KAMER SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 2

Ayın İkiye Bölünmesiyle İlgili Rivayetler. 3

Ayın İkiye Bölünme Mu'cizesi 3

Hakk'ı Yalanlamanın Nedeni 3

Ayın Bölünme Olayı Kıyametin Yakın Alâmetidir. 4

Gayesinin Doruğunda Bir Hikmet 4

İnatçı İnkarcılardan Yüz Çevirmek. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 5

Nuh Kavminin Hakkı Yalanlaması 5

Göğün Kapılarının Açılması 6

Geminin Ana Malzemesi 6

Geminin Tarihi Bir Belge Olarak Bırakılması 6

Âd Kavmi'nin Hûd Peygamberi Yalanlaması 6

İnsanlar Öğüt Ve İbret Alsınlar Diye Kur'ân Kolaylaştırılmıştır. 7

Semûd Kavmi Ve Salih (A.S.) 7

Deve Mu'cizesi 7

Lût (A.S.) Ve Sodomlu'lar. 8

Lût Peygamberin (A.S.) Konuklarına Sataşmak İsteyenler. 8

Âyetler Arasında Bağlantı 8

Meali: 8

Fir'avn'a Gönderilen Uyarıcı 8

Kureyş Kâfirlerinin Önceki İnkarcı Sapıklardan Hayırlı Bir Yanları Mı Vardı?  9

Küfür Cephesi Oluşturduğu Toplumlara Güvenmesin. 9

Âyetler Arasında Bağlantı 9

Meali: 9

İniş Sebebi 9

İlgili Hadîsler. 9

Temelinde İnkâr Bulunan Günahlar. 10

Her Şey Belirlenmiş Kader Ölçüsüne Göre Yaratılmıştır. 10

Hayır Ve Şerrin Allah'tan Olduğuna İman. 10

Kader Kelimesi Ve  Kavramı 11

İlahî  Emir  Bir  Kelimeden İbarettir. 11

Tarihi Çok İyi  Bilmek Gerekir. 11

Kâinat Çok  Hassas  Bir Saat Gibi İşliyor. 12

Hayatını  Takva Çizgisinde Tutanların  Mükâfatı 12


KAMER SÛRESİ

 

Cumhura göre, sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. Mukatil'e göre, 44,45,46. âyetleri dışında tamamı Mekke'de inmiştir. Birincilerin tesbiti da­ha sıhhatli kabul edilmiştir.[1]

Birinci âyetinde Ay'ın ikiye bölündüğü konu edildiğinden, bu manâya delâlet eden  «Kamer» aynı zamanda sûreye isim olmuştur.

Âyet sayısı: 55

Kelime sayısı: 342

Harf sayısı: 1423[2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Müşriklerin, ayın ikiye bölünme konusunda da Hz. Peygamber'e (A.S.) inanmayıp, «devam edegelenbir sihir» iddiaları üzerinde duruluyor.

2- CenâbHakk'ın hükmü gelinceye kadar, Peygamber'in (A.S.) in­karcı sapıklardan yüz çevirip açıktan bir çatışmaya kapı açmaması em­rediliyor.

3- Âhiret gününde   müşriklerin  zelîl,   hakîr ve küçültülmüş  olarak hasredilecekler! bir uyarı anlamında haber veriliyor.

4- Daha önce Hakk'ı yalanlayıp peygambere inanmayan Nuh, Âd ve Semûd kavimleriyle Fir'avn ve yandaşlarının sonunun hüsran olduğu, ilâhî hükmün inmesiyle yok edildikleri ibretli birer misâl olarak gösterili­yor.    

5- Müşriklerin âhirette hakarete mâruz kalıp amellerinin cinsine uy­gun cezalandırılacakları cok anlamlı bir anlatımla açıklanıyor.

6- Kâinatta meydana gelen her olayın ilâhî kazayla vücut bulduğu hatırlatılıyor.

7- Kişinin amel defterinde yazılı bulunan bütün amellerinin cok şe­refli kâtipler tarafından yazıldığı  bildiriliyor.

8- Takva sahibi mü'minlerin Allah yanındaki keramet ve derecele­rine, yakınlık ve değerlerine dikkatler çekiliyor.

 

Meali:

 

1- Kıyâmet'in kopuş saati yaklaştı, Ay yarıldı.

2- Bir âyet (açık bir belge, bir mu'cize) görseler yüzçevirirler ve «devam edegelen bir sihir» derler.

3- (Hakk'ı) yalanladılar da kendi heveslerine uydular. Oysa her işin kararlaştırılmış bir vakti vardır.

4- And olsun ki, onlara öyle haberler geldi ki içinde onları (tutum­larından) vazgeçireçek olanı da vardı.

5- Gayesinin doruğuna yükselmiş bir hikmet! Ne var ki, uyarmalar, korkutmalar yarar sağlamıyor,

6- Onlardan yüzçevir, O gün çağrıcı, bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırır.

7- Onlar da gözleri korkudan önlerine eğik bir halde kabirlerinden çıkarlar; tıpkı etrafa yayılan çekirge misâli-

8- Çağrıcıya doğru koşarlar. Kâfirler ise, «bu zorlu ve sıkıntılı bîr gün!» derler.

 

İniş Sebebi       

 

Enes b. Mâlik (R.A.) diyor ki:      

  «Mekke halkı, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den kendilerine bir mu'-cize göstermesini istedi. O da ay'ın ikiye bölünme mu'cizesini gösterdi.»[3]

Tirmizî de bu olayı naklettikten sonra,  «o sebeple ikterebe sûresi­nin başındaki  üç âyet indi» cümlesini eklemiştir .[4]

 

İlgili Hadîsler     

                  

Yine Enes (R.A.) anlatıyor:

  Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gün ashabına hitap ederken gü­neş batmak üzere idi ki konuşmasını şöyle bitirdi: «Canımı kudret elin­de tutan zata yemin ederim ki, geçen süreye nisbetle dünyanın ömrün­den ancak bu gündüzden kalan zaman parçası gibi bîr parça ve güneşten görebildiğimiz azıcık şey gibi bir kısım kalmıştır.» [5]

«Sizle kıyamet şu ikisi gibi birarada geldiniz» buyururken şehadet par­mağıyla orta parmağını gösteriyordu.» [6]

 

Ayın İkiye Bölünmesiyle İlgili Rivayetler

 

Mekke halkı, Resûlüllah (A.S.) Efendîmiz'den kendilerine bir âyet (mu'-cize), açık bir belge göstermesini istedi. Bunun üzerine Peygamber (A.S.) ay't ikiye bölünmüş parçalar halinde gösterdi; o kadar ki bu iki parça ara­sındaki  açıklıktan  Hıra  Dağını görebildiler.[7]

Peygamber (A.S.) zamanında ay ikiye bölündü; bir parçası şu dağın üzerinde, diğer parçası bu dağın üzerinde (görüntü verdi).

Bunun üzerine Mekkeli müşrikler: «Muhammed bizi büyüledi, sihir yaptı» dediler ve sonra «Eğer O bununla bize sihir yaptıysa, bütün insan­lara yapamaz ya» diyerek olayı araştırmak istediler.[8]

Resûlüllah (A.S.) zamanında ay ikiye bölündü.[9]

Ayın ikiye bölünme olayı Resûlüllah (A.S.) Efendimiz zamanında mey­dana geldi. Bir parçası dağın ötesinde, bir parçası da arka kesiminde idi. Peygamber (A.S.) bu mu'çize tecelli edince: «Allahım! Sen şâhid ol» de­di. [10]

Peygamber (A.S.) devrinde ay ikiye bölündü; o kadar ki halk (dakika­larca) durup baktı. Bunun üzerine Peygamber (A.S.): «Şâhid olunuz!» buyurdu.[11]

Resûlüllah (A.S.) zamanında ay ikiye bölündü. Bunun üzerine Kureyş Kabilesi'ne mensup müşrikler: «Bu, İbn Ebî Kebşe'nin (yani Muhammed'in) açık sihridir» dediler ve sonra da: «Etrafı kolaçan edip, dışardan gelen bir kimse var mıdır? Çünkü Muhammed (A.S.) bütün insanların gözünü boyamaya güç getiremez» şeklinde ilâve ettiler. O sırada seyahattan dö­nenler oldu. Kendilerine böyle bir olayı görüp görmedikleri sorulunca, on­lar : «Ay'ı iki parçaya ayrılmış bîr halde gördük» diye cevap verdiler. [12]

 

Ayın İkiye Bölünme Mu'cizesi

 

«Kıyâmet'in kopuş saati yaklaştı, ay yarıldı.»

