Necm suresi altmış iki
âyettir. Otuz ikinci âyeti Medine'de, diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.
Bu mübarek sure de
diğer Mekki sureler gibi esas olarak inanç mevzuunu, vahiy meselesini, Allanın
birliği ve âhiret konusunu işlemektedir.İslam inancının sağlamlığı, Resulullaha
gelen vahyin, hiç şüphesiz olarak Allahtan geldiği ve şirkin sakatlığı,
temelsiz ve dayanaksız olduğu beyan edilmektedir.
Bu sure-i celilede,
Resulullah (s.a.v.)in, vahyi, Cebrail (a.s.)ı görerek ondan aldığı beyan
edilmekte ve buyurulmaktadir ki: "Şimdi siz onun gözleriyle gördüğü şey
hakkında münakaşa mı ediyorsunuz?" "Muhakkak ki Muhammed onu
(Cebraili) bir kere daha Sidretül Münteha denilen yerde gördü.[1]
Sure-i celilede, daha
sonra, müşriklerin uydurdukları tanrılarının bir vehim ve hayal eseri olduğu
beyan edilmekte ve meleklerin, Allahm kızları olduğu şeklendeki sakat
inançları reddedilmektedir.
Sure-i celilede
devamla, bu dünyada sapık bir inanca sahip olan kimselerin, âhircite hesap
verecekleri haber verilmektedir.
Sure-i celilede, daha
önce geçmiş olup Allahı inkar eden kavimlerin uğradıkları felaketlere dikkat
çekilmekte ve "Kıyamet yaklaştı." "Kıyameti Allahtan başka
kimse açığa çıkaramaz." "Siz bu kelama şaşıyor musunuz?"
"Gülüyor da ağlamıyor musunuz?" "Gaflet içinde oyalanıyor
musunuz?" "Artık Allaha secde edin ve sadece ona kulluk yapın. [2]
âyetleriyle sure-i celile sona ermektedir.[3]
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"İçinde secde
âyeti bulunan ilk indirilen sure Necm süresidir. Resulullah bunu okuyup secde
etti. Onunla birlikte arkasında bulunan herkes secde etti. Ancak bir kimse
secde etmedi. Bu kişi yerden bir avuç toprak alıp alnına koydu ve böylece secde
etmiş oldu. Ben, daha sonra bu kişinin kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm. Bu
kişi, Ümeyyeb. Halef idi. [4]
Diğer bir rivayette bu
kişinin, Utbe b. Rebia olduğu zikredilmektedir. [5]
Rahman ve rahim olan
Allahn adıyla.
1-2- Battığı
zaman yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Muhammcd) ne sapmış ne de azmıştır.
Şâ'bî diyor ki:
"Yaratıcı olan Allah, yarattığı şeylerden dilediğine yemin eder. Fakat
yaratılan kul, yaratıcı olan Allahtan başkasna yemin edemez."
Ayet-İ kerimede geçen
"Batmakta olan yıldıza yemin olsun ki" ifadesi, "Akıp gitmekte
olan yıldıza yemin olsun ki." şeklinde de izah edilmiştir.
Mücahid, Süfyan
es-Sevrî ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen
"Yıldız"dan maksat, "Süreyya yıldızı"dır. Bu izaha göre
âyetin manası şöyledir: "Batıp kaybolduğu vakitte Süreyya yıldızına yemin
olsun ki." Taberi de "Necm" kelimesinden ilk anlaşılan mananın
"Yıldız" olduğu gerekçesiyle bu görüşü tercih etmiştir.
A'meş'in Mücahid'den
naklettiği diğer bir görüşe göre ise âyetteki "Necm" kelimesinden
maksat "Kur'an" heva kelimesinden maksat ise Kur'anm inmesidir. Buna
göre âyetin manası şöyledir: "İndiği zaman Kur'ana yemin olsun ki."
Katacle diyor ki:
"Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki arkadaşınız ne sapmış ne de
azmıştır." âyeti indikten sonra Ebu Leheb'in oğlu Utbe: "Ben, yıldızın
rabbini inkar ediyorum." dedi. Bunun üzerine Resulullah: "Seni,
Allanın bir köpeğinin yemesinden korkmuyor musun?" dedi. Bundan sonra Utbe
ticaret için Yemen'e gitti. Yolda bir yerde konakladıklarında bir arslan
kükremesi işitti ve arkadaşlarına: "Bu beni mutlaka yiyecek." dedi.
Arkadaşları onu ortalarına aldılar fakat biraz sonra onları bir uyku bastı ve
uyudular. Arslan gelip Utbe'yi kaptı götürdü. Diğerleri ancak arkadaşları
Utbe'nin feryadına uyanabildiler. Böylece Resulullahın, Utbe hakkındaki duası
tahakkuk etti ve Utbe arslan tarafından yendi.
Âyet-i kerimede
"Arkadaşınız ne sapmış ne de azmıştır." buyurulmakta-dır. Allah teala
bizlere, Hz. Muhammed (s.a.v.)in haktan ayrılmadığını, doğru yolda olduğunu,
azgınlığa sapmayıp-itidalini muhafaza ettiğini beyan etmektedir. [6]
3- O, kendi
arzu ve nevasından konuşmaz. [7]
4- Onun her konuştuğu, Allah tarafından
vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.
Muhammed bu Kur'anı
kendi neva ve hevesinden söylemez. Bu Kur'an ancak ona Allahın gönderdiği bir
vahiydir.
Abdullah b. amr diyor ki:
"Ben,
Resulullahtan duyduğum herşeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler
bunu bana yasakladılar ve dediler ki: "Sen, duyduğun herşeyi neden
yazıyorsun? Resulullah da bir beşerdir. Kızgınlık zamanında da konuşur sakin
zamanında da konuşur." Bunun üzerine ben yazmaktan vazgeçtim ve meseleyi
Resulullaha anlattım. Resulullah parmağıyla ağzım işaret ederek şöyle buyurdu:
"Yaz, nefsim kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki buradan haktan
başka bir şey çıkmaz. [8]
Hadis-i şeriften de
anlaşıldığı gibi Resulullahın peygamber olarak onuş-tııklan vahiyden başka bir
şey değildir. Bunlar, Allahın gönderdiği Kur'an-ı Kerim veya ona vahyettiği
hadis-i şeriflerdir. [9]
5-7- Ona bu
vahyi son derece kuvvetli vcüstün akıla sahip bir melek öğretti. O melek yüksek
ufukta iken doğrulup (asıl suretine girdi)
Vahyedüen bu Kur'anı
Muhammed'e, çok kuvvetli olan Cebrail öğretti. O Cebrail güçlü bir akıla
sahiptir."
Bu ifade "O
Cebrail, güzel bir yaratılışa, sıhhatli bir vücuda sahiptir." şeklinde de
izah edilmiştir. O Cebrail yüksek ufuklarda iken doğrulmuştur.
Taberi diyor ki:
"Resulullah Miraca çıktığında Cebrail ile birlikte güneşin doğduğu yüksek
yerde doğruldular. Yani yukarı doğru yükseldiler ve dik bir şekilde gittiler. [10]
8- Sonra
yaklaştı ve yere sarktı.
