2- İki Cennet Kime ve Hangi Sebeplerden Dolayı
Verilecektir?:
1- Gözlerini Eşlerine Dikmiş Olanlar:
3- Cinsel Açıdan Cinlerin Durumu:
2- Meyve Yemeyeceğine Dair Yemin Edip Nar veya Taze Hurma
Yiyenin Durumu:
2- Cennette Huriler mi Daha Güzeldir, Yoksa Dünya
Kadınları mı?
Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile
el-Hasen, Urve b.
ez-Zübeyr, İkrime, Ata ve Câbir'in görüşüne göre bütünüyle Mekke'de inmiştir.
İbn Abbas; bundan bir
âyet müstesnadır. Bu da yüce Allah'ın: "Göklerde ve yerde bulunan herkes
O'ndan diler" (er-Rahmân, 55/29) buyruğudur, demiştir. Yetmışaltı âyettir,
İbn Mesud ve Mukatil:
Bütünüyle Medine'de inmiştir, demişlerdir. Ancak birinci görüş Urve b.
ez-Zübeyr'den gelen şu rivayet dolayisı ile daha sahihtir: Mekke'de Peygamber
(sav)'dan sonra Kur'ân'ı açıktan okuyan ilk kişi İbn Mesud'dur. Şöyle ki Ashabr
Kureyşlİler hiçbir zaman bu Kur'ân'ın yüksek sesle, açıkça okunduğunu henüz
işitmediler. Acaba bu Kur'ân'ı onlara işittirecek bir kimse var mı? dediler.
İbn Mesud; Ben diye atılınca, ashab: Sana bir zarar geleceğinden korkuyoruz.
Bizler kendisini koruyacak aşireti bulunan bir adamın bunu yapmasını istiyoruz,
dediler. Ancak o bunu kabul etmedi. Makamın yanında ayağa dikilip "Rahman
ve rahim Allah'ın adıyla. Rahman (alan Allah) Kur'ân'ı öğretti..."diye
okumaya koyuldu. Sonra Kureyş, meclislerinde oturmakta iken o sesini
yükseltmeye devam etti. Dikkatle dinleyince: Um Abd'in oğlu ne diyor? dediler.
Diğerleri: O Muhammed'in üzerine indirildiğini iddia ettiği sözleri söylüyor,
dediler. Sonra da yüzünü yaralayın-caya kadar onu dövdüler.
Sahih rivayetle sabit
olduğuna göre Peygamber (sav), (Batn-ı) Nahle denilen yerde sabah namazını
kıldı. er-Rahmân Sûresi'ni okudu. Cinlerden bir kesim oradan geçti ve ona iman
etti.
Tirmizi'deki rivayete
göre Câbir şöyle demiştir: Rasûlullah (sav), ashabının yanına çıkıp geldi.
Onlara er-Rahmân Sûresi'ni başından sonuna kadar okudu, onlar da seslerini
çıkarmayıp dinlediler. Peygamber şöyle buyurdu:
"Andolsun ben bu
sûreyi cin gecesi cinlere karşı ukudum. Onlar sizden daha güzel karşılık
veriyorlardı. Ben yüce Allah'ın: "O halde Rabbinizin nimetlerinden
hangisini yalanlayabilirsiniz?" buyruğunu okudukça kendileri de: Rabbimiz,
nimetlerinden hiçbirisini yalanlamıyoruz. Hamd yalnız Sanadır" diye
karşılık veriyorlardı. (Tirmizi) dedi ki: Bu garib bir hadistir[1]
Ayrıca bu rivayette
sûrenin Mekke'de indiğine delil bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Rivayet olunduğuna
göre Kays b. Âsim el-Minkârî Peygamber (sav)e şöyle demiştir: Bana sana
indirilenlerden bir şeyler oku. Bunun üzerine Peygamber ona er-Rahman
Sûresi'ni okudu. Kays: Onu tekrar oku deyince," Peygamber üç defa bu
sûreyi ona tekrar etti. Kays: Allah'a yemin ederim ki bunun bir parlaklığı
vardır. Bu sözün kendine has bir tadı vardır. Onun altı sulak, yukarısı
yemişlidir. Böyle bir sözü hiçbir insan söyleyemez. Ben şehadet ederim ki,
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur ve şüphesiz sen Allah'ın Rasûlüsün, dedi[2]
Ali (r.a)'dan rivayet
edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Herşeyin bir gelini
vardır. Kur'ân'ın gelini de er-Rahmân suresi’dir.
[3]
[4]
1. Rahman,
2.
Kuranı
öğretti,
3.
İnsanı
yarattı,
4.
Ona
beyânı öğretti.
5.
Güneş de,
ay da hesapladır.
6. Gövdesiz
bitkiler de, ağaçlar da secde ederler.
7.
Göğe
gelince, onu da yükseltti ve mizanı koydu.
8. 9 Tartıda
haksızlık etmeyin, tartıyı adaletle dosdoğru yapın ve
tartıyı eksik
yapmayın" diye emretti.
10.
Yere
gelince, onu da oranın yaratıkları İçin alçaktı.
11.
Orada
meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.
12. Samanlı
taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır.
13.0 halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Rahman"
olan Allah "Kur'ân'ı Öğretti" buyruğu hakkında Said b. Cü-beyr ile
Âmir eş-Şa'bî şöyle demişlerdir: "er-Rahmân" bir araya getirilmeleri
halinde yüce Allah'ın isimlerinden birisini teşkil eden üç sûrenin başlangıcıdır:
"Elif, lâm, Ra" ile "Hâ, Mîm" ve "Nün." Bunların
bir araya getirilme^ leri halinde "er-Rahmân" adı ortaya çıkar.
"Kur'ân'ı
öğretti." Yani yüce Allah onu peygamberine öğretti, o da onu bütün
insanlara eksiksiz tebliğ etci.
Bu sûre Mekkeli
müşrikler: Rahman da neymiş? demeleri üzerine inmiştir.
Bu buyruğun
Mekkelilere: Ona bu Kur'ân'ı bir insan öğretiyor ve o da Ye-mâme'nin Rahmân'ıdır
sözlerine cevab olmak üzere indiği de söylenmiştir. Onlar bu sözleriyle yalancı
Müseylemeyi kastediyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah: "Rahman (olan
Allah) Kur'ân'ı öğretti" buyruklarını indirdi.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kur'ân'ı öğretti." Onun hatırlanmasını ve okunmasını kolaylaştırdı
demektir. Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz Kur'ân'ı öğüt almak için
kolaylaştırdık." (en-Necm, 54/17) buyruğu da bu anlamdadır.
Yüce Allah, Kur'ân'ı
insanların kendisi ile kendisine ibadet etmelerinin bir alâmeti kılmıştır, diye
de açıklanmıştır,
"İnsanı
yarattı" buyruğu hakkında İbn Abbas, Kata de ve el-Hasen: Âdem (a.s)'ı
kastetmektedir, demişlerdir.
"Ona beyânı"
herşeyin ismini "öğretti." Ona bütün dilleri öğretti, diye de
açıklanmıştır. Yine İbn Abbas'tan ve İbn Keysân'dan şöyle dedikleri rivayet
edilmiştir: Burada insan'dan, kasıt Muhammed (sav)'dir. "BeyânMan kasıt
ise helâl ile haramın,
hidayet ile sapıklığın açıklanmasıdır. Olmuş ve olacaklar, diye de
açıklanmıştır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim öncekilere de, sonrakilere de, kıyamet
gününe dair de açıklamalarda bulunmuştur. ed-Dahhâk "beyân" hayır ve
serdir, demiştir. er-Rabi' b. Enes de: İnsana fayda ve zarar verecek şeylerdir,
diye açıklamıştır. Katade de böyle demiştir.
"İnsan''ile bütün
insanların kastedildiği de söylenmiştir. O halde bu bir cins isimdir.
"Beyan" da bu açıklamaya göre konuşmak ve kavramak demek olur. Bu ise
insanın diğer canlı varlıklara kendisi vasıtasıyla üstün kılındığı özellikler
arasındadır.
es-Süddî şöyle
demiştir: O herbir kavme kendisi ile konuşacakları dillerini öğretmiştir.
Yemân da: Kalem ile yazı yazmaktır, diye açıklamıştır. Bunun bir benzeri de
yüce Allah'ın: "O kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini
öğretti" (İkra, 96/4-5) buyruklarıdır.
"Güneş de, ay da
hesapladır." Yani her ikisi de bilinen bir hesap ile akıp gitmektedirler.
Böylelikle bu buyrukta ("her ikisi de akıp gitmektedirler") anlamına
gelen; takdirindeki haber hazfedilmişür.
İbn Abbas, Katade ve
Ebu Malik de şöyle demişlerdir: Yani onlar belirli konaklarda bir hesaba göre
akmaktadırlar. Bu konaklan ileri geçemezler ve başka yere de kaymazlar.
İbn Zeyd ve İbn Keysân
şöyle demişlerdir; Her ikisi ile vakitler, va'deler ve ömürler hesab
edilmektedir. Eğer gece gündüz, güneş ay olmasaydı ve eğer zaman tümüyle gece
ya da gündüz olsaydı, hiç kimse herhangi bir şeyi nasıl hesab edeceğini
bilemeyecekti.
es-Süddî dedi ki:
"Hesapladır" bunların süreleri takdir edilmiştir, demektir. Bunlar
tıpkı insanların ecelleri gibi ecellerine doğru akıp giderler, onların da
ecelleri geldi mî yok olup gidecekler, Bunun bir diğer benzeri yüce Allah'ım
"Herbiri belirli bir süreye kadar akıp gitmektedir." (ez-Zümer, 39/5)
buyruğudur.
ed-Dahhâk, bir kader
iledir, diye açıklamıştır. Mücahid de şöyle demiştir: "Hesaplıdır"
lafzı değirmenin hüsbânı yani etrafında döndüğü ekseni gibidir, demektir. Her
ikisi de bir eksenin etrafında dönermişcesine dönerler,
" Hesap"
lafzı; "Onu hesap ettim, ederim, hesap etmek" fiilinin mastarı
olabilir. Mastar itibariyle "gufran, küfran, rüc-han" lafızlarına
benzer, bir diğer masdar şekli de; şeklindedir. Bu da; "Onu saydım,
sayarım" anlamındadır.
el-Ahfeş dedi ki: Bu
lafız "hisab"in çoğulu da olabilir, çoğulunun diye gelmesi gibi. Bu
kelime aynı zamanda "azab ve kısa oklar" anlamında da kullanılır.
Buna dair açıklamalar el-Kehf Sûresi'nde (18/40. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Tekili: diye gelir. Bu aynı zamanda "küçük yastık"
anlamında da kullanılır. Bu anlamdan hareketle: " Ona yastık
hazırladım" demek olur. Nitekim şair şöyle demiştir:
"O vakit aen yastık
hazırlanmamış olarak kalırsın."
Kimse sana ikram
etmeksizin ve sana kefen giydirilmeksizin, demektir.
"Gövdeslz
bitkiler de, ağaçlar da secde ederler" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas
ve başkaları şöyle demişlerdir: "Gövdesiz bitkiler: Gövdesi bulunmayanları;
"Ağaçlar" lafzı da gövdesi olanlar"ı anlatmaktadır. İbn Abbas
Temimli Safvan b. Esed'in şu beyitini de zikretmektedir:
"O büyük düzlük
dikenli bitkilerini verdi,
Ttemim ve Vâil
kabileleri de bu sayede tamam oldu."
Züheyr b. Ebi Süİmâ da
şöyle demiştir:
"Bitki gövdeleri
ile taçlanmış bulunuyor, güney rüzgarının dokuduğu; Ki onun saf olmayan suyunun
hareleri yardır."
Gövdesiz bitki"
lafzı; O şey ortaya çıktı, göründü,
çıkar, görünür" kökünden gelmektedir.
Bitkilerin ve
ağaçların secdeleri, gölgelerinin secdesiyle olur. Bu açıklamayı ed-Dahhâk
yapmıştır.
el-Ferrâ dedi ki:
Bunların secdeleri güneş doğduğu zaman güneşe dönük olmaları, sonra gölge
çekiltnceye kadar onunla birlikte gölgelerinin de kayması ile olur.
ez-Zeccâc dedi ki:
İkisinin secdesi gölgelerinin onlarla birlikte dönmesi ile olur. Nitekim yüce
Allah: "Gölgelerinin... dönerek." (en-Nahl, 16/48) diye
buyurmaktadır,
el-Hasen ve Mücahid de
âyet-i kerimede geçen (ve "gövdesiz bitkiler" diye meali verilen):
"en-Necm"den kasıt semadaki yıldızlardır, demişlerdir. Mü-cahid'in
görüşüne göre yıldızın secdesi gölgesinin dönmesi ile olur. Taberi'nin tercih
ettiği de budur. Bu görüşü el-Mehdevî de nakletmektedir.
Yıldızın secdesinin,
kaybolması olduğu, ağacın secdesinin meyvesinin toplanmasının mümkün
olmasıdır, diye de açıklanmıştır. Bu görüşü el-Maver-dî nakletmektedir. Bir
diğer görüşe göre bütün bunlar, Allah tarafından musahhar kılınmış şeylerdir. O
bakımdan sizler Sabitlerden birtakım kimselerin yıldızlara taptıkları gibi
sakın yıldızlara tapmayınız. Acemlerden bir çoğunun yaptığı gibi de ağaçlara
tapmayınız, demektir.
"Secde etmek*
zilletle boyun eğmek demektir. Bununla kastedilen ise sonradan yaratılmışlığın
izlerini taşımalarıdır. Bu açıklamayı da el-Kuşeyrî nak-letmiştir.
en-Nehhâs dedi ki:
Dilde "secde etme'nin asıl anlamı, yüce Allah'a teslim olmak ve O'na
boyun eğip itaat etmektir. Bundan dolayı secde bütün cansızların Allah'ın
emrine teslimiyetleri ve O'nun emrine itaat etmeleridir. Canlı varlıklarda da
durum bu şekildedir. Namazdaki secde de bu türdendir. Muhammed b. Yezid de:
"en-necm (mealde; gövdesiz bitkiler) in yıldızlar anlamına geldiği ile
ilgili olarak şu beyiti zikretmektedir:
"Yıldız(lar)ı
(yansıttığından ötürü) o dopdolu tencerede sayarak geçirdi geceyi Yiyenlerin elinde
çabukça donuveren (o yemeğin tenceresinde)."
"Göğe gelince omı
da yükseltti" buyruğundaki: " Göğe gelince"
lafzını Ebu's-Semmal; şeklinde
mübteda olarak ref ile okumuştur. (Göğü de yükseltti, demek olur.) Bunu tercih
etmesinin sebebi daha önce geçen: "Gövdesiz bitkiler de, ağaçlar da secde
ederler" cümlesine bu cümleyi atfetmiş olmasıdır. Böyle okumak suretiyle
atfedileni de tıpkı kendisine at-fediten gibi mübteda ve haberden meydana
gelmiş bir cümle olarak kabul etmiş olmaktadır, Diğerleri ise bu lafzı daha
sonra gelen fiilin delâlet ettiği bir fiili takdir ederek nasb ile
okumuşlardır.
"Ve mizanı
koydu." Mücahid, Katade ve es-Süddîden, adaleti koydu, demektir. Yani o
yeryüzünde uygulanmasını emrettiği adaleti koydu. " Allah şeriatı koydu,
vazetti" denilir. "Filan kişi şunu koydu, bıraktı" demektir.
Buna binaen mizandan kasıt Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de kendisine gerek
duyulan şeyler vardır diye açıklanmıştır ki bu da el-Huseyn b. el-Fadl'ın
görüşüdür.
el-Hasen ve yine
Katade ile ed-Dahhâk şöyle demişlerdir: Bu mizan'dan kasıt, insanların
birbirlerine karşı adaletli davranmaları ve birbirlerindeki hakkı almaları
için kendisi ile tartılan ve denge göstergesi (lisanı) bulunan mizandır. Bu
buyruk adaletin yerine getirilmesini emretmek anlamında haber kipinde
gelmiştir. Buna da yüce Allah'ın: "Tartıyı adaletle dosdoğru yapın"
buyruğu delalet etmektedir ki; "Adalet" demektir.
Bunun hüküm ile aynı
şey olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah bu buyruk ile amellerin tartılması için
âhirette mizanın yerleştirilmesini murad etmiştir, diye de açıklanmıştır.
"Mizan"
lafzının aslı 'dır. Buna dair açıklamalar daha önce el-A'raf Sûre'sinde (7/8.
âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Tartıda
haksızlık etmeyin... diye" buyruğundaki: "...meyin diye"
lafzında geçen; "Diye" edatının i'rabtaki yerinin, harf-i cerrin
hazfedildiği takdirine binâen nasb olması mümkündür. "Haksızlık
etmeyesiniz diye, etmemeniz için" diye buyurmuş gibidir.
Yüce Allah'ın: "Allah
yanümayasanız diye size açıklıyor." (en-Nisa, 4/176) buyruğunda olduğu
gibi. Diğer taraftan: ( il ) edatının i'rabta mahallinin olmaması da mümkündür.
O takdirde buyruk "haksızlık etmeyin" anlamında olup bu takdire göre;
meczum olur. Yüce Allah'ın; "Onların elebaşıları: Yürüyün,,, diyerek
kalkıp gittiler." (Sâd, 38/6) buyruğundaki; "Yürüyün diye..."
lafzının "Yürüyün" anlamında olmasına benzemektedir.
"Tuğyan"
haddi aşmak demektir. Buna göre mîzan adalettir, diyenler mizanın tuğyan»
(haksızlık etmesi) de zulümdür demişlerdir. Maksat kendisi ile tartılan terazi
olduğunu söyleyenler mizanın tuğyanının eksik tartmak olduğunu söylemişlerdir.
İbn Abbas dedi ki: Bir
kimseye tartacak olursanız, hainlik etmeyiniz, demektir. Yine ondan rivayete
göre o şöyle demiştir: Ey mevali topluluğu! Sizler insanların kendileri sebebiyle
helak oldukları iki işin başına getirilmiş bulunuyorsunuz. Bunlar çile ile
ölçmek ve terazi ile tartmaktır.
MMizan"dan kasıt
hükümdür diyenler de onun haksızlık yapması tahrif etmektir, derler. İfadede
hazfedilmiş lafızlar olduğu da söylenmiştir. Yani, O mizanı koydu ve sizlere
mizanda haksızhk etmeyin, diye emretti.
"Tartıyı adaletle
dosdoğru yapın." Yani onu adaletin gereği ne ise öylece kullanın.
Ebu'd-Derdâ (r.a) dedi
ki: Sizler terazinin işaretini tam bir adalet ile dosdoğru tutun. İbn Uyeyne
şöyle demiştir: Terazinin dosdoğru tutulması el ile olur, adalet te kalp ile
olur, Mücahid dedi ki: (Mealde "adalet" diye anlamı
verilen) el-kıst:
Rumcada adalet demektir. Bir görüşe göre de bu "bir kimse namazı İkame
etti" demeye benzer. Bu da namazı vaktinde kıldı anlamındadır. İnsanlar
pazarlarını ikame etti tabiri de vaktinde, zamanında oraya gittiler,
anlamındadır.
Buyruk, sizler
birbirinizle tartılı ilişkilere girdiğiniz takdirde adaleti elden bırakmayınız,
anlamındadır.
"Ve tartıyı eksik
yapmayın." Terazide eksiklik olmasın, ölçü ve tartıyı eksik yapmayın. Bu
da yüce Allah'ın: "Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın." (Hûd, 11/84)
buyruğuna benzemektedir.
Katade, bu âyet-i
kerime hakkında şunları demiştir: Ey Âdemoğlu, sana karşı adalet yapılmasını sevdiğin
gibi, sen de adaletli ol. Sana karşı hakkının eksiksiz ve tam olarak
verilmesini sevdiğin gibi, sen de öylece tam ve eksiksiz ver. Çünkü insanların
ıslah olması adalete bağlıdır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Kıyamet gününde
hasenatınızın tartılacağı mîzânı eksiltmeyiniz. O vakit bu sizin aleyhinize
hasret duyacağınız bir durum olur. "Mîfcân" lafzının tekrarlanması
âyet sonlarına gelmesinden ötürüdür.
Tekrarın, eksiksiz
tartmak ve bu hususta adalete riayet etmeyi emretmek için olduğu da söylenmiştir.
"Eksik
yapmayın" anlamındaki buyruk genel olarak: şeklinde "te" harfi
ötreli ve "sin" harfi de kesreli olarak okunmuştur. Ancak Bilal b.
Ebi Bur-de ile Osman'dan Ebân "te" harfi ile "sin" harflerini
üstün olarak)diye okumuşlardır. İki ayn söyleyiştir. Meselâ; "Mizanı
eksik yaptım (eksik tarttım)" denildiği gibi aynı anlamda: da denilir.
Tıpkı "onu mecbur ettim" anlamında: denilebileceği gibi.
"Te" ve
"sin" harflerini ötreli okuyuşun cer harfinin hazfi takdirine göre
yorumlandığı da söylenmiştir. Anlamı da: "Tartıda haksızlık etmeyin"
şeklindedir.
"Yere gelince,
onu da oranın yaratıkları için alçalttı" buyruğundaki:
"Yaratıklar" İbn Abbas'dan gelen rivayete göre insanlar demektir,
et-Hasen: Cinler ve insanlar diye açıklamıştır. ed Dahhâk ise: Yeryüzünde hareket
eden herşey demektir, diye açıklamıştır. Bu da genel bir açıklamadır.
