KAMER SURESİ

 

54

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

37

 

Âyet sayısı :

 

55

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada elli dördüncü, iniş sırasına göre otuz yedinci sûredir. Tank sûresinden sonra, Sâd sûresinden önce Mekke'de nazil olmuştur.[1]

 

Adı

 

İlk  âyetinde geçen ve "ay" anlamına gelen "kamer" kelimesi sûreye ad ol­muştur. [2]

 

Konusu

 

Kıyametin yaklaştığı uyarısını takiben müşriklerin inkarcılıktaki inat ve taas­supları eleştirilmekte, kıyamet koptuğunda içine düşecekleri perişan hal tasvir edilmekte, ardından hakikatleri yalan saymada ısrarcı davranan geçmiş toplumla­rın basma gelen felâketlerden örnekler verilmekte, suçluların ve takva sahiplerinin âhirette karşılaşacakları muameleyle ilgili uyarı ve müjdelere yer verilmektedir. [3]

 

Meali

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Vakit yaklaştı ve ay yarıldı. 2. Onlar bir mucize görseler hemen yüz çevirip "Bu öteden beri bilinen bir si­hir!" derler. 3. Hep yalan saydılar ve kişisel arzularına uydular; oysa her iş yerli yerindedir. 4. Andolsun ki onlara tuttukları yoldan vazgeçirecek nice haberler geldi; 5. Eksiksiz bir hikmet! Ama uyarılar fayda vermiyor. 6-8. Öy­leyse sen de onlardan yüz çevir. Çağrıcının görülmedik bilinmedik bir şeye çağırdığı günde, gözlerini korku bürümüş halde kabirlerinden çıkıp etrafa yayılmış çekirgeler gibi o çağrıcıya doğru koşarlar. İnkarcılar "Bu, gerçekten zor bir gün!" derler. [4]

 

Tefsiri

 

1. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre ayın yarıldığını belirten cümle Mek-keliler'in kendisinden bir mucize istemeleri üzerine Hz. Peygamber'in eliyle işa­ret edip ayı ikiye bölmesini ve sonra tekrar işaret edip birleştirmesini ifade etmek­tedir. Bu mucize îslâmî literatürde "İnşikaku'l-kamer" veya "şakku'l-kamer" (ayın yarılması) diye meşhur olmuştur. Bu âyetin yorumunda âlimler arasında ge­niş tartışmalar cereyan etmiş, hatta bu konuda özel risaleler yazılmıştır. Ayın ya-nlmasiyla ilgili ifadenin Resûlullah döneminde gerçekleşmiş bir olayı anlattığını savunanlar, âyetteki fiilin geçmiş zaman kalıbında olmasını (bunun fiilen vuku bulmuş bir durumu gösterdiğini) ve bu olayı açık biçimde tasvir eden rivayetler bulunmasını delil gösterirler; aynca 2. âyetteki açıklamanın da bu anlayışı destek­lediğini belirtirler. İslâm âlimlerinin büyük çoğuntuğunca bu görüş benimsenmiş­tir.[5]

Bu ifadenin kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmik bir değişik­liği haber verdiğini savunanlar ise özetle şu delilleri ileri sürerler:

a) Geçmiş za­man kalıbındaki bu fiille gelecek zamanın kastedilmesi mümkündür. Nitekim bir­çok âyette bunun örnekleri mevcuttur; özellikle gelecekteki bir olayın mutlaka gerçekleşeceğini ifade etmek üzere gelecek zaman yerine geçmiş zaman fiilinin kullanımı yaygındır. Tabiîn âlimlerinden Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh'm da âyeti bu şekilde yorumladıkları rivayet edilmiştir.

b) Konuya İlişkin rivayetlerde haberi aktaran bazı sahâbîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin güvenilirlik durumunun tartışılması, ayrıca konuyla ilgili hiçbir rivayetin mütevâtir haber derecesine ulaşmaması bu olayın geçmişte vuku buldu­ğu iddiasının kesin bir kanıta dayanmadığını gösterir.

c) Enes b. Mâlik yoluyla ge­len rivayetlerde "ayın iki parçaya ayrıldığı" değil, müşriklerin bir mucize göstermesini istemeleri üzerine Hz. Peygamber'in de "ayın iki parçaya ayrıldığım gös- terdiği" ifade edilmektedir.

d) Böyle bir olay herkesin dikkatini çekmesi gerekir­ken böyle olmamış, dünyanın başka yerlerinde görüldüğü kaydedilmemiş, tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemiştir.

e) Kur'ân-ı Kerîm'de, daha önceki pey­gamberlerin toplumlarından örnekler verilip kendilerine gösterilen hissî mucizele­ri inkâr edenlerin helak edildiklerine dikkat çekilmiş ve müşriklerce Hz. Muham-med'den istenen mucize taleplerinin bu sebeple yerine getirilmediği belirtilmiştir. [6]  Bazı âyetlerde de Mekke müşriklerinin inkarcılıktaki ısrarları tasvir edilirken Peygamber kendilerine harikulade şeyler gösterse de yine inanma­yacakları ifade edilmiştir. [7]

