KAMER SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sure ile İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Surenin Fazileti: 2

Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi: 3

Açıklaması: 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 5

Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1- Nuh Kavminin Kıssası: 6

Belagat: 6

Kelime ve İbareler: 6

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 8

Hud Kavmi Âd'ın Kıssası: 8

Kelime ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki: 9

Açıklaması: 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9

Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası: 10

Kelime ve İbareler: 10

Ayetler Arası İlişki: 10

Açıklaması: 10

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 11

Lût Kavminin Kıssası: 12

Kelime Ve İbareler: 12

Ayetler Arası İlişki: 13

Açıklaması: 13

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 14

Firavun Kavminin Kıssası: 14

Kelime ve İbareler. 14

Açıklaması: 14

Ayetlerden Çıkan Hüküm ve Hikmetler: 15

Kureyş Müşriklerine Sitem, Müttekilerin Ve Mücrimlerin Görecekleri Karşılığın Beyanı: 15

Belagat: 15

Kelime ve İbareler: 15

Nüzul Sebebi: 16

Ayetler Arası İlişki: 16

Açıklaması: 16

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 19


KAMER SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Peygamberinizin mucizelerinden biri olan kamer (ay)ın yarılmasına dair haberi ile başladığı için Kamer suresi adını almıştır. [1]

 

Önceki Sure ile İlişkisi:

 

Önceki surenin sonunda ve bu surenin başında kıyametin yaklaştığı bildirilmiştir. Meselâ Necm suresi 57. ayette 'Yaklaşan yaklaştı" derken bu surenin ilk ayetinde de "Saat (kıyamet) yaklaştı." denilmektedir. Ancak bu surede kıyametin yaklaştığına dair bir delil zikredilmiştir ki bu "Ay ayrıl­dı" ayetidir. Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre Enes şöyle dedi: "Kâfir­ler Rasulullah'tan (peygamber olduğuna dair) bir delil istediler, bunun üze­rine ay iki defa yarıldı."

2- Nasıl ki peşpeşe gelen Şems (güneş), Leyi (gece), Duha (kuşluk vak­ti) sureleri ve bunlardan önce geçen Fecr (şafak vakti) suresi arasında isimlendirmelerde bir yakınlık ve uyum görülüyorsa aynı şekilde Necm (yıldız) suresi ile Kamer suresi arasında da isimlendirme bakımından bir münasebet ve güzel bir uyum bulunmaktadır.

3- Önceki surede peygamberlere iman etmedikleri için helak edildikle­rine kısaca işaret edilen Ad, Semud ve Nuh kavimlerinin helak edilişleri bu surede genişçe anlatılmaktadır. Necm'den sonra Kamer suresinin gel­mesi En'âm'dan sonra Araf in, Furkan'dan sonra Şuarâ'nın ve Yasin'den sonra Sâffât'ın gelmesine benzer. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Diğer Mekkî sureler gibi bu surenin de konusu İslâm akidesinin esas­larını yerleştirmektir: Kur'an-ı Kerim'in vahiy ile indirilişi ve onun ayetle­rini inkâr edenlere yönelik tehdit ile başlamış, kıyamet gününde mutlaka görülecek ceza ile, kâfirlere verilecek azabın ve müttakilere verilecek ve ik­ram edilecek olan sevapların çeşitlerinin tasviri ile bitmiştir.

Sure ilk olarak kıyamet vaktinin yaklaştığım ve bunun delilini -ki bu, Rasulullah'ın büyük mucizelerinden biri olan ayın yanlmasıdır- müşrikle­rin bu mucize karşısındaki tutumlarını, onu bir sihirdir diye yorumlamalannı ve Kur'an-ı Kerim'de bulunan caydırıcı azap ve tehditlerden gafil ol­duklarını haber verir.

Bunun ardından, duyguları sarsan korkulan alevlendiren ve kıyametin dehşetleriyle gönüllere korku ve telaş dolduran ifadelerle, onların çekirge sürüleri gibi koşarak zelil bir şekilde mahşere toplanacakları konusunda müşrikleri uyarmasını ve onlardan yüz çevirmesini Rasulullah'a emreder.

Sonra, peygamberlerine iman etmemelerinin bir cezası olmak üzere Nuh, Âd, Semud kavimleri, Lût ve Firavun'un kavimleri gibi geçmiş millet­lerin başına gelen azabın bir benzerinin Mekke kâfirlerinin başına da gele­bileceği uyarısını yapar ve her bir kıssayı ayrı ayrı tafsil ettikten sonra her birinin sonunda insanı hayret ve dikkate sevkeden korkutucu bir üslûpla "Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş" mealindeki ayeti getirir. Hemen devamında da "Andolsun ki biz Kur'anı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde bir düşünen var mı?" ayetini zikreder.

Sonra Kureyş müşriklerini bu uyandan gafil olduklan için azarlar ve o kavimler benzer bir şekilde helak edilebilecekleri konusunda onlan uya-nr. Bu helak, dünyada öldürülme ve hezimete uğramadır. Ahiret azabı ise daha belâlı ve daha acıdır: Onlar yüz üstü sürünerek, zelil ve hakir bir şekilde cehenneme atılacaklardır. Dünyada dalâlet içinde olan bunlar, ahi-rette de ateş içinde olacaklardır.

Sure şu hususlan beyan ederek bitmektedir: Eşyanın yaratılmasında­ki ölçü ve denge, Allah'ın emir ve iradesinin göz kırpması gibi bir sürat içinde yerine gelmesi, azgın kavimlerin helakinden ders ve ibret alınması zarureti, beşerin bütün amellerinin muhafaza altındaki sicil defterlerinde bulunduğu ve müttakilerin kudretli ve her şeye malik olan Rableri katın­daki cennetlerle, ikramlarla müjdelenmesi.

Kısaca, bu sure müjdelerle ve tehditlerle, geçmiş toplumlann haberle­rinden alınacak ders ve ibretlerle, müşriklerin de benzeri musibetlere uğ­rayabilecekleri tehditleri ile ve cennette muttekilere yapılacak ikramlara dair müjdelerle doludur. [3]

 

Surenin Fazileti:

 

Kaf suresinin faziletini beyan ederken de geçtiği gibi Ahmed bin Han-bel, Müslim ve dört Sünen sahihlerinin Ebu Vâkid el-Leysî'den rivayet et­tiklerine göre Rasulullah (s.a.) Ramazan ve Kurban bayramı namazlannda Kaf ve Kamer surelerini okurdu. Aynca yine bu sureler müjde ve tehdit, varlıklann yaratılması ve öldükten sonra tekrar diriltilmesi, tevhid, pey­gamberliğin ispatı ve başka çok önemli maksatlan ihtiva etmeleri hasebiy­le cumalarda, bayramlarda ve büyük toplantılarda da okunurdu. [4]

 

Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı:

 

1- Saat yaklaştı ay ayrıldı.

2- Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve "Kuvvetli bir sihirdir." derler.

3- Tekzib ettiler. Hevalarma uydular. Halbuki her iş bir gayeye bağlıdır.

4- Andolsun ki onlara, (inkârdan) vaz geçirecek nice mühim haberler gelmiştir.

5- Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu hadise)ler asla fayda vermiyor.

6- O halde onlardan yüz çevir. O da­vet edicinin görülmemiş, tanınma­mış bir şeye davet edeceği gün,

7- Gözleri zelil ve hakir olarak ya­yılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkaracaklar.

8- O davet ediciye koşarak, içlerin­den kâfir olanlar "Bu çok zor bir gün" diyecek.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Saat" yani kıyamet "yaklaştı, ay ayrıldı." Buhari ve Müslim'in rivaye­tine göre müşrikler Rasulullah'tan peygamber olduğunu gösteren bir delil istediler. Bunun üzerine ay bir parçası Ebu Kubeys, diğeri Kuaykân dağı üzerinde olmak üzere ikiye ayrılıverdi.

"Onlar" Muhammed (s.a.)'in peygamberliğine işaret eden "bir mucize görürlerse yüz çevirirler ve kuvvetli" ve devamlı "bir sihirdir, derler."

Peygamberi "tekzip ettiler", şeytanın süslediği vesveselere kapılarak "hevalarına uydular" ve hak apaçık ortada olduğu halde reddettiler. "Hal­buki" hayır olsun şer olsun "her iş bir gayeye bağlıdır." Yani hayır ve serden her biri ya dünyada Allah'ın yardımına veya yardımsız bırakmasına, ya da ahirette saadet veya şekavete götürüp Bir başka ifadeyle her şey mutlaka üzerinde istikrar bulacağı bir sonuca doğru gider.

"Andolsun ki onlara (inkârdan) vazgeçirecek" geçmiş ümmetlerin haherlerinden, peygamberlere inanmadıkları için başlarına gelen azap ve he­lak edilmelerine dair "nice mühim haberler gelmiştir."

"Ki" her biri "gayesine ermiş" son derece muhkem ve kusursuz "bir hikmettir. Fakat tehdit eden" bu uyarılar, onlara "asla fayda vermiyor."

Bu uyarılar onlara fayda vermeyeceğine ve sen de bunu bildiğine göre "o halde onlardan yüz çevir." Onlarla cedelleşme. "O davet edicinin" İsra­fil'in "görülmemiş, tanınmamış" korku ve ürperti verici "bir şeye davet ede­ceği gün, gözleri zelil ve hakir olarak yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden çı­kacaklar. O davet ediciye koşarak" boyun eğerek gidecekler ve "içlerinden kâfir olanlar" bu çok zor bir gün diyecek." Nitekim Müddessir suresinin 9-10. ayetlerinde o günün zorluğu şöyle ifade ediliyor: "İşte o gün zorlu bir gündür. Kâfirlere (hiç de) kolay değildir." [5]

 

Nüzul Sebebi:

 

"Saat yaklaştı, ay yarıldı." ayetinin (1. ayet) nüzul sebebi ile ilgili olarak Buhari, Müslim ve Hakim'in rivayetlerine göre İbni Mes'ud şöyle dedi: Rasulullah hicret etmeden önce idi. Mekke'de Ay'ı ikiye ayrılmış ola­rak gördüm. "Aya sihir yapıldı." dediler. Bunun üzerine "Saat yaklaştı, ay ayrıldı." ayetleri indi.

Tirmizî'nin Enes'ten rivayet ettiğine göre Mekkeliler Rasulullah'tan bir delil istediler de Ay iki defa, ikiye ayrıldı. Bunun üzerine Kamer suresi­nin ilk iki ayeti indi.

Muhammed bin Cerir, Ebu Davud et-Tayâlisî ve Beyhakî'nin rivayet­lerine göre Abdullah bin Mes'ud şöyle dedi: Rasulullah'ın döneminde Ay ikiye ayrıldı. Kureyş: "Bu İbni Ebî Kebşe'nin bir sihridir, sizi büyüledi, se-ferdekilere de sorun bakalım." dediler. Sordular. Onlar da "evet gördük" de­diler. Bunun üzerine Kamer suresinin ilk iki ayeti indi. [6]

 

Açıklaması:

 

"Saat yaklaştı" Yani kıyamet yaklaştı, dünyanın yıkılma zamanı yak­laştı. Yani dünyanın geçen ömrüne nispetle Rasulullah'ın peygamberliğin­den sonra kalan kısmı kıyamete yakındır. Nitekim ayet-i kerimelerde: "in­sanlara hesapları yaklaştı, halbuki onlar hâlâ gafletle yüz çeviriyorlar." (Enbiya, 21/1); "Allah'ın emri geldi, öyleyse onu acele istemeyin." (Nahl, 16/1) buyrulmaktadır.

Ebu Bekir el-Bezzar'ın Enes'ten rivayetine göre bir gün Rasulullah (s.a.) ashabına bir konuşma yaptı, güneş batmak üzere idi. Çok az bir parçası kal­mıştı, şöyle buyurdu: "Nefsim kunret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, dünyanın geçen ömrüne nispetle geri kalan ömrü sizin şu geçen gününüze nispetle, kalan kısmı gibidir. Güneşin çok az bir kısmını görebiliyoruz."

Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Müslim'in Sehl bin Sa'd'dan yaptıkları şu rivayet bunu destekliyor. Sehl şöyle dedi: Rasulullah'ı dinledim şöyle di­yordu: "Şehadet parmağı ile orta parmağını işaret ederek "Benim gönderili­şimle kıyamet böyledir." Deniliyor ki bundan maksat kıyametin kopmasıdır.

Sonra Allah, peygamberin bir mucizesi olmak üzere ayın ikiye ayrılma­sını şöyle haber verdi: "Ay ayrıldı." Yani Rasulullah'ın bir mucizesi ve kıya­metin yakın olduğuna ve mümkün olduğuna açık bir delil olmak üzere ay ikiye ayrıldı. İbni Kesir şöyle dedi: Sahih senedlerle mütevatir hadislerde va-rid olduğu gibi bu olay Rasulullah zamanında oldu. Âlimler arasında bu itit-fakla kabul görmüş bir husustur. Ve yine bu hadise büyük mucizelerden biri­dir.[7] On dört asırdan fazla bir süre geçmiş olmasma rağmen kıyamet kop-madığına göre "yaklaştı" denilmesi "Her gelecek yakındır" esası itibariyledir.

Ahmed bin Hanbel, Buhari, Müslim ve başkalarının Enes'ten yaptık­ları rivayete göre Mekke halkı Rasulullah'tan kendilerine bir delil göster­mesini istediler, o da onlara ikiye ayrılmış halde ayı gösterdi. Öyle ki Hira dağım iki parçanın arasında gördüler.

Yine Buhari ve Müslim, İbni Mesud'un şöyle dediğini rivayet ettiler: Ay ikiye ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, diğeri aşağısında idi. Bunun üzerine Rasulullah: "şahid olun" dedi.