"Orada
meyveler" yani insanın kendisi ile zevk ve lezzet aldığı çeşitli mahsuller
"ve tomurcuklu hurma ağaçlan vardır." Buyruktaki: "tomurcuklar"
lafzı esreli olarak; çoğuludur. el-Cevherî dedi ki: " ile Yeni çıkan
hurmanın içinde bulunduğu kapçık (tomurcuk)"dur. Bunun çoğulu ile diye de
gelir. "Yeni doğan deve yavrusunun zarar göreceğinden korkulduğu için
gücü kuvveti yerine gelinceye kadar örtüldü" anlamındadır. Şair el-Accac
da şöyle demiştir:
"Hatta sen
insanlara baygınlık geldiği zaman (ve böylelikle akılları örtüldüğünde) onları
görecek olursan, Bir kedor içerisinde; eğer bu keder açılmayacak olursa, onlar
gerçekten kedere boğulurlar,"
Beyitteki: "
Bayıldılar, baygın düştüler" demektir, "Hurma ağacı tomurcuklarım
çıkardı" demektir. Kesreti oiarak: "ısırmasın diye devenin ağzının
kendisi ile bağlandığı şey" demektir. Bu kökten olmak üzere uAğzı bağlanmış
deve" denilir, " O şeyi örttüm" demektir. "Bir şeyi
set-redip, örten"e denilir. Ötreli olarak: "Gömleğin yeni"
ifadesi de buradan gelmektedir. Çoğulu: ile şeklinde gelir. Tıpkı: çoğulunun;
diye gelmesi gibi. " Yuvarlak başlık" anlamına da gelir, çünkü o
başı örter. Şair şöyle demektedir:
"Ben onlara:
Birinizin başlığı ile ölçün dedim, Dirhemlerinizi; çünkü ben böylece
ölçüyorum."
el-Hasen dedi ki:
"Tomurcuklu hurma ağaçları" lifleri bulunan hurma ağaçlan demektir.
Çünkü hurma ağacının üzeri bazan lif ile örtülebilir. "Tomurcuklan"
lafzı ise onun üst taraflarındaki lifleri demektir. İbn Zeyd: Çatlayıp dışarı
çıkmadan önce tomurcuklu... demektir, diye açıklamıştır. İkrime de yükler
taşıyan anlamındadır, diye açıklamıştır.
"Samanlı taneler
ve hoş kokulu bitkiler de vardır" buyruğundaki "tane" buğday,
arpa ve benzerleridir. da ei-Hasen ve
başkasından nakledildiğine göre saman demektir. Mücahid, ağacın ve ekinin
yaprağıdır diye açıklamıştır. İbn Abbas: Ekinin samanı ve rüzgarlann etrafa
saçıp savurduğu yapraklandır, demiştir, Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Bu
bitkinin ilk yeşeren kısmına denilir, el-Ferra da böyle açıklamıştır. Araplar
da: Olgunlaşmadan önce ekinden bir şeyler kesecek olurlarsa -bu kökten gelen
fiili kullanarak- Ekini olgunlaşmadan önce biçmeye (kesmeye) çıktık"
derler. Aynı şekilde es-Sıhah'ta da: "Ekini olgunlaşmadan önce kopardım,
topladım" demektir, diyor,
Yine İbn Abbas'tan
nakledildiğine göre bu basta rafları kopartıldığı takdir-
de kuruyan yeşil
ekinin yaprağıdır. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: "Sonunda onları
yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" (el-Fil, 105/5) buyruğudur. el-Cevherî
şöyle demektedir:"Ekin yaprak verdi" demektir. " Ekini bol
yer" anlamındadır. Şair Ebu Kays b. el-Eslet el-Ensarî şöyle demiştir:
"Cumade (ayı)
yağmurunu yağdırmayacak olsa da, Benim etrafımı ekini bol ve sulak bir yer
süsler."
aynı zamanda
"kazanç" anlamına da gelir. Recez vezninde şairin şu mısraında bu
anlamda kullanılmıştır:
"Kazanç için
çalışmadan ve yorulup didinmeden..."
da bu anlamdadır, " İçinde başağın yer
aldığı bir araya toplanmış yapraklar" demektir. el-Herevî şöyle
demektedir: Başağın yapraklarına da denir. es-Sa'lebî'nin naklettiğine göre
İbnu's-Sik-kît şöyle demektedir: Araplar ekinin yaprağına: ile derler. Alkame
b. Abde şöyle demektedir:
"Ekinleri eğilmiş
su kanallarını suluyor, Suyun yüksekten aşağıya aktığı yerlerde; suyun
gelişinden dolayı iyice beslenmiş bulunuyor."
es-Sıhah'ta; "Biçilen
ekinin saplan" diye açıklanmaktadır.
İbn Abbas ve Mücahid'den
nakledildiğine göre: " Hoş kokulu bitki"; rtzık demektir. ed-Dahhâk
bu Himyerlilerin lehçesindedir, demiştir. Yine İbn Abbas, ed-Dahhâk ve
Katade'den nakledildiğine göre bundan kasıt, koklanan reyhandır. İbn Zeyd de
böyle demiştir. Yine İbn Abbas'ın o yeşil ekindir, dediği rivayet edilmiştir.
Said b. Cübeyr de, o sapı üzerinde yükselen ekindir, demiştir. el-Ferrâ şöyle
demiştir: Samanlı tane" ekin türünden yenilen şeyler; "Hoş kokulu
bitki" ise yenilmeyen şeylerdir demiştir. el-Kelbî de şöyle demektedir:
"Samanlı taneler" (diye meali veri-
Rahman: 1-13
len lafız) yenilmeyen
yaprak "hoş kokulu bitki" (diye meali verilen lafız) yenilen tane
demektir.
Bir başka açıklamaya
güre kokusu hoş olan herbir yeşilliğe "hoş kokulu bitki; reyhan"
denilir. Çünkü insan unlardan hoş bir koku alır. Onları kok ladığı vakit hoş
koku gelir, Bu kelime "fe'lân" vezninde olup -koku demek olan-:
"Râiha"den "reyhan" şeklindedir. Kelimede "ye"nin
asli "vav" olmakla birlikte "ye"ye kalbedilmiştir.
"Ye"ye dönüştürülmesi, onunla "ruhanî" arasındaki farkı
ortaya koymak içindir. Ruhanî ise ruhu bulunan herşey hakkında kullanılır.
İbnu'l-A'râbî dedi ki:
Ruhanî bir şey" denilir ki bu da ruhu olan şey demektir. Bununla birlikte
bu kelimenin "fey'alân" vezninde olması da mümkündür. O zaman aslı:
şeklinde olup, "vav"ın yerine "ye" getirilmiş, ondan sonra
da idgam edilmiştir. "Heyyin ve leyyin; Kolay ve yumuşak" kelimeleri
gibi. Sonra da kelime uzadığından ve fazladan olarak 'elif1 İle "nun"
geldiğinden dolayı hafifletilmiş bir kelimedir. "Vav" ve 'ha'1 harflerinden
oluşan lafızlarda aslolan anlam ise, titreşmek ve hareket etmektir. es-Sıhah'ta
şöyle denilmektedir: Reyhan bilmen bir bitki çeşididir. Aynı zamanda rızık
anlamına da gelir. Mesela; "Allah'ın reyhanını aramak üzere çıktım"
denilir. (Rızkını aramak üzere çıktım demektir.) en-Nemir b. Tevleb de şöyle
demiştir:
"Allah'ın, selamı
ve reyhanı
O'nun rahmeti (üzerine
olsun) ve bir de bol bol yağmur yağdıran bir seması."
Hadiste de:
"Çocuk Allah'ın reyhanı cümlesindendir. (Rızkı kapsamı içerisindedir)"
denilmektedir[5]
Arapların: "Allah'ı
tenzih ederim ve O'nun bana rızık ihsan etmesini dilerim" tabirlerinde
"subhân" ve "reyhan" kelimelerini mastar olarak nasb
etmişler ve bununla yüce Allah'ı tenzih etmek ve O'nun rızkını dilemek manasını
kastetmişlerdir.
Yüce Allah'ın:
"Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır" buyruğuna gelince,
buradaki "samanlı taneler"den kasıt, ekinin sapı, reyhan (hoş kokulu
bitkiler) da onun yaprağıdır. Bu açıklama el-Ferrâ'dan nakledilmiştir.
Buyruk genel ularak:
"Samanlı taneler ve hoş kokulu bitkiler de vardır" şeklinde hepsi de
merfu olarak okunmuş olup, bu halleriyle "meyveler" üzerine
atfedilmişlerdir. Hepsini İbn Âmir, Ebu Hay-ve ve el-Muğîre "yere
gelince" lafzına atıf ile nasb olarak okumuşlardır. Bir fiil takdiriyle
nasb ile okudukları da söylenmiştir. O samanlı tanesi ve hoş kokusu olan
bitkiyi yaratmıştır, demek olur. Bu açıklamaya göre; "To-murcuklu...
vardır" üzerinde vakıf yapmak güzel olur.
Hamza ve el-Kisâî ise
"samanlı" anlamındaki lafza atıf ile: "Hoş kokulu" lafzını
cer ile okumuşlardır. Yani orada samanlı ve hoş kokulu taneler vardır.
"Reyhan: hoş kokulu" lafzını nzık olarak kabul edenlerin görüşüne
göre de böyle bir okuyuş, imkânsız bir şey değildir. Buna göre: Rı-zık özelliği
bulunan taneyi de... buyurmuş gibi olur. Bunun nzık olması ise esas itibariyle "samanlı
tanelerin nzık" olmasından dolayıdır. Çünkü "saman" hayvanların
nzkı, "reyhan" ise insanların rızkı demek olur. Buradaki
"reyhan: Hoş kokulu" lafzının, kokusu alınan reyhan olduğunu
söyleyenlerin görüşüne göre ise, ayrıca izahı gerektirecek bir taraf bulunmamaktadır.
"O halde
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" buyruğunda hitab
insanlara ve cinleredir. Çünkü "enam: Oranın yaratıklan" her ikisini
de kapsamaktadır. Cumhurun kabul ettiği görüş de budur. Buna sûrenin baş
taraflarında kaydettiğimiz Câbir yoluyla gelen hadis delâlet etmektedir. Bu
hadisi Tirmizî rivayet etmiş olup, orada: "Şüphesiz cinlerin verdiği
karşılık sizden daha güzeldi" diye buyurulmuştur,
[6]
Bir diğer açıklama da
şu şekildedir: Yüce Allah'ın: "İnsanı... yarattı" ile "cbıni
de... yarattı" diye buyurmuş olması, (bu şekilde tekrarlanıp) daha önce
geçen buyrukların da, sonradan gelecek olan buyrukların da her ikisi hakkında
olduğunun delilidir. Aynı şekilde yüce Allah: "Ey ağır yükler altında
bulunan iki fırka, yakında sizin hesabınıza bakacağız." (er-Rahmân, 55/31)
diye buyurmaktadır. Bu da hem insanlara, hem de cinlere yönelik bir hitaptır.
Ayrıca bu sûrede: "Ey cin ve insan toplulukları!" (er-Rahmân, 5*5/33)
diye buyurmaktadır. Daha önce cinlerden sözedilmemiş olsa dahi, yüce Allah
insanlarla birlikte cinlere de hitab etmektedir. -Bu yönüyle- yüce Allah'ın:
"Nihayet o perdenin arkasına girince..." (Sâd, 38/32) buyruğuna
benzemektedir.
[7]
Bununla birlikte bundan önce Kur'ân-ı Kerim'İn inmiş olan bölümlerinde cinler
sözkonusu edilmişti. Kur'ân-ı Kerim'İn tümü de bir tek sûre gibidir. Onların
da insanlar gibi mükellef oldukları sabit olduğuna göre; bu âyetlerle her iki
cinse de hitab edilmiş olmaktadır.
Burada hitabın -daha
önce yüce Allah'ın: "(Her ikiniz) atın cehenneme oldukça inatçı her
kâfiri" (Kaf, 50/24) buyruğu açıklanırken geçtiği üzere- Arapların bazan
tek bir kimseye tesniye lafzı ile hitab etmek şeklindeki adetlerine göre
insanlara yönelik olduğu da söylenmiştir. Şairin şu sözleri de bu kabildendir:
"(İkiniz) durun
ağlayalım..."
"Ey iki dosttun,
bana uğrayın..."
Bundan sonra gelen
"insanı... yarattı" ile «cinaide... yarattı" buyruklarına
gelince, bu da insanlara ve cinlere yönelik bir hitaptır. Ancak sahih olan
cumhurun görüşüdür. Çünkü yüce Allah: "Yere gelince, onu da oranın yaratıkları
için alçalttı." (er-Rahmân, 55/10) diye buyurmaktadır.
" Nimetler"
demektir. Bütün müfessirlerin görüşü budur. Tekili: diye gelir, "Bağırsak
ve asa" lafızları gibi. şekilleri de* kullanılır. Bu dört söyleyişi
en-Nehhâs nakletmiş ve şöyle demiştir: Yüce Allah'ın: "Gecenin
saatlerinde" buyruğunda geçen "ânâ': saatler" lafzının
tekilinde üç söyleyiş vardır. Bunlar arasında "elifi üstün,
"lam" harfi sakin olardan yoktur. Buna dair açıklamalar daha önceden
el-A'raf: C7/69. âyetin tefsirinde) ile en-Necm Sûresi'nde (53/55. âyetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Zeyd dedi ki: Bu
kudret demektir. İfade de: O halde Rabbinizin kudretinden hangisini
yalanlarsınız takdirindedir. el-Kelbî de böyle demiş olup, et-Tirmizi Muhammed b,
Ali de bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu sûre diğerleri arasında
Kur'ân'ın alemidir. Alem ise ordunun önderidir, diğer askerler onun arkasından
gider. Bu sûrenin alem oluş sebebi ise, ilâhî mülk ve kudretin niteliklerini
anlatmasından dolayıdır. Yüce Allah: "Rahman, Kur'ân'ı öğretti" diye
buyurmaktadır. Sûrenin diğer isimler arasından "er-Rahmân" adı ile
başlaması, bununla kullara artık bundan sonra kendisini vas-
fedeceği bütün
fiilleri, mülkü ve kudreti ile ilgili açıklamalarıyla bunların, rah-mâniyetinin
tecellisi olan büyük rahmetinden çıkıp geldiğini bildirmek içindir. Bundan
dolayı "Rahman, Kur'ân'ı öğretti" diye buyurduktan sonra insanı
sözkonusu ederek: "İnsanı yarattı" diye buyurmuş, sonra da ona neler yaptığını,
neler lütfettiğini zikretmiş, daha sonra güneşin, ayın bir hesab ile olduğunu
sözkonusu edip eşyanın bitkisiyle, ağacıyla secde halinde olduğunu
hatırlatmış, semayı yükseltmekten, teraziyi -ki o da adalettir koymaktan,
yeryüzünü orada yaşayanlar için alçalttığından sözetmektedir. Böylece ilâhî
kudret, mülk ve kendisine gelecek herhangi bir menfaat sözkonusu olmaksızın,
buna da muhtaç olmadığı halde, rahmâniyeti ile onlara merhamet edip kudret ve
mülkünden kendilerine verilen bunca hususları müşahede eden cinlere ve
insanlara hitab etmektedir. Fakat onlar putları onun dışında mabud edindikleri
herbir varlığı ona ortak koştular, bunca şeylerin kendilerine çıkarılmasına
sebep olan O'nun rahmetini inkâr ettiler. O da kendilerine sorarak; "O
halde Rabbinizln nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" diye hitab
etmektedir. Yani siz Rabbinizin hangi kudretini yalanlarsınız? Onların
yalanlamaları ise, mülk ve kudretinin tecellisi olarak kendilerine verilen
bunca eşyayı, kendisi ile birlikte malik ve kendisi ile birlikte kudret sahibi
olarak ortaklar koşmaları olmuştur. Daha sonra yüce Allah insanı "testi
gibi ses veren çamur" (Rahman, 55/14) dan yarattığını, cinleri de
"dumansız ateşten" (Rahman, 55/15) yarattığını sözkonusu etmekte,
arkasından yine onlara: "O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini
yalanlayabilirsiniz?" diye sormaktadır. Rabbinizin hangi kudretini
yalanlamaktasınız, demektir. Çünkü O'nun yaratıştan sonraki herbir yaratışta,
kudretten sonra bir kudreti vardır. Bu âyetierdeki tekrarlamalar -o haide-
tekid için ve bu nimetleri itiraf ettirmekte mübalağa içindir. Ayrıca tek tek
rnahlukattan onları haberdar etmek sureliyle de onlara karşı delillerini
ortaya koymaktadır,
el-Kutebî dedi ki:
Şüphesiz ki yüce Allah bu sûrede nimetlerini saymak-ta, yarattığı varlıklara
nimetlerini hatırlatmakta, sonra da sözünü ettiği herbir haslet ve herbir
nimetin peşinden bu soruyu sormaktadır. Bu soru böylece her iki nimet arasında
yer almaktadır. Bununla bu nimetlere onların dikkatlerini çekmek ve bu nimetin
O'nun tarafından kendilerine ihsan edilmiş olduğunu İtiraf ettirmektir. Nitekim
bir kimse birisine ardı arkasına iyiliklerde bulunduğu halde o kimse nankörlük
ediyor ve bunları görmezlikten geliyor ise ona: Sen önceleri fakirken benim
seni ihtiyaçtan kurtarıp zengin kıldığımı nasıl inkâr edebilirsin? Sen
önceleri güçsüz ve zayıfken, benim seni güçlü ve aziz kıldığımı nasıl inkâr
edebilirsin? Sen önceleri hiç hacca gitmemişken, seni hacca götürdüğümü nasıl
inkâr edersin? Sen önceleri bineksiz iken sana binek sağladığımı nasıl inkâr
edersin? demeye benzer. Bu gibi yerlerde tekrar güzeldir. Nitekim şair şöyle
demiştir:
"Sizin (üzerimde)
nice nice, daha nice ve daha da nice nimetiniz; vardır." Bîr başka şair de
şöyle demiştir:
"Şayet sen bir
mÜ3İümansan müslüman birisini öldürme sakın , Onun kanına girmekten satın,
çekin onun kanına girmekten, çekin,"
Bir başkası da şöyle
demektedir:
"Kırpahildikçe
gözlerini arkadaşınla asla kesme ilişkilerini, Düşman ve haddi aşmış birisinin
sözü dolayısıyla o arkadaşını ziyaretten usanma, ziyaret et onu ziyaret et ve
yine ziyaret et ve yine ziyaret et ve yine ziyaret et."
el-Huseyn b. el-Fadl
dedi ki: Tekrarlamak gafleti önleyip uzaklaştırmak ve ortaya konulan delili
pekiştirmek içindir.
[8]
14. İnsanı
testi gibi ses veren kupkuru çamurdan yarattı.
15- Cinnİ de
dumansız ateşten yarattı.
16. O halde
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
17. O, hem
iki doğunun Rabbidir, hem de İki batının Rabbidir.
18. O halde
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz.
Yüce Allah semâ ve yer
gibi büyük âlemi, onlarda bulunan vahdaniyet ve kudretine delâlet eden
varlıkları yaratmayı sözkonuaıı ettikten sonra, küçük âlemi yarattığından söz
ederek "insanı... yarattı" diye buyurmaktadır. Burada
"insan"dan kasıt, tevil bilginlerinin ittifakı İle Âdem (a.s)'dır.
"Testi gibi ses
veren kupkuru bir çamurdan* buyruğunda geçen " Kupkuru çamur" sesi
işitilebilen kurumuş çamur demektir. Yüce Allah onu pişen testiye (seramiğe)
benzetmektedir. Bu, kum karıştırılmış çamurdur denildiği gibi, kokuşmuş
çamurdur diye de açıklanmıştır ki, bu da: "Et kokuştu" ifadesinden
gelmektedir. Buna dair açıklamatar daha önce el-Hicr Sûresi'nde (15/26. âyetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah burada:
"Testi gibi ses veren kupkuru bir çamurdan" diye buyurmakta, orada da
"kuru çamurdan değişmiş ve şekillenmiş bir balçıktan" (el-Hicr,
15/26) diye buyurmuştur. Bir başka yerde ise: "Biz onları yapışkan bir
çamurdan yarattık." (es-Saffat, 37/11) diye buyurduğu gibi, başka bir
yerde de; "...Ademin misali gibidir. Onu topraktan yarattı." (Âl-i
İm-ran, 3/59) diye buyurmaktadır. Bütün bunlar mana itibariyle birbirleriyle
uyum halindedir. Çünkü yerin toprağını alıp, onu yoğurduktan sonra çamur olmuş,
sonra kokuşan bir çamur gibi olmuş, sonra da testi gibi ses veren bir kuru
çamur haline gelmiştir,
"Cinni de
dumansız ateşten yarattı" buyruğu hakkında el-Hasen şöyle demiştir: Cân
(cin); İblistir. Bu da cinlerin atasıdır. "Can"ın cinnin tekili olduğu
da söylenmiştir. "Dumansız ateş" lafzı İbn Abbas'tan nakledildiğine
göre, alev demektir. O şöyle demektedir: Yüce Allah cinni katıksız (dumansız)
ateşten yaratmıştır. Yine ondan nakledildiğine göre o alev aldığı zaman yan
tarafında bulunan dilli bölümünden yaratılmıştır.
el-Leys şöyle
demiştir: "Dumansız ateşMen kasıt, şiddetli alevi bulunan yukarı doğru
yükselen şule demektir. İbn Abbas'tan rivayete göre bu, ateşin üstündeki alev
olup kırmi2i, sarı ve yeşil renklerin birbirine karıştığı alevdir. Buna yakın
bir açıklama Mücâhid'den nakledilmiştir. Hepsi de anlam İtibariyle birbirine
yakındır.
Bir diğer açıklamaya
göre; "Dumansız (diye meali verilen bu lafız) alıkonulmamış, serbest
bırakılmış herbir iş demektir. el-Müberred'in görüşü de buna yakındır. O şöyle
demektedir: Bu alıkonulmayan, serbest bırakılmış ateş demektir. Ebu Ubeyde ve
el-Hasen de şöyle demiştir: Bu, ateş karışımıdır. Bunun aslı karışıp çalkalanma
halini anlatmak üzere kullanılan: köküdür. Rivayet olunduğuna göre yüce Allah
iki ayrı ateş yaratmış ve sonra bunların birini diğerine karıştırmış. Biri diğerini
yiyip bitirmiştir. İşte Semûm ateşi budur, Allah İblis'i ondan yaratmıştır.
el-Kuşeyrî dedi ki:sözlükte,
serbest yahut kanşık anlamındadır. Kelime meful anlamında fail veznindedir.