Hasan-ı Basri ve
Katade bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Cebrail Muhammed'e yaklaştı
ve yeryüzüne doğru sarktı,"
Abdullah b, Abbas ve
Enes b. Malik ise bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Allah,
Muhammed'e yaklaştı ve ona doğru meyletti." Enes b. Malik bu hususta
Resulullahın İsra ve Miracım bildiren uzun bir hadisini rivayet etmektedir. Bu
hadisin bir bölümünde de şöyle buyurulmaktadir:
11 Allah ile
konuşmasından dolayı üstün kılınan Musa, yedinci gökte idi. Musa şöyle dedi:
"Ey rabbim, kimsenin benim üzerime çıkacağım sanmıyordum." Sonra
Resulullah, Musa'dan yukarıya, Allahtan başka kimsenin bilemeyeceği yerlere
çıkarıldı. Nihayet Sidretül Münteha'ya vardı. İzzet sahibi olan Cebbar rab ona
yaklaştı ve ona meyletti. Öyle ki onlann arası iki yay mesafesi kadar veya daha
yakın bir mesafe kaldı... [11]
9- Derken
araları iki yay aralığı kadar kısaldı veya daha az...
Burada
"Aralarında iki yay aralığı kadar bir mesafe kaldı." ifadesinden
maksat, bir yayın iki ucunun birbirine uzaklığı kadar bir mesafe kalmasıdır. Veya
iki arşın kadar bir mesafe kalmasıdır yahut, yay ile kirişi arasındaki mesafe
kadar bir mesafe demektir.
Bu âyette,
birbirlerine iyice yaklaştıkları ifade edilenlerden maksat, Abdullah b. Mes'ud
ve Hz. Aişe'ye göre Cebrail ile Hz. Muhammed'dir.
Zir b. Hubeyş,
Abdullah b.. Mes'ud'un bu âyet-i kerimeyi izah ederken şöyle dediğini rivayet
etmektedir:
"Muhammed (sa.v.)
Cebrail'i gördü ve Cebrail'in altı yüz kanadı vardı. [12]
Hz. Aişe (r.anh.) da
bu âyet-i kerimeyi izah ederken Resulullahın Cebrail'i bizzat kendi şekliyle
gördüğünü ve bu yüzden insanların arasına saklanıp tekrar ortaya çıktığını,
çtkıncada onu tekrar gördüğünü, bu halin üç kere tekrar ettiğini rivayet
etmiştir. Ebu Zer el-Ğifari ve Ebu Hureyre, Resulullaha yaklaşanın Cebrail
olduğunu söylemişlerdir.
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise, aralarında iki yayın uzaklığı kadar bir mesafe
kalanlardan maksat, Allah teala ile Cebraildir.
Muhammed b. Kâ'b
el-Kurezi ve Enes b. Malik'e göre burada, aralarında çok yakın bir mesafe
kalanlardan maksat, Allah teala ile Hz. Muhammed'dir. [13]
10- Allah,
kulu Muhammed'e vahycdcccğini vahycttİ.
Katade, İkrime ve
lbn-i Abbas, bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Allah, kulu
Muhammed'e vahyedeceği şeyi vahyetti. Yani namazın farz olduğunu bildirdi.
Hasan-i Basrî, Reb'i
b. Enes ve İbn-i Zeyd ise bu âyet-i kerimeyi şöyle izalı etmişlerdir:
"Cebrail, Allahın kulu Muhammed'e, Allanın vahyettîği emirleri
bildirdi."
Taberi, âyet-i
kerimenin, Cebrail'den bahsetmesi sebebiyle bu görüşün tercihe şayan olduğunu
söylemiştir. [14]
11- Onun gözünün
gördüğünü gönlü yalanlamadı.
İkrime, İbn-i Abbas,
Ebu Salih ve Reb'i b. Enes bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir;
"Muhammed'in kalbi gördüğünü yalanlamadı. Yani, Muhammed rabbini bizzat
gözüyle görmedi. Allah onun kalbine nur verdi o da kalbinin nuruyla rabbini
gördü.
Abdullah b. Mes'ud ve
Katade'ye göre ise bu SyeM kerime, Resulullahın, Cebraili kalbiyle gördüğünü
beyan etmektedir. Abdullah b. Mes'ud bu âyeti izah ederken şöyle demiştir:
"Resulullah
Cebraili ipekten bir elbise içinde gördü. O, gökle yer arasını doldurmuştu. [15]
Allah tealanm, gözle
görüleceği hususunda üç görüş zikredilmektedir:
Birinci görüşe göre:
Allah tealayi gözler dünyada görmeyecek âhirette görecektir. Daha sonra da
zikredileceği gibi Hz. Aişe: "Gözler onu göremez o ise bütün gözleri
görür." (En'am 103) âyetini delil göstererek bu görüşü beyan etmiştir.
Mesruk eliyor ki:
"Ben, Aişe
(r.anh)aya dedim ki: "Ey anneciğim, Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü
mü?" Aişe şöyle dedi: "Söylediğin söz tüylerimi ürpertti. Sen şu üç
şeyi bilmez misin ki, kim bunların meydana geldiğini sana söylerse yalan söylemiştir.
Kim sana "Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü." derse şüphesiz ki o yalan
söylemiştir." Hz. Aişe bu sözlerden sonra şu âyetleri okudu. "Gözler
onu görmez o ise bütün gözleri görür[16]
"Allah bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir
elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyedir. [17]Hz.
Aişe sözlerine devamla şöyle buyurdu: "Yine kim sana yarın ne olacağını
bildiğini söylerse şüphesiz ki o yalan söylemiş olur." Sonra şu âyeti
okudu: "Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. [18]Yine
kim sana: "Resulullah bir şey gizledi." derse şüphesiz ki o yalan
söylemiştir." demiş ve şu âyeti okumuştur: "Ey Peygamber, rabbinden
sana idirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Al-lahm peygamberliğini tebliğ etmemiş
olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfiler toluluğunu
hidayete erdimez[19] Hz. Aişe sözlerine
devamla şöyle demiştir: "Resulullah rabbini görmedi. Fakat o, Cebrail
(a.s.)ı kendi asli suretinde iki kere gördü. [20]
İkinci görüşe göre:
Allah teala hem dünyada hem de âhirette görülecektir. Allah tealayı dünyada
görme Hz. Muhammed (s.a.v.) için gerçekleşmiştir. Ancak Resulullahın, Allah
tealayı görmesi bizzat gözüyle mi yoksa kalbiyle mi gerçekleştiği meselesi
ihtilaf konusu olmuşsa da kalbiyle bir veya iki defa gördüğü görüşü tercih
edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Ebu Salih, Süddi, İkrime bu görüştedirler.
İkrime diyor ki:
"Abdullah b.