Zayıf bir görüşe göre de maksat gelecekte ikiye ayrılacağını haber ver­mektir. Sonra Allah bu mucize karşısında kâfirlerin tavrını ve inadını ha­ber vererek şöyle buyurdu:

"Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve kuvvetli bir sihirdir der­ler. " Yani müşrikler peygamberliğe dair bir alâmet, peygamberin doğrulu­ğuna dair bir delil görseler bunları tasdik ve iman etmemekte direnirler ve "bu, bütün sihirlerin üstünde kuvvetli bir sihirdir" diyerek yüz çevirirler.

Bu ayet delil isteyen müşriklere bir cevaptır. Tefsir âlimleri şöyle dedi­ler: Ay ikiye ayrıldığı zaman müşrikler "Muhammed bizi büyüledi." dediler. Bunun üzerine "bir ayet görseler..." yani ayın ikiye ayrılışını görseler ayeti indi. Sonra Allah şu sözü ile onların tutumuna daha da açıklık getirdi:

"Tekzip ettiler, nevalarına uydular. Halbuki her iş bir gayeye bağlıdır." Yani hak kendilerine geldi de onlar iman etmediler ve cahillikleri ve akılla­rının ermemesi sebebiyle Muhammed (s.a.) sihirbazdır veya kâhindir di­yerek hevâ ve görüşlerinin kendilerine gösterdiği şeylere uydular. Sonra Allah onları tehdit etti ve onlara her işin kendisine benzer bir gayede nok­talandığını yani hayrın hayırlı insanlarda, şerrin de şerli insanlarda karar kıldığım haber verdi. "Her iş bir gayeye bağlıdır." cümlesi müstakil bir cümledir. Bu cümle, kâfirlerin Hz. Peygamber'i tekzip edip iman etmemele­rinin kendilerine hiçbir faydası olmayacağı, çünkü her işin mutlaka bir hedefi olduğu, Peygamber'in işinin de kendisinin hak üzere, onların ise batıl yolda olduklarını ortaya çıkaracak bir noktada sonuçlanacağı konusunda onlara bir cevaptır.

Yine bu cümle Rasulullah'a bir teselli ve zaferin dünyada kendisinin olacağının, ahirette de kendisine ve tâbi olanlara yüksek dereceler ve cen­net verileceğinin bir müjdesidir.

Sonra Allah inkâr ve sapıklık üzerinde ısrar ettikleri için müşrikleri azarlayarak şöyle buyurdu: "Andolsun ki onlara, vazgeçirecek nice mühim haberler gelmiştir." Yani Kur'an-ı Kerim'de Mekke kâfirleri ve emsaline on­ları kötülükten men edecek, içinde bulundukları şirkten, putperestlikten, isyandan ve peygamberi yalanlamaya devam etmekten alıkoyacak, caydı­racak ve onlara ders olacak, peygamberine iman etmedikleri için azap ve cezaya çarpılan kavimlere ait nice haberler gelmiştir.

Ve Allah bu haberleri şöyle vasıflandırdı:

"Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu hadi­seler asla fayda vermiyor." Yani Kur'an'daki bu haberler ve ihtiva ettikleri ibret, ders ve hidayet her biri beyanın zirvesine ulaşmış, herhangi bir ku­sur ve noksanı bulunmayan mükemmel birer hikmettir. Ancak bu uyanlar inatçılar için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü onların bu inadıdır onları hak­tan uzaklaştıran. Bu manaya göre "Femâ-tüğni'n-nüzür"deki "mâ" nâfiye-dir. İstifham-ı inkârî olması da sahihtir. O takdirde mana şöyle olur: Bu haddini bilmez kâfirlere hangi şey veya hangi uyarı fayda verir? Sen ey peygamber, üzerine düşeni yaptın, açık açık delillerle peygamberliğini bil-dirdin, geçmiş ümmetlerin başlarına gelenleri onlara haber verdin; fakat hiç fayda vermedi.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Bu ayetler ve uyarılar inanmaya­cak bir kavme fayda vermez." Veya "ne fayda verir?" (Yunus, 10/101).

İşte bütün bunlardan sonra Allah, Peygamber'ine onlarla uğraşmak­tan vaz geçmesini emrederek şöyle buyurdu:

"O halde onlardan yüz çevir. O davet edicinin görülmemiş, tanınmamış bir şeye davet edeceği gün." Yani, ey Muhammed, bırak onları, onları davet edeceğim diye kendini yorma, çünkü uyanlar onlarda hiçbir tesir bırakma­dı. Onlan bekle, İsrafil'in, korkunç şeye çağıracağı o günü hatırla. O gün, çetin hesap günü ve dehşetli manzaralar ve imtihanlar günüdür. "Gözleri zelil ve hakir olarak yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkacaklar." Yani bu kâfirler işte o gün hor ve hakir gözleri yerde bu hal üzre kabirlerinden çıkarlar. Onlar çokluklan, düzensizlikleri, dağınıklıkları, çağıncının dave­tine uyarak hesap yerine doğru hızlıca ilerlemeleri ile her tarafa yayılmış, birbirine kanşmış çekirge sürülerinrandınrlar.

"O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olacak." (Kana, 101/4) ayeti de bu ayetin benzeridir.

"O davet ediciye koşarak, içlerinden kâfir olanlar "bu çok zor bir gün" diyecek." Yani davetçiye koşarak, gecikmeden giderler. Kâfirler der ki: "Bu, kâfirler için korkunç ve zor bir gündür." Lâkin müminler için çetin değildir. Burada davetçi, İsrafil'dir.

Bu ayetin bir benzeri de: "İşte o (gün) kâfirlerin aleyhinde pek çetin bir gündür. Kolay değil." (Müddessir, 74/9-10) ayetleridir. Bunun mefhumu de­lâlet ediyor ki o gün müminler için kolay hafif bir gündür. [8]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Kıyamet vaktinin yaklaşması. Her gelecek yakındır. Bu ayet ve ben­zerlerinin üzerinden onlarca asır geçmesi, beş milyar sene olduğu tahmin edilen dünyanın ömründe hiçbir şey sayılmaz.

2- Rasulullah'ın bir mucizesi olarak Mekke'de ayın ikiye ayrılması ha­disesi. Kurtubî şöyle der: Adalet sıfatını hâiz ravilerin ayrı ayrı nakletmesi ile sabittir ki Mekke'de ay ikiye ayrılmıştır. Ayetin zahiri de bunu ifade et­mektedir. Bunu herkesin görmüş olması lazım gelmez. Çünkü bu gece mey­dana gelmiş bir mucizedir ve müşriklerin meydan okuması sırasında Hz. Peygamberin Allah'tan istemesi üzerine vaki olmuştur.[9]

Razî de şöyle der: Tarihçilere gelince, onlar bu haberi kabul etmediler. Çünkü çoğu zaman tarihleri gökbilimciler kullanır. Bu hadise de meydana geldiği zaman bu ay tutulması gibi bir şeydir veya gök yüzünde başka bir yerde yarım ay şeklinde bir şey zuhur etmiştir, dediler ve bunu tarihlerinde nakletmediler. Ama Kur'an-ı Kerim en kuvvetli delildir ve bunun en kuvvetli ispat edicisidir. İmkân dahilinde olmasında ise, şüphe yoktur, sâdık peygam­ber de bunu haber verdiğine göre vaki oluduğuna inanmak farz olur.[10]

Ayın ikiye ayrılması ile ilgili haberler mütevâtir değil âhad haberlerdir diyenlere göre, bu hususta sünnette tevatür bulunmaması ve bu ayetin de bu konuda nas olmaması dolayısıyla bu mucizeyi inkâr eden tekfir edilmez.

3- "Bir ayet görseler, yüz çevirirler." ayeti gösteriyor ki müşrikler ayın ikiye ayrılışını gördüler. İbni Abbas şöyle dedi: Müşrikler Rasulullah'ın ya­nında toplandılar ve "Doğru isen ayı bize ikiye ayınver; yansı Ebu Kubeys diğer yarısı da Kuaykaân dağı üzerinde olsun" dediler. Rasulullah (s.a.) on­lara "Bunu yaparsam iman eder misiniz?" dedi. Onlar da "Evet" dediler. Ayın on dördü idi. Rasulullah (s.a.) onların bu isteğini kendisine vermesini Allah'tan niyaz etti. Bunun üzerine ay iki parçaya ayrıldı. Rasulullah müş­riklere isim isim sesleniyor ve "Ya fiilân, ya fülân şahid ol!" diyordu. Nüzul sebebinde geçen İbni Mes'ud hadisi de4mnu teyid etmektedir.

4- Müşrikler ayın ikiye ayrılması mucizesini "Bu, kuvvetli, iyi, usta işi bir sihirdir." demekten başka yalanlama yolu bulamadılar. Ayette geçen "müstemirun" kelimesinin aslı "el-mirratü"dür. Bu "kuvvet" veya "devamlı, ardı arası kesilmeyen, geçerli" manalarına gelir. Veya bu kelimenin aslı "geçti, gitti" manasına gelen "merre"dir. Buna göre "sihrun müstemirrun" "geçip giden sihir" demek olur.

5- "Ayın bölünmesi, zaman zaman meydana gelen tutulmalardan biri­dir" demek suretiyle müşrikler peygamberlerine inanmadılar, sapıklıkları­nın, tercihlerinin ve batıl görüşlerinin peşine gittiler.

6- Allah "Her işin varıp karar kılacağı bir yer vardır." demek suretiyle onları tehdit etti. Yani her iş, o işi yapanı bir yere götürür. Hayır, hayır sahibi­ni cennette, şer, şer yapanı cehennemde karar kıldırır. Her iş bir hedefe doğru gider. Muhammed (s.a.)'ın işi de hakikat olduğunun anlaşılacağı bir noktaya doğru gidecek. Aynı şekilde müşriklerin işi de batıl hali üzre kalacak.

7- Uyarılanların, mazereti bitmiştir. Bu kâfirlere de -kabul etseler-kendilerini inkârdan men edecek önceki milletlerin haberlerinden geldi. Peygamber onlara kıyametin yaklaştığını haber verdi, kendisinin davasın­da doğru olduğuna dair delil getirdi, geçmiş milletlerin hallerini, ahiretin dehşetlerini anlatarak onlara nasihatte bulundu.

8- Kur'an-ı Kerim'deki bu haberler veya Kur'an'ın bizzat kendisi mü­kemmellikte ve beyanda zirveye ulaşmış bir hikmettir.

9- Kâfirler inanmazlar, muhalefet ederler, inatlaşırlar ve inkârları üz­re ısrar ederlerse, uyanların onlara faydası olmaz.

10- Kâfirlerin durumu bu olunca ey Muhammed! Onlarla mücadeleyi, onlara delil getirmeyi bırak, onları ve onların halini sorma, İsrafil'in, kor­kunçluğundan dolayı hoşlanmayacakları o feci, büyük ve çetin şeye çağıra­cağı günü hatırla, ki o hesap durağı ve kıyamet günüdür.

11- Kıyamet günü kâfirler kabirlerinden her tarafa yayılmış çekirge sürüleri gibi dalga dalga, gözleri yerde zelil bir halde çıkacaklar. Yine bir başka ayette Allah "O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olacak." (Kâria, 101/4) buyuruyor. Kurtubî şöyle dedi: Bu ikisi iki ayrı zamanda iki ayrı sıfattır:

Birincisi: Kabirden çıkış esnasında. Korku içinde çıkacaklar, ne tarafa gideceklerini bilemeyecekler, birbirine karışacaklar. İşte o zaman dağınık kelebekler gibi kimin ne yöne gittiği belli olmayacak.

İkincisi: İsrafil'in sesini duyunca o tarafa doğru yönelecekler. İşte o za­man yayılmış çekirgeler gibi olacaklar. Çünkü çekirgenin hangi cihete gi­deceği belli olur.                          

Bunlar yürürken hızlı gidecekler ve karşılaştıkları sıkıntılardan dola­yı "Kıyamet günü çok zor bir günmüş." diyecekler. [11]

 

Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1- Nuh Kavminin Kıssası:

 

9- Onlardan evvel Nuh kavmi tek­zip etti, onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler ve "Mecnun" dediler. O, vazgeçirilmişti.

10- Nihayet o da Rabbine "Ben haki­katen mağlubum, artık intikamı sen al." diye dua etti.

11- Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık.

12- Yeri de kaynaklar halinde fış­kırttık da su takdir edilmiş bir emir üzerinde birleşiverdi.

13- Onu levhalar ve çivilerle yapıl­mışa (gemiye) yükledik.

14- Ki (o gemi) narkörlük edilmiş bulunan (Nuh'a) mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.

15- Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşünüp ibret alan var mı?

16- Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş!

17- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırmışızdır. O hal­de bir düşünen var mı?

 

Belagat:

 

"Gök kapılarını açtık." sözü temsilî istiaredir. Bulutlardan yağmurun bolca boşalması kapakları açılmış nehrin sularının akışına benzetilmiştir.

"Onu levhalar ve çivilerle yapılndşa yükledik" sözü tahta ve çivilerden meydana gelen "gemi"den kinayedir. [12]

 

Kelime ve İbareler:

 

Ya Muhammed "onlardan" yani kavmin Kureyş'ten "evvel Nuh kavmi" peygamberleri "tekzip etti. Onlar kulumuzu" Nuh'u "yalancı saymakta ıs­rar ettiler ve mecnun dediler. O" çeşitli ezalar ve uygunsuz sözler yüzünden tebliğden "vazgeçirilmişti" engellenmişti.