(Bu bakımdan) şanı yüce Allah'ın:
Atılıp dökülen bir
su" (et-Târık, 86/6) buyruğu ile: "Hoş-nud kalınan bir yaşayış"
(el-Hakka3 69/21) buyruklarına benzemektedir. Buyruk; karışımlı, serbest
bırakılmış demektir. el-Cevherî es-Sıhah'u şöyle demektedir: "Dumansız
ateşten" cinnin kendisinden yaratıldığı dumansız ateş demektir.
"O hem İki
doğunun Rabbidir, hem de iki batının Rabbidir. O halde Rab-binîzin
nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" O her iki doğunun da
Rabbidir anlamındadır. es-Saffat Sûresi'nde: "Doğuların da Rabbidir"
(37/5) diye buyurulmuştur, Orada bu hususa dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır,
[9]
19- O iki
denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi.
20. Ama
aralarında bir engel vardır. Biri diğerine karışmaz.
21.0 halde
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
22. O iki
denizden inci ve mercan çıkar.
23.0 halde
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"O İki denizi
birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Ama aralarında bir engel vardır. Biri
diğerine karışmaz" buyruğundaki: " Salıverdi" serbest bıraktı,
saldı, öylece bıraktı, demektir. Meseia: Sultan insanlara ilişme-yip, onlan
kendi hallerine bıraktığı takdirde; denilir.asıl anlamı itibariyle meraya
salınan bir hayvanın serbestçe bırakıh-verilmesi, ihmal edilmesi, ilişilmemesi
demektir. " Karıştırdı" anlamına geldiği de söylenir. el-Ahfeş dedi
ki: Bir kesim: "İki denizi birbirine karıştırdı" derken kullanılan
fiil şekli ile şekli aynıdır. Bu durumda (bu fiilin); ile aynı anlamdadır.
"İki deniz"i
İbn Abbas, biri semanın denizi, diğeri yeryüzü denizi diye açıklamıştır.
Mücahid ve Said b. Cübeyr de böyle demiştir. "Birbirine kavuşmak
üzere" her yıl birbirine kavuşmak üzere demektir. Bunların baş taraflarının
birbirine kavuştuğu da söylenmiştir. el-Hasen ile Kata de; bunlar Fars
ve Rum denizleridir demişlerdir. İbn Cüreyc de şöyle
demiştir: Maksat tuzlu deniz ile tatlı ırmaklardır. Doğu ile batıdaki
denizlerin uç taraflarının birbirlerine kavuşması olduğu da söylenmiştir. Bir
diğer açıklamaya göre inci denizi ile mercan denizleridir.
"Ama aralarında
bir engel vardır." Birinci görüşe göre, sema ile yer (denizleri) aracında
engel vardır, demektir. Bu açıklamayı ed-Dahhâk yapmıştır. İkinci görüşe göre
ise, engel ikisi arasındaki kara parçasıdır ki, bu da Hicazdır. Bu açıklamayı
da el-Hasen ve Katade yapmıştır. Diğer görüşlere göre ise -el-Furkan
Sûresi'nde (25/53. âyetin tefsirinde) geçtiği üzere- aradaki engel ilâhî
kudrettir.
Ebu Hureyre'den gelen
haberde belirtildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Yüce
Allah batı tarafı ile konuşmuş ve şöyle buyurmuştur: Ben sende Beni teşbih
edecek, Beni tekbir edecek. Bana tehlil getirecek, Benim şanımı yüceltecek
kullarımı yaratacağım. Onlara karşı nasıl davranacak-sın*1 Batı tarafı: Onları
suda boğarım Rabbim, dedi. Bu sefer yüce Allah: Ben onları elimin üzerinde
taşırım. Senin onlara karşı olan gücünü de kıyılarına dağıtırım, diye buyurdu.
Daha sonra doğu tarafı ile konuşarak şunları söyledi: Ben sende Beni teşbih
edecek, Beni tekbir edecek, Bana tehlil getirecek, şanımı yüceltecek kullarımı
yaratacağım. Sen onlara karşı nasıl davranacaksın? Doğu tarafı: Onlar Seni
teşbih edecek olurlarsa, onlarla birlikte ben de Seni teşbih ederim. Seni
tekbir ederlerse, onlarla birlikte ben de Seni tekbir ederim. Onlar Sana
tehlil getirecek olurlarsa, onlarla beraber ben de Sana tehiil getireceğim.
Senin şanını yüceltecek olurlarsa, onlarla birlikte ben de şanını yücelteceğim,
dedi. Yüce Allah onu hilye ile mükâfatlandırdı ve her ikisi arasına bir enge!
koydu. Bunların birisi acı ve tuzlu bir denize dönüştü, diğeri ise hali üzere
tatlı kaldı." Bu haberi Tirmizî el-Hakîm Ebu Abdil-lah zikrederek şöyle
demiştir: Bize Salih b. Muhammed anlattı, bi2e el-Ka-sım el-Umerî SehS'den, o
babasından, o da Ebu Hureyre'den... diye anlattı[10]
"Biri diğerine
karışmaz" buyruğu hakkında Katade dedi ki: Bunlar insanlara karşı
sınırlarını aşarak onları suda boğmazlar. Bu denizler ile insanlar arasında
bir kuraklık bölge meydana getirdi. Yine Katade'den ve Mücahid'den rivayet
edildiğine göre: Bu denizlerin biri diğeri aleyhine ileri giderek ona baskın
gelmez, ondan üstün olmaz,
İbn Zeyd dedi ki;
"Biri diğerine karışmaz" yani birbirlerine kavuşmazlar. İfadenin
takdiri de şöyledir: O iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Eğer
aralarındaki engel bulunmasaydı bunların birbirlerine kavuşmaları sözkonusu olurdu.
Bir diğer görüşe göre
burada sözü edilen engel (berzah), dünya ile ahi-ret arasındaki engeldir. Yani
her ikisi arasında Allah'ın takdir ettiği bir süre vardır ki, bu da dünyanın
süresidir. O bakımdan bu iki deniz birbirine karışmaz. Yüce Allah dünyanın sona
ermesini hükmedeceğinde arlık bu iki deniz tek bir şey olacak. Bu da yüce
Allah'ın: "Denizler (birbirlerine) akıtıldığı zaman" (el-İnfitâr,
82/3) buyruğunu andırmaktadır. Sehl b. Abdullah dedi ki: İki deniz hayır ve
şer yollandır. Aralarındaki engel (berzah) ise ilâhî tevfik ve O'nun
korumasıdır.
"O iki denizden
inci ve mercan çıkar." Yani topraktan tane, saman ve hoş kokulu bitkiler
çıktığı gibi, sudan da inci ve mercan çıkar.
Nâfî ve Ebû Amr
"çıkar" anlamındaki fiili "ye" harfini ötreli,
"re" harfini üstün, meçhul bir fiil olarak: " Çıkarılır"
diye okumuşlardır. Diğerleri ise "ye" harfini üstün, "re"
harfini ötreli olarak: "Çıkar" diye ve öznesi "inci..."
olmak üzere okumuşlardır.
Yüce Allah "o iki
denizden" diye buyurmaktadır. Halbuki bunlar (inci ve mercan) tatlı sudan
değil, tuzlu sudan çıkarlar. Çünkü Araplar (konuşmalarında) iki ayrı cinsi bir
arada sözkonusu ecmekle birlikte, daha sonra onlardan birisi hakkında haber
vermektedirler. Yüce Allah'ın şu buyruğu da (bu yönüyle) böyledir: "Ey cin
ve insanlar topluluğu içinizden size... peygamberler gelmedi mi?"
(el-En'am, 6/130) Halbuki gelen peygamberler sadece insanlardandır, cinlerden
gelmemiştir. Bu açıklamayı el-Kelbî ve başkaları yapmıştır.
ez-Zeccâc şöyle
demiştir: Yüce Allah her iki denizi sözkonusu etmekle birlikte, onlardan
herhangi birisinden bir şey çıkıyor ise, bu ikisinden çıkıyor, demektir. Bu
yönüyle yüce Allah'ın şu buyruğuna benzemektedir: "Gormez-misiniz ki Allah
yedi göğü nasıl tabaka tabaka yaratmış, onlar arasında ayı bir nur
kılmış..." (Nuh, 71/15-16) Halbuki ay, dünya semasındadır. Bununla
birlikte yedi semayı da birlikte sözkonusu etmiştir. Adeta o semalardan birisinde
bulunan hepsinde bulunmuş gibidir.
Ebû Ali el-Fârisî de
şöyle demiştir: Bu, muzafın hazfedilmesi kabilinden-dir. "O ikisinden
birisinden" takdirindedir. Yüce Allah'ın: "Bu Kur'ân iki kasabadan
büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf, 43/31) buyruğuna
benzemektedir ki, iki kasabadan birisinden bir adama... demektir.
el-Ahfeş Saîd de şöyle
demiştir: Bazıları incinin tatlı sudan çıktığını iddia
etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre kasıt, her iki
denizdir. Bunlardan birisinden inci, diğerinden mercan çıkar.
İbn Abbas; Bunlar
göğün ve yerin denizleridir. Göğün suyu denİ2in sedefine düşecek olursa, o
inci olarak meydana gelir ve böylece her ikisinden çıkmış gibi olur, demiştir.
et-Taberî*de böyle
demiştir.
es-Sa'lebî ise şöyle
demektedir: Bana naklolunduğuna göre bir çekirdek, bir sedefin içinde bulunuyor
idi. Yağmur bu çekirdeğin bir bölümüne isabet ederken, bir bölümüne isabet
etmedi. Yağmurun isabet ettiği yer inci oldu, diğer bölümü ise çekirdek olarak
kaldı.
Bir diğer açıklamaya
göre tuzlu ve tatlı su birbiriyle kavuşabilir. O durumda tatlı su, tuzlu suya
bir çeşit aşı gibi olur, İşte çocuğun anne tarafından do-ğurulmuş olmakla
birlikte hem erkeğe, hem de dişiye nisbet edilmesi gibi burada da her ikisine
nisbet edilmiştir. Bu bakımdan şöyle denilmiştir: İnci ancak bir yerden, tatlı
ve tuzlu suyun kavuştuğu yerden çıkar.
Denildiğine göre mercan"
büyük incilerdir. Bu açıklamayı Ali ve İbn Abbas -Allah ikisinden de razı
olsun- yapmıştır. İnci bunların küçükleridir. Yine her ikisinden bunun aksi
bir rivayet te gelmiştir. Buna göre inci büyük olanlarına, mercan da küçük
olanlarına denilir. ed-Dahhâk ve Katade de böyle demişlerdir.
İbn Mesud ve Ebû Mâlik
de mercan kırmızı boncuktur demişlerdir.
[11]
24. Denizde
dağlar gibi yükseltilmiş akıp giden gemiler O'nundur.
25. O halde
Rabblnİzin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Denizde dağlar
gibi yükseltilmiş"
[12]buymğundaki:
" Dağlar gibi" demektir. "Uzunca (yüksekçe) dağ" demektir.
Şair de şöyle demiştir:
"Onlar bir dağı
aşıp geçtiler mi bir diğer dağ görünür."
O halde denizde
gemiler, karadaki dağlar gibidir. Buna dair açıklamalar daha önce eş-Şura
Sûresi'nde (42/32-33. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Yükseltilmiş"
anlamındaki:lafzı genel olarak "şın" harfi üstün olarak okunmuştur.
Katade: Akmak için yaratılmış anlamındadır, demiştir. Bu lafız
"inşâ"dan alınmış bir kelimedir, demiştir. Mücahid de: Yelkenlerinin
direkleri yüksekçe tutulmuş gemilerdir, demiştir. Eğer yelkenlerinin direkleri
yüksek değil ise bunlara bu isim verilmez. el-Ahfeş de: Bunlar akıp giden gemiler
demektir, demiştir. Hadiste de şöyle denilmektedir: Ali (r.a) yelkenli gemiler
görmüş ve bunun üzerine: "Bu akıp giden gemiler hakkı için ne Osman'ı
öldürdüm, ne de öldürülmesine yardımcı oldum" demiştir.
Hamza ile Ebu Bekr'in
rivayetine göre -ki ondan farklı rivayetler de gelmiştir- Âsim: şeklinde
"şın" harfi esreli olarak, "yolculuğu başlatanlar"
anlamında okumuşlardır ki, böylelikle fiil mecaz ve anlamın genişletilmesi
suretiyle ona izafe edilmiş olmaktadır. Bunun, yelkenlerini yükselten gemiler
anlamında olduğu da söylenmiştir. "Şın" harfini Ötreli okuyanlar ise;
yeİkenleri yükseltilmiş diye açıklarlar,
Yakub: " Akıp
giden,.ler" lafzını vakıf halinde "ye" ile okurken, diğerleri
bunu hazfetmişlerdir.
[13]
26. Onun
üzerindeki her canlı fânidir.
27.
Celâl ve
İkram sahibi Rabbinin Vechi İse kalıcıdır.
28. O halde
Rabbİnîzİn nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Onun üzerindeki
her canlı fanidir" buyruğundaki; "onun üzerindeki"
lafzında geçen zamir
yere aittir. Yerden de sûrenin baş tarafında yüce Allah'ın: "Yere gelince,
onu da oranın yaratıkları için alçalttı* (10. âyet) diye söz edilmişti.
"O, onun üzerinde bulunanların en şereflisidir" denilir ve daha Önce
kendisinden sözedilmemiş olmakla birlikte "onun
üzerinde" ile ifadesi yer kas-tedilebilir.
İbn Abbüs dedi ki: Bu
âyet-i kerime nazil olunca melekler yeryüzünde bulunanlar helak olacaktır
(öleceklerdir), dediler. Bunun üzerine de; "Onun zatından başka herşey
helak oZacafeftr." (et-Kasas, 28/88) buyruğu nazil oldu. Bunun .üzerine
melekler de öleceklerine kesinlikle inandılar. Mukalii de böyle demiştir.
Yaratılmışların yok
oluşlanndaki nimet, ölüm ile aralarında eşitliğin sağlanmasında ortaya
çıkmaktadır. Esasen ölümle birlikte bütün ayaklar hizaya gelir (eşitlik
gerçekleşir.)
Bir diğer açıklamaya
göre ölümün nimet olması ölümün, amellerin karşılıklarının ve mükâfatın
görüleceği yurda geçişin bir sebebi oluşunda ortaya çıkar.
"Celâl ve İkram
sahibi Rabbinin Vechi ise kalıcıdır." Yani Allah baki kalacaktır. Burada
"Vech" O'nun varlığını ve zatını ifade eden bir tabirdir. Şair şöyle
demektedir:
"Yarattıkları
hakkında ölmeleri hükmünü verdi, Onun dışındaki herşey fânidir."
İlim adamlarımızdan
İbn Fûrek, Ebu'l-Meâlî ve başka muhakkiklerin beğenip tercih ettikleri görüş
budur, İbn Abbas da şöyle demiştir: "Vech" O'nun zatını ifade eden
bir tabirdir. Nitekim yüce Allah: "Celâl ve İkram sahibi Rabbinin Vechl
İse kalıcıdır" diye buyurmaktadır.
Ebu'l-Meâlî de şöyle
demiştir: "Vech"e gelince, imamlarımızın büyük çoğunluğunun
kanaatine göre onunla kastedilen yüce Allah'ın varlığıdır. Hocamızın beğenip
seçtiği görüş de budur. Buna delil buyruklardan birisi de yüce Allah'ın:
"Rabbinin Vechi ise kalıcıdır" buyruğudur. Bütün mahluka-tın yok
olmaya maruz kaldıkları belirtilirken, ebediyyen kalıcılıkla vasfedi-len ise
yüce yaratıcının varlığıdır. Bu hususa dair açıklamalar el-Bakara Sû-resi'nde
yüce Allah'ın; "Bundan dolayı nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü (vechi)
oradadır." (el-Bakara, 2/115) buyruğunu açıklarken (4. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır. Ayrıca biz bu hususa dair açıklamaları yeteri kadarıyla
"et-Esnâ..." adh, kitabımızda da zikretmiş bulunuyoruz.
el-Kuşeyrî dedi ki:
Birtakım kimseler de bu yüce Allah'ın zatından ayrı,
keyfiyeti sözkonusu olmayan bir sıfatıdır. Bu sıfatı
ile yüce Rabbimizin ikram ve lütuf ile özellik vermeyi murad ettiği kimselere
ikbali ve lütfü hasıl olur. Fakat sahih olan O'nun Vechinin, varlığı ve zatı
demek olduğudur. Mesela, işin vechi budur, doğru vecih budur, doğrunun kendisi
budur, denilir.
Bir diğer açıklamaya
göre de, delilleri ile üstün ve zahir olarak katması, tıpkı insarfın yüzü ile
ortada olmasına benzer. Yüce Allah'a kendisi ile yakın-laşılacak olan cihet
kalır diye de açıklanmıştır.
"Celâl"
Allah'ın azameti, kibriyası, övgü sıfatlarına layık olması demektir. " O
şey celâl buldu" denilirken, azametli oldu, denilmek istenir. "Onu
tazim ettim" demektir. "Celal" de tazim olunanın, büyük olanın
ismidir.
"İkram
sahibi" buyruğu da, O, kendisine layık olmayan şirkten münezzeh kılınmaya
layık olandır demektir. Nitekim:Ben seni, sana yakışmayan bu husustan uzak
tuttum" demektir. Peygamber ve velilere ikram da buradan gelmektedir. Biz
bu iki isme (celal ve ikram isimlerine) dair sözlük ve mana itibariyle gerekli
açıklamaları yeteri kadarıyla "el-Esnâ..." adlı eserimizde zikretmiş
bulunuyoruz. Enes'in rivayet ettiğine göre de Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: "Ey celâl ve ikram sahibi diye dua ediniz. "[14]
Bunun Abdullah b. Mesud'un sözü olduğu da rivayet edilmiştir. Dualarınızda
bunu söylemeye devam ediniz, anlamındadır.
Ebu Ubeyd dedi ki:
(Hadiste geçen ve devam etmek anlamı verilen): "îl-zâz" bir şeyi
bırakmamak, ona devam etmek demektir. Israr etmek anlamında olduğu da
söylenir.
Said el-Makburî'den
rivayete göre; bir adanı ısrar ederek: Allah'ım, ey celâl ve ikram sahibi,
Allah'ım ey celal ve ikram sahibi, demeye koyulmuş, sonunda ona; Söylediğini
duydum, ihtiyacın nedir? diye ona seslenilmiş.
[15]
29. Göklerde
ve yerde bulunan herkes O'ndan diler. O, hergün
bir iştedir.
30.0 halde
Hatibinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Göklerde ve
yerde bulunan herkes O'ndan diler" buyruğunun şu anlama geldiği
söylenmiştir: Göklerde bulunanlar O'ndan rahmet, yerde bulunanlar da nzık
isterler.
İbn Abbas ve Ebû Salih
şöyle demişlerdir: Göklerde bulunanlar O'ndan mağfiret diler nzık dilemez,
yerde bulunanlar ise O'ndan her ikisini dilerler.
İbn Cüreyc dedi ki:
Melekler yeryüzündekiler için nzık isterler. Buna göre her iki dilek, aynı
zamanda hem göktekilerin, hem yerdekilerin yerdeki-ler için bir isteği
olmaktadır. Hadis-i şerifte de şöyle denilmektedir: "Meleklerden birisinin
dört tane yüzü vardır. Birisi insan yüzü gibidir. O, Ademo-ğulları için rızık
ister. Birisi arslan yüzü gibidir, o da yırtıcı hayvanlar için Allah'tan nzık
ister. Bir yüzü öküz yüzü gibidir, o da Allah'tan hayvanlar için nzık ister.
Bir yüzü kartal yüzü gibidir, o da Allah'tan kuşlar için rızık ister."
[16]
İbn Ata dedi ki: Onlar
yüce Allah'tan ibadet edebilme gücünü istediler.
"O her gün bir
iştedir" buyruğu yeni bir cümledir. " Her gün" lafzı zarf
olarak nasbedilmiştir. Çünkü daha sonra "bir iştedir" diye buyurmuştur.
Ya da "diler" anlamındaki fiilin zarfı olarak nasbedilmiştir. Bundan
sonra da; "O bir İştedir" diye okumaya başlanılır.
Ebu'd-Derdâ (r.a)'ın
rivayetine göre Peygamber (sav): "O her gün bir iştedir" buyruğu ile
ilgili olarak dedi ki: "Bir günahı bağışlaması, bir sıkıntıyı gidermesi,
bir toplumu yüceltip bir diğerini alçaltması O'nun işidir."'[17]
İbn Ömer'den, onun da
Peygamber (sav)'dan, yüce Allah'ın: "O, her gün bir iştedir" buyruğu
hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Bir günahı bağışlar, bir
sıkıntıyı açar ve dua eden birisinin duasını kabul eder."
[18]
Hayat vermesi,
öldürmesi, aziz kılması, zelil kılması, rızık vermesi ya da engellemesi hep
O'nun işidir. Bir diğer görüşe göre bununla yüce Allah'ın dünya ve âhiret
günlerindeki İşini kastetmiştir. İbn Bahr da şöyle demiştir: Zamanın tümü iki
gündür. Birisi dünya günlerinin süresidir, diğeri ise kıyamet günüdür. Yüce
Allah'ın dünya günlerindeki işi emir, yasak, hayat vermek, öldürmek,
bağışlamak ve alıkoymak suretiyle denemek ve sınavdan geçirmektir. Kıyamet
günündeki işi ise, amellerin karşılığını vermek, hesaba çekmek,
mükâfatlandırmak ve cezalandırmaktır.
Bir diğer görüşe göre,
bununla dünya günlerinin her birisindeki işine dair haber verilmektedir,
denilmiştir. Bu da açıkça anlaşılan bir husustur.
Sözlükte; "İş"
pek büyük hadise ve durum demektir. Çoğulu: diye gelir. Burada da tekil lafız
ile kasıt çoğuldur. Yüce Allah'ın: "Sonra da sizi bir bebek olarak
çıkartır." (el-Mu'min, 40/67) buyruğunda olduğu gibi, (tekil olan bebek lafzı
ile bebekler denilmek istenmesi gibOdir.
el-Kelbî de şöyle
demiştir: Onun işi takdirlerini zamanlarına doğru yöneltmektir. '
Amr b. Meymun yüce
Allah'ın: "O her gün bir İştedir" buyruğu hakkında şöyle demiştir:
Yaşayan birisini öldürmesi, rahimlerde dilediklerini bırakması, zelil birisini
aziz kılması, aziz bir kimseyi de zelil kılması O'nun işlerindendir.
