2- Herşey" ile İlgili Kıraatler ve Buna Dair Nahiv
Açıklamaları:
3- Eşyanın Takdiri ile İlgili Ehî-i Sünnetin Kanaati:
4- Kadere İman Etmeyenler, Kaderi Yalanlayanlar:
Rahman
ve Rahim Allah'ın adı ile
Cumhurun görüşüne güre
tümüyle Mekke'de inmiştir.
Mukattl yüce Allah'ın:
"Yoksa onlar; Biz birbirine yardım eden bir topluluğuz mu diyorlar?"
(el-Kamer, 54/44) buyruğundan itibaren; "Kıyamet daha büyük bela ve daha
acıdır" (el-Kamer, 54/46) buyruğuna kadarki üç âyet müstesnadır, demiştir.
Ancak ileride geleceği üzere bu sahih bir rivayet değildir. Ellibeş âyet-ı
kerimedir.
[1]
1. O saat
yaklaştı ve ay yarıldı.
2. Eğer bîr
âyet görseler yüz çevirirler ve: "Devam edip giden bir büyüdür"
derler.
3. Hem de
yalanladılar ve hevalarına uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış bir
vadesi vardır.
4. Andolsun,
onlara kendisinde ahkoyucu özelliği olan haberler gelmiştir.
5. En üstün
seviyede ve yeterli bir hikmettir (o). Uyarılar ise fayda vermiyor.
6.0 halde
onlardan yüz çevir. O günde o çağırıcı bilinmedik bir şeye çağırır.
7.
Gözlerinden zilletleri okunarak, darmadağın çekirgeler gibi kabirlerinden
çıkarlar;
8. Davetçiye
hızlıca koşarak kâfirler: "Bu zorlu bir gündür" derler.
"O saat yaklaştı
ve ay yarıldı." Yani kıyamet yaklaştı. Bu da daha önceden açıklamış
olduğumuz gibi yüce Allah'ın; 'Yakıtı olan (kıyamet günü) yaklaştıkça
yaklaştı" (en-Necm, 53/57) buyruğu gibidir. O halde o geçmiş olan zamana
nisbetle oldukça yakın demektir. Çünkü Katade'nin, Enes'ten rivayet ettiğine
göre dünya ömrünün büyük bîr bölümü geçmiş bulunmaktadır. Bu rivayete göre
Enes (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) güneşin batmak üzere olduğu sırada
bir hutbe irad elti ve şöyle buyurdu: "Sizin dünyanızdan (üzerinden)
geçen zamana oranla geriye kalan bolümü, ancak bu günden geçen süreye göre
geriye kalan gibidir." O sırada biz güneşin ancak çok az bîr bölümünü
görebiliyorduk.
[2]
Ka'b ile Vehb de şöyle
demişlerdir: Dünya(nın ömrü) altıbin yıldır. Vehb dedi ki: Bunun begbinaltıyüz
yılı geçmiş bulunmaktadır. Bunu da en-Nehhas zikretmektedir.
"Ve ay
yarıldı." Ay da yarılmış bulunmaktadır, demektir.
Huzeyfe bu âyet-i
kerimeyi: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı" şeklinde; fazlası ile
okumuştur. İlim adamlarından bir çoğunluk da bu şekilde okumuşlardır. Ayrıca
bit Buhari'nin Sahih'inde ve başka eserlerde îbn Mesud, İbn Ömer, Enes, Cübeyr
b. Mut'im ve tbn Abbas (r.an-hunû'dan gelen bir rivayet olarak da sabit
olmuştur.
[3]
Enes'ten şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Mekkeliler Peygamber (sav)'dan bir âyet (bir mucize)
istediler. Bunun üzerine Mekke'de ay iki kere yarıldı. İşte: "O saat
yaklaştı ve ay yarıldı" buyruğundan itibaren: "Devam edip gi-
den bîr büyüdür"
buyruğuna kadar olan buyruklar bunun üzerine nazil oldu. "Devam edip
giden" süregiden demektir. Ebu İsa et-Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih bir
hadistir.
[4]
Buhari'nin lafzı ile
rivayette Enes şöyle demiştir: Ay iki parçaya ayrıldığı[5]
Bir kesim de; henüz
ayın yarılması gerçekleşmiş değildir. Bu gerçekleşmesi beki enen bir olaydır,
demiştir. Kıyametin kopmasının ve ayın yarılmasının zamanı yaklaşmıştır,
demektir. Kıyamet kopacağı vakit sema ve içinde bulunan ay ve diğer şeyler
yarılmış ve çatlamış olacaktır. ei-Kuşeyrî de böyle demiştir. el-Maverdî'nin
naklettiğine göre bu cumhurun görüşüdür. O ayrıca şöyle demektedir: Çünkü ay
varılacağı vakit, onu görmeyecek bir kimse kalmayacaktır. Buna sebeb ise,
bunun bir âyet (mucize, alamet ve belge) olmasıdır. Ayetlerin görülmesi
noktasında insanlar birbirine eşittir.
el-Hasen dedi ki:
Kıyamet yaklaştı. Kıyamet geleceğinde ikinci defa Sura üfürülnıesinden sonra
ay yarılmış olacaktır.
"Ve ay
yarıldı" buyruğunun, iş açıklık kazandı ve ortaya çıktı, aniamına geldiği
de söylenmiştir, Araplar açık ve seçik olan hususlara ayı misal verirler. Şair
şöyle demiştir:
"Ey anamın
oğullan! Bineklerinizin göğsünü doğrultunuz, Çünkü ben sizden başka bir
kabileye daha çok meylediyorum. Çünkü artık ihtiyaçlar baş göstermiş gece ise
aylıdır. Katedilecek mesafeler için binekler ve yükler bağlanmış
bulunuyor."
Ayın yarılmasının
karanlık esnasında doğması ile karanlığın yarılması, ortadan kalkması
anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da sabaha "felak" denmesine benzer.
Çünkü bu durumda karanlık, üzerinden açılıp dağılmaktadır. Nitekim sabahın
infilakı (ayrılması) inşikakı (yarılıp, ayrılması) diye de ifade edilir.
en-Nabiğa'mn şu beyitinde olduğu gibi:
"Onlar bir uğultu
ile birlikte geri dönüp gittiklerinde Sabahın yarılması sırasında bir davetçi
çağırdı bizi."
Derim ki: Adalet
sahibi ahad ravilerin nakli ile ayın Mekke'de varıldığı sabit olmuştur.
Kur'ân'ın buyruklarının zahirinden anlaşılan da budur. Bu mucizede büıün
insanların eşit olması da gerekmez. Çünkü bu bir gece âyeti (mucizesi) idi.
Ayrıca Peygamber (sav)'ın meydan okuması esnasında ondan iddiasını
ispatlamasının istenmesi üzerine gerçekleşmiştir. Rivayet edildiğine gare
Hamza b. Abdu'L-Muttalib, Ebu Cehilin Rasûlullah (sav) Peygambere sövmesi
üzerine öfkelenip müslüman olunca kendisine, imanında ya-kînini arttıracak bir
mucizeyi göstermesini istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sahîh'tz
kendilerine bir âyet (mucize) göstermeyi bizzat ıMekkeli-lerin istedikleri de
kaydedilmiş bulunmaktadır. Bunun üzerine o da onlara İbn Mesud ve başkalarının
rivayet ettiği gibi ayın iki parçaya varıldığını gösterdi.
[6]
Huzeyfe'den rivayete
göre o, Medain'de bir hutbe irad etmiş ve sonra şöyle demiştir: Şunu bilin ki;
kıyamet oldukça yaklaştı ve ay Peygamberiniz (sav)'ın döneminde yarılmış
bulunuyor[7]
İfadede takdim ve
tehir olduğu ve takdirin şöyle olduğu da söylenmiştir: Ay yarıldı ve kıyamet
yaklaştı. Bu açıklamayı ibn Keysan yapmıştır. Daha önce el-Ferra'dan söyle
dediğini de nakletmiştik: Şayet iki fiil anlam itibariyle birbirine yakın ise
herhangi birisini üne alabilir, diğerini sonraya bırakabiliriz. Bu
açıklamaları yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarktı." (en-Necm, 53/8)
buyruğunu açıklarken nakletmiştik,
"Eğer bir âyet
görseler yüz çevirirler." Bu, onların ayın varıldığını gördüklerine
delildir. İbn Abbas dedi ki: Müşrikler bir araya gelerek Rasûlullah (sav)'ın
yanına gittiler ve: Şayet sen doğru söylüyor İsen haydi ayı ikiye ayır da biz
de onu görelim, dediler. LJunun yarısı Ebu Kubeys tepesi üzerinde, yarısı da
Kuayka'an lepesi üzerinde olsun dediler. Rasûlullah (sav) kendilerine:
"Bunu yaparsam iman edecek misiniz?" diye sordu. Onlar: Evet dediler,
Gece dolunay gecesi idi. Rasûlullah (sav) Rabbinden istediklerini kendisine
vermesini diledi. Gerçekten de ay iki parçaya ayrıldı. Rasûlullah (sav) da müşriklere:
"Ey filan, ey filan şahit olun" diye seslendi.
[8]İbn
Mesud'un rivayet ettiği hadiste ise söyle denilmektedir: Rasûlullah (sav)
döneminde ay ikiye ayrıldı. Kureyşliler de: Bu Ebu Kebşe'nin oğlunun büyüsünden
dolayı böyledir. O sizi büyülemiş bulunuyor. Bundan dolayı yolculuktan dönecek
olanlara sorunuz, dediler. Yolculuktan dönenlere sordular. Onlar da: Biz ayın
varıldığını gördük, dediler. Bunun üzerine: "O saat yaklaştı ve ay
yarıldı, eğer bîr âyet görseler yüz çevirirler" buyruğu i ndi[9] Yani
onlar Muhammed (a.s)'ın doğruluğuna delalet eden bir âyet (mucize) görecek
olsalar, iman etmekten yüz çevirirler.
"Ve; Devam edip
giden bir büyüdür, derler." Bu tabir Arapların bir şey geçip gittiğinde
kullandıkları: O şey geçip gitti" tabirlerinden alınmıştır. Bu açıklamayı
Enes, Katade, Mücahid, el-Ferra: el-Kisaî ve Ebu Ubeyde yapmıştır. en-Nehhas da
bunu tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye ve ed-Dah-hak de: Muhkem, güçlü ve çetin
demektir, diye açıklamışlardır ki, bu da güç ve kuvvet anlamına gelen
gelmektedir. Nitekim şair Lakit şöyle demiştir:
"Nihayet eğriliğe
rağmen sağlam kararını verdiğinde Gerçekten karan sağlamdı, ne dilinde tutukluk
vardı,
ne de yumuşak ve
zelildi."
el-Ahfeş de: Bu,
halatın iyice eğilip bükülmesi demek olan: alınmıştır.
Bunun "acı"
anlamındaki: den geldiği de söylenmiştir. Mesela: " O şey acı oldu,
acıdı" demektir.şeklinde muzariinde "mim" harfinin üstün
okunması da aynı şekildedir. "Acılık" demektir. Bu şekilde olana:
" Acı" denilir. Bu işin başkası tarafından yapılmasını anlatmak üzere
de diye kullanılır.
er-Rabi: Devam edip,
giden ve etkili olan, diye açıklamıştır. Yeman geçip giden, Ebu Ubeyde batıl
diye açıkladığı gibi; devamlı, sürekli diye de açıklamıştır. Şair de şöyle
demiştir:
"Ve dosdoğru
hiçbir şey üzerine daimi (sürekli ve devamlı) değildir."
Biri ötekine benzer,
diye de açıklanmıştır. Yani Muhammed (sav)'ın fiilleri hep bu şekilde sürüp
gitmiştir. O, gerçeği olan hiçbir şey getirmemiştir. Aksine bütün yaptıkları
gösterdiği hayallerden ibarettir. Yerden semaya doğru geçip gitmiştir,
anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Hem de"
bizim peygam berimizi "yalanladılar ve nevalarına" sapıklıklarına,
kendi seçip tercih ettikleri şeylere "uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış
bir vadesi vardır." Amel eden herkes ile ameli karar kılar. Hayır
cennette onu işleyenlerle birlikte karar kılar, şer de cehennemde onu işleyenlerle
birlikte karar kılar.
"Kararlaştırılmış
bir vade" anlamı verilen lafzı Şeybe "kaP harfini üstün olarak; diye
okumuştur. Yani herbir şeyin -herhangi bir öne alınış ya da sonraya birakılış
süzkunusu olmaksızın- gerçekleşeceği üzei bir vakti vardır.
Ebu Cafer b.
el-Ka'ka'dan "kaf" harfi ile "re" harfini kesreli olarak:
diye okuduğu rivayet edilmiştir. Bu durumda o ikinci kelimeyi "enir:
İş"in sıfatı yapmaktadır. Buna göre "her" lafzının mübteda
oiarak meıfu gelmiş olması, haberinin de hazfedilmiş olması mümkündür. Şöyle
bu-yurulmuş gibi olur: Ummu'l-Kitap'ta CLevh-i Mahfuz'da) karar bulmuş herbir
emir mutlaka gerçekleşecektir. "Saat (kıyamet)" lafzına atıf ile
merfu olması da mümkündür. O zaman da aniam şöyle olur: Kıyamet ve gerçekleşmesi
kararlaştırılmış herbir iş yakınlaştı. Yani kıyamet gününde işlerin karar bulacağı
vakit de yaklaşmış bulunmaktadır. "Kararlaştırılmış bir vadesi" anlamındaki
lafzı merfu' olarak okuyanlar da bunu "her" lafzının haberi olarak
böyle okurlar.