"Nihayet o da" kavminin iman etmesinden ümidi kestikten sonra "Rabbine "Ben hakikaten mağlubum" kavmim bana galip geldi, "artık inti­kamı sen al" diye dua etti." Rivayete göre bazan onlardan biri Nuh'la karşı­laştığında onu yakalayıp boğazını sıkıyor, baygın düşüyordu. Ayıldığında "ey Rabbim kavmimi affeyle, çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua ediyordu.

"Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık. Yeri de" her yerini "kaynaklar halinde fışkırttık da su" ezelde "takdir edil­miş bir emir", bir hal "üzerinde birleşiverdi." Gökten inen su ile yerden fış­kıran kavuştu.

"Onu" yani Nuh'u "levhalar ve çivilerle yapılmış" muhkem bir gemiye "yükledik. Ki" o gemi kendisine kavmi tarafından "nankörlük edilmiş bulu­nan" Nuh'a "mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde" bizim himaye­miz ve gözetimimiz altında "akıp gidiyordu."

"Andolsun ki biz bunu" bu gemiyi ibret alanlara "bir ayet olarak bırak-mışısızdır. O halde bir düşünüp ibret alan var mı? Ki benim azabım ve teh­ditlerim nice imiş?" Bu sorudan maksat muhatabı, Nuh peygamberi tekzip edenlerin başına bu azabın indiğini ikrar ettirmektir.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde bir düşünen var mı?" [13]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah, peygamberlerine inanmayan geçmiş ümmetlerin haberlerini kı­saca verdikten sonra bu haberlerin bazılarını daha geniş bir şekilde tekrar zikretti. Bunlar Nuh, Âd, Semud ve Lût kavimlerinin kıssaları olmak üze­re dört tanedir. Bu kıssaların zikrinde iki maksat vardır: Geçmiş peygam­berlerin kavimleri ile halleri ne idi ise Rasulullah'ın halinin de aynı oldu­ğunu beyan etmek, böylece Mekke müşrikleri ve diğer kâfirlere peygam­berleri Muhammed (s.a.)'e inanmamaları halinde başlarına azap geleceğini bildirmek. [14]

 

Açıklaması:

 

"Onlardan evvel Nuh kavmi tykzib etti, onlar kulumuzu yalancı say­makta ısrar ettiler ve "mecnundur" dediler. O, vazgeçirilmişti." Yani ey Mu­hammed (s.a.) senin kavminden önce Nuh kavmi tekzip etti. Onlar kulumuz Nuh (a.s.)'ı tekzip ettiler, onu mecnunlukla itham ettiler, "şayet bun­dan vazgeçmezsen ey Nuh kesinlikle taşlananlardan olacaksın." (Şuara, 26/116) diyerek çeşitli ezalarla, çirkin sözlerle, korkutmalarla onu davetini tebliğ etmekten caydırmaya, alıkoymaya ve engellemeye çalıştırlar.

"Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti" sözünden sonra "onlar kulu­muzu yalancı saymakta ısrar ettiler." sözünün zikredilmesi tamimden son­ra tahsistir. Yani bütün peygamberler tekzip edilmiştir, bu yüzden Nuh'u da tekzip ettiler, demektir. "Kulumuz" ifadesi ona bir şeref atfetmek ve o gün insanlar içinde bu gayeyi (kulluğu) gerçekleştirenin sadece o olduğuna ve o an için yer yüzünde ondan başka Allah'a ibadete çağıran kimse olma­dığına dikkat çekmek içindir. Ama onu da tekzip ettiler.

"Nihayet o da Rabbine "Ben hakikaten mağlubum, artık intikamı sen al" diye dua etti." Yani Nuh (a.s.) "Ben zayıf düştüm, bu adamlara mukave­met edemiyorum dinini sen destekle, nezdinden bir azap indirerek benim için onlardan intikam al." diyerek Allah'a dua etti. Nuh onlara karşı bu yardımı ancak onların isyanını, serkeşlik ve sapıklıktaki ısrarlarını gör­dükten sonra istedi. Hemen Allah da şu sözleriyle duasını kabul ediverdi:

"Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını aç­tık. " Yani onların üzerine bardaktan boşanırcasma çok ve bol su indirdik. Çok yağmur yağdığı zaman "Yağmur oluktan akıyor" veya "bardaktan boşanırcasma yağıyor" denildiği gibi, ayette bu ifadenin kullanılması da mecazen gökten çok su döküldüğünü ifade etmektedir.

"Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık da su takdir edilmiş bir emir üze­rinde birleşiverdi." Yani bütün yeryüzünü fışkıran gözeler, kaynayan kay­naklar haline getirdik de göğün ve yerin suyu, Nuh kavmi hakkında ezelde takdir edilmiş, verilmiş hüküm üzere birleşiverdi. Allah onların böyle ya­pacağını bildiği için helak hükmünü ezelde verdi.

Bu, onların cezalandırılmasına ve onlardan intikam alınmasına delil­dir. Sonra Allah Nuh'u nasıl kurtardığını zikrederek şöyle buyurdu:

"Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik." Yani Nuh'u geniş tahta­lardan ve çivilerden yapılmış olan gemiye bindirdik. Bu veciz ifade, sözün fesahat ve güzelliğine delâlet eder.

"Onu ve gemidekileri kurtardık." (Ankebut, 29/15) ayeti de bu ayetin benzeridir.

"Ki (o gemi) nankörlük edilmiş bulunan (Nuh)'a mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu." Yani kavminin Allah'ı inkâr et­mesine karşılık Nuh'a mükâfat ve ona yardım olmak üzere gemi bizim hi­mayemiz ve gözetimimizde seyrediyordu. İşte bu Allah'ın bir nimetidir, peygamberi tekzip etmek ise nankörlüktür ve bu nimeti inkârdır.

Bu hadise, birtakım neticeler elde edebilmek için onun sebeplerini ortaya koymanın bir zaruret olduğuna delildir. Böyle bir şey aynı zamanda Allah'ın himayesine, yardımına ve korumasına da muhtaçtır.

Sonra Allah gemiyi daha sonraki nesillere ibret olarak bıraktığını şöy­lece ifade etti:

"Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşü­nen var mı?" Yani gemiyi ibret alabilenlere, bir ibret olsun diye bıraktık. Diğer bir manaya göre, biz yaptığımız bu fiili ibret ve ders olarak bıraktık. Var mı bu ayetten ibret ve ders alan?

Katade şöyle dedi: Allah, Nuh'un gemisini daha sonraya bıraktı, hatta bu ümmetin ilk nesli ona yetişti ve onu gördü. Hafiz İbni Kesir Katade'nin bu sözüne atıfta bulunarak şöyle dedi: Anlaşılan o ki bırakılan bu "ge-mi"den maksat Nuh'un gemisi değil gemi cinsidir. Nitekim başka ayetlerde şöyle deniliyor: "Onlara bir ayet (kudretimizi gösteren alâmet) de zürriyetle-rini o dolu gemide taşımamız ve kendilerine bunun gibi binecek şeyleri ya-ratmamızdır." (Yasin, 36/31-32); "Gerçekten biz su taştığı zaman sizi gemide taşıdık." (Hakka, 69/12)[15] Bu sebeble işte tam burada Allah şöyle buyurdu:

"O halde bir düşünüp ibret alan var mı?" Yani bu ayetlerden, Allah'ın kudretine delâlet eden bu hadiseleri düşünüp ibret alan, ders çıkaran var mı?

"Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş." Yani ey bunları dinleyen kişi düşün, beni inkâr edene, peygamberlerime inanmayana, uyarıcılarım peygamberlerin getirdiklerinden ders almayana azabım nasıl imiş, onlara nasıl destek olmuşum, intikamlarını nasıl almışım? Bir diğer izaha göre "benim uyarılarım nasılmış düşünün?" Buradaki istifham (soru) tevbih ve tahvif (azarlama) ve korkutma içindir. Ayette "tehditlerim" kelimesinin ce­mi gelip de "azabım" kelimesinin müfred gelmesinde rahmetin gazaba üs­tün geldiğine işret vardır, çünkü tehditler, uyarılar, şefkat ve merhametten kaynaklanmıştır.

"Andolsun ki biz Kur'anı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde bir düşünen var mı?" Yani ezberlenmesini kolaylaştırdık, kelimelerinin söy­lenişini kolaylaştırdık, insanlar düşünsün diye manasını anlamak isteyen­lere manasını kolaylaştırdık. Peki o halde var mı nasihatlanndan ders alan, ibretlerinden ibret alan? Şöyle de denilebilir: Yeterli açıklamalar, sadra şifa nasihatlar vasıtasıyla Kur'an'ı ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık.

Bu ayette Kuranı incelemeye, çokça okumaya ve öğrenilmesi konu­sunda gayret göstermeye teşvik vardır. Nitekim Allah başka ayetlerde şöy­le buyurmaktadır: "Mübarek bir kitap. Onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ders alsın diye indirdik." (Sad, 38/29); "Biz onu, kendisiyle müttakileri müjdeleyesin ve onunla inatçı bir kavmi uy arasın diye senin di­line kolaylaştırdık." (Meryem, 19/97). İbni Abbas şöyle dedi: Allah onu

Âdem oğullarının diline kolaylaştırmasaydı, hiç kimse Allah'ın kelâmı ile konuşamazdı."

"Andolsun biz Kur'an'ı kolaylaştırdık..." ayetinin tekrar etmesindeki hikmet, ders ve ibret alınması, geçmiş ümmetlerin başına gelen azabın -on­ların halinden ibret almak için- bilinmesi konusundaki ikazı yenilemek için­dir. Rahman süresindeki her bir nimetin sayılması sırasındaki ayetin ve yi­ne Murselât suresinde her bir delilin sayılması esnasındaki bir ayetin tek-rarındaki hikmetler de böyledir, zihinlerde canlı tutulması ve hiçbir vakit unutulmaması içindir. Bizzat bu kıssalar çeşitli ifadelerle bazısı daha uzun, bazısı daha kısa olmak üzere Kur'an-ı Kerim'de kaç defa tekrar edilmiştir. Çünkü tekrar bunların gönüllere yerleşmesine vesile olur, hatırlatmalar ga­fili uyarır. Bu kıssaların tekrarlandığı her bir yerde diğerinde anlaşılama­yan faydalar elde edilir.[16]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Nuh kendi zamanında ve davetinin başında Allah'a kulluk eden tek insandı. Onun kavmi peygamberleri tekzip edip inkâr edenlerin ilki idi. Bu sebeple Allah, onu "kulumuz" diyerek şereflendirdi. Çünkü "kulumuz" diye Allah'a izafe edilmesi Allah'ın ona şeref bahşetmesi demektir. "Kul" keli­mesinin seçilmesi, Nuh'un doğruluğuna ve kavminin onu tekzip etmesinin çirkinliğine "elçimiz" lafzından daha kuvvetli delâlet ettiği içindir.

2- Nuh'un getirdikleri karşısında aciz kaldıklarını anlayınca ona mec­nun demeleri, onun kendi doğruluğunu gösteren deliller (ayetler) getirdiği­ne bir işarettir. Ayetteki "vazgeçirilmiştir" sözü onun çirkin sözlerle, ölüm tehditleriyle davetini tebliğ etmesine mani olduklarını ve yasak koydukla­rını gösterir. "Vazgeçirilmiş" sözü kavmin sözü olarak nakledilmiş olması da mümkündür. O takdirde mana "engel olunmuş bir mecnun, yani cinle­rin engel olduğu bir mecnun dediler" şeklinde olur. Razî, ilk mananın daha doğru olduğu kanaatindedir.

3- Kendisine mani olmaları neticesinde onları davetten geri kalınca Cenab-ı Hakk'a "Ben mağlubum intikamımı sen al." diye, yani "Ya Rabbi onlar azgınlıklarıyla bana üstün geldiler, bana yardım et." diye dua etti.

4- Allah duasını kabul etti ve gemi yapmasını emretti. Sonra onları tu­fanla yani bulutlardan dökülen ve yerden fışkıran sularla boğdu. Bu iki su, Allah'ın ezelde onların peygamberi tekzip edeceklerini bilmesine binaen hükmedip kararlaştırdığı şekilde birleşti.

5- Allah, Nuh'u ve ona iman edenleri gemiye yükleyerek hıfz ve hima­yesi altında kurtardı ve Allah bunu, peygamberliğini inkâr eden kavminin ezalanna sabretmesine karşılık Nuh'a mükâfat, Allah'ı inkâr eden kâfirle­re de bir ceza olarak verdi.

6- Şüphesiz Allah bu hadiseyi veya gemiyi bir ibret olarak bıraktı, var mı ders alıp korkan? Katade şöyle dedi: Allah, Nuh'un gemisini Arap yarı­madası topraklarından Bakırda denilen yerde bir delil ve ibret olmak üzere bıraktı, hatta bu ümmetin ilkleri onu gördü. Halbuki Nuh'un gemisinden sonra yapılan nice gemiler toprak oldu.

7- Allah bu kıssayı zikrettikten sonra şu iki hususu zikretti:

Birincisi; bütün beşeriyete bir ikaz olmak üzere azap ve tehdidin nasıl meydana geldiği.

İkincisi; Allah'ın ders ve ibret alınması veya ezberlenmesi için Kur'an'ı kolaylaştırması ve ezberlemek isteyene yardım etmesi. Said bin Cübeyr, Kur'an-ı Kerim hariç Allah'ın kitaplarından hiçbirinin tamamının ezbere okunmadığını söyler.

Bu da gösteriyor ki Allah içindekileri düşünsünler diye bu ümmete ki­tabını ezberlemeyi kolaylaştırdı. Haydi var mı okuyan, var mı düşünüp ib­ret alan? Bu soru, dikkat çekmek ve zihinlere yerleştirmek için bu surede tekrar tekrar sorulmuştur.[17]

 

Hud Kavmi Âd'ın Kıssası:

 

18- Ad (Hûd'u) tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?