Abbas dedi ki: "Muhammed rabbini gördü ben de ona dedim ki: "Allah
"Gözler onu göremez o ise bütün gözleri görür. [21]buyurmamış
mıdır? Abdullah b. Abbas ise şöyle cevap verdi: "Vay senin haline, bu
durum, Allanın, nuruyla göründüğü zamandır. Görülen onun nurudur. AHahın nuru
Mu-hammed'e iki kere gösterildi. [22]
Abdullah b. Şekik diyor
ki:
"Ben, Ebu Zer'e
dedim ki: "Şayet Resululahın zamanına yetişmiş olsaydım ben ona bir şey
sorardım." Ebu Zer: "Ondan neyi sorardın?" dedi. Abdullah da:
"Ey Allanın Resulü, sen rabbini gördün mü?" diye sorardım."
dedi. Ebu Zer dedi ki: "Ben onu sordum o da: "Ben nur olarak
gördüm." dedi[23]Diğer
bir rivayette:
"O nurdur o bana
nasıl gösterilecek[24]diye
cevap verdiği bildirilmektedir. Yani, benim, onun zatını görmeme nuru engel
oldu.
Görüldüğü gibi bu
rivayetler, Resulullahın dünyada iken Al lanı kalb gözüyle gördüğünü beyan
etmektedirler.
Şa'bî diyor ki:
"Abdullah b.
Abbas Arafat'ta Kâ'b ile karşılaştı ve ondan bazı şeyler sordu. Bunun üzerine
Kâ'b "Allahu Ekber" diye seslendi. Öyle ki yankısı dağlardan Eeldı.
Bunun üzerine Abdullah b. Abbas dedi ki: "Biz, Haşinioğullanyız."
Kâ'b Jse "Allah, görünmesiyle konuşmasını Muhammed ile Musa arasında
taksim etti- Musa ile iki kere konuştu. Muhammed de onu iki kere gördü[25]dedi.
Üçüncü görüşe göre
ise: Allah teala ne dünyada ne de âhirette görülecektir. Bu görüş Mutezile'ye
aittir. Allah tealanın âhirette görüleceğini beyen etlen sağlam nasslara
ters düşmaktedir. Bu sebeple nazar-ı
itibara alınacak bir görüş değildir. Allah tealanın âhirette görüleceğini beyan
eden âyetlerden bazı-a" şunlardır: "O gün rablerine bakan pırıl pırıl
parlayan yüzlerde vardır. [26] ayir fiün yalancıların
önüne, rablerine karşı perde çekilmiştir. [27]
Şu sahabiler de Allah
tealanın, âhirette görüleceğini beyan eden sahih hadisler rivayet etmişlerdir.
Bunlar Ebu Said el-Hudrî, Ebu Hureyre, Enas b. Mâlik, Süheyb-i Rûmî ve Bilal-i
Habeşî (r.anhüm)dür. [28]
12- Şimdi
sîz, onun, gözleriyle gördüğü şey hakkında münakaşa mı ediyorsunuz?
Ey müşrikler, şimdi
siz, Allahın, Muhammed'e gösterdiği şeyler hakkında onunla münakaşaya mı
girişiyorsunuz?
Müşrikler,
Resulullahın, İsra ve Miraç esnasında Allahın ona gösterdiği şeylere
inanmamışlar ve bu hususta Resulullah ile tartışmaya girişmişlerdir. İşte bu
âyet-i kerime, müşriklere cevap vermekte ve onları, Resulullahın gördüğünü
söylediği şeylere inanmaya davet,etmektedir. [29]
13-14-
Muhakkak ki Muhammcd onu (Ccbraili) bir kere daha "Sid-rctül
Müntcha") denilen yerde gördü.
Hz. Aişe, Abdullah b.
Mes'ud, Mücahid ve Rebi1 b. Enes bu âyeti, mealde zikredildiği gibi
yorumlamışlar, Hz. Muhammed'in, Cebraiii asıl şeklinde ve Sidretül Münteha
denilen yerde bir defa daha gördüğünü bildirdiğini söylemişlerdir. Bu hususta
Mesruk diyor ki:
"Ben, Aişe'nin
yanında bir şeye yaslanmış oturuyordum. Aişe bana (Kızımın ismini bana nisbet
ederek) Ey Aişe'nin babası, kim üç şey hakkında konu-Şacak olursa o, Allaha
karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur." dedi. Ben, yaslandığım yerden
doğruldum ve dedim ki: "Ey müminlerin annesi, bana fırsat ver, acele etme.
Aziz ve celil olan Allah: "Yemin olsun ki Muhammed onu apaçık gördü. [30]
"Muhakkak ki
Muhammed onu bir kere daha Sidretül Münteha denilen yerde gördü."
buyurmuyor mu? Aişe şöyle dedi: "Ben bu ümmetin, Resulullah-tan bu âyetin
manasını soran ilk kişisiyim. Resulullah buyurmuştu ki: "O görülen
Cebraildi. Ben Cebraili bu iki kerenin dışında, yaratıldığı asıl şekliyle görmedim.
Ben onun gökten indiğini gördüm. Öyle ki onun azametli yaratılışı gökle yer
arasını doldurdu." Aişe sözlerine devamla şöyle dedi: "Sen Allanın:
"Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O, herşeyin inceliklerini
bilendir, her şeyden haberdardır. [31]buyurduğunu
işitmedin*mi? Yine sen, Allah teala-nın: "Allah bir insanla ancak vahiyle
veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de izniyle, ona
dilediğini vahyeder. Şüphesiz o, yüceler yücesidir, hüküm ve hikmet sahibidir. [32]
buyurduğunu işitmedin rhi? Yine kim, Resu-lullahm, Allahın kitabından bir şeyi
gizlediğini zannedecek olursa şüphesiz ki o, Allaha karşı büyük bir iftirada
bulunmuş olur. Zira Allah: "Ey Peygamber, rab-binden sana indirileni tebliğ
et. Eğer yapmazsan Allahın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni
insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez[33]
buyurmuştur." Keza kim, yarın olacak bir şeyi bilip haber vereceğini
zannedecek olursa o da Allaha karşı iftirada bulunmuş olur. Zira Allah teala:
"Ey Muhammed, de ki: "Göklerde ve yerde gaybı Aliah-tan başka kimse
bilmez. Onlar, ne zaman d iri İtileceklerini de bilmezler. [34]
buyurmaktadır[35]
Abdullah b. Abbas ve
İkrime ise bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiş-lerdir/'Şüphesiz ki
Muhammed, rabbini "Sidretül Münteha" denilen yerde kaîb gözüyle
görmüştür. Âyet-i kerimede geçen "Sidretül Münteha" ifadesi
"Sidre" ve "Münteha" kelimelerinden meydana gelmektedir.
"Sidre" bir ağaç adıdır. "Münteha" ise "Son noktada
bulunan" demektir. Resulullah (s.a.v.) miraca çıktığında yedinci kat
gökten sonra "Sidre" denilen ağacın bulunduğu bu son noktaya vannış
ve orada Allahtan emirler almıştır. Sidre ağacının bulunduğu bu yere "Son
nokta" denilmesinin sebebi hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.
Kâ'bül Ahbar: "Bu
yere bu ismin verilmesinin sebebi, yaratıkların bilgilerinin burada sona
ermesidir.. Bu noktadan sonra gayb âlemi ve ona ait bilgiler
başlamaktadır." demiştir.
Abdullah b. Mes'ud
ise: "Buraya son nokta denilmesinin sebebi, Resulul-lahm sünnetine bağlı
olanların varacakları son nokta olmasıdır." demiştir.