Bu yorum karşı görüş sahiplerince eleştirilmiş ve yukarıda belirtilen gerek­çeler özetle şöyle çürütülmeye çalışılmıştır: Kur'an'in haber verdiği bir husus en güçlü delille sabit olmuş demektir, dolayısıyla başka bir mütevâtir haber aramaya ihtiyaç yoktur. Hz. Peygamber'le müşrikler arasında meydan okuma konusu olan şey Kur'an'ın bir benzerini getirip getirememeleridir. Onlar bunda başarılı olama­mışlardır ve Kur'an kıyamete kadar başka mucizeye tutunmaya gerek bırakmaya­cak bir mucize olarak durmaktadır. Bu olay bir meydan okuma konusu olmadığı için âlimler onu tevatür düzeyine çıkacak biçimde nakletmemişlerdir. Öte yandan, bu mucize önceden bütün insanlığa duyurulmuş olmayıp o esnada görenler gör­müş ve Resûlullah'ın çevresinde bulunanlar buna tanıklık etmişlerdir. Şu halde bu olayın tarih ve astronomi kitaplarına geçmeyişi, ufukların bölgeden bölgeye fark­lı olması, bazı yerlerde ayın bulutlarla kaplı bulunması, gece vakti çoğu insanların meskenlerinde bulunmaları ve herkesin gözlemle meşgul olmaması, genelde in­sanların bunu ay tutulması o!arak düşünmeleri yahut o devirde yaygın telakkilerin etkisiyle bunu büyücü, cin veya şeytanlara atfetmeleri gibi sebeplerle açıklanabi­lir. Bu olayın gelecekte vuku bulacağı şeklinde yorum yapmak uzak ihtimale da­yalı bir tevil olup herkesin kabul etmesini sağlama uğruna böyle bîr yola girmeye gerek yoktur. Esasen bunu kabul etmeyecek olan rasyonalist ve pozitivist kişi, ola­yın geçmişte meydana geldiğini reddettiği gibi ileride meydana geleceğini de red­deder; kabul eden İçin ise tevile ihtiyaç yoktur. Müşriklerin mucize taleplerinin reddiyle ilgili âyetler onların inkarcılıktaki taassuplarını tasvir etmektedir. Buhâ-rî'nin naklettiği rivayette açıklandığı üzere Kur'an'da geçen beş olay bu dünyada gerçekleşmiştir. [8]

"Ay yarıldı" diye tercüme edilen cümleye, "Ayın yarılması, ay doğduğu sı-rada karanlığın yarılması anlamına gelir, çünkü Araplar bir konunun açıklık ka­zanması durumunda kamer (ay) kelimesine dayalı deyimler kullanırlar; şu halde burada da artık durumun açıklık kazandığı anlatılmaktadır" tarzında mecazî an­lamlar verenler olmuşsa da müfessir Ebû Hayyân gibi âlimler bunları mesnetsiz bulup eleştirmişlerdir. [9]

Zamanımız müelliflerinden Ömer Rıza Doğrul'a göre konuya ilişkin rivayet­ler sağlamdır ve Hz. Peygamber devrinde bu olayın meydana geldiğine itiraz edil­memelidir, mahiyetini de bir çeşit ay tutulması olarak düşünmek mümkündür; fa­kat bu tabiî olayın asıl mahiyeti ne olursa olsun onun ifade ettiği şu mâna çok de-rindî: Kamer Arap müşriklerinin timsali sayılırdı. Resul-i Ekrem'in bu semavî ha­diseye işaret eden ve kamerin bölündüğünü gösteren parmakları Arap şirkinin cep­hesinin yarılmış ve yokluğa mahkum olmuş olduğunu gösteriyordu. [10] Muhammed Esed'e göre de konuya ilişkin rivayetlerin sübjektif ger­çekliğinden kuşkulanmak İçin bir sebep yoktur; gerçekte meydana gelen şeyin ise, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir. Fakat olayın mahiyeti ne olursa olsun âye­tin ona değil gelecekteki bir olaya, yani "son saat" (kıyamet) yaklaşırken meyda­na geleceklere ilişkin olduğu kesin gibidir. Şu var ki yazarın "Râgıb, 'inşakka'l-kamer' (ay yarıldı) ifadesinin, kıyamet gününden önce vuku bulacak kozmik fela­keti -dünyanın sonu olarak bildiğimiz vakıayı- gösterdiği şeklinde yorumlanması­nı haklı görmüştür"[11] ifadesi gerçeğe uymamaktadır. Zira Râgıb el-Isfa-hânî belirtilen yerde, bu görüşü bir değerlendirme yapmaksızın, "Şöyle de denmiş­tir ..." ifadesiyle nakletmektedir. [12]