19- Çünkü biz uğursuz sürekli bir unde onlarm üstüne çok gürültülü  bir firtına gönderdik.

20- İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gii ta temelinden koparıyordu.

21-  işte benim azabım ve tehdıtle- rim nice imiş?

22- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırmışızdır. O hal­de var mı düşünen?

 

Kelime ve İbareler:

 

"Âd" kavmi peygamberi Hud'u "tekzip etti." ve ona eza verdi "İşte be­nim azabım ve tehditlerim nice imiş! Çünkü biz uğursuz, sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik." Onların hepsini helak etti. "İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gi­bi, ta temelinden koparıyordu." Başlan üstüne düşürüp boyunlarını kırı­yordu. Uzun boylu oldukları için hurma ağaçlarına benzetildiler.

"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" görün. Bu ayet bu surede­ki Ad, Semud ve Nuh kıssalarında tekrar edilmiştir. Bu ya korkutmak ve azarlamak veya beyan içindir. Mesela öğretmen açıklama yapacağı bir me­seleye talebenin dikkatini çekmek için önce sual tevcih eder, sonra açıklar.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır." Daha önce de anlatıldığı gibi içindeki mevcut olan yeterli açıklamalar ve kıymetli nasihatlardan ders ve ibret alınsın diye onu kolaylaştırdık, demektir. "Ez­berlenmesini kolaylaştırdık" şeklinde anlayanlar da olmuştur. Zira Kur'an'dan başka semavî kitaplardan hiçbiri ezberlenmiş değildir. Ancak birinci mana daha münasiptir. [18]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah önce Nuh kavminin inkâr ve tekzibini anlattı. Çünkü onların tekzibi daha ağır ve sert idi. Zira Nuh onları yaklaşık bin sene davet etti.

Onlar inkârda ısrar ettiler. Sonra Allah, Nuh kavmi kıssasındaki ders ve ibretleri tekit etmek ve Mekke müşrikleri ve diğerlerine şu veya bu kavim diye ayırt etmeksizin peygamberlerini tekzip eden herkesin akibetinin he­lak ve yok olup gitmek olduğunu açıklamak üzere Hud Peygamber'in kav­mi Âd'ın kıssasını zikretti. Ayette "Nuh kavmi" şeklinde "Hûd kavmi" de­meyip de sadece "Âd tekzip etti" denilmiştir. Çünkü, özel isimle anlatmak "Hud kavmi" şeklinde izafe ve isnat ederek anlatmaktan daha etkilidir. [19]

 

Açıklaması:

 

"Âd tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" Yani Nuh kavminin peygamberlerini tekzip etme konusunda yaptığı gibi Hud Kavmi Ad da peygamberlerini tekzip etti. Ey Kureyş ve diğer inkarcılar! Onların başına gelen azabımız ve tehditlerimiz nasıl imiş bakın, dinleyin:

"Azabım ve tehditlerim nice imiş!" sözü aşağıda söyleneceklere muha­tapların kulak kesilmesi ve onların dikkatlerinin çekilmesi içindir.

"Çünkü biz uğursuz sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik." Yani biz onların başına, uğursuz ve uğursuzluğu da sü­rekli olan bir günde çok soğuk ve çok uğultulu bir rüzgâr musallat ettik de onları helak edip yerle bir etti. O günün uğursuzluğunun devamlı olması dünyevî azapları ile uhrevî azaplarının o günde birleşmesindendir. Yoksa sırf bir günün "uğursuzluğu sürekli" diye vasfedilmesi yerinde olmaz. Gün-ler-geceler hepsi aynıdır. Bu yüzden mesela 13 sayısının uğursuz sayılması şer'an ve dinen doğru değildir.

"Bunun üzerine uğursuz günlerde onların üzerine uğultulu ve soğuk bir rüzgâr gönderdik." (Fussillet, 41/)16); "Onların üzerine aralıksız yedi gece, sekiz gündüz onu (rüzgârı) musallat kıldı." (Hakka, 69/7) ayetleri de, bu ayetin benzerleridir.

'İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gi­bi, ta köklerinden koparıyordu." Yani işte o şiddetli rüzgâr onları hurma dallarını kökünden, söküp savurduğu gibi yerden kaldırıp savuruyordu. Mücahid bu rüzgârın onları kaldırıp sonra başları üstüne yere attığını, bo­yunlarını kırıp başlarını gövdelerinden ayırdığını söylemiştir.

Yani uzun boylu, cüsseli olan o insanlar hurma kütükleri gibi yere cansız düşüyorlardı. Hurma kütüğünden maksat dalı budağı olmayan kök­lerdir. Bu insanlar uzun boylu olduklarından ve rüzgâr onları yüz üstü ye­re attığından, dalsız budaksız yere düşen hurma ağacına benzetilmişlerdir.

Bu ayet, bu rüzgârın onların başlarım koparıp, başsız bıraktığına ayrıca cüsseli ve uzun boylu olduklarına, rifzgâra mukavemet edebilmek için yere tu­tunmaya çalıştıklarına ve yine onları söküp atan bu rüzgârın çok soğuk olma­sından dolayı kurutup kupkuru ağaçlar haline getirdiğine işaret etmektedir.

Sonra Allah azabın korkunçluğunu ifade eden ayeti tekrar ederek şöy­le buyurdu:

"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" Yani düşünün benim ce­zamı, tehdidimi ve yakalayıvermemü.

Sonra Kur'an-ı Kerim ile bunlara kolayca muttali olunabileceği husu­sundaki açıklamayı tekrar ederek şöyle buyurdu:

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde var mı bir düşünen." Yani biz Kur'an-ı Kerîm'i içinde indirdiğimiz mükem­mel nasihatlerden ve orada açıkladığımız müjde ve korku veren haberler­den ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık. Var mı ders ve ibret alan? Bu ayet şöyle de tefsir edilmiştir: Biz Kur'an'ın ezberlenmesini kolaylaştırdık ve ezberlemek isteyene yardım ettik, onu ezberlemek isteyen var mı? [20]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Âd kavmi peygamberleri Hûd'a iman etmediler, bu yüzden haklı olarak cezaya çarpıldılar. Bundan dolayıdır ki Allah, "Âd tekzip etti" sözü­nün hemen ardından korkutmak için "İşte benim azabım ve tehditlerim ni­ce imiş!" ayetini zikretti. "Tehditlerim" manasına gelen nüzür kelimesi bu surede altı yerde geçmektedir. Bu kelime bu surede ve mushafın her tara­fında, sonundan "mütekellim yâ"sı hazfedilerek okunmaktadır. Kurrâdan Yakup hem vakıf halinde, hem vasi halinde bu yâ'yı izhar ederek "nüzürî" şeklinde okumuş, Verş ise sadece vasi halinde yâ ile okumuştur.

2- Bu kavmin cezası, onlara göre uğursuz bir günde üzerlerine çok so­ğuk ve çok uğultulu bir rüzgâr göndermek suretiyle oldu. İbni Abbas'a göre bu, ayın son çarşambası idi, küçük-büyük hepsini yok etti. Kur'an-ı Ke-rim'de başka yerlerde de zikredilen "uğursuz günler" peygamberler ve mü­minler açısından olmayıp kâfirler açısından olduğu gibi, burada da yine fâ-cir ve müfsidler için uğursuz bir gündür.

3- Allah bu rüzgârı "onları yerlerinden söküp atan" şeklinde zikretti. Deniliyor ki hurma ağacını kökünden söküp attığı gibi onları da ayakları­nın altından söküp atıyordu. Daha önce de geçtiği gibi Mücahid bu rüzgâ­rın onları yerden kaldırıp başları üstüne yere çaktığını, boyunları kırıldığı­nı ve başlarının gövdelerinden ayrıldığını söylemiştir.

Bu rüzgâr insanları alıyor ve yerinden sökülmüş hurma kütüğü gibi yıkıyordu. Âd'm insanları uzun boylu olarak bilindiğinden, yüz üstü yere kapanan hurma dallarına benzetilmişlerdir. [21]

 

Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası:

 

23- Semud uyarıcıları tekzip etti de,

24- İçimizden (bizim gibi) bir beşere mi uyacağız, o takdirde biz kesin bir sapıklık ve yılgınlıkta oluruz." dediler.

25- Vahiy aramızdan ona mı indiril­di? Hayır o şımarık, aşırı bir yalan­cıdır." (dediler).

26- Şımarık aşırı yalancı kimmiş ya­rın bilecekler onlar.

27-  Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Şimdi onları gözetle ve sabret.

28- Ve onlara suyun aralarında nö­betleşe olduğunu haber ver. Her biri içme sırasında gelsin.

29- Bunun üzerine arkadaşlarını ça­ğırdılar, o da cesaretlenip hemen kılıçla devenin ayaklarını kesti.

30- İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?

31- Çünkü biz onların üzerine kor­kunç bir ses gönderdik de hemen hayvan ağılına konan kuru otlar gi­bi oluverdiler.

32- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırdık. O halde bir düşünen var mı?"

 

Kelime ve İbareler:

 

"Semud uyarıcıları" peygamberleri "tekzip etti de" Bir başka manaya göre, gelen uyan ve öğütleri tekzip ettiler, demektir. Zira onlar peygamber­leri Salih (a.s.)'ın onlara yaptığı uyanlan tekzip etmişlerdi. "Uyarıcıları" şeklinde çokluk gelmesinin sebebi, bir peygamberi tekzip etmek bütün pey­gamberleri tekzip etmek demek olduğundandır. Çünkü bütün peygamber­ler dine ait esaslarda aynı şeyleri söylemişlerdir.

"İçimizden" bizim gibi, bizden her hangi bir üstünlüğü olmayan, peşinden kimsenin gitmediği, yalnız "bir beşere mi uyacağız?" Biz kalabalık bir cemaatiz, o ise tek başına, ne kral, ne padişah. Biz nasıl onun peşinden gi­delim? "O takdirde biz kesin bir sapıklık ve çılgınlıkta oluruz, dediler." "Bir beşere mi uyacağız?" sorusu "hayır, uymayız" manasında nefiydir.

İçimizde daha lâyıkı olduğu halde "vahiy aramızdan ona mı indirildi? Hayır o şımarık" ve kendisine vahiy geldiği konusunda da "aşırı bir yalan­cıdır. " dediler. Ama azap geldiği zaman veya kıyamet günü "şımarık, aşırı yalancı kimmiş yarın bilecekler onlar." Salih Peygamber mi, yoksa şımarık­lıkları kendilerini hakkı tanımamaya ve batılın peşine düşmeye sevkeden onlar mı yalancı, bilecekler.

"Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi" çıkarıp "gönderen, şüphesiz bi­ziz. Şimdi" ey Salih ne yapacaklar "onları gözetle ve " verecekleri sıkıntıla­ra "sabret."

'Ve onlara suyun" deve ile "aralarında nöbetleşe olduğunu", bir gün deve, bir gün onların içeceğini "haber ver. Her biri" kendi "içme sırasında gelsin."

"Bunun üzerine" öfkelenip "arkadaşlarını" Şâlif oğlu Kuddâr'ı "çağır­dılar. O da cesaretlenip" etrafindakilerin arzularına uyarak "hemen kılıçla devenin ayaklarını kesti" ve öldürdü.

"İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?" gördüler. Yani azap yerini buldu. "Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses" Cebrail'in sesini "gönderdik de hemen hayvan ağılına konan kuru otlar gibi oluverdiler." Kırılıp geçtiler. [22]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Bu üçüncü kıssa veya geçmiş ümmetlerin peygamberlerini yalanlama­larına üçüncü örnek. Zira onların âdeti ve işi peygamberleri inkâr edip ya­lancı saymaktır. Mesela Nuh, Hud ve Salih peygamberlerden her birini Rablerinden gelen vahiy konusunda yalancı saydılar. Bir peygamberi ya­lanlayan bütün peygamberleri yalanlamıştır. Çünkü itikat ve din esasları konusunda hepsi birdir. Salih Peygamber'in mucizesi bir dişi deve idi. Kü­çük bir nehrin suyunu bir günde içebiliyor ve kabilenin hepsine yetip arta­cak kadar süt veriyordu. İşte bu deveyi öldürdüler. Allah da onları Cebrail (a.s.)'ın bir sesi ile cezalandırdı, son ferdine kadar ölüp gittiler. [23]

 

Açıklaması:

 

"Semud uyarıcıları tekzip etti de" Semud kavmi, peygamberleri Salih (a.s.)'ı tekzip etmek suretiyle Allah'ın bütün elçilerini tekzip etmiş oldu. Peygamberlerden birine iman etmeyen diğerlerini de inkâr etmiş demektir. Zira bütün peygamberler Allah'ın birliğine, yalnız ona ibadet, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman gibi umumi esaslara ve dinlerin külliyatına davet etme hususlarında aynıdırlar. Nuh ve Âd kıssalarında sadece "tekzip ettiler" denildiği halde Lût kavmi kıssası ile bu kıssada, "uyarıcıları tekzip ettiler" denilmiştir. Aralarında fark yoktur. Çünkü hepsinin âdeti yalanlamak, inkâr etmektir.

Sonra Allah bunların inkâr için ileri sürdükleri sebepleri şöyle açıkladı:

1- "İçimizden (bizim gibi) bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz kesin bir sapıklık ve çılgınlıkta oluruz dediler." Yani bunlar kendi aralarında şöy­le konuştular: Biz, kendi cinsimizden yalnız, tek, peşinden gideni olmayan, çağırdığı şeyde kendisine uyanı olmayan bir beşere nasıl tâbi oluruz? Biz, bizim gibi birine boyun eğersek, bitimsizdir vallahi. Biz ona tâbi olduğu­muz takdirde açık bir yanlış içinde, haktan ve doğrudan uzakta kalmış, "deli" sıfatını kabullenmiş oluruz veya bu yüzden başımıza azap, musibet ve sıkıntı iner.