"Andolsun
onlara" kabul etmeleri halinde küfürlerini sürdürmelerini engelleyecek
şekilde "kendisinde alıkoyucu özelliği olan" bazı "haberler
gelmiştir." Bundan dolayı yüce Allah onlara kendisine ihtiyaç duyacaklarını
ve kendilerine şifa teşkil edeceğini bildiği hususları hatırlatmıştır. Yoksa
sözkonusu edilecek daha başka çok şeyler ele vardır. Onun bize anlattıkları,
bizim kendisine ihtiyaç duyduğumuzu bildiği şeylerdir. Bunun dışındaki şeyleri
bize sözkonusu etmemiştir. İşte yüce Aüah'ın: "Andolsun onlara... özelliği
olan haberler gelmiştir" buyruğu bunu anlatmaktadır. Yani yüce Allah bu
kâfirlere geçmişteki ümmetlerin haberlerinden "kendisinde alıkoyucu
özelliği olan haberler"i getirmiştir.
"Alıkoyucu
özelliği olan" lafzının asli: şeklinde olup "te" harfi
"dal'a dönüştürülmüştür. Çünkü "te" hemsli bir harf,
"ze" ise cehr (açıklayıcı) sıfatına sahih bir harftir. Bundan dolayı
"te"nin yerine mahreci itibariyle kendisine uygun "dal"
harfini getirmiştir. Bu "dal" lıarfi cehr sıfatında da
"ze" harfine uygun bir harftir. Bu lafız "alıkoymak,
vazgeçmek" anlamına gelir. “Onu alıkoydu, vazgeçildi1' denilir. " da
vazgeçti" anlamındadır, "Onu ben alıkoydum, vazgeçirdim.";
" o da vazgeçti" demektir.
Nitekim şair şöyle
demiştir;
"Süslenmeye
gerek duymayacak kadar güzellerin o istekleri, Onu nevasının peşine gitmekten
alabildiğine alıkoydu."
*Bu lafız
"iftial" vezni ndeki "te"yi "ze"ye dönüştürüp,
ze'yi de yine ona id-gam etmek suretiyle:diye de okunmuştur. Bunu ez-Zemahşerî
naklet-miştir.
"En üstün
seviyede ve yeterli bir hikmettir" buyruğunda kastedilen Kur'ân-ı
Kerim'dir. Bu da yüce Allah'ın;
" Kendisinde
alıkoyu-cu özelliği olan" buyruğundaki: 'den bedeldir. Hazfedilmiş bir
mübteda-nın haberi de olabilir. O... bir hikmettir, demek olur.
"Uyarılar
ise" onlar yalanlayıp muhalefet ettikleri takdirde "fayda vermiyor."
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O âyetler ve korkutmalar iman
etmeyecek bir topluluğa fayda vermez." (Yunus, 10/101) Buna göre bu
buyruktaki, nefy (olumsuzluk) edatıdır. Uyarıp korkutmaların onlara faydası
olmaz demektir.
Bunun azarlamak
anlamında bir soru olması da mümkündür. Yani onlar uyarıp korkutmalardan yüz
çevirmeleri halinde, bunların kendilerine ne faydası oiur ki?
"Uyarıp
korkutmalar" lafzının uyarıp korkutmak anlamında olması mümkün olduğu
gibi "nezir; Uyarıp korkutandın çoğulu olması da mümkündür.
"O halde onlardan
yüz çevir." Onlara iltifat etme!
Bunun (cihadı emreden)
kılıç âyetiyle nesh olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre ifade burada tamam
olmaktadır. Daha sonra yüce Allah: "O günde o çağırıcı bilinmedik bir
şeye çağırır" diye buyurmaktadır. Bu buyruktaki
" O günde"
buyruğunda amel eden "kabirlerinden çıkarlar" (el-Ka-mer, 54/7)
buyruğu, yahutla "zilletleri okunarak" anlamındaki lafız ya da
"o günü hatırla ki" takdirinde hazfedilmiş bir fiildir. Bir diğer
görüşe göre ise, nasb ile gelmesi "fe" harfinin hazfi ve emrin cevabındaki
ameli dolayı-sıyladır. Buna göre de ifade: "Sen onlardan yüz çevir, çünkü
onlar İçin çağmanın çağıracağı o gün vardır" takdirindedir.
Bir bagka açıklamaya
göre: Ey Muhammed, sen onlardan yüz çevir. Çünkü sen onlara karşı delilini
ortaya koymuş bulunmaktasın ve sen: " Onları davetçinin çağıracağı u gün
bir görsen7' demektir.
Anlamın şöyle olduğu
da söylenmiştir; " Kıyamet gününde sen onlardan yüz çevir, onlara ve
hallerine dair bir şey sorma!" Çünkü onlar "bilinmedik bir
şeye" çağırılacaklar ve onlara büyük bir azap isabet edecektir. Bu da, bir
kimseye pek büyük bir işi haber verdiğimiz vakit: Filanın başına geleni hiç
sorma! demeye benzer.
Bir başka açıklamaya
göre: Davetçinin davet edeceği o günde herbir iş karar bulmuş olacaktır,
demektir.
İbn Kesir
"bilinmedik" anlamındaki lafzı "kef" harfini sakin olarak;
diye okumuştur. Diğerleri bu harfi ötreli okumuşlardır. Bunlar iki ayrı söyleyiştir.
"Zorluk" ve "İş, meşguliyet" kelimelerinde olduğu gibi.
Lafız olarak, pek korkunç ve büyük iş demek olup, bu da kıyamet günüdür.
"Çağırıcı, davetçi" ise İsrafil (a.s)'dır.
Mücahid ve KaEade'den
"kef" harfi esreli, "re" harfi üstün meçhul bir fiil
olarak; diye okudukları da rivayet edilmiştir.
"Gözlerinden
zilletleri okunarak" buyruğunda geçen: " Gözlerdeki zillet"
boyun eğmek ve zelil olmak demektir. Bu zilletin gözlere izafe edilmesi
izzetin de, zilletin de etkilerinin insanın bakışında görülmesinden dolayıdır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Gözleri zilletle
bakacaktır," (en-Naziat, 79/9); "Zilletten boyunlarını bükmüş, göz
ucuyla gizlice baktıklarını görürsün." (eş-Şura, 42/45)
Bir kimsenin zelil
olmasını anlatmak üzere denilir. "Gözünü sakındırdı" (öteye, ileriye
bakamadı, önüne baktı gibi).
Hamza, el-Kisaî ve Ebu
Amr "Zilletleri okunarak" anlamı verilen lafzı "hı"
harfinden sonra "elif ilavesi ile:
diye okumuşlardır. îsm-i failler eğer çoğul (isimlerden önce
zikredilecek olurlarsa) tekil olarak gelmeleri caizdir. "Gözlerinden
zillet okunarak" gibi, müennes olarak gelmeleri de caizdir, bu da:
"Gözleri Önlerine eğilmiş olarak" (el-Ka-lem, 68/43) buyruğunda
olduğu gibidir; çoğul olarak gelmesi de mümkündür. Buradaki: "Gözlerinden
zilletleri okunarak" buyruğunda olduğu gibi. Şair de söyle demiştir:
"Ve İyad b. Nizar
b. Mead oğullarından Güzel yüzlü genç delikanlılar."
Zilletleri okunarak" lafzı; "
Zelil" lafzının çoğuludur.
Nasb ile gelmesi ise:
" Onlardan" lafzındaki "he" ve "mim': (onlar)dan hal
olduğundandır. (Yani onların halini bildirir.) Bundan dolayı bu takdire göre
"onlardan" anlamındaki iafız üzerinde vakıf yapmak güze) olmaz.
Bununla birlikte "çıkarlar" buyruğundaki zamirden hal olması caizdir.
O takdirde "Onlardan" lafzı üzerinde vakıf yapılabilir.
Mübted'a ve haber
olmak üzere: "Güzlerinden zilletleri okunur" diye de okunmuştur.
Cümlenin i'rabdaki mahalli ise, hal olarak nasp-tır. Şairin şu mısraında olduğu
gibi:
"Ben cömertlik ve
lütfü onun yanında hazır iki şey olarak gördüm."
"Darmadağın
çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar." buyruğunda ki kabirler demek
olup, tekili dir.
"Davetçiye
hızlıca koşarak." Bir başka yerele de yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ogün insanlar darmadağın pervaneler gibi olacak." (el-Karia, 101/4)
O halde bunlar iki ayrı zamanda, iki ayrı niteliktir. Bunların birincisi
kabirlerden çıkış esnasındadır. İnsanlar dehşete kapılmış olarak nereye gideceklerini
bilmeyerek kabirlerinden çıkacaklar, birbirlerine karışacaklar. İşte o vakit
onlar maksad olarak gözettiği belli bir yün olmaksızın darmadağınık pervaneler
gibi biri diğerinin içine girecektir, karışacaklardır. İkincisi ise davetçinin
seslenişini duyacakları vaktin niteliğidir. O vakitte etrafa dağılmış
çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin gözettikleri belli bir yönleri
vardır.
" Hızlıca
koşanlar olarak" demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. Şairin şu
beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır:
"Yurtlan
Dicle'dedir onların ve görüyorum ben onları,
Dicle'de semaa (çalgı
ve şarkı dinlemeye) hızlıca gittiklerini görüyorum."
ed-Dahhak, yönelenler
olarak, Katade, kastedenler olarak, İbn Abbas, bakanlar olarak, İkrİme, sese
kulaklanm açanlar olarak, diye açıklamışlardır. Anlamlar birbirine yakındır.
Bir kimse gözünü ayırmaksızın bir şeye yönelip, gidecek olursa: "Adam
gözünü ayırmaksızın yöneldi, yönetir" denilir. Boynunu uzatıp, başını o
tarafa dönecek olursa denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Nimr b. Sa'd
beni köle etti kendisine, halbuki gördüğüm o ki; Nimr b. Sa'd bana itaat eden
birisidir ve boynunu uzatmış, başım da bana doğru çevirmiştir,"
Yaratılışında boynunda
bir tarafa meyil bulunan deve" demektir. " Hızlıca koştu"
anlamındadır.
"Kâfirler: Bu
zorlu bir gündür, derler." Yani onlar bu sözleri kıyamet gününde karşı
karşıya kalacakları zorluklardan ötürü söyleyeceklerdir.[10]
9. Bunlardan
önce Nuh'un kavmi yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladı onlar: "(O)
delidir" dediler ve o alıkonulmuştu.
10. Nihayet
o da Rabbine: "Ben gerçekten yenik düşürüldüm. Artık intikamCımı)
ali" diye dua etti.
11. Biz de
sağnak sağnak suyla göğün kapılarını açtık.
12. Yeri de
kaynaklar halinde fışkırttık da su önceden takdir edilmiş bir emir üzere
birbirine kavuştu.
13-
Onu
levhaları ve çivileri olan (gemi) üzerinde taşıdık.
14.
Korumamız
altında akıyordu. Nankörlük ile karşılanana mükafat olmak üzere.
15-
Andolsun
ki Biz, onu bir âyet olarak bıraktık. O halde var mı ibret alıp düşünen?
16.
Ya Benim
azabım ve uyarıp korkutmalarım nasılmış?
17. Andolsun
ki Biz, Kuranı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp
düşünen?
"Bunlardan"
senin kavminden "önce Nuh'un kavmi yalanlamıştı" buyruğu ile yüce
Rabbimsz Peygamber (sav)'a örnek teşkil etsin ve onu teselli etsin diye, geçmiş
ümmetlerin başından birtakım olayları sözkonusu etmeye başlamaktadır.
"Kulumuzu"
Nuh'u "yalanladı onlar."
ez-Zemahşerî dedi ki:
Daha önce; "yalanlamıştı" diye buyurulduğu halde, sonradan
"yalanladı onlar" diye buyurulmasının anlamı nedir? diye sorulursa,
cevabımız şudur: Bu, onlar kulumuzu ardı arkasına yalanladılar, demektir. Yani
onlar biri diğerinin ardında onu yalanladılar, arkasından yine yalanladılar.
Onlardan yalanlayan bir nesil geçip gittikten sonra arkasından yalanlayan bîr
başka nesil geldi, Ya da Nuh kavmi rasûlleri yalanladıklarından ötürü bizim
kulumuzu yalanladılar. Yani onlar ta baştan beri rasûlleri yalanlayıp
peygamberliği inkar eden kimseler olduklarından ötürü Nuh'u da ya-lanladilar,
çünkü o da peygamberlerden birisidir.
O "delidir
dediler ve o alıkonulmuştu." Yani ona hakaret edilerek, öldürülmekle
tehdit edilerek peygamberlik iddiasında bulunmaktan alıkonulmak istenmiş,
vazgeçmesi söylenmişti. Burada yüce Allah'ın meçhul bir fiil olarak:
"Alıkonulmuştu" diye buyurulması âyet sonu oluşundan dolayıdır.
"Nihayet o
da" kavmine karşı beddua ederek; "Ben gerçekten yenik
dü-şürüldüm" bana karsı direnerek, baş kaldırarak beni yenik düşürdüler.
"Artık" benim "intikamımı al diye dua etti."
Peygamberlerin, yüce
Allah bu hususta kendilerine izin vermeden kavimleri aleyhine helak olmaları
için beddua etmedikleri söylenmiştir.
"Biz de sağnak
sağnak" pek çok "suyla göğün kapılarını açtık." Yani onun
duasını kabul ettik, bir gemi yapmasını emrettik ve sağnak sağnak, bol bol
yağan yağmurla semanın kapıl annı açtık. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır.