Bu olayla ilgili rivayetler «haber-i vâhid» kanalıyla gelmişse de hep­sini biraraya getirdiğimizde neredeyse şöhret derecesine ulaşacak bir kuvvet  arzetmektedir.

Bununla beraber ilim adamlarından bir kısmı bu olayın kıyamette meydana geleceğini, göklerin yarıldığı bir sırada ayın bölüneceğini söy lemişse de bunu belgelendirememişlerdir.

Resûlüllah (A.S.) Mekke'de iken, yaklaşık hicretten beş yıl önce mey­dana gelen bu mu'cizenin dünyanın her kıta ve bölgesinde görülebileceği düşünülemez. Zira kıta ve bölgelere göre metali1 farkı söz konusudur. Diğer bir husus da şudur: Ayın ikiye bölünme olayı birkaç dakikalık gibi kısa zaman parçası içinde cereyan etmiştir ki, böyle kısa bir zaman parçası içinde herkesin o anlarda hazır bulunup görme şansına sahip olması pek mümkün değildir. Bununla beraber o gün seyahattan dönen kafilede yer alan yolculardan çoğunun olayı gördükleri rivayet edilmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bu olay bir mu'cizedir ve her yönüyle ilâhî kudreti ve Hz. Muhammed'in (A.S.) hak peygamber olduğunu yan­sıtır.

Olayın ileride meydana geleceği değil, geçmişte meydana geldiğine delâlet eden bir diğer belge, üçüncü âyettir. Şöyle ki, ayın ikiye bölündü­ğünü gören müşrikler : «Bu bir sihirdir» demişlerdir. Böylece ilgili âyet on­ların mu'cize ve acık belge karşısında hep aynı düşünce ve duyguyu açı­ğa vuracaklarını kaydeder: «Bir âyet (mu'cize) görseler, yüz çevirirler ve devam edegelön bir sihir, derler.»

Ay üzerinde bugün hâlâ o mu'cizenin izini taşıyan bir belirti var mı­dır?

Böyle bir belirti üzerinde durmaya gerek yoktur. Zira mu'cize, sebep­siz, illetsiz, aynı zamanda olağanüstüdür; beşer kudretini aşarak meyda­na gelen bir olaydır. Şüphesiz onu ikiye bölen kudret, tekrar eski haline döndürebilir ve üzerinde en  küçük bir iz bile kalmayabilir.

 

Hakk'ı Yalanlamanın Nedeni  

 

“Bir âvet (Qc|k bir belge, bir mu'cize) görseler yüz çevirirler ve «devam edegelen bir sihir» derler…”

Ayın ikiye bölünmesi, son peygamberin mu'cizelerinden sadece biri­dir. O'nun yaptığı büyük ve kalıcı inkılâp, getirdiği kitap şüphesiz ki mu'-cizelerin en büyüğü ve en devamlısıdır. O'nun bu iki büyük ve köklü mu'-cizesi karşısında başka mu'cize ve belge aramaya ne gerek vardır.Ne var ki câhil putperestlerin bâtıla olan aşırı tutkuları, onları körleştirip sa-ğırlaştırmıştı.  Atalarının dinine  ölçüsüz  bir bağlılıkları  vardı.   Bunun öte­sinde başka bir .İnanç kabul etmeleri çok zor ve hattâ bazı ahvalde imkansızdı.

O nedenle Kur'ân mu'cizesini ve yapılan inkılâbın hikmet ve azame­tini anlayacak ve duyacak, sonra da kavrayacak bir kültüre ve ruhî bir yapıya sahip değillerdi.

Gözleriyle ayan-beyân görebilecekleri başka başka mu'cizeler de is­tiyorlardı. Ay'ın bölünme mu'cizesi bu isteklerinin cevabı idi. Ama yine de geçmişe körü körüne bağlılık ve bâtılı bilgisizce savunma duygu ve inan­cı ağır basmış; «sihir» damgasını vurmak suretiyle inatlarını tekrarlamış­lardı.

 

Ayın Bölünme Olayı Kıyametin Yakın Alâmetidir

 

Bu yakınlığı tahmin etmek, yani yaklaşık bir rakamla ifade etmek mümkün değildir. Dünyanın dört, beş milyarlık ömrüne ve ilk insanın, el­de edilen birtakım arkeolojik belgelere dayanılarak yaklaşık bir milyon yıl önce yaşadığına bakacak olursak, «yakın» kavramının bizim sandığı-- mızdan daha değişik bir anlam taşıdığı anlaşılır. Öyle ki, bu yakın oluş yüz­lerce, hattâ binlerce yıl olabilir. Bunun aksine çok yakın bir tarihte ger­çekleşmesi de mümkündür.

Ancak unutmamak gerekir ki, her işin, her olayın kararlaştırılmış bir vakti ve saati vardır. Üçüncü âyetle bu husus çok veciz şekilde belirtil­mektedir. O bakımdan kâinatta hâkim bir plân mevcuttur; gelişigüzel hiç­bir olayın meydana gelmesi düşünülemez. Kıyamet olayı da bu plâna gö­re düzenlenip belirlenmiştir. Ne var ki, o husus gizli tutulmuş ve peygam­berler dahil hiçbir kimseye açıklanmamıştır. Sadece birtakım belirtileri üzerinde durulmuş ve olayları izlememize yardımcı olacak belgeler ver­mekle yetinilmişîir.

O halde ruhlar alemindeki en son insan ruhu yeryüzüne inince, dün-.   yanın ömrü tamamlanmış olacak. Bu son ruhun ne zaman ineceğini ve o âlemde ne kadar ruhun hâlen mevcut olduğunu bilmiyoruz.

 

Gayesinin Doruğunda Bir Hikmet

 

«Gayesinin doruğuna yükselmiş bir hikmet! Ne var ki, uyarmalar, korkutmalar yarar sağlamıyor.»

Kur'ân-ı Kerîm, taşıdığı cihanşümul esas ve prensipleriyle insan ha­yatını gayesinin doruğuna yükseltecek bir muhteva ve kudrettedir. Huku­kî ve ahlâkî sistemleri maddî ve manevî müeyyidelere bağlanıp insan ru­hunu yüceltecek; aile ve topluma güven ve huzur sağlayacak özelliktedir.

Fizikötesinden verdiği haberlerle insanı ümitsizlikten kurtarıp ic hu­zuruna kavuşturmakta; hayatın amaç ve hikmetini en doyurucu şekilde kalp ve kafalara işlemektedir. Getirdiği bilimsel esaslar, ana fikirler, ilim adamlarına ışık tutmakta, yol göstermekte ve hareket noktası belirlemek­tedir. Naklettiği tarihî kıssaların ibretli safhalarını açıklarken en küçük bir hatâya imkân vermemekte ve böylece yönlendirici, ibret ve öğüt alıcı kısımlara dikkatleri çekmektedir.

Böylece Kur'ân'ı hangi yönüyle ele alırsak, mutlaka hikmetin doru­ğunda bulunduğunu görürüz. Buna rağmen küfür ve bâtılla şartlanan in­karcı maddeciler bu ilâhî kaynaktan susuzluklarını gidermek istememek­te ve delilsiz, belgesiz birtakım iddialar ve varsayımlarla hakkı yıpratma­ya çalışmaktadırlar.                                      .                                        

 

İnatçı İnkarcılardan Yüz Çevirmek

 

«Onlardan yüz çevir. O gün çağ­rıcı, bilinmedik (korkunç) bir şeyle çağırır.»

Mekke dönemi, «Tevhîd İnahcı»nın filizlenecek tohumlarının gönül bah­çelerine serpiştirildiği devredir. Tartışma, sürtüşme ve vuruşma dönemi değildir. Hem insanları akıl, ilim ve imân yoluyla davet etmek İslâm'ın de­ğişmeyen metotlarından biridir.