2- "Vahiy aramızdan ona mı indirildi1? Hayır o şımarık, aşırı bir yalan­cıdır. " Yani nasıl oluyor da vahiy ve peygamberlik sadece ona geliyor, hal­buki aramızda buna ondan daha lâyık olanlar var. Hayır o kendisine ilâhî vahiy, indiği şeklindeki iddiasında yalan sınırlarını dahi aşan kibirli, şıma­rık biridir. İşte bu kibiri onu, kendisine vahiy geldiği iddiasıyla bizden üs­tün görmeye itmiştir.

Sonra Allah onlara şiddetli bir tehdit yönelterek şöyle buyurdu:

"Şımarık, aşırı yalancı kimmiş, yarın bilecekler onlar." Yani yakın ge­lecekte bu dünyada azap başlarına indiğinde veya kıyamet günü anlaya­caklar ve ortaya çıkacak kimmiş müfteri, yalancı, aşın şımarık? Rabbinin davetini tebliğ eden Salih mi, yoksa onu bu konuda tekzip eden onlar mı? Burada asıl yalancı, şımarık ve kibirlinin onlar olduğu vurgulanmak isten­mektedir.

Sonra Allah Salih (a.s.)'a hitaben onların cürmünü şöyle anlattı:

"Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Şimdi onları, gözetle ve sabret." Yani onların isteği üzerine Salih (a.s.)'ın getirdiği vahiyde onu tasdik etmeleri konusunda kendilerine karşı bir delil ve bir imtihan olmak üzere, bir ağır kayadan sekiz aylık hamile o büyük deveyi çıkaran biziz. İşlerinin nereye varacağını ve ne yapacaklarını bekle şimdi, onlardan sana gelecek ezalara ve onların başına gelecek belâya sabret. Zîra dünyada ve ahirette zafer senin, sonuç senin lehine olacaktır.

"Ve onlara aralarında suyun nöbetleşe olduğunu haber ver. Her biri iç­me sırasında gelsin." Yani onlara kuyunun suyunun deve ile aralarında taksim edilmiş olduğunu, suyun bir gün devenin bir gün onların olduğunu, herkesin nöbetinde gelip su alacağını haber ver. Mücahid şöyle dedi: Se-mud kavmi sıraları olduğu gün gelip sularını içiyorlar, devenin sırasında da gelip sütünü sağıyorlardı. Yani deve gelmediği gün suya, geldiği gün de süte geliyorlardı.

Şu ayet de bu ayetin bir benzeridir: "(Salih) şöyle dedi: Bu bir devedir, bir içim günü ona, belirli bir günün içimi de sizedir." (Şuara, 26/155).

"Bunun üzerine arkadaşlarını çağırdılar o da cesaretlenip hemen kılıç­la devenin ayaklarını kesti." Yani, Semud kavmi bu taksimden usanıp, tez elden bu durumdan kurtulmaya baktılar. Kavmin en berbadı, kahramanı ve gözünü budaktan esirgemeyeni olan Sâlif oğlu Kuddâr'ı yardıma çağır­dılar, onu deveyi öldürmeye teşvik ettiler, o da bu büyük işe karşı cesaret­lendi, hazırlandı, kılıcıyla devenin ayaklarına vurdu, bacak sinirlerini kes­tikten sonra boğazladı.

"İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?" Yani bak, onların beni in­kâr etmelerine ve onları uyaran ve Allah'ın azabını, haber veren elçimi tek­zip etmelerine karşılık azabım nasılmış, gör. Bu ayet, Semud kıssasında azap anlatılmadan önce, Nuh kıssasında korku ve dehşet vermek için azap açıklandıktan sonra, Âd kıssasında ise her ikisini de birleştirmek için azap açıklandıktan sonra, fakat azabın gelişi bildirilmeden önce zikredilmiştir.

"Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hemen hay­van ağılına konan kuru otlar gibi oluverdiler." Yani biz onların üzerine Cebrail'in sesini gönderdik, son ferdine kadar öldüler, hiç kimse kalmadı, ot gibi kuruyup kaldılar ve ağılda davarın ayakları altında çiğnenmiş kuru otlar ve çalılar haline geldiler. "el-Heşîm" kırılmış, kurumuş dal demektir. "el-Muhtazır" davarını canavardan korumak için ağıl yapan kişi demektir. Kıssada benzerlik yönü ise şöyledir: Ağıla konulan yaş dal zamanla kurur, hayvanlar çiğnedikçe kırılır, geçer. Onlar da yollarda, caddelerde kırılmış odun parçaları gibi üstüste düşmüş ölüler haline gelebilir.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde bir düşünen var mı?" Yani biz Kur'an'ı düşünülüp öğüt alınmak için, olaylar­dan, hadiselerden ibret alınması için kolaylaştırdık, var mı ders alan? [24]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetlerden şu hususlar anlaşılabilir:

1- Semud kavmi de diğerleri gibi peygamberlerini ve elçilerini yalancı­lıkta itham ettiler, getirdikleri delilleri inkâr ettiler, içlerinden yalnız, pe­şinden gideni olmayan bir beşerin peygamber olmasını kabul edemediler ve eğer kendileri ona uyacak olurlarsa hataya düşeceklerini, doğrudan uzaklaşmış olacaklarını ve bunun bir çılgınlık olacağını iddia ettiler.

2- Maksadı inkâr olan bir soru üslûbu ile şöyle dediler: Semud kavmi içinde Salih'ten daha çok malı mülkü olan, hali daha iyi olan insanlar varken peygamberlik ona nasıl gelir? Hayır, o,bu iddiasında yalancıdır, onun maksadı sadece büyüklenmek, hiç de lâyık olmadığı halde bize karşı kibirlenmektir.

3- Allah onları dünyada ve ahirette başlarına azap indirmekle tehdit etti. "... yarın bilecekler ..." ifadesi, insanlar arasında yakın gelecekler için söylenen "bugünün yarını var" sözünde olduğu gibi azabı onların zihninde yaklaştırmak içindir. Bu söz, onların "Hayır, o çok şımarık bir yalancıdır." dedikleri zaman meydana gelmiş olmalıdır veya kıyamet günü görecekleri azap kastedilerek yapılmış bir tehdittir. Aşırı yalancı kimmiş, onlar mı yoksa Salih Peygamber mi, onlar anlayacak bunu.

4- Allah kayadan onların istediği gibi büyük bir dişi deve çıkardı. Ri­vayete göre Salih (a.s.) iki rekat namaz kıldı, dua etti, hemen onların tayin ettiği kaya yarıldı; içinden yavrulaması yakın bir deve çıktı. Bu onlar için bir imtihan, bir sınama idi. "Dişi deveyi gönderen biziz" ayetinin manası "göndereceğiz" demektir. Gönderme işinin tamamlandığı o zaman için bu müstakbel manasınadır. Bu dişi devenin imtihan olması, onun garib du­rumlarının imtihan olması demektir.

5- Allah, peygamberi Salih (a.s.)'a şu üç hususu emretmiştir: Ne yapa­caklarını bekle, verdikleri rahatsızlıklara sabret ve suyun bir gün deveye, bir gün onlara şeklinde aralarında taksim edildiğini onlara bildir. İbni Ab-bas şöyle dedi: Onların gününde, deve sudan hiç içmezdi, ama onlara süt verirdi. Bir nimet içindeydiler. Sıra devenin olduğu gün, suyun hepsini içer onlara bir şey bırakmazdı. Onlar devenin içim gününde veya suya geldiği gün, ondan diledikleri kadar süt sağarlardı.

6- Bu taksimden usandılar. Semud'un en berbadı Sâlif oğlu Kuddâr'ı deveyi Öldürmesi için kışkırttılar. O da önce bir ok attı, sonra kılıçla ayak­larına vurdu, sonra boğazlayarak öldürdü.

7- Allah onların peygamberlerini yalanlamalarına, onu inkâr etmeleri­ne ve deveye bu tecavüzü yapmalarına karşılık onları cezalandırdı. Üzerle­rine Cebrail'den sadır olan bir gürültü gönderdi. Bu gürültüyü işitince son ferdine kadar hepsi öldüler, onlardan kimse kalmadı, ağılda davarın ayak­lan altında çiğnenmiş kuru çalı ve otlar haline geldiler, ibni Abbas'a göre "el-Muntazır", davarı için dikenlerden ve çalılardan ağıl yapan kişidir. Bu çalı ve dikenlerden dökülüp de hayvanların çiğnediklerine de "el-Heşîm" denir. İbn-i Abbas'tan gelen bir tefsire göre de onlar davarın yediği otlar veya yanmış, çürümüş kemikler haline geldiler.

8- Düşünen insan, neticede bu kavmin başına gelen azap ve helakin bir darb-ı mesel ve tarih için bir ibret olduğunu görür.

9- Bu acı imtihanı haber veren Kur'an-ı Kerim'den bu gerçekleri anla­mak her insan için kolaydır. O anlaşılması kolay bir kitaptır. Allah, onun yardımıyla öğüt ve ibretlerin anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Var mı ders ve ibret alan? Bu mealdeki ayet, tekit ve daha çok düşündürme için tek­rarlanmıştır. [25]

 

Lût Kavminin Kıssası:

 

33- Lût Kavmi uyarıcıları yalanladı.

34-  Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi hariç. Biz onları seherde kurtardık.

35- Tarafımızdan bir nimet olarak. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandınrız.

36- Andolsun (Lût) onlara, azapla  yakalayacağımız uyarısını yapmış bakmışlar, yalan saymışlardıdaaaım H onlar kötülûk yakasdetmişlerdi, biz de gözlerini kör ediverdik. îşte azabınu ve tehditlerimitadın-

38-  Bir sabah erkenden kararlı bir  azap onlara baskın yaptı.

39- İşte azabımı ve tehditlerimi tadın.

40- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Lût kavmi uyarıcıları", peygamberleri veya onların diliyle yapılan uyanları "yalanladı." Daha önce de geçtiği gibi bir peygamberi yalanlamak hepsini yalanlamak olacağından, onlar sadece Lût'u yalanladıkları halde "uyarıcıları" şeklinde çokluk olarak gelmiştir.

"Onların üzerine taş yağdıran, bir rüzgâr gönderdik." Helak ettik "Lût'un ailesi ve iki kızı "hariç. Biz onları seherde kurtardık." Bu taşlar bir elin rahat kavrayabileceği kadar küçüktü. Seher, gecenin şafak öncesine rastlayan vaktidir.

"Tarafımızdan bir nimet olarak" onları kurtardık. Biz, Allah ve Rasulüne inanıp itaat ederek "şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız."

"Andolsun" kardeşleri Lût "onlara, azapla yakalayacağımız uyarısını yapmıştı. Fakat onlar bu uyarılara şüpheyle bakmışlar yalan saymışlardı."

"Andolsun ki onlar" Lût'un "misafirlerine" bile "kötülük yapmayı kas­tetmişlerdi" ve bu kötülüğü yapmak için melek olan misafirlerini kendileri­ne teslim etmesini istemişlerdi. "Biz de gözlerini kör ediverdik." Meleklerin ağzıyla onlara dedik ki: "İşte azabımı ve tehditlerimi tadın."

"Bir sabah erkenden kararlı" ve devamlı "bir azap onlara baskın yaptı" ve hepsini helak etti. "İşte azabımı ve tehditlerimi tadın."

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?" Beyzavî'ye göre bu ayet-i kerime; geçen kıssaların her biri­nin dinleyeni ders ve ibret almaya sevketmesi lazım geldiğini, peygamber­leri tekzip etmenin azabın inmesine sebep olan bir hareket olduğunu bil­dirmek ve gaflete düşmesinler diye ikaz ve uyarıları yenilemek için her kıssada tekrar edilmiştir. [26]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Lût kavminin bu kıssası, surede anlatılan dördüncü kıssadır. Allah bunu da o şiddetli azabı ve sebebini bildirmek için zikretti. Bunun sebebi peygamberleri yalanlayarak bütün kötülükleri irtikap etmeleri, azabı ise yerle bir edip yok etmektir. Bunları beyan etmekten maksadı ise herkesin ibret alması ve her azabın mutlaka bir peygamberin uyarısından ve kavmi­nin onu tekzibinden sonra indiğini bildirmektir. [27]

 

Açıklaması:

 

"Lût kavmi uyarıcıları yalanladı" Bunların hali de ötekiler gibidir ki bunlar yalan söylüyor diyerek peygamberlerine muhalefet eden, kendileri­ni uyarmak için getirdiği delilleri yalan sayan ve o çirkin işi (erkeğin er­kekle ilişkiye girmesini) irtikap eden Lût kavmidir.

Sonra Allah onların azabını ve helak edilmelerini açıklamak üzere şöyle buyurdu:

"Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi ha­riç. Biz onları seherde kurtardık." Yani biz onların üzerine, küçük çakıl taş­ları fırlatan bir rüzgâr gönderdik de Lût Peygamber ve ona iman edip tabi olanlar hariç, bu rüzgâr onların hepsini helak etti, mahvetti. Lût ve bera­berindekileri ise gecenin sonunda, gecenin son altıda biri olan zaman dili­minde kurtardık. Onlar kavimlerinin başına gelenden kurtuldular.

Zaten de Lût'a kavminden hiç kimse, bir kişi dahi iman etmemişti. Hatta hanımı bile. Kavmine inen, ona da indi. Allah'ın peygamberi Lût ile kızları, bunların arasından hiçbir kötülük dokunmadan salimen çıktılar.