Taberi, âyet-i
kerimenin bu noktaya "Son nokta" dediğini, bunun sebebini ise
belirtmediğini bu itibarla zikredilen bu sebeplerden herhangi birisinin söz
konusu olabileceği gibi hepsinin de söz konusu olabileceğini söylemiştir.
Sidre ağacının şekli
hakkında çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Mâlik b. Sâ'saa, Resulullahın, miraca
çıktığını anlatan hadisini rivayet ederken bu hadisin bir bölümünde, Resulullahın,
yedinci göğe çıkıp Hz. İbrahim ile görüştükten sonra şunları söylediğini
rivayet etmiştir.
"... Sonra Önüme
son noktada bulunan sidre ağacı dikildi. Onun "Nebk" isimli meyveleri
"Hecer" bölgesinin testileri gibiydiler. Onun yapraklan ise filin kulakları
kadardı. Cebrail: "İşte bu, son noktada bulunan sidre ağaçdır.
"Sidretül müntehadir." dedi. Onun kökünden dört nehir akmaktaydı. İki
nehir içeriye doğru ikisi de dışarıya doğru akıyordu. Dedim ki: "Ey
Cebrail, bu nehirler nedir? Cebrail: "İçeriye akan bu iki nehir, cennete
ait nehirlerdir. Dışarıya akan ikisi ise Nil İle Fırat'tır. [36]dedi.
Bu hadis-i şerifin
başka bir rivayette devamı şöyledir:
Ali ahin emriyle o
ağacı kaplayan şeyler kaplayınca o ağaç, yakut veya zümrüte dönüştü. [37]
15- Ccnnctül
Me'va da Sidrctül Müntcha'nın yanındadır.
Abdullah b. Abbas:
"Ccnnctül Me'va, arş'ın sağında bulunmaktadır ve şehitlerin
menzilidir." demiştir. Katade de aynı görüştedir. [38]
16- O zaman
Sidrcyi nc!cr kaplamıştı neler.
Müntehada bulunan
sidre ağacını nelerin kapladığı hakkında farklı görüşler beyan edilmiştir:
Abdullah b. Mes'ud,
Mesruk, Dehhak, îbn-i Abbas, Mücahid, İbrahim en-Nehaî, İbn-i Zeyd, Sidreyi
kaplayan şeylerin, altından kelebekler olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Rebi' b. Enes ve Ebul Âliye'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise
Sidre ağacını, Allahın nuru ve melekler kaplamıştır. [39]
17-
Muhammcd'in gözü ne kaydınc de sınırını aştı.
Muhammed'in gözü o
gördüğü şeylerden ne sağa kaydı ne de sola. Ne de onun gön-ne alanı olarak sınırlanan
noktalan aştı. [40] .
18- Şüphesiz
Muhümmcd,,orada, rabbinin delillerinden en büyüğünü gördü.
Resulullahın gömıüş
olduğu Allahın en büyük delillerinden maksat,
Abdullah b. Mes'ud'a
göre, ufukları kaplayan yeşil bir cennet perdesidir. [41]
İbn-i Zeyd'e göre ise
bu en büyük delil, Cebrailin asıl şeklidir. Resulullah orada Cebraili asıl
şekliyle görmüştür. [42]
19-20- Şimdi
siz ilah olarak Lafı, Uzza'yı ve diğer üçüncüleri olan Menafi mı görüyorsunuz? [43]
21- Erkekler
sizin de kızlar Allahın mı?
Ey müşrikler, sizler,
Lat, Uzza ve onların üçüncüsü olan Menat'm, Allahın kızları ve ilahlarınız
olduklarım mı sanıyorsunuz? Sizler kendiniz için erkek evlatlar seçiyor, Allaha
da sevmediğiniz kızları mı isnad ediyorsunuz? Sizin bu taksimatınız haksız bir
taksimattır."
Bu âyetlerin izahında
"öaranik" hadisesinden bahsedilmektedir. Gerçekte aslı olmayan bu
hadisenin izahı için Hac suresinin 52. âyetinin açıklamalarına bakınız.
Taberi, Lat
kelimesinin "Allah" lafzının müennesi "Uzza" kelimesinin de
Allah tealanın "Aziz" sıfatının müennesi olduğunu ve müşriklerin,
putlarına, Allanın isimleriyle isim takmaya çalıştıklarım söylemiştir.
Katade'ye göre
"Lat putu" Taif bölgesinde bulunan bir puttur. İbn-i Zeyd'e göre ise
"Nahle" bölgesinde bulunan ve Kureyş tarafından kendisine ibadet
edilen "Ev"şeklinde bir puttur.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid ve Ebu Salih, "Lafın, aslında, Hacılara un çorbası yapan bir
kişinin adı olduğunu ve o kimse öldükten sonra müşriklerin, onun kabrini
putlaştirdıklanni söylemişlerdir.
"Uzza" putu
ise Mücahid'e göre küçük ağaçlardan ibarettir. Said b. Cübeyr'e göre, Sakİyf
kabilesinin yaptığı ve Taif te bulunan bir evdir. Katade'ye göre ise
"Batn-i Lane" de bulunan bir puttur.
"Menat" putu
"Müşellel" denen bir yerin "Kudeyt" diye adlandırılan bir
bölümünde bulunmaktaydı. Hz. Aişe(r,anh.) diyor ki:
"Hacca gidenler
"Müşellel'de bulunan "Menat" putundan itibaren tehlil okumaya
başlayınca ortak Safa ile Mcrve arasında sa'y yapmazlardı. Bunun üzerine Allah
teala: "Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allahın alameti erindendir. Kim.Hac
için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre yaparsa Safa ile Merve'yi tavaf etmesine
bir mahzur yoktur. Bir kimse kendi isteğiyle fazladan hayır yaparsa, muhakkak
ki Allah, şükrün karşılığım veren ve herşeyi bilendir. [44]âyetini
indirdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ve müsiümanlar Safa ile Merve
arasında sa'y yapmaya başladılar. [45]
Diğer bir rivayette
Hz. Aişe (r.anh.) şöyle diyor:
"Ensar'dan, Menat
putunun olduğu yerden itibaren tehlü'e başlayan bazı adamlar: "Ey Allahın
Resulü, biz Menat'a saygıda bulunmak için Safa ile Merve arasında sa'y
etmiyorduk."dediler. Menat, Mekke ile Medine arasında bulunan bir putun
adıdır. [46]
,
Lat, Menat ve Uzza
putlarının, taştan yapıldıkları, Kâbenîn içine konularak orada kendilerine
tapıldıktan da rivayet edilmektedir. [47]
22- Öyleyse
bu, insafsızca bir taksimdir.
Mücahid bu âyet-i
kerimeyi: "Bu, sakat bir taksimdir." şeklinde, Katade: "İnsafsız
bir taksimdir." şeklinde.Süfyan es-Sevrî "Eksik bir taksimdir."
şeklinde izah etmişler, İbn-i Zeyd ise "Bu, gerçeğe ters bir
taksimdir." şeklinde izah etmiş ve şöyle demiştir; "Müşrikler, Allah
tealaya kızlar isnad etmişİerdir.Me-leklcrin, Allahın kızları olduklarım
söylemişler ve onlara tapınışlardır." İbn-i Zeyd ise bu âyetleri
okumuştur: "Yoksa Allah, yarattığı varlıklardan kızları kendisine aldı da
size de oğullan mı seçip verdi? [48]
"Onlar Allaha kızlar isnad ederler. Allah bundan münezzehtir. Kendilerine
ise sevdiklerini (erkek çocukları) isnad ederler. [49]
23-
Taptığınız bu putlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka bir
şey değildir. Allah onların hak olduğu hususunda hiçbir delil indirmemiştir.