Şair de şöyle demiştir:
"Ey gözlerim
cömertçe, bol bol yaş akıtın!
Me'adhların
göçebelerinin de, bir yerde ikamet edenlerinin de
en hayırlıları olan o
kişi üzerine."
Bunun bol bol akan ve
dökülen anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir yağmuru anlatırken İmruu'1-Kays
da bu lafzı bu anlamda kullanmıştır:
"Geri döndü;
yağdırsın diye yağmurunu saha rüzgarı sıkarak onu Sonra da yöneldi; içinde
sağnak güney yağmuru ile."
Dökmek" demektir.
"Suyu ve gözyaşını döktü, döker' denilir, " Çokça ve hızlıca
konuştu" anlamına da gelir. "Ona malından verdi" demektir.
İbn Ab bas dedi ki:
Biz bulut olmaksızın kesintisiz olarak kırk gün süreyle semanın kapılarını
sağnak sağnak yağan su ile (yağmur ile) açtık, demektir.
İbn Amir ve Yakub
"açtık" anlamındaki lafzı çokluk ifade etmek üzere şeddeli olarak;
diye okumuşlardır. Diğerleri şeddesiz olarak: " Açtık" diye
okumuşlardır.
Bu göğün büyük
kapılarının açılması ve su akan yerlerinin genişliği demektir. Bunun semadaki
Samanyolu olduğu, semanın su akan vadisinin o olduğu ve semanın sağnak sağnak
su ile oradan açıldığı da söylenmiştir. Bu açıklamayı Ali (r.a) yapmıştır.
"Yeri de
kaynaklar halinde fışkırttık" buyruğu hakkında Ubeyd b. Umeyr dedi ki:
Yüce Allah yeryüzüne içindeki suyu dışarı çıkarmasını vah-yetti. O da pınarlar
halinde sularını dışarı fışkırttı. Bir pmar fışkırmakta gecikti. Yüce Allah da
ona gazab ettiğinden kıyamet gününe kadar oranın suyunu oldukça ao ve tuzlu kıldt.
" ...da su
önceden takdir edilmiş bir emir üzerine birbirine kavuştu." Gökten gelen
sular ile yerden çıkan sular biri diğerinden daha fazla olmayacak şekilde
belli bir miktarda birbirine kavuştu. Bu açıklamayı İbn Kutey-be nakletmiştir.
Göğün ve yerin suları birbirine eşitti, demektir.
"Takdir
edilmiş" buyruğunun, haklarında hüküm verilmiş (olduğu üzere), anlamında
olduğu da söylenmiştir.
Katade dedi ki: Küfre
saptıkları takdirde suda boğulacakları hükmü haklarında takdir edilmiştir.
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: Gıdalar bedenlerden önce idi. Kader de beladan öncedir, dedikten sonra bu
âyet-i kerimeyi okumuştur.
Yüce Allah: "
Su... birbirine kavuştu" diye buyurmuştur. Kavuşmak (iltika); ancak iki
ve daha fazla şeyler hakkında kullanılır. Burada buyruğun bu şekilde
kullanılmasının sebebi, suyun hem çoğul, hem de tekil anlamı ile
kullanılabilmesinden dolayıdır. Bir diğer açıklama da şöyledir: Her iki su bir
araya gelince lek bir su gibi olduklarından ötürü böyle denilmiştir.
el-Cahderî " Her
iki su... birbirine kavuştu" diye; el-Hasen de Her iki su birbirine
kavuştu" diye okumuşlardır ki; bu iki kıraatte muslıafın resmine (Hz.
Osman dönemindeki yazı şekline) muhaliftir.
el-Kuşeyrî dedi ki;
Bazı mushaflarda: " Her iki su birbirine kavuştu" şeklindedir. Bu
tarz söyleyiş ise Taylsların söyleyişidir.
Semadan gelen suyun
kar gibi soğuk, yerden çıkan suyun kaynar gibi sıcak olduğu da söylenmiştir.
"Onu levhaları ve
çivileri olan" bir gemi "üzerinde taşıdık."
Katade "
Çiviler" ile geminin (tahtalarının) birbirine bağlandığı çivilerin
kastedildiğini söylemiştir. el-Kurazî, İbn Zcyd ve İbn Cübeyr de böyle
açıklamıştır. el-Valîbi de bunu İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. el-Hasen, Şehr
b. Havşeb ve İkrime de şöyle demişlerdir: Burada «özü edilen dalgaların çarptığı
geminin ön kısmıdır. Ona bu ismin veriliş sebebi suyu ilmesidir. Çünkü:
"İtmek ve yarıp gitmek" demektir. Ayrıca bu açıklamayı el-Avfi. İbn
Abbas'tan da rivayet etmiştir. O şöyle demiştir: " Geminin göğüs kısmı
(cephesi, ön tarafi)"dır.
el-Leys dedi ki:
"üisar" gemi tahtalarının kendisi ile bağlandığı liften bir ip
demektir. es-Sıhah'da da şöyle denilmektedir: "Disar" lafzı
"düsur"un çoğuludur. Gemi tahtalarının kendisiyle bağlandığı iplere
denilir. Çiviler demek olduğu da söylenmektedir. Yüce Allah: "Levhaları ve
çivileri olan üzerinde" diye buyurmaktadır. Bu kelime aynı şekilde: diye
de söylenir. Tıpkı: "Zorluk" gibi. 'İtmek" demektir. İbn Abbas
amber hakkında şu açıklamayı yapmıştır: " O, denizin bir şekilde İttiği
bir şeydir,"; " Onu mızrakla dürttü1' demektir. “İten, önüne katıp,
sürükleyen adam" demektir.
"Korumamız
altında" görmemiz ve gözetimimiz ile "akıyordu." Bizim korumamız
ve muhafazamız altında, diye de açıklanmıştır. Bu daha önce Hud Sûresi'nde
(Hud, 11/37. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. İnsanların uğurladıkları
kimseye: "Allah'ın gözü üzerinde olsun" demeleri de bu kabildendir.
Onun koruması ve muhafazası altında git, anlamındadır.
Vahyimizle diye de
açıklandığı gibi, yerden kaynayan pınarlarla, diye de açıklanmıştır. O gemiyi
korumakla görevli meleklerden dostlarımızın gözleri ve gözetimi altında, diye
de açıklanmıştır. Esasen yüce Allah'ın yaratmış olduğu herbir şeyin O'na izafe
edilmesi de mümkündür.
Bir diğer açıklama da:
O gemi Bizim dostlarımız ile akıp gidiyordu, şeklindedir. Nitekim haberde:
"Gözlerimizden birisi hastalandı da sen unun ziyaretine gitmedin"[11]
denilmiştir. (Dostlarımızdan biri hastalandı demek olur.)
"Nankörlük ile
karşılanana mükafat olmak üzere." Yanı Biz bunu Nuh'a kavminin
eziyetlerine karşı sabrettiği için bir sevab ve bir mükafat kıldık. Kendisine
karşı nankörlük edilen odur. Buna göre "kimseye" laf-zındaki
"lam" mefulun leh lamıdır, "Bile bile inkar olunan kimse"
demek olduğu da söylenmiştir. Buna göre: "Kimse"den kasıt, Nuh
(a.s)'dır. Bundan kastın yüce Allah olup, "mükafat" (anlamı verilen
ceza)nın da "ikab" anlamında olduğu da söylenmiştir. Biz bunu onların
yüce Allah'ı inkar etmelerine bir ceza olarak verdik, demek olur.
Yezid b. Ruman,
Katade, Mücahid ile Humeyd; şeklinde
"keP' ve "he" harflerini üstün olarak okumuşlardır ki, şu anlama
gelir: Suda boğmak yüce Allah'ı inkar eden kimselere bir ceza idi. Suda
boğulmaktan Ue b. Anek'ten başkası kurtulmadı. Su onun beline kadar geliyordu.
Kurtuluşunun sebebine gelince, Nuh (a.s)'ın gemi yapımı için Hind çınarına
ihtiyacı oldu. Bu keresteyi taşımaya imkanı olmadı. bu keresteyi una Şam'dan taşıyıp getirdi.
Yüce Allah da onun bu davranışını mükafatlandırarak suda boğulmaktan kurtardı.
"Andolsun ki Biz
onu bir âyet olarak bıraktık" buyruğu ile yüce Allah bu işi bir ibret
olarak bıraktığını kastetmektedir. Bir başka görüşe göre yüce Allah bu gemiyi
Nuh kavminden sonra gelecek olanlara ibret alacakları bir âyet (belge) olarak
terkettiğini ve böylece rasûüeri yalanlamamaları gerektiğini anlamalarını
sağladığını kastetmektedir.
Katade dedi ki: Yüce
Allah gemiyi Cezire topraklarında bulunan Bakirda denilen yerde bir ibret ve
bir belge olarak bıraktı. Öyle ki, bu ümmetin ilkleri bu gemiyi gördüler.
Halbuki ondan sonra yapılmış nice gemi kül olup, gitmişti.
"O halde var mı
ibret alıp, düşünen." Öğüt alan ve korkan?
"İbret alıp,
düşünen" lafzının aslı dir. Yani "zikr"den "müf-teil"
vezninde bir kelimedir. Bu şekliyle söylenişi dile ağır geldiğinden cehr
sıfatında "zel" harfine uygun düşmesi maksadı İİe "te"
harfi, "dal" harfine kal-bedilmiş, ondan sonra da "zel"
harfi bu "dal" harfine idgam edilmiştir. (Böylelikle şeddeli
"dal" harfi ortaya çıkmıştır.)
"Ya Benim azabım
ve uyarıp korkutmalarım nasılmış?" el-Ferra dedi ki:Uyarıp,
korkutmak" iki ayrı mastardır. Uyarıp, korkutanın çoğulu olduğu da
söylenmiştir. Uyarıp, korkutmak" anlamındadır. Tıpkı İnkar, reddetmek,
tepkiyle karşılamak" anlamına geldiği gibi.
"Andotsun ki Biz
Kur'ân'ı düşünmek İçin kolaylaştırdık." Biz onun ezberlenmesini
kolaylaştırdık, onu ezberlemek isleyene yardım etlik. Onu ezberlemeye talih
bir kimse var mır' Bu hususta ona yardım olunacaktır.
Anlamın şöyle olması
da mümkündür: Biz bu Kur'ân'ı öğüt almaya hazır hale geçirdik. Bu da yolculuk
yapmak maksadıyla devesine yük vurmayı anlatmak üzere kullanılan:
"Devesini yolculuk için hazırladı, ona yük vurdu" ifadesi ile:
"Gazaya giımek üzere atını eterledi ve dizginledi' ifadelerinden
alınmıştır. Şair de söyle demektedir:
"Ben onun için
atımı dizginlemiş olarak kalktım, İşte o vakit yaptıklarımın karşılığını bana
verdi."
Said b. Ciibeyr dedi
ki: Allah'ın kitaplarından Kur'ân'ın dışında ezbere okunabilmiş bir başka
kitap yoktur. Başkaları da şöyle demiştir: İsrailoğullannın böyle bir imkanı
yoktu. Onlar Tevrat'ı ancak bakarak okuyabiliyorlardı. Bundan Musa, Harun, Yuşa
b. Nıın ve Uzeyr -Allah'ın salavatı üzerlerine olsun- müstesnadır. İşte Tevrat
yakıldıktan sonra Tzeyr'in Tevrat'ı onlara ezberinden yazması üzerine -daha
önce el-Tevbe Sûresi'nde (9/30. âyet, 2. başlıkta) açıklandığı gibi- hakkında
fitneye düşmelerinin sebebi budur. Yüce Allah bu ümmete içindekilerle öğüt
almaları iç.in kitabını ezberlemelerini kolaylaştırmıştır,
"Tezekkür: İbret
ve öğüt almak" iftial veznindedir. Bu da, kendi yapılarının bir parçası
gibi olsun, bizzat kendileri gibi olsun diye bu hususun onlarda etkili olması,
faydalı olması demektir.
"O halde var mı
ibret alıp, düşünen?" Kur'ân'ı okuyacak olan?
Ebıı Bekr el-Verrak ve
îbn Şevzeb dedi ki: Herhangi bir hayır ve ilim la-leb eden kimse var mı? Bu
hususta ona yardım olunacaktır.
Bu buyruğun bu sûrede
tekrarlanması dikkati çekmek ve konunun kavranılmasını sağlamak içindir.
Denildiği üzere yüce
Allah, bu sûrede, bu ümmete geçmiş ümmetlerin haherlerini ve rasûllerin
kıssalarını, ümmetlerin rasûllerine nasıl davrandıklarını, sonunda işlerinin
akıbetinin ne olduğunu, rasûllerin de sonuçta ne ile karşılaştıklarını
anlatmaktadır, Böylece herbir kıssa ve herbir haberde ibretle öğüt alıp
düşünmesi halinde dinleyen için bir öğüt almayı gerektirecek bir haber yer
almaktadır. İşte yüce Allah herbir kıssayı sözkonusu ettikçe şu: "O halde
vai*mı ibret alıp düşünen" diyerek bu âyeti tekrarlamıştır. Çünkü:
"Mı" bünyelerinde yerleştirilmiş bulunan ve yüce Allah'ın onlara karşı
bir delil kılmış olduğu kavrayışlarının dikkat etmelerini isleyen ve sağlayan
bir soru edatıdır. Buna göre: " Mı" lafzındaki "lam"
isti'raz (gösterilmek), "he" de istihraç (delil göstermek) içindir.