Onların kurtuluşunun sebebi nimete şükretmeleri idi. Allah şöyle bu­yurdu:

"Tarafımızdan bir nimet olarak şükredenleri işte böyle mükâfatlandırı­rız. " Yani şüphesiz biz onları tarafımızdan kendilerine bir ihsan, bir ikram olmak üzere kurtardık. Güzel karşılık böyledir. Biz, iman edip emrimize itaat etmek, yasağımızdan kaçınmak suretiyle nimetimize şükredip nan­körlük etmeyeni işte böyle mükâfatlandırırız.

Sonra Allah cezalandırmadaki adaletini -ki bu da birtakım uyarmalar­dan sonra azabın gelmesidir- beyan ederek şöyle buyurdu:

"Andolsun, (Lût) onlara azapla yakalayacağımız uyarısını yapmıştı. Fakat onlar bu uyarılara şüpheli bakmışlar, yalan saymışlardı." Yani baş­larına azap inmeden önce peygamberleri onlara, eğer iman etmezlerse Al­lah'ın çetin azabının, ağır cezasının geleceği uyarısını yapmıştı. Fakat on­lar buna kulak asmadılar, dikkate almadılar bilakis bu uyarılar hakkında şüpheye düştüler, peygamberi tasdik etmek yerine onu yalanladılar.

Sonra Allah onların inkâr ve yalanlama dışında bir cürmünü daha zikrederek şöyle buyurdu:

"Andolsun ki onlar misafirlerine (bile) kötülük yapmayı kasdetmişlerdi biz de gözlerini kör ediverdik. İşte azabımı ve tehditlerimi tadın." Yani kav­mi, Lût Peygamber'den âdetleri olduğu üzre fuhuş yapmak için misafirleri­ni kendilerine teslim etmesini istediler. Misafirler de henüz bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar suretinde gelen meleklerdi. Lût'un kötü huylu yaşlı hanımı kavmine adam göndererek Lût'un misafirleri geldiğini onlara bil­dirdi. Hemen dört bir yandan koşup geldiler. Lût kapıyı kapattı. Gece yarı­sı kapıyı kırmak için zorluyorlar, Lût da onları uzaklaştırmaya, misafirleri­ni korumaya çalışıyordu. Mutlaka girmekte ısrar edince Allah gözlerini kör etti, hiçbir şey göremez hale geldiler. Geri dönüp gittiler. Duvarlara tutu­narak yürüyorlar ve "sabah olsun Lût'a gösteririz" diyorlardı.

İşte o zaman meleklerin lisanından onlara: "İşte azabımı ve tehditleri­mi tadın." dedik.

Sonra Allah başlarına ne tür bir azabın ne zaman indiğini zikrederek şöyle buyurdu:

"Bir sabah erkenden kararlı bir azap onlara baskın yaptı." "Onlara vaad edilen vakit sabahtır." (Hud, 11/81) ayetinde de işaret edildiği gibi on­ların yakasını bırakmayan, hiç fırsat vermeyen bir azap, bir sabah aniden geliverdi. Ayetteki "azab-ı müstakırr" kurtuluşu olmayan veya tamamen yok edinceye kadar üzerlerinde kalan azap demektir.

Sonra Allah ibreti açıkladı ve onlara denileni aktararak şöyle buyurdu:

"işte azabımı ve tehditlerimi tadın." Yani daha önce size gelmiş olan uyarılarımızın icabı ve yaptıklarınızın karşılığını şimdi tadın.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?" Yani ders ve ibret alınması için biz Kur'an ayetlerini kolaylaştırdık. Var mı ibret alan, ders alan? Daha önce de söylediğimiz gibi bu dört kıssanın her birinin ardından gelen bu ayet te'kit ve tenbih için, ibret alınması ve caydırıcı olması içindir. [28]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Lût Kavmi, peygamberlerini tekzip edince Allah onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdi. Suçsuz ceza, uyarmadan azap yoktur.

2- Allah, peygamberi Lût'u ve onun dinine tâbi olanları -ki onlar sade­ce iki kızından ibaretti- kurtardı. Allah tarafından Lût'a ve iki kızına bir nimet olarak bu kurtarma, gecenin sonunda seher vaktinde oldu. Mükâfa­tın böylesini Allah kendisine iman edip itaat eden herkese verir. Yani nasıl ki bu helak etme bir adaletse kurtarma da Allah tarafından bir nimet ve ihsandır. Burada, nasıl ki dünyada kurtulma gerçekleşti ise ahirette de se­vap verileceği ifade edilmektedir.

3- Ceza ancak uyarılardan sonra verilir. Nitekim Lût Peygamber kav­mini uyardı, Rablerinin cezasından, dünyevî ve uhrevî cezalarla onları ce­zalandıracağından korkmalarını söyledi. Ama onlar peygamberin uyarıla­rını şüpheyle karşıladılar ve onu tasdik etmediler. Bu ifadelerle Lût (a.s.)'m üzerine düşeni yaptığı beyan edilmiştir.

4- Bu kavmin inkârlarının yanına diğer büyük bir cürüm daha eklen­miştir ki o da fuhuş işlemeleridir. Hatta misafir kılığında Lût (a.s.)'a gelen meleklere karşı da aynı çirkin fiili yapmak için müsade etmesini istediler.

5- Meleklere karşı bu tecavüzlerinde ve Lût'un evini zorlamakta ısrar edince Allah gözlerini kör ediverdi, artık onları göremez oldular. Rivayete gö­re Cebrail (a.s.) kanadı ile onlara vurdu ve kör oldular. Dahhak'a göre ise Al­lah gözlerinin nurunu alıverdi, melekleri göremez oldular. Sonra dönüp gitti­ler.

6- Allah meleklerin dilinden onlara şöyle dedi: "Lût'un uyardığı o aza­bımı tadın şimdi." Azabı tatmanın anlamı, o çirkin fiilin karşılığı ve gerek­tirdiği cezadır.

7- Sabah vakti, günün ilk ışıklarıyla beraber umumi ve sürekli olacak bir azap indi. Bu azap onları ahiret azabına ulaştırıncaya (ölümlerine) ka­dar yakalarını bırakmadı. "Bukretin" kelimesi bu azabın daha günün ba­şında olduğunu beyan etmektedir. Zira fecrin doğuşundan gün iyice ağarın-caya kadar çeşitli zamanlarda yapılan sabah baskınlarının hepsi için "et-tasbîh" kelimesi kullanılır. "Bukretin" deyince bu baskının daha şafakla beraber yapıldığı ifade edilmiş olmaktadır.

8- Allah, onları nihaî olarak helak eden azaptan önce meleklerin onla­ra söylediği "Gözlerinizi kör eden bu azabı tadın." sözünü te'kit için tekrar etmiştir. Çünkü Lût kavmi iki kere azap gördü. Birisi misafir meleklere saldıranların başına gelen hususi, diğeri de hepsini vuran umumi azap.

9- Bu kıssanın hedefi ibret ve ders vermektir. Kur'an-ı Kerimi Allah ibret alınsın, ders alınsın diye kolaylaştırdı. Lakin ders ve ibretler o kadar çok olmasına rağmen, ibret alma o kadar azdır. Cenab-ı Hak bu beyanı dik­kat çekmek ve tekit etmek için tekrar etti.[29]

 

Firavun Kavminin Kıssası:

 

41- Andolsun ki Firavun hanedanına

da uyarıcılar (ve uyarılar) gelmiştir. Onlar bizim ayetlerimizin hepsi tekzip ettiler. Biz de kendilerini kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık.

 

Kelime ve İbareler

 

"Andolsun ki Firavun hanedanına da uyarıcılar", Musa ve Harun pey­gamberler aracılığı ile uyarılar "gelmiştir." ama iman etmediler. Bilakis "onlar bizim ayetlerimizin hepsini" yani Musa'ya verilen dokuz delilin hep­sini "tekzip ettiler. Biz de kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık." Bu ayetlerde Firavunun etrafına uyarıcılar ve uyarılar geldi­ğinden bahsedilmiş Firavun'a geldiğinden bahsedilmemiştir. Ancak şu bili­nen bir hakikattir ki kavim uyarılmışsa kavmin lideri zaten uyarılmıştır. [30]

 

Açıklaması:

 

Bu beşinci kıssadır. Allah bu özet kıssada Firavun ve kavminin pey­gamberleri tekzip ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:

"Andolsun ki Firavun hanedanına da uyarıcılar gelmiştir." Yani Al­lah'a yemin olsun ki Firavun ve kavmine Musa ve Harun vasıtasıyla teh­ditler, uyarılar ve müjdeler, yani inkâr ettikleri takdirde azap görecekleri ikazı; iman ederlerse cennete girecekleri müjdesi geldi. "Âl" ile "kavm" ara­sındaki fark şudur: Kavim "ÂT'den daha umumidir. Kavim, başlarında em­rinden çıkmadıkları ve işlerini düzene koyup idare edecek reisleri bulunan topluluktur. Âl ise, iyi işlerinden de kötü işlerinden de reisin sorumlu oldu­ğu veya reisin iyi işinin de kötü işinin de neticesinin kendilerine döndüğü topluluktur.

"Onlar bizim ayetlerimizin hepsini tekzip ettiler. Biz de kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık." Yani biz Musa ve Harun'u bü­yük mucizelerle ve çeşitli delillerle destekledik. "Âsâ" ve "el" mucizeleri gi­bi dokuz mucize, bu delillerden bazıları idi. Bunların hiçbirine iman etme­diler. Allah da onları intikamında galip, kendilerini helak etmede kadir, zat-ı subhaniyesini hiçbir şeyin âciz bırakamayacağı kahir bir kuvvet ya-kalayışı ile çetin azapla cezalandırıverdi. Yani Allah onları yok etti, hiç kimse bırakmadı. Onları bu tekziplerinin ve Allah'ı inkârlarının karşılığı olarak cezalandırdı. [31]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm ve Hikmetler:

 

Firavun ve Kıpti kavminden bahseden bu kısa haber cürüm ve ceza açıklamaları ihtiva etmektedir. Şöyle ki: Allah onlara birtakım uyarılar ve müjdeler bildirmek üzere Musa ve Harun’u peygamber olarak gönderdi. Onlar da bütün bu delilleri veya Allah'ın birliğini ve peygamberlerin pey­gamberliğini gösteren mucizeleri tekzip ettiler, yalan saydılar. Bu deliller: Asâ (baston), el, kıtlık, gözleri kör etme, tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kan olmak üzere dokuz tanedir. Allah, onları Rablerini inkâr, Allah'ın elçilerini tekzip etmeleri sebebiyle cezalandırdı. Bu ceza sonsuz kudret sahibinden geldiği için çetin oldu.

Bu surede geçen bu beş kıssa: Nuh, Ad, Semud, Lût kavmi ve Firavun kıssaları sebep ve netice bakımından ortaktırlar. Sebep ve suç neredeyse tektir. O da diğer isyanların yanında Allah'ı inkâr, peygamberlerini tekzip­tir. Cezalar da tufan, uğultulu bir rüzgâr, Cebrail'in narası, taş fırlatan bir rüzgâr ve suda boğma gibi muhtelif şekillerde tecelli etse de, netice birdir ki o da helak ve tamamen yok etmedir. İşte bu kıssalar Kureyş kâfirleri ve benzerleri için bir derstir, bir ibrettir. [32]

 

Kureyş Müşriklerine Sitem, Müttekilerin Ve Mücrimlerin Görecekleri Karşılığın Beyanı:

 

43-  Sizin kâfirleriniz bunlardan da­ha mı hayırlı, yoksa kitaplarda si­zin için bir beraat mi var?

44- Yoksa onlar: "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz" mu diyor-

45- Yakında o topluluk hezimete uğ- rayacak ve arkalarını dönüp kaça- caklar.

46- Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve  daha acıdır.

47- Şüphesiz günahkârlar sapıklık  ve ateş içindedir.

48- Tadın ateşin dokunmasım." denilerek cehennemde yüzleri  ustü sürüklenirler.

49. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile  yarattık.

50- Bizim emrimiz ancak bir göz  kırpması gibi, bir tek (kelirne)den  ibarettir.

51- Andolsun ki biz sizin benzerleri­nizi helak ettik. Var mı bir ibret alan?

52- Yaptıkları her şey kitaplardadır (amel defterlerindedir).

53- Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır.

54- Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır.

55- Kudret sahibi ve mülkü çok yüce Allah'ın huzurunda, hak meclisindedirler.

 

Belagat:

 

Birinci ayetteki "daha mı hayırlı? beraet mi var?" soruları istifham-ı inkârîdir (Elbetteki hayır cevabı alınmak için sorulmuştur). Böyle olmadı­ğını ifade etmek için getirilmiştir.

"Onların asıl azabı kıyamettir. Kıyamet daha belâlı..." ayetinde "kıya­met" kelimesinin tekrarı korku ve dehşeti artırmak içindir.

"...günahkârlar sapıklık ve ateş içinde, ... takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklarda" cümleleri arasında mukabele vardır.

"Ateşin dokunması" tabiri mecaz-ı mürseldir. Çünkü "dokunmak" keli­mesi mecazen "elem" manasına kullanılmıştır. Hakiki mana ile mecazi ma­na arasındaki alaka ise sebep-sonuç alakasıdır. Zira ateşin dokunması, elem duyulmasına sebeptir.[33]

 

Kelime ve İbareler:

 

Ey Kureyş "sizin kâfirleriniz bunlardan" yani şu yukarıdaki kıssalar­da geçen kâfirlerden "daha mı hayırlı, yoksa" indirilen semavî "kitaplarda" sizin inkâr edenleriniz azaptan emin olacak, azap görmeyecektir şeklinde "sizin için bir beraat" bir yazılı vesika "mı var?"

"Yoksa onlar, biz" Muhammed'den "intikam almaya muktedir bir top­luluğuz mu diyorlar?" Bu sözü Bedir günü Ebu Cehil söylemişti de bunun üzerine "yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaça­caklar" ayeti inmişti.