Onlar ancak zanna, nefislerinin arzularına uyarlar. Oysa onlara rablcrindcn şüphesiz
bir hidayet rehberi gelmiştir.
Sizin,
"Lat", "Menat", "Uzza" diye taktığınız bu adlar,
sizin ve atalarınızın takmış olduğu adlardır. Allah bu adlan takmanıza dair
size bir müsaade vermemiş ve buna dair herhangi bir delil indirmemiştir.
Müşrikler putlara bu adlan takarken ne Allah tarafından gönderilen bir vahye
dayanmışla ne de peygamberin bildirdiği bir habere. Onlar sadece zanlanna,
heva ve heveslerine uyarak bu adlan vremişlerdir. Halbuki AUahtan onlara, bu
taptıklan putların gerçek mahiyeti hakkında açık bilgi gelmiştir. Bu putların,
ibadete layık olmadıkları, Mu-hnmmed'e gönderilen vahiy ile bildirilmiştir. [50]
24- Yoksa
insanın her temenni ettiği yerine gelecek midir? [51]
25- Âhiret
de dünya da Allahındır.
Yoksa Muhammed bir
insan olarak peygamber olmayı temenni etmiş de Allah da ona peygamberlik mi
venfıiştir? Peygamberliği elde etmek temenni ile olmaz. Âhiret yurdunda olan
şeyler de sadece Allaha aittir. O, onlardan, yarattıklarından dilediğine
dilediği kadarını verir ve dilediğini de mahrum eder. [52]
26- Göklerde
nice melekler vardır ki, Allah, dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikçe
şefaatleri hiçbir fayda vermez.
Allah teala bu âyet-i
kerime ile, puta tapanlan ve "Biz bunlara sadece bizi Allaha
yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." diyen müşrikleri kınamaktadır. Kendisine
çok yakın olan meleklerin dahi, izni olmadan şefaatçi olamayacaklanni, bu
itibarla ona ortak koşulan putların, kendilerine tapanlara herhangi bir fayda
sağlayamayacaklarını beyan etmektedir. [53]
27- Alıirctc
iman etmeyenler, melekleri dişi olarak isimlendirirler. [54]
28- Oysa onların bu hususta hiçbir bilgileri
yoktur. Onlar sadece zanna uyarlar. Halbuki kuru zan ise hak'tan hiçbir şey
ifade etmez. [55]
29- Ey
Muhammed, zikrimiz Kur'andan yüzçcvircn ve dünya hayatından başka hiçbir şey
istemeyen kimseden sen de yüzçcvir.
Öldükten sonra
dirileceklerine İman etmeyen kâfir ve müşrikler, Allanın kızları olduklarım
iddia ederek onlar* dişilerin isimlerini verirler. Halbuki onların, melekleri
bu şekilde adlandırmalarına dair kesinlik ifade eden hiçbir bilgileri yoktur.
Onlar bu sözlerini sadece tahminlere dayanarak söylerler. Tahminler de gerçek
adına hiçbir şey ifade etmezler ve gerçeğin yerini almazlar. O halde ey Muhammed
sen, bizi anmaktan yüzçeviren, bize iman edip bizi birlemeyen bizden sadece
dünya hayatını isteyen, ühirete dair hiçbir şey yapmayan kimseleri bırak,
onlardan uzak dur. [56]
30- İşte
onların bilgileri ancak bu kadardır. Rabbin, yolundan sapanları daha İyi
bilir. O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.
İşte meleklerin,
Allanın kızları olduklarını, iddia ederek onları, dişilerin isimleriyle
isimlendirenlerin bilgileri bu kadardır. İlim zannettikleri bu kuruntu-lanyla
Allaha ortak koşar ve onu inkar etme durumuna düşerler. Ey Muhammed, şüphesiz
ki senin rabbin, ezeli ilmi ile, kimin sapıklığa düşeceğini çok iyi bilir.
Kimin de doğru yola erip İslam nimetine kavuşacağını da çok iyi bilir. [57]
31- Göklerde
ve yerde bulunan herşey Allahındır. O, kötü amellerde bulunanları
cezalandıracak, iyi amellerde bulunanları da daha güzeliylc
mükafaatlandıracaktır.
Göklerde ve yerde
bulunan herşeyin mülkiyeti ancak Allaha aittir. O, yolundan sapanı da çok iyi
bilmektedir, hidayette olanı da. Böylece kötülük yapanları, yaptıklarıyla
cezalandırır. İyilik yapanları da en güzel amelleriyle mükâfaatlandınr.
Kendisine isyan edenleri cehennem ateşine koyar. İman edip itaat edenleri ise
cennetiyle mükâfaatlandınr. [58]
32- O iyi
amellerde bulunanlar, küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve
hayasızlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz rabbin, bağışlaması bol olandır. Sizi
topraktan yarattığı zaman ve sizler annelerinizin karnında bir cenin iken sizin
ne durumda olduğunuzu o çok iyi bilir. Kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva
üzere olduğunu da o çok iyi bilir.
İyilikte bulunanlar o
kimselerdir ki, küçük kusurları hariç, Allanın haram kıldığı, ona ortak koşma
gibi büyük günahlardan ve zina gibi hayasızhklardan-kaçınırlar. Ey Muhammed,
şüphesiz ki rabbin, büyük günah işlemeyen ve hayasızlık yapmayan günahkârların
kusurlarını çokça affedendir. O, sizin atanız Adem'i topraktan yaratırken ve
onun soyundan gelen sizlerin de annenizin rahminde cenin halinde bulunurken
çok iyi bilendir. Siz, kendinizi temize çıkarmayın. Zira Allah, kendi cezalandırmasından
korkarak emirlerini tutup yasaklarından kaçman takva sahiplerini de çok iyi
bilendir.
Ayet-i kerimede,
iyilikte bulunanların sıfatlan beyan ediliyor. Bunların, büyük günah İşlemekten
ve hayasızlıktan kaçınanlar fakat "Lemem" diye adlandırılan küçük
günahları işleyebilen kimseler olduklarım beyan ediyor.
Burada zikredilen
"Büyük günahlardan maksat, Allaha ortak koşmak, anaya babaya kötü
davranmak, Allanın, öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, yalan
söylemek (yalan yere şahitlik yapmak da buna dahildir) namuslu kadınlara zina
iftirasında bulunmak, yalan yere yemin etmek, sihir yapmak, savaştan kaçmak ve
komşusunun hanımıyla zina etmek gibi günahlardır. Bu hususta daha geniş bilgi
için Nisa suresinin otuz birinci âyetinin izahına bakılabilir.
Burada zikredilen
"Hayasızlıktan maksat ise, Allahm, onu işleyenlere dünyevi eczalar tayin
ettiği zina ve benzeri haramlardır.