Emirlerden birisi bir
vezirine yüce Allah'ın: "O her gün bir iştedir" buyruğu hakkında
soru sormuş, o da bunun manasını bilememiş. Ertesi güne ona mühlet vermiş.
Üzüntülü bir şekilde evine dönmüş, siyahi bir kölesi ona: Bu durumun ne? diye
sorunca, o da durumunu haber vermiş. Ona şöyle demiş: Emire geri dön, bu
buyruğu ona ben açıklayacağım demiş. Bunun üzerine emir onu çağırınca şu cevabı
vermiş: Ey emir! Onun işi geceyi gündüze bitiştirmek, gündüzü geceye
bitiştirmek, ölüden diriyi çıkarmak, diriden ölüyü çıkarmak, hastaya şifa
vermek,.sağlıklı birisini hasla kılmak, afiyette olana bela vermek, belalı
olana afiyet vermek, zelil bir kimseyi aziz kılmak, azil bir kimseyi sclil
kılmak, zengin birisini fakir, fakir birisini zengin kılmaktır. Bunun üzerine
emir kendisine; Beni sıkıntıdan kurtardın, Allah da seni sıkıntıdan kurtarsın,
diyerek vezirin üzerindeki elbisenin çıkartıhp köleye giydirilmesini emretmiş.
Bunun üzerine köle: Efendim demiş, işte bu da Allah'ın İşlerindendir.
Abdullah b. Tahir'den
rivayete güre o el-Huseyn b. el-Fadl'ı çağırmış ve ona şöyie sormuş: Üç âyetin
anlamını çıkartamadım. Onları bana açıklaman için seni çağırmış bulunuyorum.
Birisi yüce Allah'ın: "Ve o pişmanlardan oldu." (el-Mâide, 5/31)
buyruğudur. Halbuki pişmanlığın teybe olduğu sahih olarak sabittir. Diğeri yüce
Allah'ın: "O her gün bir iştedir" buyruğudur. Halbuki sahih
rivayetle sabit olduğuna göre kalem, kıyamet gününe kadar olacak bütün şeyleri
yazmış ve mürekkebi kurumuştur. Üçüncüsü ise yüce Allah'm;"İnsan için
çalıştığından başkası yoktur." (en-Necm, 53/39) buyruğudur. O halde
iyiliklere kat kal mükâfat verilmesi nasıl olur?
el-Huseyn (b. el-Fadİ)
şöyle dedi; O ümmette pişmanlığın tevbe olarak görülmemesi, bu ümmette ise
tevbe olarak değerlendirilmesi mümkündür. Çünkü yüce Allah, diğer ümmetlerin
ortaklığının sözkonusu olmadığı birtakım özellikleri bizim bu ümmetimize
vermiş bulunmaktadır. Bir diğer görüşe göre de Kabil'in o pişmanlığı Habil'i
öldürdüğünden dolayı olmayıp, onu (mezar kazmayı bilmediğinden ötürü) bir süre
taşımasından dolayı idi.
Yüce Allah'ın: "O
her gün bir iştedir" buyruğuna gelince, buradaki işlerden kasıt, açığa
çıkardığı işlerdendir. Yoksa bu isteri yapma kanaati onda sonradan hasıl
olduğundan dolayı değildir. Yüce Allah'ın; "İnsan için çalıştığından
başkası yoktur" (en-Necm, 53/39) buyruğuna gelince, onun da anlamı şudur:
Adaletin ölçüsü gereği onun için çalıştığından başkası yoktur. Bununla
birliktcilahi lütfumun gereği olarak bire karşılık, ona bin ile mükâfat vermek
hakkımdır. Bunun üzerine Abdullah kalkıp el-Huseyn'in başını öptü ve haracını
ona bağışladı.
[19]
31. Ey ağır
yükler altında bulunan iki fırka! Yakında sizin hesabınıza bakacağız.
32. O halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin
ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz
yetiyorsa kaçın. Ama buna dair güç ve imkânınız olmadıkça kaçamazsınız ki.
34. O halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
35.
Üzerinize ateş alevi ve bir duman salınır, size yardım da olunmaz.
36. O halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Ey ağır yükler
altında bulunan iki fırka! Yakında sizin hesabınıza bakacağız" buyruğunda
geçen "bakmak" tabiri; "İşim bitti, bitiyor, bitmek" diye
kullanılır. Yine; Bu iş için vakit ayırdım" denildiği gibi; "Bu
hususta bütün gayretimi harcadım" da
denilir,
Yüce Allah ayrıca
terketmesi gereken bir meşguliyeti yoktur. Anlam ancak şöyle olabilir:
Amellerinizin karşılığını vermeye ya da sizi hesaba çekmeye pek yakında
başlayacağız. Bu, bir kimsenin tehdit etmek istediği birisine: "O halde
ben de senin İşine bakacağım, sana yöneleceğim" deme*sine benzer bir
tehdittir. " Kastetmek ve yönelmek" anlamındadır. Buna benzer bir
anlamda olmak üzere İbnu'l-Enbârî, Cerîr'in şu be-yiüni zikretmektedir:
"Artık şimdi
Numeyr'i kastettim,
Bu ise benim ona
(Numeyrlilere) azab olduğum zamandır."
en-Nehhas'ın naklettiğine
göre yine Cerir şöyle demiştir:
"Ben zincire
ayağı vurulmuş o köleye yöneldim."
Hadiste de
belirtildiğine göre Peygamber (sav) Akabe gecesinde ensar ile bey'atleştiğinde
şeytan şöyle bağırmış: Ey Cubacibliler (Mina konaklarında bulunanlar)! İşte bir
Müzemmem size kargı savaşmak üzere Kayleoğullan ile bey'atleşiyor! Bunun
üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "İşte bu Aka-bedeki şeytandır.
Allah'a yemin ederim ey Allah'ın düşmanı Mutlaka sana da yöneleceğim."
[20]diye
buyurdu. Senin işini çürütüp ortadan kaldırmaya da yöneleceğim, demektir.
el-Kıttebî, el-Kisâî ve diğerlerinin tercih ettikleri anlam budur.
Bir başka açıklamaya
göre yüce Allah böylelikle takva dolayısıyla vaad-de bulunmakta, günahkârlık
dolayısıyla da tehditte bulunmaktadır. Daha sonra da: "Yakında sizin
hesabınıza bakacağız" diye buyurmuştur. Yani size verdiğimiz vaadleri ve
tehditleri yerine getirecek ve herkese verdiğimiz sözün gereğini
gerçekleştireceğiz. Ben bunu paylaştıracağım ve bu işi yapıp bitireceğim,
demektir. Bu açıklamayı da el-Hasen, Mukatil ve İbn Zeyd yapmıştır.
Abdullah ile Ubeyy
"Yakında sizin hesabınıza bakacağız" anlamındaki
buyruğu; diye okumuşlardır, el-A'meş ve İbrahim:
" Yakında sizin hesabınıza bakılacaktır" anlamında "ye"
harfi ötreli, "re" harfi üstün olarak meçhul bir fii) şeklinde
okumuşlardır. îbn Şİhab ve el-A'rec de "mın" ile "re"
harflerini üstün olarak:diye okumuşlardır. el-Kisâî dedi ki: Bu kullanım Temimlilerin
şivesidir. Onlar; diye kullanırlar. Yine bu fiilin; şeklinde kullanıldığı da
nakledilmiştir. Her ikisini de Hubeyre, Hafs'tan o Asım'dan diye rivayet
etmiştir.
el-Cu'fi, Ebu Amr'dan
"ye" ve "re" harfleri üstün olarak: " Yakında...
hesabınıza bakacaktır" diye okuduğunu rivayet etmektedir. Bu kıraat İbn
Hürmüz'den de rivayet edilmiştir. İsa es-Sakafî'den ise "nun" harfini
kesre-li, "ra" harfi üstün olarak: " Yakında sizin hesabınıza
bakacağız" diye okuduğu rivayet edilmiştir. Haraza ve el-Kisâî ise
"ye" harfi ile " Yakında sizin hesabınıza bakacaktır" diye
okumuştur. Diğerleri ise "nun" ile (bakacağız anlamında)
okumuşlardır ki, bu (söyleyiş) de Ti-hâmelilerin söyleyişidir.
"İki fırka
(es-sekalân)"; cinler ve İnsanlar demektir. Yeryüzünde onların dışında
başka varlıklar da bulunmakla birlikte mükellef kılınmış olmaları sebebiyle
konumlarının büyüklüğünden dolayı onlara bu isim verilmiştir.
Hem hayatta iken, hem
öldükten sonra yeryüzünün üzerinde bir ağırlık teşkil ettiklerinden dolayı
onlara bu ismin verildiği de söylenmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Yer içindeki ağırlıklarım dışarıya çıkardığı zaman."
(ez-Zilzâl, 99/2) Arapların: "Ona ağırlığını ver!" şeklindeki
tabirleri de bu anlamdadır.
Kimi meânî bilginleri
de şöyle demiştir: Bu hususta kendisi ile yarışmanın sözkonusu olduğu miktarı
ve ağırlığı bulunan herşeye "Ağır, ağırlık" denilir. Deve kuşu
yumurtasına bu ismin veriliş sebebi de bundan dolayıdır. Çünkü bunu bulan ve
bunu avlamak isteyen bir kimse, bu yumurtayı ele geçirdiği takdirde sevinir.
Cafer es-Sadık da
şöyle demiştir: Bunlara "sekalân" denilmesi her iki kesimin de
günahlarla ağırlaşmış olmalarından dolayıdır. Yüce Allah önce -çoğul kipi
ile-: "Sizin hesabınıza bakacağız" dedikten sonra: "Ey ağır
yükler altında bulunan iki fırka" diye tesniye kipi kullanmıştır. Çünkü
bunlar iki ayrı fırkadır ve herbir fırka da çoğuldur. Yüce Allah'ın: "Ey
cin ve İnsan toplulukları, eğer... gücünüz yetiyorsa" buyruğunda da
böyledir. Burada da "siz iki topluluğun gücü yetiyorsa" anlamında
tesniye kullanmamıştır. Çünkü iki ayrı kesim olup, çoğul konumundadırlar. Yüce
Allah'ın: "Bunlar iki fırka olup birbirleri ile çekişmeye
başlaytverdiler." (en-Nemi, 27/45) buyruğu ile: "Bunlar Rabbleri
hakkında davalaşan iki hasımdırlar." (el-Hac, 22/19) buyrukİarına da
benzemektedir. Şayet -Kur'ân dışında-: "Yakında siz İki fırkanın hesabına
bakacağız" denilmişi olsaydı, yahutta; "Eğer ikinizin gücü
yetiyorsa" denilse caiz olur.
Şamlılar: "Ey
ağır yükler altında bulunan iki fırka!" anlamındaki buyruğu "he"
harfini ötreli olarak diye, diğerleri ise üstün olarak okumuşlardır. Daha
önceden (ez-Zuhruf, 43/49) buyruğuna dair açıklamalar yapılırken buna dair
bilgiler de geçmiş bulunmaktadır.
Cinler de İnsanlar
Gibi Mükelleftir
Bu sûrede Ahkaf ve Cin
Sûresinde cinlerin de ilâhî hitaba muhatap, mükellef; emir ve yasaklara
muhatap, mükâfat ve ceza kazanmaları bakımından tıpkı insanlar gibi olduklarına
delil vardır. Cinlerin müminleri de insanların müminleri gibi, onların
kâfirleri de öbürlerinin kâfirleri gibidir. Bütün bu hususların hiçbirisinde
bizimle onlar arasında hiçbir fark yoktur.
"Ey cin ve insan
toplulukları..." âyeti ile ilgili olarak İbnu'I-Mübarek şunu
zikretmektedir: Bize Cuveybir'in, ed-Dahhâk'tan haber verdiğine göre o şöyle
demiştir: Kıyamet gününde yüce Allah dünya semasına emir verecek, o da
İçindekilerle birlikte paramparça olacak. Melekler onun kıyılarında kalacak.
Allah onlara emir verinceye kadar bu halde kalacaklar. Ondan emir alacakları
vakitte yeryüzüne inecekler. Bütün yeri ve etrafındakileri kuşatacaklar. Sonra
Allah onun bir üstündeki semaya aynı şekilde emir verecek, onlar da inecekler.
Bir önceki saffın arkasında bir saf teşkil edecekler. Sonra üçüncü, sonra
dördüncü, sonra beşinci, sonra altıncı, sonra da yedinci sema (aynı durumda
olacak.) Nihayet en yüce melek, göz alıcılığı, mülkü içerisinde sol yanında da
cehennem bulunduğu halde inecek. Cehennemin uğultusunu ve kaynayıp coşmasını
işitecekler. (Yerde bulunanlar) yerin neresine giderlerse, mutlaka meleklerin
safları ile karşılaşacaklar. İşte yüce Allah'ın: "Ey cin ve İnsan
toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa
kaçın; ama buna dair güç ve imkânınız olmadıkça kaçamazsınız ki..."
buyruğu bunu anlatmaktadır. Buradaki "sultan; Güç ve imkân" özür ve
mazeret anlamındadır.
Yine ed-Dahhâk şöyle
demiştir: İnsanlar çarşı pazarlarında iken ansızın sema açılacak, melekler
inecek. Cinler ve insanlar kaçacaklar. Melekler etraflarını kuşatacaktır. İşte
yüce Allah'ın: "Buna dair güç ve imkânınız olmadıkça kaçamazsınız"
buyruğu bunu anlatmaktadır. Bu rivayeti de en-Neh-hâs zikretmiştir.
Derim ki: Buna göre
bu, dünyada olacak, İbnu'l-Mubarek'in zikrettiği rivayete güre ise bu husus
âhirette olacaktır.
Yine ed-Dabhâk'tan
şöyle dediği zikredilmiştir: Eğer siz ölümden kaça-bilecekseniz, haydi kaçınız.
İbn Abbas da şöyle açıklamıştır: Eğer siz göklerle yerde olanları bilmek
gücüne sahib iseniz, haydi onu öğreniniz. Ancak bir sultan ile yani Allah'tan
gelmiş bir delil ile olmadıkça, onu bilme imkânımız olmayacaktır. Yine ondan
gelen rivayete göre; "Güç ve imkânınız olmadıkça kaçamazsınız"
buyruğu; sizler Benim sizin üzerinizdeki egemenlik ve kudretimin dışına
çıkamazsınız, demektir. Katade de şöyle açıklamıştır: Sizler bir melek ile
olmadıkça kaçamazsınız ve sizin meleğiniz de yoktur.
Buyruk: "Sizler
ancak bir sultana (güç ve imkâna) kaçabilirsiniz" demektir. Buna göre
âyet-i kerimedeki "be" anlamındadır. Tıpkı yüce Allah'ın: "Rabbim,
bana iyilikte bulundu." (Yusuf, 12/100) buyruğunda olduğu gibi. Şair de
şöyle demiştir:
"Bize ister
kötülük yap, ister iyilik, bizim nezdimizde senden usanılmaz Ve eğer sen
terkedecek olsan dahî seni biz terketmeyiz."
Yüce Allah'ın:
"Kaçın!" emri, ta'cîz (yani bu husustaki acizliklerini ortaya
koymak) içindir.
"Üzerinize ateş
alevi ve bir duman salınır." Yani eğer sizler çıkacak olursanız,
üzerinize bir ateş alevi salınır ve kaçmanızı engelleyecek azab sizi yakalar.
Buyruğun kaçmakla ilgili olmadığı, aksine yüce Allah'ın bununla isyankârları
cehennem ateşi ile azaplandıracağını haber vermekte olduğu da söylenmiştir.
Şöyle de
açıklanmıştır: Sizler Rabbinizin nimetlerini yalanlayacak olursanız, o vakit
üzerinize bu yalanlamanızın bir cezası olmak üzere ateş alevi ve bir duman
salınır.
İnsanların ve cinlerin
etrafının melekler ile ve çok büyük bir ateş parçası ile kuşatıldıktan sonra
kendilerine: "Ey cin ve İnsan toplulukları..." diye seslenileceği de
söylenmiştir. İşte yüce Allah'ın; "Üzerinize ateş alevi... salınır"
buyruğu bunu anlatmaktadır. İbn Abbas ve başkalarının açıklamasına göre: "Dumanı
olmayan alev" demektir. en-Nehhas da; bu alevi bulunmayan dumandır, diye
açıklamıştır. Umeyye b, Ebi's-Salt'm, Hassan (r.a)'a hicvederken kullandığı
ifade de bu kabildendir. es-Sa'Iebî el-Maverdî'nin Tefsirlerinde de aynı
şekilde Umeyye b. Ebi's-Salt diye zikredilmiştir. Ancak es-Sıhah ile
İbnu'l-Enbarî'nin el-Vakfiı ve'l-İbtidâ adlı eserlerinde Umeyye b. Halef diye
geçmektedir. Sözü edilen hicivde Umeyye şöyle demektedir:
"Bendert
Hassan'a, Ukaz'a doğru şu mesajı ulaştıracak var iru? Senin baban bizim
aramızda bir demirci değil miydi? Şarkıcı cariyeler arasında, kendisini
koruyacak gücü de yoktu. Yemen tarafından (idi ve) o körüğü tutup dururdu da
Kesintisiz olarak ateşin alevini üflüyordu."
Hassan (r.a) da ona şu
şekilde cevab vermişti:
"Hicvettim seni
ben, sen de zilletle ona karşı boyun eğdin, Ateş alevi gibi yanan bir kafiye
île ve zilletle."
Ru'be de şöyle
demiştir:
"İndirdiğimiz
darbelerden ötürü onların aşırı hararetleri var, Bir de alevler yakıp duran
savaşın ateşi,"
Mücahid dedi ki Ateş
aievi"; ateşten ayrı yeşil aleve denilir, ed-Dahhâk da şöyle demiştir:
Odundan çıkana değil, alevden çıkan dumana denilir. Said b. Cübeyr de böyle
açıklamıştır.
"ateşin ve
dumanın biraradaki adı" olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Ebu Amr
yapmış olup, el-Ahfeş de bunu kimi Araplardan diye, nakletmiştir.
İbn Kesir
"şın" harfini esreli olarak; diye okumuş, diğerleri ise öt-reli
okumuşlardır, Her İkisi de ayrı söyleyişlerdir, tıpkı inek sürüsüne denilmesi gibi.
"Ve bir
duman" anlamındaki buyruk genel olarak; şeklinde ref ile ve:
"Alev" lafzına atıf ile okunmuştur. Ancak İbn Kesîr, İbn Muhaysın,
Mücahid ve Ebu Amr "ateş" anlamındaki lafza atıf ile; şeklinde cer
ile okumuşlardır,
el-Mehdevî dedi ki:
(jMyjO'ın "hem ateş, hem de dumanı" birarada ifade ettiğini
söyleyenlerin görüşüne göre "duman" anlamındaki lafzı kesreli okumaları
açıkça anlaşılan bir şekildir. Ancak bunu "dumanı olmayan alev" diye
açıklayanların "bir duman" anlamındaki lafzı cer ile okumaları uzak
bir ihtimaldir. Böyle bir okumanın uygunluğu ancak bir mevsufun hazfedilmiş
olduğu takdiri ile uygun düşebilir. Sanki: "Üzerinize ateş alevi ve"
bir miktar "bir duman salınır" denilmiş gibidir. Bu durumda "bir
miktar" anlamındaki lafız; "(iıp): Alev" lafzına atfedilmiş gibi
olur. "Dumandan" cümlesi de "bir miktar" anlamındaki lafzın
sıfatı olur. "Bir miktar" anlamındaki lafız da hazfedilmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'ın buyruğunda ayrıca; (&) edatının hazfeciilmesi
ise daha önce; "Ateşten" lafzında ayrıca zikredilmiş olduğundan dolayıdır.
Nitekim Arapların: " Sen kime misafir olursan ben de (ona) misafir
olurum" derken " Ona" lafzını hazfetmeleri gibi. Bu açıklamaya
göre "bîr duman" anlamındaki lafız hazfedilmiş ile cer edilmiş ulur,
Mücahid, Humeyd,
îkrime ve Ebu'l-ÂJiye'den "nıın" harfi kesreli olarak; ( okudukları zikredilmiştir ki, bunlar iki
ayrı söyleyiştir. Nitekim "alev" anlamındaki lafjz da) ile
(şekillerinde söylenebilir. Bu kesreli okuyuş aynı zamanda tabiat ve asıl
anlamına da gelir. Mesela: "Filan kişi soyu şerefli ve asaletli
kimse" demektir.
Müsİİm b. Ciindüb'den
İse ref ile: " diye okuduğu rivayet edilmiştir. Hanzala b. Murre b.
en-Numan el-Ensarî'nin de "ateş" lafzına atıf ile meo rur olarak diye
okuduğu rivayet edilmiştir. Bununla birlikte kesreli olarak: okuyuşunun; (
U-Zlyin çoğulu olması mümkündür. ) Zor" lafzının çoğulunun diye gelmesi
gibi.
(diye ref ile okunması
ise "alev" anlamındaki iafza atf ile gelir, el-Hasen'den;diye her iki
harfin de ütreli okuduğu rivayet edilmiştir ki; bu da çoğuludur. Bunun aslının)
diye olması da mümkündür. Daha önce yüce Allah'ın: "Onlar yıldızlarla da
yollarını bulurlar." (en-Nahl, 16/16) buyruğunda açıklandığı üzere
"vav" hazfedilmek suretiyle kısaltılmış da olabilir.
Abdurrahmân b. Ebi
Bekre'den "nûn" harfi üstün, "ha" harfi ötrdi ve "şın'
harfi de şeddeli olarak" " Kökünü keseriz" anlamında; "
Kökünü kesti, keser, kesmek"ten gelen bir fiil olarak okuduğu rivayet edilmiştir.
Yüce Allah'ın: " Hani o zaman onun izniyle onları öldürüyordunuz,"
(Al-i İmran, 3/152) buyruğunda da bu anlamda kullanılmıştır. (Bu âyetin böylece
okunması halinde): "Azab ile öldürürüz" demek olur.