Nitekim Allah onlara karşı Peygamber'ine yardım etti ve müşrikler hezimete uğradılar. İşte bu, peygamberliğin hak olduğunu gösteren delil­lerden biridir.

"Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet" azabı onların Be­dir'de tattığından "daha belâlı ve daha acıdır."

"Şüphesiz günahkârlar" yani kâfirler ve müşrikler dünyada haktan uzak, hata ve "sapıklık" içinde ahirette "ateş içindedir."

"O gün" kendilerine "tadın ateşin dokunmasını, denilerek cehennemde yüzleri üstü sürüklenirler." Ayette geçen "sakar", cehennemin bir ismidir.

"Şüphesiz biz her şeyi" daha olmadan önce Levh-i Mahfuzda yazılı, bizce bilinen "bir ölçü ile yarattık."

"Bizim emrimiz ancak bir göz kırpması gibi, bir tek (kelime)den ibaret­tir." Buradaki "emrimiz" ya işimiz manasına veya olmasını istediğimiz şe­yin var olması için verdiğimiz emir manasınadır. "Bir tek kelime"den mak­sat "ol" emr-i ilâhîsidir.

"Andolsun ki biz" geçmişte inkarcılıkta "sizin benzerlerinizi helak et­tik. " Sizi de helak edebiliriz. "Var mı bir ibret alan?" Bu bir soru değil "ibret alın" manasına emirdir.

"Yaptıkları her şey kitaplardadır." hafaza meleklerinin defterlerinde veya Levh-i Mahfuz'da yazılıdır. "Küçük büyük, hepsi yazılmıştır."

"Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır, kudret sahibi ve mülkü yüce Allah'ın huzurunda, hak meclisindedirler."

"Allah'ın huzurunda" ifadesi mekân olarak O'nun yanında demek olmayıp derece ve makam olarak Allah'a yakın ihsan ve ikramına lâyık manasınadır.

"Hak meclisi" ifadesinden maksat memnun olacakları, boş sözün ko­nuşulmadığı ve günah işlenmeyen bir yerdir. Ancak bu meclis muayyen bir yer olmayıp cinstir. Yani o müttakiler bu özellikteki meclislerde bulunur­lar, demektir. [34]

 

Nüzul Sebebi:

 

İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayetine göre Bedir günü müşriklerin "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz" demeleri üzerine "Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar." ayeti (45. ayet) indi.

Müslim ve Tirmizî'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiklerine göre müş­rikler geldi, Rasulullah (s.a.) ile kader konusunda tartıştılar. Bunun üzerine "Şüphesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir." ayetinden (47. ayet) "Şüp­hesiz biz her şeyi bir ölçü içinde yarattık." ayetine (49. ayet) kadar indi.

İbni Hıbbân'ın rivayetine göre Ebu Ümame el-Bâhilî şöyle dedi: Al­lah'a yemin ederim ki Rasulullah'ın "şüphesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir. O gün "Tadın ateşin dokunmasını." denilerek, cehennemde yüzleri üstü sürüklenirler. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü içinde yarattık." ayetleri (47-49. ayetler)Kaderiyye (Kaderi inkâr edenler) hakkında indi, dediğini işittim.

Ebu Bekr İbni Harisin Ebu Zürâre el-Ensârî'den naklettiğine göre Ra­sulullah (s.a.) "Şüphesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir." ayetini okudu sonra "Bu ayet, bu ümmetin sonundan Allah'ın takdirine inanma­yan bir grup insan hakkında inmiştir." dedi. [35]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah; Nuh, Hud, Salih ve Lût kavimleri gibi geçmiş ümmetlerden ba­zılarını peygamberlerine iman etmemeleri sebebiyle helak ettiğini beyan ettikten sonra Mekkelilere, inkâr üzre devam ettikleri ve sapıklıkta ısrar ettikleri takdirde başkalarının başına gelen azap ve horlanmanın onların da başına geleceğini kendilerine anlatmak için soru üslûbu ile azarlayarak hitap etti ve yakında onların da bu dünyada hezimete uğrayacağını, ahiret-te de daha şiddetli ve daha belâlı bir azapla karşılaşacaklarını bildirdi.

Sonra ahirette günahkârların yani müşriklerin göreceği azabın çeşidi­ni ve her şeyi Allah'ın yarattığını ve buyruğunun tekvînî "ol" kelimesi ile süratle yerine geldiğini beyan etti. Ve müttakilerin, yani iyilerin nail olaca­ğı sevabı zikrederek sureyi bitirdi. [36]

 

Açıklaması:

 

"Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı hayırlı, yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mi var?" Yani, ey Kureyş müşrikleri! Peygamberlerine iman etmedikleri ve semavî kitapları inkâr ettikleri için helak edilen adı geçen kâfirlerden daha mı iyi durumdasınız, yoksa elinizde, indirilen kitaplarda "size asla ne bir azap, ne bir ceza ulaşmaz." şeklinde Allah tarafından gön­derilmiş bir beraet mi var?

Yani ey Mekkeliler veya ey Arap toplumu! Sizin kâfirleriniz, sizden önce geçen ve inkârlarından dolayı helak edilen milletlerin kâfirlerinden daha hayırlı değildir. Siz onlardan daha üstün değilsiniz ki peygamberleri­ni inkâr ettiklerinde onların başlarına gelen azaptan emin olasınız. Pey­gamberlerin kitaplarının hiçbirinde Allah'ın azabından korunacağınıza da­ir bir beraatiniz de yok.

Bu, Arap müşriklerinden inkârda ısrar edenlere yönelik bir tehdit ve bir azarlamadır. "Siz'den maksat bazılarıdır, hepsi değil. Onların kâfirleri daha önce geçen Nuh, Hud, Salih ve Lût kavmi kâfirlerinden daha hayırlı değildir. Bunlar da aynıdır, belki onlardan daha şer, daha kötüdürler.

"Yoksa onlar "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz." mu diyor­lar?" Yani yoksa onlar "Biz kalabalık, çok güçlü bir topluluğuz, cemaatiz. Zafer bizimdir." mi diyorlar? Onlar aralarında yardımlaşacaklarına ve top­luluklarının kendileri için kötülük düşünenlerin üstesinden geleceğine mi inanıyor ve güveniyorlar?

Allah 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp ka­çacaklar." sözü ile onlara cevap verdi. Yani Mekke kâfirleri veya umumi olarak Arap inkarcılarının birliği, topluluğu yakında dağılacak, mağlup olacaklar ve perişan bir halde kaçıp gidecekler. İşte bu, peygamberliğin de­lillerinden biridir. Çünkü Allah, o müşrikleri Bedir'de hezimete uğrattı, küfrün başlan, şirkin direkleri öldürüldü, kalanları da kaçıp gittiler.

Buhari ve Neseî, İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Bedir günü Ra-sullullah (s.a.) çadırında şöyle dua ediyordu: "Ahdini ve vadini yerine getir ya Rab! Ey Allah'ım, sen öyle dilersen bu günden sonra yer yüzünde ebediy-yen ibadet olunmazsın (ibadet edecek kimse bulunmaz)." Ebu Bekir elinden tuttu ve 'Yeter ya Rasulallah, Rabbine yeteri kadar ısrar ettin.” Dedi. Rasulullah hemen dışarı çıktı, zırhı içinde sevinçle şu ayetleri okuyordu: “Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belalı ve daha acıdır."

İbni Ebi Hatem'in rivayetine göre İkrime şöyle dedi: "Yakında o toplu­luk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar" ayeti indiğinde Ömer "Hangi topluluk hezimete uğrayacak? Hangi topluluk mağlup ola­cak?" diye soruyordu. Ömer daha sonra şöyle dedi: "Bedir günü Rasulullah'ı zırhının içinde sevinçle 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkaları­nı dönüp kaçacaklar." dediğini görünce bu ayetin tefsirini o gün anladım.'

Sonra Allah işin sadece hezimete uğramaları ve gerisin geri kaçmala­rından ibaret olmadığını, azabın, bundan daha büyük olduğunu, zira onlara vaad edilen asıl yerin kıyamet olduğunu, eğer inkâr üzerinde ısrar ederlerse ahirette şiddetli bir azapla karşılaşacaklarını beyan ederek şöyle buyurdu:

"Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve daha acıdır." Yani hayır, onlara vaad edilen uhrevî azabın yeri ve zamanı şüphe yok ki kıyamettir. Dünyadaki bu öldürülme, esir düşme, yenilme, onlara vaad edilen azabın tamamı bunlardan ibaret değildir, bu onun sadece bir başlangıcıdır. Zira ahiret azabı daha büyük, dünya azabından daha acıdır. Aynı zamanda o devamlı ve ebedidir.

Razı şöyle der -ki bu tefsircilerin çoğunun görüşüdür-: Açıkça görülen o ki kıyamet azabına karşı uyarma daha öncekilerin hepsine yapılmıştı. Sanki Allah şöyle demektedir: Senden önce de inkâr edip bunda ısrar eden­leri helak ettik. Senin kavmin onlardan daha hayırlı değildir. Eğer ısrar ederlerse onların başına gelen bunların başına da gelir. Sonra şüphesiz bu dünya azabı, görecekleri karşılığın tamamı olmayıp, tamamlanması de­vamlı azap ile olacaktır.[37]

Sonra Allah uhrevî azabın çeşidini haber vererek şöyle buyurdu:

"Şühhesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir." Yani Allah'a şirk ko­şup peygamberlerini yalancı sayanlar, tüm kâfirler ve diğer fırkalardan iş­lediği bid'at sebebi ile küfre düşen her bid'atçı kâfir, dünyada bir bocalama ve şaşkınlık içinde, haktan ve doğru yoldan uzaktadır. Kıyamette de cehen­nem, alevli bir ateş içinde olacaktır.

Rahman Suresi "Mücrimler=günahkârlar, simalarıyla tanınır" (ayet: 41) ayetinde de burada olduğu gibi mücrim kelimesi müşrik için kullanılmıştır.

Tefsircilerin çoğu bu ayetin Kaderiyye hakkında indiğinde ittifak et­mişlerdir. Vahidî tefrişinde Ebu Hüreyre'ye ulaşan senedi ile yaptığı riva­yette onun şöyle dediğini nakleder: "Kureyş müşrikleri gelmiş Rasullullah ile kader konusunda tartışıyorlardı, bunun üzerine bu ayetten "Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." ayetine kadar indi.[38]

Hz. Ayşe'den Rasullullah (s.a.)'in "Bu ümmetin Mecusîsi kaderciler­dir. " dediği rivayet edilmiştir.[39] İşte bunlar Allah'ın "Şüphesiz mücrim-ler=günahkârlar sapıklık içindedir" dediği, dünyada haktan uzak bulunan mücrimlerdir. Razî, Rasulullah'ın bu ayet onlar hakkında indi dediği kaderiyyenin manasını beyan sadedinde şöyle dedi: Amellerin yaratılması konusunda konuşan her firka kaderiyyenin hasmı olduğu kanaatine varmıştır: Mesela Cebriyye şöyle der: İtaat ve isyan Allah'ın yaratması, kaza ve kaderi ile de­ğildir, diyenler işte kaderciler bunlardır, çünkü onlar böylece kaderi inkâr etmiş oluyorlar. Mutezile ise kaderci zina edip hırsızlık yaptığı zaman Al­lah bana bu gücü verdi, diyen cebriyedir, çünkü kaderin varlığını kabul et­miştir, der. Bu her iki fırka da kaderci, yaratma Allah tarafindandır, kul­dan değildir, diyen Ehl-i Sünnet'tir, derler.

Doğrusu şudur: Hakkında bu ayet inen kaderiyye, kaderi ve Allah'ın kudretini inkâr edip hadiselerin hepsi yıldızların etkisiyle meydana gel­mektedir, diyenlerdir. "Kureyş müşrikleri" gelip Rasullullah (s.a.) ile kader konusunda tartıştı" rivayeti de buna delâlet etmektedir. Zira onların inancı da bu yönde idi. "Bu ümmetin Mecusisi kadercilerdir." sözüne gelince, işte bununla Rasulullah zamanındaki kaderciler kastedilmiştir ki bunlar hadi­seler üzerinde Allah'ın kudretini inkâr eden müşriklerdir. Dolayısıyla Mu­tezile bunlara dahil değildir. Müşriklerin bu ümmet içindeki yeri Mecusile-rin geçmiş ümmetler içindeki yeri gibidir.[40]

"O gün "tadın ateşin dokunmasını" denilerek yüzleri üstü sürüklenir­ler. " Yani o günahkâr kâfirler cehennemde azap olunurlar, zelil ve rezil et­mek için yüzleri üstü sürüklenirler, yermek ve azarlamak için kendilerine "Ateşin hararetini, acılarını ve azabının şiddetini tadın." denilir.

Sonra Allah kâinatta kulların bütün fiilleri dahil, meydana gelen her şeyin Allah'ın yaratması ile olduğunu beyan sadedinde şöyle buyurdu.

"Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." Yani bütün eşya hayır ol­sun, şer olsun, kâinatta meydana gelen bütün fiiller Allah'ın yaratmasıdır. Hikmetinin gerektirdiği şekilde tertibi, tahkimi ve takdiridir. Takdir edile­ne uygun şekilde Levh-i Mahfuz'da yazılmışdır. Var olmadan önce ilm-i ezelîsinde sabittir. Allah olacağın halini ve zamanını önceden bilir.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayetlerdir: "O her şeyi yarattı da, onu eri­şilmez bir incelikte takdir etti." (Furkan, 25/2); "Yaratıp düzelten, takdir edip yol gösteren Rabbin yüce ismini teşbih et." (A'lâ, 87/1, 2, 3).