O bakımdan önce kalpler, sonra gerektiğinde kaleler fethedilir. Bu­nun için bâtılı savunmada, hakkı reddetmede inatla ısrar eden sapıklar­dan, İslâm güçleninceye kadar yüz çevirmek, yani açık bir çatışmaya git­memek en hayırlı yoldur. Altıncı âyetin başında «Onlardan (şimdilik) yüz çevir» emri, bu gerçeği ilham etmektedir.

İsrafil'in çağrısı:

Melek İsrafil'in ikinci defa sûra üflemesiyle ikinci hayat başlamış olur. Şüphesiz böyle bir çağrı, inkarcı azgınların hiç de hoşuna gitmeye­cektir. Çünkü o çok korkunç günün hesabına davet, onlar için mutlak an­lamda ebedî hüsran olacaktır.

Mahşer alanına koşan insanlar, gözlerin alabildiği, neredeyse sınır­sız denilecek kadar büyük bir kalabalık oluştururlar. Herkes şaşkınlık için­de ilerlerken büyük bir çekirge sürüsü görünümünü yansıtırlar.

CenâbHakk'ın, onların o günkü halini tasviri çok dikkat çekicidir; «Onlar da gözleri korkudan önlerine eğik bir halde kabirlerinden çıkarlar; tıpkı etrafa yayılan çekirge gibi. Çağrıcıya doğru koşarlar. Kâfirler ise, «bu zorlu ve sıkıntılı bir gün» derler.»

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, ayın ikiye bölünme mu'cizesinin kıyametin yakın olduğunun alâmeti olarak belirtildi. Buna rağmen inkarcı müşriklerin hak­kı yalanlamaya devam ettikleri üzerinde durularak', birtakım biigiler ve­rildi. Gayesinin doruğuna yükselen İslâm ye Kur'ân'ın yüce bir kudreti yan­sıttıklarına işarette bulunuldu.

Aşağıdaki âyetlerle, tarih boyunca hak ile bâtılın mücadele halinde bulunduğuna değiniliyor ve peygamberleri, indirilen kitapları yalanlama­nın yeni bir olay olmadığına atıf yapılarak tarihte bu yüzden yok edilen dört kavim misal yeriliyor.

 

Meali:

 

9- Bunlardan önce Nuh kavmi, Nuh'u yalanladı; kulumuzu yalanla­dılar da «delidir» dediler ve (o kadar üzerine vardılar ki, Nûh davetinden) vazgeçirifdî.

10- O da Rabbına yalvarıp, «yenilgiye uğradım, bana yardım et!» di­ye duâ etti.

11- Bunun üzerine göğün kapılarını sağnak halinde boşanan su ile açıverdik.

12- Yerden de göz göz sular fışkırttık. Böylece sular, mukadder olan bir hükmün gerçekleşmesi üzerine birleşti.

13- Biz, Nuh'u tahtalar ve çivilerle yapılı gemiye yükledik.

14- Nankörlük ve inkâr edilen kimseye (Nuh'a)  bir mükâfat olmak üzere verdiğimiz gemi, gözetim ve denetimimiz altında yüzüp yol alıyordu.

15- And olsun ki biz, o gemiyi bir âyet (açık belge ve tarihî bir ib­ret) olarak bıraktık. Acaba öğüt ve ibret alan var mıdır?

16- Benim azabım ve uyanlarım nasılmış (bir görün)?

17- And olsun ki biz, Kur'ân'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Öğüt ve ibret alan var mıdır?

18- Âd da (peygamberlerini) yalanladı. Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (bir görün)?

19- Biz, gerçekten onların üzerine, uğursuzluğu devam eden bir gün­de ortalığı alt-üst eden şiddetli bir rüzgâr gönderdik ki,

20-21- İnsanları bulundukları yerden söküp atıyordu da her biri san­ki kökünden devrilen birer hurma kütüğüne benziyordu. Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (bir görün)?

22- And olsun ki biz, Kur'ân'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Öğüt ve ibret alan var mıdır?

23- Semûd kavmi de (yapılan) uyarıları yalanladı.

24- «Bizden bir adama mı uyacağız? O takdirde biz, sapıklık, sıkıntı ve delilik içinde kalırız.

25- Aramızdan kitap ona mı verilmiş?! Hayır O, çok yalancı şımarı­ğın biridir» dediler.

26- Yarın kimlerin çok yalancı şımarıklar olduğunu bileceklerdir.

27- Şüphesiz ki, onları çetin bir sınavdan geçirmek için o dişi deveyi gönderdik ve (Salih Peygamber'e) «sen onları gözetle ve sab:rlı ol!

28- Suyun aralarında belli bir sıraya göre taksim edildiğini haber ver, Herbiri su alış sırasına hazır bulunsun.» (dedik).

29- Bu uyarıya rağmen (bir azgın gözü dönmüşe) arkadaşları seslen­diler; o da silahını kullanarak deveyi düşürüp kesti!

30- Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (bir görün)?

31- Hakikat biz, üzerlerine bir tek haykırış salıverdik, onlar da, da­var ağıhndaki kuru ot gibi oldular.

32- And olsun kî, biz Kur'ân'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Öğüt ve ibret alan var mıdır?

33- Lût kavmi de yapılan uyarıları yalanladı.

34-35- Bunun için biz, üzerlerine taş (yağdıran bir yanardağ belâsı) gönderdik; ancak Lût ailesini katımızdan bir nîmet olarak seher vakti kur­tardık. İşte şükreden! biz böyle mükâfatlandırırız.

36- Ve and olsun ki, Lût, onları bizim şiddetli tutup kahretmemize karşı uyardı; ama onlar, bu uyarılarda şüphe edip inatlarını sürdürdüler.

37- And olsun ki onlar (o ahlâksız cinsel sapıklar), Lût'un konukları­na sataşmak için devamlı O'na gidip geldiler. Bu yüzden onların gözlerini silme kör, ettik de «tadın azabımı ve uyanlarımı!» (dedik),

38-39- And olsun ki, bir sabah devam eden bir azap onlara geliver­di. «Tadın azabımı ve uyarılarımı!» (dedik),

40- And olsun ki biz, Kur'ân'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Öğüt ve ibret alan var mıdır?

 

Nuh Kavminin Hakkı Yalanlaması

 

«Bunlardan önce Nuh kavmi, Nuh'u yalanladı; kulumuzu yalanladılar da «delidir» dediler ve (o ka­dar üzerine vardılar ki, Nuh davetinden) vaz geçirildi.»

Kalpleri uyandırmak, kafaları aydınlatmak için Ay'ın ikiye bölünme mu'cizesi ve inkarcıların o olaya «sihir» demeleri açıklandıktan sonra, daha önce gelip geçen inkarcı azgın kavimlerin kıssalarından uyarıcı, yön­lendirici ve ibretli safhalara geçildi.

Nuh Peygamber'in (A.S.) uzun yıllar devam eden teblîğ, irşat ve uya­rısı bir bakıma istenilen olumlu sonucu vermemiştir. Üstelik kavmi o bü­yük peygamberi yalancı saymakla da kalmamışlar, onu ölümle tehdit edip irşad görevinden alıkoyacak kadar ileri gitmişlerdi. [13]

Mekkeli'ler de Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in teblîğini yalanlayıp Ona «deli» ve «büyücü» diyecek kadar ileri gitmişlerdi. Sonra da Ona imân edenlere saldırıp işkence ve haksızlıkta bulunmuşlar ve Hz. Peygamber'in (A.S.) vücudunu ortadan  kaldırmayı tasarlamışlardı.

Nuh (A.S.), denediği bütün yol ve metotlardan olumlu sonuç alama­yınca, kavminin doğru yolu seçmesinden ümidini kesmiş ve aldığı vahiy gereği, onların imân etmiyeceklerini öğrenmiş idi.[14] Bu durumda Allah'ın yardımını istemekten başka çaresi kalmamış ve o sebeple inkarcı azgınla­rın yok edilmesini Allah'tan dilemişti. [15]

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ise, Mekkeli'lerden ümit kesmemiş, iiâhî hükmün ıslâh edip yönlendirici mahiyette ineceğine kendini inandırmış­tı. Zaten konuyla alâkalı âyetlerin anlatımından ve yapılan işaretlerden de bu husus anlaşılıyordu. Nitekim sonuç muslihane oldu; Mekkeli müş­riklerin çoğu İslâm'ı din olarak seçmek suretiyle geçmişlerinin üzerine sünger çekmiş oldular.