[12]
18. Ad kavmi
yalanladı. Ya Benim azabım ve korkutmalarım nastl-mış?
19. Muhakkak
Biz üzerlerine uğursuz olan ve sürekli olan bir günde sarsar bir rüzgar
gönderdik.
20. İnsanları koparıp atıyordu. Sanki onlar
kökünden kopmuş hurma kütükleri idiler.
21. Ya Benim
azabım ve uyarıp korkutmalarım nasılmış?
22. Andolsun
kî Biz Kuranı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen?
Hud'un kavmi olan
"Ad kavmi yalanladı. Ya Benim azabım ve korkutmalarım nasılmış?"
"Korkutmalarım"
bu sûrede altı yerde bütün mushaflarda "ye" harfi hazfedilmiş olarak
yer almıştır. Ancak Yakub her iki halde de "ye" harfini okumuş, Verş
sadece vasi halinde okumuş, diğerleri ise hazf et mislerdir.
"Uyarılar ise
fayda vermiyor." (el-Kamer, 54/5) buyruğunda (nun harfinden sonra)
"ye" harfinin; "Çağırır" (el-Kamer, 54/6) buyruğundan da
"vav" harfinin hazfedildiğinde ise görüş ayrılığı yoktur.
"Çağırıcı"
(el-Kamer, 54/6) buyruğuna gelince, bunun birincisinde İbn Muhaysın, Yakub,
Humeyd ve el-Bezzî her iki halde de "ye" harfini sabit kabul
etmişler; Verş ve Ebıs Anır ise vasi halinde sabit kabul etmişler, diğerleri
ise hazfetmişlerdır. İkinci: " Çağırıcı (mcaide; davet yi)"
(el-Kamer, 54/8)'e gelince, Yakub, İbn Muhaysın ve İbn Kesir her iki halde
"ye"yi isbat etmiş (bırakmış), Ebu Anır ve Nafi vasıl halinde isbat
etmiş (bırakmış), diğerleri ise hazfetmelerdir.
"Muhakkak Biz
üzerlerine" kendileri için "uğursuz olan ve sürekli olan bir günde
sarsar bir rüzgar" Kalade ve ed-Dahhak'a göre aşırı soğuk bir rüzgar
"gönderdik." Sesi şiddetli bir rüzgar diye de açıklanmıştır. Buna
dair açıklamalar daha önceden Fussilet Sûresi'nde (41/l6. âyetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas dedi ki: Bu
rüzgar onlara uğursuz kabul ettikleri bir günde gelmişti. ez-Zeccac bunun
çarşamba günü geldiği söylenmiştir, demiştir. İbn Abbas dedi ki: Bu ayın son
çarşambasında olmuştu. Küçüklerini de, büyüklerini de yok etmişti.
Harun el-Aver
"uğursuz" anlamındaki lafzı "ha" harfini kesreli olarak;
diye okumuştur. Bu hususa dair açıklamalar daha önce "uğursuz günlerde"
(Fussilet, 41/16) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
"Uğursuz olan ve
sürekli olan bir günde" buyruğu uğursuzluğu sürekli ve kendilerine
getirdiği uğursuzluğu sürüp giden bir gün demektir. Uğursuz kabul ettikleri bu
günde azap onları helak edinceye kadar devam etti. Cehennem ateşine onları
ulaştınncaya kadar sürüp gitti, diye de açıklanmıştır. ed-Dahhak: Bugün onlar
için çok acı idi, demiştir. el-Kisaî de böyle naklet-miştir. Buna göre birtakım
kimseler buradaki "sürekli" anlamındaki kelime acılığı ifade eden:
gelmektedir, "Nefislerin kendisinden tiksindiği acı olan bir şey gibi
oldu" denilir. Ayrıca yüce Allah: "Şimdi... tadın" (el-Kamer,
54/37) diye buyurmaktadır. Tadılan bir şey ise acı olabilir. Bu lafzın güç ve
kuvvet anlamına gelen: 'den geldiği de söylenmiştir. Yani bu azap onlara
uğursuzluğu son derece güçlü ve sağlam kılınmış, uğursuz bir günde onlara
gelmişti ki, bu sağlamlığı bozulmasına güç yetiri-lemeyen, iyice ve sağlam
bükülmüş bir şey gibi idi.
Çarşamba günü
uğursuzluğu sürekli bir gün olduğuna güre, bu günde dua nasıl kabul edilir?
Peygamber (sav)'ın duasının bugünde Öğle ile ikindi arasında kabul edildiğine
dair rivayetler de gelmiş bulunmaktadır. Hem bu hususa dair Cabir yoluyla gelen
hadiste daha ünce el-Bakara Sûresi'nde (2/186. âyet, 5, başlıkta) geçmiş
bulunuyor denilecek olursa, cevap şu olur: Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
ya, Mesruk'un Peygamber (sav)'dan diye rivayet etmiş olduğu bir habere göre
şöyle buyurmuştur: "Cebrail bana gelerek şöyle dedi: Şüphesiz Allah sana
gahid ile birlikte bir yemin ile hüküm vermeni emretmektedir. Yine dedi ki:
Çarşamba günü uğursuz ve uğursuzluğu sürekli olan bir gündür. "[13]
Bilindiği.gibi bu
hususta onun, salih kimseler için uğursuz olduğuna dair bir rivayet varid
olmamıştır. Aksine bugünün günahkarlar ve fesad çıkartanlar için uğursuz
olduğunu kastetmiştir. Tıpkı Kıır'ân-ı Kerim'de sözü edilen uğursuz günler
gibi. Bu günler Ad kavminin kâfirleri
için uğursuz idi. Onların peygamberleri ve aralarından iman eden kimseler için
uğursuz değildi. Durum böyle olduğuna göre çarşamba gününün baş tarafından,
güneşin zeval vaktine kadar zalime mühlet verilmesi günün bitmesine doğru zalim
eğer zulmünden geri dönmeyecek olunsa, onun aleyhindeki mazlumun ö bedduasının
kabul edileceği uzak bir ihtimal olarak görülemez. Buna göre o gün zalim
hakkında uğursuz bir gün olur. Peygamber (sav)'ın bedduası da kâfirler
hakkında idi. Cabir yoluyla rivayet edilen hadisteki: "(Bundan böyle) ben
de önemli ve ağır bir durumla karşılaştığım her seferinde..." sözleri buna
işarettir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"İnsanları
koparıp atıyordu." Bu rüzgarın sıfatı konumundadır. Yani rüzgar onları
bulundukları yerden söküp alıyordu. Denildiğine göre onları hurma ağacının,
kökünden sökülmesi gibi, ayaklarının altından (yerden) onları söküp aldı.
Mücahid dedi ki: Rüzgar onları yerden kuparıyordu. Tepeleri üzerine onlart
bırakıyor, boyunlarını kırıyor, başları vücutlarından ayrılıyordu.
Rüzgar insanları
evlerden söküp alıyordu, diye de açıklanmıştır.
Muhammed b. Ka'b
babasından rivayetle Peygamber (sav)'ın şöyle buyurduğunu kaydetmektedir:
"Rüzgar insanları kabirlerinden söküp çıkardı,"
Denildiğine göre;
onlar birtakım çukurlar kazdılar ve bu çukurlara girdiler. Rüzgar onları bu
çukurlardan söküp alıyor, onları paramparça ediyordu. Kazdıkları bu çukurlar
içindeki ne varsa yok olup gitmiş, geriye yerleri çukur olarak kalmış hurma
ağaçlarının dibini andırıyordu.
Yine rivayet
edildiğine göre; onlardan yedi kişi birtakım çukurlar kazmış ve rüzgardan
korunmak için onların içinde ayağa kalkmışlardı. İbn îshak dedi ki: Rüzgar
şiddetlenince, Ad kavminden yedi kişi ayağa dikildi. Ad kavminin en güçlü ve
en iri yarı olanlarından olan bu şahısların altısının ismi bize zikredilmiş
bulunmaktadır. Amr b. el-Huli, el-Haıis b. Şeddad, el-Hilkam, Tikn'in iki oğlu
ile Halecan b. Sa'd. Bunlar çocukları, kadınları iki dağ arasındaki bir geçite
soktuktan sonra kendileri gelen rüzgarın çoluk çotuğa erişmeşini önlemek
maksadı ile geçidin ağzına dizildiler. Fakat esen rüzgarlar onları tek tek alıp
yere yıktı. Bundan dolayı Ad kavmine mensub bir kadın şu beyitleri söylemiştir:
"Zaman ahp gitti
Amr b. Hulî ile Rahat ve huzur kaynağı olan şeyleri, Sonra el-Harisi ve yüksek
tepelere çıkan el-Hilkam'ı aldı.
Rüzgarın estiği yeri
kapatan o kimseyi de, O belalı günlerde."
et-Taberİ der ki:
İfadede hazfedilmiş lafızlar vardır. Yani insanları köklerinden söküp alıyor
ve onları sanki kökten sökülmüş hurma kütükleri gibi bırakıyordu. Buna göre
"kef: sanki" hazfedilmiş fiil İle nasb konumundadır.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kef 0 sanki)" hal olarak nasb konumundadır. Yani: İnsanları kökünden
koparılmış hurma kütüklerine benzeyenler olarak söküp çıkartıyordu. Benzetmenin
içinde bulundukları çukurlar için olduğu da söylenmiştir.
"Kütükler"
lafzı çoğuludur. Herşeyin arkasına denilir. Ad kavmi ise uzun boylu idiler.
Bundan dolayı yüzleri üstü yıkılmış, hurma ağaçlarına benzetildiler.
"Kökünden kopmuş
hurma kütükleri" buyruğundaki: " Kökünden kopmuş" diye
buyurulması (ve kelimenin sonuna yuvarlak "te" getirilmemesi)
"nahl: Hurma ağaçlan" lafzı dolayısı iledir. Bu ise hem müzekker, hem
de müennes olabilen bir çoğuldur.
"Kökünden
koparılmış olan" demektir. "Ağacı kökünden söktüm, kopardım.";
" O da söküldü, koparıldı" denilir.
el-Kisaî dedi ki:
"Kuyuya dibine varıncaya kadar indim" demektir. Bir kapta bulunan
suyu dibine kadar tamamıyia bitirinceye kadar içmek halinde de bu fiil
kullanılır. "Kuyunun dibini yaptım" demektir.
Ebu Bekr b. el-Enbarî
dedi ki: İsmail el-Kadi'nin huzurunda el-Müberred'e birileri bu olan bin soru
soruldu. Ona: Yüce Allah'ın: "Süleyman'ın emrine de şiddetli rüzgarı
verdik." (el-Enbiya, 21/81) buyruğu ile "Gemilere şiddetli bir
fırtına gelip, çatar." (Yunus, 10/22) buyruğu ve: "Onlar içleri
boşalmış hurma kütükleri imişler gibi." (d-Hakka, 69/7) buyruğu ve
"Sanki onlar kökünden kopmuş hurma kütükleri İdiler" buyruğu
arasındaki fark nedir? diye soruldu, o da: üu kabilden buyruklara rastladığınız
her yerde isterseniz müzekker olarak lafza göre kullanırsınız, isterseniz
anlama göre mü-ennes olarak kullanırsınız diye cevap verdi.
"Hurma
ağacı" lafızlarının aynı manada olup -belirttiğimiz üzere- hem müzekker,
hem de müennes olarak kullanılabilecekleri de söylenmiştir.
"Ya Benim azabım
ve uyarıp korkutmalarını nasümış? Andolsun ki Biz Kur'ân'ı düşünmek İçin
kolaylaştırdık. O halde var mı İbret alıp düşünen?" buyruklarına dair
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
[14]
23. Semııd
kavmi korkutmaları yalanladı.
24. "Bizden bit tek İnsana mı, ona mı
uyacağız? O takdirde hiç şüphesiz biz bir sapıklık ve çılgınlık İçinde
oluruz" dediler.
25.
"Vahiy aramızda ona mı verildi? Hayır, o mağrur ve şımarık, çok yalancı
birisidir."
26. Yarın
kimin mağrur ve şımarık bir yalancı olduğunu bileceklerdir.
"Semud kavmi
korkutmaları yalanladı." Semud kavminden kasıt, Salih kavmidir. Bunlar
diğer rasûlleri ve kendi peygamberlerini yalanladılar. Yahut
"korkutmalar" ile aynı şey olan âyetleri yalanladılar.
"Bifcden bir tek
İnsana mı, ona mı uyacağız" ve topluluğu terk mi edeceğiz?
Ebu'l-Eşheb, îbn
es-Semeyka ve Ebu's-Semmal el-Adevî: "Bir tek insana mı?" anlamındaki
buyrukları: ile şeklinde rnühteda olarak ref ile okumuşlardır. Haberi ise:
"Ona uyacağız" buyruğudur. Diğerleri ise: "Biz bizden tek bir
insana mı uyacağız ve onun arkasın-
dan gideceğiz."
anlamında nasb ile okumuşlardır. Yine Ebu's-Semmal: “Bir insan mı"
şeklinde ref ile; " Bizden birisine" anlamında nasb ile okumuştur.
"Bir insan
mı" anlamındaki buyruğun ref ile okunması "Mı verildi"
anlamındaki fiilin delalet ettiği bir fiil takdiri ile okunmuştur. Sanki:
" Bizden bir insana mı peygamberlik veriliyor?" denilmiş gibidir. Buna
karşılık "bir tek .a" anlamındaki buyruğun nasb ile okunması,
"bizden" anlamındaki zamirden hal olması dolayısı ile mümkündür. Onu
nasb eden de zarftır. İfade de "Bizden olan tek bir beşere mi peygamberlik
veriliyor?" takdirindedir. Bununla birlikte "ona (mı) uyacağız"
lafzındaki zamirden hal olması da mümkündür. O tek başına ve kimse tarafından
yardım görmeyen bir kimse olduğu halde mi... demek olur.