"Lemem" ise
farklı sekilerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Abdurahman b. Zeyd ve Zeyd b. Eslem'e göre âyette zikredilen
"Lemcm"den maksat, kâfirlerin, müslüman olmadan evvel işledikleri
büyük günahlar ve hayasızlıklardır. Bunlar müslüman olduktan sonra Allah
bunların geçmişteki bu tür günahlarını affetmiş olur.
Bu izah tarzına göre
bu âyet-i kerimeden, insanların, herhangi bir küçük günah işlemlerine ruhsat
verildiği manası çıkmaktadır.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud, Mesruk ve Şa'bî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise
"LemenV'den maksat, küçük günahlardır. Bu hususta Ebu ITureyre (r.a.)nin,
Lemem'in ne demek olduğunu açıklarken şunları söylediği rivayet edilmektedir.
"Lemem, öpmek, sıkmak, bakmak ve dokunmaktır. Sünnet yerleri birbirine
dokununca gusletmek gerekir. İşte bu da zinadır." Yine bu hususta
Abdullah" b. Abbas, Lemem'i izah ederken şöyle demiştir. "Ebu
Hu-reyre'nin Resulullahtan rivayet ettiği şu hadisin beyân ettiği şeyden
"LemenV'e daha çok benzeyen bir şey görmedim. Resulullah (s.a.v.)
buyuruyor ki:
"Allah,
Âdemoğluna zinadan payını yazmıştır. Âdemoğlu o payına mutlaka ulaşır. Gözün
zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır. İnsanın nefsi ise zina etmeyi
temenni eder ve arzular. İnsanın edep yeri de bütün bunları ya doğrular veya
yalanlar. [59]
Görüldüğü gibi
Abdullah b. Abbas, gözle namahreme bakmayı, dil ile edebe aykırı laflar
söylemeyi ve nefsin, hayasızlık yapmayı arzulamasını "Lemem" olarak
izah etmiş ve bunları küçük günahlardan saymıştır. Zinayı ise bunların
dışında, büyük günahlardan kabul etmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Ebu Hureyre, Hasan-ı Basri ve Ebu Salih'ten nakledilen diğer bir
görüşe göre, âyette zikredilen "Lemem"den maksat, zina, hırsızlık ve
içki içme gibi günahları işledikten sonra onlardan tevbe etmektir. Bu izaha
göre "Lemem" içine düştükten sonra tevbe ediîen günahlardır.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.)in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Ey Allahım, eğer
sen günahlarımızı affedersen çokça affedersin. Senin hangi kulun günaha
düşmemiştir ki?" [60]
Abdullah b. Zübeyr,
Abdullah b. Abbas, İkrime, Katade ve Dehhak'tan nakledilen başka bir görüşe
göre ise "Lemem"den maksat, dünya ve âhirette cezalandırılmaları
beyan edilen günahlardan daha hafif olan günahlardır.
Taberi bu görüşü
tercih etmiş ve şu âyet-i kerimenin buna izah ettiğini söylemiştir. "Eğer
yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız kusurlarınızı örter sizi güzel
bir makama koyarız. [61]
33-34- Ey
Mulıammcd, haktan yiizçevircni, mâlından AHah yolunda biraz harcayıp daha sonra
harcamamakta direneni gördün mü?
Ey Muhammed, Allaha
iman etmekten yüzçeviren, onun dinine sırtını dönen, arkadaşına malından bir
kısmını verip daha sonra onu kesen kişiyi gördün mü?
Mücahid, bu âyct-i
kerimenin, VeÜd b. Muğire hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Velid b. Muğire
müslüman olup Resuluilaha tabi olmuş bunun üzerine bir kısım müşrikler ona,
atalarının dinini terkettiği için ayıplamışlar o da onlara, Al I ahırı
azabından korkarak iman ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine Velid'i
kınayanlardan biri, Velid'in, dinden çıkarak malından kendisine birşeyler
vermesi halinde âhirette göreceği azab yükleneceğini ona garanti etmiştir. Bunun
üzerine Velid, vemıeyi taahhüt ettiği malından bir kısmını vermiş daha sonra
cimrilcşerck diğer kısmını vermemiştir. İşte âyet-i kerime, dininden dönen ve
kendisine, göreceği azabı yüklenmeyi garanti eden arkadaşına az bir şey veren
daha sonra da vermeyi taahhüt ettiği mallan vermeyen Velid b. Muğire'yi anlatmaktadır. [62]
35- O kimse
gaybın ilmine sahip de gerçeği mi görüyor?
Şahsen göreceği azabı,
bir kısım mallar vererek başkasına yüklemeyi garanti eden bu kişinin yanında
gayb'dan bir bilgi mi var da kendi günahlarının azabını yüklenmeyi garanti eden
kişinin âhirette bunu yapabileceğini görüyor? [63]
36- Yoksa
Musa'nın sabitelerinde olanlar bildirilmedi mî?
Yoksa, günahlarından
dolayı âhirette göreceği azabı başkasına yüklemeyi garanti eden o kimseye,
İmran oğlu Musa'nın sahifelerindeki bilgiler indirilmedi mi? [64]
37- Yine
vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi nıİ?
Yine ona, vazifesini
hakkıyla ifa eden İbrahim'in sahifelerinde olan bilgiler bildirilmedi mi?
Âyet-i kerimede, Hz.
İbrahim'in, kendisine yüklenen vazifeyi ifa eden vefakar bir kimse olduğu
zikredilmektedir.
Hz. İbrahim'in hangi
vazifesini ifa etliğinden dolayı böyle isimlendirildiği, farklı şekillerde
izah edilmiştir:
Abdullah b. Abbas.-Hz.
İbrahim'in,"Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını yüklenmez."
âyetini tebliğ elliği için böyle sıfatlandırdığını söylemiştir. Zira I iz.
İbrahim gelmeden Önce, birbirlerine yakın olan insanlar birbirlerinin
suçlarından dolayı cczalandırıhılannış. Hz. İbrahim gelince, hiçbir kimsenin,
bir başkasının suçundan dolayı cezalandırılmayacağı emrini tebliğ etmiştir.
İkrimc ise
Hz.İbrahim'in, bu âyetten itibaren on âyetin hükmünü ümmetine tebliğ elliği
için kendisine bu sıfatın verildiğini söylemiştir.
Katade, Said b.
Cübeyr, Süfyan es-Sevrî, İbrahim en-Nehaî ve İbn-i Zeyd'c göre ise Hz.
İbrahim'e böyle bir sıfatın verilmesinin sebebi, Allaha itaatini tam olarak
yerine getirmesinden ve gönderdiği hükümleri yarattıklarına tam olarak tebliğ
etmesindendir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen başka bir görüşe göre ise Hz. İbrahim'e "Vefakâr"
denilmesinin sebebi, rüyasında oğlunu boğazlamasının emredildiğini görünce o
emri yerine getirmeye karar verip işe gİrişmesindendir.
Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe güre ise Hz. İbrahim'e "Vefakâr ve
vazifelerini yerine getiren" denilmesinin sebebi, rab-binc karşı İslam
şeriatının bütün hükümlerini yerine getirmesindendir. Bu hususta Abdullah b.
Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İslam otuz kısımdan ibarettir.