 

Göğün Kapılarının Açılması

 

«Bunun üzerine göğün kapılarını sağ-hak halinde boşanan su ile açıverdik.»

Sağnak halinde ve halkın deyimiyle «testiden boşanırcasına» yağmur yağdı. O bakımdan göğün kapılarının açılması, temsilî ve mecazîdir ve yağan yağmurun âdetin üstünde boşanırcasına inmesi demektir. Yeryüzü de o sırada birçok kaynaklarıyla harekete geçirilmiş; derken sular birle­şip önüne geçilmez bir tufan halini almıştır.

Şüphesiz bu olay, ezelde ilâhî ilim ve takdirle plânlanan bir uygu­lamadır ki değişmesi veya hatâ yapması söz konusu değildir. Zira Allah'ın ilmi ve takdiri mümkün değil yanılmaz.

 

Geminin Ana Malzemesi

 

«Biz, Nuh'u tahtalar ve çiuilerle yapılı gemiye yükledik.»

Burada gemi yapımında iki ana malzemeden söz edilmektedir. Biri «levhalar», diğeri «disar»ın çoğulu «düsûr»dur.

«Levha»nın çoğulu olan «elvan», levha haline getirilmiş madenî veya ahşap madde demektir. O bakımdan biz âyetin mealinde buna karşılık «tahta levhalar» sözünü kullandık. Bununla beraber, demir madeninin tari­hinin çok gerilere uzandığına bakılırsa o levhaların madenî olması da dü­şünülebilir.

Düsûr: Ahşap ve madenî çivilere, perçinlere denildiği gibi, geminin göğüs kısmına da denildiği vakidir. Zira «desere» fiilinin masdarı olan «ders» göğüsleyip savmak anlamına gelir. Ayrıca kenetleyip bağlama işin­de kullanılan halata da delâlet ettiği bilinmektedir. Aynı zamanda geminin tahtalarını birbirine kenetleyen halat mânasına geldiği de tesbit edilen manalarından biridir. Nitekim Sıhah-i Cevherî'de, tekili «disar» olan «dü­sûr», geminin levhalarını birbirine sıkıştırıp kenetleyen urgan olarak açık­lanmıştır.

Böylece Nuh (A.S.)ın yaptığı geminin ahşap veya madenî levhalardan ve bu levhaları birbirine bağlayıp sıkıştıran çivilerden veya perçin ve ka-lınça urgandan yapıldığı; suyu yarıp rahatlıkla seyretmesini sağlayan kuş göğsüne benzer bir göğüsten oluştuğu ortaya çıkıyor.

 

Geminin Tarihi Bir Belge Olarak Bırakılması

 

«And olsun ki biz o gemiyi bir âyet (açık belge ve tarihî ibret) olarak bıraktık.,»

Nuh (A.S.)in ilâhî gözetim altında inşa ettiği geminin. Ondan sonra­kilere ibret ve öğüt olsun diye bırakıldığı açıklanmaktadır. Ancak günü­müze kadar çürümeyip kaldığı pek söylenemez. Bazı senedi olmayan ri­vayetlere göre : CenâbHakk'ın bu gemiyi uzun yıllar ve asırlar Irak ve Suriye sınırı yakınında Cizre'nin kuzeydoğusunda yer alan Cudi Dağı'nda veya Dicle ve Fırat vadisinde, yani Yukarı Mezopotamya'da koruduğu söy­lenmektedir.

Müfessir Kurtubî ileMüfessir el-Merağî de buna yakın rivayete yer vermiş ve el-Cezira'da Bakırda adlı yerde korunduğuna değinmişlerdir. [16]

Ama günümüze kadar gerek Ararat (Ağrı) dağında, gerekse Cudi Da­ğı'nda ve sözü edilen kesimde bütün araştırmalara rağmen olumlu bir so­nuç elde edilememiştir. Bununla beraber bir gün fosilleşmiş şekline rast-lanılabilir. Zira böyle bir geminin inşa edildiği hem Tevrat'ta, hem Kur'ân'-da, hem Bârnabas İncil'inde, hem de Hadîslerde açıklanmıştır. O bakım­dan olay ve gemiitıakkında her hangi bir şüphenin yeri ve anlamı yoktur.

Hûd ve Ankebût sûrelerinde de bu tarihî olaya geniş yer verilerek aydınlatıcı bilgiler ortaya konmuştur. Ancak Ankebût Sûresi 15. âyette gemiden söz edilirken, «onu bir ibret ve belge kıldık» buyurulurken, konumuzu oluşturan âyette ise, «And olsun ki biz onu âyet (açık belge ve tari­hî bir ibret) olarak bıraktık» buyurulmakta ve böylece Ankebût Sûresi'n-deki âyet biraz daha açıklanmaktadır.

Buna rağmen öğüt alan var mıdır? Cenâb-ı Hak, 15. âyetin son bö­lümüyle, insanların nankörce tutumuna ve eşyaya ibretle bakmadıklarına değinmekte ve «Acaba öğüt ve ibret alan var mıdır?» buyurmak sure­tiyle öğüt alanların pek az olduğuna işaret etmektedir.

 

Âd Kavmi'nin Hûd Peygamberi Yalanlaması

 

«Ad da  (peygamberlerini)   yalandı. Benim azabım ve uyarılarım nasılmiş (bir görün).»

Nûh Kavmi'nden sonra Âd Kavmi, kendilerinden önce inkarcı azgın­ları, putperest inatçıları kahreden tufan Olayından öğüt ve ibret almadı­lar. Kendilerine yol gösterip uyarıcı olarak gönderilen Hûd Peygamber'e (A.S.) iltifat etmediler ve yaptığı tebligatı yalanlayıp hakkı, bütün güç­leriyle ve inatlarıyla red ve inkâr ettiler. Böylece estirilen ilâhî hidâyet ve rahmet havasına karşı gönül ve vicdan kapılarını kapadılar; zulüm, tuğ­yan, saldırı, haklara tecavüz ve ahlâksızlıkta çok ileri gittiler; derken ilâ­hî hüküm indi. Azabı gerektiren sebepler harekete geçirildi; öyleki önün­de durulmaz şiddetli kasırga, uğursuz saydıkları bir günde onları birer hurma kütüğü gibi yerden yere çarpıp yok etti. Fizikî kuvvetlerine mağrur -olan bu kavim, Allah'ın sınırsız kudretini anlayamadılar ve sünnetullah ge­reği hüküm inince artık anlamalarının bir yararı olmadığını az-çok farket-tilerse de bu onlar için kurtarıcı bir dönüş kabul edilemezdi. Zira ilâhî ka­nun ve hükümler değişmez. Vakti gelince onu geri çevirecek bir kuvvet bulunmaz.

Hâ-Mîm Secde Sûresinde ve el-Hakka Sûresin'de bu kasırganın yedi gece, sekiz gün devam ettiği açıklanmaktadır. O halde onların uğursuz saydıkları gün diye çevrisini yaptığımız «yevmi nahs»den maksad, 24 sa­atlik bir zaman parçası değil, yedi, sekiz günü kapsayan geniş bir zaman kavramıdır. Zira «yevm» kavramının üç manaya delâlet ettiği bilinmekte­dir ki, belirttiğimiz mana onlardan biridir.

Mekkeli müşrikler de inkâr ve azgınlıkta ileri gittiklerinden, sıkıntılı günler onları beklemekte idi. Yakın gelecekte kasırga misâli gelecek olan İslâm ordusunun satveti önünde kudret ve saltanatlarını kaybedeceklerdi.

Kur'ân özellikle Âd Kavmi'nin yıkılıp yok edilmesini uyarıcı bir misal olarak hatırlatmakta ve inkarcıların hakka dönmelerinde kendilerinden yana bü­yük yararların söz konusu olduğuna işaret etmektedir.

 

İnsanlar Öğüt Ve İbret Alsınlar Diye Kur'ân Kolaylaştırılmıştır

 

«And olsun ki biz, Kur'ân'ı öğüt ve ibret almak için kolaylaştırdık. Öğüt ve ibret alan var mıdır?»