"O takdirde hiç
şüphesiz biz bir sapıklık" haktan uzaklaşmıştık "ve çılgınlık"
delilik "İçinde oluruz dediler." Bu tabir Arapların: "Aşırı
derecede keyifli olduğundan adeta deli gibi davranan dişi deve' tabirlerinden
alınmıştır. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Şair de dişi devesinden şöylece
söz etmektedir:
"Yolcu onu
yürüsün diye sarstığında yorucu yürüyüşten ötürü onda bir hızlı yürüyüşün ve
bir temponun olduğunu görünce, Onun isteyerek koşusundan adeta bir deli
olduğunu sanırsın."
[15]
Yine İbn Abbas şöyle
demiştir: Buradaki: " ÇılgınlıkMan kasıt, azap-lır. el-Ferra da böyle
demiştir. Mücahid haktan uzaklaşış diye açıklarken, es-Süddî: Bir yanış içinde
(izlemektir) diye açıklamıştır. Şair de şöyle demişür:
"Bugün ayıktın mı
yoksa Hirr'e özlem mi duydun, Sevgiden ötürü alevli ve yanan bir delilik de
olur,"
Ebu Ubeyde dedi ki: Bu
lafız ateşin alevi demek olan: çoğuludur. Deli deve ise, sertliğinden adeta
alevlenir gibi olduğundan şu tarafa, bu tarafa rastgele gider. Ayet: Şüphesiz o
vakit Biz karşı karşıya kalacağımız şeydi Hıırada beyitin bazı lafızları ile
ilgili iki buçuk ssnrlık hıgat açıklamaları ayrıca gerek görülmediğinden
tercüme edilmemiştir.
Serden ötürü
bedbahtlık ve sıkmtı İçerisindeyiz, demektir,
"Vahiy aramızdan
ona mı verildi?" Semud halkı arasından risalet özellikle ona mı verüdi?
Halbuki Semud kavmi arasında malı ondan daha çok, durumu daha güzel kimseler
de vardır.
Bu, inkar ve red
anlamını taşıyan bir sorudur.
"Hayır, o mağrur
ve şımarık, çok yalancı birisidir." Yani iddia ettiği gibi değildir. O
büyüklenmek istemekte ve haketmediği halde bize karşı üstünlük sağlamaya
çalışmakta, bunun yollarını aramaktadır.
"Şımarmak,
zorbalık yapmak ve çalışkanlık" anlamındadır. At çalımlı ve gayretli ise
onun bu halini anlatmak üzere: denilir. İmruu'l-Kays da bir köpekten sözederken
şöyle demektedir:
"Bizi av düşkünü,
ve ava alışmış (bir köpek) yetişir, Çok iyi işitir, çok güzel görür, avın
yerini çok iyi bilen olarak peşine çok iyi takılır.
Dişleri birbirine
geçmiş, bükülmüş kaburga kemikleri, Usanmadan avı izler bu işte maharetlidir,
gayretlidir ve
ciddiyetle, gayretle
yapar."
Bunun "azgın ve
şımarık" anlamına geldiği de söylenmiştir, "Azmak ve şımarmak"
anlamına gelir. Şair de şöyle demiştir:
"Sizler ipek
giyince bundan ötürü sunardınız,
Halbuki önceden ülkeleri
kimin fethettiğini bilmezsiniz."
Fiil: şeklinde
kullanılır. İsm-i faili şeklinde gelir. Çoğulu da:şeklindedir. Tıpkı: "
Sarhoş, sarhoşlar" gibi. Şair şöyle demektedir:
"Kendisi
sebebiyle şımarmış dağ keçilerini bıraktı,
Ve mızrak darbeleri
onun (savaşın) kahramanlarını yere yıkmıştır."
Bunun, haketmediği
mevkiye doğru haddini aşarak geçmeye kalkışan kimse, anlamına geldiği de
söylenmiştir, anlam birdir.
İbn Zeyd ve
Abdu'r-Rahman b. Hanıma d şöyle demişlerdir: "Mağrur ve şımarık"
söylediğine aldırmayan kimse demektir.
Ebu Cafer ile Ebu
Kilabe: "Bi2im en şeririmiz ve en kötümüz" anlamında olmak üzere
"şın" harfini üstün ve "re" harfini şeddeli olarak:
"Daha şerli, daha kötü" diye okumuştur.
"Yarın kimin
mağrur ve şımarık bir yalancı olduğunu bileceklerdir." Kıyamet gününde
azabı göreceklerdir yahut dünya hayatında azabın üzerlerine ineceği vakit bunu
göreceklerdir, demektir.
İbn Amir ve Hamza,
"bileceklerdir" buyruğunu "ye" harfi yerine "te"
ile Hz. Salih'in kavmine bir hitabı diye okumuşlardır. ("Bileceksiniz"
demek olur.) Diğerleri ise "ye" harfiyle, yüce Allah tarafından,
Salih (a,s.)a onların durumunu haber veren bir fiil anlamını verecek şekilde
okumuşlardır.
"Yarın"
buyruğu da insanların yakınlığı anlatmak üzere kullanmayı adet edindikleri
üsluba göre kullanılmıştır. Nitekim Araplar akıbetlerin yakınlığını anlatmak
üzere: Muhakkak yarın bugünle beraberdir, derler. Şair de şöyle demiştir:
"Onda ölümün
şaşmaz okları vardır, Bugün ölmeyen bir kimse yarın ölecektir."
et-Tirimmah da şöyle
demiştir:
"Teselli edin
beni, ağıtçılar ağıt yakmadan,
Ve can böğürler
arasında çırpınmadan.
Yarın gelmeden önce
(yapın humı!) vay yazık bana yarından ötürü,
Arkadaşlarım gittiği
halde ben gitmesem,"
O bu sözleriyle
bizatihi yarını değil, ölüm zamanını kastetmektedir. "Kimin mağrur ve
şımarık bir yalancı" buyruğundaki lafzını
Ebu^Kilabe asla uygun
olarak "şın" harfini üstün, "re" harfini şeddeli olarak:
"Daha kötü" diye okumuştur. Ebu Hatim ise şöyle demektedir: Araplar
şiirdeki zaruret hali dışında hemen hemen: "Daha şerli, daha kötü"
ve; " Daha iyi, daha hayırlı" diye kullanmazlar. (Yani bunları başta
hemze olmaksızın kullanırlar.) Ru'be'nin şu mısraında olduğu gibi:
"Bilal insanların
en hayırlısı ve en hayırlılarının oğludur."
Bunun yerine onlar
(baştaki hemzeyi telaffuz etmeksizin): "O kavminin hayırlısıdır,
insanların kötüsüdür" derler. Yüce Allah: "Siz insanlar için
çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz." (Al-i İmran, 3/110) buyruğu iie:
"Hangisinin makamca daha kötü olduğunu bileceklerdir, " (Meryem,
19/75) diye buyurmakta (ve burada da "en hayırlı" ile "daha
kötü" lafızlarının başlarında hemze bulunmamakta)dır
Ebu Hayve'den rivayete
göre ise o, bu lazfı "şın" harfini üstün, "re" harfini
şeddesiz okumuştur. Mücahid ve Said b. Cübeyr'den ise "şın" harfini
öt-reli, "re" harfini şeddesiz okuduğu rivayet edilmiştir. en-Nehhas
dedi ki; Bu da: "Mağrur ve şımarık" anlamındadır. "Tedbirli
adam" derken şeklinin kullanılması da bunun gibidir.
[16]
27.
Gerçekten Biz onlara İmtihan olmak üzere o dişi deveyi göndeririz. Artık
onları gözetle, sabret.
28. Ve suyun
aralarında pay edilmiş olduğunu onlara haber ver. Hcr-biri su içme sırasında
hazır olsun.
29. Bunun
üzerine onlar arkadaşlarını çağırdılar. O da alacağını alıp dişi deveyi önce
ayaklarını biçip devirdi.
30. Peki, ya
azabım ve uyarıp korkutmalarım nasıl oldu?
31.
Hakikaten Bte üzerlerine bir tek çığlık gönderdik ve hayvan ağılına konulan
çerçöp gibi oldular.
32.
Andolsıın ki Biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Peki, öğüt alan bir
kimse var mı?
"Gerçekten Biz onlara
imtihan olmak üzere" onları sınamak için... -Bu (anlamdaki buyruk)-
mef'uliin lehtir."O dişi deveyi göndeririz." Onların istedikleri
dağdan onu çıkartacağız. Rivayet edildiğine göre Salih iki rekat namaz
kıldıktan sonra Allah'a dua etmiş, sonra onların tayin ve tesbit ettikleri
kaya parçası açılarak dişi devenin hörgücü ortaya çıkmış. Oradan on aylık gebe
ve çokça tüylü bir deve olarak çıktı,
"Artık onları
gözetle!" Ne yapacaklarını gözle! "Sabret." Onların eziyetlerine
katlan.
sabret"
buyruğundaki "u" harfinin aslı "te"dir. İtbak sıfatında
"sad"a uygun düşmesi için "ti"ya dönüşmüştür.
"Ve suyun
aralarında" yani Semudlular ile dişi deve arasında "pay edilmiş
olduğunu onlara haber ver." Suyu bir gün dişi deve içecek, bir gün de
onlar kullanacaklardı. Nitekim yüce Allah bir başka yerde: "Onun da belli
bir su içme nöbeti vardır Sizin de belirli bir günde su içme nöbetiniz
vardır." (eş-Şuara, 26/155) diye buyurmaktadır.
İbn Abbas dedi ki:
Onların su içme nöbetinde dişi deve sudan hiçbir şey içmezdi. Buna karşılık
onlara süt verirdi, bol nimetler içerisinde bulunuyorlardı. Devenin su içme
günü oldu mu deve .suyun tamamını içer ve onlara hiçbir şey kalmazdı. Yüce
Allah'ın: "Aralarında" diye buyurması (ve akıl sahibi varlıklara ait
zamir kullanması) şundan dolayıdır: Araplar hayvanlarla birlikte Ademoğulları
hakkında bir durumu haber verecek olurlarsa, Ade-moğullarını galip getirirler.
(Onlara ait zamirleri kullanırlar.)
Ebu'z-Zübeyr,
Cabir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler Rasûkıl-lah (sav) ile
birlikte Tebuk gazasına çıktığımızda Hicr diyarında konaklayınca şöyle
buyurdu: "Ey insanlar, siz de bu türden mucizeler isteyip durmayın. İşte
Salih kavmi! Bunlar peygamberlerinden Allah'ın kendilerine bir dişi deve
göndermesini istediler. Yüce Allah da onlara o dişi deveyi gönderdi. Şu yoldan
suya gidiyor ve kendi su içme gününde sularının tamamını içiyordu. Onlar da su
içmediği günde kendilerinin içtikleri su kadarını da o deveden süt olarak
sağıyorlardı.
[17] İşte yüce Allah'ın:
"Ve suyun aralarında pay edilmiş olduğunu onlara haber ver"
buyruğunun anlamı budur.
"Herbiri su içme
sırasında hazır olsun" buyruğunda geçen lafzı, sudan hakedilen pay
demektir. Bir Arap meselinde (atasözünde): " Sonuncuları su içme payı
itibariyle en az olanlarıdır" denilmektedir. Bu da asıl itibariyle
deveferin su içmesi hakkında böyledir. Çünkü en son gelen deve geldiğinde
havuzun suyunun bitirilmiş olduğunu görür. •
"Hazır
olsun" lafzı; O su İçme nöbeti kimin ise o suda hazır bulunsun, demektir.
Bundan dolayı dişi deve su içeceği gün suyun yanına gelirdi, onların su
içecekleri gün ise yanlarından kaybolurdu. Bu açıklamayı Mu-katil yapmıştır.
Mücahid de şöyle
demektedir: Devenin su içmediği günü onlar suyun başına gelir, su
İhtiyaçlarını karşılarlardı. Dişi devenin su içmeye gittiği gün ise gelip onun
sütünü sağarlardi.
"Bunun üzerine
onlar arkadaşlarını" onu kesmeye teşvik ile "çağırdılar. O da
alacağını alıp, dişi deveyi önce ayaklarını biçip devirdi." Yani o bu işi
yapmayı Üstlendi.
" Alacağını
alıp" fiilinin, bu fiili üstlendi anlamına gelmesi Arapların: "
Elime aldım" tabirlerinden dolayıdır. Şair Hassan'ın şu beyitin-de de bu
anlamda kullanılmıştır:
"İkisi de şarap
olsun ve sen bana öyle bir kadeh sun. ki O ikisi de dilime doğru gelsin."
Muhammed b. İshak dedi
ki: (Dişi deveyi boğazlayan kişi) dişi deveye gidip geldiği yol üzerinde bir
ağacın dibinde pusu kurdu. Ona bir ok attı. Bu ok bacağının adalesine saplandı.
Sonra kılıç ile üzerine hamle yapıp ayak bileklerini kesti. Bu sefer deve yere
yıkıldı ve bir defa böğürdü. Bu sefer karnındaki yavrusu düştü, sonra da
deveyi kesti. Karnındaki yavrusu dağjn başındaki bir kayanın yanına gitti.