Birinci kıraat olan:
"Ve bir duman" lafzı ise, başlarının üzerine akıtılacak eritilmiş
bakır anlamında dır. Mücahid ve Katade böyle açıklamıştır. Bu açıklama İbn
Abbas'dan da rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas'dan ve Said b. Cübeyr'den
rivayet edildiğine göre burada bu lafız, alevi bulunmayan duman demektir,
fel-Halil1 in açıklamasının anlamı da budur. Bu anlamıyla Arap dilinde bilinen
bir lafızdır. Nitekim Ca'deoğullarının Nabiğası şöyle demiştir:
"Taneden (veya
susam yağından) yakılan kandilin ışığı gibi aydınlatıyor, Allah'ın kendisinde
hiçbir duman kılmadığı."
el-Esmaî dedi ki: Ben
bedevi bir Arabın -beyitte geçen-: (.killi )'in Şam'da "dumanı bulunmayan
susam yağına" denildiğini söylediğini duydum.
Mukattl dedi ki:
Bunlar eritilmiş bakırdan beş tane ırmaktır. Hepsi de Ar-ş'ın altından ve
cehennemliklerin başlan üzerine akar. Bu üç ırmak, gece mik-tarındadır, iki
ırmak da gündüz miktarındadır,
İbn Mesud dedi kî:
Nuhâs (eritilmiş bakır) ile el-mühi (eritilmiş bakır) aynı şeylerdir.
ed-Dahhâk ta: Bu
kaynatılmış zeytinyağının tortusudur. el-Kisâî de: Oldukça şiddetli bir
rüzgarı olan ateşe denilir, demiştir.
[21]
"Size yardım da
olunmaz." Birbirinize yardımcı olamazsınız. Maksat cinler ile İnsanlardır.
37. Artık
gök yarılıp yağ tortusunu andıran kırmızı bir gül gibi olduğu zaman...
38, O halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
39. O günde
ne insana, ne cinne günahı sorulmayacak.
40. O halde;
RabbinMn nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Attık gök yanlıp"
kıyamet gününde ayrılıp "yağ tortusunu andıran kırımzı bir gül gibi olduğu
zaman..." buyruğunda geçen " Yağ tortusu" lafzı, Mücahid,
ed-Dahhâk ve başkalarından gelen rivayete göre, yağ diye açıklanmıştır. Yağ
gibi parlak ve saf olduğu zaman, demektir. Buna göre bu lafız; "
Yağ" lafzının çoğuludur.
Said b. Cübeyrve
Katade ise: Kırmızı renkli olduğu zaman anlamındadır, demişlerdir. Bir diğer
açıklama da şöyledir: Kırmızılığı bakımından gül gibi ve yağın akıcılığı gibi
olacaktır. Bu da şu demektir: Gök yarılıp çatlayarak cehennem ateşinin
sıcaklığından ötürü kırmızı bir renk alıncaya kadar eriyecek, inceliği ve
erimesi dolayısıyla yağ gibi olacaktır.
Bir başka açıklamaya
göre "yağ" anlamı verilen: "Saf kırmızı deri ve sahtiyan"
demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyd ve el-Ferrâ zikretmişlerdir. Bu da şu
demektir: Gök, cehennem ateşinin ileri derecedeki harareti do-layısı ile tıpkı
bir sahtiyan gibi kırmızı bir renk alacaktır.
İbn Abbas şöyle
demektedir: Yani gök çeşitli renkleri olan bir ata benzeyecektir. Çünkü güzel
renkli at demek olan "el-kümeyt"e çeşitli renkleri taşıyor ise;
denilir. İbn Abbas dedi ki: "Çeşitli renkleri olan at" demek olan:
"Baharda sarı, kışın baştaraflarında ise kırmızı renge çalar, kış ilerlediği
vakitte koyu gri bir renk alır."
el-Ferra dedi ki: Bu
açıklamasıyla "verdîat" diye bilinen ati kastetmektedir. Bu tür
atlar baharda sarıya çalar. Soğuk ilerlediği takdirde kırmızıya çalar, Bundan
sonra ise griye çalar. Böylelikle yüce Allah semanın rengarenk olmasını bu tür
atın değişik renklere bürünmesine benzetmektedir.
el-Hasen dedi ki: “Yağ
tortusunu andıran" buyruğu, yağın dökülmesini andıran demektir. Çünkü yağ
döküldüğü vakit çeşitli renklerde görülür.
Zeyd b. Eşlem dedi ki:
Yani o vakit zeytinyağı tortusunu andıracaktır. Bir diğer açıklamaya göre: O
gidecek ve gelecektir, demektir.
ez-Zeccâc dedi ki:
(Gül anlamını veren "el-verde" lafzını oluşturan) "vav" re
ve "dal" harflerinin meydana getirdiği kelimelerin asıl anlamı, gidip
gelmek İle alâkalıdır. Bu ise, daha önce renkleri değişip duran at ile ilgili
yaptığımız açıklamalara yakındır.
Katade de şöyle
demektedir: Bugün sema yeşildir. Onun kırmızı bir rengi olacaktır. Bu
açıklamayı da es-Sa'lebî nakletmiştir.
el-Maverdî dedi ki:
Önceki İlim adamlarının iddialarına göre semanın asıl rengi kırmızılıktır.
Engellerin çokluğu, mesafenin uzaklığı dolayısıyla bu şekilde mavi renkte
görülmektedir. Onlar bunu vücuttaki damarlara benzetirler. Aslında damarlar
kan gibi kırmızıdır, engel sebebiyle mavi görülmektedirler. Eğer bu açıktama doğru
ise şüphesiz ki sema kıyamet gününde ona bakacak olanlara yakın olacağından ve
engellerin de ortadan kalkacağından Ötürü kırmızı olarak görülecektir. Çünkü
onun asıl rengi odur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"O günde ne
insana, ne cinnc günahı sorulmayacak" buyruğu yüce Allah'ın:
"Suçlulara günahları sorulmaz." (el-Kasas, 28/78) buyruğunu andırmaktadır.
Kıyamet günü, uzunluğu
dolayısıyla değişik halleri bulunan bir gündür. Kimi halde soru sorulur, kimi
halde sorulmaz. İşçe İkrime'nin görüşü de budur.
Anlamın: Onlar
cehennemde karar kıldıktan sonra sorgulanmayacaklar-dır, şeklinde olduğu da
söylenmiştir.
el-Hasen ve Katade der
ki: Onlara günahları hakkında sorulmayacaktır. Çünkü Allah onların günahlarını
tesbit etmiştir, melekler de onları yazmıştır. Bu açıklamayı el-Avfi, İbn
Abbas'tan rivayet etmiştir. Yine el-Hasen ve Mü-cahid'den şöyle dedikleri
zikredilmiştir: Buyruk; melekler onlar hakkında soru sormayacaktır. Çünkü
onları simalarından, alâmetlerinden tanıyacaklardır, demektir. Bunun delili de
bundan sonra gelen buyruklardır. Ayrıca Mücahid bu açıklamayı İbn Abbas'tan
nakletmektedir. Yine ondan nakledilen rivayete göre yüce Allah'ın:
"Rabbine andolsun ki onların hepsine elbette soracağız." (el-Hkr,
15/92) buyruğu ile: "O günde ne insana, ne cinne günahı sorulmayacak"
buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Onların söyleyecekleri ile
bu durumlarını bilmek maksadıyla onlara soru sormayacaktır. Fakat onlara
azarlamak anlamı ile: Niçin bunları yaptınız, diye soracaktır.
Ebu'l-Âliye de şöyle
demiştir: Günahkârın günahından başkasına soru sorulmayacaktır. Katade: Som
sormak önce olacaktır, sonra da ağızları mühürlenecek ve azaları onlara
tanıklık ederek konuşacaktır.
Ebıı Hureyre'nin
rivayet ettiği hadiste Peygamber (sav)'ın şunları da söylediği
zikredilmektedir: "Yüce Allah kulu karşısına alır, ona: Ey filan kişi denilir.
Ben sana ikramda bulunmadım mı? Ben seni önder kılmadım mı? Ben sana eşler
vermedim mi? Atları, develeri senin emrine vermedim mi? Senin başkanlık
yapmana, İstediğin gibi mallarda tasarruf etmene fırsat vermedim mi? Adam: Evet
(hepsini verdin) diyecek. Bu sefer: Peki sen Benimle karşılaşacağını
zannediyor muydun? diye sorar, adam: Hayır der. Yüce Allah şöyle buyurur: Sen
(vaktiyle) Beni unutmuş olduğun gibi, Ben de seni unutuyorum. Sonra ikincisi
ile karşılaşır, yine ona aynen öbürüne söylediğini söyler. Daha sonra üçüncüsü
ile karşılaşır, ona da aynı şeyleri söyler. O da: Rab-bim Sana, kitabına,
rasûlüne iman ettim, namaz kıldım, oruç tuttum, sadakalar verdim der ve
elinden geldiğince güzel şeylerden, hayırlı şeylerden sö-zeder. Ondan sonra da:
İşte ben şimdi burada huzurundayım, der. Sonra ona; Biz de şimdi senin aleyhine
olan şahidimizi göndereceğiz, denilir. Benim aleyhimde şahitlik edecek bu kişi
kimdir? diye kendi kendisine düşünürken, ağzına mühür vurulacak ve baldırına,
etine, kemiklerine: Konuş! denilecek. Baldırı, eti, kemikleri konuşarak
yaptıklarını söyleyecekler. Bu ise kendi nefsinden getiriien şahidler
dolayısıyla İleri süreceği bir mazeretin kalmaması içindir.
Bu kişi münafık
kişidir. Yüce Allah'ın kendisine gazab edeceği kisidir."
[22] Bu
hadis daha önceden Ha, Mim, es-Secde (Fussilet, 41/21. âyetin tefsirinde) ve
başka yerlerde (Yâsîn, 36/65. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
[23]
41. Günahkârlar
yüzlerinden tanınacak da, alınlarından ve ayaklarından yakalanacak.
42. O halde;
Rabblnizln nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
43. İşte bu,
o günahkârların yalan saydığı cehennemdir.
44. Onlar
bunun ile sıcak su arasında gidip geleceklerdir.
45.0 halde;
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Günahkârlar
yüzlerinden tanınacak" buyruğu hakkında el-Hasen şöyle demektedir;
Yüzlerinin siyahlığından, gözlerinin morluğundan tanınacaklar. Çünkü yüce
Allah: "Biz günahkârları o gün gözleri morarmış halde hasrederiz."
(Tâ-Hâ, 20/102); "O günde kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler
kararacaktır." (Al-İ İmran, 3/106) diye buyurmaktadır.
"Alınlarından ve
ayaklarından yakalanacak." Yani melekler alınlarından yakalayacaktır. Bu
da, meleklerin onların bağlarının perçemlerinden ve ayaklarından yakalayarak
cehenneme atacaklardır, demektir.
"Alınlar"
çoğuludur.
ed-Dahhâk şöyle
demiştir: Atnı ve ayakları, sırtının arka tarafından bir zincir ile biraraya
getirilecektir. Yine ondan; adamın ayaklan alınıp, sırtı kınlın-caya kadar alnı
ile biraraya getirilecek, sonra da cehenneme atılacaktır, dediği rivayet
edilmiştir.
Bir başka açıklamaya
göre; ona böyle yapılmasının sebebi, azabının daha çok ağırlaştırılması ve
görüntüsünün daha ileri derecede kötüleştirilme-si içindir. Yine denildiğine
göre; melekler onları cehennem ateşine doğru sürüklerken, kimi zaman
alınlarından onlan yakalayıp yüzüstü çekecekler, kimi zaman da ayaklarından
yakalayıp başı yerde olduğu halde sürükleyeceklerdir.
"İşte bu,
günahkârların yalan saydığı cehennemdir." Yani onlara: İşte size haber
verilmiş olan ve sizin yalan saydığınız cehennem ateşi budur, denilecektir.
"Onlar bunun İle
sıcak su arasında gidip geleceklerdir" buyruğu hakkında Katade şöyle
demiştir; Bir sefer sıcak suya, bir sefer Cahîme gidip geleceklerdir. Cahîm de
cehennem ateşidir, Hamım ise sıcak su demektir.
"Sıcak"
lafzı üç türlü açıklanmıştır. Birincisine göre sıcaklığı ve kaynaması en ileri
derecede olan su demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Sa-îd b. Cübeyr ve es-Süddî
yapmıştır. Nâbiğa ez-Zübyânî'nin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Gaddarlık ve
hainlik etmiş bir sakal boyanır,
Karın, bölgesinden
gelen, katıksız ve oldukça sıcak bir kırmızı renge."
Katade dedi ki; Bu,
Allah'ın gökleri ve yeri yarattığından beri kaynayan bir sudur. Yüce Allah
şöyle demektedir: Onlar cehennem ateşinden kurtulmak için yardım
isteyeceklerinde, onların kurtuluş için sığınakları bu olacaktır. Ka'b dedi ki:
Bu ,cehennem vadilerinden bir vadidir. Cehennem ehfinin irinleri burada
toplanır. Zincirleriyle birlikte oraya daldırılırlar. Nihayet eklemleri bile
birbirinden kopar. Daha sonra yüce Allah onlara yeni bir hilkat vermiş olduğu
halde oradan çıkarlar, bu sefer cehennem ateşine atılırlar. İşte yüce
Allah'ın: "Onlar bunun ile sıcak su arasında gidip geleceklerdir"
buyruğu bunu anlatmaktadır.
Yine Ka'b'dan: Bu
hazır olan demektir, dediği rivayet edilmiştir. Mücahid de şöyle demiştir: Bu
içilme zamanı gelmiş ve en ileri dereceye ulaşmış olan demektir.
Kıyametin dehşetleri
ile günahkârların cezalandın I ma sına dair anlatılan bu hususların nimet olma
yönü ise; bunun kişileri günahlardan alıkoyucu ve itaatlere teşvik edici
özelliğinin olmasıdır.
Peygamber (sav)'dan
rivayet edildiğine göre o gece vaktinde bir gencin: "Artık gök yarılıp yağ
tortusunu andıran kırmızı bir gül gibi olduğu zaman..." buyruğunu
okuduğunu duymuş. Genç burada durmuş ve gözyaşı onu devam etmekten ahkoymuş,
bunun üzerine şöyle demeye başlamış; Semanın çatlayacağı o gün vay halime! Vay
halime! Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Evet, ey genç! Bu
şekilde vay haline! Fakat nefsim elinde olana yemin ederim ki; semadaki
melekler bile senin ağlaman dolayısıyla ağladı."
[24]
[25]
46. Rabbİnİn
huzurunda durmaktan korkana da İkî cennet vardır.
47. O halde;
Rabbinîıin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Rabbînin
huzurunda durmaktan korkana da iki cennet varda1" buyruğuna dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
Yüce Allah
cehennemliklerin hallerini sözkonusu ettikten sonra, iyi kulları için neler
hazırladığını sözkonusu etmektedir. Buyruğun anlamı şudur: Hesab için Rabbinin
huzurunda durmaktan korkup da masiyeti terkeden kimseye (iki cennet vardır).
Buna göre; "Huzurda durmak" ayakta durmak
anlamında bir mastardır.
Bir açıklamaya güre
Rabbinin üzerinde oluşundan korkan, demektir. Bu da Rabbinin kendisini kontrol
etmesinden ve ona muttali olmasından korkan demek okır. Bunu yüce Allah'ın:
"Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allak müşriklerin putları gibi)
midir?" (er-Ra'd, 13/33) açıklamaktadır.
Mücahîd ve İbrahim
en-Nehaî şöyle demişlerdir: Burada sözü edilen şahıs, bir masiyet işlemeyi
kararlaştırıp Allah'ı hatırladıktan sonra O'nun korkusuyla o günahı işlemeyi
terk eden kimsedir.
[26]
Bu âyet-i kerime şuna
delildir: Bir kimse hanımına: Şayet ben cennet ehlinden değii isem sen de
benden boş ol dese ve eğer bu kimse bir masiyet işlemeyi kararlaştırmış olmakla
birlikte Allah'tan korktuğundan ve O'ndan utandığından dolayı terketmiş ise,
onun bu yemini bozulmaz. Süfyan es-Sev-rî de böyle demiş ve buna göre fetva
vermiştir.
Muhammed b. Ali
et-Tirmizî şöyle demektedir: Böyle bir kimseye cennetin biri Rabbinden
korkusundan ötürü, diğeri ise arzusunu, şehvetini terket-tiğinden ötürü
verilecektir.
tbn Abbas da şöyle
demiştir: Farzları edâ ettiği halde birlikte, Rabbinin huzurunda durmaktan
korkan kimse kastedilmektedir.
"Makam; Huzurda
durmak, yer" diye açıklanmıştır. Yani -önceden geçtiği gibi- hesab için
Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimse demek olur. Burada "huzurda
dunna"nın kul hakkında olması, sonra da bunun Allah'a izafe edilmiş olması
da mümkündür, tkı da yüce Allah'ın: 'Onların ecelleri geldiğinde"
(el-A'raf, 7/34) buyruğu ile bir başka yerdeki: "Şüphesiz ki Allah'ın
(takdir ettiği) eceli geldi mi geri bırakılmaz." (Nuh, 71/4) buyruklarında
geçen "ecel"e benzemektedir.
"İki cennet
vardır.
[27] Yani korkan herkese başlı
başına iki cennet vardır. Korkan herkes için iki cennet verilecektir. Bütün
korkanlara iki cennet verilecektir diye açıklanmış ise de birincisi daha
kuvvetli görülmektedir.
İbn Abbas'tan rivayete
göre o Peygamber (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İki
cennet, cennetin eni kadar iki bahçedir. Bunların herbi-risi yüz yıllık bir
mesafedir. Herbirisinin ortasında da nurdan bir ev vardır. Nağme çıkararak ve
yeşilliği ile salınmayan hiçbir şeyi yoktur. O bahçenin kararı sabittir,
ağaçlan da sabittir. Bunu el-Mehdevî zikretmiş olup, us-Sa'-lebî de bunu Ebu
Hureyre yoluyla gelen bir hadis olarak kaydetmiştir.
Bir diğer açıklamaya
göre; iki cennet, kendisi için yaratılmış olan bir cennet İle mirasçısı
olacağı diğer cennettir (bahçedir,)
Bir diğer açıklamaya
göre iki cennetten birisi, kendisinin konaklayacağı yer, diğeri ise eşlerinin
konaklayacağı yerdir. Tıpkı dünyadaki ileri gelen başkanların yaptıkları gibi.
Bir başka açıklamaya
göre iki cennetten birisi, onun meskeni, diğeri ise bahçesi olacaktır. Bu iki
cennetten birisi köşklerinin aşağı tarafları, diğeri ise yukarı tarafları
olduğu da söylenmiştir.
Mukatil dedi ki: Bu
iki cennet, Adn cenneti ile Naînı cennetidir.
el-Ferrâ da şöyle
demiştir; Bu tek bir cennettir, âyet sonu olduğu için tes-niye gelmiştir. Ancak
el-Kutebî bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: Cehennemin bekçileri aslında
yirmi kişidir, ama ondokuz kişi oldukları âyet sonlarına riayet olsun diye
sözkonusu edilmiştir, denilemez. Aynı şekilde yüce Allah; "İkisinin de
(gölgelikli) dallan vardır" (Rahman, 55/48) diye buyurmaktadır.
Ebu Cafer en-Nehhâs dedi
ki: el-Ferrâ şöyle demiştir: Bu tek bir cennet olabilir. Şiirde de bvınun iki
cennet olduğu sözkonusu edilmiş olabilir. Ancak böyle bir görüş yüce Allah'ın
kitabı hakkında yapılacak en büyük hatalardandır. Çünkü yüce Allah: "İki
cennet vardır" diye buyurmakla, sonra da bunları "ikisinde...
vardır" diye nitelendirmektedir. Şimdi buyruğun zahirin-den anlaşılanı
bırakarak: Bunun tek bir cennet olması mümkündür deyip, şiiri delil diye
göstermesi doğru bir şey değildir.
[28]
Bir açıklamaya göre
cennetlerin iki tane, olması bir yerden diğerine gidip gelmekle cennetlik
kişinin sevincinin kat kat arttırılması içindir.
Denildiğine göre bu
Özel olarak Ebu Bekir es-Sıddık (r.a) hakkında cennetin takva sahiplerine
yakınlaştırılıp, cehennem ateşinin günahkârlara açıkça gösterileceği günü
hatırlaması üzerine inmiştir. Bunu Ata ve İbn Şevzeb söylemişlerdir.
ed-Dahhâk şöyle
demiştir: Hayır, o bir gün susuzken süt içmiş ve bu hoşuna gitmişti. Bu süte
dair soru sorunca sütün helal olmayan bir yerden elde edildiğini ona
söylediler. O da kendisini kusturarak sütü çıkardı. Rasûlul-lah (sav) da ona
bakıp duruyordu. Bunun üzerine: "Allah'ın rahmeti üzerine olsun. O'nun
hakkında bir âyet indirdi" deyip, ona bu âyeti okudu.
[29]
[30]
48.
İkisinin
de (gölgelikli) dalları vardır.
49.
O halde,
Katibinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
50.
İkisinde
de akar iki pınar vardır.
51.0 halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"İkisinin de
dallan vardır" buyruğu hakkında İhn Abbas ve bekaları şöyle demişlerdir:
Çeşitli meyveleri vardır, demektir. "Dallar" lafzının tekili'dır.
Mücahid dedi ki: Bu kelime "dallar" anlamında olup, tekdır. Şair
en-Nabiğa da şöyle demiştir:
"Musibeti
dolayısıyla ızdırab çeken ve dal üzerinde şarkı söyleyerek, Yabani bir erkek
güvercini çağıran bir dişi güvercinin ağlayışı..."
Bir başka şair de, iki
kuşu nitelendirirken şöyle demektedir:
"Sorgun ağacının
dallarının ucunda geçirdiler geceyi, Çeşitli nağmeleri birbirlerine
söyleyerek."
Şair burada çeşitli
nağmeler ile çeşitli dilleri kastetmiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Şevkin bir
güvercinin sesinden dolayı galeyana gelmedi, O güvercin ki, dallar üzerinde bir
diğer güvercini çağırır;
O güvercin ki; yırtıcı
iki pençeli bir doğana rastgelmiş Ve onun iki yavrusu vardır."