Kur'ân-ı Kerîm, öylesine bir kelime dizisine ve cümle Konumuna; lâfız ve mâna zincirine; akıcılık ve çekicilik üslûbuna sahiptir ki, beşer gücünü aşmakta ve bir benzerinin ortaya konulmasının mümkün olmadığını her âye-tiyle ilân etmektedir. Aynı zamanda berraklık ve ahengiyle; letafet ve ince­liğiyle; kalplere ve kafalara neşter vurmasıyla; duygu ve düşünceleri yön­lendirmesiyle; vicdanları serinletmesiyle gönüllerde taht kurma kudretini taşımakta; hafızalarda arşivlenmeye geniş imkân veren bütün özellikleri beraberinde getirmektedir.

Bu hikmete dayalı olarak, on beş asırdan beri Onu ezberleyip hafıza­sına nakşedenler birbirini izlemekte; tek harf ve kelimesine bir halel getir­meden Onu kalplerinde koruyanların sayısını tesbit etmenin imkânsızlığı her çağda kendini göstermektedir.

Dünya tarihinde hiçbir kitap böyle bir mazhariyete erişememiş; hiçbir eser bu kadar kolay ezberlenememiştir. Çünkü o, insan sözü değil, bütü­nüyle Allah kelâmıdır.

 

Semûd Kavmi Ve Salih (A.S.)

 

«Semûd Kavmi de (yapılan) uyarıları yalanladılar. «Bizden bir adama mı uyacağız? O takdirde biz sapıklık, sıkıntı ve delilik içinde kalırız» dediler..»

Arap Yarımadası'nda Hicr yöresinde yaşayan Semûd Kavmi, hakka karşı gelip ilâhî buyrukları teblîğ ile görevli Salih Peygamberi dört maddey­le suçladılar ve böylece onu hâşâ tam bir yalancı ve düzenbaz olarak ilân

ettiler:                                                                                               -

1- Bizden bir adama  uyacağız, öyle mi?

2- Böyle  bir adama  uyarsak hem sapıtır,  hem  de  aklımızı yitirmiş oluruz.

3- Aramızda kala kala semavî buyruk buna mı indirilmiş?!

4- Hayır o, çok yalancı şımarığın biridir.

Bu suçlamalar, küçümsemeler Semûd Kavmi'ne çok pahalıya mal ol­du. Faturasını çok ağır ödediler. Bir haykırışla tuz buz olup yeryüzünden silindiler.

Mekkeli müşrikler de Hz. Muhammed'i (A.S.) benzeri sözlerle, farklı ifadelerle suçluyor ve tebliğ ettiği ilâhî buyrukları sert şekilde red ve in­kâr ediyorlardı. Öyle ki, hiçbir belge ve mu'eizeye inanmıyor; olanea güç­leriyle  bâtılı savunu'yorlardı.

Semûd. Kavmi'nin kulaklarının zarını patlatan, kalplerini yerinden oy­natan o müthiş haykırışın bir benzeri, Mekkeli'lere de yönelebilirdi. Nite­kim çok geçmeden Hz. Muhammed (A.S.) Melek Cebrail'in desteğinde on binin üstünde müoahid bir orduyla Mekke vadisini çınlattı. Allahu Ekber sesi müşriklerin hem kalp, hem de kafa kulaklarının zarını patlatıp yürek­lerini hoplattı ve kısa bir süre içinde küfür ve azgınlığı baş aşağı getirip putperestliğe son verdi. Ne var ki, Mekkeli müşriklerin çoğu imân edecek­lerinden dolayı Cenâb-ı Hak onları yok etmedi.

Bu tablo her çağda ortaya çıkabilir. Yeter ki mü'minler «Tevhîd İnan­cı» odağında kenetlenmiş olsunlar.

 

Deve Mu'cizesi

 

«Şüphesiz ki onları çetin bir sınavdan geçirmek için o dişi deveyi gönderdik ve (Salih Peygambere) «sen onları gözetle ve sabırlı ol!» (dedik).

Semûd Kavmi'nin azgınlık ve şirretlikleri bardağı taşırınca, ilâhî hük­mün inmesi mukadder oldu. Son olarak «deve mu'cizesi» istediler. Arzuları doğrultusunda bir dişi deve mu'cizesi tecelli etmesine rağmen, sözlerinde durmadılar ve deveyi devirip öldürdüler. İçtiği sudan fazla süt veren mu'eize anlamındaki devenin zuhuru da tesir etmeyince, her şey biranda olup bitti.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in ortaya koyduğu, başta Kur'ân olmak üzere birçok âyet ve mu'cizelere «sihir» diyen Mekkeli müşriklere mühlet verildi. Zira yakın gelecekte" çoğu imân edip İslâm dairesine girecekti. Semûd Kavmi'nin önlerinde böylesine açık bir hidâyet kapısı yoktu; kalpleri tamamen kararıp haktan uzaklaşmışlardı. O bakımdan çer-çöp olup git­tiler.

 

Lût (A.S.) Ve Sodomlu'lar

 

«Lût Kavmi de yapılan uyarılan yalanladılar. Bunun için biz, üzerlerine taş (yağmuru yağdıran bir püskürük) gönderdik. Ancak Lût ailesini katımızdan bir nimet olarak seher vakti kurtardık.,»

Dünya tarihinde benzerine pek az rastlanan bir hayasızlığı kendi ara­larında yaygınlaştırıp ona meşrûilik kazandıran Lût Kavmi, yapılan bütün uyarı ve tehditlere kulaklarını tıkadılar. Ülkelerine uğrayan yabancılara bi­le oinsel sapıklık doğrultusunda saldıracak kadar gözleri kararmış, kalp­leri körelmişti. İnsan suretine girip Lût Peygamber'e (A.S.) gelen görevli meleklere bile sarkıntılık yapmaya yeltendiler. Eşi dışında kalan Lût ailesinin, ilâhî nîmete lâyık görülüp Sodom'u seher vaktine doğru terketmeleri emre-rildi. Arkasından gelen melekler tabii sebepleri harekete geçirmek sure­tiyle yanar dağdan lavlar ve püskürükler yükselmeye başladı. Kısa bir süre içinde şehri belirsiz hale getirdi.

Mekkeli müşriklerin hayâsızlığı daha başka idi. Onlar inkârlarını inatla, inatlarını gurur ve tuğyanla birleştirip ardı-arkası kesilmeyen haksızlıklar sergilediler. Yakın gelecekte kahir ekseriyeti jmân edeceğinden, Cenâb-ı Hak onları helak etmedi. Mekke'nin fethedilmesiyle putperestliğe ve azgın­lığa son verildi.

Kur'ân, bütün bu kıssaları ve olayları kolaylaştırıp ibretli ve öğütlü safhalarıyla anlatmak suretiyle duygu ve düşünceleri yönlendirmektedir.

 

Lût Peygamberin (A.S.) Konuklarına Sataşmak İsteyenler

 

İnsan suretine girip Lût Peygambere gelen meleklere sataşmak isteyen kâfir sapıkların gözleri silme kör olmuştur. Zira meleklere kötü niyetle do­kunmak mümkün değildir. Nurdan yaratılan o şerefli varlıklar, bütünüyle hayat ve enerji kaynağıdırlar. İlâhî izin ve inayetle dokundukları yerde ha--yat ve sağlık başlar; ilâhî gazapla dokundukları yerde hayat söner.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, imânla inkâr arasında sürüp gelen mücadele ko­nu edildi, Mekke'de çok sıkıntılı günler geçiren mü'minler teselli edilerek, ilâhî gazaba çarptırılan dört azgın milletin âkibeti üzerinde durularak uya­rıcı, ibret verici safhalarına değinildi.

Aşağıdaki âyetlerle, İlâhî uyanlara kalplerinin penceresini açmayan Fir'avn ve ailesinin tutumu üzerinde duruluyor ve ilâhî kudretin kahredici pençesiyle nasıl yok edildikleri anlatılıyor. Sonra da yaşamakta olan inkar­cı sapıklar uyarılarak, tarihî olayları iyice sebep ve hikmetleriyle inceleme­leri dolaylı şekilde telkin edilerek hatırlatılıyor.