Ahmed bin Hanbel ve Müslim'in İbni Ömer'den rivayetine göre Rasu­lullah şöyle buyurdu: "Her şey kaderledir, hatta acizlik ve tembellik bile." Yine Ahmed ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri sahih hadiste Rasullullah şöyle buyurdu: "Allah'tan yardım iste, acze düşme, başına bir iş gelirse "Allah takdir etti, dilediğini yaptı" de. "Keşke şöyle şöyle yapsay­dım, şöyle olurdu." deme, çünkü "Yapsaydım, etseydim (gibi sözler)" şeyta­nın işine kapı açar."

Ahmed bin Hanbel, Tirmizî ve Hakimin İbni Abbas'tan rivayetlerine göre Rasulullah ona şöyle buyurdu: "Evlât, sana birkaç kelime öğreteyim: Allah'ı koru (dinine uy) ki O da seni korusun, Allah'ı koru (dinine uy) ki karşında O'nu bulasın. İstediğin zaman Allah'tan iste. Yardım istediğin za­man Allah'tan iste. Şunu iyi bil: Ümmet sana bir hususta faydalı olmak için bir araya gelse, Allah'ın senin için yazdığından başka hiçbir şekilde faydalı olamazlar. Yine sana bir hususta zarar vermek için bir araya gelse­ler, Allah'ın senin hakkında yazdığından başka hiçbir zarar veremezler. Ka­lemler kaldırıldı, sayfalar kurudu."

Şurası bilinen hususlardandır: Yazmak, kulu buna mecbur etmek, farz kılmak manasına gelmez. Eşyayı önceden bilmek öyle yapmaya mecbur edecek manasına gelmez. Ama bu, kâinattaki her şeyi Allah'ın önceden bil­diğini gösterir.

Sonra Allah yarattıkları hakkında iradesinin ve takdirinin geçerli ol­duğunu açıklama sadedinde şöyle buyurdu:

"Bizim emrimiz ancak bir göz kırpması gibi bir tek (kelime)den ibaret­tir." Yani eşyanın yaratılması hakkında bizim emrimiz sadece bir defada olur, ikinci defa bir te'kide ihtiyaç kalmaz. Bir kelime ile emrettiğimiz şey göz kırpması hızı içinde meydana gelir, var olur, bir an bile gecikmez. Göz kırpmak, gözü kapayıp açmaktadır. Bu, eşyayı icad etmede Cenab-ı Hakk'ın isteğinin süratle yerine geldiğini anlatmak için bir misaldir ki bu sürat göz kapayıp açmak kadar veya daha kısadır. Nitekim Allah bunu bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Bir şeyi murad ettiği zaman O'nun yaptığı ona "ol"demekten ibarettir. Hemen olur." (Yasin, 36/82).

Sonra geçmiştekilerin helakinden ibret alınmasına ve hakkın bulun­masına tekrar dikkatleri çekerek şöyle buyurdu:

"Andolsun ki biz sizin benzerlerinizi helak ettik. Var mı bir ibret alan1?" Yani biz, geçmiş ümmetlerden peygamberleri tekzib eden inkarcılıkta sizin benzerlerinizi helak ettik ey Kureyş! Allah'ın bunları perişan etmesinden, onlar için azap takdir etmiş olmasından ders alan var mı? Bu öğütlerden ders alıp, aklını başına toplayarak bunun bir hakikat olduğunu bilen, neti­cede geçmiş ümmetlerin başına gelen bu cezadan korkan var mı?

Bu ayette "eşyâaküm" kelimesi "emsâleküm" benzerleriniz manasına­dır. Nitekim şu ayette de aynı manada gelmiştir: "Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir." (Se-be, 34/54).

Bütün bunların ardından Allah yaptıklarının tamamını sayıp dökece­ğini, kendisinin onlar üzerindeki murakebesini bildirerek şöyle buyurdu:

"Yaptıkları her şey kitaplardadır. Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır." Yani ister hayır, ister şer olsun; fertlerin, kabilelerin ve ümmetlerin yaptıklan ve yapacakları her şey Levh-i Mahfuz'da ve hafaza meleklerinin defter­lerinde yazılmıştır. "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yaz­maya hazır biri bulunmasın." (Kaf, 50/18) ayetinde de beyan edildiği gibi kulların amellerinden, sözlerinden büyük veya küçük olsun, önemli veya önemsiz olsun mutlaka her şey Levh-i Mahfuz'da ve meleklerin kütük ve defterlerinde yazılmıştır.

Ahmed bin Hanbel, Neseî ve İbn-i Mace'nin Hz. Ayşe'den rivayet ettik­lerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey Ayşe, sakın ha günahların küçük görülenlerini yapayım, deme. Çünkü onların da Allah tarafından bir soranı vardır."

Sonra Allah sevapla ceza, kâfirlerin göreceği ceza ile mümin ve müttakilerin nail olacağı mükâfat arasında bir mukayese ve bir karşılaştırma yapmak için mümin ve müttakilerin bulacağı karşılığın çeşidini zikrederek şöyle buyurdu:

“Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır. Kudret sahibi ve mülkü çok yüce Allah’ın huzurunda, hak meclisindedirler” Yani şaki insanların azar, tehdit ve tahkir içinde cehennemde yüz üstü sürüklenmelerinin aksine, muttaki insanlar içinden bal, süt, su ve sarhoş etmeyen şarab ırmaklarının aktığı cennetler içinde olacaklar, Allah'ın rızası, ikram ve ih­sanına nail olacakları cennetler içinde, boş lakırdıların konuşulmadığı, gü­nahın işlenmediği hak meclislerinde bulunacaklar. Dilediğini yapmaya ka­dir olan, hiçbir şeyin kendisini aciz bıkaramayacağı Rablerinin katında, saygın bir mevki ve makamda bulunacaklar. O Rab ki büyük mülkün sahi­bi, her şeyin yaratıcısı ve takdir edicisi, onların istediğini yapmaya mukte­dir olandır.

Ahmed bin Hanbel, Müslim ve Neseî'nin Abdullah bin Amr'dan Rasu-lullah'a ulaştırarak rivayet ettiği hadiste Rasulullah şöyle buyuruyor: "Adaletli hükmedenler kıyamet günü Allah'ın nezdinde arşın sağında nur­dan minberler üzerinde olacaklar ki bunlar idareciliğinde ve hükmünde ço­luk çocuğu içinde ve sorumluluğunu üzerine aldığı kişiler hakkında adalet­li hükmedenlerdir." [41]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Birisi bir cürüm işler ve belirli bir ceza ile cezalandırılırsa, bu ceza­ya aynı cürmü işleyen benzeri herkes çarptırılır. Arap veya Kureyş kâfirle­ri, inkârları yüzünden helak edilen geçmiş milletlerin kâfirlerinden daha iyi değillerdir ve ellerinde peygamberlere inmiş kitaplarda ceza görmeye­ceklerine dair bir vesika veya bir beraet senedi de yoktur.

2- Kureyş kâfirleri kendilerinin sayıca çok, kuvvetçe üstün olmaları, müslümanların da az ve zayıf olmaları sebebiyle onlara karşı zafer kazan­maya muktedir olduklarını iddia ettiler. Ancak beşerî güç dengeleri ilâhî kudret, hikmet ve nusret terazisinde bozulabilir: "Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraber­dir." (Bakara, 2/249).

Onun için Allah bu surede "O topluluk yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar." dedi. Bedir günü ve sonraki gazalarda da de­diği gibi oldu. İşte bu peygamberliğin doğruluğunu gösteren delillerden bi­ridir. İbni Abbas "Bu ayetin inişiyle Bedir arasında yedi sene vardır." de­miştir. Buna göre ayet, hatta surenin tamamı Mekke'de nazil olmuştur. Buhari'nin rivayetine göre müminlerin annesi Hz. Ayşe şöyle dedi: "Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve daha acıdır." ayeti Mekke'de Rasulullah'a indiğinde ben daha oyun oynayan bir çocuk idim." İbni Abbas hadisi ve Bedir günü Ebubekir'in kıssası daha önce geçti.

3- Kâfirlerin azap görmesi dünyada öldürülmekten, esir düşmekten, hezimet, zillet ve horlanmaktan ibaret değildir. Onlar için ahirette başka bir azap vardır ki o daha çetin, daha büyük, daha belâlı, daha acı, daha de­vamlı ve kalıcıdır.

4- Kâfirler ve müşrikler haktan uzakta ve cehennem ateşindedirler. Cehennemde tahkir etmek ve zelil kılmak maksadıyla yüz üstü sürüklene­cekler.

5- Allah her şeyin yaratıcısıdır. Dolayısıyla hiçbir cebir ve baskı ol­maksızın kulların bütün fiillerini de yaratan O'dur: "Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allah'tır." (Saffât 37/96); "Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü içinde ya­rattık. " Allah kadirdir, ancak O hiç kimseyi bir şey yapmaya zorlamaz, ku­lun isteğine ve hürriyetine bırakır.

Müşrikler hadiseler üzerinde Allah'ın değil de yıldızların gücünü kabul ettikleri için kaderci sayılmışlardır. Müslümanların kadercileri de "Namaz kılmak, zina yapmak gibi kulların fiillerinde Allah'ın kudretinin bir etkisi yoktur, kul kendi fiilini yaratır." dedikleri için kaderci diye adlandırılmıştır.

Kurtubî şöyle der: Ehl-i Sünnet'in akidesi şudur: Allah her şeyi takdir etti. Yani onları yaratmadan önce mikdarlannı, hallerini ve zamanlarını biliyordu. Sonra onlardan her birini ilm-i ezelîsinde bildiği şekilde yarattı. Dolayısıyla süflî ve ulvî âlemde Allah'ın ilminden, kudretinden ve iradesin­den sadır olmayan hiçbir şey meydana gelmez. İnsanların bu hadiselerdeki yeri ise kazanma, çalışma ve hadiselerin kendisine nispetinden ibarettir. Çünkü bütün bunlar Allah'ın kudreti, yardımı ve ilhamı ile onlara kolaylık vermesi sayesinde olmaktadır. Kur'an ve sünnette açıkça beyan edildiği gi­bi ondan başka yaratıcı yoktur. Mesele Kaderiyye ve başkalarının da dediği gibi "Ameller bizim elimizde, eceller başkasının elinde" şeklinde değildir. Ebu Zer (r.a.) şöyle nakleder: Necran heyeti Rasulullah'a geldi ve "Ameller bizim elimizde, eceller başkasının elinde" dediler. Bunun üzerine "Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü içinde yarattık." ayeti indi. Heyet: "Ya Muhammed gü­nahları da bizim hesabımıza yazıyor da, bize azap edecek mi?" dediler. Ra-sulullah (s.a.) onlara: "Siz kıyamet günü Allah'ın davalılarısınız."[42] dedi.

6- Allah'ın yaratma hususundaki emrinin yerine gelmesi son derece süratlidir, göz kırpmaktan daha hızlıdır, bir kelimeden ibarettir ki o da "ol" demesidir.

7- Allah müşriklere yaptığı ikazı ve azarlamayı tekrar etti ve geçmiş ümmetlerden inkârda kendilerinin benzerlerini helak ettiğine dikkatlerini çekti ki ibret alınsın, bunların üzerinde düşünülsün.

8- Müşriklerden önce o ümmetlerin yaptıklarının hepsi ve onlardan sonra da yapacaklarının -ister hayır, ister şer olsun- hepsi, Levh-i Mah-fuz'da veya hafaza meleklerinin defterlerinde, onların hesabına yazılmıştır. Büyük olsun küçük olsun her günah, kişi onu işlemeden önce işleyenin üzerine yazılmıştır, işlediği zaman da yazılır. Kâfirlerin dünyada hemen görecekleri helak, yaptıklarına karşılık ahirette onlar için hazırlanmış azap hepsi yazılmıştır. Diğer inkarcıların yapacakları da yazılmıştır.

9- Mukayese ve karşılaştırma yapmak için, teşvik ve korkutmak için Allah kâfirlerin halini anlattıktan sonra müminlerin de halini anlattı: Mü­minler, müttakiler köşklerinin altından su, şarap, süt ve bal nehirlerinin aktığı ebedî cennetler içinde olacaklar. Onlar, dilediğini yapmaya kadir, her şeyin maliki Rablerinin yanında bir saygınlık ve bir mevki sahibidirler. Boş sözün konuşulmadığı, günahın işlenmediği hak meclisindedirler ki o da cennettir.

Daha önce de izah edildiği gibi buradaki "Rablerinin yanında" olmak­tan maksat O'nun nazarında bir mevki rütbe, makam sahibi olma ve ma­nevi bir yakınlıktır. [43]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/125.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/125.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/125-126.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/126.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/127-128.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/128.

[7] İbni Kesir, IV/261.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14128-131.

[9] Kurtubî, XVII/126.

[10] Razî, XXIX/28.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/131-132.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/133.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/134.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/134.

[15] İbni Kesir, IV/264.

[16] Garâibul-Kur'an, Neysâbûrî, XXVII/52.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/134-137.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/137-138.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/139.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/139-140.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/140-141.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/141.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/142-143.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/143.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/143-145.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/145-146.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/147-148.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/148.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/148-150.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/150-151.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/152.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/152-153.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/153.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/154-155.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/155-156.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/156.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/156.

[37] Razî,XXIX/68.

[38] Müslim, Tirmizî ve İbni Mace rivayet etmiştir.

[39] İbni Mace, Cabir'den de "Bu ümmetin Mecusîsi Allah'ın takdirlerini inkâr edenler­dir. " şeklinde rivayet etmiştir, ancak bu zayıftır.

[40] Razî, XXIX/69-70.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/157-161.

[42] Kurtubî, XVTI/148.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/161-163.