Elmalılı âyetin, ayın hem Resûlullah döneminde yarıldığına hem de kıyamet yaklaştığında büsbütün yarılıp kıyametin kopacağına delâlet ettiğini savunur. Onun izahına göre ilk dönem âlimlerinden Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh'a atfedilen ayın kıyamet vaktinde yarılacağı yorumu yanlış anlaşılmış, onların geç­mişte böyle bir olayın meydana geldiğini inkâr ettikleri var sayılmıştır. Halbuki onların verdiği mâna -zannedildiği gibi- "yarıldı" fiilinin geniş zaman olarak dü­şünülmesi tarzında mecaz yoluyla tevil değil, geçmiş zamandaki yarılmanın gele­cekteki yarılmaya bir delâleti ve aynı zamanda "Vakit yaklaştı" cümlesinin bir mazmunudur. Bu şöyle demek oluyor: Ayın yarılması vuku bulmuş bir olaydır; geçmişte meydana gelen bu yarılma, ayın ve onun gibi gök cisimlerinin dahi yarı­lıp parçalanabileceğim, bu suretle âlemdeki her şey hakkında Peygamber'in haber verdiği kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Binaenaleyh müşriklere Pey-gamber'in zaferinin de uzak değil yaklaşmakta olduğu ihtar edilmiş olmaktadır. [13] Elmahlı, İsmail Fennî Ertuğrul'dan naklettiği ve takdirle karşı­ladığı şu ifadelerle kendi kanaatini de özetlemiş olmaktadır: Âlimlerin ve müfes-sirlerin büyük çoğunluğu, ashâb-ı kiramın rivayetlerine ve 2. âyetin açık delâleti­ne de dayanarak Resûlullah döneminde bir mucize olarak ayın yarılması olayının meydana geldiğini kabul etmişlerdir. Biz artık bunun gerçekten vuku bulmuş ol­duğunu kabul ve tasdik hususunda asla tereddüt etmeyiz ve "Bunun nasıl meyda­na geldiğini ancak Allah ve Resulü bilir" deriz. [14]

Bu konuda kapsamlı ve özlü bir inceleme gerçekleştirmiş olan îlyas Çelebi, Gazzâlî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî gibi sûfîlerin, ayın gerçekten yarılmış olmayıp bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü kana­atinde olduklarını kaydetmekte, "Görüldüğü üzere mutasavvife inşikak-ı kamer mucizesini akla yaklaştırmak ve kabulünü kolaylaştırmak için farklı bir yoruma baş vurmuştur. Kanaatimizce bunun yerine Hasan-t Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh'a nis­pet edilen, onun kıyamete yakın yanlacağı görüşünü savunsalardı hem kabulünü daha kolaylaştırmış, hem de Elmalılı'nın dile getirdiği itirazlara muhatap olmamış olurlardı" diyerek bu yaklaşımı eleştirmektedir. [15] Fakat yazarın son asırda kaleme alınmış iki esere dayanarak Gazzâlî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî'ye nispet ettiği bu görüşün onların kendi ifadeleriyle bağ­daşmadığı görülmektedir. Şöyle ki, yazarın kendisinin de belirttiği üzere Gazzâlî hem İhyâu ulûmi'd-dîn hem el-Mustasfâ isimli eserlerinde "inşikak-ı kameri Hz. Peygamber devrinde meydana gelmiş bir mucize olarak" takdim etmektedir. Hatta böyle bir olayın niçin sınırlı sayıdaki rivayetlerde yer aldığını izah ederken, bu du­rumun normal karşılanması gerektiğini ispat için birçok aklî delile yer vermektedir. [16]  Şah Velİyyullah'm bu konudaki bir ifadesi ise şöyle­dir: "Ayın yarılmasına gelince, bize göre bu bir mucize olmayıp Allah Teâlâ'nın Kamer sûresinin ilk âyetinde buyurduğu üzere kıyamet alâmetlerindendir; fakat bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) meydana gelmeden önce onun olacağını haber vermiş ol­ması açısından bir mucizedir"[17] el-Kasimî'nin aynı sayfanın 4 nolu dipnotunda, müellifin Te'vîlü'l-ehâdts isimli eserinden kısmen ak­tardığı bir ifadesi de Elmalılı'nın yukarıdaki İzahına paralel görünmektedir. Muh­yiddin İbnü'l-Arabî'nin görüşüyle ilgili bazı izahlar için[18]