"Dal"
kelimesinin çoğulu diye gelir, bundan sonra bir daha:çoğulu yapılır. Şair bir
değirmeni anlatırken şöyle demektedir:
"Ve onun ağaç
dallarından bir dizgini vardır."
" Dalları bulunan
ağaç" demektir. Gayr-i kıyasî olarak: diye de söylenir. Hadiste de şöyle
denilmiştir: "Cennetlikler tüysüz, sürmeli ve fenenli (top saçlı)
kimselerdir. "[31]
Buradaki çoğuludur. Bu
da; 'in çoğulu olup bir araya toplanmış saç demektir. Bu da dala
benzetilmiştir. Bunu el-Herevî zikretmiştir. "İkisinin de dalları
vardır" buyruğunun, diğerlerine göre genişlikleri ve üstünlükleri vardır,
anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır.
Yine Mücahid'den ve
İkrime'den: "Dalların duvarlar üzerindeki gölgesi" demektir dedikleri
rivayet edilmiştir.
"İkisinde de akar
iki pınar vardır." Yani bu cennetlerin herbirisinde akan bir pınar vardır.
İbn Abbas dedi ki: Bu iki pınar yüce Allah'tan lütuf ve fazladan mükâfatı
olmak üzere, cennetliklere suları ile akarlar. Yine İbn Abbas'tan ve
el-Hasen'den şöyle dedikleri zikredilmiştir: Bu pınarlar tatlı su akıtırlar.
Bu iki pınardan birisi Tesnîm, diğeri ise Selsebfl'dir. Yine İbn Abbas'tan
gelen rivayete göre: Bu iki pınar dünyanın kat kat fazlasıdır. Yataklarında-ki
küçük çakıllar kırmızı yakut ve yeşil zebercettir. Topraklan kâfur, çamur
tortuları, ezfer miskidir. Kıyılan ise zaferandandtr.
Atiyye dedi ki: Bu iki
pınardan birisi kokmayan sudan, diğeri ise içenlere lezzet veren şaraptandır.
Miskten bir dağdan
akarlar, diye de söylenmiştir. Ebu Bekir el-Verrak dedi ki: Bu iki cennette,
dünya hayatında gözleri yüce Allah korkusundan dolayı yaş akıtan kimseler için
akan iki pınar vardır.
[32]
52. İkisinde
de her meyveden çifter çifter vardır.
53 0 halde;
Rabbinİzin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
54.
Astarları kalın ipekten döşemelere yaslanmışlar olarak. Her iki cennetin de
(meyvelerinin) toplanışı yakındır.
55- O halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"İkisinde de her
meyveden çifter çifter vardır." tki çeşit vardır ve her İki türü de tattı
ve lezzetlidir.
İbn Abbas dedi ki:
Dünyada tatlı olsun, acı olsun ne kadar ağaç varsa, mutlaka o ağaçtan cennette
de vardır, Hanzal (Ebu Cehil karpuzu) dahil. Şu kadar var ki o, cennette tatlı
olacaktır. Şöyle de açıklanmıştır: Biri yaş, diğeri kuru olmak üzere İki çeşit
olacaktır. Üstünlük ve lezzetleri bakımından biri diğerinden üstün
olmayacaktır.
Bir başka açıklamaya
göre; yüce Allah bu iki cennetin daha aşağı mertebedeki iki cennetten üstün
olduklarını kastetmiştir. Burada akan iki pınardan sözettikten sonra orada
(66. âyette) suları coşan iki pınardan sözetmektedir. Suların coşması ise
suların akmasından daha aşağı mertebededir. Şöyle buyurmuş gibidir: Daha sonra
süzkonusu edilecek iki cennette her meyveden bir çeşit vardır. Bu cennette ise
her meyveden iki çeşit vardır.
"Astarları kalın
ipekten döşemelere yaslanmışlar olarak" buyruğunda-ki; " Yaslanmışlar
olarak" lafzı hal olarak nasbedilmiştir. " Döşemeler" lafzı 'in
çoğuludur, Ebu Hayve ''re" harfini sakin olarak; diye okumuştur.
"(ıiİUh):
Astarları* lafzı da, çoğuludur. Bu da yüzün altındaki kumaşa denilir, "Kalın
ipek" demektir.
Yani yere temas eden
astarlan bu şekilde olursa, yüzünün nasıl olacağını var sen düşün. Bu
açıklamayı tbn Abbas ve Ebu Hureyre yapmıştır. Said b, Cubeyr'e; Astarlar kalın
ipekten olursa ya yüzler nedendir? diye sorulmuş,
o da şu cevabı
vermiştir: Bu da yüce Allah'ın: "Onlara o işlediklerine mükâfat olmak
üzere gözleri aydınlatan ne nimetler gizlendiğini hiçbir kimse bilemez"
(es-Secde, 32/17) buyruğunda sözü edilenler cümlesindendir.
İbn Abbas dedi ki:
Yüce Allah size bu döşemelerin astarlarını anlattı ki, kalpleriniz onları
tasavvur edebilsin. Yüzlerine gelince, bunları Allah'tan başkası bilemez.
Peygamber (sav)'dan
rivayet edilen haberde belirtildiğine göre o şöyle buyurmuştur: "O
döşemelerin yüzleri ise parıldayan bir nurdur. "[33]
el-Hasen'den rivayete
göre o şöyle demiştir: Astarlan kalın ipekten, yüzleri ise katılaşmış
nurdandır. Yine el-Hasen'den rivayete göre: "Astarlar" bizzat yüzler
demektir. Bu aynı zamanda el-Ferrâ'nın da görüşüdür. Bu görüş Katade'den de
rivayet edilmiştir. Çünkü Araplar yüze de astar derler. Mesela: "Bu
semanın yüzüdür, bu semanın astarıdır" diye bizim gördüğümüz semanın
yüzünü sözkonusu ederler. Ancak İbn Kııteybe ve başkaları bunu kabul etmeyerek
şöyle derler: Böyle bir anlatım ancak herbir tarafı birtakım kimselerce
görülen ve iki tarafı da birbirine eşit iki yüzü bulunan şeyler hakkında
sözkonusu olabilir. Senin ve başkalarının arasında bulunan duvar gibi. Semanın
durumu da İşte buna göredir.
"Her iki cennetin
de toplanışı yakındır" buyruğundaki: "Toplanış" ağaçtan
toplanan mahsuller demektir. Toplanılan her şey hakkında: "O bize toplanan
güzel bir mahsul getirdi" denilir. " Toplanmış meyve" denilir ki
bu da "fail" vezninde oiup, toplanması zamanını ifade eder. Şair de
şöyle demiştir;
"İşte bu benim
topladıklarım ve onların en güzelleri onun ağzında, Oysa her mahsul toplayanın
eli kendi ağzında."
"Cim" harfi
kesreli olarak; diye de okunmuştur. "Yakın" demektir.
İbn Abbas dedi ki;
Ağaç dallarını o kadar ya kini aştır ir ki Allah'ın dostu dilerse ayakta,
diterse otururken, dilerse de yatarken bunun meyvesini toplayabilir, Uzaklık
ya da daldaki bir diken, elini geri çekmesine sebep olmaz.
[34]
56. Onlarda
bunlardan evvel ne bir insanın, ne bir cinnin asla dokunmadığı, gözlerini
yalnız eşlerine dikmişler vardır.
57. O halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık İmlinde sunacağız:
"Onlarda"
sözü geçen iki cennette diye açıklanmıştır. "...Gözlerini yalnız eşlerine
dikmiş (huri)ler vardır."
ez-Zeccac dedi ki:
Yüce Allah'ın burada; " Onlarda" diye buyurup; (tesniye kipi olarak):
"O ikisinde" diye buyurmamış olmasının sebtr-bi, hem iki cenneti, hem
de o iki cennetin sahiplerine hazırlamış olduğu nimetleri kastetmiş olduğundan
dolayıdır.
Bir diğer açıklamaya
göre bu zamir, astarları kalın ipekten olan döşeklere aittir Yani bu
döşeklerde: "Gözlerini yalnız eşlerine dilemiş (huri)ler vardır"
demektir. Maksat gözlerini sadece eşlerine dikmiş, yalnız onlara bakan,
onlardan başkalarını görmeyen hanımlar demektir. Daha önce es-Saffat
Sû-resi'nde (37/48-49- âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Burada:
" Göz" Lafzının çoğula izafe edilmekle birlikte tekil gelmiş olması,
mastar anlamında oluşundan dolayıdır. Bu gözünü .kırptı, kırpar, kırpmak kökünden
gelmektedir. Daha sonra göze bu İsim verilmiş olup, böylelikle bu mastar hem
tekil, hem de çoğul ifadenin yerini tutmaktadır, Arapların; ''Adaletli ve oruç
tutan bir tupluluk" derken bunu mastarla ifade etmeleri gibi.
[35]
"Asla
dokunmadığı" buyruğu, bu hurilerle kocalarından önce hiçbir kimse cima
etmemiştir, demektir. el-Ferrâ dedi ki: " Bekareti bozmak" demektir.
Bu da cima yapıp kanatmak demektir. denilir. Bu kökten olmak üzere ay hali olan
kadına denilmiştir. el-Fer-râ'dan başkaları ise bu hususta ondan farklı olarak
şöyle demektedir: "Herhangi bir şekilde onunla cima etti" demektir.
Şu kadar var ki el-Ferra'nın açıklaması daha çok bilinen ve yaygın bir
açıklamadır.
el-Kisâî "mim"
harfini ötreli olarak; "Asla onlara dokunmamış-tır" diye .okumuştur.
" Kadın ay hali
oldu, olur" demektir. Kesreyle; (de bir söyleyiştir, ism-İ faili diye
gelir. el-Ferezdak da şöyle demiştir:
"Bana düştüler,
benden önce onlara dokunulmamış
Ve onlar deve kuşu
yumurtasından daha da güzeldirler."
"Dokunmadığı"
el değmediği anlamındadır, diye de açıklanmıştır.
Ebu Amr dedi ki:
" Dokunmak, el değmek" demektir. Bu da kendisine el değdirilen her
şey hakkında kullanılır. Mesela otlak için: "bu otlağa bizden önce hiçbir
kimse değmemiştir" denilir. Aynı şekilde: "Bu dişi deveye hiçbir ip
(yular) değmemiştir" denilir.
el-Müberred de şöyle
demiştir: Buyruğun anlamı şudur: Onlardan önce ne bir insan, ne de bir cin
onları emri altına almamıştır. Çünkü: “Emri altına almak" demektir.
"Cin"
anlamındaki lafzı el-Hasen hemzeli olarak; diye okumuştur.
[36]
Bu âyet-i kerimede
cinlerin de insanlar gibi ilişki kurduklarına, cennete gireceklerine ve cinlere
cennette cinden hanımların verileceğine delil vardır.
Damra dedi ki:
Müminlere kendi türlerinden huru'l-înden eşler olacaktır. Buna göre insan
türünden olan kadınlar insanlara, cin türünden olan kadınlar da cinleredir.
Şöyle de
açıklanmıştır; Yüce Allah'ın cennette mümin olan cinlere vereceği cinlerden
olan huru'l-înynlerin hiçbirisine hiçbir cinin eli değmediği gibi, cennette
mümin İnsanlara Allah'ın bağışladığı insan türünden huru'lînyne de hiçbir
İnsanın eli değmemiştir. Çünkü cinler hiçbir 2aman dünyada Âde-moğullarından
olan kızlarla ilişki kuramazlar. Bunu el-Kuşeyrî zikretmiştir.
Derim ki: Daha önce
en-Neml Sûresi (27/44. âyet) ile el-İsra Sûresi'nde (17/64. âyet, 4. başlıkta)
bu hususa dair açıklamalar geçmiş ve cinlerin Âde-moğulları, kızları ile ilişki
kurmalarının mümkün olduğu belirtilmiş idî. Mücahid de şöyle demiştir: Erkek
cima esnasında eğer besmele çekmeyecek olursa, cin onun organı üzerine
katlanır ve onunla birlikte cima eder. İşte yüce Allah'ın: "Bunlardan
evvel ne bir insanın, ne bir cinnin asla dokunmadığı" buyruğu da bunu
anlatmaktadır. Şöyle ki; şanı yüce Allah huru'1-îyni onlardan önce hiçbir
insan ve hiçbir cinnin el değmemesi ile nitelendirmiştir. Bununla bizlere
Âdemoğuilarına mensub kadınlara cinlerin el değdirebileceğini öğretmekte,
huru'l-tynin ise bu kusurdan uzak ve münezzeh olduklarını belirtmektedir.
" Dokunmak, el değmek"; cima etmek demektir. Bunu tamamiyle
el-Tirmizî el-Hakîm zikretmiştir. Aynı şekilde el-Mehde-vî, es-Sa'lebî ve
başkaları da bunu zikretmiş bulunmaktadırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
58. Onlar
sanki yakut ve mercandır.
59-
O halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
60.
İyiliğin
karşılığı iyilikten başkası olabilir mi?
61.0 halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Onlar sanki
yakut ve mercandır" buyruğu ile ilgili olarak Tirmizî'nin, Abdullah b.
Mesud'dan kaydettiği rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Cennetlik kadınlardan bir kadının bacağının beyazlığı yetmiş kat
elbisenin arkasından dahi görülür. Hatta kemiğinin iliği dahi görülür."
Çünkü yüce Allah: "Onlar sanki yakut ve mercandır" diye
buyurmaktadır. Yakuta gelince o öyle bir taştır ki, sen onun içine bir ip
geçirecek olup ta onu görmek istersen yakutun gerisinden o ipi görebilirsin[37]' Bu
hadis mevkuf olarak da rivayet edilmektedir.
Arar b. Meymun dedi
ki: Huru'Mynden olan bir kadın yetmiş kat elbise giydiği halde bunun arkasından
bacağının kemiğinin iliği, tıpkı kırmızı şarabın beyaz camdan görülmesi gibi
görülür.
el-Haserı dedi ki:
Huriler yakut kadar arı duru ve mercan gibi beyazdırlar.
"İyiliğin
karşılığı iyilikten başkası olabilir mi?" buyruğundaki; "... mi"
dilde dört anlamda kullanılır.
Bazan -muhakkak
anlamına gelen: anlamına kullanılır. Yüce Allah'ın: "İnsan üzerinden, öyle
bir süre geçmiştir ki" (el-İnsan, 76/1) buyruğunda olduğu gibi.
Yüce Allah'ın: "
Siz de Rabbinizin vaadettiğini gerçek buldunuz mu?" (el-A'raf, 7/44)
buyruğunda olduğu gibi soru anlamına kullanılır. Bazan da yüce Allah'ın-.
"Artık vazgeçtiniz mi?" (el-Mâide, 5/91) buyruğunda olduğu gibi emir
anlamında...
Bazan da yüce
Allah'ın; "Peygamberler üzerinde apaçık tebliğden başka bir görev var
mı?" (en-Nahl, 16/35) buyruğu ile; "İyiliğin karşılığı İyilikten
başkası olabilir mi?" buyruğunda olduğu gibi olumsuzluk halinde; (u )
anlamında kullanılır. İkrime dedi ki: Yani lâ ilahe illallah diyen kimsenin
mükâfatı cennetten başkası olabilir mi? İbn Abbas dedi ki: Lâ ilahe illallah
deyip Muhammed (sav)'ın getirdikleri gereğince amel eden kimseye cennetten
başka bir karşılık yoktur, demektir.
Şöyle de
açıklanmıştır: Dünyada iyilik yapmtş kimseye, âhirette de iyilik yapılmaktan
başka bir mükâfat olur mu? Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır.
Enes'in rivayetine
göre Peygamber (sav) yüce Allah'ın: "İyiliğin karşılığı İyilikten başkası
olabilir mi?" buyruğunu okuduktan sonra: "Rabbinizin ne buyurduğunu
biliyor musunuz?" diye sormuştur. Ashab: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir
deyince, Hz. Peygamber buyurdu ki: "Kendisine tevhid nimetini ihsan
ettiğim kimseye cennetten başka bir mükâfat yoktur.
[38]
İbn Abbas'ın
rivayetine göre de Peygamber (sav) bu âyet-i kerimeyi okuyup şöyle
buyurmuştur: "Yüce Allah buyuruyor ki: Beni tanımak ve beni tevhid etmek
nimetini kendisine ihsan etmiş olduğum kimseye mükâfatım, onu rahmetimle
cennetime ve kutsal zatımın yakınlığına yerleştirmekten baj-kası
değildir."
[39]
(Cafer) es-Sâdık dedi ki: Ezelde kendisine
ihsanda bulunduğum kimsenin üzerindeki iyiliği ebediyyen korumaktan başka bir
mükâfatı olur mu?
Muhammed b.
el-Hanefiyye ve el-Hasen de şöyle demişlerdir: O iyi kim* selerin üzerine de,
günahkârların üzerine de serbestçe salınmıştır. Bu da dünyada günahKârlara,
âhirette de iyilere serbestçe salınmıştır, demektir.
[40]
62. O
İkisinden başka iki cennet daha vardır.
63. O halde;
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
64. İkisi de
siyaha yakın koyu yeşildirler.
65.0 halde;
Rabbinizİn nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"O ikisinden
başka iki cennet daha vardır." Yani sözü geçen i!k iki cennetten ayrı
olarak iki cenneti daha vardır, İbn Abbas dedi ki: Derece itibariyle o
ikisinden daha aşağı demektir. İbn Zeyd: Fazilet itibariyle o ikisinden
aşağıda... diye açıklamıştır. İbn Abbas dedi ki: Cennetler, Rabbinîn huzurunda
durmaktan korkan kimseleredir. Bundan dolayı sözü edilen ilk iki cennette
hurma ağaçları ve başka ağaçiar, diğer iki cennette ise ekinler, bitkiler ve
yerin üzerine yayılan şeyler bulunacaktır.
el-Maverdî dedi ki:
"O ikisinden başka iki cennet daha vardır" buyruğunda sözü edilen
cennetlerin, kişiye ait olan kimseler için olma ihtimali vardır. Çünkü ona ait
olanlann konumu onun konumundan daha aşağıdadır. Bu iki cennetten birisi
huru'1-îyn için, diğeri ise ebedi kılınacak çocuklar içindir. Böylelikle bu
iki cennet ile erkekler ve dişiler ayrılmış olacaktır.
İbn Cüreyc dedi ki:
Cennetler dört tanedir. Bunlardan ikisi ileri geçen ve yakınlaştırman kimseler
için olup "İkisinde de her meyveden çifter çifter vardır" (52. âyet)
ile "İkisinde de akar iki pınar vardır" (50. âyet) Diğer cennetlerin
ikisi dı_- ashabu'l-yemin (kitapları sağlarından verilecek olanlar) içindir.
"İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır." (68. âyet) ve:
"İkisinde de suları durmaksızın coşan iki pınar vardır." (66. âyet)
buyruklarında onlardan söz edilmiştir.
İbn Zeyd dedi ki: İlk
iki cennet altından olup yakınlaştırılmış kimselere (el-mukarrabûn)e aittir.
Diğer ikisi gümüşten olup, ashâbu'l-yemine aittir.
Derim ki şunları
söylemiştir: el-Halîmî Ebu Abdullah el-Hasen b. el-Hu-seyn de "Minhâcu'd-Din"
adlı eserinde bu görüşü benimsemiş ve Said b. Cu-beyr'in, İbn Abbas'tan
naklettiği şu rivayeti delil göstermiş ve: "Rabbinin huzurunda durmaktan
korkana da iki cennet vardır." (46, âyet) buyruğunda "İkisi de siyaha
yakın koyu yeşildirler" buyruğuna kadar olan âyetler hakkında şunları
söylemiştir: Bu iki cennet mukarrebler içindir. Diğerleri ise as-habu'l-yemin
içindir. Ebu Musa el-Eşarîden de buna yakın bir rivayet gelmiştir. Yüce Allah
ilk iki cennetin niteliklerini belirttikten sonra, her ikisi arasındaki farka
işaret ederek ilk ikisi hakkında: "İkisinde de akar iki pınar vardır."
(50. âyet) diye buyurmuş, sonraki iki cennet hakkında da; "İkisinde de
suları durmaksızın coşan iki pınar vardır." (66. âyet) diye buyurmuştur.
Yani bunlar coşup kaynamaktadırlar, fakat akıp duran pınarlara benzemezler.
Çünkü coşup kaynamak, akıp durmaktan daha aşağı bir derecededir. İlk iki cennet
hakkında: "İkisinde de her meyveden çifter çifter vardır." (52. âyet)
diye buyurmuş, özel olarak belirli meyvelerden sözetmeyip genel bir ifade
kullanmıştır. Diğer iki cennet hakkında ise: "İkisinde de meyve, hurma ve
nar vardır." (68. âyet) diye buyurmuş ve: "Her
meyveden"dememiştir. İlk iki cennet hakkında: "Astarlan kalın
ipekten döşemelere yaslanmışlar olarak." (54. âyet) diye buyururken, diğer
ikisi hakkında: "Yeşil yastıklara ve güzel döşemelere yaslanarak"
diye buyurmaktadır.
Bu buyruktaki: "Döşeme"
işlemeli demektir. Şüphesiz ki kalın ipek işlenmiş olandan daha değerlidir.
"Yastık" çadırın bir tarafındaki (dayanılacak) şey demektir,
Şüphesiz ki üzerinde yaslanmak maksadıyla hazırlanmış döşemeler, çadırdaki bu
parçalardan daha üstündür, İlk iki cennetteki hurilerin nitelikleri ile ilgili
olarak: "Onlar sanki yakut ve mercandır." (58. âyet) diye
buyurmuşken, diğer iki cennettckjler hakkında da: "İçlerinde güzel huylu,
güzel yüzlüler vardır." diye buyurmaktadır. Güzellik ise yakut ve
mercanın güzelliği gibi değildir.
îlk iki cennet
hakkında: "İkisinin de dallan vardır" diye buyurmuşken diğer ikisi
hakkında: "İkisi de siyaha yakın koyu yeşildirler" diye buyurmaktadır.