Böğürdü, sonra da o kayaya sığındı. Salih (a.s) yanlarına geldi. Dişi devenin
kesilmiş olduğunu görünce ağladı ve: Allah'ın yasağını çiğnediniz, Allah'ın
azabının geleceğini size bildiriyorum, dedi. Bu anlamdaki açıklamalar daha
önce el-Araf Sûresi'nde (7/77-7?, âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas dedi ki; O
deveyi boğazlayan kişi kırmızı, mor tenli, kızıl saçlı, başının ön tarafı dar,
arka tarafı enlice birisi idi.
Adının Kudar b. Salif
olduğu söylenir. el-Efveh el-Evdi şöyle demiştir:
"Yahut ondan
önce, Kudar gibi ki,
Azgınlıkta kimileri
ona uymuştu da helak olup gittiler..."
Araplar kasaba Semud
hanedanından uğursuz birisi olan Kudar b. Salif e benzeterek "Kudar"
adını verirler. Şair Mühelhil şöyle demiştir:
"Bizler onların
kafalarını kılıçlarla vuruyoruz,
Yolculuktan gelenlere
ikram olmak üzere kasapların vurdukları gibi."
Züheyr de bunu
sozkonusu ederek şöyle demektedir:
"O (savaş) sizler
için uğursuz evlatlar doğurur
hepsi de Ad'm kırmızı
tenlisi gibidir,
Sonra bunları emzirir,
sonra da sütten keser."
Şair burada savaşı
kastetmekte ve Semud kavminden de Ad diye sözetmek-tedir. (30. ayetin benzeri
daha önce geçmişti.)
"Hakîkaten Biz
üzerlerine bir tek çığlık gönderdik." Bununla Cebrail (a.s)'ın çığlığını
kastetmektedir ki, daha önce Hud Sûresi'nde (11/67. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır,
"Ve hayvan ağılma
konulan çerçöp gibi oldular" âyetindeki: " Hayvan ağılına
konulan" lafzını el-Hasen, Katade ve Ebu'l-Aliye "zı" harfini
üstün olarak: diye okumuşlardır ki, bununla ağılı, ahin kastederler. Diğerleri
ise orada çalışan kişiyi kastetmek anlamında "21" harfini esreli
okumuşlardır. es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: "Ağılda çalışan kişi"
demektir.
Yüce Allah'ın:
"hayvan ağılına konulan çerçöp gibi oldular" anlamındaki buyrukta
"zı" harfi kesreli okunmuştur. Kesreli okunması halinde bu kelime
ism-i fail olur. Üstün okuyan kimse ise, ism-i meful olarak okur. Nitekim
hayrı az olan adama: “ O ağılı uğursuz kimse" denilir.
Ebu Ubeyd dedi ki:
Benim anladığım kadarıyla kişinin malına: denilmiş olmalıdır. Çünkü o
böylelikle bu serveti yanında alıkoymuş (hazret-
miş) ve başkalarına
karşı engellemiş okır. O bakımdan bu kelime: vezninde ve fakat: anlamındadır.
el-Mehdevî dedi ki:
"Hayvan ağılına konulan" anlamındaki kelimenin "21" harfini
esreli okumak halinde bu kelime mastar olur. Anİamı da ağıla konulmak
durumunda olan çerçöp demek okır. "Zı" harfini üstün okumaya göre
"kendisinden ağıl yapılan ağaç" anlamına gelmesi de mümkündür. İbn
Ab-bas dedi ki: " Koyunlarına ağaç ve dikenleri kullanarak ağıl yapan
adam" demektir. Bunlardan yere düşüp koyunların ezdiği şeylere de: ):
Çerçöp'1 denilir. Şair şüyle demiştir:
"Çürümüş çerçöp
olmuş, ğarkad ağaçlarının bulunduğu yerde yayılan Bir ateşin dumanı gibi, bir
toz kaldırdılar."
Yine ondan
nakledildiğine göre bu koyunların yediği ot gibi demektir. Ondan bir başka
rivayete göre yanmış, çürümüş kemikler gibi demektir. Bu Ka-tade'nin de
görüşüdür. Said b. Cübeyr de şöyie demiştir: Bu rüzgarlı bir günde duvarlardan
etrafa savrulan toprak demektir.
Süfyan e.s-Sevrî dedi
ki: Bu senin asa ile oraya vurman halinde ağıldan dökülen şeylerdir. Bu lafız
"fail" vezninde olup "mef ul" anlamındadır.
İbn Zeyd dedi ki:
Araplar önceleri yaşken, sonradan kuruyan herşeye "he-şim: sonradan
kuruyup ufalma istidadını gösteren bitki" derler.
Alıkoymak,
engellemek" demektir."müftail" veznindedir. Bu kökten olmak
üzere: " Develerine ağaç toplayıp, rüzgarın soğuğunu ve yırtıcı
hayvanların zararını develerinden uzak tutmak maksadıyla topladığı bu ağaçları
üslüste koymak" demektir. Şair şöyle demektedir:
"Sen her iki
tarafta da bineklerin leşlerini görürsün, Sanki onların kemikleri üstüste yığılmış
(ağıl maksadıyla bir araya getirilmiş) ağaçların odunları gibidir."
İbn Abbas'tan rivayete
göre onlar dövülen ve ufaltılan buğday gibi oldular. Bu açıklamaya göre: “
Ekini için bir depo edinen kimse"; Başak ve samanın kırıntıları"
anlamına gelir.
"Andolsun ki Biz,
Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Peki öğüt alan bir kimse var mı?"
[18]
33- Lut
kavmi de korkutmaları yalanladı.
34. Biz,
üzerlerine ufak taş yağdıran bir rüzgar gönderdik. Lut'un ailesi müstesna.
Onları seher vaktinde kurtardık.
35. Tarafımızdan bir nimet olmak üzere. İşte Biz,
şükredenlerî böyle mükafatlandırırız.
36. Andolsun
ki onları yakalayıverişimizle korkutmuş idiyse de onlar, korkutup uyarmaları
şüphe ile karşılamışlardır.
37. Andolsun
onlar misafirlerine dahi kötülük yapmak istediler de gözlerini silme kör ettik.
"Şimdi azabımı ve korkutmalarımı tadın."
38. Andolsun
yerini bulmuş ve geri çevirilemez bir azap sabahleyin erkenden onları
bastırdı.
39- Şimdi de
azabımı ve korkutmalarımı tadın.
40. Andolsun
Biz, Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Peki var mı öğüt alıp, düşünen?
"Lut kavmi de
korkutmaları yalanladı" buyruğu ile yüce Allah, yine Lut kavminden Luc'u
yalanlamaları üzerine süz et inektedir.
"Biz üzerlerine
ufak taş yağdıran bir rüzgar gönderdik." Onlara küçük çakıl taşları atan
bir rüzgar gönderdik.
en-Nadr (b. Şumeyl)
dedi ki: Ayette sözü geçen: "Rüzgar ile birlikte gelen küçük çakıl
taşlan" demektir. Ebu Ubeyde de; bu taş anlamındadır, demiştir.
es-Sıhah'va da şöyle denilmektedir: Hu, küçük çakıl taşlarını kaldıran
şiddetli rüzgar demektir. böyledir. Şair Lebid şöyle demiştir:
"Ahalisi etrafını
boşalttı diye, çekti üzerine eteklerini
Çok şiddetli esen ve
küçük çakıl taşlarını kaldıran herbir şiddetli rüzgar."
Rüzgar şiddetlice esti" demektir. Bu
şekilde esen rüzgara; ile denilir. ei-Ferezdak da şöyle demiştir:
"Şam'ın şimaline
yönelerek bize vuruyor
Çakıl taşlarını tıpkı
etrafa saçılmış, atılmış pamuk gibi."
"Lut*un
ailesi" dini üzere ona uyanlar "müstesna." Bunlar sadece onun
iki kızından ibaretti. "Onları seher vaktinde kurtardık." el-Ahfeş
dedi kî; (Buradaki "seher vaktinde" anlamındaki lafzı) tenvinii
getirmesi belirtisiz olmasından dolayıdır. Eğer muayyen bir günün seher vakti
olsaydı, buna tenvin getirmezdi. (Gayrı munsarıf kılar ve üstün getirdi.) Bunun
bir benzeri de yüce Allah'ın belirtisiz olarak zikrettiği: "Herhangi bir
şehre çekip gidin." (el-Bakara, 2/6l) diye buyurmasıdır.
Buna karşılık:
"Allah'ın iradesi ile Mısır'a girin." (Yunus, 12/99) diye buyurmuş
ve bunu her türlü irabı kabul eden bir kelime olarak kullanma mistir.
ez-Zeccac da böyle
demiştir: "Seher" kelimesi eğer nekre (belirtisiz) olup onunla
seherlerden bir seher kastediliyor ise, munsarıf gelir. Mesela: "Bir seher
vakti ona gittim" denilir. Şayet muayyen bir günün seherini kastedecek
olursa, munsarıf olarak kullanılmaz. "Ey filan ona bu seher vakti gittim
ve ona seher vakti gittim" denilir.
Seher, gecenin son
vakti ile tan yerinin ağarması arasındaki zamandır. Arapcada bu gecenin
karanlığının, gündüzün ilk vaktindeki aydınlığa karışması anlamındadır. Çünkü
bu vakitte gecenin kalıntıları ile gündüzün ilk be-İirtileri bir arada bulunur.
"Tarafımızdan bir
nimet olmak üzere." Lut'a ve onun iki kızına bizden bir nimet ihsan ederek
"bunu yaptık." "Nimet" lafzının nasb ile gelmesi mef ulun
bih oluşundan dolayıdır.
"İşte Bİz
şükredenleri" yani Allah'a iman edip Ona itaat edenleri "böyle
mükafatlandırırız."
"Andolsun"
ki Lut "onları" azabımız ile "yakalayıverişimizle" onlan
azab ile alışımızla
"korkutmuş idiyse de, onlar korkutup uyarmaları şüphe ile
karşılamışlardır." Rasûlümüzün kendilerini kendisi ile uyarıp korkuttuğu
azap hususunda şüphe etmişler, onu tasdik etmemişlerdi. " Şüphe ile
karşılamışlardı" buyruğu; "Şüphe etmek"ten "tefaul"
veznine getirilmiş bir fiildir.
"Andokun onlar
misafirlerine dahi kötülük yapmak istediler." Yani ondan yanına misafir
kılığında gelen melekleri önceden (Hud, 11/77 ve devamı âyetlerin tefsirinde)
geçtiği üzere onlarla hayasız fiiller yapmak isteği ile kendilerine teslim
etmesini İstemişlerdi.
"Ondan bu işi
istedim, bu işi istemek" diye kullanılır. "Merayı aradı, aramak
bulmak istedi" demektir. Hadiste de şöyle denilmiştir: " Sizden
herhangi bir kimse küçük abdest bozmak istediği takdirde küçük abdesti için yumuşak
ya da aiçak bir yer arasın. "[19]
denilmiştir.
"Gözlerini silme
kör ettik" buyruğu ile ilgili olarak rivayet edildiğine göre Cebrail
(a,s) kanadıyla onlara vurmuş, oniar da kör olmuşlardır. Denildiğine göre
gözleri de yüzlerinin diğer tarafları gibi dümdüz olmuş ve göz açıklığı görülmez
olmuştu. Tıpkı esen rüzgarın yer üzerindeki toprağı sürüklemesi sonucu
üzerindeki izleri silip götürmesi gibi.
Bir diğer açıklamaya
göre yüce Allah gözleri sağlıklı olmakla birlikte on-ian kör etti, o bakımdan
onlar da melekleri görememişlerdi.
ed-Dahhak dedi ki:
Allah gözlerini kör etmişti, onlar da elçileri göremediler. Bunun üzerine: Eve
girdiklerinde biz onları gerçekten görmüştük, nereye gittiler? dediler ve
onları görmeksizin geri döndüler.
"Şimdi azabımı ve
korkutmalarımı tadın." Yani Biz onlara... tadın dedik. Bu emir kipinden
kasıt, olanı haber vermektir.
Yani Lut'un kendisi
ile kendilerini uyarıp korkuttuğu azabımı Ben onlara tattırdım, demektir.
"Andolsun yerini
bulmuş ve geri çevirflemez bir azap sabahleyin erkenden onları bastırdı."
Sürekli bir azap onlar arasında karar buldu ve bu onları ahiret azabına
kavuşturuncaya kadar yakalarını bırakmayacaktır. Sözü edilen bu azap
yaşadıkları şehirlerinin üzerlerine devrilmesi, üstünün altına getirilmesidir.
: Sabahleyin"
buyruğu burada nekre olduğu için munsarıf gelmiştir (tenvin almıştır).
"Şimdi de azabımı
ve korkutmalarımı tadın." Onlara inen gözlerin kör olması azabı, kendisi
ile helak edildikleri azabın dışındadır. Bundan dolayı burada tekrarlanması
güzeldir.
" Andolsun Biz
Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Peki var mı Öğüt alıp düşünen?"
buyruğuna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
[20]
41. Andolsun
Firavun hanedanına uyarıp korkutanlar gelmişti.
42.
Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları muktedir ve herşeye galip
gelenin yakalayışı İle alıverdik.
"Andolsun Firavun
hanedanına uyarıp korkutanlar gelmişti" buyruğunda Firavun hanedanından
kasıt Kıbtilerdir.
Uyarıp
korkutanlar" da Musa ile Harun'dur. Bazan çoğul lafız, ikil hakkında da
kullanılabilir.
"Ayetlerimizin
hepsini yalanladılar." Tevhidimize, peygamberlerimizin peygamberliğine
delalet eden bütün mucizelerimizi yalanlamışlardı. Bunlar asa, el, kıtlık
yılları, tarnse[21] tufan, çekirgeler, haşerat, kurbağalar ve kandır.
