insanı diriltmeye de gücü yeten ancak O'dur.
İnsanı yoktan var eden Allah'ın ikinci defa onu tekrar diriltmesi normaldir. Bu
âyet-i kerîme bunu ispat ediyor. Mevcut bir şey yok olmaz. Ancak şekil değiştirir.
Onu yaratmak ise daha kolaydır.
"Hakikat
şuî (İnsanları) başkalarına muhtaç olmaktan O kurtardı. Ve O, sermâye sahibi
kddı. Hakîkat şu: Şi'râ yıldızının Rabbi de O."
{Cüz:
26 Âyet: 50-54) Necm Sûresi 99
O
öyle zengin bir Allah'dır ki kime dilerse kat kat elbise, ev, bağ ve bahçe
vererek zengin eder. Cezvâ yıldızından sonra doğan ve parlak bir-yıldız olan,
İbn Abbas'm dediğine göre, Huzaalıların taptıkları "Şı'râ'yı yaratan da
O'dur. O, bir yaratıktır. Mâbutluğa lâyık değildir. Allah onu yok olmak için
yaratmıştır. Yokolacak olan da hâhk olamaz. Herşeyin Yaratıcısı benim. Ölümsüz
varlık benim! Herşeyle herşeyin arasını Kıyamet günü açacak ve yalnız hükmü
geçecek olan da benim!
Onları
korkutarak şöyle buyurdu:
"Hakikat
şu: Evvelki Âd'ı O helak etti. Semûd'u da. Öyle ki (onlardan hiçbirini)
bırakmadı. Daha evvel Nûh kavmini de (O helak etti). Çünkü bunlar çok zâlim ve
çok azgın (insan) ların tâ kendileri İdi."
(Lût
kavminin) altı üstüne gelen kasabalarım da o kaldırıp yere çarptı da."
Hûd
(a .s)1 in kavmi azgın Adlıları yok eden O'dur. Onlardan sonra da
bir Âd kavmi geldiği için bunlara "birinci Âd" denildi. Salih Ca.s)'
in kavmi Semûd'u da yok eden O' dur. Onlardan bir kişi bile kalmadı. Bunlardan
önce geçen Nûh kavmini de helak eyledi. Bunlar daha katı sapıklık içinde
idiler. Zîra Hz. Nûh onların arasında (950) yıl kaldı. Kendilerini hak dîne
davet etti. Bîr kişi bile ona inanmadı. Üstelik çocuklarına "biz ölür, siz
kalırsanız sakınola onun dinine girmeyiniz," diye öğütlerlerdi, vasiyyet
ederlerdi. Mü'tefika, Lût kavmidir. Bunlar da azgın cinsî sapıktılar. Allah'ın
gazabını üzerlerine çektiler. Allah Cebrail (a.s)'a emretti. O da kanatlan
üstüne aldı ve göklere çıkardı, tersyüz yere hızla bıraktı. Düşünce param parça
oldular!
"Onlara
giydirdiğini giydirdi. Şimdi (ey insan) Rabblnin nimetlerinden hangisi hakkında
şüphe edersin?"
Yâni
o azgın cinsî sapık Lûtilerin üzerine taş yağdırdık. Onların helaki taşla oldu.
Fakat mü'minleri kurtardık. Ey insanoğlu! Rabbinin hangi nîmetini "bu Onun
verdiği nîmet değil" diye inkâr edebilirsin? Her nimetin şükrünü yerine
getiremezsiniz. Yaptığınız kulluk ve ibâdet nimetler yanında "devede
kulak" bile değildir.
100 Necm Sûresi (Cüz: 26 Âyet: 56-62)
Yüce
Rabbimiz şöyle buyurdu:
"İşte
bu (zât) da (Allah'ın azabından) korkutan evvelki (peygamber) lerden (sonuncusu
olmak üzere aynı şeyle) korkutucu (bir peygamber) dlr. Yaklaşan yaklaşdı. Onu
Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur."
Bu
Muhammed (s.a.v)1 i size korkutucu olarak gönderdik. Nitekim
yolumuzdan sapan, azgın ve taşkın kavimlerini de Nûh, Hûd, Musa, İbrahim ve
diğerleri (Hepsine selâm olsun) müthiş azabımızla korkutmuşlardı. Davete
uymayan hepsini yerlebir ettik. Muhammed bizden size bir korkutucudur! Dediğine
uyarsanız yokolmaktan kendinizi kurtarırsınız, Değilse, yolundan gitmeye can
attığınız öbürlerinin uğradığı âkibete uğrarsınız. O vaadettiğimiz Kıyametin
kopması yakındır. Kimse onun vaktini bilemez.
Yine
şöyle buyurdu:
"Şimdi
siz bu söze mi şaşıyorsunuz? Ve gülüyorsunuz? (Günahlarınıza) ağlamıyorsunuz?
Siz gâfîl, oyuna meclûb (adamalarsınız. Haydi (Allah'a) secde edin. (Ona)
kulluk edin."
Siz
Kur'an'ı işitir, sonra gülüşür müsünüz? Onun âyetlerini işittiğiniz halde
ağlamaz mısınız? Halbuki siz, Kur'anı duyunca alay ediyorsunuz. Bu, bir
gaflettir. Bunu terkedin. Yalnız Allah'a secde ediniz. Onun birliğini
kabulleniniz. Yoksa bâtıl işlerle uğraşmanızdan, inkârınızdan dolayı siz de
helak olursunuz. Kur'an'ı işittiği halde gereken saygıyı göstermeyen,
buyruklarına uymayan kimseler de -eski batan kavimlerin özelliklerini taşıdıkları
için- helak olurlar.
İkrime'nin
İbn Abbas'dan rivayetine göre o şöyle dedi, Müşrikler Kur'an'ı işittikleri
halde şarkı, türkü söylüyorlar ve oynuyorlardı." Şâ'bî'den rivayete göre o
şöyle dedi: "Bu sûrenin bitiminde Rasûlullah (s.a.v) secde etti. Mü'minler
de secde ettiler. Müşrikler de (putlarına niyet ederek) secde ettiler. İnsanlar
ve cinler de secde ettiler."