Yani ileri derecedeki yeşilliklerinden dolayı adeta siyah renge çalan
yeşilliktedirler. İlk iki cennetin dallarının çokluğuyla nitelendirilmesi yanında,
diğer ikisinin sadece yeşillikle nitelendirildiği görülmektedir. Bütün bu
açıklamalar yüce Allah'ın: "O ikisinden başka iki cennet daha
vardır." buyruğu ile ilgili kastettiğimiz anlamı tahkik etmektedir. Her
iki cennet arasında bulunan farka dair sözü edilmeyen hususların, sözü
edilenlerden daha çok olma ihtimali de vardır.
Şayet İlk iki cennetin
sahiplerini sözkonusu ettiği gibi, niçin bu iki cennetin sahiplerini de
sözkonusu etmemiştir; diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Sözü edilen
dört cennet de Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimseler içindir. Şu kadar
var ki, korkanların da mertebeleri farklıdır. Sözü edilen ilk iki cennet yüce
Allah'tan korkmak mertebesi itibarı ile kullar arasında en yüksekte olanlar
içindir. Diğer iki cennet ise Allah'tan korkma mertebesi daha aşağıda olanlar
içindir. ed-Dahhâk'ın görüşüne göre ilk iki cennet, altın ve gümüşten,
diğerleri ise yakut ve zümrüttendir ve diğerleri ilk ikisinden daha üstündür.
Yüce Allah'ın: "O ikisinden başka iki cennet daha vardır" buyruğu da
onların önünde ve onların karşı taraflarında anlamındadır. Ebu Abdullah
et-Tirmizî el-Hakîm de Nevâdiru'l-Usûl adlı eserinde bu görüşü benimseyerek
şöyle demiştir: "O ikisinden başka İki cennet daha vardır." Yani
bunlardan Arş'a daha yakın olan İki cennet daha vardır. Bu da Arş'a daha yakın oldukları
anlamına gelir. Daha sonra da -birazdan kendisinden naklen aktaracağımız gibi-
sonra sözkonusu edilen iki cennetin ilk iki cennetten üstünlüklerini
anlatmaktadır.
Mukatil ise şöyle
demektedir: İlk iki cennet Adn cenneti ile Naîm cennetidir. Sonra sözkonusu
edilen iki cennet ise Firdevs cenneti ile Me'vâ cennetidir.
"İkisi de siyaha
yakın koyu yeşildirler." Yani bolca sulandıklarından ötürü yeşil
renklidirler. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır. Mü-cahid: Siyah
renklidirler, diye açıklamıştır. Çünkü dilde: " Siyahlık" demektir.
Mesela, beyazlığı gidinceye kadar rengi koyulaşmış olan ata, erkek ve dişi
deveye; denilir. Şayet koyu siyah olacak kadar
koyuluğu daha da
artacak olursa, ona da: denilir, ( Atın
rengi (siyaha yakın) koyulaştı" demektir, "O şey siyah-laştı"
anlamındadır. Yüce Allah da: "İkisi de siyaha yakın koyu yeşildirler"
diye buyurmaktadır. Yani iyice sulandıklarından ve oldukça yeşil olduklarından
ötürü siyah gibidirler. Araplar ise (koyu) yeşil olan herşeye siyah derler
Lebid de Hevazinlilerden öldürülenler hakkında şöyle demektedir:
"Onu bir hevdec
içinde getirdiler arkasında ise tnce deri parçalarından dokunmuş (zırh gibi
giyecek)1 er içinde
yeşil birlikler
vardır."
Irak arazisine
"sevâd (siyahlık)" denilmesi ele yeşilliğinin çokluğundan ötürüdür.
Karanlık geceye de -yeşil anlamında-: denilir. "Allah onların
yeşilliklerini yok etsin" sözü onların sevâdlarını (yeşil alanlarını) yok
etsin, demektir.
[41]
66.
İkisinde
de suları durmaksızın coşan iki pınar vardır.
67.0 halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
68.
İkisinde
de meyve, hurma ve nar vardır.
69.0 halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"İkisinde de
suları durmaksızın coşan." İbn Abbas'tan gelen açıklamaya göre suları
durmaksızın kaynayan "iki pınar vardır."
"Coşmak"
diye "hı" harfi ile kullanılan ifade; “Sızmak, in-ce ince akmak'dan
daha çok su akıtmayı ifade eder. Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre; hayır
ve bereket ile kaynayıp coşan, demektir. el-Hasen ve Mücahid de böyle
açıklamışlardır.
İbn Mesud, yine İbn
Abbas ve Enes de şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın dostlarına yağmur tanelerinin
serpilmesi gibi, cennet ehli üzerine onların evlerinde misk, anber ve kâfur
akar.
Said b. Cübeyr dedi
ki: Çeşitli meyveler ve sular ile durmadan coşar demektir.
et-Tirmizî (el-Hakim)
şöyle demektedir: Çeşitli meyveler, nimetler, süslü cariyeler, eğerle takımları
bulunan atlar ve rengarenk elbiseler ile (bol bol akar) diye açıklamışlardır.
Yine et-Tirmizî şöyle demiştir: İşte bu "durmadan coşma"nın
"akmak"dan daha fazla olduğunu göstermektedir.
Bu iki pınarın
kaynayıp coştuktan sonra aktıkları da söylenmiştir,
"İkisinde de
meyve, hurma ve nar vardır" buyruğuna dair açıklamalarımızı da iki başlık
halinde sunacağız:
[42]
Kimi ilim adamı, nar
ve hurma meyvelerden değildir, demiştir. Çünkü bir şey yine kendisinden olana
atfedilmez. Kendi türünden olmayan üzerine ancak atfedilebilir. İfadenin
zahirinden anlaşılan da budur.
Cumhûç ise şöyle
dernektedir: Hurma ve nar meyve türündendir. Yüce Allah'ın ayrıca hurma ve
nardan sözetmesi, onların üstünlükleri ve meyveler arasındaki güzel yerlerinden
ötürüdür. Yüce Allah'ın: "Namazları ve özellikle orta namazı
koruyunuz." (el-Bakara, 2/238) buyruğu ile: "Kim Allah'a, meleklerine,
peygamberlerine, Cebrail ve Mikail'e düşman olursa..."(el-Baka-ra, 2/98)
buyruklarına benzemektedir. Bu husus daha önceden (belirtilen âyetlerin
tefsiri yapılırken) geçmiş bulunmaktadır.
Bir diğer açıklamaya
göre bunları tekrarlamasının sebebi şudur: Hurma ve nar o dönemde onlara göre;
şimdi bizim için buğday konumunda idiler. Çünkü hurma genel olarak onların
gıdaları idi. Nar da diğer meyvelere benzemektedir. Bu ikisine duydukları
ihtiyaç dolayısı ile bunları çokça dikerlerdi. Onların sahip oldukları
meyveler, hoşlarına giden çeşitli mahsuller arasında yer alırdı. O halde meyve
sözkonusu edildikten sonra ayrıca hurma ve nardan sözedilmesi, bunların
oralarda ve Medine'den Mekke'ye, oradan da onlara yakın Yemen topraklarına
kadar çokça bulunmalarından dolayıdır. İşte bu sebeple yüce Allah bu iki
mahsulden meyvelerden ayrı olarak sözet-tiği gibi, meyvelerden de ayrıca
sözetmiştir.
Bir diğer açıklamaya
göre meyveler arasında hurma ve narın sözkonusu edilmesi, hurma ağacının
meyvesi olan hurmanın hem meyve, hem yiyecek olmasından, narın İse hem meyve,
hem de ilaç olmasından dolayıdır. O bakımdan bunlar sadece meyve kastıyla
yenilen şeylerden değildir. Bundan dolayı Ebu Hanife -Allah'ın rahmeti üzerine
olsun- hiçbir meyve yememek üzere yemin edip nar yahutta taze hurma yiyen
kimsenin yeminini bozmayacağını söylemiştir. Bu da bir sonraki başlığın
konusudur.
[43]
Ebıı Hanife dedi ki:
Bir kimse hiçbir meyve yemeyeceğine dair yemin edip nar yahut taze hurma
yiyecek olursa, yemini bozulmaz. Ancak iki arkadaşı (Ebu Yusuf ve Muhammet!)
ile diğer insanlar bu hususta ona muhalefet etmişlerdir.
İbn Abbas dedi ki:
Cennetteki bir nar, semeri olan deve gibidir.
İbnu'l-Mübarek de
şunları söylemektedir: Bize Sufyan, Hammad'dan nak- verdi Hammad. Said b.
Cubeyr'den, o İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: Cennetteki hurma ağaçlarının
gövdeleri yeşil zümrüttür, dalları kırmızı altındır, yapraklan da cennet
ehlinin giyeceğidir, gömlekleri ve cübbele-ri onlardandır. Bu ağaçların
meyveleri büyük testiler ve büyük kovalar gibidir. Sütten daha beyaz, baldan
tatlı, tereyağından yumuşaktır, çekirdeği de yoktur.
(Îbnu'l-Mubarek) dedi
ki: Ayrıca bize el-Mesudî, Amr b. Murre'den anlattı, o Ebu Ubeyde'den şöyle
dediğini nakletti: Cennetin hurma ağaçlan -kökünden dalına kadar herşey- son
derece tertibli ve düzenlidir. Mahsulleri büyük testileri andırır. Bir meyve
koparıldı mı bir başkası onun yerini alır. Cennetin suları yatakları
olmaksızın akar ve bir salkım oniki ziradır.
[44]
70.
İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır.
71. O halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
Yüce Allah:
"İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır" buyruğu ile
ilgili açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
Yüce Allah'ın:
"İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır" buyruğunda kadınları
kastetmektedir.
" Güzel
huylular" lafzının tekili:şeklinde olup, hayırlı kadınlar anlamındadır.
Bunun: " Çokça hayırlı kadınlar" anlamında olup sonradan şeddesinin
hafifletildiği de söylenmiştir. "Kolay" ile "Yumuşak"
kelimeleri gibi.
İbnu'l-Mubarek dedi
ki: Bize el-Evzaî, Hassan b, Atİyye'den anlattı. O Sa-id b. Âmir1 den şöyle
dediğini nakletti: Eğer "güzel huylu, güzel yüzlü-ler"den bir tanesi
semadan görünecek olursa, semayı aydınlatır. Yüzünün aydınlığı güneşin ve ayın
parlaklığını örter. Bu güzel huylulardan birisinin başındaki Örtü dünyadan ve
dünyadaki herşeyden daha hayırlıdır.
"Güzel
yüzlü" yaratılışları güzel anlamındadır. Yüce Allah: "Güzel
yüzlü" dediğine göre onların güzelliklerini kim anlatabilir?
f z-Zührî ve Katade
dedi ki: "Güzel huylular" onların huy ve ahlâklarını
"güzel
yüzlüler" de yüzlerinin gü2etliklerini iFade etmektedir. Bu açıklama
Peygamber (sav)'dan Um Seleme yoluyla gelen bir hadiste de rivayet edilmiştir[45]
Ebu Salih dedi ki:
Çünkü onlar el değmemiş bakirelerdir.
Katade, İbn
es-Semeykâ, Ebu Recâ et-Utaridî ve Bekr b. Habîb es-Sehmî aslına uygun olarak
şeddeli bir şekilde: "Güzel huylular" diye okumuşlardır.
Bir açıklamaya göre:
" Güzel huylular" Hayr"ın çoğulu olup hayırlı hanımlar
anlamındadır. Seçkin hanımlar anlamına geldiği de söylenmiştir.
et-Tirmizî (el-Hakim)
de şöyle demiştir: O halde: " Güzel huylular" yüce Allah'ın seçtiği
ve kendi seçimi ile eşsiz bir şekilde yarattığı kadınlar demektir. Çünkü
Allah'ın seçmesi insanların seçmesine benzemez. Daha sonra da "güzel
yüzlüler" diye buyurmakta ve onları güzellikle nitelendirmektedir. O
güzel yaratıcı herhangi bir şeyi "güzel olmakla" nitelendirecek
olursa, artık onu var git sen düşün. Daha önce sözkonusu edilen iki cennette
bulunanları da "gözlerini yanlız eşlerine dikmişler" (56. âyet) diye
ve "onlar sanki yakut ve mercandır" (58. âyet) diye
nitelendirmiştir. Şimdi Allah tarafından seçilmiş olan hayırlı (güzel huylu)
huri ile gözlerini yanlızca eşine dikmişler arasındaki büyük farka bir bak.
Hadiste de şöyle denilmiştir: "Hur-u 'îyn" birbirleriyle ekle tutuşur
ve mahlukatın daha güzelini asla duymadığı, bizim de benzerini asla duymadığımız
güzel seslerle şarkı söylerler (ve derler ki): "Biz hoşnut olanlarız,
asla kızıp öfkelenmeyiz. Biz (evlerinde) kalanlarız, asla göçüp gitmeyiz. Biz
ebedî olanlarız, asla ölmeyiz. Biz nimetler içerisinde olanlarız, asla yoksul
düşmeyiz. Biz güze! huylu, güzel yüzlüleriz. Üstün ve değerli kocaların sevgili
eşleriyiz,"
[46]
Tirmizî de bunu bu
manada Ali (r.a) yoluyla gelen bir hadis olarak rivayet etmiştir.
[47] Âişe
(r.anha) dedi ki: Huru'1-îyn bu sözleri söylediği vakit, dünya ehlinden olan
mümin kadınlar onlara şöyle cevap verirler: Bizler namaz kılan kadınlarız, siz
ise kılmadınız. Bizler oruç tutan kadınlarız, siz tutmadınız. Bizler abdest
alan kadınlarız, siz abdest almadınız. Bizler boka sadaka veren kadınlarız, siz
sadaka vermediniz. Âişe (r.anha) dedi ki: Allah'a andol-sun bu sözleriyle
onları susturacaklardır.
[48]
Huriler mi yoksa Âdemoğullannın kızları mı
daha güzel ve daha göz alıcıdırlar hususunda görüş ayrılığı vardır. Kur'ân ve
sünnette nitelikleri zikre-dildiğinden ötürü hurilerdir denilmiştir. Ayrıca
Peygamber (sav)'in cenaze namazında ölen kimseye yaptığı şu dua da bunu
göstermektedir: "Ve ona kendi hanımından daha hayırlı bir eş ver."
[49]
Âdenıoğulları
kadınlarının huru'l-îynden yeunişbin kat daha üstün oldukları söylenmiş ve bu
(Hz. Peygambere kadar ulaşan) merfu bir rivayet olarak zikredilmiştir.
İbnu'l-Mubarek şunu
zikretmektedir; Bize Rışdîn haber verdi. O îbn En'um'dan, o Hibbân'dan, o İbn
Ebi Cebele'den rivayetle dedi ki: Dünya kadınlarından cennete girenler dünyada
işledikleri amelleri sebebiyle hur-u ly-ne üslün kılınacaklardır.
Yine şöyle
denilmiştir: Kur'ân-ı Kerim'de sözü edilen huriler peygamberlerin ve
müminlerin hanımları olan mümin kadınlardır. Bunlar âhirette en güzel bir
surette yaratılacaklardır. Bu açıklamayı Hasan-ı Basrî yapmıştır.
Ancak meşhur olan
görüş hurilerin dünya kadınlarından olmadıkları ve bunların cennette yaratılmış
hanımlar olduklarıdır. Çünkü yüce Allah: "Bunlardan önce onlara ne bir
insan, ne de bir cin dokunmuştur." (56 ve 74. âyetler) diye
buyurmaktadır. Dünya ehli kadınlarının çoğunluğuna ise el değmiştir. Diğer
taraftan Peygamber (sav) da şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz cennetteki
(dünyalı) sakinlerin en azı kadınlardır."
[50]
Dolayısıyla erkeklerden her-birisine bir kadın isabet etmeyeceğinden, onların
hepsine huru'1-îyni vaadet-miştir. Böylelikle hurilerin dünya kadınlarından
olmadığı sabit olmaktadır.
[51]
72.
Çadırlar
içinde örtülerle gizlenmiş huriler vardır.
73.0 halde;
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
74.
Bunlara
onlardan önce ne bir İnsan dokunmuştur, ne de bir cin.
75- O halde;
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Çadırlar İçinde
örtülerle gizlenmiş huriler vardır" buyruğundakt: "Huriler" lafzı,
çoğuludur. Bu ise gözünün beyazı oldukça beyaz, siyahı da oldukça siyah olan
kadın demektir. Bu açıklamalar daha önceden (es-Sâffât, 37/48-49. âyetlerin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Çadırlar içinde
örtülerle gizlenmiş" orada alıkonulmuş ve saklanmış "huriler vardır.™
Yani bu huriler yollarda gezip dolaşan kadınlardan değildir. Bu açıklamayı İbn
Abbas yapmıştır,
Ömer (r.a) dedi ki:
Oradaki bir çadır içi boşaltılmış incidir. İbn Abbas da böyle demiştir. Ayrıca
İbn Abbas şöyle demiştir: O çadır, altından doıtbin kapı kanadı bulunan ve bir
fersah eninde, bir fersah boyunda bir çadırdır.
et-Tirmizî el-Hakîm
Ebu Abdullah yüce Allah'ın: "Çadırlar içinde örtülerle gizlenmiş huriler
vardır" buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Bize ulaşan rivayete göre
Arg'tan bir bulut yağmur yağdırdı. Huriler rahmet damlacıklarından yaratıldı.
Sonra bunların herbirisi üzerine nehirler kıyısında birer çadır kuruldu.
Herbir çadırın genişliği kırk mildir ve kapısı yoktur. Allah'ın dostu cennete
gireceği vakit çadıra bir kapı açılır. Böylece Allah'ın dostu olan kişi
meleklerden ve hizmetçilerden yaratıkların gözlerinin hurilere değme-diğini ve
yaratılmışların gözlerinden uzak gizli ve saklı olduğunu bilmiş olacaktır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,
Önceki iki cennet
hakkında da: "Gözlerini yanlız eşlerine dikmiş huriler vardır." (56.
âyet) diye buyurmuştur. Bunların gözlerini yanlızca eşlerine diktikleri
sözkonusu edilmekle birlikte, örtülerle gizlenmiş olduklarından
sözetmemektedir. Böylece bu, örtülerle gizlenmiş olanların diğerlerinden daha
yüce ve üstün olduklarını ortaya koymaktadır.
Mücahid dedi ki:
"Örtülerle gizlenmiş huriler" yani bunlar kendilerini sadece eşlerine
vermiş huriler olup onların yerine başkalarını istemezler.
es-Sıhah'la şöyle
denilmektedir: "O şeyi hapsettim, alıkoydum, hapsediyorum,
alıkoyuyorum" denilir. -Camide hafızların ve cüz okuyucularının kaldıkları
yere- "cami maksurası" denilmesi de buradan gelmektedir. "O şeyi
şuna hasrettim" ifadesi de onu aşıp,
başkasına ulaşmamak
halinde kullanılır. "Dışarı çıkmasına İ2in verilmeyen ve evde kalan
kadın" demektir. Şair Küseyyir de şöyle demiştir:
"Sen bana kasîre'[52] olan
herkeai sevdirdin;
Kasire olanlar ise
bunu bilmiyor.
Ben çadırlardaki
kasîraları (dışarı çıkmayanları) kastettim; hiçbir zaman,
Kadınların en kötüleri
olan kısa boylu ve kısa adımhlan kastetmedim."
el-Ferrâ ilk mısranın
son kelimesini:diye zikretmiştir. Bunu da İb-nu's-Sikkît zikretmektedir.
Enes rivayetle dedi
ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: "İsrâya götürüldüğüm gece cennette her iki
kenarı mercandan çadırlar bulunan bir ırmağın yanından geçtim. Oradan bana: Ey
Allah'ın Rasûlü selam sana, diye seslenildi. Ben; Ey Cebrail bunlar kimdir?
diye sordum, o da şüyle dedi; Bunlar Rabblerin-den sana selam vermek üzere izin
istemiş huru'l 'îynden bazı kızlardır. Yüce Allah onlara izin verdi ve onlar
da şöyle dedi: Biz ebedi kalanlarız, ebedi yyen ölmeyiz. Biz nimet içerisinde
olanlarız, ebediyyen sefalet çekmeyiz. Biz hoşnut olanlarız, ebediyyen
kızmayız. Şerefli kocaların eşleriyiz." Daha sonra Peygamber (sav);
"Çadırlar içinde, örtülerle gizlenmiş huriler vardır" buyruğunu
okudu.
[53] Onlar korumak ve onlara
ikram olmak üzere alıkonulmuş hurilerdir, demektir.
Eşhelli Yezid kızı
Esma'dan rivayete göre o Peygamber (sav)'a gelip şöyle demiş: Ey Allah'ın
Rasûlü, biz kadınlar hacca gidemiyor, evden dışarı çıkamıyoruz. Evlerinizde
oturuyor, çocuklarınızı taşıyoruz. Ecirde size ortak mıyız? Peygamber (sav)
şöyle buyurdu: "Şayet kocalarınızla güzelce geçinir, onları hoşnut edecek
şeyleri yerine getirirseniz evet."
[54]
"Bunlara... ne
bir insan dokunmuştur, ne de bir cin." Daha önceden geçtiği üzere kimse
onlara el değmemiştir.
“Onlara... ne
dokunmuştur" buyruğu genel olarak "mim" harfi kesreli olarak
okunmuştur. Ancak Ebu Hayve, eşŞâmî, Talha b. Musarrif, el-A'rec ve
el-Kisâî'den naklen eş-Şirazl her iki yerde de "mim" harfini ötre-li
okumuşlardır. el-Kisâî ise bunlardan birisini kesreli, diğerini ötreli okur ve
bu hususta okuyanı muhayyer kabul ederdi. Birincisini ötreli okursa, ikincisini
kesreli; birincisini kesreli okursa, ikincisini ötreli okurdu. Bu aynı zamanda
Ebu İshak es-Sebî'nin de kıraatidir. Ebu İshak dedi ki: Ben Ali'nin taraftarları
arkasında nama2 kılıyordum, onlar da "mim" harfini ötreli okuyorlardı.