"Uyarıp
korkutanlardın rasûller oldukları da söylenmiştir. Çünkü Musa kendilerine
peygamber olarak gelinceye kadar Yusuf ve onun oğulları onlara peygamber
olarak gelmişti. "Uyarıp korkutanlar" (anlamı verilen): "uyarıp,
korkutmak" anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Biz de onları
muktedir" dilediğini yapmaya güç yetiren "ve herşeye ga-lib
gelenin" intikam alışında yenik düşürenin (Aziz)in "yakalayışı ile
alıver-dik."
[22]
43. Sizin
kâfirleriniz bunlardan hayırlı mıdır? Yoksa kitaplarda sizin İçin bir beraat
mı var?
44. Yoksa
onlar: "Biz birbirine yardım eden bir topluluğuz" mu diyorlar?
45- Yakında
o topluluk yenilecek ve arkalarını dönerek kaçacaklardır.
46. Asıl
onlara vaad olunan vakit kıyamettir ve o kıyamet daha büyük bela ve daha
acıdır.
"Sizin
kâfirleriniz bunlardan hayırlı mıdır?" buyruğu ile yüce Allah, Araplara
hitab etmektedir. Bununla Muhammet! (sav)'ın ümmetinin kâfirlerini kastettiği
de söylenmiştir. Bunun bir soru olduğu da söylenmiştir. Yani bu nefy anlamında
inkar sorusudur. Sizin kâfirleriniz küfürleri sebebiyle helak edilmiş bulunan
geçmiş ümmetlerin kâfirlerinden daha hayırlı değildirler, demektir.
"Yoksa
kitaplarda" peygamberlere indirilmiş oian kitaplarda "sizin
için" azaptan kurtulacağınıza dair "bir beraat nü var?" İbn
Abbas dedi ki: Yoksa sizin için levh-i mahfuzda azaptan kurtulacağınıza dair
bir ifade mi var?
"Yoksa onlar: Biz
birbirine yardım eden" sayı ve güçlerinin çokluğu dolayısıyla kendisine
karşı konulamayan "bir topluluğuz" bir cemaatiz "mu diyorlar?"
Yardım eden"
anlamındaki buyruğun bu şekilde kullanılıp, şeklinde gelmeyişinin sebebi, âyet
sonu oluşundan dolayıdır.
Yüce Allah onların bu
sözlerini reddederek şöyle buyurmaktadır;
"Yakında o
topluluk" yani Mekke kâfirleri topluluğu "yenilecek." Bu Bedir
günü ve başka gazalarda gerçekleşti.
Genel olarak: "
Yenilecek" şeklinde "ye" ile meçhul bir fiil olarak okunmuş,
"Topluluk" lafzı da ref ile okunmuştur. Ruveys. Ya-kub'dan:
"Yeneceğiz" şeklinde "nun" ve kesreli "ze" İle;
"Topluluğu" lafzını da nasb ile okuduğunu rivayet etmiştir. (Yakında
o toplulu-
ğu yeneceğiz, demek
olur,)
"Ve arkalarını
dönerek kaçacaklardır." Genel olarak bu, onlar hakkında bir haber olmak
üzere: "Dönerek kaçacaklardır" şeklinde okunmuştur. Ancak İsa, İbn
İshak ve Yakub'dan rivayetle Ruveys rauhatab kipi olarak "te" ile:
Dönerek kaçacaksınız" diye okumuşlardır. " Arka" lafzı ise
dirhem ve dinar gibi cins isimdir. Lafzan tekil olmakla birlikte maksad -âyet
sonu olduğundan ötürü- çoğuldur.
Mukatil dedi ki: Bedir
günü Ebu Cehil atını mahmuzlayarak safın önüne çıkıp şöyle dedi: Bugün biz
Muhammed ve arkadaşlarından intikam alacağız. Bunun üzerine yüce Allah:
"Biz birbirine yardım eden bir topluluğuz... Yakında o topluluk yenilecek
ve arkalarını dönerek kaçacaklardır" buyruğunu indirdi.
Said b. Cübeyr dedi
ki: Sad b. Ebi Vakkas dedi ki: Yüce Allah'ın: "Yakında o topluluk
yenilecek ve arkalarını dönerek kaçacaklardır'' buyruğu nazil olunca, hangi
topluluğun bozguna uğrayacağını bilemiyordum. Bedir günü gerçekleşince
Peygamber (sav)'ın zırhı üzerinde olduğu halde ileri atılarak: "Allah'ım,
Kureyş Sana ve Rasûlüne karşı böbürlenmesiyle, büyüklen-mesiyle meydan okuyarak
gelmiş bulunuyor. Sen hemen sabahleyin onları bozguna uğrat" dedikten
sonra; "Yakında o topluluk yenilecek ve arkalarını dönerek
kaçacaklardır." diye buyurdu. O zaman ben de bu âyetin tevilinin ne
olduğunu öğrenmiş oldum[23] Bu
ise Peygamber (sav)'ın mucize-lerindendir, Çünkü o gayba dair haber vermiş ve
haber verdiği gibi gerçekleşmişti.
(Hadiste geçen ve)
"Onları bozguna uğrat" (anlamındaki) lafız ile aynı kök ten gelen:
"Zaman onun aleyhine geldi ve onu helak etti" demektir.
en-Nabiğa'nın şu mısraında da bu anlamda kullanılmıştır:
"Lübed'i helak
eden. ne iae onu da helak etti."
Onun aleyhine (işini) bozdum" demektir.
İbn Abbas dedi ki: Bu
âyetin nüzulü ile Bedir gazvesi arasında yedi yıi-lık bir süre geçmiştir. Buna
göre bu âyet-i kerime Mekke'de inmiştir.
Ancak Buhari'de
mü'minlerin annesi Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği zikredilmektedir: Muhammed
(sav)'a Mekke'de ben oyun oynayan çağda küçük bir kız iken: "Asıl onlara
vaad olunan vakit kıyamettir ve o kıyamet daha büyük bela ve daha acıdır"
buyruğu nazil olmuştur[24]
tbn Abbas (r.a)'dan
gelen rivayete göre de Peygamber (sav) Bedir günü kendisine ait çadırda iken
şöyle demiştir: "Allah'ım, Senin bana ahdini ve vaadini gerçekleştirmeni
diliyorum. Eğer dilersen bugünden sonra ebediyyen Sana ibadet
olunmayacak." Ebu Bekir (r.a) elinden tutup: Ey Allah'ın Rasû-lü, bu kadar
sana yeter, çünkü Rabbine gerçekten ısrarla dua etmiş bulunuyorsun. O sırada o
zırhını giyinmişti, çıkarken de şöyle diyordu: "Yakında o topluluk
yenilecek ve arkalarını dönerek kaçacaklardır. Asıl onlara vaad olunan vakit
kıyamettir. Ve o kıyamet daha büyük bela ve daha acıdır."
[25] Yani
(Kıyamet) Bedir günü onlara isabet edenlerden daha büyük bir bela ve daha
acıdır, demektir.
" Dana büyük
bela" lafzı "Büyük İş" anlamındaki lafızdan gelmektedir. "
Bu iş ona gelip, isabet etti" demektir. da mastardır. İbnu's-Sikkit dedi
ki: “Ona bir musibet gelip çattı" denilir. (Birinci kelimeden sonraki
kelimelerden biri) onu tekid etmek için kullanılır.
[26]
47. Muhakkak
ki günahkarlar sapıklıkta ve çılgın ateş İçindedirler.
48. O gün
yüzleri üzere ateşe sürüklenirler. "Cehennemin dokunmasını tadın!"
49. Çünkü
Biz herşeyi bir takdir ile yarattık.
"Muhakkak ki
günahkarlar sapıklıkta ve çılgın ateş İçindedirler" buyruğuna dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
"Muhakkak ki
günahkarlar sapıklıkta" haktan yan çizip uzaklaşmakta"ve çılgın
ate§" yanmak azabı "içindedirler." Bu sûrede az önce geçtiği
üzere, delilik içerisindedirler, diye de açıklanmıştır.
. (2"O gün
yüzleri üzere ateşe sürüklenirler. Cehennemin dokunmasını ta-dınP buyruğu ile
ilgili olarak Müslim'in Sahih 'inde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Kureyş müşrikleri gelerek Rasûlullah (sav) ile kader hususunda
tartışmaya koyuldular. Bunun üzerine: "O gün yüzleri üzere ateşe
sürüklenirler. Cehennemin dokunmasını tadın (denilir). Çünkü Biz, herzeyi bir
takdir İle yarattık." buyruğu nazil oldu.
[27]
Bu hadisi Tirmizi de
rivayet etmiş olup hasen, sahih bir hadistir demiştir.
[28] Yine
Müslim, Tavus'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben Rasûlullah (sav)'ın
ashabından birtakım kimselere yetiştim. Onlar: Herşey bir kader iledir,
diyorlardı. Ayrıca Abdullah b. Ömer'i de şöyle derken dinledim: Peygamber
(sav) buyurdu ki: "Herşey bir kader iledir. Acizlik ve beceriklilik, çalışkanlık
bile. Yahut: Beceriklilik, çalışkanlık ve acizlik bile" dedi.
[29]
Bu da kaderiyenin
görüşünü çürütmektedir.
"Tadın"
buyruğu onlara: Tadın denilir, demektir. "Dokunması" ise içine
düşecekleri vakit duyacakları acı ve ızdıraptır.
"Sekar"
Cehennemin isimlerinden birisi olup, lafız munsarıf değildir. Çünkü müennes ve
rnarife bir isimdir, Leza ve cehennem kelimeleri de böyledir. Ata dedi ki: Sekar
cehennemin altıncı katıdır. Kutrub da: "Sekar" lafzı; "Güneş onu
şiddetlice yaktı" ifadesinden gelmektedir,
Aşırı sıcak bir gün" demektir.
[30]
"Çünkü
Bizherşeyi" buyruğundaki: "...i" lafzı genel olarak nasb ile
okunmuştur. Ancak Ebu's-Semmal mübteda olarak ref" ile (js) diye okumuştur.
Nasb ile okuyanlar bir fiil takdirine güre böyle okurlar. Kufelilerin tercihi
de budur. Çünkü: " Çünkü, muhakkak" bir fiil ister. O bakımdan böyle
bir fiil takdiri daha uygundur. Ayrıca "herşeyl" lafzının nasb ile
okunması yüce Allah'ın mahlukatı hakkında umumiliğe daha çok delalet etmektedir.
Zira hazfedilmiş fiili açıklayan: "...i yarattık" fiilini hazfedip,
birinci fiili de açığa çıkartacak olursak, o vakit ifade: "muhakkak Biz
herşeyi bir kader ile yarattık" şeklinde olur. Bu durumda da: "...i
yarattık" lafzının "şey"in sıfatı olması uygun düşmez. Zira sıfatın
mevsuftan önceki lafızlarda ameli sözkonusu değildir. Kendisinden önceki
lafızlarda amel edenin tefsiri de olması sözkonusu olmaz.
[31]
Ehl-i sünnetin kabul
ettiği görüş şudur: Yüce Allah, herşeyi takdir etmiştir. Yani onların
miktarlarını, hallerini ve zamanlarını var edilmeden önce bilmiştir. Sonra da
bunlardan ezeli ilmindeki şekli ile var olacağını bildiği şeyleri var etmiştir.
İster yüce alemde, ister alt herşey, alemde yüce Allah'ın ilim, kudret ve
iradesi ile sadır olar. Yaratıkların bunda herhangi bir etkisi yoktur.
Mahlukatın meydana gelen bu olaylarda bir çeşit kesb (kazanmak), çaba, nisbet
ve izafeden öte herhangi bir katkıları olama2. Bütün bunlar da yüce Allah'ın
onlara bu işi kolaylaştırması, O'nun kudreti, tevfiki ve ilhamı ile
gerçekleşir. O her türlü eksiklikten münezzehtir, O'ndan başka hiçbir ilah
yoktur, O'nun dışında yaratıcı yoktur. Tıpkı Kur'ân-ı Kerim ve sünnetin açıkça
ifade ettiği gibi. Durum kaderiyenin ve ameller bizim, eceller ise bizden
başkasının elindedir, diyenlerin söyledikleri gibi değildir.
Ebu Zerr (r.a) dedi
ki: Necranlıların heyeti Rasûlullah (sav)'ın huzuruna gelerek şöyle dediler:
Ameller bizim, eceller İse bizden başkasının elindedir. Bunun üzerine bu âyet-İ
kerimeler, yüce Allah'ın: "Çünkü Biz herşeyi bir takdir İle
yarattık" buyruğuna gelinceye kadar indi. Bu sefer onlar: Ey Muhammedi
Bizim günah işleyeceğimizi yazdığı halde bize azap mı edecek dediler? Bunun
üzerine Hz. Peygamber: "Kıyamet gününde sizler Allah'ın hasımları
olacaksınız" diye buyurdu.
[32]
[33]
Ebuz-Zübeyr, Cabir b.
Abdullah (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu
ki; "Bu ümmetin mecusileri yüce Allah'ın kaderlerini yalanlayan
kimselerdir. Bunlar hastalanacak olursa onlara ziyarete gitmeyiniz, ölürlerse
cenazelerinde bulunmayınız. Onlarla karşılaşacak olursanız, onlara selam
vermeyiniz." Bu hadisi İbn Mace, Sünen'inde rivayet etmiştir.