 

Meali:

 

41- And olsun ki, Fir'avn ailesine de uyarılar geldi.

42- Onlar ise, âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları üstün, çok güçlü muktedire yakışır şekilde yakalayıverdik.

43- Sizin kâfirleriniz mî bunlardan hayırlıdır, yoksa önceki kitaplar­da sizin için bir berat mı bulunuyordu?

44- Yoksa onlar, «biz yardım gören (yardımlaşan) bir cemiyet mi­yiz» diyorlar?

45- Yakında o cemiyet hezimete uğrayarak arkalarını dönüp kaça­caklar.

46- Hayır, onlara va'dolunan gün Kiyömet'tir. Kıyamet günün (azabı) daha korkunç ve daha acıdır.

 

Fir'avn'a Gönderilen Uyarıcı

 

olsun ki, Fir'avn ailesine de uyarılar geldi. Onlar ise, âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları çok üstün, çok güçlü muktedire yakışır şekilde yakalayıverdik.»

Mısır kralı Fir'avn da inkâr ve zulüm havası içinde saltanatını sürdü­rürken, Cenâb-ı Hak ona uyarıcı olarak Musa (A.S.) ile kardeşi Harun'u (A.S.) gönderdi. Aynı zamanda birtakım açık belgeleri de Musa'ya vererek, Hakk'ın kudretinin üstünlüğünü inkarcı bir millete göstermeyi murad etti. Saltanatının sarsılacağını düşünen ve hep ilâhlık iddiasında günlerini gün ederken, kulluk mertebesine düşmeyi hiç arzu etmiyen Fir'avn, bu kadri yüce iki peygamberin tebliğ ve irşadını; getirdikleri mu'cizevî belgeleri red ve inkâr etti. Bununla kalmayarak onlara «sihirbaz» damgasını vurdu. Son­ra da hem Musa Peygamberi, hem de İsrail oğullarını imhayı plânladı. Onun bu çok hatalı kararı, bardağı taşıran son damla oldu ve Mısır'ı geceleyin terkeden İsrail oğulları'nı takibe koyuldu. Derken ilâhî hüküm indi ve Kızıl-deniz onlara mezar oldu.

 

Kureyş Kâfirlerinin Önceki İnkarcı Sapıklardan Hayırlı Bir Yanları Mı Vardı?

 

«Sizin kâfirleriniz mi bunlardan hayırlıdır, yoksa önceki kitaplarda sizin için bir berat mı bulunuyordu?»

İslâm'a göre : Cinsi, özelliği, dili, rengi ve milliyeti ne olursa olsun, küfür tek millettir. Nuh Kavmi ne ise, Âd Kavmi de onlar gibi idi. Fir'avn ve yan­daşları neyse, Mekkeli kâfirler de o idi. Biri diğerinden hayırlı değildir. Hep­si de hakkı reddedip bâtılı savunan sapıklardır. İlâhî sünnet gereği, önce­kiler nasıl yok edilip hayat sahnesinden silinmişse, Mekkeli'ler de siline-, bilirdi. Ancak sık sık belirttiğimiz gibi, Mekkeli müşriklerin çoğu ileride Al­lah'a ve Peygamberine imân edeceklerinden, diğer inkarcı zâlim kavimler gibi yok edilmemişlerdir.

Fir'avn kıssasının bir özeti açıklanırken, Mekkefi müşriklere şu mesaj verilmekteydi: Sizden çok güçlü ve kudretli olan Fir'avn bile kendini ilâhi azaptan kurtaramamıştır. Ona göre iyice düşünün de tercihinizi yapın.

 

Küfür Cephesi Oluşturduğu Toplumlara Güvenmesin

 

«Yoksa onlar, «biz yardım gören (yardimlaşan) bir cemiyet miyiz» diyorlar? Yakında o cemiyet hezimete uğrayarak arkalarını dönüp kaçacaklardır.»

Küfür cephesinin birlik kurması; kendilerine göre güçlü, iddialı ekol­ler meydana getirmesi bütünüyle dünyevî amaçlara, kişisel ve toplumsal çıkarlara yöneliktir. İman cephesinin birlik kurması, ilâhî rızâ ve emir doğ­rultusunda yüce amaçlara yönelik bir hikmet taşımaktadır.

İman cephesi bu düzeyde şuurlu mücadele verdikleri takdirde, Cenöb-ı Hak, sünnetullah gereği, küfür cephesinin birliğini çok sürmez hezimete uğratır da arkalarını dönüp kaçarlar. Nitekim Bedir Savaşı, Mekke'nin fethi bunun açık örneklerinden ikisidir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, inkarcı zorbalar, Fir'avn kıssasıyla uyarıldı ve küfür ile zulmün belli kertesine gelip dayanan hiçbir toplum ve milletin ilâhî gazaptan kurtulamadığı belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, âhiret gününde suçlu günahkârlara hazırlanan ka­vurucu azap konu ediliyor. Her şeyin bir ölçü ve plâna göre yaratılıp takdir edildiğine dikkatler çekilerek küfür ve azgınlıktan vazgeçilmesi dolaylı şe­kilde bildiriliyor. İlâhî ilmin bütün olmuş ve olacak şeyleri önceden tesbit edip yazdığına değinilerek herkesin hesap vermeye hazırlanması emredi­liyor. Sonra da Allah'tan korkup her türlü kötülükten, küfür ve şirkten sa­kınan mü'minlere hazırlanan yüksek mükâfata değiniliyor.

 

Meali:

 

47- Şüphesiz ki, suçlu günahkârlar sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

48- Ateşe yüzüstü sürülecekleri gün, «Sakar (Cehennem'in)in doku­nan azabını tadın!» (denilecek),

49- Şüphesiz ki biz, her şeyi (belli) bir ölçüye göre yarattık.

50- Bizim emrimiz ancak bir defadır, göz açıp kapamak gibi.

51-52- And olsun ki, biz sizin nice benzerlerinizi yok ettik. Öğüt ve ibret alan yok mudur? Onların işledikleri her şey defterlerdedir.

53- Küçük-büyük her şey satır satır yazılıdır.

54- Şüphesiz ki, muttakîler (Allah'tan saygı ile korkup fenalıklardan sakınan mü'minler) Cennetlerde genişlik ve aydınlık içindedirler,

55- Doğruluk makamında kuvvetli kudretli hükümdarın yanındadırlar.

 

İniş Sebebi

 

Müslim'in yaptığı rivayete göre: Ebû Hüreyre (R.A.) şöyle demiştir: «Kureyş müşrikleri. Peygamber (A.S.) Efendimiz'e gelerek kader hakkında tartışmak istediler. Bunun üzerine 46-49. âyetler indi.»

 

İlgili Hadîsler

 

Gelecekte ümmetim arasından öyle toplumlar çıkacak ki, onlar kaderi yalanfıyacaklar[17]

«Her ümmetin mecûsisi vardır. Benîm ümmetimin mecûsisi, «kader di­ye bîr şey yoktur» diyenlerdir. Onlar hastalanınca gidip sormayın; öldükleri zaman cenazelerine hazır olmayın.» [18]

«Şu dört şeye inanmadıkça hiçbir kimse imân etmiş sayılmaz:

1-2- Allah'tan başka ilâh olmadığına; benim de Allah'ın Resulü bu­lunduğuma şehadet eder;

3- Öldükten sonra dirilip ikinci hayata kaldırılacağına inanır;

4- Kaderin hayrına ve şerrine inanırsa, (dosdoğru imân etmiş olur).   [19]

«Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, halkın (yaratılan canlıların) kaderini, gök­leri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce yazmıştır. Arş'ı da su üstünde idi.» [20]

 

Temelinde İnkâr Bulunan Günahlar

 

 «Şüphesiz kî, suçlu günahkârlar sapıklık ve çıl­gınlık içindedirler.»

Kur'ân'da «mücrim» sıfatı daha çok inkarcı günahkârlar hakkında kul­lanılmıştır. Zıdlar âleminde önümüze, biri diğerinin zıddı iki yol konulmuş ve birinin saadete, diğerinin felâkete uzadığı belirtilerek aydınlatıcı bilgi­ler verilmiş ve sonra da insanlar bu kavaşakta kendi cüz'i iradeleriyle baş-başa bırakılmıştır.