Bu din uğrunda imtihan edilip onu tam olarak ayakta tutabilen sadece İbrahim
olmuştur. Bu sebeple Allah teala onun için: "Vefakâr ve vazifesini yerine
getiren İbrahim." ifadesini kullanmıştır. Ve Allah teala, onun, cehenemden
beri okluğunu beyan etmiştir.
Ebu Ümame el-Bahilî'ye
göre ise Hz. İbrahim'e böyle denilmesinin sebebi, günlük amellerini hakkıyla
yerine getirmesi ve gündüzleri dört rekat namaz kılmasıdır.
Enes b. Mâlik ise Hz.
İbrahim'e bu sıfatın verilmesinin sebebinin, Hz. İbrahim'in, sabah akşam şu
âyeti okuması olduğunu söylemiştir. "O halde akşama girerken de sabaha
ererken de Allahi tenzih edin. (Namaz kılın)" [65]
Taberi, bu görüşlerden
tercihe şayan olanının, Hz. İbrahim'in, bütün İsla-mi hükümleri ve Allahın
kendisine emrettiği şeyleri yerine getirdiği için kendisine
"Vefakâr" denildiği şeklindeki görüş olduğunu beyan etmiştir. Zira
ona göre âyet genel mana ifade etmektir. Bu sebeple belli bir olaya tahsis
edilmesi doğru olmaz. [66]
38- Hiçbir
günahkar kimse bir başkasının günahını yüklenmez.
Musa ve İbrahim'in
kitabındaki bilgilerden bir kısmı da şudur: "Hiçbir günahkar kimse bir
başkasının günahını yüklenmez. Her günahkar kendi günahının cezasını çeker.
Velid b. Muğire
gibileri, günahlarını başkalarına yükleyeceklerini sanmasınlar. [67]
39- İnsan
için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.
Yine bildirilmemiş
midir ki, kişi ancak kendi çalıştığının karşılığım görür. Hayır işlemişse mü
kafa atını, şer işlemişse cezasını görecektir.
[68]
40- İnsanın
yaptığı amelin karşılığı mutlaka görülür.
Her amel işleyen,
kıyamet gününde, yaptığı amelin karşılığını mutlaka görür. Yaptığı amel hayır
ise sevabını, şer ise cezasını bulur. Kimse kimsenin günahından dolayı
cezalandırılmaz. [69]
41- Sonra
yaptıklarının karşılığı ona tamamen verilecektir. [70]
42- Sonunda
mutlaka rabbinc varılacaktır. [71]
43- Şüphesiz
ki güldüren de ağlatan da O'dur. [72]
44- Öldüren
de dirilten de O'dur.
Allah, fılıiretle,
kullarına vaadettiği rnükafaatı tam olarak verir. Ey Mu-hammed, bütün
yaratıkların varacakları son merci rabbindir.Onlann amellerinin karşılığını
verecek olan da O'dur. Cennetlikleri cennette güldürecek olan da, cehennemlikleri
cehennemde ağlatacak olan da O'dur. Yarattıktan sonra canlıları öldüren de
O'dur. Nutfeye hayat vererek onu canlı hale getiren, insanları, öldükten sonra
tekrar diriltecek olan da O'dur. [73]
45-46- Rahme
dökülen meniden iki çifti, erkeği ve dişiyi yaratan O'dıır. [74]
47- Öldükten
sonra dirilten de O'dur.
Varlıkları erkekli
dişili olarak, rahme dökülen meniden çift çift yaratan da O'dur. Bunlar
Öldükten sonra tekrar diriltecek olan da O'dur. [75]
48- Zengin
eden de O'dur. İnsanlara, muhtaç oldukları şeyleri veren de O'dtır.
Bu âyet-i kerimeyi
miifessirler çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.
Ebu Salih:
"Zengin eden de O'dur küle veren de O'dur." şeklinde izah etmiş,
Mücahid, Hasan-ı Basrî ve Katade ise: "Zengin eden de O'dur, hizmet ettiren
de." şeklinde izah etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas ve
Mücahid: "Zengin eden de O'dur, razı eden de." şeklinde açıklamışlar,
Mutemir'in babası Süleyman da: "Zengin kılan da O'dur, yaratıkları
kendisine muhtaç kılan da O'dur." diye izah etmiş îbn-i Zeyd ise:
"Yaratıklarından dilediğini zengin eden de O'dur, dilediğini fakir kılan
da O'dur." şeklinde açıklamış ve şu ayeti okumuştur. "Göklerin ve yerin
anahtarları onundur. O, dilediğinin rızkını genişletir dilediğinin rızkım
daraltır. Şüphesiz ki o, herşeyi yok iyi [76]bilendir." [77]
49-
"Şi'râ" yıldızının rabbi de O'dur.
Araplar,
"Sirius" diye adlandırılan bu parlak yıldıza tapıyorlardı. Bu sebeple
âyet-i kerime, Şi'ra'nın rabbinin de Allah teaia olduğunu açıklamakta ve onu
bırakıp Allah tealaya kulluk etmelerini emretmektedir. [78]
50- İlk Âd'ı
helak eden de O'dur.
Âyette zikredilen
"ilk Âd"dan maksat, İrem oğlu Âd'dır. Allah teala bunları, uğultu
çıkararak esen ve herşeyi kasıp kavuran bir rüzgarla helak etmiştir. Diğer
âyetlerde dejju hususta şöyle bu yurul m aktadır: "Âd kavmi ise, uğultu
çıkaran çok soğuk ve azgın bir rüzgarla helak edildi." "Allah
(onların köklerini kesmek için) o kasırgayı yecli gece sekiz gün aralıksız
estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri
gibi yere serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup
kalanı gördün mü? [79]
İrem'in soyundan gelen
Âd kavmine "Birinci Âd" denmesinin sebebi, ilk azaba uğrayanların
bunlardan olmasındandır. Bunlar helak edildiği zaman İkinci Ati kavmi Mekke
civarında yaşıyordu. Bunlar da birbirlerine zulmettiler ve birbirlerini
öldürerek helak oklular. [80]
51-
Scmtıd'tı yok edip geride hiçbir kimse bırakmayan da O'dur. [81]
52- Ad ve Scmud kavimlerinden önce Nuh kavmini
helak eden de O'dur. Onlnr daha zalim ve daha azgın İdiler.
Semuci kavmini helak
eden de Allahtır. O onları öyle helak etmiştir ki geride hiçbir kimse
bırakmamıştır. Onların üzerine bir çığlık göndermiş ve onlan, ağılanın ağılım
çevirdiği kuru çalı çırpı gibi kırıp mahvetmiştir. Bu iki kavimden önce Nuh
kavmini helak eden de Allahtır. Onlar, kendilerine daha fazla zulmeden ve
rablerini daha fazla inkar eden kimselerdi. Zira Nuh onlan dokuzyüz elh sene hak
dine çağırmış fakat onlar inkarcılıklarında ısrar etmişlerdi. [82]
53- I ah
kavminin* altı üstüne gelen memleketini yere gömen de O'dıır.
Lut kavminin ülkesi
olan Sodom'un da üstünü altına getirerek yerin dibine sokan Allahtır.
AIIah tcalanm,
Cebrail©emrederek bu ülkeyi göklere doğru kaldırttığı sonra da ters yüz
ettirerek yere bıraktırdığı rivayet edilmiştir. [83]
54- Onları o
kuşatan azap kuşatmıştı.