Kanaatimize göre İlyas Çelebi'nin şu ifadesi konuya ışık tutacak bir unsur içermektedir: "Görüldüğü üzere kelâmcılar bir mucize olması dolayısı ile inşİkak-ı kamerin mümkün olup olmadığını tartışmadan kabul etmekle beraber bunun vaki olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun kanaati onun vaki olduğu yönündedir" [19]  Burada söz konusu edilen bir "mucize" olduğuna göre bunun aklî bir izaha ihtiyacı yoktur; zaten İslâm âlimleri de mümkün olup olmadı­ğını tartışmamışlardır. Vukuu meselesine gelince, mucizenin bilgi kaynağı Kur'an ise, ona bizzat şahit olmayanların meydana gelmiş olduğunu kabul etmeleri için başka delillerle ispat edilmesi gerekmez. Nitekim bir mümin, Salih peygambere mucizevî özellikler taşıyan bir deve verilip kavminin bununla sınandığı veya Mû-sâ peygamberin eline, koynundan çıkarıp gösterdiğinde bakanları şaşırtan mucize­vî bir parlaklık özelliği verildiği konularında, bunların gerçekten olup olmadığını araştırma ihtiyacı duymaz. Ancak inşikak-ı kamer konusundaki âyetin ifadesi diğer örneklerdekine nazaran ihtimalli gibi durduğu ve konuya ilişkin haberlerin mütevâ-tirliği tartışmalı olduğu için bunun yalnızca bir ihtimalini, kesin bir iman konusu olarak ele almamak gerekir. Esasen konuya ilişkin haberler üzerindeki tartışma açılmasının sebebi de -hâşâ- Kur'ân-ı Kerîm'e, onun mütevâtirliğine itimatsızlık değil, anlatımın farklı yorumlamaya açık durmasıdır. [20]

 

2-8. Bizzat Peygamber'le muhatap olmalarına ve kendilerine ikna edici pek çok kanıt gösterilmesine rağmen inkarcılıkta direnen Mekke müşriklerinin göster­diği bağnazlığı tasvir eden bu âyetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Peygamberin veya dini tebliğ edenlerin, kişisel arzularına tutsak olduğu ve akıl nimetini değer­lendiremediği için bunca kanıt ve uyarıya aldırış etmeyen insanları doğru yola zor­la sokmak gibi bir yükümlülükleri yoktur; ama duyuru ve öğüt verme çabasını da sürdürmek gerekir. İşte bu sûrede, inkarcılıkta darbımesel olacak kadar ileri gitmiş bazı toplumlardan örnekler verilip bu uyanlara devam edilecektir.

Sözlükte "delil, kanıt, işaret" gibi mânalara gelen 2. âyette geçen "âyet" ke­limesi Kur'an'da "mucize" anlamında da kullanılmaktadır. Önceki âyetin tefsirin­de geçtiği üzere, orada ayın yarılması mucizesinden bahsedildiği kanaatini taşı­yanlar bu kelimeyi daha çok mucize manasıyla açıklamışlardır. "Sihir"i niteleyen ve "öteden beri bilinen" diye çevirdiğimiz "müstemir" kelimesi "gelip geçici; güç­lü, kalıcı ve devamlı" mânalarına da gelir. [21]

3. âyetin "oysa her iş yerli yerindedir" şeklinde çevrilen kısmı daha çok şu mânalarla açıklanmıştır: Evrenin yaratılışı ve hayat olayı anlamsız olmayıp bütün varlık ve olayların bir hedefi, bir gayesi vardır. Her şey Allah'ın ilminde bir tak- dire bağlanmış olup kararlaşmış bir sonuca doğru gitmektedir; her şeyin bir dün­yada görünen bir de âhirette ortaya çıkacak gerçek yüzü vardır. Böylece Hz. Pey-gamber'in görevinin yüceliği ve inkarcıların kişisel arzularına bağlanıp kalmaları­nın süflîliği, vakti gelince belli olacaktır. Resûlullah'ın yaptığı tebliğ işi, sandıkla­rı gibi gelip geçici bir şey değildir  [22] Ayrıca mucizeler sihir değil vuku bulmuş gerçek olaylardır.

5. âyetin "Eksiksiz bir hikmet!" diye çevrilen kısmında hikmet kelimesi, bu bağlamda hikmet içeren söz yani Kur'an olarak açıklanmıştır. Gramer açısından bu ifadeyi önceki âyete bağlayıp "Eksiksiz bir hikmet olan uyan ve haberlerle Kur'an geldi" şeklinde veya ayrı bir cümle olarak düşünüp "Kur'an eşsiz bir hik­mettir, onda hiçbir eksiklik ve kusur bulunmaz" tarzında anlamak da mümkündür. [23]

Yaygın yoruma göre 6. âyette geçen ve "çağrıcı" dîye çevrilen "dâ'î" kelime­siyle İsrafil (a.s) kastedilmiştir. Bazı müfessirlere göre çağıran Cebrail veya bu İş için görevlendirilmiş başka bir melek de olabilir. Burada doğrudan doğruya Ce-nâb-ı Allah'ın mahşerde toplanma buyruğuna işaret edildiği, dolayısıyla bu keli meyle kendi zâtının kastedilmiş olabileceği yorumu da yapılmıştır. [24] Bu âyetin "görülmedik bilinmedik bir şey" diye çevrilen kısmıyla mahşer gününün kastedildiği açıktır; bu nitelemeyle o günün bu dünya­daki algılamalara göre tasavvur edilemeyeceğine veya ürküntü ve dehşet veren manzaralarla dolu olacağına işaret edilmiş olmalıdır. Ayetteki nükür kelimesiyle ilgili bir yoruma göre ise bu kısım "dünyadayken inkâr ettikleri gün" anlamı taşı­maktadır. [25]