[34]
Yine İbn Mace, İbn
Abbas ve Cabir'den şöyle dediklerini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav)
buyurdu ki: "Ümmetimden iki sınıf insan vardır ki onların İslam'dan
herhangi bir payları yoktur. Bunlar mürcie ile kaderiyedir. "[35]
en-Nehhas senedini
kaydederek dedi ki: Bize İbrahim b. Şerik el-Kuft anlattı, dedi ki: Bize Ukbe
b. Mukrem ed-üabbi anlattı, dedi ki: Bize Yunus b.
Bukeyr, Said b.
Meysere'den anlattı. O Enes'ten dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
"Hayır da, şer de bizim elimizdedir, diyen kaderiyenin benim şefaatimden
herhangi bir payları yoktur. Ben de onlardan değilim, onlar da benden
değildir. "[36]
Müslim'in Sahih
'indeki rivayete göre İbn Ömer kaderiye mensuplarıyla ilişkisinin* olmadığını
belirtmiştir. Kâfirden başkasından ise beri olunmaz. Daha sonra bu hususu şu
sözleriyle pekiştirmiştin Abdullah b. Ömer'in adına yemin ettiği zat hakkı
İçin, eğer onlardan herhangi birisinin Uhud dağı kadar altını bulunup da bunu
infak edecek olursa, kadere iman etmediği sürece Allah ondan kabul
etmeyecektir. "[37]
Bu da yüce Allah'ın
münafıklar hakkındaki şu buyruğuna benzemektedir: "Harcamalarının
kendilerinden kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar Allah'a ve
Rasûlüne kâfir olmuşlardır..." (et-Tevbe, 9/54) Bu da açıkça anlaşılan bir
husustur.
[38]
Ebu Hureyre dedi ki:
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kadere iman üzüntü ve kederi
giderir."
[39]
50. Emrimiz
ancak birdir ve bir göz kırpması gibidir.
51. Andolsun
Biz, benzerlerinizi helak ettik. O halde var mı bir düşünen?
52.
İşledikleri herşey de defterlerdedir.
53. Küçük,
büyük herşey satır satır yazılıdır.
54. Muhakkak
ki takva sahihleri cennetlerde ve ırmaklardadır.
55. Sıdk
meclisinde, gayet muktedir bir melikin yanındadırlar.
"Emrimiz ancak
birdir" bir defadır "ve bir göz kırpması gibidir." Yani Benim
yarattıklarım hakkındaki kaza ve hükmüm göz değmesinden, kırpmasından daha
hızlıdır.
" Göz kırpması
(değmesi) acele ile bakmak"tır. "Gözü şimşeğe değiverdi"
denilir.
es-Sıhah'ta şöyle
denilmektedir: “Onu çabucak görüverdi" demektir. İsmi: , "Şimşek ve
yıldız parladı" denilir.
"Andolsun Biz
benzerlerinizi helak ettik." Geçmiş ümmetler arasından küfürleri
itibariyle size benzeyenleri helak ettik. Size uyanları ve sîze yardımcı
olanları helak ettik, diye de açıklanmıştır.
"O halde var mı
bir düşünen?" Öğüt alan.
"İşledikleri
herşey de defterlerdedir." Onlardan önceki bütün ümmetlerin hayır ve şer
türünden işledikleri herşey aleyhlerine yazılmıştır. Bu da yüce Allah'ın:
"Çünkü Biz herşeyl bir takdir ile yarattık" buyruğunu açıklamaktadır.
"Defterlerdedir."
Levh-i Mahfuzdadır demektir. Hafaza meleklerinin yazdıkları defterlerdedir,
diye açıklandığı gibi, Ummu'l-Kitap'ta (kitapların ana-sında)dır, diye de
açıklanmıştır.
"Küçük büyük
herşey satır satır yazılıdır." Küçük olsun, büyük olsun her-bir günah onu
işleyecek olan kimse hakkında, onu işlemeden önce -onun karşılığını görmek
üzere- yazılıdır. Onu işlediği vakit de yazılır.
"Yazdı,
yazar" demektir. -anlam itibariyle- onun . gibidir.
Yüce Allah, kâfirlerin
durumunu anlattıktan sonra müminlerin durumunu da:
"Muhakkak ki
takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır" diye açıklamaktadır.
"Irmaklardadır."
Su, şarap, bal ve sudan akan ırmakları kastetmektedir. Bu açıklamayı İbn Cüreyc
yapmıştır.
"Irmak(lar)"
lafzının âyet-i kerimede tekil olarak gelmesinin sebebi ise, âyet sonu
oluşundandır. Diğer taraftan tekil bir lafız da bazan çoğul anlamını verebilir,
"aydınlık ve bolluk
içerisindedir" anlamına geldiği de söylenmiştir. Aydınlığı sebebiyle
gündüze: denilmesi buradan geldiği gibi; "Yarayı açtım" tabiri de
buradan gelmektedir. Şair de şöyle demektedir:
"Elimi üzerine
(darbeye) iyice yerleştirdim ve onan açıklığını daha da açtım, Onun önünde
duran, arkasında ne var görebiliyordu."
Ebu Miclez, Ebu Nehik,
el-A'rec, Talha b. Musarrıf ve Katade bu lafzı iki ötreli olarak; diye
okumuşlardır. Bu şekliyle "nehar: gündüz"ün çoğulu ve onların
geceleri olmayacaktır, anlamını verir gibidir. Tıpkı: "Bulut"
lafzının çoğulunun: diye gelmesi gibidir. el-Ferra şöyle demiştir; Araplardan
birisi bana şu beyiti okumuştur:
"Eğer sen gececi
isen ben gündüzcü kimseyim, Sabahı ne zaman görürsem, hiçbir şeyi
beklemem."
Bir başka şair de
şöyle demektedir:
"Şayet iki tirid
olmasaydı, zayıflayarak ölür giderdik. Gece tiridi ile gündüzleri gelen bir
tirid."
"Sıdk
meclisinde" yani boş sözün, günaha sokacak ifadelerin yer almadığı hak
meclisi olan cennetlerde "gayet muktedir" dilediği herşeye güç ye-tiren
"bir melikin yanındadırlar." Buyruğundaki "Yanında" lafzı
burada yakınlık, yakın mevki, mertebe, şeref ve üstünlük ve makam anlamını
veren bir yakınlıktır. (Cafer) es-Sadık dedi ki: Allah sıdk yerini övmüş bulunmaktadır.
Orada sıdk ehli olanlardan başkası oturmayacaktır,
Osman el-Betti: "
Sıdk meclislerinde" diye çoğul olarak okumuştur. "Meclisler" ise
insanların çarşı-pazarlarda ve başka yerlerde oturdukları yerler anlamına
gelir.
Abdullah b, Bureyde
dedi ki: Cennet ehli her gün şanı yüce ve mübarek olan Cebbar'ın huzuruna
girerler. Yüce Rabblerine Kur'ân okurlar, herkes de kendisine ait olan mecliste
oturmuş olacaktır. Oturdukları yerler inci, yakut, zeberced ve altın ile
gümüşten olup amellerine göre bu yerleri tesbit edilmiş olacaktır. Bundan dolayı
gözleri aydın olduğu kadar hiçbir şeyle gözleri aydın olmayacaktır. Bundan
daha büyük ve daha güzel hiçbir şey de işitmeye-ceklerdir. Sonra da ertesi gün
aynı şekilde gözlerini aydınlatacak bu hale tekrar gelinceye kadar
konakladıkları yerlerine geri döneceklerdir.
Sevr b. Yezid de Halid
b. Ma'dan'dan şöyle dediğini zikretmektedir: Bize ulaşttğma göre melekler
kıyamet gününde müminlere gelerek: Ey Allah'ın dostları, haydi kalkınız derler.
Onlar: Nereye, diye sorarlar. Melekler: Cennete diye cevab verirler. Bunun
üzerine müminler şöyle derler: Siz bizleri bizi istediğimiz yerden başka yere
götürüyorsunuz. Melekler: Gitmek istediğiniz yer neresidir? diye sorarlar,
müminler şu cevabı verirler: Gayet muktedir bir melikin yanında sıdk meclisi,
derler,
Bu haber bu anlamı ite
fakat özel bazı kimseler hakkında da şöylece rivayet edilmiştir: Yüce Allah'ı
iyice akSetmiş bir kesimi melekler -diğer insanlar hesaplan görülmekte iken-
cennete götürürler. Bunlar meleklere: Bizi nereye taşıyorsunuz? diye sorarlar.
Melekler: Cennete diye cevap verirler. Bu kimseler; Sizler bizleri bizim asıl
istediğimiz yerden başkasına götürüyorsunuz deyince, melekler: Sizin
istediğiniz yer neresidir? diye sorarlar. Bu sefer: Haber verdiği şekilde:
"Sıdk meclisinde gayet muktedir bir melikin yanındadırlar"
buyruğunda olduğu gibi, o candan sevdiğimiz ile birlikte sıdk meclisidir, diye
cevap verirler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
et-Kamer Sûresi'nin
tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah'a hamdolsun.
[40]
[1] İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/495
[2] Deylemi, Firdevs, (V, 36i; Ebu Abdullah el-Makclisi,
el-Elıadisu'l-Mahtara, Vtl, 121; Ta-beri, Tarih, I, 16.
[3]
Buhari, III, 1330, 1404, 1405, IV, 1842:
1844; Müslim, IV, 2158, 2159; lirinizi, V, 398: w.v.n«) 1 \ıı
411. 4%. III, 275, 278, IV, Hl.
[4]
Tirmizi, V, 397; Müsned, III, 165.
[5]
Buharı. IV, 1843, 1844; Müslim, IV, 2159;
Müsned, III,
[6] lîaj taraflarda: "Ve ay yarıldı" buyruğu
açıklanırken kaydedilen dip nota bakınız
[7]
Hakim, Müstedrek, IV, 651; İbn EN Şeyhe,
Musannef, VII. 139; Münîiri, Terğib, IV, 124.
[8]
el-Miibarekfftrl, Tlıhfetu'l-Ahvefi, TX
123-124'te İbn Mes'ııd'un benzer rivayetini şerh ederken; buna yakın bir
rivayetin İbn Alıbn.s ve başkaları Lalarından da nakledilmiş olduğunu
kaydetmektedir.
[9]
Ta
valisi. Müsnerf. I. 18: es-Sasi. Mûsned. I. 402: el-bılekai. İtikadu.
Ehli's-Sünne, FV, 794.
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/5496-504
[11] Bu lafızla tleği! de, ;ıynı niHiıacla hir ibarenin
geçtiği uzunca hır kudsı haılis i;in l>k. Müslim, IV, 1990; tbn Hibhan,
Sahih, I, 503, 111, 224, XVI, 366; İshak Iı. Rahcveyh, Miis-ned,l-3. I, 115;
Ueyhaki, Şuabu't-îman, VI, 534.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/504-510
[13] Elin Aviine, Müaned, IV. 57; Iteyhaki,
esSünenu'l-Kitbra, X, 170; Taberani, Evsaf, VI, iiw el-Kamil, I, 238.
[14] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/510-514
[15] Burada beyitin bazı lafızları ile ilgili iki buçuk
satırlık lugat açıklamaları ayrıca gerk görülmediğinden tercüme edilmemiştir.
[16] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/51-518
[17] Taherani, Evsat, IX, 37; Mııhfimmed h, İshak
el-Fakihi, Akbaru Mekke, D, 251 -
[18] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/518-522
[19] Bbu Davud, I, 1; Müsııed, IV, 396, 399, 4l4; Hakim,
Müstedrek, III, 528; Beyhaki, es-Sünenu's-Suğra, I, 64; es-Sünenu'l-Kübra, I,
93; Tayalisi, Müsned, I, 71.
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/523-526
[21]
Musa (a.s.) Firavun hanedanına bedduasının
dik1 getirildiği Yunus,. âyetle, "mallarını yok et; itimi" diye dua
elliği zikredilmektedir. Buradaki "lanve" ile aynı kok-fendir. lîıı
kelime ile sözü geçen ayetteki duanın kabulüne işaret edilmek istenmiş olmalıdır.
[22] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/526-
[23]
Benzer haai rivayetler: Taheri, Tefsir,
X,
17, 18,
[24]
Buhari IV, 1846,1910; Ahclıırrczzak,
Mu&annef, III, 352; Heyhaki, Şuabu'l-îman, II, 432
[25]
Buharı,
III,
1067,
IV, 1845, 1846,
1856; Müsned, I, 329.
[26] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/527-529
[27]
Müslim,
IV,
2046; İbn Mace, I, 32; Mtisned,
II,
476.
[28]
Tirmizi, V, 39H-
[29]
Müslim, IV,2045; Muvatta, II, «99;
Mtisned, II, 110.
[30] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/529-530-
[31] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/530
[32]
Bazı yönleriyle farklı benzer rivayetler:
Ta beri, Tefsir, XVII, 109, 110, 111; İbn Hihban, Sahih, XIV, 6; Tirmizi, IV,
459, V, 398; İbn Mace, 1, 32; Müsned, II, 476.
[33] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/531
[34]
ibn Mace, I, 35; İbn Ömer'den benzer bir
rivayet: Ebu Davudi, IV, 222.
[35] ibn Mace, I, 28; Tirmizi, IV, 454.
[36]
Deylemi. Firdeus, III, 23S.
[37]
Müslim, I, 37; Tirmiai, V, 6; Ebu Daoud, V,
223.
[38] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/531-532
[39] İbn Hacer d-Askalani, Lisanu'l-Mizan, II, 12 de hu
hadisin es-Seri b. Asım b. Sehf'in ortaya çıkarttığı "helalar'dan biri
olduğunu söylemektedir.
[40] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/532-535