O ülkeyi öyle kızgın
taşlarla kapladı ki o taşlan onların üzerine yağmur gibi yağdırdı. Bu husus
başka âyetlerde de şöyle beyan edilmektedir. "Azap emrimiz gelince
yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rabbin tarafından
işaretlenmiş kızgın taşlan sağanak halinde yağdırdık. Bu azap, zalimlerden
hiçbir zaman uzak değildir. [84]
55- O halde
ey insan, rabbinin hangi nimetlerinden şüphe edebilirsın:
O hakle ey Âdemoğlu,
rabbinin sana lütfettiği nimetlerden hangisi hakkında şek ve şüphe edebilir ve
tartışmaya girişirsin? [85]
56- Hu
peygamber de önceki uyarıcılardan biridir.
Bu âyet-i kerime
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bu izahlardan biri, Katade ve Ebu Cafer'den
nakledilen İzah şeklidir. Meal buna göre hazırlanmıştır. Ebıı MSIik'ten
nakledilen diğer bir izah şekline göre ise âyetin manası şöyledir: "Ey
insanlar, sizleri uyardığım bu tür hadiseler sizden Önceki ümmetleri de
uyardığım hadiselerdir. İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde de aynı uyanlar
mev-cultur.
Taberi âyetin bu
şekilde izahını tercih etmiştir. Zira işaret zamiri daha önceki âyetlerde
zikredilen olayları göstermektedir. [86]
57- Kıyamet
yaklaştı. [87]
58- Kıyameti
AHnhtan başka kimse açığa çıkaramaz.
Ey insanlar, kıyametin
kopması artık yaklaşmıştır. Fakat onu Allahtan başka onaya çıkaracak hiçbir güç
ve kuvvet yoktur. Onun kopma zamanını Allahtan başka hiçbir kimse bilemez. [88]
59- Siz bu
kelama şaşıyor musunuz? [89]
60- Gülüyor da
ağlamıyorsunuz?
Ey insanlar, siz bu
Kur'anm, Muhammed'in.üzerine inmesine şaşıyor mu-sunu2?. Onu alaya alarak gülüp
eğleniyorsunuz. Onun, isyankarları tehdit eden cezalardan dolayı
ağlamıyorsunuz. [90]
61- Gaflet içinde
oyalanıyorsunuz. Abdullah b. Abbas bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Sizler,
Kur'an okunurken şarkı söyleyip eğleniyorsunuz."
Mücahid ise:
"Sizler Kur'ani dinlerken yüzünüzü asıyorsunuz." şeklinde izah
etmiştir. [91]
62- Arlık
Allahn secde edin ve sadece ona kulluk yapın.
Ey insanlar,
namazlarınızda sadece AUaha secde edin ve yalnızca ona kulluk edin. Zira kulluk
yapılmaya layık olan sadece O'dur.
Abdullah (r.a.) diyor ki:
"Kendisinde secde
âyeti bulunarak indirilen ilk sure Necm süresidir. Re-sulullah bu sure inince
secdeye vardı. Bir kişi hariç onun arkasında bulunan herkes secdeye vardı. O
kişi ise bir avuç toprak alıp alnına koydu. (Bu şekilde secde eıti) Daha sonra
ben onun kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm. O kişi, Ümey-ycb. Halef kli[92]
Diğer bir rivayette
ise Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Necm suresini
okuyunca Resulullah secde etti. Onunla birlikte bulunan müslümanlıır,
müşrikler, cinler ve bütün insanlar secde ettiler." [93]
[1] Necin Suresi, âyet: 12-14
[2] Nccm Suresi, âyet: 57-62
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/25.
[4] Buhari, K.Tcfsir el-Kur'an, Sure: 53, bab: 4
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/26.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/27-28.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/28.
[8] Ebu Davud, K.el-tlm, bab: 3, Hadis no: 3646 / Ahmed b.
Ilnnbcl, Müsncd.C.2, S.162.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/28-29.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/29.
[11] Buharı, K.ct-Tevhİd, bab: 37
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/30.
[12] Buhari, K.Tcfsir el-Kur'an, Sure: 53, bab: 1
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/30-31.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/31-32.
[15] Tirmizi, K.Tefsir el-Kur'anf Sure: 53, Hadis no: 3283
[16] En'am Suresi, âyet: 103
[17] Şuanı Suresi, fıycl: 51
[18] Lokman Suresi, âyet: 34
[19] Muide Suresi, âyet: 67
[20] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an sure 53, bab:l
[21] En'am Suresi, âyel: 103
[22] Tirmizî, K.Tcfsir el-Kur'art, Sure: 53, bah: 7, Hadis
no: 3279.
[23] Müslim, K.el-İman, bab: 292, Hadis no: 178
[24] Müslim, K.d-îman, bab: 292, Hadis no:
178/Tirmizî,K.Tcfsİrcl-Kurıan,Surc:S3,IIadisno:3282
[25] Tirmızı, K. Tefsir cl-kKur'nn sure 53 Hadis No 3278
[26] Kıyamet suresi ayet, 22-23
[27] Mulaffifiıı suresi, ayet- 15
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/32-36.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/36.
[30] Tckvir Suresi, âyet: 23
[31] Rn'am Suresi, âyet: 103
[32] Şûra Suresi, âyet: 51
[33] Maidc Suresi, âyet: 67
[34] Nemi Suresi, âyet: 5
[35] Müslim, K.eİ-İman, b:ıb: 2S7, Hadis no: 177
[36] Buhnri, K.McnnkıbUl IZnsar, bab: 42
[37] Ahmcd b. Hanbcl, Müsncd, C.3, S.128
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/36-40.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/40.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/40.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/40-41.
[41] Buhari, K.Tcfsir el-Kur'an, Sure: 53, bab: 1
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/41.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/42.
[44] Bakara Suresi, âyel: 153
[45] Buhiiri, K.'IVrsircI-Kur'an, Sure: 53, bab: 3
[46] Buhiiri, K.'IVrsircI-Kur'an, Sure: 53, bab: 3
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/42-43.
[48] Zuhruf Suresi, Syet: 16
[49] Suresi, âyet: 57
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/43-44.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/44.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/45.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/45.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/45.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/45.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/45.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/46.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/46.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/47.
[59] Buhnri, K.cl-îsti'zan, bab: 12 / Müslim, K.el-Kadcr,
bab: 20, Hadis no: 2657
[60] Timıizî, K.Tcfsir d-Kur'an, Sure: 53, Hadis no: 3284
[61] Nisa Suresi, âyel: 31
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/47-49.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/49-50.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/50.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/50.
[65] Rum .Suresi, fıycl: 17
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/51-52.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/52.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/52.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/52.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/53.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/53.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/53.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/53.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/54.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/54.
[76] Şura Surçsi, fiyel: 12
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/54.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/54.
[79] Hakka suresi, ayet: 6-8
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/55.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/55.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/55.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/56.
[84] Hud! Suresi, fıycl: 82-83
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/56.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/56.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/57.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/57.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/57.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/57.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/57.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/58.
[92] Buhari, K Tefsir el- Kur'an Sure 53, bnb: 4
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/58-59.