Bunun gibi içimizde iki ayrı eğilim gösteren nefis ve ruhumuz da mü­cadele halindedirler. Hangisi üstünlük sağlarsa, diğeri ona uyar. Böylece nefis felâkete uzanan yolda, ruh ise saadete giden yolda yürümek ister. Çünkü nefis aşağı; ruh ise yüce âlemdendir. Felâkete uzanan yolda ise, nefsin iştihasını kamçılayan aşağı âlemin birçok nesnesi yer almıştır. Saadete uzanan yolda ise, «nîmet külfet karşılığı» kuralı gereğince üzücü, sıkı­cı, korkutucu, sınavlardan geçirici birçok engeller bulunmaktadır.

İnsanın gerek içindeki, gerekse dışındaki bu zıdları bize ancak kitap ve peygamber tanımlayıp tanıtmaktadır. Sonra da kişi bu iki kaynağa ak­lıyla, sağ duyusuyla yönelirse, sapıklıktan ve çılgınlıktan kurtulur. Aksine bir tutum içine girerse, sapıklık ve onun tabii neticesi olan çılgınlık havası­na girer.

 

Her Şey Belirlenmiş Kader Ölçüsüne Göre Yaratılmıştır

 

«Şüphesiz ki biz, her şeyi (belli) bir ölçüye göre yarattık.»

Âyetin açık anlatımından, her şeyin kader çizgisine göre gerçekleşe­ceği anlaşılmaktadır. Böylece kâinatta var kılınan her şey, önceden çizil­miş bir plâna ve belirlenmiş kadere göre yaratılmıştır.

Şüphesiz «kader» konusu oldukça zor ve karmaşıktır. Resûlüllah (A.S.) Efendimizden bu hususta kırka yakın hadîs rivayet edilmiştir. Aynı zamanda ashab-ı kiramın kaderle ilgili birtakım açıklamaları olmuştur.

O halde konu alabildiğine geniş ve esnektir. Üzerindeki yüz yılların inceleme ve araştırması ciltlerle kitap meydana getirmiştir.

Biz burada konunun detayına inmek istemiyoruz. Günkü hem yorucu olur, hem de tefsirimizin hacmi buna müsait değildir. Sadece Ehl-i Sün-net'in  görüş, yorum ve açıklamasının özetini  nakletmekle  yetiniyoruz:

«Cenâb-ı Hak henüz eşyayı yaratmadan önce, ezelî ilminde yer alan hilkat kanununun, pılân ve programının gereği, yaratacağı şeylerin mik­tarını, ölçü ve anlamını, amaç ve hikmetini, ahvâl ve zamanını, başlangıç ve sonunu bilmektedir. Yeryüzünde ne kadar insanın ne kadar süre yaşa­yacağını; herbirinin bulunacağı ortam ve şartlar düzeyinde hayatını nasıl düzenleyip değerlendireceğini; kendi irâde, aKıl, zekâ, düşünce ve duygu­suyla nasıl bir yo! izleyeceğini; ruhunda var olan Allah ve din duygusunu geliştirip geliştirmiyeceğini yine ezelî ve ebedî ilmiyle tesbît edip Levh-i Mahfuz'a yazmıştır. O'nun ilmi elbette yanılmaz, tesbitinde hatâ olmaz. Olaylar ancak O'nun tesbitine göre ortaya çıkar. İşte bu kaderdir. Ezelde bilinip yazıldığı için biz onları işlemiyoruz; işleyeceğimiz için yazılmıştır. Böylece küllî irâde bütün ortam ve şartlan, kaynak ve imkânları hazırlayıp insanoğlunun önüne koymuş ve onu birçok yeteneklerle donatmakla kal­mamış, bir de aklına ışık tutacak, yol gösterecek kitap indirmiş, peygam­ber göndermiş ve sonra da onu cüz'i iradesiyle başbaşa bırakmıştır.

Bunun için insanlar yaptıklarından sorumludurlar. Kendi irâde ve im­kânlarını kullanıp aklın rehberliğinde hareket ederek kendini hidâyet çiz­gisine getiren kişilere hidâyet kapısı  Allah dilerse açılır. O çizgiye kendini getirmeyenler dalâlette kalır.»

 

Hayır Ve Şerrin Allah'tan Olduğuna İman

 

Sahîh hadîslerle sabit olan İslâm'ın imânla ilgili bu şart ve esası, ko­nunun ilmî cihetini bilmeyen ve sadece cümlenin zahirine bakıp hüküm çıkarma cesaretinde bulunan bazı câhiller, «Allah şer işlemez ve şerri em­retmez. Onun için şerrin Allah'tan olduğu söylenemez» gibi birtakım yer­siz çıkış ve iddialarda bulunurlar. Oysa mesele ve cümlenin delâlet et­tiği mâna onların sandığı veya anladığı gibi değildir. Önce şunu belirte­lim ki, sözü edilen cümleyi reddetmek, Resûlüllah'ın (A.S.) beyânına karşı çıkmak olur ki bu son derece tehlikelidir.

Sonra da şöyle açıklayalım:

Kâinatta insanlardan yana hazırlanmış bir hayat kanunu vardır. Kur­an buna «sünnetullah» demektedir. Bu kanunlar değişmez ve hedefine doğru ilerler. İnsanoğlu akıl, irâde ve zekâsını peygamber haberiyle bir­leştirip sünnetullaha uyarsa, hem dünyada, hem de âhirette mutlu ve bahtiyar olur. Sözü edilen yeteneklerini aksi istikamette kullanır da sün­netullaha uymazsa, kendine şer kapısını açıp yazık etmiş olur. Sünnetul­lah kimseye uymaz, ama herkes mutlaka ona uymak zorundadır. Bu, öyle bir kanundur ki, ezelde sağlam bir plâna ve programa bağlanmıştır, artık değişmesi söz konusu olamaz.

İşte «hayır ve şerr Allah'tandır» sözünün gerçek anlamı ve hükmü budur. Yoksa Cenab-i Hak hiç kimseyi şerre itmez ve hiç kimseye hak­sızlık da etmez.

 

Kader Kelimesi Ve  Kavramı

 

«Kader» çok yönlü bir kavramdır. Sözlükte şu manalara delâlet eder:

a) Kaza ve hüküm,

b) ölçü ve miktar,

c)  güç ve takat,

d)  rızık taksimi..

Ancak  ilim adamlarından  bir  kısmı,  «kader»   ile  «kaza»   kavramları arasında fark bulunduğunu belirterek şöyle bir açıklamada bulunmuşlar­dır: Kader, CenâbHakk'ın olacak şeyleri ve olayları henüz meydana gelmeden bilip takdir etmesidir. Kaza, CenâbHakk'ın bilip takdir ettiği şey ve olayların vakti gelince ortaya çıkıp gerçekleşmesidir.

Özellikle son bir asır içinde yetişen müfesirlerimiz ve ilgili ilim adam­larımız, 49. ayette geçen «kadersin ikinci maddedeki mânaya delâlet et­tiğini dikkate alarak, kâinatta yaratılan her şeyin belli bir ölçü ve mikta­ra, denge ve düzene, sonra da ihtiyaca göre meydana getirildiğini belirt­mişlerdir.

Öyje ki, güneş ile dünya arasındaki uzaklık; yerkürenin 23 derece meyilli olması; atmosfer tabakasının kalınlığı ve oluştuğu gaz nisbeti; yer­yüzünün onda yedisinin denizlerle kaplı bulunması; karada ve denizdeki canlıların birbirlerini yemek suretiyle hem hayatlarını sürdürmeleri, hem de canlılar âleminde dengeyi sağlamaları hep belli bir plân ve programa göre ayarlanmıştır. Gelişigüzel, nisbetsiz, ölçüsüz ve hesapsız hiçbir şey yoktur.

Yeryüzünde bu denge ve düzeni bozan insanlardır. Ormanları yok et­mek suretiyle hem «erozyon» denilen toprak kayması ve aşınmasına, hem yağmur dengesinin bozulmasına, hem de oksijen kaynağı olup insanlara sağlık ve hayat veren bitki örtüsünün kalkmasına sebep olmuşlardır. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Önemli olan, ilâhî denge ve düzen ka­nunlarını bilip ona göre hayatımızı yönlendirmemizdir.