Abdullah'ın arkadaşları arkasında namaz kılıyordum, onlar da kesreli
okuyorlardı. Böylece el-Kİsâî her iki rivayet ile de amel etmiş olmaktadır. Bunların
her ikisi de iki ayrı söyleyiştir, diye de,diye de söylenir. Tıpkı; fiilleri
gibi. Ötreli okuyan her iki şiveyi birara-da kullanmış olmak için ötreli
okumuş, kesreli okuyan da genel olarak yaygın görülen kıraat o olduğundan
dolayı böyle okumuştur.
Yüce Allah'ın:
"Bunlara... ne bir insan dokunmuştur" buyruğunu tekrarlaması
çadırlarda örtülerle gizlenmiş hurilerin de tıpkı gözlerini sadece eşlerine
hasretmiş huriler gibi olduklarını beyan etmek içindir. Onlar bu şekilde
gözlerini yalnızca eşlerine hasredecek olurlarsa, çadırlar da onlar için bu
şekilde olacaktır, demektir.
[55]
76. Yeşil
yastıklara ve güzel döşemelere yaslanarak (dinlenirler.)
77. O halde;
Rabbİnizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
78. Celal ve
ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!
"Yeşil
yastıklara... yaslanarak* buyruğunda geçen: "Yastıklar uyumak üzere
yatağın (ya da döşemenin) üzerine atılan bir örtü demektir. İbn Abbas dedi ki:
Bu, döşemenin ve yaygının artan (sarkan) kısımlarıdır. Yine ondan
nakledildiğine göre bunlar artan kısımları üzerine yaslandıkları örtülerdir.
Katade de böyle demiştir.
el-Hasen ve el-Kurazî,
bunlar yaygılar demektir; İbn Uyeyne de: Bunlar oturmak üzere verdeki
yastıklardır; diye açıklamışlardır, tbn Keysan İse, bunlar yüz yastıklarıdır
demiştir. el-Hasen de böyle açıklamıştır. Ebu Ubeyde: Bunlar örtünün kenarı
demektir.
el-Leys de: Bunlar
yere serilen bir çeşit yeşil örtüdür, demiştir. Yüksek döşekler oldukları da
söylenmiştir. Enlice herbir örtüye Araplarca: denildiği de söylenmiştir. İbn
Mukbil şöyle demiştir:
"Biz (hasımların
topraklarına) öyle inenleriz ki ayaklarımız çiğner geçer, (Kadınların) çeşitli
örtüleri ile genişçe örtülerin yere düşenlerini."
Bunlar birbirlerine
yakın görüşlerdir.
es-Sıhah\a. şöyle
denilmektedir: "Yatak ve döşek örtüleri yapmakta kullanılan yeşil
kumaşlaradır. Bunun tekili; diye gelir,
Said b. Cübeyr ile
yine İbn Abbas: Bu cennet bahçeleri, demektir demişlerdir. Bu kelimenin
türemesi: Yükseldi, yükselir" fiilindendir. Kuşun havada kanatlarını hareket
ettirmesine (çırpmasına); denilmesi de buradan gelmektedir. Bundan dolayı
erkek deve kuşuna "ref-ref" dedikleri de olur. Çünkü o önce kanatlannı
çırpar, sonra koşar. "Kuş üzerine konmak maksadıyla belli bir şeyin
etrafında kanat çırptı" demektir. Çadırların kıvrımlarına, gömleğin yan
taraflarına ve ondan sarkan bölümlere de böyle denilir. Tekili: diye gelir.
Peygamber (sav)'ın
vefatı ile ilgili haberde de şöyle denilmektedir: Üzerindeki örtüyü (ref-ref
i) kaldırdı, hışırtısı olan bir yaprakmiş gibi yüzünü gördük. Kıldan olan
çadırın kenarını kaldırdı demek isteniyor.
Bir görüşe göre bu
kelimenin aslı, parlak ve taze bitki halini anlatmak için kullanılan: Bitki
taze ve parlak oldu, olur" ifadesidir. Bu açıklamayı es-Sa'lebî
nakletmiştir.
el-Kutebî de şöyle
demektedir: Nimetten ve tazelikten ötürü suyu çokça olan ve adeta neredeyse
sallanacak hale gelen herbir şeyin bu halini anlatmak için denilir. Bu
açıklamayı da el-Herevî nakletmektedir.
Refref in sahibi
üzerine bindiği takdirde kanat çırparak onu tıpkı bir salıncak gibi sağa ve
sola, yukarıya ve aşağıya hareket ettiren ve böylelikle eşi ile birlikte
kendisiyle zevk alıp neşelendiği bir araç olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı
et-Tirmizî el-Hakîm, Nevadiru'l-Usûl adlı eserinde zikretmiş olup, biz de bunu
et-Tezkire adlı eserimizde kaydettik.
et-Tirmizi (el-Hakim)
şöyle demiştir: O halde refref (yeşil yastıklar) daha
önce sözü geçen
döşemelerden daha üstündür. Bundan önceki iki cennet -te yüce Allah bu
döşemeleri sözkonusu ederek: "Astarlan kalın ipekten do şemelere
yaslanmışlar olarak" (54. âyet) diye buyurmuş, burada İse: "Yeşil
yastıklara yaslananlar olarak" diye buyurmuştur. Refref öyle bir şeydir
ki. Allah dostu onun üstüne kuruldu mu onu uçurur, yani tıpkı salıncak gibi istediği
tarafa şu tarafa, bu tarafa uçurur. Bunun aslı da yüce Allah'ın huzurunda
refref etmekten gelir. Miraç hadisinde bize rivayet olunduğuna göre Ra-sûlullah
(sav) Sidre-i Müntehâ'ya ulaştığında ona refref gelip, Hz, Peygamberi
Cibril'in elinden aldı ve onu Arş'ın dayanağına kadar uçurdu. Hz. Peygamberin
şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Beni yukarı aşağı uçurdu gitti ve
nihayet beni Rabbimin huzurunda durdurdu." Daha sonra ayrılma zamanı
gelince, yine onu alıp yükselterek, alçaltarak uçurdu ve sonunda Cebrail'e
(Allah'ın salat ve selamlan üzerine olsun) teslim etti. Cebrail o sırada
ağlıyor ve yüksek sesle hamdediyordu. Refref yüce Allah'ın huzurundaki hizmetçilerden
birisidir. Yakınlık ve yakınlaşmak konumunda özel işlerle görevlidir. Tıpkı
Burak'ın peygamberlerin bindiği ve bu iş için o yerde özel olarak görevli olan
bir binek olması gibi. Yüce Allah'ın şu yakınlaştınlmış iki cennet ehline
müsahhar kıldığı bu refref onların yaslandıkları yer ve onların döşekleridir.
Allah'ın dostunu o nehirlerin kıyılarına aktıkları yerlere, dilediği yere, iyi
ve güzel eşlerinin çadırlarına alır, götürür.
Daha sonra yüce Allah:
"Ve güzel döşemeler" diye buyurmaktadır. Sözü edilen: "Serilen
nakışlı öıtüler"ctir. Nakışların yaratıcısı olan yüce Allah onların güzel
olduklarını söylemektedir. O halde bu örtülerin kendileri hakkında ne
düşünülebilir?
Osman (r.a),
el-Cahderî, el-Hasen ve başkaları "yastıklar" anlamındaki lafzı şeklinde
munsanf olmayan bir çoğul olarak okumuşlardır. Aynı şekilde "döşemeler*
anlamındaki buyruğu da diye çoğul okumuşlardır ki; birincisi 'İn, ikincisi; çoğuludur.
" Yastık"
lafzı çoğul için kullanılan bir isimdir. " Döşeme" ise çoğula delalet
eden ve ( yli)'e mensub olan bir isimdir.
Bîr başka açıklamaya
göre bunların tekilleri; şeklinde gelir. birincisinin, ikincisinin çoğulunun çoğuludur.
el-Ferra'nın dediğine
göre: "Kalın yaygılar" demektir. İbn Abbas ve başkalarından gelen
rivayete göre ise bunlar oturmaya mahsus yastıklardır. ei-Hasen yerdeki
sergiler ve yaygılardır derken, Mücahid kalın ipektir demiştir. el-Kutebî de
şöyle demiştir; Araplara göre işlemeli herbir örtüye; denilir, Ebu Ubeyd dedi
ki; Bu isim, işlemenin yapıldığı bir yere men-subtur. İyice ve sağlamca
dokunmuş herbir işleme de ona nisbet edilir. Şair Zu'r-Rimme söyle demiştir;
"Sanki el-Ruf
bahçelerine giydirmiş gibi
Abkar işlemelerinden
örtüler ve perdelerle yaygılarla süslemiş gibi."
Denildiğine göre
"Abkar" Yemen taraflarında bir kasaba olup, orada nakışlı, işlemeli
yaygılar dokunur.
İbnu'l-Enbârî dedi ki:
Bu hususta asıl olan, "abkar" denilen yerin cinlerin kaldığı bir
kasaba olup üstün ve değerli olan herşey oraya nisbet edilir.
el-Halil dedi ki:
Üstün nefis, değerli ve kıymetli erkekler, kadınlar ve başka türden olan
herşey Araplarca "abkarî" diye adlandırılır. Peygamber (sav)'ın Ömer
(r.a) hakkında söylediği: "İnsanlar arasında onun kuyudan su çektiği gibi
çeken üstün, dahi birisini görmedim"[56]
buyruğunda da bu kökten gelen lafız kullanılmış bulunmaktadır.
Ebu Amr b. el-Alâ'ya,
Peygamber (sav)'m: "Onun çektiği gibi su çeken üstün ve dahi birisini
görmedim" sözü hakkında kendisine soru sorulmuş ve şu cevabı vermiştir:
(Bu lafız) bir kavmin başkanı ve onların üstün ve değerlileri demektir. Şair
Züheyr de şöyle demiştir:
"Üzerlerinde
abkarî cinleri bulunan atlarla ki
Bir gün
(istediklerine) nail olmaya ve üstünlük sağlamaya lâyıktırlar."
el-Cevherî dedi ki:
"el-abkarî" Arapların cin topraklarından olduğunu iddia ettikleri bir
yerin adıdır. Şair Lebid de şöyle demiştir:
"Olgun yaşlılar
ve gençler ki, abkar cinleri gibidirler."
Daha sonra mahareti,
güzel sanatı ve gücüne hayran kaldıkları herbir şeyi bu lafza nisbet ederek
"abkarî" diye kullandılar. Bu ise hem tekil, hem olarak kullanılır.
Hadis-i şerifte de O abkarî (seccade) üzerinde secde ederdi."
[57]
denilmektedir. İşte bu da boyaların ve nakışların bulunduğu bu bildiğimiz
yaygılardır. Öyle ki Araplar abkarî bir zulüm" tabirini kullanmış ve
güçlü bir kimseye de: "Bu bir kavmin abkarîsidir" demişlerdir.
Hadis-i şerifte de: "Ben onun kuyuda su çektiği gibi su çeken bir
abkari*(güçlü, kuvvetli, dahi) bir kimse görmedim." denilmiştir.
Daha sonra yüce Allah
onların örflerinden bildikleri şekilde onlara hitab ederek: "Ve güzel döşemelere"
diye buyurmaktadır. Bazıları lafzını diye okumuşlarsa da bu hatadır, çünkü
mensub isim nisbeti olduğu gibi bırakılarak çoğul yapılmaz. Kutrub ise şöyle
demiştir: Bu mensub bir isim değildir. " Koltuk ve koltuklar" ile
Buht devesi ve buht develeri" kelimelerine benzer.
Ebu Bekr'in rivayetine
göre Rasûlullah (sav): "Yeşil yastıklara ve güzel elere yaslanarak"
buyruğunu; diye okudöşemelere yaslanarak" buyruğunu; muştur. Bunu da
es-Sa'lebî zikretmiştir, " Yeşil" lafzındaki "dat" harfinin
ötreli kullanılması ise çok azdır.
"Celal ve İkram
sahibi Rabblnin adı ne yücedir!" buyruğundaki:Ne yücedir!" buyruğu
"bereket" kökünden "tefâate" vezninde bir kelime olup,
daha önce buna dair açıklamalar (el-Furkan, 25/1. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
"Celâl"
azamet "sahibi1* demektir. "İkram" buyruğuna dair açıklamalar
ise daha önceden (er-Rahmân, 55/27. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Âmir "celâl...
sahibi" anlamındaki buyruğu "vav" ile: "diye
"adı" anlamındaki kelimenin sıfatı olarak okumuştur. Bu ise ismin
müsem-ma ile aynı şey olduğu görüşünü pekiştiren bir kıraattir. Diğerleri ise;
" Celâl... sahibi" diye okuyarak bunu "Rabbi" lafzının
sıfatı yapmışlardır.
Bununla bu sûrenin
kendisi ile başladığı ismi kastediyor gibidir. Çünkü yüce Allah "er-Rahmân"
diyerek bu isimle sûreye başlamış, sonra insanlarla cinlerin yaratılışını,
göklerin ve yerin yaratılışını ve sanatını sözkonusu etmiş "her gün bir
işte olduğunu" (29. âyet) belirtip, yarattıklarını idaresini zikretmiştir.
Daha sonra kıymet gününden ve dehşetlerinden sözetmekte, cehennem ateşinden
sözettikten sonra da cennetlerin nitelikleri ile bu açıklamalarını sona
erdirmektedir. Nihayet sûrenin sonunda "celal ve İkram sahibi Rabbinin
adı ne yücedir!" diye buyurmaktadır. Yani işte bu sûreye kendisi ile
başlanılan bu isim ne yücedir demektir,
Bununla yüce Allah
muhataplara şunu öğretiyor gibidir: Bütün bunlar size rahmetim iie
verilmiştir. Rahmetim ile Ben sizi yarattım, sizin için göğü, yeri, diğer
yaratıkları, mahlukları, cenneti ve cehennemi yarattım. Bütün bunlar sizin
İçin Rahman ismimin bir tecellisidir. Böylelikle yüce Allah kendi adını
övmekte, sonra da "celal ve İkram sahibi" diye buyurmaktadır. Yani O,
zatı itibariyle celâl, fiilleri itibariyle kerimdir.
Kıraat âlimleri
sûrenin baş tarafında (27. âyette) "Vech"'ın sıfatı olarak "celal
sahibi; zu'l-cekü" diye okunacağında ihtilâf etmemişlerdir. Bu, bununla
yüce Allah'ın kendisine bakacakları vakit, müminlerin kargılarında görecekleri
Allah'ın Vechinin kastedildiğinin delilidir. Böylelikle onlar güzel mükâfat,
güzel karşılayış ve güzel bağıştan dolayı sevineceklerdir.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
[58]
RAHMAN SÛRESİNİN VE
ONALT1NCI CİLDİN SONU
[1] Tirmûıi, V, 399
[2] Siyerde olan benzeri bir olayın Velid b. Muğire
başından geçtiğidir. Bununla birlikte, tbn Abdi'l-Berr, et-Hti&b, II, 433;
tbn Hacer, el-lsâbe, II; 245te Peygamberden kendisine Kur'ân okumasını isteyen
şahsın adı, Halİd b. Ukbe'dir. Ona okuduğu da en-Nahl, 16/90. âyettir. Ayrıca
olayın sonunda bu kişinin kelime-i şehadet getirerek müslüman olduğu da
zikredilmemektedir.
[3]
Beyhaki, Şuabu'l-İman, II, 490
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/539-540
[5]
Müsned, VI, 409; Tirmizt, IV, 317; Fâtıma
(r.anhâ)nın çocuklarından birini severken söylediği sözier arasında "...
ve sizler ey çocuklar), Allah'ın reyhânındansınız..." dediğini
kaydetmektedir; ayrıca Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 54'te hadisin Kivilerinden Ömer h.
Ahdıılaziz'in Havle bint Hakim'clen hadis dinlediğine dair bir htlgisinin
olmadığım söylemektedir.
[6]
Sûrenin girişinde zikredilen bu hadisin
kaynakları için oraya bakınız.
[7]
Burada daha önce güneşten sozedilmemiş
olmakla birlikte güneşten söî edilmesi açısından, cinlerin de sözkonusıı
edilmemekle birlikte bu buyrukta sftzkonusu edilmesine benzediğine işaret
ediyor.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/541-553
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/553-555
[10] Benzer rivayetler; el Hatib el-Rağdadi, Tarihu
Bctğdad, X, 234 ile Ebû Ca'fer el-Ukayli, ed-Duafa, II, 338de zikretmekle
beraber; hadisin ravisi Abdurrahman b. Abdullah b. Ömer el-I Imeri'den haciis
alınmaması gerektiğini belirten otoritelerin sözlerini de zikretmektedir.
Ancak bu rivayetlerinde muhalab "yer" deği! de "Şam denizi'' ile
"Hind bazılarında Yemen denizi olarak zikredilmektedir. Buna henzer
rivayetleri kaydeden İbn Kesir, Tefsir, II, 566; Heysemi, Mecmau'z-Zeoâid, V,
282; Zehebi, Mizan, IV, 29?; İbnu'l-Cevzî, el-İlelu'l-Mutenâhiye, I, 49-51
ittifakla bu rivayete güvenilemeyeceğini belirtmektedirler.
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/555-558
[12]
Meal sırası
gözonünde bulundurularak tercümede, basit bir takdim tehir yapılmıştır.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/558-559
[14] Hâkim, Müstedrek, I, 676 (Enes'ten değil de Ehû
Hııreyre'den); İbn Hihhân, es-Sikât, IH, 129 (Raksa b. Âmir'den)
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/559-561
[16] Hadis olarak tespit edemedik,
[17] İbn Hibbân, Sahih, II, 464, İbn Mâce, I, 73;
el-Heysemî, Mevându'z-Zam'ân, 1, 437-, Ta-berânî, Etısat, 111, 278
[18] Yakın lafızlarla İbn Ebi Şeyhe; Musannef, VII, 163;
Taberi, Tefsir, XXVII, 135, İbn Kesir, Tefsir,IV,274(hepsi Ubeyd b. Umeyr’den)
[19] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/561-564
[20] Mûsned, II, 461; Taberânî, Kebir, XIX, 90; Taberî,
Tarih, 5, 563; İbn Hişâm, Slre, II, 296.
[21] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/564-571
[22] Müslim, IV, 2279; Humeytlî, Müsned, II, 497; İbn Mende,
îman, II, 791-792
[23] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/571-574
[24] Suyutî, ed-Durru'l-Mensûr,
VII, 703
[25] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/574-576
[26] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/576-577
[27] Hadis olarak tespit edemedik.
[28] Ancak el-Ferrânın Meâni'l-Ku^ân, III, llttdeki
ifadelerinden böyle bir iddiada bulunmadığı anlaşılmaktadır. el-Kutebî ile
en-Nehhâs'in neden böyle bir iddiada bulundukları ve neye dayanarak böyle bir
ifade kullandıkları ayrıca ele alınması gereken bir konudur.
[29]İbn Ahmed h. Harıbel, et-Verâ, s. 84, (âyet nüzulünün
sözkonusıı etmeden) Muvatta, (Ömer
(raVin haşindim geçen bir olay olarak ve âyet nüzulünü .sozkonusıı etmeden
[30] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/577578
[31]Yakın lafızlarla ancak cennet ehli hakkında Taberânî,
Kebir, XX, 256; Heysemî, Afec-mau'z-Zeoâid, X, 334, -senedinde Zayıf ravi
bulunduğu kaydıyla
[32] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/579580
[33] Yakın manada: Ebıı Nııaym, Hilyetu'l-Evliyâ, IV, 286.
[34] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/581-582
[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/583
[36] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/583-585
[37] Tirmizî,
IV,
676;
Ebû Şeyhe, Musan/ıef,
VII, 322
[38] et-Tirmizî el-Hakîm, Nevâdiru'l-Usûl, II, 266;
Deylemî, Firdevs, IV, 337. lîeyhakî, Şu-abu'l-î/nûn, I, 372. -İbn Ömer'den ve
lavilerinden İbrahim b. Muhammed el-Kufi'nin rivayetlerinin münker olduğu
kayclıyla
[39] Bir önceki nota bakınız.
[40] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/585-587
[41] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/587-590
[42] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları:
16/590
[43] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/591-
[44] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/591-592
[45] Taberânî, Evsat, III, 27H; Kebir, XXIII, 368; Deylerm,
Firdevs, III, 154; Münziri, Terğıb, IV, 299; Heysemî, Mecmau'z.Zevâid. VII,
119, X, 417, 41H, ravilerinden Süleyman b. Ebî Kerime'nîn Ebu Hatim ve tbn Adiy
tarafından zayıf bir rfıvî olarak kabul edildiği kaydıyla
[46]Yakın ifadelerle TirmUi, IV, 696; İbn Ehi Şeyhe,
Musannaf, VII, 30; el-Bczzâr, Miisned, 1, 3; II, 282, Ancak yine buna yakın
ifadelen cenner ehli kadınların söyleyecekleri belirtilmiştir: Taberani, Evsat
ve Kebir Münziri, Tergib, Heysemi, Mecmâ, gösterilen yerler.
[47] Uiraz sonra 72-75. âyetlerin tefsirinde Enes'ten gelen
bir hadis rivayeti olarak kaydedilecektir.
[48] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/592-594
[49] Müslim, II, 663; Nesâi, IV, 73; Beyhaki.
es-Süneııu'l-Kübra, IV, 40
[50] Müslim, IV, 2097; İbn Hihhân, Sahih, XVI. 496; Hakim,
Müstedrek, IV, 644; Müsned,
[51] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/594
[52] Yani evden dışarı çıkmayan; kelime aynı zamanda kısa
boylu anlamına da gelir
[53] Müsned, I, 156 ve Tirmizl, IV, 696, İsrâ'dan ve bu
husustaki karşılıklı konuşmalardan söz etmeden, Ali (ra)'dan gelen hir rivayet
olarak kaydetmektedirler. Ayrıca Tirmizî, şunu da eklemektedir: Bu hususta Ebû
Hureyre, Ebû Said ve Enes'ten de rivayet gelmiştir
[54] Beyhaki, Şuabu’I-İman, VI 421
[55] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/595-597
[56] Buhârî, III, 1329, 1340, 1345, VI, 2575, 2718; Müslim,
IV. 1862; Tirmizi, IV, 541; Müs-ned. II. 39. 99, 104, 107, 450.
[57] Heyhakî, es-Sünena'l-Kübra, 11, 436.
[58] İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc
Yayınları: 16/597-602