 

Meali

 

9. Bunlardan önce Nuh'un kavmi de (peygamberlerini) yalancılıkla itham etmişti. O kulumuzu yalancı saydılar, "Delinin biri!" dediler ve o görevinden alıkondu. 10. Bunun üzerine "Artık yenik düştüm; yardımını esirgeme!" di- ye rabbine yalvardı. 11. Derken, göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık. 12. Yerden de salar fışkırttık; böylece azgın sular ön­ceden belirlenmiş bir iş için birleşti. 13. Onu ise tahtalar ve mıhlarla yapılmış gemide taşıdık. 14. Gözetim ve korumamız altında akıp gidiyordu, kendisine inanılmamış olan o kulumuza bir mükâfat olmak üzere. 15. Andolsun, bunu bir ibret levhası olarak bıraktık; ibret alacak yok mu! 16. Azabım ve uyan­larım nasılmış görün! 17. Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştır­dık. Düşünecek yok mu! [26]

 

Tefsiri

 

9-17. Peygamberlerin yalancılıkla itham edilip türlü eziyetlere maruz bırakıl­ması konusunda Hz. Nuh'un hayatı önemli bir örnek teşkil etmektedir ve Kur'an onun verdiği mücadeleyi oldukça ayrıntılı biçimde değişik vesilelerle gözler önü­ne sermiştir. [27] 12. âyetin son kısmında Nûh kavminin tufan ile helak edileceği yönün­deki ilâhî takdire veya gökten inen sularla yerden fışkıranların birbirine denk ol­duğuna değinildiği yorumlan yapılmıştır. Sonuncu yoruma göre bu kısmı "Böyle­ce sular önceden belirlenmiş ölçüye göre birleşti" şeklinde çevirmek mümkündür. [28] 13. âyette gemi kavramı kullanılmadan ni­teliklerine değinilmiştir; başka âyetlerde bu anlama gelen "fülk" kelimesi geçmek­tedir. Burada gemiyi anlatmak üzere hangi maddelerden imal edildiği bilgisinin verilmesinde, Nuh'a hazır bir gemi gönderilmiş olmayıp onun tarafından yapıldı­ğına, daha önce bu işi bilmediği halde ilâhî vahiy İle bunun kendisine öğretilmiş olduğuna işaret vardır  [29] "Mıhlar" diye çevrilen "düşür" ke­limesinin tekili olan "disar", "eğser, geminin tahtalarını birbirine bağlayan rabıta, kenet, perçin veya halat" anlamlarına da gelir. [30]

17. âyette geçen ve "Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu!" diye çevrilen ifade 22,32,40. âyetlerde de aynen yer almak­ta, böylece Kur'an'm üzerinde düşünülüp öğüt alınacak bir kitap olduğu, bu ay­dınlatıcı özelliğini önceki kavimlere dair verdiği örneklerle daha da canlı duruma getirdiği halde muhataplannea gösterilen duyarsızlığa vurgu yapılıp bu tutum kı­nanmaktadır. [31] Bu âyetteki "düşünecek" diye çevrilen "müdde-kir" kelimesini "ibret alan, öğüt alan, ders çıkaran" şeklinde de tercüme etmek mümkündür. "Düşünecek yok mu!" cümlesi "Hayırlı olanı isteyen var mı ki yar­dım edilsin!" manasıyla da açıklanmıştır. [32] Öte yandan bu­radaki "kolaylaştırma" anlamına gelen lafızdan hareketle Kur'an'ın kendine özgü ifade özellikleri, anlaşılma ve ezberlenmesinin kolay oluşu gibi hususlar üzerinde durulmuştur. [33]

 

Meali

 