 

İlahî  Emir  Bir  Kelimeden İbarettir

 

«Bizim emrimiz ancak bir defadır, göz açıp kapamak gibi.»

Cenâb-ı Hak sonsuz ve sınırsız kudret sahibidir. Acizlik, bıkkınlık, yorgunluk, bitkinlik gibi beşerî sıfatlar ve arazlar O'na nisbet edilemez. O mutlaka ganî ve mutlak azizdir. Emri engelsiz olarak nafizdir; hükmü değişmez, sözü askıda kalmaz. Bir şeyi murad ettiğinde ona sadece «oi!» der, o da oluverir. Bu göz açıp kapama kadar seri ve anidir.

Ancak O'nun «ol» mânasına gelen «kün emri», iki türlü tecelli eder: Biri doğrudan, sebepleri oluşturmadan olayı, olacak ,şeyi bir anda mey­dana getirir. Mu'cize bu cümledendir. Melekût Âlemi'ne yönelen emirler de böyle.. İkincisi, daha çok madde âlemine yöneliktir, tecelli edince se­bep ve illetlerin oluşmasını sağlar.

Âhiret Âlemi'nde ise, birinci tecellide belirttiğimiz gibi, sebep ve il­letleri oluşturmaya yönelmeden,doğrudan irâde edileni vücuda getirir.

 

Tarihi Çok İyi  Bilmek Gerekir

 

And olsun ki biz sizin ni­ce benzerlerinizi yok ettik. Öğüt ve ibret alan yok mudur?”

Kur'ân, hayatın hedef ve amacından sapanları uyarırken sık sık ge­lip geçen millet ve kavimlerin yıkılıp yok edilmelerine dikkatleri çekmekte ve bunun sebeplerini araştırmamızı iihâm etmektedir. Öyle ki, Kur'ân, ilâ­hî hüküm gereği yok edilen bir milletin hayatının önemli safhalarına yer verir ve hangi sebeplerle kendilerini helak edilme çizgisine getirdiklerini açıklar. Sonra da onlardan geriye kalan harabeleri gezip görmemizi em­rederek birtakım öğüt alınacak bilgiler toplamamızda sayılmayacak fay­daların bulunduğuna dolaylı şekilde atıfta bulunur.

Şüphesiz bütün bunlar, tarihi çok iyi okumamıza, araştırıcı bir ruh taşımamıza ve tarih felsefesini bilmemize bağlıdır. Ancak o zaman tarihî kalıntılara ve benzeri eserlere baktığımızda öğüt ve ibret almamız ger­çekleşebilir.

 

Kâinat Çok  Hassas  Bir Saat Gibi İşliyor

 

«Onların işledikleri her şey defterlerdedir. Küçük-büyük her şey satır satır yazılıdır.»

Oluşturulan hayat sistemi akıllara durgunluk verecek bir duyarlılık düzeyinde çalışmakta ve her şey yüklendiği programı kusursuz yerine ge­tirmeye çalışmaktadır. Sonra da hayat çarkında ilâhî hitaba lâyık görü­len ve O'nun sayısız iltifatlarına erişen insanoğlu, diğer canlılara nisbetle ön safta bulunuyor ve büyük bir sorumluluk taşıyor. Zira varlıkta tesbit edebildiğimiz hemen her şeyin insandan yana yaratılıp onun hizmetine baş eğdirildiğini görüyoruz.

Bu kadar mazhariyetler içinde kâinatın özü ve mayası sayılan insan­oğlunun yüklendiği program nedir, ona neden bunca sorumluluk yönel­tilerek ilâhî hitaba muhatab tutulmuştur? Şüphesiz, o da Allah'ı bilip O'na ibâdet etmek ve O'nun adına yeryüzünde konuşup O'nun kuralların­dan yana buyruklarını yerine getirmek için yaratılmış ve bu doğrultuda ebediyen ilâhî rahmet ve inayete mazhar kılınması için de ondan yana son­suz bir hayat hazırlanmıştır.

O bakımdan insanın günlük, saatlik, hattâ aniık hayatı bütünüyle kontrol altında tutulmakta ve işlediği her şey anında tesbit edilip yazıl­maktadır. Bu kontrol ve yönlendirme, her yanıyla ona, yüklendiği progra­mı kusursuz yerine getirmeyi hatırlatmakta ve aksine bir yol izlemesi ha­linde hilkatinin hikmetinden uzaklaşacağını  ilham  etmektedir.

 

Hayatını  Takva Çizgisinde Tutanların  Mükâfatı

 

«Şüphesiz ki muttakîler (Allah'tan saygı ile korkup fenalıklardan sakınan mü'minler) cen­netlerde genişlik ve aydınlık içindedirler. Doğruluk makamında kuvvetli kudretli hükümdarın yanındadırlar.»

Takva: Bilindiği gibi, çok yönlü, çok manalı bir kavramdır. Özetliye-cek olursak, maksadı daha iyi anlamış oluruz. Şöyle ki, takva, tahkîk de: recesindeki imân atmosferi içinde Allah'tan saygı ile korkup her türlü şirkten, fenalıktan, ahlâksızlıktan sakınmak; kulluk görevini yerine getir­me azim ve gayretiyle farz ve vâcib ibâdetleri vaktinde yerine getirmek, sünnetleri ihmal etmeyip günlük hayatı kitap ve sünnete göre düzen ve dengede tutmaktır.

Kendini takvanın bu düzeyine getiren mü'minlere iki büyük ecir ve mükâfat vazedilmektedir;

a)  Geniş ve aydınlık cennet,

b)  Doğruluk makamında o çok kudretli, kuvvetli hükümdarın yanında

mutluluğa erişmek.

Zira bir insan için, kurtuluşun en büyüğü, Cennet'e erişmekse, saa­detin en büyüğü CenâbHakk'm iltifatına lâyık bir dereceye yükseltilmek­tir.

Kamer Sûresi'ne, ayın ikiye bölünmesiyle kıyametin yakın olduğu bil­dirilerek başlandı; Allah'a ve âhirete dosdoğru imân edip hayatını takva çizgisinde düzene sokan mü'minlere âhirette hazırlanan iki büyük mükâfat müjdelenerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; O'nun buyruklarını ümmetine kusursuz ve noksansız teb-lîğ eden Resûlüllah (A.S.) Efendimize de salât-ü selâmlar olsun.

 



[1] Tefsîr-i Kurtubî :   17/125

[2] Lübabu't.-tevil:  4/201

[3] Lübabu’t-te'vîl :  4/201    

[4] Müsned-i Bezzâr - Tefsîr-i İbn Kesîr :  4/260

[5] Müsned-i Ahmed :   3/223

 

[6] Müsned-i Ahmed : 3/223

[7] Buharî/tefsîr:54,münâkıb:27-Müslim/münafıkun:46-Ahmed:3/207/220                                                              

[8] Buharî/tefsir : 54- Müslim/münafıkun: 47- Tirmizî/tefsir : 54-'Ahmed:1-/447-3/275-4/82

[9] Buharî: İbn Abbas (R.A.)dan

[10] Müslim/münafıkun:  44- Tirmizî/tefsîr :' 54- Ahmed:   1/447

[11] Müslim/münafıkun : 43, 47, 48- Buharî/menâkıb : 27, 36, tefsîr : 54- Ah­med :   1/377,  413-3/279,   287-4/82.

[12] Müsned-i Ahmed :  4/82

[13] Bilgi için bak : Şuârâ Sûresi:  116. âyetin tefsiri.

[14] Bilgi için bak :  Hûd Sûresi :  36. âyetin tefsiri

[15] Bilgi için bak : Nuh Sûresi : 26. âyetin tefsiri

[16] Bilgi için bak:  Tefsîr-i Kurtubî :   17/133- Tefsîr-i Merâğî :  27/84

[17] Tirmizi/kader :   16-  Ahmed :   1/330-  2/90,  125,  181-5/90

[18] İbn Mâce/mukaddeme :   10, 35- Ahmed :  2/86- 5/407

[19] İbn Mâce/mukaddeme : 10- Ahmed : 1/97, 133

[20] Müslİm-kader :   16- Tirmizî/kader :   18- Ahmed ;  2/169