18. Ad kavmi de (peygamberlerini) yalancılıkla itham etti. Azabım ve uyarılanın nasılmış bir bakın! 19. Onların üzerine bitmek bilmeyen kara bir günde şiddetli bir kasırga gönderdik. 20. İnsanları sökülmüş hurma kütükleri gibi çekip alıyordu. 21. Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın! 22. Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu! 23. Semûd kavmi de uyarıları ciddiye almadılar. 24. Dediler ki: "İçimiz­den tek başına bir beşere mi uyacağız? O takdirde doğru yoldan sapmış olur, yanarız. 25. Dahî mesaj içimizden ona mı gönderilmiş? Hayır o, yalancı küs­tahın biri!" 26. Yarın onlar asıl yalancı küstah kimmiş görecekler! 27. (Allah Salih'e şöyle buyurdu:) "Şüphesiz biz dişi deveyi onlan sınamak için gönder­miş bulunuyoruz. Şimdi sen onların ne yapacağını izle ve sabret. 28. Bir de onlara, suyun aralarında paylaşımlı olacağını bildir. Her biri sırası geldi­ğinde hazır bulunsun." 29. Derken ilgili adamlarını çağırdılar; o da (deve- ye)   miim ip hunharca tfdiirdü. 30. Azabım ve uyarılarım nasılmış bir ba-kın. 31. Üzerlerine tek bir ses yolladık da hayvan ağılındaki kuru çalılar gibi ıtoverdiler. 32. Amâoisvuı ki Kur'an'i düşünülsün diye kolaylaştırdık. Diişü-»ecek yok nm' 33. Lût kavmi de uyanları ciddiye almadılar. 34-35. Biz de üzerlerine Uş yağdıran bir kasırga gönderdik. Ancak Lût ailesi hariç. Onla­rı katımızdan bir lütuf olarak seher vakti kurtardık. Şükredenleri işte böyle ödüllendiririz. 36. Aslında o, kendilerini bizim amansız yakalayişımıza kar­şı uyarmıştı; ama onlar bu uyarıları şüpheyle karşıladılar. 37. Üstelik onun misafirleriyle ilgili çirkin bir talepte bulundular. Biz de gözlerini silme kör ediverdik; tadın bakalım azabımı ve uyardığını sonuçları! 38. Ve nihayet bîr sabah, kalıcı bir azap onları yakalayiverdi. 39. Tadın bakalım azabımı ve uyardığım sonuçlan! 40. Andolsun ki Kur 'an 'ı düşünülsün diye kolaylaştır­dık. Düşünecek yok mu! 41. Şüphesiz Firavun'un halkına da uyarılar gel­mişti. 42. Ama onlar bütün delillerimizi yalan saydılar, biz de onların yakası­na üstün ve güçlü olana yaraşır biçimde yapıştık. [34]

 

Tefsiri

 

18-22. Âd, Hûd peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; çok tanrıcı inanca taassupla bağlanma ve tevhİd inancına yapılan çağrıya karşı zorba bir tavır sergi­leme konusunda Kur'an'in değişik yerlerinde kötü bir örnek olarak anılır. [35] 20. âyette şiddetli rüzgârın sürüklediği in­sanlardan söz edilirken onlann "sökülmüş hurma kütüklerTne benzetilmesi Âd kavmi mensuplarının iri yapılı ve uzun kimseler olması ve kafalarının kopup göv­delerinin kütük gibi yuvarlanıp gitmesiyle açıklanmıştır. [36]

 

23-32, Semûd, Salih peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; Allah Teâlâ onları sınamak üzere mucizevî özellik taşıyan bir dişi deve göndermiş, mevcut su­dan dönüşümlü yararlanmaları yönünde bir kural koymuş, böylece onlar bir sına­maya tâbi tutulmuş, peygamberin Allah'tan getirdiği buyruk ve yasaklara saygılı olduklarını davranışlarıyla ortaya koymaları İçin kendilerine bir fırsat tanımıştı. Fakat onlar inançsızlıklarını açığa vuran bir davranış sergilediler ve zarar verme­meleri emredilen deveyi hunharca öldürdüler. [37] 23. âyette (aynı şekilde 33. âyette) "uyanlar" diye çevrilen kelimeyi "uyarıcı açıklama ve öğütler" veya "uyarıcı peygamberler" mâ­nasında anlamak mümkündür. 31. âyetin "hayvan ağıündaki kuru çalılar gibi" di­ye çevrilen kısmı, bu tanılamayı oluşturan kelimelerin değişik anlamları bulundu­ğu için, "ağılı çeviren çubukların döküntüleri; yanmış kemikler; köhnemiş duvar­dan dökülen topraklar gibi" mânalarla da açıklanmıştır. [38]

 

33-40. Kur'an, Lût kavmini ahlâksızlığa boğulmuş, özellikle cinsel sapıklık-lanyla tanınmış ve bu yüzden ağır bir cezaya çarptırılmış toplum ömeği olarak muhtelif vesilelerle zikreder. [39]

 

41-42. Firavun'a bazı deliller, mucizeler gösterilerek yapılan inanç çağrısı ve bunun etrafında gelişen olaylar, tarih boyunca süregelen tevhid mücadelesinin en belirgin ve ibret verici örneklerinden olup Kur'an'da buna sık sık değinilir. [40]

 

Meali

 

43. Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkarcılarınız şu anı­lanlardan daha mı iyi! Yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var? 44. Yoksa onlar "Biz yenilmez bir topluluğuz" mu diyorlar? 45. Yakın­da o topluluk da yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar. 46. Ama asıl vâ­deleri kıyamet günüdür ve kıyamet günü şüphesiz daha dehşetli ve daha acı­dır. 47. Şu bir gerçek ki günaha batmış olanlar, doğru yoldan sapmış ve ken­dilerini yakmışlardır. 48.0 gün yüz üstü ateşe sürüklenirler: "Tadın baka­lım cehennemin dokunuşunu!" 49. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre ya­rattık. 50. Ye bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup bi­ter. 51. Ândolsun biz sizin nice benzerlerinizi helak ettik. Düşünecek yok mu! 52. Yaptıkları her şey defterlerde kayıtlıdır. 53. Büyük küçük hepsi sa­tır satır yazılmıştır. 54. Takva sahipleri cennetlerde ve ırmak kenarlarmda-dır. 55. Doğruluğun hâkim olduğu bir ortamda, gücüne sınır olmayan bir hükümdarın huzur undadırlar. [41]

 

Tefsiri

 

43-48. Vahiy ile bildirilenleri inkâr etme tavrını inatla sürdüren toplumlardan örnekler verildikten sonra bu âyetlerde, Kur'an'ın inkarcılıkta öncekilere benze­yen Kur'an muhataplarına çarpıcı sorular yöneltilmektedir: Siz onlardan daha mı iyisiniz? Sizin sorumluluktan istisna edildiğinize dair ilâhî kitaplarda özel bir hü­küm veya elinizde bir belge mi var? Ya da çok güçlü ve dayanışma içinde olduğu­nuzu, dolayısıyla asla yenilmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Ardından verilen ilâhî cevap da şunu ortaya koymaktadır: İman esasına değil dünyevî çıkar anlayışına dayalı olan bu birlik ve güç çok sürmeyecektir; onların asıl cezaları âhirette karşı­larına çıkacaktır ve oradaki ceza buradakİne göre çok daha şiddetlidir. 45. âyet da­ha çok müslümanlann Bedir savaşında kazandıkları zaferle izah edilmiş olmakla beraber[42] 43-44. âyetlerdeki hitap Hz. Muhammed'in peygamberliğini izleyen bütün dönemlerde yaşayan yani Kur'an'ın her devirdeki muhataplarına yöneliktir. Dolayısıyla aynı sonuç, yani inkarcılık temeline dayalı güçlerin, birliklerin bozulmaya mahkum olduğu ve ayrıca bu tür dayanışma grubu mensuplarını âhirette daha ağır bir cezanın beklediği gerçeği bütün dönemler için geçerlidir. Elmalılı'mn belirttiği gibi, 44. âyetteki ifadede, zaman ilerledikçe top­lumsal örgütlenme imkânlarının ve medeniyet vasıtalarının artacağına, dolayısıy­la bu tür şımarık kesimlerin bu imkânlara daha fazla güvenip böbürleneceklerine işaret bulunduğu söylenebilirse de[43]  bu durum, doğru inanç ve erdemli yaşayışın, bütün bâtıl inançları, ahlâk bozukluklarını, haksız ve zâlim uygulama­ları mutlaka yeneceği gerçeğini değiştirmez; sûrenin ana tezi de budur. [44]

 

49-50. Her şeyin Allah Teâlâ tarafından bir ölçüye veya takdire göre yaratıl­mış olması, "her şeyin hikmetin gereklerine uygun biçimde, sağlam, belli bir dü­zen ve denge içinde" yahut "Allah'ın ezelî ilminde malum ve kayıtlı olan şekle gö­re" mânalanyla açıklanmıştır. [45] Bu ifade, devamında yer alan "buyruğunun tek ve göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmesi" ifadesiyle bir­likte değerlendirilerek burada Cenâb-ı Allah'ın İradesini belirleyecek veya etkile­yecek hiçbir güç bulunmadığı gibi, O'nun için zaman, mekan vb. faktörlerin söz konusu olmadığına ve kudretine sınır düşünülemeyeceğine vurgu yapıldığı söyle­nebilir. [46]

 

51-53. Nice nesiller vadelerini tamamlayıp bu dünyayı terkedip gitmişlerdir; ama bu hayatın sona ermesi yaptıklarının da silinip gittiği, olanların olmamış gibi kabul edileceği anlamına gelmez. Küçük büyük her eylem tek tek kayda geçiril­miştir, belgeler halinde korunmaktadır. Âyette somut bir anlatım içinde hatırlatı­lan bu gerçeğe iman eden bir kimsenin artık bile bile sicilini kirletici bir iş yapma­sı akıl kân değildir; fakat rasyonel düşünme anlamıyla akıl bütün davranışları di­sipline etmeye yetmemekte, bunun yanında aklı doğru kullanıp sonuçlar çıkardık- tan sonra buna uygun davranma iradesini ortaya koymak, bu gerçeklerle ters dü­şen kişisel istek ve arzulara gem vurmak gerekmektedir. 17, 22,32,40. âyetlerde geçen "Düşünecek yok mu!" tarzındaki ilâhî çağrıya, bu defa 51. âyette hemen herkesin kolayca kavrayabileceği bir gerçeğe, daha önce nice nesillerin helak edil­miş olduğuna dikkat çekildikten sonra bir kez daha yer verilmektedir. [47]

 

54-55. İlk âyetteki "neher" kelimesine "bol ışık" mânası da verilmiştir. [48]Buna göre âyetin meali şöyle olur: "Takva sahipleri cennetlerde nur içinde olacaklardır." 55. âyetin "doğruluğun hakim olduğu bir ortamda" diye çevrilen kısmı "hoşnut olunacak, güzel bir yerde, dost meclisinde; boş sözler ko­nuşulmayan, günah İşlenmeyen, hak ve hakikat meclisinde" mânalanyla da açık­lanmıştır. [49]Aynı âyetin "gücüne sınır olmayan bir hükümdar" diye çevrilen kısmında geçen "melîk" ve "muktedir" kelimelerinin nekire (belirsiz) olmasında, insan havsalasının Allah Te-ilâ'nm hükümranlık ve gücünün mahiyetini kavrayamayacağma işaret bulunduğu yorumu yapılmıştır. [50]

 



[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/123.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/123.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/123.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/123-124.

[5] rivayetler için bk. Buhârî, "Menâkıb", 27; "Tefsîr", 54/1; "Menâkıbü'l-ensâr", 36; Müslim, "Sıfâtü'l-münâfikîn", 43-48; Tirmizî, "Tefsîr", 54/1-5; Miisned, IV, 82; Taberî, XXVII, 84-86

 

[6] îsrâ 17/59,90-93

[7] En'âm 6/111; Ra'd 13/31; Müddessir 74/52-54

[8] bilgi için bk. Râzî, XXIX, 28; İsmail Fennî, Mââdîyyûn Mezhe­binin İzmihlali, s. 336-337; Elmalılı, VH.4623-4624,4636-4637; İlyas Çelebi, İti­kadı Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, s.152-181; a.mlf., "İnşika-ku'1-Kamer", DİA, XXII, 343-345; beş olay için bk. Duhân 44/10-16

[9] Elmalılı, VII, 4625-4626

[10] Tanrı Buyru­ğu, s. 595

[11] III, 1087

[12] el-Miifredât, "şkk" maddesi

[13] VII, 4627-4628; İbn Âşûr da bu mucizeyle, yeryüzünün düzenini yakından ilgi­lendiren bir gök cismi olan ayın düzenindeki bozulmaya bir örnek gösterilip bu âlemin de sonlu olduğu üzerinde düşünme imkânı verildiği yorumunu yapar, XXVII, 168-169

[14] VII, 5636; son dönem müfessirle-rinden Şevkânî'nİn değerlendirmesi de bu yöndedir, bk. V, 138-139

[15] age., s.165,176-177; agm., XXTI, 344

[16] bk. el-Mustasfâ, 1,142-143

[17] et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, s.65

[18] bk. Elmahlı, VII, 4632-4636; İsmail Fennî, age., s. 334-336; İlyas Çelebi, age., s. 176-177

[19] age.t s.175

[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/124-128.

[21] Zemahşerî, IV, 44; Şevkânî, V, 139-140

[22] Zemahşerî, IV, 44; Râzî, XXIX, 31

[23] Taberî, XXVII, 89; Şevkânî, V, 140. Hikmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/269; Nahil 16/125

[24] Râzî, XXIX, 33; Elmalılı, VII, 4641

[25] Zemahşerî, IV, 44; Râzî, XXIX, 33

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/128-129.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/129-130.

[27] Hz. Nûh ve tufan hakkında bk. Yûnus 10/71-73; Hûd 11/25-49; Nûh 71/1-28

[28] Şevkânî, V, 142; Elmalık, VII, 4641

[29] İbn Âşûr, XXVII, 184

[30] Elmalılı, VII, 4641

[31] Zemahşerî, IV,46

[32] Taberî, XXVII, 96-97

[33] mesela bk. İbn Âşûr, XXVII, 187-190

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/130.

[34] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/131-132.

[35] Bilgi için bk. A'râf 7/65-72; Hûd 11/50-60

[36] Taberî, XXVII, 99; Ze-mahşerî,IV,46

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/132.

[37] Bilgi için bk. A'râf 7/73-79, Hûd 11/61-68; Şuam 26/141-159

[38] Taberî, XXVII, 103-104

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/132.

[39] Bilgi için bk. A'râf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/57-77

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/133.

[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/133.

[41] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/133.

[42] Taberî, XXVII, 108-109

[43] VII, 4653

[44] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/133-134.

[45] Zemahşerî, IV, 48-49

[46] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/134.

[47] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/134-135.

[48] Ze­mahşerî, IV, 49

[49] Taberî, XXVII, 113; Zemahşerî, IV, 49; İbn Atıyye, 222

[50] Zemahşerî, IV, 49; Elmahh, VE, 4656

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/135